www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Her Telden > Din Bilimleri > İslamiyet

CevaplaCevapla
 
Konu Seçenekleri Görünüm Şekli
Eski 12-13-2006, 03:30 PM   #1
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Exclamation PEYGAMBERLERiN Hayatları...

Hz. ÂDEM (a.s.)

İlk insan, ilk peygamber, insanlığın babası. Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i topraktan (turâbtan) yarattı. (Hûd, 11/61; Tâha, 20/55; Nuh, 71/18) Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını dilemiştir:

"Sizi (aslınız Âdem'i) topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum, 30/20)

Allah'u Teâlâ Hz. Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:

1- Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:

Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:

"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)

Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.

"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir. " (en-Nûr, 24/45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)

Yeryüzünün 3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki dünyadaki bu düzen aynen insana da intikâl ettirilmiştir. Yine Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i) çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)

2- Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. "Biz onları (asılları olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık. " (es-Sâffât, 37/I 1)

3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)

Böylece Allahü Teâlâ Âdem (a.s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.

4- Salsal: Kuru çamur demektir.

Cenâb-ı Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit, saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahmân, 55/14, ilgili ayet için bk. Hâzin; Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., VIII, 4669)

Hz. Âdem'e Ruh Verilmesi

Cenâb-ı Allah Hz. Âdem'i yaratırken, yukarıda anlatıldığı gibi maddesi olan çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun nefhedilmesine müsaid bir hale getirdi. Nihayet şekil ve suretinin tesviyesini ve düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan üflemiştir: "Rabbin o zaman meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatını) tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanın.' Bunun üzerine İblis' ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah: 'Ey İblis iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?' buyurdu. İblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. " (Sâd, 38/71-76. Ayrıca bk. el-A'râf, 7/12; el-Hicr, 15/29; es-Secde, 32/8-9)

Cenâb-ı Allah böylece Hz. Âdem'i en mükemmel bir şekilde yarattı. Boyunun uzunluğunun altmış "zirâ" olduğu bazı kaynaklarda kaydedilir. (Kurtubî, Tefsir, XX, 45) Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allahü Teâlâ ona, haydi şu meleklere git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyyetinin selâmlaşma örneğidir. Bunun üzerine Hz. Âdem meleklere: "Es-selâmü aleyküm" dedi. Onlar da: "Es-selâmu aleyke ve rahmetullah" diye karşılık verdiler, Âdem, insanların büyük atası olduğu için, Cennet'e giren her kişi, Âdem'in bu güzel suretinde girecektir. Hz. Âdem'in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Hz. Muhammed zamanında) sona erdi. (Buhârî, Sahih, IV, 102, Halk-ı Âdem, 2 Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 76, Hadis no: 1367)

Hz. Âdem'e isimlerin Öğretilmesi

Allah Hz. Âdem'i yarattıktan sonra, dünyaya yerleşip kendilerinden faydalanabilmeleri için ona eşyanın isimlerini ve özelliklerini öğretti. İsimlerin dalâlet ettiği varlıkları anlama kabiliyeti verdi. "Hani Rabbin bir vakit meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde (emirlerimi tebliğ etmeye ve uygulamaya koyacak) bir halife (bir insan) yaratacağım' demişti. (Melekler de): 'Biz seni hamdinle tesbih ve seni ayıplardan, sana ortak koşmaktan ve eksikliklerden tenzih edip dururken orada (yerde) bozgunculuk edecek, kanlar dökecek kimse(ler) mi yaratacaksın?' demişlerdi. Allah: 'Sizin bilmeyeceğinizi her halde ben bilirim.' demişti. Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretmişti. Sonra onları (onların dalâlet ettikleri âlemleri ve eşyayı) meleklere gösterip 'doğrucular iseniz (her şeyin içyüzünü biliyorsanız) bunları isimleriyle beraber bana haber verin' demişti. (Melekler) de: "Seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan şüphesiz ki sensin, sen demişlerdi." (el-Bakara, 2/30-32)

Bu ayetlerde geçen "halife" vekâlet gibi asaletin karşıtı olarak başkasına vekillik etmek, yani az veya çok aslın yerini tutarak, onu temsil etmek demek olan hilâfet * masdarından türemiş bir sıfattır. İsim olarak kullanılır. Aslı "halif"tir. Sonundaki "tâ" harfi mübalâğa içindir. Birinin arkasından makamına ve yerine vekâlet eden demektir. Bu niyâbet (vekâlet) ya aslın geçici olarak makamından ayrılması dolayısıyla verilir veya aslın acizliğinden dolayı yardım etmesi için verilir. Yahut bunların hiçbiri olmadığı halde asıl, vekiline sırf bir şeref bahşederek onu yüceltmek için vekâlet verir. İşte Cenâb-ı Allah'ın arzda evliyasını istihlâfı bu kâbildendir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Garibi'l-Kur'an İstanbul 1986, s. 223; Hamdi Yazır, a.g.e., I, 300)

Cenâb-ı Allah: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım ve tayin edeceğim." demişti ki; kendi irade ve kudret sıfatımdan ona bazı salâhiyetler vereceğim, o bana izâfeten, bana niyâbeten yarattıklarım üzerinde birtakım tasarruflara sahip olacak, benim namıma ahkâmımı yeryüzünde yürürlüğe koyup uygulayacaktır. O, bu hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına asıl olarak hükümleri icra edemeyecek ancak benim bir nâibim, kalfam olacak, iradesiyle benim iradelerimi, emirlerimi, kanunlarımı tatbike memur bulunacak sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı vazifeyi icra edecek olanlar bulunacaktır. "Verdikleriyle sizi denemek için, yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminki kiminizden derecelerle üstün yapan odur..." (el-En'âm, 165) ayetinin sırrı zâhir olacaktır. Bu mana, Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn'den uzun uzadıya nakledilegelen tefsirlerin özetidir. (Elmalılı, a.g.e., I, 300)

Allahü Teâlâ, Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre eder gibi tebliğ etmiş, Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir. Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlâdlarının lâyık olacaklarını Âdem ile meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.

Yüce Allah Âdem'i yarattıktan sonra zevcesi Havva*'yı onun eğe veya başka bir görüşe göre kaburga kemiğinden yarattı. (Kitabü Mecmuatün mine't-Tefâsir içinde Hâzin, II, 3) İbn Mes'ûd ve İbn Abbâs, "Allah Havva'yı, Âdem'i Cennet'e yerleştirdikten sonra yaratmıştır." demişlerdir. (en-Nisâ, 4/1; Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, XI, 304)

Hz. Âdem'in Cennet'e Yerleştirilmesi:

Yüce Allah Âdem ve eşine şöyle diyerek, Cennet'e yerleştirdi: "Ve demiştik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te yerleş, otur. Ondan (Cennet'in yiyeceklerinden) istediğiniz yerden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz. " (el-Bakara, 2/35; eL-A'râf, 7/19) "Muhakkak bu (İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve güneşte yanmazsın. " (Tâha 20/1 17-1 19)

Hz. Âdem ve eşine yasaklanan bu ağacın ne olduğu kesin olarak bilinmiyor. Bu ağacın buğday veya üzüm veyahut da incir olduğu hakkında rivayetler vardır. Biz bu ağacın ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü yüce Allah bu ağacın ismini bize bildirmemiştir. Cenâb-ı Hakk Cennet'te Âdem'e büyük bir hürriyet vermekle beraber yine de buna bir sınır koymuştur. Bu sınırı aştıkları takdirde, kendilerine zulüm edeceklerdir. Cennet'e bu yasak ağaç, yenilmek için değil, insanın hayatını disipline etmek ve bir sınırlama ve kulluk için konulmuştur. Bununla beraber biz "Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır" hadîsinde bu yasak ağacı tayin eden bir dalâlet buluyoruz. Demek Hz. Âdem o zaman dünya sınırlarına yaklaşmamak emri almış ve bundan bir müddet fıtratının gereği olarak yememiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., I, 323-324).

Daha önce İblis* Hz. Âdem'in üstünlüğünü çekemeyerek Allah'ın emrine karşı gelmiş, Âdem'e secde etmeyip, saygı göstermemiş ve Cennet'ten kovulmuştu. O zaman şeytan'ın Hz. Âdem ve evlâtlarına musallat olup azdırma imkânı kaldırılmamıştı. Hatta, İblis'e onları günah işlemeye teşvik etme gücü verilmişti. (Bk. el-A'râf, 7/12-18; el-Hicr, 15/32-42) Çünkü Âdem'in şeref ve üstünlüğü, nefsine ve şeytana uymamakla gerçekleşecekti. Kendilerine verilen akıl ve irade sebebiyle Âdem ve soyu, imtihandan geçecekler, sınanmaları için de peygamberler gönderilecekti.

Vesvese vererek insanları azdırma kabiliyetine sahip olan şeytan, ne yaptıysa yaptı, bir yolunu bularak Cennet'e girebildi. "Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini (avret mahallerini) kendilerine açıklayıp göstermek için ikisine de vesvese* verdi ve 'Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız yahut ölümden kurtulup ebedi olarak kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti' dedi. Bir de onlara, 'Ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim' diye yemin etti. İşte bu şekilde ikisini de aldatarak o ağaçtan yemeye tevessül ettirdi. Ağacın meyvesini tattıkları anda ise, o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine Cennet yaprağından üst üste yamayıp örtmeye başladılar. Rableri de "Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti." (el-A'râf 7/20-22) "Bundan sonra Âdem, Rabbinden (vahiy yoluyla) kelimeler belleyip aldı ve şöyle diyerek Allah'a yalvardılar: Ey Rabbimiz kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bizi esirgemezsen herhalde en büyük zarara uğrayanlardan olacağız, dediler." (el-A'râf, 7/23) "Sonra Rabbi onu seçti (peygamber yaptı) da tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi. Allah şöyle dedi: 'Dünyada birbirinize düşman olmak üzere her ikiniz de oradan (Cennet'ten) ininiz. Artık benden size bir hidayet (kitap) geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, işte o sapıklığa düşmez ve bedbaht olmaz (ahirette zahmet çekmez). " (Tâha, 20/122-123) Böylece Hz. Âdem ve Havva ve nesillerinin yeryüzünde yerleşip kalmaları ve burada üreyip geçinmeleri, imtihan edilmeleri takdir edildi ve gerçekleştirildi. (el-Bakara, 2/3638; el-A'raf, 7/24)

Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Neseî ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir hadîsinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Âdem (a.s.) ile Musa (a.s.)'ın ruhları Rableri nezdinde münakaşa ettiler ve Âdem (a.s.), Musa (a.s.)'ı delil getirerek mağlûp etti. Musa (a.s.) dedi ki: "Sen Allah'ın eliyle (kudretiyle) yarattığı ve ruhundan üflediği ve melekleri senin için secde ettirdiği ve Cennet'ine yerleştirdiği Âdem'sin. Sonra da sen işlediğin suç sebebiyle insanları yeryüzüne indirdin. 'dedi. Bunun üzerine Âdem (a.s.) 'Sen Allah'ın peygamberliğine ve konuşmasına seçtiği ve içinde her şeyin açıklaması bulunan (Tevrat) levhalarını verdiği ve münacât edici olarak kendisine yaklaştırdığı Musa'sın. Benim yaratılmamdan kaç sene önce Tevrat'ı yazdığını gördün?' dedi Musa (a.s.), 'Kırk sene önce' diye cevap verdi. Âdem, 'şu halde içinde 've Âdem Rabbi'ne isyan etti de...' meâlindeki ayeti gördün mü?' dedi. Musa (a.s.) 'Evet, gördüm' dedi. Âdem (a.s.) 'Allah'ın beni yaratmasından kırk sene önce işleyeceğimi yazdığı işi işlemem üzerine beni nasıl azarlarsın' dedi. Resulullah (s.a.s.) neticede "Âdem hüccet* ile Musa'yı mağlûp etti" buyurdu. (et-Tâc, I, Hadis no: 40) Bundan sonra gelecek hidayet rehberlerine (peygamberlere), iman ederek uyup bağlanacaklar için, korkup üzülecekleri bir şeyin olmadığı ve bunların Cennet'e girecekleri bildirildi. İnkâr edip kötülük yapanların Cehennem'e girecekleri anlatıldı. (el-Bakara, 2/38-39, 82)

Âlimler, Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği (yerleştirildiği) Cennet hakkında görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Cennet, lügat açısından bağ, bahçe, bahçelik ve bağlık yer manasına gelir. Acaba Hz. Âdem'in iskân edildiği bu Cennet, yeryüzünün bağlılık, bahçelik ve ağaçlık köşelerinden bir köşe midir? Yoksa dünyadan ayrı ahirette müminlere va'd edilen Cennet midir? Kur'an-ı Kerim'de buna dair açık ve kesin bir bilgi verilmemiştir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Hz. Âdem'in eşiyle yerleştirildiği ve içinde yasak ağacın bulunduğu Cennet, ahirette müminlere ve iyilik yapanlara va'd edilen, darü's-sevab (mükâfat yurdu) olan Cennet'tir. Çünkü:

a) "Cenâb-ı Allah dedi ki: Kiminiz kiminize (nesilleriniz birbirlerine yahut müminlerle şeytan birbirlerine) düşman olarak inin. Arz'da sizin için bir zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek vardır. Orada (yeryüzünde) yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, yine oradan diriltilip çıkarılacaksınız." (el-A'râf, 7/24-25; Ayrıca bk. el-Bakara, 2/36) Bu ayetlerde Hubût (inmek) tabiri ve inilecek yer de arz (yeryüzü) olarak zikredilmiştir. İlk yerleşme noktası yeryüzü dışında bir yer olmalıdır ki, buradan yeryüzüne iniş söz konusu edilebilsin. Eğer Hz. Âdem ve Havva'nın yerleştikleri yer arzdaki bir bahçe olsaydı "hubût"tan, inişten söz etmek mümkün olmazdı.

b) Tâhâ suresi 118-119'uncu âyetlerde Hz. Âdem'in yerleştiği Cennet'in anlatılan vasıfları, yani acıkmamak, susamamak, çıplak kalmamak, güneşte yanmamak, sevap ve mükâfat yurdu olarak mü'minlere va'd edilen cennet'e aid niteliklerdir. Bu vasıfta olan bir cennet (bahçe) dünyada yoktur. Öyle ise Hz. Âdem'in iskân edildiği Cennet, ahirette müminlere va'dedilen Cennet'tir.

c) Bu "Cennet" lâfzının başındaki elif lâm (lâm-ı ta'rîf) umûm (istiğrak) için değil, ahid içindir. Bu elif lâm, umûm ifâde ederse Cennetlerin hepsi manasına gelir. Hâlbuki Hz. Âdem'in bütün Cennetlere (bahçelere) yerleşmesi imkânsızdır. Öyle ise bu Cennet'in manasını müslümanlar arasında bilinen ve dârü's-sevâb (mükâfat yurdu) olan Cennet'e hamletmek gereklidir. (Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, I, 233; Razı, Mefâtîhu'l-Gayb, I, 455; Talat Koçyiğit, İsmail Cerrahoğlu, Kur'an-ı Kerim Meâl ve Tefsiri, s. 95 vd.)

d) Yine bazı haberlere göre: Allah meleklerinden birisine dünyanın her yerinden topraklar getirterek Hz. Âdem'i Cennet'te yaratmıştır. (İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'an'i'l-Azîm, I, 132.) Hz. Âdem ile Hz. Musa'nın ruhlarının çekiştiğini bildiren hadîs (bunun meâlini yukarıda verdik) de bu Cennet'in sevab yurdu olan Cennet olduğunu açıklar.

Ebu'l-Kasım el-Belhî ve Ebû Müslim el-İsfahânî de "Hz. Âdem'in yerleştiği Cennet, bahçe manasına olup bu dünyadadır" derler. Bu zatlar ayette geçen "ihbitû" kelimesine de "giriniz, gidiniz, konunuz" gibi manalar veriyorlar. " İhbitû mısran = Bir şehre ininiz, yerleşiniz (el-Bakara, 2/61) gibi. Bu zatlar Hz. Âdem'in yerleştiği Cennet'in bu dünyada olduğuna dair şu şekilde delil getiriyorlar:

1) Eğer Hz. Âdem'in yerleştiği bu Cennet, sevap ve mükâfat yurdu olan Cennet olsaydı, elbette ebedî kalınacak Cennet olurdu. Hz. Âdem de ebedî kalınacak Cennet'te olduğunu bilir ve şeytan da onu "Rabbiniz size bu ağacı, melek olmanız için, yahud ölümden kurtularak ebedî kalıcılardan olacağınız için yasak etti." (el-A'râf, 7/20) diyerek aldatamazdı.

2) Yüce Allah'ın "Onlar (Cennet'te olanlar) oradan çıkarılacaklar da değildir." (el-Hicr, 15/48) sözünün dalâletiyle Cennet'e giren bir daha oradan çıkmaz.

3) İblis, Hz. Âdem için secde etmekten kaçınarak kibirlendiğinden Allah'ın gazâb ve lânetine uğramış ve kâfir olmuştur. Böyle olan bir kimse Cennet'e giremez.

4) Ahirette müminlere va'd edilen Cennet teklif ve imtihan yeri olmayıp müminlerin içinde serbestçe dolaşacakları ve bütün nimetlerinden diledikleri gibi faydalanacakları bir yerdir. Halbuki burada eşiyle beraber Hz. Âdem'e bir ağacın meyvesi yasaklanmıştır.

5) Allahü Teâlâ "Yeryüzünde bir halife yaratacağım..." (el-Bakara, 2/30) diye belirttiği için Hz. Âdem'i Arz'da yarattı. Kur'an'da onu göğe (Cennet'e) naklettiğini zikretmedi. Onu dünyadan semaya nakletmesi, nimetlerin en büyüğünden olduğu için zikredilmeye daha layık olurdu. Kur'an-ı Kerim'de böyle önemli bir olayı doğrulayacak kesin ve açık bir ifade yoktur. Öyle ise Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği bu Cennet, içinde ebedi kalınacak Cennet'ten başka bir Cennet'tir. (Râzî, Mefâtîhu'lGayb, I, 454)

Hz. Âdem'in oturduğu Cennet'in mükâfat yurdu olan Cennet olması veya bundan başkası olması mümkündür. Çünkü bu konudaki nakli deliller zayıf ve Kur'an'da buna dair kesin bir delil yoktur. Bunu Allah'tan başka kimse bilemediğine göre, şu Cennet'tir veya bu Cennet'tir diye kestirip atmamak veya bu konuda tevakkuf etmek lâzımdır. Nitekim selefi salihîn ve bunlara tâbi olan birçok müfessirler böyle yapmışlardır. (Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, 1, s. 455)

Fakat biz burada hemen şunu kaydedelim: Hz. Âdem ve eşinin iskân edildiği Cennet'in mükâfat yurdu olan Cennet olduğuna dair deliller daha kuvvetlidir. Ayrıca Cennet'e girince çıkılamayacağı meselesi duruma göre değişir. Misafir olarak girmekle mûkîm olarak girmek aynı değildir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) mi'rac gecesi Cennet'e girmiş ve çıkmıştır. Hz. Âdem'in Cennet'ten yeryüzüne inişinin mahiyeti bizce meçhuldür.

Hz. Âdem'in Peygamberliği

Hz. Âdem ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamber*dir. Hz. Âdem yeryüzüne indirildikten sonra, Cenâb-ı Allah insan nesillerinin hepsini onunla eşi Havva'dan türetmiştir. Allahü Teâlâ bu hakikati Nisâ sûresinin birinci ayetinde şu şekilde dile getiriyor: "Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Adem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva'yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının... " (en-Nisâ, 4/2) Bir hadîs-i şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Allah'u Teâlâ Âdem'i (a.s.) yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler." (Tirmizî, Tefsir, 3). Bu hadisi Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiştir.

Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine maruz kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl, hayır ve şerri birbirinden ayırt edecek vicdan (kalb gözü) vermiştir. Cenâb-ı Allah böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere hayır, fazilet, şer ve rezalet yollarını gösterecek, hak ile batılı öğretecek, hayır ve kemâl yollarına irşad edecek peygamberler göndermiştir. Cenâb-ı Hakk peygamberler göndermekle, insanın tabiatına ve halîfeliğine uygun imtihan şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olup iyilik ve sevap terazileri ağır gelenler Cennet'e girecektir. Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en lâyık olan zat, Allahü Teâlâ'nın doğrudan doğruya vasıtasız konuştuğu ataları Hz. Âdem'di.

Hz. Âdem'in peygamberliği kendisine emir ve nehiy olunduğuna dalâlet eden Kur'an ayetleri ile sabittir. Çünkü onun zamanında başka bir peygamber yoktu. Bu duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler, vahiy vasıtasıyla olup başka bir vasıta ile değildir. Kur'an'da geçen Hz. Âdem'in iki oğlunun Allah'a kurban takdim etmeleri, ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (el-Mâide, 5/27) Hz. Âdem'e vahiy ile bildirilmiştir. Kur'an'da Hz. Âdem'in peygamberliğe seçildiğinin anlatılması için "Istafâ" (Âli İmrân, 3/33) kelimesi ile "İctebâ" (Tâhâ, 20/122) kelimeleri kullanılıyor. Kur'an'da diğer peygamberler için de ıstıfâ' ve ictibâ' kelimelerinden müştak kelimeler kullanılıyor. (el-A'râf, 7/144; el-Bakara, 2/130; el-Hac, 22/75; Sâd, 38/47; en-Nahl, 16/121; Âli İmrân, 3/79; Yusuf, 12/6; el-En'âm, 6/87; eş-Şûrâ, 42/13; el-Kalem, 68/50) Öyle ise Hz. Âdem de peygamberdir. Hz. Âdem'in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır. Ebu Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor "Ebu Zerr (ö. 32/652) Peygamberimize 'Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?' diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s.): "Âdem'dir." dedi. Ebu Zerr, "Ya Rasûlullah o, Nebî oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.), "Evet o mükellem bir Nebî(Allah'ın kendisiyle vasıtasız konuştuğu peygamber) idi." dedi." (Ahmed b. Hanbel, V, 265)

Diğer bir hadîste de Kıyamet gününde, diğer Nebiler gibi Hz. Âdem'in de bir peygamber olarak, Hz. Resulullah'ın sancağı altında bulunacağı haber verilmiştir. (Tirmizî, II, 202) Hz. Âdem'in peygamberliği hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir. (Teftâzânî, Şerhu'l-Akâid, s. 62; Devvânî, Celâl, s. 71; Aliyyü'lKârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 101)

Hz. Âdem'in evlâdları onun irşâdı* ile Allah'a iman etmiş, zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden ahkâmı ondan öğrenmişlerdir. Ebû İdris el-Havlânî'nin, Ebû Zerr'den rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Âdem'e on sahifelik bir kitap indirildiğini söylemiştir. (Abdurrahman Hubneke'l-Meydânî, el-Akidetü'lİslamiyye ve Usûsuhâ, II, 260)

İnsanların dinden ayrılarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini kaybederek batıl itikatlara saplanmaları sonradan çeşitli sebeplerle meydana gelen kötü bir durumdur. Böylece beşeriyetin başlangıcının bir vahşet devri olmadığı anlaşılır. Hz. Âdem'den sonra yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılan insanlar doğru yoldan ayrılmışlardır. Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. Şu ayet bu hakikati ifade eder: "İnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilâf ettiler). Allah da müjde verici ve azabının habercileri olarak peygamberler gönderdi..." (el-Bakara, 2/213)

Yukarıda gördüğümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem'i bizzat doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwinist olan tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden gelişerek tek hücreli canlı olması ve bunun da gelişerek çeşitli hayvanlar ve maymunlar oluşması ve maymunların da insana dönüşmesi yoluyla meydana gelmemiştir. Uydurma ve yakıştırmadan ibaret olan bu nazariyenin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde ve delîl olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde, en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunları gibi.

Tekâmül nazariyesi bilim ve akıl nazarında muhaldir. Şöyle ki: Madde ve enerjide "emtropi" vardır: Gözlenen bütün tabii sistemlerde düzensizliğe doğru, yani dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır. Bu gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir. Madde parçacıkları dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi tarafından plânlı ve düzenli olarak kapalı duvarlar arasında ve borular içerisinde kontrol altına alınmazsa dağılır gider. Dışarıdan gelen güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok muazzam bir makina sistemi yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur. Aklı başında olan bir âlim bu kanuna karşı gelecek cesareti gösteremez.

Madde âtıldır (eylemsizdir) kendiliğinden bir gücü yoktur (fizikteki atâlet prensibi). Allah'tan başka hiçbir şeyin kendiliğinden hiçbir gücü, düzen ve nizâmı yoktur (ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh). Akıllı ve şuurlu birisi tarafından plânlı düzenli bir makina sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her şeyi dağıtır, yakar ve yıkar. Meselâ nükleer bir santralda kontrol altına alınamayan bir atom enerjisi her şeyi yakar ve yıkar, dağıtır ve boşlukta dağılır gider. Öyle ise basit bir otomobilin bir yapıcı mühendisi olmadan demir yığınları arasından güneş enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkânsızdır. Deney ve gözlem ve akıl bunu kabul etmez. En basit bir canlının organizmasının (cesedinin) yanında, mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapılmış bir elektronik beyin, çocuk oyuncağı gibi kalır. Bir elektronik beyin bozulduğu vakit kendi kendisini tamir edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dışarıdan toplayarak yapamaz. Çünkü âtıldır ve şuuru yoktur. Bunlar akıllı birisinin yapacağı hesap ve plân işidir. Akılsız ve cansız madde kendiliğinden bir makina veya bir elektronik beyini yapamayınca, ya bunların yapıcısı olan insanı nasıl yaratabilir? İnsanın yaptığı en mükemmel bir elektronik beyin, insan tarafından tamir edilip kontrol edilmezse, kendisini tekamül ettirmek şöyle dursun madde yığınları arasında dağılıp gider.

Bir eser müessirinden (yaratıcısından) üstün olamaz. Bir eserde yapıcısında bulunmayan vasıflar bulunamaz. Netice sebebinden üstün olamaz. Taş sebep olursa, parçacıkları taşın eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur; insanî ruh ve bunun özellikleri olan şuur ve akıl hiç yoktur: vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi, nefret ve üzüntü de yoktur. Bir maddenin, pek çok mükemmel makina sistemi olan bir canlının vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç bulunmayan canı, hele akıl, irade ve vicdanın kaynağı olan ruhu vermesi ne kadar muhal ve imkânsızdır. Can enerji değildir. Can, canlının duymasını ve gayeli hareket etmesini sağlayan, vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini devam ettirme vazifesini üstlenen manevî bir cevherdir. Bir canlı sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka şu şartlar gereklidir:

1- Sistemin gelişigüzel değil, enerji ve besinleri dönüştürecek mükemmel mekanizması ve makina sistemi olmalıdır.

2- Otomobilin çalışması için nasıl petrol lâzımsa, bunun da kullanılabileceği bir enerji kaynağı yani besinler bulunmalıdır. Canlıların besinleri, bitki ve hayvan organizmalarıdır.

3- Bu enerjinin dönüşüm mekanizmalarını idare edip devam ettirmek ve çoğaltmak için bir kontrolcü bulunmalıdır. Çünkü Termodinamiğin ikinci kanunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli kanuna göre sistemlerin düzensizliğe doğru tabii bir kaymaları vardır. Otomobilde bu kontrolcü şoför, elektronik beyinde kontrol mühendisidir. Otomobilin şoförü veya elektronik beyinin kontrolcüsü ölmüşse bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalışamazlar. Kendilerinin benzerlerini meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür, dağılır ve saçılıp giderler. Canlıların mekanizma ve makinalarının kontrolcü ve idarecisi candır. Canlının canı çıkmışsa, bunca muazzam zekâsına rağmen insan dahi ona canı veremez.

4- Canlı bir sistemin mutlaka akıllı ve âlim bir yaratıcısı olmalıdır. O da Allah'tır. Otomobilin yapıcısı akıllı bir insandır. Öyle ise canlıların organizmalarını, o akıllara durgunluk verecek çok muazzam makina sistemlerini, oksijen, hidrojen (yani su), fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve bunlara canı veren Allah'tır.

İnsanla hayvan arasında mahiyet farkı vardır. İnsanlarda akıl, irade ve vicdan vardır. Hayvanlarda bunlar yoktur. Bunların kaynağı da Allah'ın insana verdiği ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur.

Buna göre tekâmül nazariyesi (Darwinizm)* muhaldir (imkânsızdır).

Darwinizme inananların, insanın maddeden kendiliğinden tekâmül ederek meydana gelişini "Akılları mı emrediyor, yoksa bunlar azgın kimseler midir?" (et-Tûr, 52/32)
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski Bugün   #n/a 
Teşekkür Botu
Bot
bot Çevrimiçi

Avatar

Giriş Tarihi: Ocak 2005
Yaş: 0
Mesaj : 0
Üye No: 0
Rep Power: Çok
noumAhmet (12-21-2006) bu konu için teşekkür ettiler...
bot Çevrimiçi Tesekkur botuna Rep veremezsiniz. Yinede Tesekkurler. Kurallara Aykırı Mesajı Bildir  
Eski 12-13-2006, 03:31 PM   #2
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

Hz. NÛH (a.s)

Allah Teâlâ'ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uğrayan bir kavmi tevhid akidesine döndürmek için gönderilen peygamber. "Ulul-Azm" peygamberlerin ilki olan Nûh (a.s)'ın, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücadele, Kur'an-ı Kerim'de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s)'ın kıssası, şu surelerde mufassal olarak ele alınmıştır: el-A'raf, Hûd, el-Müminûn, eş-Şuârâ, el-Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan, Nûh suresi.

Nûh (a.s), Adem (a.s)'dan yaklaşık olarak bin sene sonra gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah Teâlâ'ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (r.a)'dan şöyle rivayet edilmektedir:

"Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler" (İbn Sa'd et-Tabakâtû'l-Kübrâ, Beyrut t.y., I, 42).

İbn Abbas (r.a)'ın hadisinde, İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nûh (a.s) gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha başka asırların da olması muhtemeldir.

Ayrıca, İbn Abbas (r.a)'ın bu hadisi, tarihçilerin ve Ehl-i kitab'ın zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe tapan bir topluluk olarak varlığının sözkonusu olmadığını da ortaya koymaktadır. Yani, tevhidden ilk sapma, Adem (a.s)'den en az bin sene sonra olmuştur.

Allah Teâlâ'ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı. İdris (a.s)'dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlarını zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan başka ilâhlar edinerek, O'na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah'a şirk koşmayı ilk icad edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teâlâ'nın azabına müstahak olmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a.s) canlı bir şeye benzer bir sûret yapan kimse için şöyle buyurmaktadır: "Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu başaramayacaktır", Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; "yarattıklarınızı diriltin bakalım" denilecektir" (Buhârî, Libâs, 89, 97).

Nûh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur'an-ı Kerim'de zikredildiğine göre bir adı vardı: "..."Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler" (Nûh, 71/23).

Allah Teâlâ, ilâhi rahmeti gereği, doğru yolu bulup hidayete erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiş, böylece onlara, şirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını göstermiştir.

Peygamber, Allah Teâlâ'nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir. Allah Teâlâ, elîm Cehennem azabından sakındırmaları için peygamberlerini göndermiş; bunlardan, inkârcıların isyan ve işkencelerine karşı sabrederek, tebliğlerine devam etmelerini istemiştir. Nuh (a.s) da, kavmine gönderildiği zaman, büyüklenmelerine, vurdumduymazlıklarına ve bütün aşırılıklarına rağmen onlara şefkatle yaklaşarak, kendilerini gelecek can yakıcı azaba karşı korumak istemiştir. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'ın, kavmine gönderilişi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Milletine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar" diye Nuh'u milletine gönderdik" (Nûh, 71/1).

İyice azıtmış ve korkunç bir helâkle cezalandırılmayı haketmiş bir topluluk olan Nûh kavmine, bu helâkten kurtulmak için rahmanî bir el uzatılmıştı. Allah'ın elçisi Nûh (a.s), şirki bırakıp, tevhid akidesine dönüşü tebliğle görevlendirildiğinde, onlara yaptığı ilk tebliğ, Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilmektedir: "...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi. (el-A'raf, 7/59); "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" dedi. (Hûd, 11/25, 26); "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Sakınmaz mısınız"dedi. (el-Mü'minûn, 23/23); "Ey Milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!" (Nûh, 71/2-4).

Nûh (a.s)'ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nûh (a.s)'a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar ve çeşitli kötülüklerle itham etmişlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup, toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele' * (ileri gelenler) Nûh (a.s)'ın da karşısına çıkmış, Kureyşin ileri gelenlerinin Hz. Muhammed (s.a.s)'e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu, sapıklıkla ve sefihlikle itham etmişlerdi. Nûh (a.s) onları, Allah'tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; "Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler".

Nûh (a.s) merhametle onlara; "Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbinin peyşgamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi" (el-A'raf, 7/61-63).

Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde Allah Teâlâ'nın, bir elçi gönderdiği zaman, onu hangi topluma gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına şaşmışlar, bundaki açık gerçekleri görmemişlerdir. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, Allah Teâlâ'nın elçisinin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri sürmüştü: Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz" (Hûd, 11/27); "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik" (el-Mü'minûn, 23/24). Mustaz'af insanlardan bir topluluğun etrafında toplanıp onu tasdik etmeye başlaması sebebiyle, tebliğini tesirsiz bırakmak için çareler arayan Mele', bu gelişme üzerine daha da sertleşerek, onu yalancılık ve delilikle itham etmeye başlamışlardı. Onun için şöyle deniliyordu: Daha başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizin bir yalancı olduğunuz kanaatindeyiz" (Hûd, 11/27); Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin" (el-Müminûn, 23/25); "Bu putperestlerden önce Nûh milleti de yalanlayarak; delidir" demişlerdi, yolu kesilmişti" (el-Kamer, 54/9).

Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar üstünlüğün malda ve topluma hâkim bir konumda olmakta olduğunu zannettikleri için, gerçekte, kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüğe sahip olan Nûh (a.s)'a inanan mustaz'afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun için Nûh (a.s)'a müracaat etmişler ve bu insanları yanından uzaklaştırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini bildirmişlerdi. Ancak Nûh (a.s) onlara kesin bir uslûpla cevap vererek, gerçek anlamda üstünlüğün, inananlarda olduğunu şu ifade ile ortaya koymuştur: "Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça bir uyarıcıyım " (eş-Şuara, 26/ 14-15).

Nûh (a.s), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslâm'a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor. Söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: "Kavminin ileri gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz" (Hûd, 11 /38).

Nûh (a.s), kavmini şirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah'a ibadet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini; amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük cezalardan korumak olduğunu bildiriyordu: Kardeşleri Nûh, onlara Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir". Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum" (eş-Şuara, 26/106-110, 135).

Kavmi, inadında direnmiş ve kesin kararını vermişti. Ona; "İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir" dediler" (eş-Şuara, 26/136). Buna rağmen O, çağrısında ısrar edince, müşrikler tamamen sertleşmiş ve onu tehdit ederek artık bu söylediklerini tekrarlamayı terketmezse kendisini taşlayacaklarını bildirmişlerdi: "Ey Nûh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın" dediler" (eş-Şuara, 26/116).

Nûh (a.s), davetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve inananlara eziyetlerini daha da şiddetlendiriyorlardı. Nûh (a.s) onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve işkencelerine katlanıyor ve onları kurtarmak için bir an olsun boş durmuyordu. Asırlar süren bu yorucu tebliğ faaliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında, kimsenin iman etmesini sağlayamamıştı: "Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hud, 11/40).

Azgınlaşan kavmi, Allah Teâlâ'ya meydan okurcasına Nûh (a.s)'a şöyle çıkışıyordu: Ey Nûh! "Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler" (Hûd 11 /32).

Onlar, Nûh (a.s)'ın tebliğine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne söylediğini bir türlü idrak edemiyorlardı. Nûh (a.s), belki düşünürler diye, azabın sahibinin kim olduğunu ve onun kudretinin sınırsızlığını bir kez daha onlara tebliğ ediyordu: Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O'na döndürüleceksiniz" (Hud, 11/33-34).

Nûh (a.s), bu zalim topluluğun iman etmeyeceğini anlamıştı. Kavmi için hiç bir kurtuluş yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça artırdılar. Bunun üzerine Nûh (a.s), dokuz asırdan fazla bir müddet tahammül ettiği zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediğini ve edemeyeceğini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya havale etmekten başka çare bulamadı.

Allah Teâlâ, onun bu durumunu Kur'an-ı Kerim'de şöyle dile getirmektedir: Nûh; Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar" dedi" (eş-Şuara, 26/117-118); Nûh; "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et" dedi" (el-Mü'minûn, 23/26); "Oda; "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı" (el-Kamer, 54/10).

Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceğini, bunun için bir gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar için bağışlama dilememesi gerektiğini de bildirdi: Nûh'a; "Senin milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır" diye Allah tarafından vahyolundu" (Hûd, 11 /36-37).

Nûh (a.s), Cebrail (a.s)'ın gözetimi altında gemiyi yapmaya başladı. Müşrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı: "Gemiyi yaparken kavminin inkârcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da; Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi" (Hûd, 11/36-39).

Taberî, Nûh (a.s)'ın, kavmini İslâm'a davet edişi, gemiyi yapmaya başlaması ve kavminin onunla alay edişi hakkında, Âişe (r.anh)'dan rivayetle, Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediğini nakletmektedir: "Nûh kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı. Bu zaman zarfında onları hakka davet etti. Son zamanlarına doğru bir ağaç dikti. Ağaç her taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya başladı. Onun yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga geçerek Şöyle diyorlardı: "Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım nasıl yüzdüreceksin?" Nûh (a.s) da onlara; "yakında bileceksiniz"diyordu” (Taberî, Tarihul-Rasul vel-Mulûk, Beyrut 1967, I, 180). Ve yine ona; "Nebiliği bırakıp, Marangozluğa mı başladın" diyerek eğleniyorlardı (a.g.e., I, 183).

Nûh (a.s)'ın yaptığı geminin şekli ve büyüklüğü hakkında İbn Abbas (r.a)'dan şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: "Geminin uzunluğu, Nûh'un babasının dedesinin (yani İdris (a.s)) zıra'ıyla üç yüz zıra'; eni elli zıra'; yüksekliği otuz zıra'; su seviyesinden yukarısı ise altı zıra' idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılar üst üste açılmıştı (Taberî, a.g.e., I, 182).

Nûh (a.s), gemiyi inşa ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı: "Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik" (el-Kamer, 54/13).

Nûh (a.s) bu esnada, artık tamamen yüz çevirdiği kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya arzediyor ve onları bütün imkânlarını kullanarak şirkten nasıl vaz geçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin takındığı tutumu O'na şikayet edip, yeryüzünde onlardan kimseyi bırakmamasını istiyordu.

Nûh (a.s)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum şöyle anlatılır: "Nûh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu hen senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. "Nûh, "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular" dedi. İnsanlara; "sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/5-11, 21-24, 26-27).

Allah Teâlâ, bu kavme helâkı umumi kıldığı gibi, Nûh (a.s) da bunun umumî olmasını istemişti. Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: "Bir sonraki asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; "Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir" diyorlardı" (Taberî, a.g.e., I, 182).

Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ'nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'a Tufanın gelişini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)'dan suların kaynamasını göstermişti.

Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti: Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hûd, 11 /40).

Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivayetler vardır (Taberî, a.g.e., I, 187-189).

Nûh (a.s) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nûh (a.s) oğluna; "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nûh; "Bugün Allah'ın buyruğundan, O'nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı" (Hûd, 11/42-43).

Nûh (a.s), muhtemelen, oğlunun küfredenlerden olduğunu bilmediği için, Allah Teâlâ'ya; "Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetini öğrenmek istemişti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduğunu; "Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" ayetiyle Nûh (a.s)'a bildirerek, ortaya koymuştur. .

Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin sağ kalmasının mümkün olmadığı bir şekilde bütün dünyayı sular altında bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti" (el-Kamer, 54/11-12).

Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.

Allah Teâlâ, inkârcı zalimler helâk olduktan sonra, Tufanı sona erdirmiş ve inananların bulunduğu gemiyi selametle Cûdi dağı üzerine durdurtmuştu; "Yere; "Suyunu çek!"göğe; "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdiye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi" (Hûd, 11 /44).

Taberî'nin Resulullah (s.a.s)'e dayandırılan bir rivayetine göre Tufan, altı ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tufan, Muharremin onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cûdi dağının üzerine oturmuştu. Nûh (a.s), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti (Taberî, a.g.e., I,190). Bu gün, Aşûre günü olarak o zamandan günümüze dek hatırasını sürdürmüştür (bk. Âşûre mad.).

Gemi, su üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını dolaşmıştı. Allah Teâlâ, Tufan esnasında Âdem (a.s) tarafından inşa edilen Mekke'deki Beytullah'ı yeryüzünden kaldırmıştı (Taberî, a.g.e., I, 185).

İnkar edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in" (Hûd, 11/48).

Nûh (a.s), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)'in yakınında bulunmaktadır (a.g.e., 189).

Diğer bir rivayete göre de Nûh (a.s) gemide yüz elli gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekkeye yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cûdi'ye yönelterek orada durdurmuştu (M.Ali Sabûni, en-Nübüvve vel-Enbiya, Dımaşk 1985, 154). Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: "And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur" (el-Kamer, 54/ 15).

Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ancak onun soyunu sürekli kıldık” (es-Saffât, 37/77). Resulullah (s.a.s) bu ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir (Taberî, a.g.e., I, 192).

Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler (İbnul-Esîr, el-Kâmü fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 78).

Nûh (a.s)'ın tufana kadar dokuz yüz elli beş yıl yaşadığı kesindir: "Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı" (el-Ankebut, 29/14). Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a)'ın görüşüne göre, Nûh (a.s) bin yedi yüz seksen sene yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere defnedilmiştir (Sabûnî, a.g.e., 154).

Nûh (a.s), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ onu, "çok şükreden kul (abden şekûra)" olarak isimlendirmiş ve kıyamete kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nûh'a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı" (es-Sâffât, 37/81-82).

Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: "İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı" (es-Sâffât, 37/83).

Allah Teâlâ, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nûh (a.s) ve onun yolunda olan diğer ulul-azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (s.a.s)'e bir örnek olarak gösterilmektedir: "Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkaf, 46/35).

Nûh (a.s), Peygamber (s.a.s)'e ve inanan tebliğcilere bir numune olarak gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmuştadır.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 03:33 PM   #3
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

HZ. SIT (S.A.)


1.Sit aleyhisselam hakkinda genel bilgiler
Sit aleyhisselam Adem aleyhisselam'dan sonra gönderilen - ikinci - peygamberdir. Adem aleyhisselam'in oglu'dur. Babasi vefat edince kendisine peygamberlik ve ayrica 50 suhuf kitap verildi. Sit ismi Ibranice olup Arapca'da Allah'in hibesi (hediyesi) manasindadir. Sit yerine Sis de denilmistir.

2.Sit aleyhisselam'in hayati
Adem aleyhisselamin ogullarindan Kabil'in Habil'i sehid etmesinden 5 veya 30 sene sonra dünyaya gelen Sit aleyhisselamin alnina son peygamber Muhammed (S.A.V.)'in nuru intikal etti ve onun alninda parladi. Hz. Adem bu oglunu diger cocuklarindan cok severdi. Bütün evladi üzerine onu reis yaptigi gibi, vefat edecegi zaman bütün yeryüzünün halifeligi icin onu tayin etti. Sit aleyhisselam babasi Hz. Adem ile veya kardesleriyle beraber Kabe'yi balcik camuru kullanarak tastan yapti. Adem alehisselamin vefatindan sonra, Sit aleyhisselama peygamber oldugu bildirilip vahiy geldi. Allahü Teala Sit aleyhisselama 50 suhuf (sayfa) kitap gönderdi. Hz. Sit'e nazil olan suhuf'da; hikmet ve riyaziye (matematik) ilimleri, kimya, simya ilmi ve cesitli sanatlar, ayrica daha bir cok seyler bildirildi. Sit aleyhisselam dininin esaslari, Adem aleyhisselam'in bildirdigi dinin esaslarina uygun idi. Sit aleyhisselam 1000 sehir kurup sinirlarini tesbit etti. Her sehrin kapisinda : « La ilahe illallah, Adem Safvetullah, Muhammed Habibullah » yazili idi. Sit aleyhisselamin cocuklari ve torunlari kurduklari sehirlerde huzurlu ve mesud yasadilar. Sam'dan Yemen'e de giden Sit aleyhisselam, Habil'i sehit ettikten sonra Yemen'e gidip azginlasan Kabil'in cocuklarina ve torunlarina Allah'in yasaklarini ve emirlerini anlatti. Bu kavim Hz. Sit'in davetini kabul etmeyip azginlik gösterdiler. Hz. Sit onlar ile cihad etti. Bu savasta kilic kullandi. Sit aleyhisselam vefat etmeden önce yerine oglu Enus'u halife tayin etti. Sit aleyhisselam vefat ettikten sonra kuvvetli rivayete göre Mina'daki mescidin minaresi dibinde medfün olan Adem aleyhisselam'in yanina defn edildi. Adem aleyhisselam vefat edecegi zaman oglu Sit aleyhisselama: "Yavrum ! Bu alninda parlayan nur, son peygamber olan MUHAMMED (S.A.V.)'in nurudur. Bu nuru mü'min, temiz ve iffetli hanimlara teslim et ve ogluna da böyle vasiyette bulun" buyurdu. Ebu Zer Gifari radiyallahu anh söyle rivayet etti: "Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem'e: «Ya Resulallah ! Allahü Teala kac kitap gönderdi ? » diye sordum. « 104 kitap gönderdi. Sit'e 50 sahife indirdi...» buyurdu." Sit aleyhisselam hakkinda bilgimiz azdir, cünkü hakkinda herhangi bir ayet inmemistir.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 03:35 PM   #4
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

HZ. IDRIS (S.A.)
Hz. Idris, Hz. Sit aleyhisselamin torunlarindan bir peygamberdir. Kendisine 30 suhuf kitap verildi. Asil adi Ahnuh' (Hanuh) dur. Kur'an-i Kerimde, cok kitap okudugu icin ona Idris lakabi verilmistir. Ayrica, kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlik verildigi icin « müselles bin ni'me » (kendisine 3 nimet verilen ) de denilmistir. Idris aleyhisselam'in Babil veya Misir'da Münif'de dogup yasadigi rivayet edilmistir. Babasinin ismi Yerd'dir. Annesinin ismi Berre veya Esvet'tir. Kendisi Adem aleyhisselamin altinci göbekten torunudur. Adem (a.s) kadar olan nesebi söyledir: Idris (a.s) - Yerd - Mehlail - Kinan - Enus - Sit (a.s) - Adem (a.s). Idris aleyhisselamin pek cok evladi olmustur. Bunlardan en meshuru Metüselah'dir, cünkü Resulullah efendimizin nuru Idris aleyhisselamdan sonra ona gecmistir. Adem aleyhisselam'in oglu Kabil'in evladindan olan bir topluma peygamber gönderilmistir. Cebrail aleyhisselam 4 defa gelip ona Allah'in emir ve yasaklarini bildirmistir. Idris aleyhisselamin bunlari insanlara 105 veya 120 sene bildirdigi rivayet edilmistir. Kendisine verilen bircok mucizelerden bazilari, agaclarda ne kadar yaprak oldugunu bilmesi, havadaki bulutlara cekilmeleri icin emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi idi. Insanlara peygamberimizin vasiflarini ve kendisinden sonra vukuu bulacak olan Nuh tufanini anlatmistir. Ama ne yazik ki kendisine cok az kisi itaat etmistir. Idris aleyhisselam 72 dil konusurdu ve her kavmi hak dine kendi dili ile davet etmistir. Kendisi 100 sehir kurmustur. Insanlara cok ilimler ögretmistir. Bunlardan bazilari fen, tip, astronomi ve daha nice ince ve derin ilimleri anlatti. Kendisi kalem ile yazan ve igne ile diken (bunun icin ona terzilerin piri de denilmistir) ilk insandir. Bunlar tabiiki Allah'in ona bir ihsanidir. Yeryüzünün meskun (yerlesilmis) yerlerini 4 bölgeye ayirip her birisine bir vekil tayin etmistir. Bir müddet sonra Asure gününde göge kaldirildi: « Kitapta Idris'i de an. Hakikaten o, pek dogru bir insan, bir peygamberdi .Onu üstün bir makama yücelttik » (El-Meryem, 56-57) . Bir rivayete göre eski Yunanlilar ve daha sonra gelen feylozoflar, fizik, kimya, ve tip ilimlerini Idris aleyhisselamin kitaplarindan almistir. Idris aleyhisselam hakkinda 4 ayet (Meryem; 56-57/Enbiya 85-86) inmistir. Allahü Teala mübarek Kur'an-i Kerim'de: « Ismail'i, Idris'i ve Zülkif'i de (yadet). Hepsi de sabreden kimselerdendi. Onlari rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdi » (El-Enbiya, 85-86) buyurmustur. (yadet'mek: anmak, adini anmak, hatira getirmek, hatirlamak, M.K.). Peygamberimiz Muhammed sallallahu (a.s.) de bir hadis-i serifinde: « Ben (Mirac gecesinde) dördüncü kat semada (gökte) Idris (peygamber) ile karsilastim. Cibril bana:" Bu gördügün Idris'dir. Ona selam ver" dedi. Ben de ona selam verdim. O da benim selamima cevap verdi. Sonra bana:" Merhaba salih kardes, salih peygamber" dedi » buyurmustur. (Buhari, Müslim)
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 03:35 PM   #5
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

HZ. HUD (S.A.)

Hz. Hud Yemen'de bulunan Ad kavmine gönderilen peygamberdir: «Ad kavmine de kardesleri Hud'u (gönderdik). (...) » . Nuh aleyhisselamin oglu Sam'in neslindendir. Bir ismi de Abir olup, lakabi Nebiyyullahtir. Hz.Hud'un ismi (veya nesebi) hakkinda 2 rivayet vardir:

Hud bin Abdullah bin Riyah (veya Ribah) bin Él-Halud bin Ad bin Avs bin Irem bin Sam bin Nuh
Hud ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam ibni Nuh ibni Ebi Ad'dir.
Yemen'de Aden ile Umman (Oman) arasinda bulunan Ahkaf diyarinda Hz. Hud dogup büyüdü. Cocukluktan itibaren Allah'a ibadet ederdi. Ara sira ticaret yapan Hz. Hud gayet sefkatli ve cok cömert idi. Kavmi (Ad) bolluk ve bereket icinde ve gösterisli binalar yaparak azmistir. Bütün nimetleri kendilerine veren Allah'i unutan Ad kavmi putlara tapmaya basladi. Hud aleyhisselam bu kavme peygamber olarak gönderildi ve Hz. Hud Nuh aleyhisselamin bildirdigi dinin esaslarini Ad kavmine bildirdi: «(...) O dedi ki: " Ey kavmim ! Allah'a kulluk edin; sizin O'ndan baska tanriniz yoktur. Hala sakinmiyacak misiniz ? » . Allah'a itaat edip, Ona ibadet etmelerini söyledi. Allah "onlara putlara tapmaktan, zulüm etmekten vazgecmeleri, insanlara merhametli olup onlara eziyet etmemeleri, insanlari sasirtmak maksadiyla yollara aldatici isaretler ( Ad kavmi, yolculari sasirtmak ve onlarin cölde kaybolup gitmelerine gülmek (alay etmek) icin yollara yanlis isaretler koyarlardi, M.K.) koymamalari, insanlarla alay etmemeleri, onlari öldürüp mallarini soymamalarini ve bütün varligi yaratan bir olan Allah'a ibadet etmeleri icin nasihatte bulunmak " üzere Hud aleyhisselami Ad kavmine yolladi. Ne yazik ki bircok kabileler gibi Ad kavmi de peygamberine karsi geldi: « Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik icinde görüyoruz ve gercekten seni yalancilardan saniyoruz » . Hud aleyhisselam onlari Allah'in azabi ile korkuttu ise de pek az kisi iman etti. Ama Hud aleyhisselam yelmedi ve imana davet etmeye devam etti: « Ey kavmim ! Rabbinizden bagis dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize gögü (yagmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsin. Günah isleyerek (Allah'tan) yüz cevirmeyin » . Kavmi ise ona hakaret etti, hatta kendinden gecinceye kadar onu dövdü. Bu - alcakca - dövme olayi da Sadad isimli Ad kavminin en zengini ve böylece bunlarin basinin (emir): " Ey Hud ! Bu söylenenleri duymadin mi ? Iste ben Avc'i kendime vekil tayin sectim. Benim namima senin Allah'ina cenk (savas, harp; M.K.) edecek, hadi sür senin Allah'ini " söylemesinden sonra vukuu buldu. Hud aleyhisselam da bunun üzerine kavmine biraz da aciyarak: « Ey Yüce Rabbim ! Sen bana en büyük isyani göstermis olan bu Ad kavmine karsi artik acimasiz davran. Onlari cezalarinin en büyügü ile cezalandir. Senden bunu diliyorum » diye beddua etti. Hz. Hud kavminin islah olmayacagini anlayinca: « Ya Rabbi ! Sen her seyi biliyorsun. Ben onlara peygamberligimi bildirdim. Ey Rabbim ! Onlara ders almalarina vesile olacak bir musibet ver » diye beddua etti. Hud aleyhisselamin duasini kabul eden Allahü Teala Ad kavmine önce kuraklik, kitlik musibetini verdi: 3 sene müddetce hic yagmur yagmadi. Akan pinarlar kuruyup, agaclar , meyveler sararip soldu. Hayvanlar susuzluktan telef (ölecek kadar zayifladi; M.K.) oldu. Bikmayan Hud aleyhisselam onlari imana davetini devam etti ise de onlar git gide azginlasti, Hud aleyhisselama daha cok eziyet ettiler. Hz. Hud mucizeler gösterdi ise de yine hidayete ermediler. Allahü Teala Ad kavmi üzerine azab yüklü bulutu göndererek buluttan esen bir rüzgarla onlari helak etti: « Ad kavmi (Peygamberleri Hud'u) yalanladi da azabim ve tehdidim nasilmis (gördüler). Biz onlarin üstüne, ugursuzlugu devamli bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik » . Bu bulutun ismi « sarsar » idi ve 7 gece, 8 gün devametti: « Ad kavmi ise, ugultulu, kasip kavuran bir firtina ile mahvedildiler. Allah onu, ardarda 7 gece, 8 gün onlarin üzerine musallat etti. Öyle ki (eger orada olsaydin), o kavmi, ici bos hurma kütükleri gibi oracikta yere sarilmis halde görürdün » . Ad kavmi üzerine gelen rüzgar, Hud aleyhisselama ve ona iman edenlerin yüzlerine gayet serinletici ve tatli olarak esti: « Emrimiz gelince; Hud'u ve onunla beraber iman edenleri tarafimizdan bir rahmetle kurtardik, onlari agir bir azaptan kurtulusa erdirdik » Hud aleyhisselam, kavmi helak olduktan sonra kendine inananlarla birlikte Mekke-i Mükerremeye gitti. Kabe-i Muazzamanin bulundugu yerde ibadet ve taatla mesgul oldu ve orada vefat etti. Kabrinin Harem-i Serif'de (Kabe-i Mazzamanin etrafindaki Mescit) Hicr (bkz. Hicr suresi) denilen yerde bulundugu rivayet edilmektedir. Allahü Teala yüce Kur'an-i Kerim'de buyuruyor ki: « Onlar hem bu dünyada hem de kiyamet gününde lanete tabi tutuldular. Biliniz ki; Ad (kavmi) Rablerini inkar ettiler. (Sunu da) bilin ki Hud'un kavmi Ad, Allah'in rahmetinden uzak kilindi » ; (Onlar: Ad kavmi; M.K.)

2. Hud Suresi

Hud suresi 123 ayet olup, Hatt-i Osman'a göre 11. suredir. 12, 17 ve 114. ayetler Medine'de digerleri Mekke'de inmistir. Yunus suresinin devamidir. Hud aleyhisselam'dan haric Nuh, Salih, Ibrahim, Lut, Su'ayb ve Musa (a.s.)'den de bahseder. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) 112. ayet (« O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolundugun gibi dosdogru ol ! (...) ») hakkinda: « Beni Hud suresi kocatti ! » demistir. Cünkü bu ayette direkmen Peygamberimize (S.A.V.) - ve saniyen tabiiki bütün alem-i Islama - « emrolundugun gibi dosdogru ol ! » denmistir ve bu kolay bir is degildir.

__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 03:36 PM   #6
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

HZ. SÂLIH (S.A.)
Sâlih Peygamber Semud kavmine gönderilen peygamber olup Nuh aleyhisselamin ogullarindan Sam'in neslinden olup Hz.Âdem'in 19. kusaktan torunudur. Âd kavmi helâk olduktan sonra felaketten kurtulanlardan Semud, Sam ile Hicaz arasindaki Hicr denilen yere yerlesti. Semud'un torunlari Ad'in helâk oldugu yere gidip yerlestiler.Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi. Zamanla bolluga kavusup Ad kavmi gibi azdilar. Taslardan yaptiklari putlara taptilar. Iste bu diyarda Hz. Sâlih dogup büyüdü. Kücük yastan itibaren putlara tapmazdi, ve ileride kendisinin Semûd'e lâzim olabilecegi icin ona kimse birsey diyemezdi. Azginliklarindan dolayi Allahü Teâlâ onlara Sâlih aleyhisselami peygamber olarak gönderdi : « Biz Semûd kavmine kardesleri Salih'i (gönderdik) » . Hz.Sâlih onlari putlara tapmaktan men'edip azginliklarindan sakindirdi. Onlari imâna davet edip Hz. Nuh'un dinini teblig etti. Bircok kavim gibi Semud'un cogu Sâlih peygambere isyan, azi imân etti : «Dediler ki: Sen, olsa olsa iyice büyülenmis birisin! Sen de ancak bizim gibi bir insansin » . Bütün hakaretlere ragmen Hz.Sâlih onlari tatli dille imâna cagirdi ise de Semud peygamberini büyülenmis yalanci ve büyüklenen diye itham etmeyi birakmadi. Yüce Allah taskinliklarindan dolayi Semud'un kadinlarini kisir birakti. Agaclar kuruyup meyve vermedi, hayvanlar yavrulamaz oldu. Bu durum karsisinda Sâlih âleyhisselama hâkâret edip onu ölümle tehdit ettiler. Peygamberliginin kaniti icin ondan bir mucize isteyip, mucize gösterdigi takdirce ona inanacaklarina söz verdiler. Kayadan bir deve meydana gelmesini istediler. Deve olmasini istedikleri kaya büyüyüp gebe bir deve sekline döndü. Deve'nin yavrulamasi üzerine bazilari imân etti. Devenin memesinden akan sütten Semudlular kaplarini doldurdular. Sâlih aleyhisselam devenin kayadan cikmasi üzerine kavmine: « Ey kâvmim, Allah'a kulluk ediniz! O Allah ki, sizin icin O'ndan baska ibâdet edecek hic bir ilâh yoktur. Onu kendi hâline birakiniz! Sakin ona bir fenalik etmeyiniz! Sonra sizi cok elemli bir azap yakalar. Iste su deve peygamberligimin dogruluguna bir delildir. Bu kuyunun suyunu nöbetle muayyen bir gün devenin icme hakki vardir. Muayyen bir gün de sizin icme hakkiniz vardir. Sakin bu deveye fenâlik dokundurmayiniz! Sonra sizi büyük bir günün azâbi yakalar » . Ama Semudlular bunu dinlemeyip devenin ayaklarini kesip öldürdüler: «Buna ragmen onlar deveyi kestiler; ama pisman da oldular» . Bu - igrenc - isi baslarinin Kudar bin Sâlif isimli 9 kisilik bir grup yapti . Hz.Sâlih ile alay edip:'Eger hakikaten peygamber isen bize vâd ettigin azâbi getir' dediler : « Büyüklük taslayanlar dediler ki: 'Biz de sizin inandiginizi inkar edenlerdeniz. Derken o disi deveyi ayaklarini keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden disari ciktilar da: Ey Sâlih! Eger sen gercekten peygamberdensen bizi tehditettigin azabi bize getir, dediler» . Devenin bastigi yerden kan fiskirdigini, agaclarin yapraklarinin kizardigini, kuyulardaki suyun kan kirmizisi, yüzlerinin sapsari oldugunu gördüler ve birbirlerine haber verdiler. Allahü Teâlâ Sâlih âleyhisselama o beldeyi terk etmelerini ve bir siddetli azabin gelecegini vahyetmesi üzerine Hz.Sâlih ve kendisine imân eden 4000 kisi ile birlikte orayi terk ettiler. Semudlularin yüzleri ise kana boyanmis gibi kipkirmizi, daha sonra da simsiyah oldu. Cebrail aleyhisselam onlari bir sabah vakti sayha ile azablandirdi. Semud'un muhkem binalari bile kendilerini kurtarmadi ve onlar sayhanin siddetinden hepsinin ödleri patlayarak helâk oldu: «(Bu azginlara) azabim ve uyarilarim nasil oldu! Biz onlarin üzerlerine korkunc bir ses gönderdik. Hemen hayvan agilina konan kuru ot gibi oldular » . Ancak birisi sayha'dan kurtulmustu. Bunun ismi Ebû Rigâl isminde birisi idi. Ebû Rigâl Semûd'un helâk oldugu sirada Mekke-i Mükerremede Harem-Serif'de idi. Bu sebepten dolayi ona musibetten bir sey isâbet etmedi. Günlerden bir gün Harem'den ciktiginda gökten bir tas düsüp onu öldürdü. Resulallah Hicr'e ugradigi vakit buyurdu ki: « Mucize istemeyiniz. Muhakkak ki Sâlih'in kavmi mucize istedi de, Allahü Teâlâ onlara deve gönderdi. Deve bu yoldan suya gider, su taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak sözden) dönüp haddi astilar. Allah'in hareminde olan bir kisi disinda (ve imân edenler müstesna) Semûd kavminden herkesi helâk eden bir sayha onlari yakalayiverdi» Bunun kim oldugu sorusuna:« Ebû Rigâl'dir. Harem'den ciktiginda isâbet eden azâb ona da isâbet etti» dedi. Sâlih peygamber bundan sonra imân edenlerle birlikte Mekke veya Sam taraflarina gitti (Elmaliya göre ise Filistine gitti) , Remle'de yerlesti. Mekke'de vefat edip Kâbe-i Muazzama yaninda defn edildi. Hz. Sâlih'in deve mucizesinden hâric baska mucizeleri sunlardi: -Sâlih peygamberin duasi üzerine- meyvesiz agaclarin meyve vermesi, tastan su cikmasi ve bir Semûd'lunun Hz.Sâlih'in cadirini yakmasi üzerine onun yanmamasi.

__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 03:37 PM   #7
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

HZ. ZÜLKARNEYN (S.A.)
1. Hz. Zülkarneyn

Hz. Zülkarneyn'in peygamber mi, veli mi oldugu tam belli degildir. Kur'an-i Kerim'de doguya ve batiya düzenledigi seferleri zikr edilmistir. Asil isminin Iskender olup düzenledigi seferlerden dolayi Iskender-i Zükarneyn nâmiyla anilmistir . Kur'an-i Kerim'de : « (Resulüm!) Sana Zülkarneyn hakkinda soru sorarlar. De ki: Size ondan bir hatira okuyacagim » buyurulmustur. Âyette deginilen konu, rivayet edildigine göre, bir gün yahudilerin Mekke'ye gelip Peygamberimizin Tevratta bildirilen son peygamberin olup olmadigini ögrenmek istemeleri'dir. Bunun icin de Peygamberimize bir soru sormuslardir. Baska bir rivayete göre ise bu soruyu Mekke müsrikleri sormustur. Yahudilerin: " Sen bize hep bizden ögrendigin Musa, Ibrahim ve Adem'den haber veriyorsun. Tevratta tek bir yerde bildirilen bir peygamber'den bildir" demeleri üzerine Peygamberimiz : « Bu kisi Zülkarneyn'dir» buyurmus ve bu âyet inmistir . Ibrahim aleyhisselam zamaninda yasayan Zülkarneyn aleyhisselam onunla birlikte haccetti, elini öpüp duasini aldi. Teyzesinin oglu olan Hz. Hizir'i ordusuna kumandan tâyin etti. Bir kavmin istegi üzerine Ye'cûc ve Me'cûc kavminin insanlara zarar vermemeleri icin tas ve demir'den bir sed yapti ve böylece Ye'cûc ve Me'cûc'un hapsetti . Bir rivayete göre bu dilekte bulunan kavim Türkler imis . Bu sed simdiki Cin seddi degildir. Ye'cûc ve Me'cûc kavimleri bu seddi kiyamete yakin delecekler (2. noktaya bakiniz). Hz. Zülkarneyn Asya ve Avrupa kitalarinâ hâkim oldu. Her tarafa Allah'in emirlerini yayip, kâfirlerle savasip, mü'minlere güzel muâmelede bulundu. Medine ile Sam arasinda, Sam'a bes günlük bir mesafedeki Dûmet-ül Cendel denilen yerde vefat etti. Mekke'de veya yine o civarda Tehâme daginda defn edildi . Iskender isimli oldugu icin târihte gecen Iskender isimli bircok hükümdarin Hz. Zülkarneyn'in oldugu itiraf edilmistir. Bediüzzaman bu konu hakkinda mâlumat vermektedir : « Ehl-i tahkikin beyanina göre, hem Zülkarneyn ünvaninin isaretiyle, Yemen padisahlarindan Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle basliyan isimleri bulundugundan bu Zülkarneyn, Iskender-i Rumi degildir. Belki Yemen padisahlarindan birisidir ki, Hazret-i Ibrahimin zamaninda bulunmus ve Hazret-i Hizirdan ders almis. Iskender-i Rumi ise, miladdan tâkriben ücyüz sene evvel gelmis, Aristodan ders almis. Târih-i beseri, muntazaman surette ücbin seneye kadar gidiyor. Bu nâkis ve kisa târih nazari, Hazret-i Ibrahimin zamanindan evvel dogru olarak hükmedemiyor» .

Peygamberimiz (S.A.V.) buyurmustur ki : « Ismini duydugunuz kimselerden yeryüzünde dört kisi mâlik oldu. Mü'min olan ikisi, ikisi de kâfir idi. Mü'min olan ikisi, Zülkarneyn ile Süleyman idi. Kâfir olan ikisi de Nemrud ile Buhtunnasar idi. Besinci olarak yeryüzüne benim evlâdimdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktir » . Kehf sûresinin 83-101 âyetleri Hz. Zülkarneyn'in kissasini anlatmaktadir. Genis mâlumat icin oraya bakiniz.

2. Ye'cûc ve Me'cûc
Peygamberimiz kiyamet alametlerinden biri olarak da Ye'cûc ve Me'cûc kavimlerinin yeryüzüne dagilmalarini ve her tarafa küfrü yaymalarindan bahsetmistir. Bu kavimler Hz. Nuh'un Yâfes isimli oglunun soyundandirlar. Yüzleri yassi, gözleri kücük, kulaklari cok büyük, boylari kisadir. Her birinin bin cocugu olur ve böylece sayilari insanlarin ve cinlerin sayisinin 90% kadardir. Kiyamete yakin bir zaman Hz. Zülkarneyn'in yaptigi seddi delip dünyaya yayilacaklardir.

__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 04:03 PM   #8
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

Peygamberimiz Hz. MUHAMMED

(S.A.V.)


MEKKE DÖNEMI



HZ IBRAHIM VE SONRASI

Yaratilis kitabi (Tekvin) bize Ibrahim'in çocugu olmadigini, çocuk sahibi olmaktan ümit kestigini ve Allah'in çadirindaki Ibrahim'e söyle seslendigini söyler: "Simdi göklere bak ve sayabilirsen gökteki yildizlari say." Ibrahim gözlerini yildizlara çevirdi ve söyle bir ses duydu: "Senin soyun da ayni sekilde çogalacak."

Hanimi Sare 76, Ibrahim ise 85 yasinda idi; hanimi Ibrahim'e Hacer adinda Misir'li bir cariyeyi ikinci hanim olmak için verdi. Fakat hanimla cariyesi arasinda geçimsizlik ortaya çikti. Hacer, Sare'nin kizginligindan kaçti ve üzüntü içinde Allah'a yalvardi. Allah ona melekle bir mesaj gönderdi: "Senin soyunu o kadar çogaltacagim ki, onu saymak mümkün olamyacak." Melek ona sunlari söyledi: "Iste, bir çocugun olacak, bir erkek çocugu dünyaya getireceksin ve adini Ismail koyacaksin; çünkü Allah senin kederini isitti." Sonra Hacer, Ibrahim ve Sare'nin yanina döndü ve onlara melegin söylediklerini haber verdi; çocuk dogdugunda, Ibrahim ona "Tanri isitir" anlamindaki Ismail adini koydu.

Çocuk 13 yasina geldiginde, Ibrahim 100, Sare 90 yasindaydi; Allah tekrar Ibrahim'e seslendi ve Sare'nin bir erkek çocugu dünyaya getirecegini, adini Ishak koymasini söyledi. Büyük oglunun Allah katinda degerinin düseceginden korkan Ibrahim Allah'a yalvardi: "Ismail senin katinda yasamaya devam etsin." Allah ona söyle cevap verdi: "Ismail'le ilgili söylediklerini duydum? Üzülme, selamim onun üzerine olsun...Ben onu büyük bir millet yapacagim. Fakat benim ahdim (sözüm), Sare'nin gelecek yil bu vakitte dünyaya getirecegi Ishak ile yerine gelecek."

Sare, Ishak'i dünyaya getirdi ve onu kendisi emzirdi. Ishak sütten kesildiginde, Ibrahim'e artik Hacer ve Ismail'in kendi evlerinde kalmasina gerek kalmadigini söyledi. Ibrahim, Ismail'i çok sevdigi için buna üzüldü. Fakat Allah tekrar Ibrahim'e seslendi ve Sare'nin teklifine uymasini ve üzülmemesini söyledi; ve Ismail'in korunanlardan olacagini tekrarladi.

Ibrahim bir degil iki büyük milletin atasi olacakti -iki büyük millet, yani hidayete erdirilmis iki büyük güç, yeryüzünde Allah'in emirlerini yerine getirecek olan iki büyük araç- çünkü Allah din disi (profan) olan bir seyi rahmet olarak vadetmez ve Allah katinda ruh yüceliginden baska büyüklük yoktur.

Iki manevi irmak, iki din, Allah için iki dünya, iki merkez nokta. Bir yer, asla orasini insanlar seçtigi için degil, fakat göklerde seçildigi için mukaddes olur. Ibrahim'in sahasi dahilinde iki mukaddes merkez vardi; bunlardan biri yaninda, öteki belki de daha henüz bilmedigi bir yerdi: Arabistan'da bir vadi. Hacer ile Ismail vadiye varip da susuzluktan kavrulmaya basladiklarinda, Hacer oglunun ölmesinden korktu. Atalarinin geleneklerine göre, Ismail yattigi yerden Tanri'ya yalvardi ve annesi biraz ötedeki tasin üstüne çikip, yardim gelip gelmedigini arastirdi. Kimseyi göremeyince karsidaki yüksek tepeye kadar kostu, fakat yine kimseyi göremedi. Yari çilgin bir halde iki nokta arasindan yedi kez geçti, yedincisinde dinlenmek için kayanin üstüne oturdugu sirada melek geldi. Allah, Ismail'in topugunun oldugu yerden bir su kaynagi fiskirtti ve bu su daha sonra "zemzem" adini aldi.

Ismail ve Hacer gittikleri yere ulastiklarinda, Ibrahim'in daha yetmisbes yillik ömrü vardi ve oglunu o kutsal yerde ziyaret etti. Hacc Suresi 26. ayette Allah'in Ibrahim'e, Ismail'le birlikte zemzem kuyusunun yanina insa edecekleri mabedin yerini gösterdigini söyler; nasil yapacaklarini da. Bu mabede, sekil olarak "küp"e benzedigi için Kabe adi verilir; dört kösesi, pusulanin dört yönüne göredir. Mabedin yapimi bittiginde Allah tekrar Ibrahim'e seslendi ve ona Bekke'ye, veya daha sonra adlandirildigi gibi Mekke'ye hac gelenegini kurmasini emretti.

Daha sonra Ibrahim söyle dua etti: "Rabbimiz gerçekten ben, çocukalrimdan bir kismini Beyt-i Haram (kutlu ve korunmus ev'in)yaninda ekini olmayan bir vadiye yerlestirdim; Rabbimiz dosdogru namazi kilsinlar diye (öyle yaptim), böylelikle Sen, insanlarin bir kisminin kalblerini onlara ilgi duyar kil ve onlari birtakim ürünlerden riziklandir. Umulur ki sükrederler."

BIR BÜYÜK KAYIP

Ibrahim'in duasi kabul oldu. Kabe'ye akin akin ziyaretçi gelmeye basladi. Ishak'in soyundan gelenler de, Kabe'yi Ibrahim tarafindan yapilan kutsal bir tapinak olarak ziyaret ediyorlardi. Fakat yüzyillar geçtikçe tek-tanri'ya olan ibadetin safligi bozulmaya ve kirlenmeye basladi. Ismail'in soyundan gelenler, Mekke vadisine sigmayacak kadar çogaldilar; uzaklara göç edenler bu kutsal tapinaktan taslar alip, Kabe adina ona saygi gösterdiler. Daha sonralari komsu putperest topluluklarin etkisiyle bu taslara putlar da eklendi; ve sonunda hacilar bu putlari Mekke'ye tasimaya basladilar. Bu putlar Kabe'nin çevresine yerlestirildi, iste o zaman yahudiler Ibrahim'in tapinagini ziyaret etmemeye basladilar.

BIR OGUL KURBAN ETMEYE IÇILEN AND

Abdulmuttalip, cömertligi ve akilliligi ile Kureys'ten saygi görüyordu. Yakisikli, zengin bir adamdi. Bütün bunlarin üstüne Zemzem'in tekrar insa edilmesine vesile olan seçilmis kisi olmasi da ekleniyordu. Fakat daha önce bir ogul sahibi olmanin eksikligini hiç bu kadar hissetmemisti. Sadece bir tek erkek çocuga sahipti. Allah'a bunun için daha çok dua etmeye basladi. Duasina, eger O, on evlat verirse ve hepsi de büyüyüp bülug çagina gelirse, onlardan birini Kabe'de kurban edecegini de ekledi.

Duasi kabul olmustu. Yillar sonra dokuz oglu daha olmustu. Ogullari büyüdügünde içmis oldugu and aklina gelmeye basladi. Fakat kurban etmek için hangi oglunu seçecegini bilemiyordu. En sonunda Kabe'de kura sonucu ok en çok sevdigi oglu Abdullah'a çikti. Abdullah'in annesi olan Fatima diger hanimlarina nazaran Mekke'deki en güçlü kabilelerden biri olan Mahzum Kabilesi'ndendi, yani Kureysli'ydi. Abdullah'in kurban edilmesine izin vermediler. Bunun üzerine Abdulmuttalip Yesrib'de yasayan akilli bir kadinin yanina gitmeye karar verdi. Kadini uzun bir yolculuktan sonra Hayber'de buldular. Kadina olayi anlattiklarinda, onlara ruhla konusmasi gerektigini ve ertesi gün gelmelerini söyledi. Abdulmuttalip Allah'a dua etti, ertesi gün kadin sunlari söyledi: "Memleketinize dönün ve kurban edeceginiz adami bir tarafa, on deveyi bir tarafa koyun ve aralarinda kura çekin. Ok adamin alehine çikarsa on deve daha koyun ve tekrar kura çekin. Fal develere çikincaya kadar develeri arttirin. Develeri kurban edip adami saliverin" dedi.

Mekke'ye döndüler ve kadinin dediklerini yaptilar. Develerin sayisi yüzü buluncaya dek ok Abdullah'in aleyhine çikti. En sonunda Abdullah kurtuldu ve develer kurban edildi.

HZ. PEYGAMBERIN DOGUMU

Putlari kabul etmenin ve onlarin etkili olduguna inanmanin tek delili ve mesruiyeti gelenekti: Babalari, babalarinin babalari ve daha büyük atalari hep öyle yapmisti. Bununla birlikte Allah, Abdullah için büyük bir gerçeklik ifade ediyordu.

Ibrahim'in dinini tam anlamiyla sürdüren bir kaç kisi vardi ve daima olmustu. Onlar putlara ibadetin geleneksel olmaktan çok, sonradan ortaya çikmis bir tehlike (bid'at) oldugu kanaatindeydiler. Hubel'in Israilogullarinin altin buzagisindan pek farkli olmadigini görebilmek için tarihe bir göz atmak yeterliydi. Kendilerine Hanifler adini veren bu sahislarin putlarla hiç ilgisi yoktu ve putlari Mekke'yi pisleten ve alçaltan varliklar olarak görüyorlardi. Taviz vermekten uzak oluslari ve çogu seye karsi çikislari onlari Mekke toplumunun disinda kalmaya zorluyordu. Onlara karsi takinilan tavir, hosgörü, saygi veya kötü davranma, bir bakima kisiliklerini, bir bakima da kendilerini korumaya hazir olan kabileler tarafindan belirleniyordu.

FIL YILI

Abdulmuttalip dört tane Hanif taniyordu ve onlarin en saygini olan Varaka hristiyan olmustu. O bölgedeki hristiyanlar arasinda bir peygamberin gelisinin yakin oldugu fikri yaygindi. Bu inancin bu kadar yayilmasinin sebebi ise dogudaki kiliselerden bazilarinin bu inanci desteklemesi ve astrologlarla kahinlein de bu inanci paylasmasiydi. Yahudilere gelince, onlar da son gelen peygamberin Isa oldugunu bildikleri için yeni bir peygamberin gelecegi konusunda hemfikirdiler. Yahudi alimleri onlara peygamberin çok yakinda gelecegini, onun gelecegine delalet eden birçok isaretin görüldügünü ve muhakkak onun seçilmis kavim olan yahudilerden çikacagini söylüyorlardi. Varaka'nin da içlerinde bulundugu bir grup hristiyan ise bu konuda süphedeydiler; onlara göre peygamberin Arap olmamasi için hiç bir sebep yoktu. Araplarin, yahudilerden daha çok peygambere ihtiyaçlari vardi, çünkü en azindan yahudiler tek Tanri'ya tapma bakimindan Ibrahim'in dinini takip ediyor ve putlara tapmiyorlardi. Araplarin bu yalanci tanrilara tapmalarini ise sadece bir peygamber önleyebilirdi. Kabe'nin içinde ve çevresinde toplam 360 put vardi; bunun yanisira Mekke'de her evde, evin merkezini olusturan bir put bulunurdu. Bu uygulamalar sadece Mekke'ye özgü degildi, tüm Arabistan'a yayilmisti.

Develer kurban edilir edilmez, Abdulmuttalip kurtulan oglunu evlendirmeye karar verdi. Biraz arastirdiktan sonra, Vehb'in kizi Amine'yi uygun bir es olarak seçtiler. Abdulmuttalip, Amine'yi ogluna, kizkardesi Hale'yi de kendine istedi.

Abdulmuttalip o sirada yetmis yaslarindaydi, fakat yasina göre her bakimdan hala genç görünüyordu. Abdullah güzellikte zamanin Yusuf'u gibiydi ve o da yirmibes yasindaydi. Dügün yerine giderken yolda Varaka'nin kardesi Kuteyle'nin yanindan geçmislerdi ki "Ey Abdullah" diye bir ses duydular. Abdullah yüzünü Kuteyle'ye çevirdi, kadin ona nereye gittigini sordu. Abdullah "Babamla gidiyorum" diye cevap verdi. Kuteyle: "Beni simdi burada al ve benimle evlen, sana yerine kurban edilen develer kadar deve verecegim." dedi. Abdullah ise "Babamla beraberim, onun isteklerinin disina çikamam ve onu birakamam" diye cevap verdi.

Dügünden bir kaç gün sonra Abdullah yine Varaka'nin kardesi Kuteyle'ye rastladi. Kadinin gözleri yüzünü öyle arastirir bakislarla tariyordu ki, konusmasini bekler bir sekilde yaninda durdu. Kadin bir sey söylemeyince, bir gün önce söylediklerini neden tekrarlamadigini sordugunda Kuteyle'den su cevabi aldi: "Dün yüzünde varolan isik bugün yok. Bugün benim senden istediklerimi bana veremezsin."

Evlenmelerin meydana geldigi yil MS 569 idi. Bunu takip eden yil Fil Yili olarak bilinir ve birden fazla sebeple önem tasir.

RAHIP BAHIRA

Abdulmuttalib'in mallari hayatinin son döneminde oldukça azalmisti, ölümünden sonra ogullarina sadece çok küçük bir miras biakmisti. Ogullarindan bazilari, özellikle Ebu Leheb olarak taninan Abdu'l Uzza, kendiliklerinden zengin olmuslardi. Fakat Ebu Talib fakirdi. Bu nedenle yegeni kendisini, yasamini kazanmak için elinden geleni yapmaya zorunlu hissediyordu. Yasamini keçi ve koyunlara çobanlik ederek kazaniyordu ve gün geçtikçe Mekke'nin üstündeki tepelerde veya ötesindeki ovalarda yalniz geçirdigi günler artiyordu. Buna ragmen amcasi onu bazen beraberinde yolculuga götürüyordu. Bunlardan birinde, Muhammed (S.A.V.) dokuz, bir görüse göre de oniki yasindayken bir ticaret kervaniyla Suriye'ye kadar gitti. Busra'da, Mekke kervaninin her zamanki konak yerlerinden birinde, içinde nesilden nesile bir hristiyan rahibin yasadigi bir hücre vardi. Biri öldügünde, digeri onun yerini aliyor ve eski el yazmalarini da içeren manastirdaki bütün esyaya varis oluyordu. Bu el yamalarindan birinde Araplara bir peygamber gelecegi kayitliydi. Manastirda yasayan Rahip Bahira bu kitaplarin hepsinden haberdardi. Bu konuyla ilgilenmesinin asil sebebi ise Varaka gibi onun da peygamberin kendi yasam süresi içinde gelecegine inanmasiydi.

Bahira, Mekke kervaninin manastirdan pek uzak olmayan konak yerinde konakladigini bir çok defa görmüstü. Fakat bu sefer daha önce hiç karsilasmadigi bir seyle karsilasti ve dona kaldi: alçak ve küçük bir bulut onlarin üstünde yavas yavas ilerliyor ve sürekli yolculardan bir veya ikisi ile günesin arasinda yer aliyordu. Büyük bir ilgiyle onlarin yaklasmasini izledi. Birden ilgisi saskinliga dönüstü. Çünkü konakladiklari anda bulut hareket etmeyi durdurdu ve altinda gölgelendikleri agacin üstünde sabit olarak kaldi. Agaç ise dallarini asagiya indirerek onlarin iki kat gölgede olmalarni sagliyordu. Bahira böyle bir mucizenin öneml oldugunu biliyordu. Sadece yüce bir sahsiyetin varligi bu olayi açiklayabilirdi ve aniden beklenen peygamber aklina geldi.

Manastira kisa bir süre önce büyük miktarda yiyecek gelmisti, elindekilerin hepsini birlestirerek kervana söyle bir haber gönderdi: "Ey Kureysliler! Sizin için yiyecekler hazirladim ve buraya gelmenizi istiyorum. Yasli-genç, köle-hür hepinizi davet ediyorum."

Bunun üzerine hepsi manastira geldiler, fakat Bahira'nin tembihlerine ragmen Muhammed (S.A.V.)'i develerin ve yüklerin yaninda gözcü olarak biraktilar. Bahira oradakiler içinde kitapta tarif edilene benzer bir yüz göremeyince eksikligi farketti. "Ey Kureysliler! Geride kimse kalmadigindan emin misiniz?" diye sordu. "Baska kimse kalmadi" dediler, "sadece en küçügümüz olan bir erkek çocuk kaldiç" Bahira "Ona öyle davranmayin, onu da çagirin; bizimle beraber yemekte bulunsun" dedi. Sonra çocugu yemege çagirdilar.

Çocugun yüzüne bir kez bakmak Bahira için bu mucizeleri açiklamaya yetti. Yemek boyunca onu dikkatle incelediginde yüz ve vücut özelliklerinin kendi kitabinda anlatilanlara ne denli yakin oldugunu gözledi. Yemekten sonra rahip bu genç misafirin yanina gitti ve ona yasam sekli, uykulari ve genel konulardaki tavirlariyla ilgili bazi seyler sordu. Çocuk ona bu konularda ayrintili cevaplar verdi; çünkü adam saygidegerdi, sorular ise saygili ve hürmetkarca soruluyordu. Hatta rahip sirtina bakmak istediginde, gömlegini siyirmakta tereddüt etmedi. Bahira zaten kesinlikle onun peygamber oldugu kanaatindeydi. Bir de sirtindaki iki kürek kemigi arasinda, kitabinda anlatilan yerde peygamberlik mührünü görünce tüm süpheleri silindi. Bahira Ebu Talib'e döndü ve "Bu çocukla akrabalik dereceniz nedir?" diye sordu. Ebu Talib "Oglumdur" dedi. Rahip, "Oglunuz degil, bu çocugun babasi sag olamaz" dedi. Ebu Talib "Kardesimin ogludur" dedi. "Peki babasina ne oldu?" dedi rahip. Öteki "Daha annesi ona hamileyken öldü" dedi. "Iste bu dogru" dedi Bahira, "Kardesinin oglunu ülkene geri götür ve onu yahudilerden koru. Çünkü benim bildigimi onlar da bilirler ve görürlerse ona kötülük yaparlar. Kardesinin oglunun geleceginde büyük seyler gizli."

EVLILIK TEKLIFLERI

Mekke'deki zengin tüccarlardan birisi bir kadindi -Esed kabilesinden Huveylid'in kizi Hatice. Ayni zamanda hristiyan olan Varaka'nin ve kardesi Kuteyle'nin de kuzeni idi. O zamana dek iki kez evlenmisti ve ikinci kocasinin ölümünden beri kendi adina ticaret yapacak bir adam görevlendirmeyi adet edinmisti. Bunlardan biri de artik Mekke'de el-Emin (güvenilir), serefli olarak taninan Muhammed (S.A.V.)'di. Bu söhreti isekendisine emanet edilen ticaret kervanlarinin sahiplerinden yayiliyordu. Hatice, O'nu bir kölesini de yanina vererek ticaret kervaninin basina getirdi. Gidip dönene kadar yanindaki köle bir çok mucizelere sahit olmustu. Bunlari Hatice'ye anlatti, Hatice de Kuzeni Varaka'ya. Varaka "Eger bu dogruysa, Hatice, Muhammed (S.A.V.) kavmimize gönderilen peygamberdir. Uzun süreden beri bir peygamberin gelecegini biliyordum ve iste geldi."

Hz. Hatice, Hz. Muhammed (S.A.V.)'e evlilik teklifi götürdü. Hz. Muhammed (S.A.V.) maddi imkansizligini ileri sürerek "Ben böyle bir evliligi nasil yapabilirim?" dedi. Araci Nuseyfe "Orasini bana birak!" deyince Hz. Muhammed (S.A.V.) "O halde benden tarafi tamam" dedi. Gereken her sey yapildi ve aralarinda Hz. Muhammed (S.A.V.)'nin yirmi disi deve vermesi kararini aldilar.

ÇOCUKLARI VE HZ. ZEYID

Damat amcasinin evinden ayrildi ve gelinle birlikte yasamak üzere onun evine yerlesti. Hatice kocasina bir es oldugu kadar, onun en yakin arkdasi ve ideallerini ve isteklerini paylasan bir dostu idi. Acilar ve kayiplar olsa da evlilikleri çok mutlu geçiyordu. Hz. Hatice, Hz. Muhammed (S.A.V.)'e alti çocuk dogurdu, iki erkek ve dört kiz. En büyük çocuklari Kasim adinda bir oglan çocuguydu. Bundan sonra O'na Ebu'l Kasim (Kasim'in babasi) denmeye baslandi. Fakat çocuk iki yasini doldurmadan vefat etti. Ikinci çocuklari Zeyneb adinda bir kizdi, onu üç kiz çocugu daha takip etti: Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatima. Son çocuklari ise yine çok az bir süre yasayan bir erkek çocuguydu. Evlendigi gün Muhammed (S.A.V.) babasindan miras kalan sadik cariyesi Bereke'yi azat etti. Hatice ise O'na kölesi Zeyd'i hediye etti. Zeyd iyi bir ailedendi, fakat yillar önce kaçirilarak köle olarak satilmisti. Muhammed (S.A.V.)'in kölesi olduktan aylar sonra bir gün daha önce yakalayamadigi bir firsati, ailesine haber gönderme imkanini yakalamisti: Mekke sokaklarinda kendi kabilesinden adamlara rastladi. Eger onlari bir önceki yil görmüs olsaydi, duygulari çok farkli olurdu. Böyle bir karsilasmayi uzun süredir arzuluyordu, fakat simdi saskinliga düsmüstü. Rahatinin iyi oldugunu ve geri dönmek istemedigini anlatmak üzere birkaç misra yazip gönderdi. Ailesi haberi aldiginda hemen yola çiktilar ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'e Zeyd'i kendilerine satmasini teklif ettiler. Hz. Muhammed (S.A.V.) "Birakin kendisi seçsin, eger sizi seçerse hiçbir ücret istemeden onu size veririm; eger beni seçerse, ben; beni seçen birinin üstünde karar verici degilim."dedi. Zeyd'e soruldugunda sunlari söyledi: "Senin üstüne baska adam seçecek degilim. Sen bana annem ve babam gibisin." Ailesi hayret etti.

Hz. Muhammed (S.A.V.) daha sonraki konusmalari kisa keserek onlari Kabe'ye davet etti. Hicr'de ayakta durarak yüksek sesle sunlari söyledi: "Ey burada bulunanlar, sahid olun ki, Zeyd benim oglumdur, ben onun, o da benim varisimdir." O günden sonra Zeyd, Zeyd Ibn Muhammed diye anilmaya basladi.

KABE'NIN YENIDEN INSASI

Hz. Muhammed (S.A.V.) 35 yasinda iken Kureys'liler Ka-be'nin tekrar insasina karar verdiler. Kabe yikildiktan sonra Hacerü'l Esved'in bulundugu kösede Süryanice bir yazi buldurlar ve onu bir yahudiye okuttular. "Ben Allah'im ve Bekke (Mekke)'nin Rabbiyim. Mekke'yi ve gökleri ben yarattim, Ay'a ve Günes'e sekil verdigimi ve Günes'in etrafina dokunulmaz olan yedi melegi yerlestirdigim gün yarattim. O (Mekke), insanlara süt ve su ile yardim eden iki tepe varoldukça varolmaya devam edecektir." yazmakta idi. Bir parca yazida Ibrahim makaminda Kabe'nin kapisi yaninda Hz. Ibrahim'in ayak izini tasiyan kayanin altinda bulundu. "Mekke, Allah'in kutsal evidir. Onun sürekliligi üç yönden gelir. O'nun yakinindaki insanlar onu ilk kirletenler olmasin."

Ka-be'nin yapilmasinda bütün kabileler çalisti ve yeniden yapildi. Sira Hacerü'l Esved tasinin yerine konulmasina geldiginde yerlestirme serefine tüm kabileler nail olmak istemekte idiler. Aralarinda anlasamiyarak ihtilafa düstüler. Bu tartisma bir kaç gün sürdü ve yasli bir adam söyle bir öneri getirdi: "Mescid'e ilk giren hakem olsun." Tam busirada Hz. Muhammed kapidan içeri girdi. Hepsi Muhammed Emin'dir karari kabulumuzdür dediler. Durumu kendisine anlattilar. Hz Muhammed bana bir kumas getirin dedi. Kumasi yere serdi. Hacerü'l Esvedi kendi elleriyle kumasin üzerine yerlestirdi. Her kabilenin reisi bezin ucundan tutsun. dedi. Tas yükselincede onu yerine kendi elleriyle yerlestirdi. Böylece insaatin kalan kismina devam edildi ve sorun çözüldü.

ILK VAHIY VE PEYGAMBERLIK

Hz. Muhammed'e bazi haller olmaya basladi. Bunlarin nasil oldugu soruldugunda "uykuda iken gelen sabahin aydinligi gibi gerçek görüntüler" oldugu söylerdi. Hira dagindaki bir magaraya inzivaya çekilmeye basladi. Sehirden ayrilip magaraya yaklastiginda "Ey Allah'in Rasülü, sana selam olsun." seslerini duyardi. Geriye dönüp bakinca agaçlar ve taslardan baska hiç bir sey göremezdi. Ramazan ayinda kirk yasinda iken insan seklinde bir melek geldi ve O'na "OKU" dedi. O, "ben okuma bilmem" deyince, Melek onu eline aldi ve dayanabilecegi son nokyata kadar sikti. Sonra tekrar "OKU" dedi. "Ben okuma bilmem!". Üçüncü kez ayni olay tekrarladindi. ve biraktiginda söyle dedi:

Insana bilmedigini ögretti. (A'lak Suresi 1-5) Bunlar Kur'an-i Kerimin ilk gelen ayetleridir.

O bu sözleri melegin arkasindan tekrarladi ve melek onu birakip gitti. (Bu melek vahiy meledigi Cebrail A.S.'di) Sonra Peygamberimiz Hira magarasindan evine döndü. Olaylari Hz Hatice validemize anlatti. Hz. Hatice O'na "-Senin peygamber olacagini umuyordum. Ne mutlu sana. Müjdeler olsun sana!" dedi. Hz Hatice hemen amcasinin oglu Varaka Bin Nevfel'e olanlari anlatti. Varaka'nin cevabi: "-Bu gördügün Allah-i Tealanin Musa'ya indirdigi Namus-u Ekber'dir. (Cebrail'dir) Ah keske senin davet günlerinde genç olsaydim. Kavmin seni çikaracagi günlerde hayatta bulunsaydim." dedi ve Rasulullahin mübarek baslarindan öptü.

Ilk vahiyden sonra vahiy belli bir süre kesintiye ugradi. Bu sessizlik döneminden sonra onu temin edici bir vahiy geldi. (Duha Suresi 1-11)

ILK EMIR NAMAZ

Hz Muhammed (S.A.V) en yakin ve sevgili buldugu kisilere Melek ve Vahiy hakkinda gördüklerini anlatmaya basladi.Bir gün Cebrail ona geldi ve topuguyla çimenlige vurdu. Oradan hemen su fiskirmaya basladi.Namazdan önce nasil temizlenecegini peygambere gösterdi ve abdest aldi. Peygamber onu taklit ettive namazi nasil kilacagini, kiyam, rüku, sücud ve tesehhüd mikteri oturmanin nasil yapilacagini ögretti ve namaz vakitlerini ögretti. Peygamber evine dönünce ögrendiklerini Hatice'ye de ögretti ve birlikte namaz kildilar.

Din artik abdest ve namaz esalari üzerine kurulmustu.Hatice'den sonra bu esalari ilk uygulayanlar Ali, Zeyd, Ebu Bekir idi.

AILENI UYARIP KORKUT

Henüz Islam'a açik bir çagri yapilmamisti, fakat gün geçtikçe mü'minler grubuna kadin-erkek bir çok genç katiliyordu. Peygamberin kuzenleri de dahil bir çok akrabasi yeni dine girmelerine ragmen amcalarindan hiçbiri onun pesinden gelmeye yatkin görünmüyordu. Ebu Talib, Hamza ve Abbas Peygamberi kisisel olarak sevdikleri halde, Ebu Leheb açikça yegeninin sapik oldugunu söylüyordu.

"(Öncelikle) en yakin hisimlarini(asiretini) uyarip korkut."(Suara :214) ayetinden sonra Peygamber(sav),Ali!yi çagirip Abdulmuttalib ogullarini bir araya toplamasini, onlara yemek verecegini söyledi. Hasim Kabilesi gelince 1 koyun budu ve bir masrapa süt bütün kabileyi doyurmaya yetti.

KUREYS KARSI ÇIKIYOR

Islâm'in ilk günlerinde, müslümanlar sik sik Mekke'nin disina gider ve topluca namaz kilarlardi. Bir gün birkaç putperest,onlar namaz kilarken alay edince Zühre Kabilesinden Sa'd kafirlerden birini yaraladi. Bu Islam' da ilk kan dökülmesi oldu. Fakat Peygamber Efendimize sik sik gelen vahiylerde sabrin tavsiye edilmesini dikkate alarak o günden sonra siddetten kaçinmaya karar verdiler. "Onlarin demelerine karsi sen sabret ve onlardan güzel kopma(düsünce ve eylem bakimindan köklü bir tutum )ile kopup ayril" ve "Sen simdi o küfretmekte olanlara mühlet ver, kendilerine az bir süre tani"(Müzemmil:10-11)

Kureys'ten bir grup Ebu Talib'e gelip yegenini engellemesini, yoksa savas çikaracaklarini söylediler. O da yegenine haber göndererek kendini korumasini istedi. Kureysin korkusu o sene hacca gelecek olanlarin Muhammed (sav) ve taraftarlarinin putlari horgördügünü farkedip, bir daha Mekke'ye gelmemeleri ve bunun sonucu olarak da hem ticaret hem de Mescit koruyucularinin seref ve haysiyetinin kötü duruma sokulacak olmasiydi

Kureys bu durumu önlemek için çesitli yöntemler aradi.Mekke'ye gelen Arap'lara, Muhammed' in (sav) araplari temsil etmedigi anlatilmaliydi. Bunun yanisira baska seyler söylemek gerekliydi.Önce mecnun (deli) veya sair demeyi düsündüler, fakat daha sonra büyücü demek konusunda hemfikir oldular. Çünkü biliyorlardi ki Muhammed insan kazanmak konusunda çok basariliydi.

Planlarini titiz bir sekilde uygulamalarina ragmen, nasibi olanlarin Islam'a girmesine engel olamadilar. Mekke'ye gelen hacilar,kendilerine düsmanlarindan farkli bir hikaye anlatan Peygamber (sav) taraftarlariyla karsilastilar ve her biri yaratilisinin geregi olarak iman etti.Arabistan'in her yerinde, özellikle de Yesrib'de yaygin olarak yeni dinden bahsedilmeye baslandi.

EVS VE HAZREÇ

Evs ve Hazreç kabileleri kendileriyle birlikte Yesrib'de yasayan bazi yahudi kabileleriyle müttefiktiler. Fakat çogunlukla aralari kötü idi.Çünkü tek tanrici yahudiler, Allah'in seçilmis kullari olarak, çok tanrili Arap'lara güçlerinden dolayi saygi duymalarina ragmen kisaknçlik besliyorlardi. Yahudi alimleri ve kahinler,peygamberin nereye gelecegini soranlara Yemen tarafini isaret ederlerdi. Yesribliler Mekke'de bir peygamber gelecegini duyunca dikkat kesildiler, çünkü zaten akide olarak tek tanrici akideye asina idiler. Yahudiler, onlarla iyi geçindikleri zamanlarda, Tanri'nin biriligini ve insanin esas amacinin ne oldugunu anlatirlar ve bu konuyu birlikte tartisirlardi.

Yahudiler peygamber gelecegine inaniyor; fakat "Allah nasil olur da seçilmis olmayan bir milletten birini peygamber olarak gönderir."diye inanmiyorlardi.Bunun yaniisra Hazreçliler, simdi bir peygamber oldugunu iddia eden ve daha önce çocukken annesiyle, sonralari da Suriye'ye giderken birçok kez ugramis Yesrib'e ugramisolan bu adamla aralarinda güçlü kan bagi oldugunun farkindaydilar.Hacilar ve Mekke'yi ziyaret edenlerin getirdigi haberlerle desteklenen tüm bu faktörler, vadi halkinin üzerinde etkisini göstermeye basladi.

Evs ve Hazreç Kabileleri arasinda; -2 kisi arasindaki bir çatismadan dolayi- savas baslamisti ve bu baslica sorun haline gelmisti.Bu nedenle Evs'in ileri gelenleri, Mekke'ye,Kureyslilerden Hazreç'e karsi yardim istemek üzere bir delege göndermeye karar verdiler. Delegeler,Kureys'ten cevap beklerken Peygamber(sav) yanlarina geldi; o da görevinden ve teblig etmekle yükümlü oldugu dinden bahsetti,Kur'an'dan bir bölüm okudu.Muaz oglu Ilyas ona inandi.Bu nedenle o,Islam'a giren ilk Yesrib'li sayilabilir.

EBUCEHIL VE HAMZA

Mekke'deki Mü'minlerin sayindaki artis,beraberinde kafirlerin düsmanligini da arttirdi. Islam'in en kötü düsmanlarindan biri, ailesi ve arkadaslari arasinda Ebu'l Hakem diye anilan,mü'minlerinse adini Ebu Cehil(cehaletin babasi ) koyduklari Mahzum kabilesinden Amr idi. O zaman Mahzumilerin basinda bulunan Velid'in de yegeni oluyordu ve onun yerine geçeceginden emindi. Peygamberi kötülemek için çalisanlarin en usanmazi ve onu büyücü diye adlandiranlarin en bagirgani idi. Çaresiz Mü'minlere karsi acimasizlikta çok asiri idi ve diger kabileleri de buna tesvik ediyordu.

Bir gün Peygamberimizi (sav) Mescid'in disindaki Safa kapisi yakininda otururken gördü. Karsisina geçerek agzina gelen bütün küfürleri söyledi. Peygamber(sav) ona sadece bakti, hiçbirsey söylemedi. Ebu Cehil Kureyslilerin yanina döndü. O sirada avdan dönen Hamza karsidan gözüktü. Onun yaklastigini görünce, Safa kapisina yakin olan evinden bir kadin çikti ve onu durdurdu. Peygambere bagli olan bu kadin, Ebu Cehil'in Peygambere(sav) küfürlerini duymus ve sinirlenmisti. Hamza'ya; Ebu Cehil'in yegenine küfür ve hakaret ettigini, onun da karsiliginda hiçbirsey söylemedigini anlatti. Kabe' yi isaret ederek Ebu Cehil'in orada oldugunu belirtti.Hamza yumusak huylu bir insandi,bununla birlikte Kureys'in en cesuru idi,kizdirildiginda ise en sert adami olurdu. Su anda güçlü yapisi kizginliktan sarsiliyordu. Kabe'ye giren Hamza, Ebu Cehil'in yanina giderek yayi tüm gücüyle arkasina indirdi. "Ben de onun dinindenim, onun iddia ettiklerinin hepsini onayliyorum. Eger karsi çikmaya gücün varsa bana karsi çik." Ebu Cehil kendisine yardim etmek isteyenleri durdurarak söyle dedi: "Birakin, Ebu Umare istedigini yapsin, çünkü Tanri'ya andolsun ki onun yegenine çirkince küfrettim."

KUREYS'IN ISTEKLERI VE TEKLIFLERI

Hamza'nin müslüman olusundan sonra Kureys artik Peygamber'e, Hamza'nin koruyacagini düsünerek, direkt saldirilarda bulunamiyorlardi. Bunun için Muhammed (s.a.v.)'e teklif götürmeye karar verdiler. O'na "Sen, bildigin gibi kabilenin soylularindansin ve senin soyun sana serefli bir konum sagliyor. Fakat sen halkina ciddi ve tehlikeli bir mesele getirdin, bununla onlarin toplulugunu birbirinden ayiriyor, onlarin yasam tarzinin saçma oldugunu söylüyor, dinlerini ve tanrilarini küçümsüyorsun ve onlarin atalarina kafir diyorsun. Eger istedigin zenginlikse, mallarimizi birlestirir seni aramizda en zengin kimse yapariz.. Eger istedigin serefse, seni liderimiz yapariz ve senin sözünden hiç çikmayiz. Ve eger kral olmak istiyorsan seni kral yeperiz. Eger sana musallat olan cinden ve hastaliktan kurtulamiyorsan sana bir hekim buluruz ve iyilesene dek senin için tüm servetimizi harcariz. Peygamber (s.a.v.), ayetlerle etkileyici bir cevap verdikten sonra okumasini su sözlerle bitirdi:

"Gece, gündüz, günes ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz günese de, aya da secde etmeyin. Allah'a secde edin ki, bunlari kendisi yaratmistir. Eger O'na ibadet edecekseniz."

Onlarin tek cevabi daha önce kaldiklari yerden devam etmeleriydi. Eger onlarin tekliflerini kabul etmiyorsa, Allah'in elçisi olduguni ispatlayacak birseyler göstermeliydi, o zaman mesele hallolurdu. "Rabbinden çevremizdeki daglari kaldirmasini, topragi dümdüz yapmasini ve ülkemizdeki daglari kaldirmasini, topragi dümdüz yapmasini ve ülkemizden Suriye ve Irak gibi nehirler akitmasini iste... Veya bizin için bunlari istemeyeceksen kendin için bir seyler iste. Allah'tan senin sözlerini dogrulayip bizimkileri yalanlayacak bir melek indirmesini iste... ki senin Allah katinda ne kadar degerli olduguni görelim." Peygamber onlara su cevabi verdi: "Ben Allah'tan böyle seyler isteyecek degilim, çünkü O beni uyarmam ve müjdelemem için gönderdi." Onu dinlemeyi reddederek söyle dediler: " O zaman gökyüzünü parça parça üzerimize indir." Bunu su ayete karsi söylüyorlardi: "Eger biz dilersek onlari yerin dibine geçirir, ya da gökten üzerlerine parçalar düsürürüz." "Karar verecek olan Allah'tir, dilerse yapar" diye cevap verdi Peygamber (s.a.v.).

KUREYS'IN ILERI GELENLERI

Peygambere tabi olanlar sürekli artiyordu. Fakat bunlarin hemen hepsi ya köle ya azatli ya da Mekke disindaki Kureyslilerden olusuyordu. Abdurrahman, Hamza ve Erkam istisna hepsi zayif idiler, bunlar da liderlik vasfindan uzaktilar. Bu nedenle Peygamber (sav), içinde amcasi Ebu Talib'in de bulundugu Kureys liderlerinden hiç olmazsa birkaçini kazanmak istiyordu. Eger Ebu Cehil'in amcasi Velid'in destegini kazanirsa, davetini daha kolay yapabilecekti. Bir Gün Peygamber (sav) Velid'le sohbete dalmisken, Islam'a henüz girmis kör bir adam yanlarindan geçti; Peygamberin (sav) sesini duyunca kendisine Kur'an'dan bir parça okumasini rica etti. O da biraz sabirli olmasini istedi. Adam israr edince Peygamber (sav) hiddetlendi ve ondan yüzünü çevirdi. Sohbeti yarim kalmisti. Fakat bunun bir kaybi yoktu, çünkü Velid mesaja tamamen kapaliydi.

O anda vahiy geldi."Surat asti ve yüz çevirdi;kendisine o kör geldi diye."

Kisa süre sonra Velid "Ben Kureys'in en üstünü oldugum halde bana gelmiyor da Muhammed'e mi vahiy geliyor?" diyerek kendini begenmisligini ortaya koyuyordu. Ebu Cehil de ondan geri kalmiyordu: "Biz, Abdu Menaf ogullari ile aramizda seref konusunda yaris ederiz.Simdi onlar ' Bizim adamlarimizdan biri Peygamber'dir. Ona gökten vahiy geliyor.' diyorlar. Biz onun bir esini ne zaman elde edecegiz.Tanri'ya andolsun ki biz ona inanmayacagiz." diyordu.

Digerleri de Ebu Cehil kadar olmasa da ayni seyi düsünüyorlardi.Hepsi de degisik derecelerde vahyin diline ve üslûbuna duyarliydilar.Fakat anlamina gelince babalarinin hiçbirsey kazanmadigini ve onlarin tüm çabalarinin bosa gittigini vurgulayan âyetlere gönüllerini kapatmislardi: "Bu dünya hayati, yalnizca bir oyun ve (eglence türünden) 'tutkulu bir oyalanmadir.'Gerçekte ahiret yurdu ise, asil hayt odur.Bir bilselerdi."(Ankebut:34).

KORKU VE ÜMIT

Elbette gençlerin ve zayiflarin hepsi ilahi daveti hemen kabul etmemisti; fakat hiç olmazsa küçük yasamlarini bir klarnetin notalari gibi bölen davet ve vaazlarin önem ve siddetine karsi kulaklarini tikamalarina neden olacak kendini begenmislikleri yoktu.Osman'in çölde duydugu:"Ey uykudakiler, uyanin" sesi vahyin kendisiydi.ve daveti kabul edenler uykudan uyanmislardi.

Kafirlerin tutumu su sözlerle ifade edilebilir:"Bu dünya hayatimizdan baskasi yoktur.Ve bizler diriltilecek de degiliz."(en'am:29)Bu sözlere ilahi cevap da suydu:"Biz gögü, yeri ve ikisi ikisi arasindakileri oyun olsun diye yaratmadik."(Enbiya:16;Duhan:38) "Bizim bos bir amaç ugruna yarattigimizi ve sizin gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceginizi mi sanmistiniz?"(Mü'minûn:115)Bu ayetlerse henüz küfrün yerlesmedigi kimselerde etkisini gösteriyorduve bunda emirleri getiren elçinin etkisi çok büyüktü.

"Süphesiz:'Bizim Rabbimiz Allah'tir.'deyip dosdogru bir istikamet tutturanlar (yok mu) onlarin üzerlerine melekler iner (ve der ki):'Korkmayin ve hüzne kapilmayin,size vadolunan cennetle sevinin.Biz dünya hayatinda da ahirette de sizin velileriniziz..Orda nefislerinizin arzuladigi hersey sizindir ve istemekte oldugunuz hersey de sizindir.Çok bagislayan, çok esirgeyen (Allah)'tan bir agirlanma olarak"(Fussilet:30-32)

Benzer bir ayet:
"Bu mu daha hayirli, yoksa takva sahiplerine vadedilen cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktir.Içinde ebedi kalicilar olarak, orada her istedikleri onlarindir, bu rabbinin üzerinde istenen bir va'didir."(Furkan:15-16)

Gerçek Mü'minler "Bizimle Karsilasmayi umanlar"diye tanimlanmistir.Oysa kâfirler:"Bizimle karsilasmayi ummayanlar,dünya hayatina razi olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz(gafil) olanlar."dir. Mü'min'in tutumu, her konuda kafirinkinin aksi olmalidir. Hakk'a uyanik olmak sadece ümitlerin bu dünyadan Ahirete çevrilmesi degil, Dünyada her tarafa serpilmis olan ayetlerden ders almasidir:

"Gökte burçlari kilan, onlariniçinde bir aydinlik ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir.O gece ile gündüzü birbiri ardinca kilandir;ögüt alip düsünmek ya da sükretmek isteyenler için."(Furkan:61-62)

Kureys liderleri küstahça peygamberlerden bu ayetleri (isaret ve mucizeleri) göstermesini istediler.Gökten onu destekleyen bir melegin gelmesini veya onun göge yükselmesini istiyorlardi. Ve bir gün dolunayin aydinlattigi bir gecede, bir grup kâfir gelerek, eger gerçekten Allah'in Resûlü ise Ay'i ikiye bölmesini istediler. Mü'min ve kararsizlari da içeren büyük topluluk, Ay'i ikiye ayrilmis görünce büyük bir saskinlik yasadilar. Peygamber(sav) "Iste sahit olun." dedi. Bu mucizeyi asil isteyenler inkar ettiler ve bunun büyü oldugunu söylediler. Diger taraftan inananlar sevindi, kararsizlarin bazilari iman etti, bazilari da imana yaklasti.

"Kendileri bakmiyorlar mi o deveye, nasil yaratildi? Göge nasil yükseltildi? Daglara; nasil oturtulup-kuruldu? Yere; nasil yayilip dösendi?"(Gasiye:17-20)

Inananlardan beklenen korku ve ümidin her ikisi de Allah'a götüren davranislardir. Allah'a sükrün belirtisi olarak söylenen "Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'adir." sözü ayni zamanda korku da tasir. "Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla" sözü insani ümitle ayni yöne yöneltir. Bu, en belirgin sekilde Fatiha sûresinde yer almistir : "Hamd, alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve din gününün maliki olan Allah'adir.Biz yalnizca sana ibadet eder ve yalnizca Senden yardim dileriz.Bizi dosdogru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba ugrayanlarin ve sapiklarinkine degil..." Kur'an'in son sürelerinden Ihlas suresi de Islam ögretisinin en güzel ve tam ifadesini yazan bir sûredir.

"De ki: O Allah birdir. Allah Samed'dir. O dogurmamis ve dogrulmamistir.Ve hiç birsey O'nun dengi degildir."(Ihlas Sûresi)

ES-SAA (KIYAMET)

Kafirlerin siki sik öne sürdügü seylerden biri de, eger Allah gerçekten vahiy gönderdiyse bir melek göndermeliydi fikri idi. Buna karsi Kur'an'in cevabi suydu:
"Eger yeryüzünde (insan degil de) tatmin bulmus yürüyen melekler olsaydi, biz de onlara göklerden elçi olarak elbette melek gönderirdik."(Isra:95)

Cebrail'in zaman zaman yeryüzüne inmesi onu Kur'anî anlamda elçi yapmiyordu. Elçi olabilmek için, mesaj getirilen insanlar arasinda yeryüzüne yerlesmek gerekliydi. Kur'an söyle diyordu:
"Bize kavusmayi ummayanlar dediler ki: 'Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizi bir görmemiz gerekmez miydi? 'Andolsun onlar kendi nefislerinde büyüklüge kapildilar ve büyük bir azginlikla bas kaldirdilar. Melekleri görecekleri gün, suçlu günahkârlara bir müjde yoktur. Ve ogün (melekler onlara) derler ki:'(Size sevinçli haber) yasaktir,yasak.' "(Furkan:21-22)

Bu yasaklama, onlarin dünya ile ahiret arasina bir perde çekilmesi için yalvarmalarina, ama kibir içinde yalvarmalarina karsiliktir. Sema ile direkt baglantiya geçildiginde ve dünya yerle bir olup zaman ve mekan anlamsizlastiginda ebedi son gelmis olacaktir. "Insanlarin, her yana dagilmis 'pervaneler gibi olacaklari gün ve daglarin da etrafa saçilmis' renkli yünler gibi olacaklari gün" ve çocuklarin saçlarini agartan gün.", "Gerçekten Rabb'inin katinda bir gün, sizin saymakta olduklarinizdan bin yil gibidir."

Kiyameti beklemek, muhakemeyi beklemektir. Kur'an, dogruyu yanlistan ayiran bir vahiy kitabidir. Çünkü vahiy ezeli ebedi olanin fani iolanda görünmesidir.ve bu nihai muhakemeye öncülük eder. Bu muhakeme sonucunda Cennet'le Cehennem açikça görülür. Iyilik ve kötülügün izleri artik ortaya çikmistir. Peygamberin(sav) dogru yola çagirmasi kendisine karsi koyanlarin sapikligini tespit ettigi gibi, kendisine tabi olanlari da mükemmellik derecesine ulastirir.

Bu konuda birçok ayet indirilmistir:
"Andolsun, biz bu Kur'an'da çesitli açiklamalar yaptik, ögüt alisverisi düsünsünler diye.Oysa bu, onlarin daha da uzklasmalarindan baskasini getirmiyor."(Isra:41)
"Biz onlari korkutmayiz.Fakat (bu) onlarda büyük bir azginliktan baska birsey artirmiyor."(Isra:60)

ÜÇ SORU

Kureysliler toplandikleri her seferde, kendilerince en büyük problem telakki ettikleri konu hakkinda mutlaka konusurlardi.Bu defa da Yesrib'deki Yahudi Alimlerine danismaya karar verdiler."Onlara Muhammed'den bahsedin , onu tarif edin ve söylediklerini iletin ;Çünkü onlar ilk kutsal kitaba inaniyorlar ve mutlaka peygamberler hakkinda bilgileri vardir, bizim se hiçbir bilgimiz yok" dediler.Yahudi alimleri su cevabi verdi"Ona bizim söyleyecegimiz 3 soru sorun.Eger bunlara cevap verebilirse, o Allah'in peygamberidir, fakat cevap veremezse yalanci ve sahtekârdir .Ona eski günlerde ülkesini terk eden genç adamlari, onlara ne oldugunu ve ilginç hayat hikayelerini sorun. Yeryüzünün ötesine, dogusuna ve batisina ulasan uzak yollarin yolcusundan haber vermesini isteyin.Bir de Ruh'u, onun ne oldugunu sorun.Eger size bunlari söylerse ona uyun, çünkü o bir peygamberdir."

Elçiler gelince Kureys liderleri bu 3 soruyu sordu. Peygamber(sav) de "Yarin size bunlarin cevabini verecegim." dedi, fakat "Insaalah" demeyi unuttu. Ertesi gün Kureysliler cevap için geldiginde onlari geri gönderdi. O günden itibaren onbes gün boyunca hiçbir vahiy gelmedi.Cebrail de hiç yanina ugramadi. Mekkeliler onunla alay ettiler, o ise bu sözler için bekledigi yardimi alamadigi için üzülüyordu. En sonunda Cebrail, onu teselli eden ve 3 soruya da cevap veren vahyi getirdi. Bu uzun bekleyisin sebebi su ayetlerle açiklaniyordu: "Hiç bir sey hakkinda 'Ben bunu yarin mutlaka yapacagim.' deme.Ancak: 'Allah dilerse'(yapacagim de)."

Vahyin bu gecikisi peygamberi üzmesine ragmen mü'minlere güç kazandirmistir. Her ne kadar kâfirler bu gecikmeden sonuç çikarmayi reddettilerse de, kafalarinda süphe olan birçok Kureys'li için bu, vahyin Peygamber tarafindan uydurulmadigina, bilakis Allah'tan geldigine delil idi. Eger Muhammed (sav) daha önceki vahiyleri uydurdu ise, bu alay edilme ve üzüntüye ragmen bu kez vahyi geciktirmesi anlamsiz degil miydi?

Inananlar herzaman oldugu gibi vahyin kendisinden güç aliyorlardi. Kureysliler, eski günlerde ülkesini terkeden gençlerin hikayesini sorduklarinda _bu hikâyeyi o zamana kadar Mekke'de hiç kimse duymamisti_bu hikayenin o anki durumlariyla ilgili oldugunu, inananlarin yüceligini ve inanmayanlarin kötülügünü anlattigini bilmiyorlardi. Efes'li uyuyanlarin hikayesi söyle anlatilir : Milattan sonra III.yy.in ortalarinda halki putperestlige sapmis olan bir grup genç Allah'a imani muhafaza ediyorlardi, halk da onlari bu yüzden cezalandiriyordu. Bu eziyetlerden kaçmak için bir magazaya sigindilar ve orada 300 yil kadar uyudular.

Yahudilerin o zamana dek bildiklerinden baska Kur'an-i Kerim'deki kissa hiçbir insanin görmedigi ayrintilardan da bahseder.Örnegin, uyuyanlarin uyandiktan sonra yüzyillar boyu uyuduklarini nasil farkettiklerini ve köpeklerin ön ayaklarini kapinin esigine nasil uzatarak yattigini anlatir.

Ikinci soruya gelince, bu büyük yolcu Zü'l-Karneyn'dir. Vahiy onun doguya ve batiya yaptigi yolculugu anlatir ve sorulandan fazlasina cevap vererek 3.yolculuktan bahseder. Zü'l-Karneyn iki dagin arasinda yasayan bir topluluga rastlar ve o topluluk Zü'l-Karneyn'e kendilerini Yecüc, Mecüc ve cinlerden koruyacak bir duvar yapmasi için yalvarirlar.Allah da ona cinleri ve kötü ruhlari bir yere toplama gücü verir. O belirli günde, bu kötü ruhlar yeryüzünde büyük karisikliklara sebep olacaklardir. Onlarin ortaya çikisi, Kiyamet saatinden önce olacaktir ve vaktin yaklastigini gösteren isaretlerden biri olacaktir.

Üçüncü soruya cevap olarak Vahiy, insanin aklî kapasitesinin ruhu kavarmaya yetmeyecegini söyler: "Sana ruhtan sorarlar, de ki:'Ruh, Rabbimin emrindedir, size ilimden yalnizca az birsey verilmistir.' "(Isra:85)

Yahudiler, Peygamberin(sav) sorulara verdigi cevaplari ilgiyle karsiladilar ve son cümledeki "ilmden az verilmistir" ibaresinin yahudileri mi yoksa Araplari mi kasdettigini sordular.Peygamber:"Her ikisini de" cevabini verince kendilerinin her türlü konuda bilgi sahibi oldugunu söyleyerek karsi çiktilar.Çünkü onlar ,Kur'n'in da tasdik ettigi gibi herseyi ayri ayri açiklayan(En'am:154) bir kitap olan Tevrat'i okuyorlardi.Peygamber onlara söyle dedi: "Sizin bildikleriniz Allah'in ilmi yaninda çok azdir.Fakat yine de eger uygulasaniz bildikleriniz size yeter."Bundan sonra su ayet nazil oldu:"Eger yeryüzündeki agaçlarin tümü kalem ve deniz de -onun ardina yedi deniz eklenerek -(mürekkep) olsa, yine de Allah'in kelimeleri yazmakla tükenmez."(Lokman:27)

Kureys liderleri yahudi alimlerini sözüne uymadilar,Yahudi alimleri de tüm sorulara cevap vermesine ragmen onu kabul etmediler.Fakat bu cevaplar baskalarinin Islâm'i kabûl etmesine neden oldu.Peygamberin taraftarlari arttikça düsmanlari yasam tarzlarinin tehlikeye girdigini daha çok anliyor ve kabilelerindeki müslümanlara iskenceler yapiyor, onlari dövüyor, aç ve susuz birakiyorlardi.

Iskence yapanlarin en acimasizi Ebû Cehîl'di Eger yeni dine giren kisinin kendisini koruyacak güçte bir ailesi varsa ona iskence edemiyor fakat hakaret ediyirdu. Zayif kimselere iskence ediyor, diger kabileleri de buna tesvik ediyordu.Kabilesindeki Yasîr,Sümeyye ve ogulleri Ammar'a (ra) inkence edilmesine ve bunun sonucunda Sümeyye'nin ölümüne o sebep oldu.Diger kabiledekiler onlar kadar dayanikli olamadilar. Içlerinden gelmese de " Lat ve Uzza da Allah gibi sizin tanrilariniz degil mi? diye soruldugunda "Evet" diyorlardi.Bu insanlar artik Islâm'i açikça yasayamiyorlar, çogu gizli olarak bile yasayamiyordu. Peygamber(sav),kendisi iskenceden kurtulabildigi halde, diger mü'minlerin sürekli iskence çektiklerini görünce onlara söyle dedi:"Eger Habesistan'a giderseniz, orada hiç kimseye haksizlik adaletsizlik yapmayan bir kral bulacaksiniz.Orada dine simsiki bagli bir yasam vardir.Allah size çektiklerinizden bir kurtulus yolu gösterene dek orada kalan kalin."Bunun üzerinebir grup mü'min Habesistan'a gitmek üzere yola koyuldu. Bu, Islâm'daki ilk hicret idi.

MIRAÇ

Ebû Talib'in karisi Fatimâ müslüman olmustu, Ali ve Cafer'in kizkardesleri olan Ümmü Hani (ra) de Islâm'a girmisti.Fakat kocasi Hubeyre, Allah'in birigine kapali idi. Bununla beraber peygamber her geldiginde onu iyi karsilar, namaz vaktiyse evdeki müslümanlar cemaatle namaz kilarlardi. Böyle günlerin birinde Peygamber (sav), namazini kildiktan sonra Ümmü Hani 'nin teklifini kabul ederek geceyi onlarda geçirdi, fakat uyuduktan kisa bir süre sonra kalkarak Mescid-i Haram'a gitti.Çünkü geceyi orada geçirmeyi severdi. Oradayken uyku bastirdi ve uyudu: " Cebrail geldi ve beni ayagiyla dürterek uyandirdi. Bundan sonra, beni kolumdan tutup kaldirdi, birlikte Mescid'in kapisindan çiktik. Orada esekle katir arasi beyaz bir binek vardi. Iki yaninda bacaklarini oynattigi yerde kanatlari vardi ve her adimi gözün görebilecegi uzakliga variyordu."

Daha sonra Peygamber (sav), Burak adli binege Cebrail'le nasil bindigini, Cebrail'in göge yükselirken binegin hizini, yönünü nasil ayarladigini, kuzeye, Yesrib ve Hayber'in ötesine gidip Kudüs'e vardiklarini anlatti. Orada bir grup peygamberle - Ibrahim, Musa, Isa ve digerleri - karsilastilar. Mescidde namaz kilarken bütün peygamberler onun arkasinda namaz kildilar. Daha sonra önüne iki fiçi kondu. Biri süt, biri sarap doluydu. Peygamber (sav) süt dolu fiçidan aldi ve sarap fiçisina hiç dokunmadi. Cebrail söyle dedi:" Sen dogru yola yöneltildin, sen de halkini o yöne yönelttin ve sarap sana yasaklandi."

Daha sonra bu dünyadan semaya yükseltildi. Kudüs topraginin ortasindaki bir tasin üstünden Burak'a tekrar binerek yedi kat göge yükseldi. Her sema katinda Peygamberlerden biriyle görüstü. Onlari dünyevi olarak degil, semavi olarak görüyordu. Sonra Cennet ve Cehennemi gördü. Cennetteki bahçeleri söyle anlatir: " Yay büyüklügündeki bir cennet parçasi, günesin dogup battigi tüm alandan daha iyidir. Eger Cennet kadinlarindan biri yeryüzünün insanlarina görünse, gökle yer arasindaki bütün alani isik ve güzel koku doldurur." Kendi manevi varligi hakkinda söyle demistir: "Adem henüz su ile çamur arasi bir seyken ben peygamberdim."

Göge yükselisinin zirvesi Sidret'ül Münteha idi.Bir tefsirde sunlar geçer:"Sidr kökünün kökü Taht'tadir ve bu agaç peygamber olsun, Cebrail olsun herkesin bilme noktasinin sinirini belirler. Onun ötesi Allah'tan baska herkese gizlidir." Evrenin bu kisminda Cebrail (as) Muhammed (sav) 'e asil sekliyle, yaratildigi gibi göründü. Daha sonra âyette geçtigi gibi: "Sidre'yi örten örtmekte iken, göz kayip sasmadi ve (siniri) tasmadi. Andolsun, O, Rabbi'nin en büyük âyetlerinden olanini gördü.."

Sidr Agacinda Peygamber ümmetine elli vakit namaz farz kilindi. Söyle anlatir:"Dönüsümde Musa'nin - o size ne iyi bir dosttu! - yanindan geçerken bana:'Sana kaç rekat namaz farz oldu? diye sordu.Ben elli vakit oldugunu söyleyince, Hz.Musa: 'Namaz agir bir ibadettir. Rabbine söyle, ve bunu hafifletmesini iste.'dedi. Bunun üzerin egeri döndüm.Allah on vakit indirdi ve geri gönderdi.Fakat Hz.Musa yine çok buldu ve geri dönmemi söyledi. Her seferinde beni geri gönderiyordu.Sonunda bes vakit namaz farz kilindi. Musa (as) yine ayni seyleri söylüyordu. Ben: ' Rabbime gittim ve utanana dek azaltmasini istedim; artik geri dönemem.' dedim.Ihlas ile kilinacak her namaz on kati sevap kazandirir."

Peygamber (sav) ve Cebrail (asv) , Kudüs'teki otasin yanina indikten sonra geldikleri yoldan, güneyden gelen kervanlari görerek Mekke'ye döndüler. Kâ'be'ye vardiklarinda hâlâ geceydi. Peygamber oradan Yine Ümmü Hani'nin evine gitti. Sabah olunca namaz kildilar. Sonra Peygamber ona : " Sizinle aksam namazini kildim. Daha sonra Kudüs'e gittim ve orada namaz kildim. Simdi de gördügün gibi namazi birilikte kildik." dedi.Ümmü Hani ona: "Bunu baskalarina söyleme, çünkü onlar sana yalanci der ve seninle alay ederler." O ise :"Allah'a yemin ederim ki söyleyecegim." dedi.

Ertesi gün Peygamber bu olayi anlatinca müsrikler inanmadilar. "Ona deli demek için delil bulduk." dediler. Çünkü hepsi Kudüs'e gidip gelmenin bir ay sürecegini biliyorlardi. Sonra bir grup Hz.Ebu Bekir'e gittiler. "Simdi bakalim arkadasin hakkinda ne düsüneceksin? O bize dün Kudüse gidip oarada namaz kildigini söylüyor." dediler.Ebu Bekir: "Eger o söylediyse dogrudur. Bunda sasilacak ne var." dedi. Ve onun yanina giderek herkesin içinde onu tasdik etti. Bazi kararsizlar dönmek üzereydiler, Peygamber, Mekke'ye dönerken yolda gördügü kervanlari anlatiyor, O kervanin kaç gün sonra ve ne sekilde gelebileceklerini söylüyordu. Kervanlar Resulallah'in tarif ettigi sekilde gelince gerçekler ortaya çikmis oldu.

GÖÇLER

Peygamber (sav), Mekke'deki müslümanlari Yesrib (Medine)'e hicret etmeye tesvik ediyordu. Ikinci Akabe Biatindan sonra Kureysli müslümanlar yavas yavas hicret etmeye basladilar. Ebu Bekir ve Ali disinda tüm müslümanlar hicret edince, Ebu Bekir (ra), Peygamber (sav)'den hicret etmek için izin istedi. Peygamber (sav) ona: "Acele etme, belki Allah sana bir arkadas verir" dedi. Ebu Bekir (ra), Peygamber (sav)'i beklemesi gerektigini anladi.

Kureysliler müslümanlari, göçten men etmek, için ellerinden geleni yapiyorlardi.Gidecegini haber aldiklari mü'minleri iskence ile dinden döndürmeye çalisiyorlardi.Bu sekilde Hisam ve Ayyas, yalan söylenerek yollarindan çevrildiler, ve iskence ile Islam'dan döndüklerini açikladilar. Kisa zaman sonra bunun affedilmeyecek bir suç oldugunu anladilar. Fakat bir süre sonra su ayet nazil oldu:"De ki:Ey aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü tasiran kullari, Allah'in rahmetinden ümit kesmeyin. Süphesiz Allah bütün günahlari bagislar. Çünkü O, bagislayandir, esirgeyendir. Azab size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip- dönün ve ona teslim olun. Sonra size yardim da edilmez."(Zümer:53-54)

Hisam bu ayetleri okudu ve Ayyas'a gösterdi. Ikisi de Islam'a girdiler ve kaçmak için bir firsat beklemeye basladilar.


MEDINE DÖNEMI


HICRET

Kureys bos durmuyordu.Sik sik toplanarak bu tehlikeden kurtulmak için planlar yapiyorlardi. En son Ebu Cehil'in fikriyle her kabileden güçlü, güvenilir, silahli bir genç seçilecek ve hep birlikte, ayni anda Muhammed (sav) 'e saldirip O'nu öldüreceklerdi. Böylece Beni Hisam, bütün Kureys kabileleri ile ugrasamayacak, Kureys de onlarin öne sürdügü diyeti ödeyecekti.

Peygamber (sav), Ebu Bekir'in yanina giderek, Yesrib' e hicret etmeleri için izin çiktigini ve birlikte gideceklerini söyledi. Sonra da Hz.Ali'yi kendi yerine birakarak Yasin suresini okumakta iken disari çikti. Kapi önünde bekleyen müsrikler, O'nu göremediler, yanlarindan geçip gitti. Sabaha kadar beklediler, Peygamber (sav) yerine Ali'yi gördüler ve O'ndan bir iz bulamayarak kabilelerine geri döndüler

Peygamber(sav) ile Ebu Bekir geride Ali'yi birakarak Medine'ye dogru yola koyulmuslardi. Mekke'li müsrikler durumun sonradan farkina varabildiler ve iki güzel insanin pesine köpekler gibi düstüler. En son bir magaranin yanina geldiklerinde peslerindekiler iyice yaklasmisti. "Üçüncüleri Allah olan iki kisi" magaranin içinde, adamlar magaranin disindaydi. Adamlarin hepsi de kararli bir sekilde içeriye girmeye gerek olmadigini, çünkü orada kimsenin bulunamayacagini söylediler. Daha sonra geldikleri yoldan geri döndüler.Peygamber ve Ebu Bekir, kalkip baktiklarinda gördüler ki, magaranin önünde, sabah orada olmayan bir akasya agaci var ve tüm magara agzini bir örümcek ag örerek kapatmisti.Yine girisin çukurunda bir güvercin yuva yapmis ve yumurtasi üzerinde oturmaktaydi.

Amr onlari Yesrib'e kadar götürecek henüz müslüman olmamis, fakat sözüne güvenilir bir rehber getirdi. Bu adam onlari Yesrib'e sadece gerçek bir çöl adaminin bilebilecegi yollardan götürecekti.

Günlerce önce, Mekke'de Peygamber (sav)'nin kayboldugu ve onu bulana 100 deve ödül verilecegi haberi vahaya ulasmisti. Kuba'lilar her sabah yanlarinda baskalarini da götürerek yola çikiyor ve O'nu ariyorlardi. Gelis zamani gecikmisti. Nihayet o gün geldi. O'nun geldigini ilk gören bir yahudi idi. Komsularindan nasil biri oldugunu ögrenmis ve onu hemen tanimisti. Yahudi bagirarak onlarin geldigini söyledi. Bu çagriyi duyan kadin ve erkekler evlerinden firladilar ve onu selamlamaya kostular. Iki gün sonra Ali de onlara katilmisti. Karsilayanlar arasinda, Iranli bir ailenin genç yasta hristiyan olmus oglu, Selman da bulunuyordu. O da bunca senedir Peygamber (sav) 'i beklemisti.

MEDINE YOLU

Peygamber, vahâya 27 Eylül MS 622, Pazartesi günü ulasti. Medine'lilerin Peygamber (sav) Kuba'ya geldigi için sabirsizlandiklari haberi geldi. Bu yüzden Peygamber (sav) Kuba'da üç gün kaldi. Ve ayrilmadan önce Islam'in ilk camisinin temeli atildi. Cuma sabahi Kuba'dan ayrildi; o ve arkadaslari, onlari bekleyen Hazreç'li Beni Salim kabilesiyle namaz kilmak için Ranuna ovasinda durdular. Bu, o zamandan itibaren yurdu olacak olan ülkede ilk kilinan Cuma namaziydi. Namazdan sonra Peygamber (sav), Ebu Bekir (ra) ve diger Kureysliler de develerine bindiler ve Medine'ye dogru yola çiktilar. Hz. Peygamberi karsilamak için bütün halk yola dökülmüstü. O'nu O'na yakisir bir sekilde coskuyla karsiladilar. Herkes O'nu evinde misafir edebilmek için birbiriyle yarisiyordu:"Buraya buyur ey Allah'in Resulü, çünkü biz sizleri koruma gücüne sahibiz." diyorlardi.

Peygamber (sav) se, devesinin çökecegi yerde kalacagini söyledi. Kesva isimli deve, bos bir bahçeye çöktü. Peygamber orayi satin alarak, evlerini oraya yaptilar. Hz. Peygamber de sahsen bu çalismaya katildilar. Ev yapilana kadar da, Ebu Eyyub (ra) 'in evinde misafir oldu.

Peygamber (sav) yeni aldigi bahçeye, bir cami yapilmasini istedi ve cami yapimina hemen baslandi. Bu arada Medine'li müslümanlara yardimcilar anlamina gelen Ensar, Mekke'den gelen ve diger kabilelerden olan müslümanlara da Muhacir denilmeye baslandi. O arada Medine'de yasayan yahudiler ve müslümanlar arasinda, esit statülere sahip olacaklari bir anlasma imzalandi. Fakat yahudiler için bu anlasma yalnizca polititk bir anlam tasiyordu, ve Peygamber(sav) olduguna inanmiyorlardi.

Evs ve Hazreç arasinda Islamiyet hizla yayilmaya devam ediyordu ve eskiden düsman olan bu iki kabile birlesmislerdi. Bunu çekemeyen yahudiler, sesi güzel birini bularak, onlarin savastiklari zamandan kalma siirlerini, Evs ve Hazreç kabilelerinin bir arada bulundugu bir toplulukta okuttular.Evs'liler kendi siirlerini, Hazreçliler de kendi siirlerini alkisladilar. Sonra birbirlerine hakaret ederek, "Silahlanin, Silahlanin." demeye basladilar. Peygamber (sav), onlara hitaben:"Ey müslümanlar! Allah, Allah! Cahiliye devrindeki gibi mi davranacaksiniz? Aranizda olmama, Allahin sizi dogru yola ulastirip sereflendirmis olmasina ragmen hâlâ bunu mu yapiyorsunuz?" dedi.Bunun üzerine aglayarak birbirleiryle kucaklastilar, Peygamber (sav) ile birlikte Medine'ye gittiler.

Zamanla Islam'in tüm emirleri ortaya çikmisti. Namaz, oruç, zekat farz kilinmis, helaller ve haramlar belirlenmisti. Fakat müslümanlarin namaza nasil çagrilacagi konusu belli degildi. Sonra Abdullah Ibn Zeyd, bir rüya gördü ve bu rüyayi Peygamber (sav) 'e anlatti:"Üstünde iki parça kumastan yesil elbiseli bir adam yanimdan geçti, elinde bir nakus (çan) vardi. Ben 'Ey Allah'in kulu!, o nakusu bana satarmisin?' dedim.Ne yapacagimi sordu. 'Onunla insanlari namaza çagiracagim.' dedim.'sana ondan daha güzel bir yol göstereyim.' dedi.'Allahü Ekber demelisin.'Bunu dört defa tekrarladi.Sonra da ikiser defa sehadet kelimelerini okudu." dedi.

Bunun üzerine Peygamber (sav) :"Bu gördügün hak bir rüyadir. Bunu sesi güzel olan Bilal' e ögret." dedi. Bilal artik her sabah ezani büyük bir sevkle okuyordu.

Caminin yapimi tamamlanmak üzere idi. Peygamber (sav) bu arada Aise (ra) ile evlendi.

BEDIR SAVASI

"Kendilerine zulmedilmesi dolayisiyla, onlara karsi savas açilma (mü'minlere savasma) izni verildi. Süphesiz Allah, onlara yardim etmeye güç yetirendir. Onlar, yalnizca: 'Rabbimiz Allah'tir' demelerinden dolayi, haksiz yere yurtlarindan sürgün edilip çikarildilar."(Hacc:39-40)

Bu vahiy, Peygamber (sav)'e Medine'ye ulastiktan kisa bir süre sonra indi. Peygamber buradaki iznin emir anlaminda oldugunu biliyordu. Yahudilerle yapilan anlasmada da, savas gerekleri belirlenmisti. Baslangiçta sadece Kureyslilerin kervanlarina baskin yapilmakla yetinildi.

Müslümanlar,Kureys'le savas halindeydiler ve muhacirler bir Kureys kervanini izliyorlardi. Su anda çok önemli bir karar asamasindaydilar. Çünkü haram aylardan sonuncusu olan Receb'in son günüydü, fakat saldirmazlarsa yarina kadar Mekke'ye ulasacaklar, böylece haram bölge ile korunacaklardi. Bir müddet kararsizliktan sonra saldirmaya karar verdiler.Ganimet Peygamber'e getirilince O, bunu kabul etmedi. Haram aylarda savasmanin yasak oldugunu söyledi.Bunun üzerine su ayet nazil oldu:

"Sana haram olan ay'i, onda savasmayi sorarlar. De ki: Onda savasmak büyük (bir günahtir). Allah katinda ise, Allah'in yolundan alikoymak, onu inkar etmek, Mescid-i Haram'a (ziyaretçilerin girmelerine) engel olmak ve halkini oradan çikarmak daha büyük (bir günahtir). Fitne ise, katilden beterdir." (Bakara:217)

Peygamber (sav) bu ayeti söyle yorumladi:"Haram aylarda savasmak yine haramdir, fakat bu durum istisnadir." O Saban ayinda önemli bir ayet daha nazil oldu:
"Biz, senin yüzünü çok defa göge dogru, saga sola çevirip- durdugunu görüyoruz. Simdi elbette seni hosnut olacagin kibleye çevirecegiz. Artik yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursaniz yüzünüzü onun yönüne çevirin."(Bakara:114)

Böylece kible tayin edilmis oldu.

Peygamber (sav), Muhacir ve Ensardan olusan 305 kisilik bir ordu kurdu.(Bu arada kizi Rukiyye hasta oldugu için damadi Osman orduya katilmamisti.) MS. 623 yilinin 17 Martinda (Hicretin 2. yili 17 Ramazan) da iki ordu karsi karsiya geldi.Orduyu düzene soktu ve elinde bir okla hem onlara moral verdi, hem de saflari düzene soktu. Kureysliler dokuz-on bin kisi kadardilar.Kat kat fazla olmalarina ragmen Allah'in yardimi görüldü ve melekler de mü'minlerin yaninda savastilar. Kafirler büyük bir hezimete ugradilar ve hala sayica çok fazla olan sekiz yüz kisilik ordulari kaçmaktan baska çikar yol bulamadilar. Savas sonunda alinan esirler de fidye karsiliginda ailelerine geri verildiler. Savas Bedir Kuyulari'nin yaninda yapildigi için bu ismi aldi.

Bu siralarda Peygamberimiz kizlari Rukiyye'yi kaybetmislerdi. Savastan bir süre sonra Peygamberimizin en küçük kizlari ve o zaman yirmi yaslarinda olan Hz. Fatima evlilik yasina gelmisti. Eshabda ona en uygun kisi Ali (ra) 'di ve Fatimayi istemesi hususunda onu tesvik ettiler. Yapilan sade bir törenle evlendiler.

UHUD SAVASI

Yenilgiyi hazmedemeyen Mekkeli müsrikler bunun intikamini almak için and içmislerdi. Muhakkak acisini çikaracaklardi.Bunun için üçbin kisilik bir ordu ile medine'ye dogru yola çikti. Orduda Habisistan'li köle Vahsi de bulunuyordu. Sahibi eger Hamza'yi öldürürse onu ödüllendirecegini söylemisti. Bu konuda çok ustaydi. Bunu duyan Ebu Süfyan'in karisi Hind'de Hamza'yi öldürdügünde ona ödül vermeyi vaad etti. Müslümanlar onlarin bu düsüncelerini ögrenmekte gecikmediler ve her iki taraf da savas hazirliklarina basladilar. Bu sirada Fatima Hasan adinda bir erkek çocugu dogurmustu.

Savasin seyri, bir önceki Bedir Savasinda oldugu gibi müslümanlarin lehine ilerliyordu. Peygamber (sav), okçularina her ne surette olursa olsun asla yerlerinden arilmamalarini tembihlemisti. Bir ara öyle bir an gelmisti ki müsrikler kaçacak delik aramaya ve savas meydanini terketmeye basladilar. Okçular, ilk saflardaki arkadaslarinin ganimet kazanmak için giristikleri çabayi görebiliyorlardi. Bundan dolayi okçular da savas alanina girmek istediler. Liderleri Peygamber(sav)'in ne olursa olsun yerlerinden ayrilmamalari gerektigine dair emrini hatirlatti. Fakat onlar dinlemediler. "Savas bitti ve kâfirler kaçti" dediler.

O zamana kadar Mekke ordusunun süvarileri hiçbir ise yaramamislardi. Fakat Halid o anda karsida tarafta neler oldugunu farketti ve hemen bütün adamlarini okçularin bulundugu yere yöneltti. Bu andan itibaren savas müsriklerin lehine döndü. Öyle bir noktaya gelindi ki, artik kaçan kafirlerden bir kismi da gelip mü'minlere arkadan saldiriyorlardi. Savas nârâlari birden bire degisti ve Kureyslilerin "Ey Hubel! Ey Uzza!" sesleri alani doldurdu. Müslümanlar büyük kayip verdiler. Sag kalanlar da geri çekiliyorlardi. Müslümanlar geriye çekildikçe kalabalik da tepeye dogru yaklasiyordu. Fakat cansiperâne bir sekilde Peygamber (sav)'i korumaya çalisiyorlardi.

Savasta Peygamberimizin amcasi Hz. Hamza (ra), Vahsi tarafindan sehit edildi. Savastan sonra Vahsi meydana tekrar gelip Hz.Hamza'nin karnini yarip karacigerini çikarmisti. Bunu Hind'e götürüp verdi. Karsiliginda da Ganimetlerden Hind'e düsen payin tümünü aldi. Cigeri eline alan Hind, bir parça isirip, çigneyerek yuttu. Sonra da cesedin yanina giderek cesedi parçaladi. Diger kadinlari da bu sekilde yapmalari konusunda tesvik etti.Savasta Peygamber (sav) de yaralandi. Bu savasin müslümanlara biraktigi en önemli ders, her ne sekilde olursa olsun emirlere itaâtsizligin kazanilmak üzere olan bir savasi kaybettirecegi gerçegidir.

HENDEK

Hayber'e yerlesen Beni Nadir yahudileri, kaybettikleri topraklari tekrar kazanmaya kararliydilar. Ümitleri, Kureys'in Peygamber (sav) üzerine düzenleyecegi son ve büyük saldirida yogunlasiyordu. Islam'in besinci yilinin sonlarina dogru -MS 627'nin baslari- bu hazirliklar, Huyay ve Hayber'deki diger birkaç yahudi liderinin Mekke'yi ziyaret etmesiyle karara baglandi. Ebu Süfyan'a "Muhammed'i ortadan kaldirmada seninleyiz" dediler.

Anlasan taraflar plan hazirlamaya koyuldular. Yahudiler, Medine'den hoslanmayan tüm Necd kabilelerini ayaklandirma görevini üzerlerine almislardi.Beni Gatafan da onlaar katilacakti.

Kureys ve müttefikleri toplam dört bin kisiyi buluyordu. Müslümanlar Uhud'da üç bin kisiydiler, simdi ise sayilari on bini bulmustu. Planlarina uygun yola çiktilar. Peygamber (sav) durumu haber aldiginda hazirlanmak için sadece bir haftasi kalmisti. Istisare toplantisi yapip nasil bir strateji izleyeceklerine karar verdiler. Toplantida Selman-i Farisi'nin önerisi kabul edilmisti. Selman önerisini söyle dile getirmisti: "Ey Allah'in Rasulü, biz Iran'dayken atlilarin saldirisindan korktugumuzda etrafimiza hendek kazardik. Simdi de etrafimiza hendek kazalim." Herkes Uhud'daki stratejiyi tekrarlamak istemedigi için Selman'in önerisini kabul etti. Hendegin yapimi toplam alti gün sürmüstü.kazilan hendeklerin derinlik ve genisliklerini Selman biliyordu.yahudiler de anlasmanin bozulmamasi taraftari olduklari için, kazma kürek ve çapalarini ödünç verdiler. Savas basladiginda müslümanlar soguk ve nemli bir hava ve kitlikla karsi karsiya gelip daha önce hiç düsünmedikleri kadar büyük bir zayifliga kapildilar.

Hendegin bitmesine az bir zaman kala Kureys ordusu yaklasmisti. Kadinlar ve çocuklar, kalelere yerlestirilmisti. Mü'minler de sehrin disinda kamp kurdular.

Ebu Süfyan müsrik ordusunun basindaydi.Düsman da sehir disinda kamp kurmustu, cesaretleri artti.Bu bir meydan muharebesi olacakti. Kendi sayilari çok fazla oldugu için onlari rahatlikla yenebilirlerdi. Fakat biraz daha yaklastiklarinda genis ve derin hendegi görünce sasirdilar. Karsiya geçmeleri imkansizdi. bu yüzden karsilikli ok yagmuru basladi. Müslümanlarin komsusu, anlasmali olduklari Beni Kurayza yahudileri onlar yardim etmisti. Müsrikler simdi onlarida kendi taraflarina geçmeleri için ikna etmeye karar verdiler. Onlarla görüsmeye giden Beni Kurayza Huyay'dan oldum olasi korkardi. Yaptigi konusmayla Sefleri Ka'b Ibn Esed'i ikna etti. O da anlasma metnini yirtti. Onlar, Kureys'in zaferinden emindiler ve müslümanlara savas açtilar. Savas hala karsilikli ok atislariyla devam ediyordu. Günler süren kusatmadan sonra hendegin endar yerindeki korumalar nöbetlerden yorgun sekildeydiler. Müsrikler bundan yararlanmak istediler. Üç kisi birikte atlarini sürdüler, tam o sirada Hz. Ali orayi korumak için geldi ve onlardan Amr'i öldürdü.Müsrikler de hendegin asilabilecegini anlayip bazi noktalara asker yigdilar.

"Ey iman edenler, Allah'in sizin üzerinizdeki nimetini hatirlayin. Hani size ordular yönelip gelmisti, böylece biz de onlarin üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediginiz ordular göndermistik." ayetinin müjdesiyle savas Bedir gibi müslümanlarin zaferiyle sonuçlandi.

Sonra ayni 3000 kisilik Islam ordusu Analsmayi bozmus olan Beni Kurayza yahudilerine giderek kalelerini kusatti.

APAÇIK BIR ZAFER

Müslümanlar Mekke'ye girmek ve Kabe'yi ziyaret etmek istiyorlar, buna karsilik Kureysliler bu istegin gerçeklesmesine engel olmaya çalisiyorlardi. Kureysliler Süheyl'i ve yaninda birkaç kisiyi bir anlasma imzalamak üzere gönderdiler. Peygamber (sav)'le tartistilar. Sahabe disaridan onlarin sesinin yükselip alçalmasini dinleyerek, anlasip anlasmadiklarini anlamaya çalisiyordu. Sonunda bir anlasmaya vardilar. Kureysliler anlasma metnine besmele ve "Allah'in Rasulü" ibaresini koydurmadilar. Anlasma metni söyle devam etti:

"Onlar on yil boyunca savas yükünü kaldirdilar. Bu süre içinde insanlar güvenlikte olacak ve birbirlerine saldirmayacaklar. Su sartla ki, velisinin izni olmadan Kureys'ten Muhammed (sav)'e gelen kisiyi, Muhammed (sav) geri gönderecek; fakat Muhammed (sav)'le birlikte olanlardan biri Kureys'e siginirsa o geri gönderilmeyecek. Ihanet ve kaçamak yapilmayacak. Kim Muhammed'in tarafina geçmek isterse geçebilir, kim de Kureys'in tarafina geçmek isterse geçebilir." Her iki taraf da anlasmayi karsilikli olarak kabul ettiklerini beyan ettikten sonra, iki kabilenin reisi de imzaladi. Antlasma su cümlelerle bitiyordu: "Sen, Muhammed, bu yil bizden ayrikacaksin ve biz orada bulundugumuz sürece Mekke'ye girmeyeceksin. Fakat gelecek yil biz Mekke'den çikacagiz ve sen arkadaslarinla gireceksin. Orada üç gün kalacaksiniz, yolcu silahlarindan baska silah tasimayacaksiniz ve kiliçlariniz kininda olacak."

Anlasma müslümanlarin aleyhine görünüyordu. Bu durum müslümanlar arasinda sikintiya neden oldu. Fakat Peygamber (sav), sabretmeleri gerektigini ve kendilerine apaçik bir zaferin vadedildigini müjdeleyerek kalblerini teskin etti.

HAYBER

Hayber, yahudilerin yasadigi ve Islâmiyet için büyük bir tehlike teskil eden bir sehir idi.Çünkü liderleri Gatafan sürekli Kureyslileri onlara karsi kiskirtiyordu ve Medine'ye düsmandi.Bu yönde bir girisimde bulunulmasi gerekliydi. Çünkü Bir süre önce gelen bir vahiydeki yakin ve ganimetleri bol zaferin Hayber'in fethi anlamina geldigine emindi.Böyle bir fetihde, bedevilere görev verilmemeliydi, çünkü vahiy onlarin maddi kaygilarla sefere katildigini söylüyordu.Bu da müslümanlarin nisbeten daha az olmasi demekti.

Bu olay duyuldugunda kimse inanamadi. Hayber'in asilmaz bir kale oldugunu herkes biliyordu.Hayber de buna inanmadi ve müttefiklerine haber vermedi.Ancak haber gelince sefleri Kinane Gatafan'a giderek dörtbin kisilik asker yardimi aldi.Böylece onbin kisi oluyorlardi.Müslümanlar ise sadece altiyüz kisiydi.

Bu sirada, Medine halki çok fakirdi. Ve birçogunun ailelerine birakacak bir seyi yoktu. Peygamber onlara: "Siz gerçekten fakirsiniz. Fakat nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki, bir müddet daha yasarsaniz bolluk içinde yasayip ailelerinizi de bolluk içinde yasatacaksiniz.Bir yigin dirhem ve paraya sahip olacaksiniz ve bu sizin için hiç de iyi olmayacak."dedi.

Seferde iken orduyu durdurup güzel sesli Ibn el-Ekva (ra)'ya sarkilar söylettirdi ve kederli bir hava olustu .Sarki sonunda Peygamber ona:"Allah sana rahmet eylesin."dedi. Bu, onun sehit olacagi anlamina geliyordu.

Sehre gece karanliginda ve çok sessizce yaklasmislardi. Sabah namazini da sessizce kildilar. Günes yükseldiginde karsilarinda sessiz bir orduyla karsilasan Hayber halki çok saskindi. "Muhammed ve ordusu" diyerek sehre kaçistilar. Hz. Muhammed (sav), Allahû Ekber dedi ve zafer dolu bir sesle "Hayber harab oldu." sözlerini ekledi. Daha sonra Allah'in anlari cezalandirtacagini haber veren bir ayet okudu.

Hayber'liler surlarinin saglamligina güveniyorlardi. Oysa en zayif noktalari, birlikten yoksun olmalariydi. Karsilarindaki, küçük ama birlik içindeki orduyla savasmak onlar için bir sanssizlikti.

Müslümanlar, ilk gün küçük bir grupla en yakin kaleye saldirdilar. Bu bir taktik idi. Yaralananlar için de kampin gerisinde bulunan kadinlar görev aliyorlardi. Sabirla hareket ediyorlardi. Fakat alti gün boyunca bir degisiklik olmamisti. Son gece bir casusu yakalamislar ve o da (ailesine ve mallarina dokunulmamasi karsiliginda) kaleler hakkinda bilgi vermisti. Ilk önce en az korunan ve güçlü bir savas aletine sahip bir kaley saldirmalarini önerdi. Ertesi gün müslümanlar kaleyi ele geçirdiler. Kendi savas aletlerini buraya çikardilar. Böylece diger zayif kaleleri teker teker düsürdüler."

"Beni Gatafan nerede?" sorusu Hayber'de sikça sorulan bir soruydu.Gatfanlilar gerçekten yola çikmislardi.Bir günlük yol bitince, nerden geldigini anlayamadiklari: "Halkiniz! Halkiniz! Halkiniz!" seklindeki sesi üç kez arka arkaya duydular.Ailelerinin tehlikede olduklarini düsünerek, geri döndüler. Herseyin yerli yerinde oldugunu gördüler. Bir bakima, Düsmanin yenilmesinde paylari olamayacak kadar geç kaldiklarini düsünerek ikinci kez yola çikmayi göze alamadilar.

Hayber'deki en güçlü kalelerden biri Zübeyr Hisari denilen kaleydi. Diger kalelerden kaçanlarin çogu bu kaleye siginmislardi. Kale üç gün kusatma altinda tutuldu. Günün sonunda diger kalelerden gelen bir yahudi, onlara kaleyi sonsuza dek koruyacak kaynak bulundugunu, eger kendisi ve ailesi garanti altina alinirsa bu sirri onlara açiklamayi teklif etti. Bu sir kalenin altindan su geçiyor olmasiydi. Müslümanlar bu kaynagi engelleyerek onlari susuz biraktilar. Siddetli bir çarpismadan sonra kaleyi aldilar.

Son kale Kâmus kalmisti. Bu kale, güçlü ve zengin Kinane ailesine aitti. Yardim gelmemesi en çok onlari hayal kirikligina ugratmisti. Ondört gün direndiler. Sonra Peygamber'in Kinane'le konusma istegi üzerine görüsmeye karar verildi. Görüsmeler sonucunda, yahudilerin Hayber'i ve tüm mallarini müslümanlara birakip gitmeleri sartiyla onlara ve ailelerine birsey yapilmamasina ve esir alinmamasina karar verildi. Fakat kisa bir süre sonra hem müslümanlar hem de yahudiler mallarin büyük kisminin gizlenmis oldugunu farkettiler. Medine'den getirilen o meshur Beni Nadir serveti nerdeydi ? Peygamber (sav) bunu Kinane'ye sordu. O da mallarinin çogunu sattiklarini ve mallarinin azaldigini söyledi. Yahudiler onun yalan söyledigini biliyorlardi. Bir Peygamber karsisinda olduklarina artik inanmislardi ve onun yalan söylediginin anlasilacagindan korkuyorlardi. Kinane'nin en sevdigi adamlari ona hiçbirsey gizlememesi için yalvardilar. O ise onlari tersledi. Ertesi gün hazinenin varligi ortaya çikmisti. Kinane ve ona yardim eden kuzeni ölüm cezasina çarptirildilar. Ailesi de esir alindi.

Bundan sonra diger iki kale kendiliklerinden teslim oldular. Hayber yahudileri toplanip bir karara vardilar. Çiftçilikten iyi anladiklarini söyleyip hasat parasinin yarisini vergi olarak verip Hayber'de kalmak isteyeceklerdi. Peygamber bunu kabul etti. O sirada müslümanlarin Kuzydogudaki zengin vaha olan Fedek'e sefer düzenleyecekleri söylentisi çikti. Fedek yahudileri Hayber'e uygulanan sartlarla teslim olmak istedikleri haberini gönderdiler. Böylece Fedek de, savas ypilmadan kazanilmis oldu.

MEKKE'NIN FETHI

Hudeybiye anlasmasina ragmen, Bekr kabilesinden bir grup, Huza'a kabilesi ile aralarinda varolan kan davasini sürdürüyorlardi. Huza'a kabilesinin Beni Ka'b kolu, derhal Medine'ye giderek Peygamber'den yardim istediler. Mekke anlasmayi bozmustu.

Bu defa da korktuklari için Ebû Süfyan'i elçi olarak, Peygamber'e gönderdiler.Ebu Süfyan'in kizi Ümmü Habibe Peygamber'in hanimiydi.Önce onun evine gitti. Fakat kizi ona iltifat etmedi. Sahabilere gitti. Onlar da ancak Peygamber'in izin verdigi ölçüde onu himaye edebileceklerini söylediler. Ebu Süfyan en son olarak akrabasi olan Hz.Ali'nin yanina gitti.O da:"Yaziklar olsun sana Ebu Süfyan. Allah'in Resûlü senin teklifini geri çevirmeye karar verdi. Hiç kimse onun aleyhinde oldugu bir konu hakkinda olumlu bir ricada bulunamaz." dedi.

Ebu Süfyan son olarak Mescid'e giderek yüksek sesle "Ben insanlara tek tek himaye veriyorum.Muhammed'in de beni onaylayacagini umuyorum." dedi. Peygamber (sav):"Bu senin düsüncen." dedi ve sefer hazirliklarina baslanmasini emretti. Ebu Süfyan üzüntüyle Mekke'ye geri döndü.Tehlikenin yakinligini gören Kureys, Ebu Süfyan'i tekrar gönderdi. Tekrar gittigi zaman onlar Mekkeye yaklasmislardi. Ebu Süfayn anlasmayi yenilemelerini istedi. Peygamber de anlasmayi bozanin onlar oldugunu söyledi ve onun müslüman olmasini istedi.O da müslüman oldu ve kandi evine siginanlarin güvenligi konusunda garanti alarak Mekke'ye geri döndü.

Ebu Süfyan, Mekke'ye ulasinca herkesin onun evine gelmesini, ancak bu sekilde güvencede olacaklarini anlatti. Onlar:"Allah seni kahretsin. Senin evin bizi alir mi?" dediler. Kalabalik dagilarak kimi kendi evine kimi Mescid'e girdi. Ordu sehirden fazla uzak olmayan Zu Tuva'da kamp kurdu. Bir sene önce umre için 3 günlük izin almis ve hiç kimseyle karsilasmamislardi. Simdi de o zamanki gibi bombostu. Ama artik süre sinirlamasi yoktu.

Peygamber (sav) orduyu düzenledi. Sonra sehre girdi. Kureys'ten sadece Birkaç kisi ( Ikrime, Safvan ve Süheyl), Kureys'ten ve müttefikleri Bekr ve Huday kabilelerinden küçük bir grup asker toplamislardi.

Dövüsmeye kararliydilar. Müslümanlarin ilk grubu olan Halid'in sehre girmek üzere yaklastigini görünce onlara saldirdilar. Fakat Halid'le basedemeyeceklerini anlayarak kaçtilar.

Peygamber geçitten sehre girerken çatisma çoktan sona ermisti. Sehirde ilerlerken yanindakilere:" Hiç bir eve girmeyecegim." dedi. Amcasinin kizi Ümmü Hani'nin evine giderek, gusül abdesti aldi ve sekiz rekat namaz kildi.Bir saat kadar da dinlendi. Sonra kilicini kusanarak Hz.Ebu Bekir ile birlikte Mescid'e gittiler. Kabe'nin güney-dogu kösesindeki Hacerü'l Esved'e dokundu. Yanindakiler tekbir getirmeye basladilar. Allahu Ekber sesleri, Kâbe ve tüm Mekke'de yankilaniyordu. Sonra Kâbe'yi tavaf etti. Putlara yönelerek su ayeti okudu: "Hak geldi, batil yok oldu. Kusku yok, batil yok olucudur."(Isra:81)

Sonra putlarin hepsini yüz üstü düsürdü ve Kâbe'nin anahtarini Abdu'd Dar kabilesinden Osman'a verdi. Kâbe'nin önündeyken :"Vadinde duran, kuluna yardim eden ve kabileleri bir araya getiren Allah'a hamdolsun." dedi. Oradan çikip Safa tepesine çekildi.Orada daha önce kendisine düsman olup, simdi biat etmek isteyen kadinli erkekli bir grupla karsilasti. Yüzlerce kisi vardi.

HUNEYN SAVASI VE TAIF KUSATMASI

Peygamber'in (sav), Mekke üzerine yaptigi son ve kesin harekete ragmen Havazin'liler kuvvetlerini artirmayi durdurmadilar. O'nun Mekke'yi fethetme ve tüm putlari kirma haberi de onlarin düsüncelerini degistirmeye yetmemisti. Kendi tanriçalari Lat ve bir esi olan Uzza'nin kirilmasi onlari alarma geçirmisti. Mekke'nin fethinden üç hafta sonra yaklasik yirmibin kisilik bir ordu topladilar

Peygamber (sav), Mekke'nin basina güvendigi bir adami birakarak, Kuureysli ikibin kisinin de katilmasiyla kalabaliklasan ordusuyla birlikte yola çikti. Kureyslilerin çogu Peygamber'e biat etmelerine ragmen, bir kismi hâlâ biat etmemisti. Onlar da Mekke'yi Havazinlilere karsi korumak için katilmislardi. Henüz müslüman olmamis Safvan'in verdigi 100 zirh ve silah bir o kadar da deve ile birlikte sefere devam ettiler.

Onlara karsi hazirlanan Havazin kabileleri Sakîf, Nasr, Cüsem ve Sa'd Ibn Bekr idi. Bu topluluga genç olmasina ragmen, gücü ve yöneticiligiyle ün yapan otuz yaslarinda olan Nasr'li Malik kumanda ediyordu. Malik, karsi çikilmasina ragmen kadin ve çocuklarin da ordunun arkasindan getirilmesini emretmisti. Böylelikle askerler daha gayretle çarpisacaklardi.

Malik, Mekke ordusu hakkinda bilgi almak için iç gözcü göndermisti. Fakat üçü de çok kisa süre sonra korkudan dizleri titreyerek ve konusamayacak kadar dehset içinde geri döndüler. Bir tanesi:"Ala atlar üzerinde beyaz adamlar gördük. Ve bir anda gördügünüz hale geldik."dedi. Bir digeri: "Bunlar dünya insanlari degil, sema insanlari. Tavsiyemize uyun ve geri çekilin. Çünkü adamlariniz bizim gördüklerimizi görürlerse bizim gibi olurlar."dedi. Malik:"Utanin. Siz buradaki en korkak kisilersiniz." diyerek ordunun onlari görüp etkilenmemeleri için uzak bi yere yerlestirilmelerini emretti. Malik, kendisine yapilan tavsiyeleri dinlemeyerek, karanlikta, düsman yolu üzerindeki, Huneyn vadisine dogru ilerleme emri verdi. Ordunun bir kismini düsmanlarin rahatça gözlenebilecegi vadi yataklarina, geri kalanlari da vadinin tepesindeki yolun üstüne yerlestirdi.

Peygamber (sav) o gece vadinin ucuna yakin yerde kamp kurdu.Sabah namazini kildaiktan sonra admlarina, sabirli olurlarsa davayi kazanacaklari müjdeleyerek yola çikma emri verdi. Hava o gün çok puslu oldugu için vadi yatagi hala karanlikti. Ordu vadiye dogru ilerlemeye devam ederken, Malik'in birden emir vermesiyle Havazin'li süvariler birden ve vahsice müslümanlara saldirdilar. Arkalarindaki grup da hizla geri çekilmeye basladi. Peygamber, Ebû Bekir ve yanindakiler ise güvenli bir yere sigindilar. Peygamber yüz kadar kisiyi yanina toparlayarak, onlari geçide dagitti. Bu sekilde birden bire düsman saldirisini kontrol altina aldilar.

Düsman yeni bir saldiriya hazirlaniyordu. Peygamber (sav): "Allah'im, senden va'dini yerine getirmeni istiyorum."diye dua etti. Daha sonra da bir avuç çakil tasini düsmanin yüzüne dogru firlatti. Ve görünürde hiç bir neden olmamasina ragmen savasin akisi degisti. Simdi, mü'minlerin biraz önce yasadiklari yenilgiyi düsman yasiyordu. Düsman büyük bir bozguna ugramisti. Malik önceleri cesurca dögüstü, sonra sakifilerle birlikte surlarla çevrili Taif'e çekildi.

Savas sonucunda, arka saflardaki kadin ve çocuklar esir alindi. Ganimetler ve esirler Ci'râne Vadisine gönderildi. Esirler arasinda Peygammber'in süt kizkardesi Seyma da bulunuyordu. Müslüman olarak kabilesine geri döndü. Peygamber de ordusuyla Taif'e dogru yola çikti. 20 gün kadar süren kusatmadan sonra, birkaç kisinin müslüman olmasindan baska birsey elde edememislerdi. Bunun üzerine Peygamber (sav), kusatmanin kaldirilmasi emrini verdi."Allahim, sen Sakiflilere hidayet ver." diye dua etti.

VEDA HACCI

Peygamber, Medine'de iken Ramazan ayi ortalarinda on gün kadar Mescid'de itikaf etmeyi adet haline getirmisti. O sene ise yirmi günü itikafta geçirdi. Hicretin onbirinci senesiydi.O sene Cebrail geldiginde Peygamberimize, Kur'an-i Kerim'i bastan sona iki defa okudu.Halbuki önceleri bir defa okurdu.Cebrail Nasr sûresini okuduktan sonra:"Ya Cebrail, ölümümün yaklastigini hissediyorum."dedi.

O sene hacca peygamberin öncülük edecegi duyuruldu.Bu yüzden her yerden insanlar, Peygamberimizle hac yapabilmek için akin akin gelmeye basladilar.Bu Hac, yüzyillardir yapilan haclara benzemeyecek, hacilarin tümü tek Allah'a inanan kimselerden olusacak ve hiçbir putperest Kutsal Ev'i kirletemeyecekti.Ayin sonuna dogru peygamber, otuzbin kadin ve erkegin basinda Medine'den yola çikti. Ayrilisinin onuncu gününde Vadi'ye inmeye basladilar.Peygamber Kâbe'yi gördügünde sag elini yukari dogru açip dua etti:"Allah'im bu evin insanlardan gördügü saygi, lütuf, baglilik ve rahmeti artir."Mescide girdi, tavaf ettikten sonra Ibrahim makaminda namaz kildi.Sonra Safa ve Merve arasinda yedi defa gidip geldi.Yanindakiler her gittigi yerde okudugu dualari ezberlemeye çalisiyorlardi. Peygamber (sav) tüm kabilelere, Veda Hutbesi'ni verdi.

SEÇIM

Peygamber hacdan döndükten sonra, çesitli karisikliklar yasanmaya baslamisti. Bir yil önce müslüman olmus Yemameli, Beni Hanife kabilesinden; Müseyleme adli bir kisi çikmis, kendisinin peygamber oldugunu iddia ediyordu. Bir süre sonra, Müseyleme'nin kabilesinden iki kisi Peygamberimize gelerek: "Allah'in Resûlü Müseyleme' den Allah'in Resûlü Muhammed'e selâm üzerine olsun! Otoriteyi seninle paylasma görevi bana verildi. Dünyanin yarisi bizim diger yarizsi da günahkâr olmalarina ragmen Kureyslilerin." seklinde yazili mektubu getirdi. Peygamberimiz onlara bu konuda ne düsündüklerini sordu. Onlar da ayni fikirde olduklarini söyleyince Resûl:"Vallahi, Eger elçiler öldürülmez diye bir kural olmasaydi, sizin basinizi keserdim." Sonra Müsyleme'ye hitaben bir mektup yazarak elçilerle gönderdi:" Allah'in Resûlü Muhammed'den, yalanci peygamber Müsyleme'ye. Selâm, dogru yolda olanlarin üstüne olsun. Gerçekte yeryüzü Allah'indir, O, kullarindan diledigine onu miras birakir, isin sonu Allah'tan korkanlarin lehinedir.

Bu surada ortaya çikan yalanci peygamberlerden biri, Beni Esed'in baskani Tuleybe, digeri de Yemenli Kâb Bin Esved'di.Yemenli bir süre bölgesinde etkili oldu. Fakat bir süre sonra gurur ve kibiri yüzünden taraftarlari da ona karsi çikip, öldürdüler. Tuleyhe de en sonunda dize getirilerek Islâm'in en güçlülerinden biri oldu. Müseyleme de aylar sonra Vahsi'nin attigi bir mizrakla öldü.Bunlar Islamiyet için potansiyel bir tehlike olusturmustu. Sace isimli bir kadin da, kadin peygamber oldugunu iddia ediyordu. Fakat Peygamberimiz (sav) bunlarla ugrasmak istemiyor, kuzeydeki Mute yenilgisini düsünüyordu.Zeyd savasta sehid olmustu.Buna bir karsilik verilmeliydi. Bu yeni ordunun kumandanligina Zeyd'in oglu Üsame getirildi.

Peygamberimiz sik sik cenneti tasvir ediyordu. Bu yüzden ölümden çok sik bahsediyordu. Bir gün basi hiç agrimadigi bir sekilde agrimisti. Fakat yine de mescide gitti. Namazdan sonra minbere çikip son defa yapiyormus gibi Uhut sehitlerine rahmet diledi. Daha sonra: "Allah'in kullari arasinda bir kul var ki, Allah onu dünya ile kendisi arasinda bir seçim yapmasi konusunda serbest birakti.O da Allah'i seçti.Bunun üzerine Ebû Bekir -Peygamberimizin kendisini kasdettigini anlayarak- aglamaya basladi.Peygamberimiz de aglamamasini söyleyerek "Ey insanlar, insanlar arasindaarkadasligi il e en lütüfkâr olan kisi Ebû Bekir'dir." Minberden inmeden önce söyle dedi: "Ben sizden önce gidiyorum ve sahidinizim .Sizinle simdi su durdugum yerden gördügüm havuzda bulusacagim. Sizin Allah'in yaninda baska ilahlar edineceginizden korkmuyorum. Sizin iççin bu dünyadan korkuyorum, ola ki dünyevi seyler için birbirinize rekabet edersiniz."

Mescidden çikinca Aise'nin yanina gitti.Peygamberimizin yüzünde ölümcül hastaligin izleri görülüyordu. Hastaligi öylesine artmisti ki namazi ancak oturarak kildirabiliyordu. Bir sonrakinamaz vaktinde oturabilmesine ragmen namazi kildiramayacagini hissetti. Hanimlarina: "Ebu :Bekir'e namazlarda imamlik etmesini söyleyin." dedi. Hz.Aise buna karsi çikarak babasinin duygulu bir adam oldugunu, bu isi baskasinin yapmasinin daha uygun olacagini söyledi. Diger hanimlrinin da Hz.Aise gibi konusmasina ragmen o, israr ederek namazi Ebu Bekir'in kildirmasini istedi.

Hz.Muhammed, çok aci çekiyordu. Acinin çok agirlastigi bir anda karisi Safiye (ra) ona: "Ey Allah'in peygamberi, senin çektigini keske ben çekseydim! dedi.

Hicret'in onbirinci yilinin Rebi-ul Evvel ayi Pazartesi günü Peygamber'in atesi düstü ve çok güçsüz olmasina ragmen Mescid'e gitti. O, gittiginde namaz baslamisti ve mü'minler öyle sevindiler ki neredeyse namazdan çikacaklardi. Fakat, Resûl-i Ekrem, devam etmelerini isaret etti.Onlardaki takvayi görerek sevinçle yüzü parladi.Ebû Bekir onun namaza devam etmesini istedi.Peygamber (sav) ise onun arkasinda namaz kildi.

Mü'minler Peygamber (sav)'in iyilesmis oldugunu düsünüyorlardi. Oysa ki, O, namazdan sonra odasina çekilmis, güçsüz bir sekilde Aise (ra)'in kucaginda yatmakta idi. Bir süre kendini kaybetti. Sonra gözlerini açarak:"Cennette bulusmak üzere." dedi.

"Allah'in kendilerine nimet verdigi Peygamberler, dogrular( ve dogrulayanlar) sehitler ve salihler beraberdir. Ne iyi arkadastirlar onlar."(Nisa:69)

Sonra, onun tekrar:"Allah'im, cennette bulusmak üzere." dedigini duydu. Bunlar son kelimeler oldu.

CENAZENIN GÖMÜLMESI VE HILAFET

Ilk olarak Abbas'in dikkatini çeken bazi belirtileri, bir süre sonra digerleri de farkettiler.Hz.Muhammed vefat etmeden önce, Seferdeki orduya Peygamber'in durumu iletilmisti. Içinde Ömer'in de bulundugu Ashab' dan bir çok kisi; sehre geldiklerinde vefatin gerçeklestigini duydular. Ömer (ra) bunu reddetti. Insanlara, O'nun sadece ruhen yok oldugunu geri gelecegini anlatiyordu. O sirada gelen Hz.Ebu Bekir (ra),:"Yavas ol Ömer!" dedi.Allah'a hamd ettikten sonra söyle dedi:"Ey insanlar, kim Muhammed'e tapiyor idiyse - gerçekten Muhammed ölmüstür; kim de Allah'a tapiyor idiyse -gerçekten Allah diridir ve ölmez." Sonra su ayeti okudu.

" Muhammed yalnizca bir Peygamberdir. Ondan önce nice Peygamberler gelip geçmistir. Simdi o ölürse ya da öldürülürse siz topuklariniz üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? Iki topugu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, sükredenleri pek yakinda ödüllendirecektir."(Âl-i Imran: 144)

Ebu Bekir herkesi sakinlestirmisti. Ömer de Allah'in Resûlünün öldügüne artik inanmisti.

Islam toplulugunun basina kimin geçecegini tartismak için bir toplanti düzenlenecekti.Bu toplantida Ebu Bekir, Ömer gibi Ensar ve muhacirler bulunacakti. Ensar'dan biri konusuyordu. Muhacirleri de biraz övmesine ragmen, Ensar'i överek göklere çikariyordu. O konusmasini bitirince Hz.Ebû Bekir, kesin bir dille konusmaya basladi. Ensarin önemini kabul ettigini, fakat Islâm'in Arabistan'da yayildigini ve araplarin Kureys'ten baska birinin otoritesini kabul etmeyecegini, çünkü tüm Araplar nezdinde Kureys'in essiz bir yeri oldugunu belirtti. Konusmanin sonunda Ebu Ubeyde ve Ömer'in ellerinden tutarak, "Iki adamdan birisini öneriyorum. Hangisini dilerseniz ona biat edin." dedi.Ensardan biri kalkarak iki otoritenin olmasi gerektiginden bahsetti.Yeni baslayan tartismayi Ömer (ra) su sözlerle durdurdu:" Ey Ensar, Allah Resûlünün, namazlarda imamlik yapma görevini Ebû Bekir'e verdigini bilmiyor musunuz?" "Biliyoruz "dediler. " Peki aranizda kim onun önüne geçmek istiyor?" dedi. "Allah korusun, onun önüne geçemeyiz." dediler. Bunun üzerine Ömer, Ebû Bekir'in elini tutarak ona biat etti.Sa'd hariç orada bulunanlar da Ebû Bekir'e biat ettiler.Sa'd hiçbir zaman biat etmedi

Ertesi gün sabah Ebû Bekir namazi kildirmadan evvel minbere oturdu.Ömer ayaga kalkarak Ebû Bekir!e biat etmleri gerektigini söyleyerek onu söyle tanimladi:"Sizin en iyiniz, Allah Resûlünün arkadasi; ' Ikisi magarada oturduklarinda, ikinin ikincisi'(Tevbe:40) " Tüm cemaât bir agizdan ona baglilik yemini ettiler.

Ebû Bekir Allah'a hamd ederek söze basladi: "Sizin en iyiniz olmadigim halde, üzerinize hakim oldum.Dogru yaparsam bana yarddim edin, yanli yaparsam beni dogrultun.Ben Allah ve Resûlüne itaat ettigim sürece bana itaat edin. Fakat ben onlara itaât etmezsem siz de bana itaât etmeyin.Namaza kalkin Allah size merhamet eylesin." Namazdan sonra, Peygamberi (sav) gömmeya hazirlamak gerektigine karar verdiler. Bunun nasil olacagi konusunda anlasmazliga düstüler.Allah Hz. Ali'ye uyuklama verdi, ve rüyasinda Resûlallah, ona kendisini elbiseleriyle yikamalarini söyledi. O'nu yikadilar. O gün vücudu nefes alip vermemesine ragmen,sicaklik ve yumusakligini kaybetmis olmasina ragmen, hâlâ uykuda imis gibiydi.

Gömülecegi yer konusunda anlasmazliga düstüler.Bazilari onun çocuklarinin yanina gömülmesi fikrinde idi.Fakat Ebû Bekir onun :"Öldügü yer gömülmeyen hiçbir peygamber yoktur." dedigini hatirladi. Bunun üzerine mezar,Hz.Aise'nin odasinin zeminine kazildi.Sonra tüm Medine'liler O'nu ziyaret ederek cenaze namazini kildilar.

"Hiç süphesiz, Allah ve melekleri Peygamber'e salat etmektedirler.Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle selam verin."(Ahzab:56)

__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 04:05 PM   #9
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Exclamation





Bismillahirrahmanirrahim

"Ey insanlar!

"Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha bulusamiyacagim.

"Insanlar!

"Bugünleriniz nasil mukaddes bir gün ise, bu aylariniz nasil mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasil

mübarek bir sehir ise, canlariniz, malariniz, namuslariniz da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden

korunmustur.

"Ashabim!

"Muhakkak Rabbinize kavusacaksiniz. O'da sizi yapti olayi sorguya cekecektir. Sakin benden sonra eski

sapikliklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayiniz! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,

bulunmayanlara ulastirsin. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunlari daha iyi anlayan birisine ulastirmis

olur.

"Ashabim!

"Kimin yaninda bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her cesidi kalidirilmistir. Allah

böyle hükmetmistir. Ilk kaldirdigim faiz de Abdulmutallib'in oglu (amcam) Abbas'in faizidir. Lakin

anaparaniz size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme ugrayiniz.

"Ashabim!"

"Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldirilmistir, ayagimin altindadir. Cahiliye devrinde güdülen

kan davalari da tamamen kaldirilmistir. Kaldirdigim ilk kan davasi Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin

Rabia'nin kan davasidir.

"Ey insanlar!

"Muhakkak ki, seytean su topraginizda kendisine tapinmaktan tamamen ümidini kesmistir. Fakat siz bunun

disinda ufak tefek islerinizde ona uyarsaniz, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak icin bunlardan da

sakininiz.

"Ey insanlar!

"Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in

emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde

hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir. Sizin kadinlar üzerindeki hakkinizi; yataginizi hic

kimseye cignetmemeleri, hoslanmadiginiz kimseleri izininiz olmadikca evlerinize almamalaridir. Eger

gelmesine müsade etmediginiz bir kimseyi evinize alirlarsa, Allah, size onlarin yataklarinda yalniz

burakmaniza ve daha olmasza hafifce dövüp sakindirmaniza izin vermistir. Kadinlarin da sizin üzerinizdeki

haklari, mesru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

"Ey mü'minler!

"Size iki emanet burakiyorum, onlara sarilip uydukca yolunuzu hic sasirmazsiniz. O emanetler, Allah'in kitabi

Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin (a.s.m) sünnetidir.

"Mü'minler!

"Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanin kardesidir ve böylece bütün Müslümanlar

kardestirler. Bir Müslümana kardesinin kani da, mali da helal olmaz. Fakat malini gönül hoslugu ile vermisse

o baskadir.

"Ey insanlar!

"Cenab-i Hakk her hak sahibine hakkini vermistir. Her insanin mirastan hissesini ayirmistir. Mirasciya vasiyet

etmeye lüzüm yoktur. Cocuk kimin döseginde dogmussa ona aittir. Zina eden kimse icin mahrumiyet vardir.

Babasindan baskasina ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan köle, Allah'in,

meleklerinin ve bütün insanlarin lanetine ugrasin. Cenab-i Hakk, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet

ve sehadetlerini kabul eder.

"Ey insanlar!

"Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarisiniz, Adem ise topraktandir. Arabin Arap

olmayana, Arap olmayanin da Araap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahin

da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadir. Allah yaninda

en kiymetli olaniniz O'ndan en cok korkaninizdir.

"Azasi kesik siyahî bir köle basinza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'in kitabi ile idare ederse, onu

dinleyiniz ve itaat ediniz.

"Suclu kendi sucundan baskasi ile suclanamaz. Baba, oglunun sucu üzerine, oglu da babasinin sucu üzerine

suclanamaz.

"Dikkat ediniz! Su dört seyi kesinlikle yapmaycaksiniz:

Allah'a hicbir seyi ortak kosmayacaksiniz.
Allah'in haram ve dokunulmaz kildigi cani, haksiz yere öldürmeyeceksiniz.
Zina etmeyeceksiniz.
Hirsizlik yapmayacaksiniiz..
"Insanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri

zaman kanlarini ve mallarini korumus olurlar. Hesaplari ise Allah'a aittir.

"Insanlar!

"Yarin beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?"

Saheb-i Kiram birden söyle dediler:

"Allah'in elciligini ifa ettiniz, vazifenizi hakkiyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye

sehadet ederiz!"

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) sehadet parmagini kaldirdi, sonra da cemaatin üzerine cevirip indirdi ve söyle buyurdu:

"Sahid ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab!"

__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 12-13-2006, 04:07 PM   #10
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2504
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

Peygamberimizin üstün özellikleri
Serap Akincioglu

--------------------------------------------------------------------------------

Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Allah (c.c.) tarafindan seçilmis olmasi itibariyle maddî ve mânevî yönden çok üstün özelliklere sahiptir. Öyle ki bugün Islâm karsiti kisiler bile onun üstün ahlâkini ve aklini takdir ettiklerini itiraf edebilmektedir. Ama elbette mü'minlerin takdiri çok daha güçlü ve çok yönlüdür.Bilindigi üzere, Resulullah (a.s.m.) daha çocuk yaslardayken dahi ahlâki ve olgunluguyla dikkat çeker, yasitlarindan farkli oldugunu belli ederdi. Asil davranislari ve ruhî melekeleriyle bulundugu ortamda herkesin sevgisini ve saygisini kazandi.

Dedesi Abdülmuttalip çok sayida çocugu ve torunu oldugu halde ona çok düskündü ve bu düskünlügünü ömrü elverdigince onu himaye ederek göstermistir. Ayni tavri amcasi Ebu Talip'te de görüyoruz. Kendi çocuklarindan üstün tutacak ve daha düskün olacak sekilde bir baglilik duymasinin sebebi elbetteki onun üstün ahlâki ve emsalsiz ruhu sebebiyledir. Görüldügü gibi daha peygamberlik verilmedigi halde etrafindaki herkes bu mübarek sahsa hayranlik duymustur. Allah (c.c.) daha küçük yasta sirasiyla babasini, annesini, dedesini alarak onu egitmis bu tip zorluklarla onun ruhunu daha da olgunlastirmistir. Gençliginde de akli, ahlâki, fazileti, dürüstlügü ve diger pek çok yönüyle Mekkeliler arasinda dikkat çekmis, 'El-Emin' sifatina lâyik görülmüstür. Peygamberimiz (a.s.m.) Islâm'dan önce de hiçbir dönemde putlara tapmamis, akliyla, bir olan Allah'i bulmus, O'na yönelmis ve hanif olan Ibrahim'in dinini benimsemisti.

Saygin bir aileye mensup olup, Mekke'nin ileri gelenlerinin arasinda bulundugu halde hiçbir zaman ahlâkindan taviz vermemis hatta iffetiyle dikkat çekmistir.Peygamberligi döneminde de bu üstünlügü öncelikle Allah'a (c.c.) olan yakinliginda, korkusunda ve tevekkülünde görüyoruz. Kendisine ilk vahiy geldiginde de, inkârcilar onu reddettiginde de, magarada etrafi sarildiginda da, Uhud'da yenildiklerinde de hep ayni tevekkül ve Allah'a ayni baglilik göze çarpmaktadir. O tam bir Allah dostuydu, her tutum ve davranisinda O'na yönelir, sadece O'nun rizasini gözetirdi. Kâfirlere karsi onurlu ve zorluyken, mü'minlere karsi da sefkatli ve merhametli idi. Resulullah Efendimiz bütün ömrünü Allah'i razi edebilmek ve O'nun dinini insanlara ulastirabilmek için geçirdi. Bunu yaparken de tamamen Kur'ân'la hükmetti ve âlemlere örnek kilinan bir insan oldu.

Onun güzel ahlâki, akli, dirayeti, hikmeti, takvasi, liderligi, hakimligi çok iyi anlasilmalidir. Zira Allah onda bizim için güzel örnekler oldugunu söylemektedir."Sizin için, Allah'i ve ahiret yurdunu umanlar ile Allah'i çokça zikredenler için, Allah'in resulünde güzel örnekler vardir." (Ahzab Sûresi, 21)Hz. Muhammed (a.s.m.)'in önemli bir özelligi de kavminin hidayeti için gece-gündüz ugrasmasidir. Sadece ebedî hayatlarini kurtarabilmek için onlari sürekli olarak uyarmis ama bir yandan da salih olduklari takdirde cennetle müjdelemistir. Onlari Allah'in birligine tevhid çagirmis, her türlü puttan, sirkten, ortak kosmaktan arindirmistir. Âyetin de ifadesiyle üzerlerindeki agir yükleri kaldirmis, zincirleri indirmis (7/157) yerine kolay olani getirmistir. Çünkü Allah insanlara zorluk dilememis ve kaldirabileceklerinden fazlasini da yüklememistir.Peygamberimiz Araplarin yüzyillardir süregelen inanç sistemlerini, batil hurafelerini, adetlerini, törelerini yikmis yerine tertemiz olan hak dini koymustur. Ama bu çok iyi takdir edilmesi gereken bir noktadir. Zira köklü inançlari ya da saplantilari yikabilmek çok zordur; sabir, dirayet ve cesaret ister. Bu özelliklere ise Resulullah (a.s.m.)'da en fazlasi ile rastliyoruz.Cenâb-i Allah Peygamberimiz (a.s.m.)'i özel olarak seçmis, üstün kilmis, O'na büyük bir nur vermis ve serefli, üstün Kur'ân-i da ona indirmistir.

Bu mübarek insanin hayati boyunca mücadelesi çok yönlü olmustur. Bir tarafta inkârcilarin amansiz saldiri ve eziyetleri, diger tarafta münâfiklarin sinsi faaliyetleri, yine bir yanda yahudilerin siddetli düsmanliklari diger tarafta bedeviler... Görüldügü gibi pek çok açidan bakildiginda hep sorumluluk Peygamberimiz (a.s.m.)'in üzerindeydi. Hem hakim konumundaydi, hem savaslar idare ediyordu, hem de yöneticiydi. Bir yandan teblig yapiyor diger yandan da mü'minleri egitiyordu. Karsisindaki insanlarin cahiliyeden ve sirkten yeni kopmus ve dolayisiyla pek çok hatasi olan kimseler oldugu düsünüldügünde Peygamber Efendimizin üzerindeki yükümlülük daha iyi kavranabilir. Nitekim Said-i Nursi'nin Onun hakkindaki asagidaki sözleri, Peygamberimizde tecelli eden üstün ahlâki ve yüksek ruhunu bize çok güzel açiklamaktadir:"O asir o zat (a.s.m.) ile bir saadet-i beseriye asri olmus. Çünkü en bedevi ve en ümmi bir kavmi, getirdigi nur vasitasiyla, kisa zamanda dünyaya üstad ve hakim eylemis."Fahr-i Kâinat Efendimiz bir yandan cephede mücadele ederken diger taraftandan da Allah'in Kur'ân'da üstün onur sahibi bir elçi olarak niteledigi Cebrail (a.s.) ile görüsüyor ve vahiy aliyordu. Dahasi Sidret-ül Münteha ve Cennet-ül Meva'nin yanindaki bir makama çikiyor, Ruh'ül Kudüs'le burada da bulunuyordu. Allah, bir kisim ayetlerini göstermek için bir gece onu Mescidsi Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürmüstü. Asla hevadan konusmuyor ve Rabbinden aldigi vahyi insanlara aktariyordu. Böyle derin bir mâneviyat, yanindakilerin boyutunu asan bir hayat ve siddetli imtihan ortamiyla muhatapti. Peygamber Efendimizi (a.s.m.) degerlendirirken iste onun bu yönlerini de mutlaka tefekkür etmek gerekir. Öyle ki, Onun yasadigi üstün ahlâki ve derin maneviyati anlayabilen insanlar, süphesiz Ondaki 'en güzel örnekleri' daha iyi kavrayabilecek ve yasamaya çalisacaklardir.

__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
CevaplaCevapla


Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1)
 

Mesaj kurallari
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Acik
[IMG] kodlarAcik
HTML kodlari Kapali


Benzer Konular
Konu Konu Baslangic Forum Cevaplar Son Mesaj
Minik Aslı ağladı hayatları kurtuldu 19 Mart 2008 Seager Eskiler (Arşiv) 0 03-19-2008 04:31 PM
Peygamberlerin en üstünü Tilki_Andre Eskiler (Arşiv) 0 03-11-2008 07:34 PM

Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 02:28 AM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.