|
Türk Tarihi Ve Türk Büyükleri Şanlı Türk Tarihi ve Tarihe Damgasını Vurmuş Türk Büyükleri... |
|
Konu Seçenekleri | Görünüm Şekli |
11-28-2006, 01:56 PM | #11 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
ATTİLA (395-453) «TANRI'NIN KIRBACI» ATİLLA!.. torluğu'nu da dize getiren büyük komutan! Batılıların korkulu rüyası!.. "Tanrının Kırbacı" Attila!.. Büyük Hun imparatorluğunun bir ucu Çin sınırında, bir ucu Avrupa'nın göbeğindeydi. Doğu Roma imparatorluğu da, Batı Roma imparatorluğu da yıllık vergiye bağlanmıştı. Bu, Hun yumruğu altında kurulan Avrupa barışı yıllarında Attila, babası Muncuk tarafından, Batı Ro-ma'ya "Barış Rehinesi" olarak verilmişti. Böylece Hun imparatoru Muncuk, anlaşma hükümleri yerine getirildiği sürece, savaş açmayacağını, Roma'ya garantilemiş oluyordu. Bir bozkır çocuğu olan Attila'nın Roma'da öğreneceği pek çok şey vardı. Roma'da dil öğrendi, askerlik teşkilâtı hakkında yeni bilgiler edindi, politikanın nasıl yürütüldüğünü yakından inceledi. Fakat Roma'da Attila'nın asıl öğrendiği şey, bu insanların Hunları ne kadar sevmediği, ne kadar hor gördüğü ve ne kadar nefret ettiği idi. Tarihçiler, Attila'nın Roma'yı yıkma kararına, bu "Barış Rehinesi" günlerinde vardığını yazarlar. Babasının, arkasından amcasının ölümünden sonra, kardeşi Bleda ile birlikte, Hun tahtına oturdu. Attila'nın yönettiği topraklar, Bizans İmparatorluğu'na komşu idi. İlk iş olarak, Batı Roma İmparatorluğu ile bir barış anlaşması imzaladı. 6-7 yıl, Hunlara bağlı ülkelerin ve milletlerin merkeze bağlılığını sağlama ve güçlendirme işine ayırdı. Demir gibi bir otorite ve sağlam bir hiyerarşi kurduktan sonra, Bizans'la yapılan anlaşmayı bozdu. Çünkü, güneydoğu kanadını güven altına almadan, Batı Roma'ya saldıramazdı. Attila, fırtına gibi akan süvarileriyle, Bizans kalelerini bir bir ele geçirerek, Trakya'ya kadar indi. Bizanslılar amana geldiler. Bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, yıllar boyu sık sık bozulacak, savaşlar yapılacak, yeni barışlar imzalanacaktır. Fakat her barış, daha ağır şartları getirdiğinden Bizans, tek kurtuluşu Attila'yı öldürmekte görmeğe başladı. Suikastler düzenledi. Muvaffak olamadıkça yeni savaşlara girmeye ve daha ağır şartlarla yeni barışlar imzalamaya mecbur oldu. Attila, Asya'yı ve Avrupa'yı Hun bayrağı altında birleştirmek çabalarını sürdürür, bu maksatla Asya'da devlet yapısını güçlendirecek önlemler alırken, kardeşi Bleda, kendi askerleri tarafından öldürüldü (442). Artık Attila, tek başına Hun Imparatorluğu'na hükmediyordu. Hun imparatorluğu, kendisinden önce de güçlü, Avrupa'ya diz çöktüren, direnilmez bir güçtü ama, yerine oturmuş sağlam bir devlet örgütü, hiyerarşik bir imparatorluk olması, onun zamanındadır. Tarihçiler onu, —Jordanes ve Priskos da dahil olmak üzere— dünya hâkimiyeti fikrine sahip, teşkilâtçı ve büyük bir imparator olarak görürler. Kültüre büyük önem vermiştir. Batılılar "barbar" diye göstermek isterler. Fakat ele geçirdiği ülkelerde bilim adamlarına büyük önem verdiğini, çevresinde sürekli olarak Yunanlı ve Latin fikir adamlarını ve edebiyatçılarını bulundurduğunu da saklayamazlar. Şaman dinine bağlı idi. Fakat bütün dinlere ve din adamlarına her zaman saygı göstermiştir. Roma kapılarına dayandığı günlerde Papa'nın, kendisinden şehre girmemesini rica etmesi üzerine, ordularını yüzgeri edip dönmesi, fikre olduğu kadar, imana da büyük saygısı olduğunu açıkça ortaya koyar. Çok sade bir hayatı vardı, dünyanın en büyük hazinelerinin tek başına sahibi olduğu halde, ordugâhlarda askerleriyle birlikte yaşar, onlar gibi yer içer, onların hayatını paylaşırdı. Tantanalı Roma Imparatorluğu'ndan gözleri kamaşan Batılılar, onun bu sade hayatını bir türlü anlamamışlar ve Büyük Hun Imparatorluğu'nu, "Çadır Uygarlığı" deyimiyle küçümsemek istemişlerdir. Çadırın, uygarlıkla bir ilişkisi olmadığını bugün herkes biliyor. Attila, kendi imparatorluğunun geleceği bakımından, Romalılarla, Got'ların arasını açmakta büyük yarar görüyordu. Buna çok çalıştı. Fakat Got'lar, yalnız kaldıkları takdirde Attila'ya dayanamayacaklarını çok iyi bildikleri için, Romalılardan kopmadılar, tersine birleştiler. Bunun üzerine Attila, yarım milyonluk bir ordu ile Batı-Got sınırına dayandı ve Orleans'ı kuşattı. Şehir düşmek üzere idi. Bu sırada, büyük bir Roma-Got ordusunun üzerine gelmekte olduğunu haber aldı. Strateji bakımından daha elverişli bir yere çekilmek için kuşatmayı bıraktı ve Chalons vadisinde düşmanlarını beklemeye başladı. 451 yılı yazında burada dünyanın en büyük savaşlarından biri yapıldı. Hun atlıları, korkunç savaş naraları ile düşman saflarına fırtına gibi daldılar. Roma hatları bir anda parçalandı, bayraklar düştü. Batı Got’ları da bu saldırı karşısında neye uğradıklarını anlayamadılar. "Tanrının kırbacı” Avrupa’yı kırbaçlıyordu. Gotların yaşlı ve tecrübeli kralı Teodoric, Hun süvarilerinin kılıçları altında can verdi. Aetius'un Roma ordusu ise paramparça olmuş, savaş meydanını ölüleri ile doldurmuştu. Hun Kralı Attila'yı durduracak hiçbir kuvvet kalmamıştı artık. Fakat bu sırada, hiç beklenmedik bir şey oldu. Chalon savaşında Hun kılıçları altında parça parça olan Batı Gotları Kralı Thedorik’in genç oğlu, babasının ölümü üzerine ordunun başına geçti. Krallarını kaybeden Gotlar, yeni kralları Thorismund'un komutasında beklenmedik bir güç ve öfke ile karşı saldırıya geçtiler. Bu, öylesine amansız bir saldırı idi ki, zafer sarhoşluğu ile gevşemiş Hun askerleri paramparça oldu. Attila'nın ordusu yenilmek üzere idi. Fakat Attila, hemen komutayı ele geçirdi ve yenilgiyi, düzenli bir geri çekilme haline koymaya muvaffak oldu. Böylece zafer yine Attila'da kalmış oluyordu. BATI ROMA İMPARATORLUĞU İLE BARIŞ ANTLAŞMASI Attila, bir yıl sonra, Batı Roma üzerine yürümüş, yaman savaşlar vererek Roma kapılarına dayanmıştır. Roma düşmek üzere iken, Papa Leon, yanına aldığı iki Roma konsülü ve maiyeti ile birlikte Attila’ya gitti ve kendisinden şehre girmemesini rica etti. Bu ricayı Attila'nın niye kabul edip ordularını geri çektiğini, bugüne kadar tarihler çözememişlerdir. Attila'nın niyeti, Çin'i ele geçirmek, Asya ve Avrupa üzerinde bir dünya imparatorluğu kurmaktı. Fakat, Burgonya Kralı'nın kızı İldiko ile evlendiği gece, şüpheli bir şekilde öldü.(453) |
11-28-2006, 01:56 PM | #12 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
BABÜR ŞAH ( 1483-1530 ) Tek başına Türk - Hint imparatorluğunu kuran bir irade... Küçük ordusu ile, on katı orduları yenen yaman bir komutan... En büyük kuvvetin "akıl" olduğunu fark eden ince bir politikacı... Osmanlı İmparatorluğu'nun temel fikirlerini, devletinde başarı ile uygulayan bir Türk... Şair, tarihçi, fikir adamı, velhasıl büyük bir insan!... Gazi Zahireddin Muhammet Babür, 1483 yılında, Fergana'nın Andıcan kasabasında doğdu. Baba tarafından Timur soyuna, ana tarafından Cengiz soyuna bağlı idi. Babası bir kazada ölünce, daha 11 yaşında iken tahta çıktı. Fergana Emiri oldu. Bu yaşta bir gencin tecrübesizliğinden yararlanmak isteyen akrabaları, dayıları, amcaları ayaklandılar... Fergana Emirliği'nde hak iddia ediyorlardı. Babür, bunlarla ayrı ayrı boğuştu. Yendi, yenildi, fakat mücadeleyi ne bıraktı, ne usandı. Yaşının çok üstünde bir bilgi ve maharet gösteriyor, her gün yeni bir savaş, yeni bir başarı ile hem olgunluğunu kanıtlıyor, hem taraftarlarını çoğaltıyordu. Fakat bir an geldi ki, Babür'le birlikte hareket eden Timur soyundan gelenler, yorgun düştüler. Buna karşılık, boğuştukları Şibanîler kuvvetlendi. Babür, zaferi de yenilgiyi de tatmıştı. Yüzlerce tehlike içinde yaşamış, bunlardan sıyrılabilmiş ve her seferinde bahtının yıldızına inanmıştı. Babasının hüküm sürdüğü bu topraklarda artık huzur kalmamıştı. Tıpkı Selçukiler gibi, tıpkı Osmanlılar gibi, öz yurdunu bırakıp yeni bir vatan aramaya karar verdi. KABİL'İ KENDİSİNE BAŞKENT SEÇTİ Topladığı Türk ve Moğollardan oluşmuş bir kuvvetle güneye yöneldi, Hindikuş Dağları'nı aştı ve Kâbil'i ele geçirmeye muvaffak oldu (1504). Bu, tasarladığı büyük devletin ilk merhalesi idi. Kabil’de, bazı adaletsizlikler haksızlıklar yaptı- lar. Babür, yerli halka iyi davranmayan bu askerlerini -tıpkı Osmanlılar gibi- şiddetle cezalandırdı. Kendi hükümdarlarının çeşitli haksızlıklarını neredeyse kanıksamış bulunan halk, Babür'ün gösterdiği bu adalet karşısında, onu sevdiler ve şiddetle desteklediler. Babür, Kâbil'i kendisine başşehir seçti. Ele geçirdiği toprakları, askerleri ve komutanları arasında-tıpkı Osmanlıların yaptığı gibi- bölüştürdü. Özbek kılıcından ürküp Semerkant'tan ve öteki şehirlerden kaçan insanları, topraklarında yerleştirdi ve üretime geçirdi. İnce bir politikacı örneği vererek bir taraftan Efganlılarla, bir taraftan Şaybak Hükümdarı Şah İsmail ile ittifak kurup, babasının topraklarında hüküm süren Şaybak Han'ı yendi ve topraklarını Türkistan'a kadar genişletti... HİNDİSTAN'A 5 SEFER DÜZENLEDİ Genç Babür Şah artık gözünü Güneye, Hindistan'ın zengin topraklarına dikmişti.1511'de Semerkant ve Buhara'yı ele geçirdikten sonra ordusunu düzenledi, ateş gücünü artırdı ve 4 Şubat 1519'da Sint Nehrini sallarla geçti ve Pencap ve havalisindeki toprakları ele geçirdi. Hindistan üzerine ayrı ayrı beş sefer düzenlemiştir. Her seferinde karşısına çıkan üstün kuvvetleri yenmiş, küçük ordusu ile büyük orduları dağıtmıştır. 5. seferinde Delhi tahtında oturan İbrahim Lodi'nin yüzbin kişilik ordusu ile karşılaştı. Ayrıca bu ordunun içinde 1000 kadar da fil vardı. Oysa Babür'ün ordusu sadece 13.000 kişi idi. İbrahim Lodi, askerlerine olduğu kadar, fillerine güveniyordu. Babür ise, tam bir disiplin içinde yetiştirdiği askerlerine ve bir de ateşli silahlarına bel bağlamıştı. Savaş başladı. Ön saftaki filler, Babür'ün askerlerini ilk anlarda bocalattı iseler de Babür'ün topları gümbürdemeye başlayınca filler ürktü ve asker bozuldu. Sultan İbrahim'in dövüşken askerleri, bütün cesaretlerine ve sayılarının üstünlüklerine rağmen, Babür askerlerinin kılıçlarından kurtulamadılar (29 Nisan 1526). Artık Babür'e, dünyanın en zengin, en esrarlı, en bereketli ülkesi açılmıştı. Sa- vaşta ölen İbrahim Lodi'nin toprakları bundan böyle Babür devletinin sınırları içine girmişti. Babür orduları Delhi'ye, Agra'ya girdi. Artık Türk - Hind imparatorluğu kurulmuş bulunuyordu. Babür, Hindistan'ın racalar, sultanlar tarafından ezilen halkına, adalet ve şefkatle davranıyordu. Bu tutumu ona büyük başarının yollarını açtı. Fakat ordusu, hem yorgun düşmüş, hem Hindistan'ın iklim şartları askerleri bezdirmişti. Bazı Hind emirleri, çapulcu şeyhler, halkı ayaklandırıyor ve ordunun ikmal yollarını ikide bir tehlikeye sokuyordu. Babür'ün Moğol -Türk askerleri de bu, yağmurları tufana, güneşi cehennem ateşine benzeyen ülkede ilerlemekten bıkmışlardı. Geri dönmek istediklerini Babür Şah'a ilettiler. Babür Şah, -tıpkı İran seferinde Yavuz Selim'in yaptığı gibi- askerlerinin karşısına çıktı ve ateşli bir konuşma yaptı: "Ben size zaferler, ganimetler veriyorum. Siz beni bırakıp gitmek istiyorsunuz. Bunu iyice bilmelisiniz ki, gitseniz bile, ben yalnız başıma burada kalırım ve maksadıma ulaşırım.. “ Konuşması askerlerini uyardı ve tekrar zafer yollarına düştüler. Racalar, Babür'e karşı direniyorlardı. Babür bunların hepsini itaat altına aldı. Ve en büyük güç olan Raçput Hanı Ranâ Sanga üstüne yürüdü. 16 Mart 1527'de Kavna mevkiinde iki ordu karşılaştılar. Babür, sayıca üstün ve dövüşken Raçpu ordusunu üstün strateji ve ateşli silahları yardımı ile yendi ve böylece bütün Hindistan illerinde tam bir egemenlik sağladı. AYNI ZAMANDA EDEBİYATÇI VE TARİHÇİ İDİ Babür Şah, sadece bir devlet kurucusu, bir komutan ve yönetici değil, aynı zamanda edebiyatçı ve tarihçi idi. Çağatay edebiyatının tanınmış şairlerindendir. Ali Şir Nevaî'den sonra akla gelir. Türkçe ve Farsça yazmıştır. Çağatay nazım sanatındaki ustalığını şiirlerinde, nesrindeki başarısını da "Babür-name" adı ile kaleme aldığı gezi anılarını ve şeceresini anlatan kitabında örneklemiştir. Babürname, hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş ünlü bir eserdir. 25 Aralık 1530'da Agra'da 47 yaşında iken hayata gözlerini yumdu. |
11-28-2006, 01:57 PM | #13 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
BAKİ ( 1526- 1600 ) 16. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'na imzasını atan Padişah nasıl Kanunî Sultan Süleyman ise, bu çağın edebiyatına mührünü basan sanatçı da şair Baki'dir. İmparatorluk, en geniş sınırlarına ve en güçlü dönemine 16. yüzyılda erişmiş, Osmanlı şiir sanatı da Baki'nin kalemi ile, şekilde ve manada en büyük ihtişamını yaşamıştır. Ordular, muhteşem Süleyman'ın buyruğunda, söz, Baki'nin mısralarında zaferler kazanıyordu. Bir halk çocuğudur Baki. Babası, bir mahalle camisinin müezzini idi. İstanbul'da 1526 yılında doğmuştur. Okuyup yazmasını söktükten sonra, babası kolundan tutup oğlunu bir saracın yanına çırak verdi. Baki, saraçlık mesleğine gönül verseydi, herhalde zamanın ünlü saraçlarından biri olurdu. Fakat, sevemedi bir türlü bu zenaati... Gözü okumaktaydı. Ne yaptı yaptı, kendisini medreseye yazdırmaya muvaffak oldu. Medresede, zamanın ünlü bilginlerinden Karamanlı Ahmet ve Mehmet efendilerden ders gördü. Daha sonra, kendisi gibi ünlü kişiler arasına katılacak olan tarihçi Hoca Sadettin ve şair Nef'î ile bu medresede arkadaş olmuştur. Daha 18 yaşında bir medrese talebesi iken, bu, kara-kuru, ufak-tefek genç, yazdığı şiirlerle ününü bütün İstanbul'a duyurmuştu. Daha bu yaşta iken, şiirde kolaya kaçmıyordu. Mısralarını, kuyumcu gibi işliyor, kelimeleri tartıp-ölçüp yerleştiriyor, nefis mısralar çıkarıyordu. Bir ara, çağın ünlü bilgini Kadızade Şemsettin'in derslerine devam etti... Parlak bir medrese öğrencisiydi, parlak bir şairdi, parlak bir gelecek vaad ediyordu. DİVAN EDEBİYATINI ULAŞILMAZ BİR NOKTAYA GETİRDİ Nahcıvan seferinden dönen Kanunî Sultan Süleyman'a, bir kaside sundu. Padişah, imparatorluğunun gümbürdeyen sesini mısralara dolduran bu genç şairi beğendi. Çünkü Baki, daha o yaşlarda iken, Divan Edebiyatı'nı, şekil açısından, âdeta ulaşılmaz bir noktaya getirmişti. Ona, çağının şairleri, "Sultan-ı Şuera", yani şairlerin sultanı dediler. O, ne yaptığını biliyordu. Nitekim daha sonraki yıllarda: "Bu devre içinde benim padişehi mülk-ü sühan Bana sunuldu kaside, bana verildi gazel" diyecek ve kendisini, söz mülkünün padişahı olarak ilân edecekti. Mesleğinde, "Danişmend" (rektör yardımcısı) mertebesine yükselmişti. Padişahın isteği ile ve 30 akçe maaşla 1563 tarihinde Silivri, Piri Paşa Medresesi'ne müderris olarak atandı. Baki'nin sonraki hayatı, Mekke, Medine kadılıkları, İstanbul kadılığı, Anadolu kazaskerliği, Rumeli kazaskerliği gibi önemli mevkilerde geçmiştir. Fakat onun gözü, şeyhülislâmlıktaydı. Bunun için çok çalıştı, hatta entrikalar çevirdi, fakat bir türlü bu makama gelemeden hayata gözlerini yumdu (1600). Baki, şeyhülislâm olamadığı için, değerinin bilinmediğine inanıyordu. Bir şiirinde: "Kadrini seng-i musallada bilüp ey Baki Durup el bağlayalar karşına yaran, saf saf." ikilisi ile bu duygusunu açığa vuracak ve tabutu musalla taşına konduğu zaman, namazını kılmak için önünde duran, zamanın şeyhülislâmı Sunullah Efendi, bu beyti yüksek sesle okumaktan ve gözünün yaşını silmekten kendini alamayacaktı. ZEVKE, EĞLENCEYE DÜŞKÜNDÜ Baki, ufak-tefekti, kara-kuru idi, biraz da kargayı hatırlatacak kadar çirkindi ama, son derece neşeli, esprili, zeki ve hoşsohbetti. Düşündüğünü söylemekten çekinmez, fakat kimsenin de kalbini kırmak istemezdi. Bu mizacı ile meclislerin aranan adamı idi. Zevke, eğlenceye düşkündü. İstanbul'un uzun kış gecelerinde onu, bozahane sohbetlerinde özel içki sofralarında, Tahtakale gezintilerinde, Balat, Galata, Samatya'nın meyhanelerinde görebilirdiniz. Yaz günleri de Kâğıthane, Bahariye, Tophane âlemlerinde aranan biri idi. Yeni yazdığı bir şiiri, sarığının kenarına iliştirir, gittiği toplantılarda okur, her bulunduğu yerde güzel sohbetler açardı. Kaside biçiminin büyük ustalarından biri olmakla beraber, gazelde erişilmez bir sanat dehasına sahipti. Hayatında ne kadar samimî ise, sanatında da o kadar şekilcidir. Eşanlamlı kelimeler üzerinde oynamakta üstüne yoktur. Divan Edebiyatı'nın en büyük temsilcisi, en büyük ustasıdır. Kendi şahsi mührüne, "Dünya geçici, vefa yok, Baki de geçicidir" anlamına gelen Farsça bir beyit kazdırmıştı. ARAKÇA’ DAN OSMANLICA ‘YA ÇEVİRDİĞİ ESERLERİ VARDIR Baki, ilk Divan'ını, Kanunî Sultan Süleyman'ın emri ile toplayıp ortaya koydu. Daha sonra yazdığı şiirlerle Divan tekrar bir araya getirilmiştir. Tam metin olarak iki defa İstanbul'da, bir defa da Prag'da basıldı. Tarihçi Hammer, Baki'nin Divan'ını Almanca'ya tercüme ederek yayınlamış bulunuyor. Baki'nin, Divan'ından başka Arapça'dan Osmanlıca'ya çevirdiği eserler de vardır. Baki'yi, mizacı ve dünya görüşü ile güzel anlatan şiirlerinden birinin bir parçasını aşağıya alıyoruz: "Ey dil, sen o dildara lâyık mı değilsin ya! Dava-i muhabbette sadık mı değilsin ya! Özrü, nedir Azra'nın Vamık mı değilsin ya, Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin ya, Âşıkda keder neyler, gam, halk-ı cihanındır, Koyma kadehi elden, söz Pir-i muganındır." Baki, şiirlerini överken şöyle söylüyor: "Derme çatma giydirir eller libası şiirine Hil'at-ı nazm-ı cihangirin senin, altunludur." "Başkaları şiirlerine derme çatma esvaplar giydirir. Oysa senin, dünyayı tutan şiirinin kaftanı, altınla işlenmiş..." Baki'nin hakkı var, belki sonsuzlukla işlenmiş! |
11-28-2006, 01:57 PM | #14 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
BİRİNCİ MEHMET ( ÇELEBİ ) Yıldırım Beyazıt'ın hatası, Timur gibi bir Türk hükümdarı ile anlaşma yollarını aramayıp savaşa girmesi ise, Timur'un da hatası, Osmanlı devletini çökertip Anadolu'yu parça parça bölmesi ve birtakım beylikler ortaya çıkarmasıdır. Çünkü Timur, nasıl Asya'yı avucu içine almış bir hükümdar ise, Yıldırım Beyazıt da Avrupa'yı avucu içine almış bir Türk hükümdarı idi. Beyazıt'ın yenilmesi, Timur'a hiçbir fayda sağlamamış, sadece papaya ve Avrupalılara nefes alma fırsatı vermiştir. Oysa, bu iki devlet adamının anlaşması, tarihi değiştirebilir, yeni bir dünya haritası meydana çıkarabilirdi. Beyazıt yenilip, Osmanlı ülkesi beyler arasında paylaşılınca, Beyazıt'ın oğulları da taht kavgasına düştüler, olmayan bir taht için dövüştüler. Çelebi Sultan Mehmet, bu kanlı kavgaların içinden çıkmasını ve imparatorluğu yeniden kurmasını bilmiş bir Beyazıt oğludur. AMASYA VİLAYETİNE VALİ TAYİN EDİLDİ Babası Timur'a yenilince, elindeki kuvvetlerle Amasya'ya çekildi ve orasını devletinin çekirdeği olarak kullandı. İyi bir politikacı idi. 1379 yılında Bursa'da doğdu. Babası Yıldırım Beyazıt, annesi Germiyan beyinin kızı Devlet Hatun'dur. Annesi soyundan Mevleviliğe bağlı oldukları için Çelebi Mehmet diye anılmıştır. Kültürde ve askerlikte belli bir olgunluğa gelince, Amasya vilâyetine vali tâyin edildi. Nitekim, babasının Timur'a yenilgisi üzerine de bu vilâyete çekilmiştir. Realist bir devlet adamı olduğu için Timur'a kafa tutmanın bir işe yaramayacağını hemen farketmiş ve Amasya'da Timur'un himayesine sığınmış, onunla ortaklaşa para bastırmıştır. Kısa bir zamanda Sivas, Tokat, Amasya bölgelerine hâkim oldu. Timur, Anadolu'dan çekilince de kardeşleri ile taht kavgasına girişti. Önce, babasının cenazesini Germiyanoğullan'ndan alarak Bursa'ya getirdi ve bir yüksekçe tepeye gömdü. Diğer iki kardeşi Süleyman Çelebi ile Musa Çelebi anlaşmışlardı. Musa Çelebi Bursa'ya hücum etti ve Bursa'yı ele geçirmeye çalıştı. Böylece başlayan kardeş kavgası birçok yenilgilerle yıllarca sürüp gitti. Bu kardeş kavgasına zaman zaman Anadolu beyleri, zaman zaman Bizans, taraf tutarak katıldılar. Yendiler, yenildiler ve Çelebi Mehmet önce kardeşi Isa Çelebi'yi, daha sonra Süleyman Celsbi'yi öldürerek ortadan kaldırdı. Kardeşi Musa'nın da işini bitirdikten sonra, Timur'un yanında bulunan öteki kardeşi Mustafa ortaya çıktı. Saltanatının son yıllarında bu kardeşi ile kanlı savaşlar yapmak zorunda kaldı, sonunda onun da hakkından gelmesini bildi ve Osmanlı devletini rakipsiz hale getirdi. GENÇ YAŞTA BURSA'DA ÖLDÜ Bütün bu kanlı olayların içinde beliren başarılı devlet adamı Mehmet Çelebi, iyi 'bir politikacı, iyi bir hesap adamı, iyi bir yönetici olarak görülür. Devletinin böylesine bir hayhuy içine düştüğü günlerde bile, sanatla, bilgi ile, fikirle uğraşmış, arkasında birçok sanat eseri bırakmasını bilmiştir. Bursa'da Mimar İvaz Ağa'ya yaptırdığı Yeşil Camisi ile Yeşil Türbesi, Osmanlı mimarisinin gelişmiş eserleri arasındadır. Kendisi de bugün, zamanında yaptırdığı Yeşil Türbe'de gömülüdür. Türk çiniciliğinin şaheserleri ile süslü bu cami ve türbe, Osmanlı mimarisinin ve sanatının ölümsüz eserleri arasındadır. Çelebi Mehmet, hayatı boyunca güç işlerin adamı olmasını bildi. Yalnız kardeşleri ile değil, Anadolu beyleriyle ve Bizans'la boğuşarak devletini kurabilmişti. Bu kadar çetrefil düşmanlıkların ortasında yaşayarak Osmanlı devletini yeniden kurabilmesi, onun idaredeki dehâsını göstermekle beraber, Osmanlı devletinin sağlam fikir temelleri üzerinde kurulmuş olduğunu da gösterir. Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk içlerine kadar uzanan Rumeli, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan insanlar, Hıristiyan oldukları halde, Müslüman olan Osmanlıları sonuna kadar desteklemeleri, Osmanlı devletinin sağlam fikir temelleri üzerinde kurulduğunun ve ileri bir devlet anlayışını temsil ettiğinin ispatıdır, kanıtıdır. Çelebi Mehmet'in bir gailesi de, o günlerde Anadolu ve Rumeli topraklarında geliştirilen bir fikir akımının temsilcisi, Şeyh Bedrettin Simavî'dir. Din bilgini idi ve Simavna kadısı olarak tanınmıştı. Islâmî bilgilerden hareket ederek bazı yorumlar yapıyor ve bir çeşit ortak yaşam teklif ediyordu. Bir yandan İslâm'daki Batıniliğe dayanıyor, bir yandan Ahmet Yesevî'nin tasavvuf düşüncesine uzanıyordu. Nitekim 13. yüzyıl Anadolu'sunda bu fikrin benzerleri görülmüş, Selçukîlere karşı Baba İlyas ayaklanmaları buna benzer fikirlere dayandırılmıştı. SANAT, BİLGİ İI.E, FİKİRLE UĞRAÇMIŞ ARKASINDA ÇOK SANAT ESERİ BIRAKMIŞTIR Çelebi Mehmet, bu akım karşısında dikkatli davrandı. Şeyh Bedrettin'i Edirne'deki sarayında, zamanın bilginleri ile karşılaştırıp yaptıkları münazaraları dikkatle dinledi ve sonunda Şeyh Bedrettin'i cezalandırmadı, sadece İznik'e göndererek burada oturmasını ve görevini yapmasını emretti. Fakat Şeyh Bedrettin'in halifeleri Ege'de büyük bir propagandaya giriştiler ve devlete baş kaldırarak kendi aralarında kurdukları düzen içinde yaşamaya başladılar. Bedrettin de İznik'ten kaçmış, Rumeli topraklarına geçerek oralarda fikirlerini yaymaya başlamıştı. Önce, Ege'deki hareketi kanlı biçimde bastırdı ve sonra Silistre-Deliorman çevrelerinde propagandasını sürdüren Bedrettin'i yakalatıp Serez'de idam etti. Çok genç denilecek bir çağda, 42 yaşında iken Bursa'da öldü (1421), Bursa'da kendi yaptırdığı türbesinde gömülüdür. Osmanlı devletinin ikinci kurucusu olarak bilinir. Geride bıraktığı güzel eserlerden biri de, oğlu II. Murad'dır. |
11-28-2006, 01:58 PM | #15 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
BUHURİZADE ITRÎ Yahya Kemal’in “Büyük Itri’ye eskiler derler Bizim öz mu*****izin piri... O kadar halkı sevk edip yer yer. O şafak vaktinin cihangiri. Nice bayramların sabah erken Göğü top sesleriyle gürlerken Söylemiş saltanatlı tekbiri..” Diye anlattığı Buhurizâde Mustafa Itri Efendi, 1640 yılında, İstanbul’un Yaylak semtinde doğdu. Babası Buhurizadelerden olduğu için, Itri de bu sanı ile anılır. Zengin, görmüş geçirmiş bir ailenin oğlu idi. Zamanının iyi hocalarından ders gördü. Ailesi eğitimine dikkat etmiş, iyi yetişmesi için elden gelen esirgenmemişti. Oturduğu semt, Yenikapı Mevlevihanesi’ne yakın olduğu için, haftanın iki günü, her Pazertesi ve Perşembe buraya gider, yapılan ayinleri hayranlıkla seyreder, çalınan besteleri içine sindire sindire dinlerdi. Musikiye tutkundu. Zamanının bütün musiki eserlerini biliyor, daha çok dini olan bu eserlerde ruhunun kanatlandığını duyuyordu. Bu musiki sevdası, sonunda onu Mevlevi yapmış ve Mevlana aşkı içinde birbirinden güzel, birbirinden üstün ve ölümsüz eserler bestelemiştir. 20 KADAR ESERİ GÜNÜMÜZE GELMİŞTİR Musıkide ilk hocası, zamanın ünlü musiki üstadı Nasrullah Efendi'dir. Öğrencisinde yaşayan cevheri farkeden Nasrullah Efendi bütün bilgisini genç Itri'ye aktarmış, musikinin bütün tekniğini göstermiştir. Zamanın büyük Bestekârı Hafız Post'dan da ders aldı. Itri, yalnız musiki ile değil, şiirle, hattatlıkla da ilgileniyordu. Bu konuda Hattat ve Şair Siyahî Ahmet Efendi’den ders aldığını biliyoruz. Talik denen bir yazı türü üzerinde çalışmış, güzel hatlar çıkarmış ve zamanında bu tarafıyla da tanınan bir sanatkâr olmuştur. O tarihlerde yazılan "Tezkerelerden, Buhurizade Mustafa Itri Efendi'nin, bir Divan sahibi olacak kadar gününün tanınmış şairi olduğunu öğreniyoruz. Nitekim, musikide hayranı olduğu Hafız Post diye tanınan İmamzade Hacı Hafız Mehmet Efendi öldüğü zaman, çok duygulanmış ve ölümüne tarih düşüren şairlerden biri olmuştur. Tarihi açıklayan son kıt'ası şudur: "Hafız Elhac imamzade Mehmet hak bu kim Mûsikî ilminde mahirdir ol üstad-ı zaman. Harf-i menkutiyle tarih oldu anın fevtine Dedi Itri, Hafız'a me'va ola Yârâb cinan." Gök kubbemizi ölümsüz seslerle dolduran Buhurizade. Mustafa Itri, sayısız eserler vermiş, musiki dünyamızı beste, nakış, kâr gibi çeşitli kalıplarda ölümsüzlüğe kavuşturmuştur. Bestekârın en büyük hayranlarından biri olan, büyük şairimiz Yahya Kemal: "Saklamış kaza ve kader Belki binden ziyade bestesini. Nât'ıdır, en mehîbi, en derini..." diye eserlerinin kaybolmasından duyduğu acıyı dile getiriyor. 20 kadar eseri günümüze gelebilmiştir... Ötekilerinin ne olduğunu bilmiyoruz. "Belki hâlâ o besteler çalınır - Gemiler geçmeyen bir ummanda." ENDERUNDA MUSİKI ÖĞRETMENİ OLARAK GÖREVLİYDİ Çağımızda en çok okunan ve halk tarafından sevilen Segah Yürük Semaîsini ilk kez, zamanın padişahı Dördüncü Mehmed'in huzurunda okuduğu zaman, Padişah hayranlıkla dinlemiş,eserdeki melodi zenginliğine, tazeliğine, formdaki erişilmez ustalığa hayran olarak, "Bu nice iştir... Sen teganni etmez, pervaz (uçmak) edersin!" demekten kendisini alıkoyamamıştır. Sonra Itri'ye: "Dile benden ne dilersün" diye sorunca Itri; "San ü şerefle bekânızı" dedikten sonra, üstelenince, "Esirciler Kethüdalığını, Sultanım" diyerek padişahı da, orada bulunan vükelâyı da şaşkına çevirmiştir. Çünkü Esirciler Kethüdalığı, zamanında, üçüncü dördüncü derecede bir makam idi. Oysa Itri, yüz yirmi akçe ile, Enderun’da musiki öğretmeni olarak görevliydi. Saray içi bir hizmetten, itibarı olmayan bir hizmete istekli olmak, elbette anlaşılır bir iş değildi. Padişah, sebebini sordu. Itri, büyük bir samimiyetle: "Esirler arasında bir evlat satın almak isterim, onu musiki bilgimle yetiştirmek ve böylece bir sevap kazanmak muradımdır" diye cevap verdi. Itri, ömrünün sonuna kadar Esirciler Kethüdası olarak yaşadı. Saraya devam ediyor ve işinin dışındaki zamanlarını, İstanbul surları dışındaki bahçesinde geçiriyordu. Çiçek ve meyve üstündeki ustalığı, İstanbul'a nam salmıştı. Bugün de Mustabey armudu diye bilinen türü, ilk kez kendi bahçesinde yetiştirmiş, bu sebeple de bu armuda kendi adı verilmiştir. "Segah Ayin-i Şerif", onun eseri olduğu gibi, bütün bayramlarda okunan "Tekbir" de onun bestesidir. Velhasıl Yahya Kemal'in dediği gibi: "Mûsikisinde bir taraftan din Bir taraftan bütün hayat akmış. Her taraftan Boğaz, o şehrayîn, Mavi Tunca'yla gür Fırat akmış... Nice seslerle gök ve yerlerimiz, Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz, Bize benzer o kâinat akmış..." 1711'de 71 yaşında İstanbul'da öldü. Adı ve eserleri yaşıyor ve yaşayacak... |
11-28-2006, 01:58 PM | #16 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
BURSALI TAHİR BEY ( 1861-1925 ) Bursalı Tahir Bey, 23 Kasım 1861'de Bursa'da, Yerkapı Mahallesi'nde doğdu. Sultan Abdülmecit zamanının komutanlarından Mirliva Tahir Paşa'nın torunudur. Babası Rıfat Bey, Plevne Savaşları sırasında orduya gönüllü yazılmış ve bu savaşlardan geri dönmemiş bir şehittir. ŞEYH MEHMET NUR-UL ARABİ BURSALI TAHİR BEY'İ KENDİ MELAMETINE ALDI İlk öğrenimini, evlerinin hemen karşısındaki Taş Mektep'te bitirdi. Mülkiye Rüşdiyesi'ni 1875'de birincilikle bitirmiştir. Sonra Bursa Askerî İdadisi'ne girdi. Bu okulu da birincilikle bitirerek Harp Okulu'na geçti. Tahir Bey, Harp .Okulu'nun da birincisidir. O okullarda, birinciliği kimseye kaptırmamış, çalışkan bir öğrenci idi. Bütün hayatı da bu çalışkanlık fırtınası içinde geçmiştir. Tahir Bey, Harp Okulu öğrencisi iken, tasavvufa merak saldı. Daha çocuk yaşlarında iken tekkelere girenleri merakla seyreder, zikir seslerini merakla dinlerdi. İstanbul'da bir yandan okuluna devam ediyor, bir yandan da cuma günleri tekkelere gidiyordu. Bunlardan, Hariri Zade Kemaleddin Efendi'ye mürit oldu. Bu şeyhin aracılığı ile, daha sonraları görevle Makedonya'da bulunduğu sıralar, Usturumca'da oturan Şeyh Mehmet Nur-ul-Arabi ile tanıştı ve Melâmi olan bu şeyh, Bursalı Tahir Beyi de kendi melâmetine aldı. 1881 yılında Harp Okulu'nu teğmen olarak bitiren Tahir Bey, Manastır Askerî Rüştiyesi coğrafya öğretmenliğine tayin edilmiştir. Bu görevde 1890'da yüzbaşı olana kadar kalmış ve 1890'da yüzbaşı olunca, yine aynı öğretmenliği bu sefer Üsküp Askerî Rüştiyesi'nde sürdürmüştür. 1896'da Manastır Askerî Rüştiyesi'ne müdür oldu. Rütbesi kolağasına yükseldi. İşte bu sırada Atatürk'e bir süre öğretmenlik ve müdürlük yapmıştır. Daha sonra, Atatürk'ün kuracağı gizli cemiyete girmesinin sebebi, burada birbirlerine karşı duydukları sevgi ve güvendir. 1906'da Mustafa Kemal, Suriye'de birkaç arkadaşı ile kurduğu "Vatan ve Hürriyet" adlı gizli cemiyeti geliştirmek için Selanik'e gizlice geçince, orada eski müdürü, hocası Bursalı Tahir Bey'i bulmuş ve heyecanla yaşadığı düşüncesini kendisine açmıştır. Bursalı Tahir Bey, öğrencisinin fikirlerine hemen katıldı ve derneğe yazıldı. Bilindiği gibi bu dernek, bir yıl kadar yaşayacak, daha sonra, merkezi Paris'te olan "İttihat ve Terakki" cemiyetine katılacaktır. Nitekim Bursalı Tahir Beyde böylece İttihat ve Terakki fırkasının ileri gelenleri arasına katılmıştır. BURSA'DAN MİLLETVEKİLİ SEÇİLİP MECLİS-İ MEBUSAN’A GİRDİ Tahir Bey'in bu çalışmaları gizli kalmadı ve bir ihbar, Tahir Bey'i güç duruma soktu. Fizan'a sürülmesi kararı çıkmıştı. O yıllarda "Fizan", gidenin dönmediği bir menfa idi. Tahir Bey'in oraya gitmesi demek, mahvolması, yok olması demekti. Bu sırada Bursa Askerî Lisesi'nden bir arkadaşının yardımı ile Fizan'a sürülmekten kurtulmuştur. Bu arkadaşı, İstanbul'da sarayda, Padişah'ın Has Anbarlarının imrahoru Faik Paşa idi. Faik Paşa araya girdi, iltimas etti, rica etti. Bursalı Tahir Bey'in Fizan sürgününü, Manisa'nın Alaşehir kazasında Redif Taburu Komutanlığı'na çevirmeye muvaffak oldu. 1908 devriminden sonra Tahir Bey, Bursa'dan milletvekili seçilip Meclis-i Mebusan'a girmişse de, politikadan hoşlanmıyordu. İttihat ve Terakki fırkasının politikasını da eleştirmekte idi. Bu yüzden, bir daha seçimlere katılmadı. Tekrar mesleğine döndü. Birkaç askerî görevde bulunduktan sonra emekli olarak kendisini fikir çalışmalarına verdi. TAHİR BEY'İN BİRBİRİNDEN DEĞERLİ TOPLAM 16 ESERİ BULUNUYOR Bursalı Tahir Bey'in en önemli eseri, "Osmanlı Müellifleri “dir. Osmanlı Devleti’nin ilk günlerinden, eserin yazıldığı tarihe, yani 1914'e kadar gelen ve mesleklerinde eser yazmış olan Türk mutasavvıflarının, din bilginlerinin, şair ve ediplerin, tarihçilerin, coğrafyacıların,hekimlerin, matematikçilerinin kısa biyografileri ile, eserlerinin adlarını ve elyazması olanları, hangi kitaplıklardan hangi numara ile bulunduğunu gösteren bu değerli eser, günümüzde de, konusunda tek sağlam kaynaktır. İnsanüstü bir çalışmanın eseridir. Bir insan, bütün hayatını bu tek esere ayırsa, ancak üstesinden gelebilir. Böyle olduğu halde ve Tahir Bey'in ayrıca bir mesleği bulunduğu halde, başka eserler de vermiştir. "Delilü’t-Te-fasil" tefsirleri kılavuzu, Muhittin-i Arabi'nin biyografisi "İslamiyet Gözünde Fukaralık", "Osmanlı Mısra ve Beyitlerinden Seçmeler", "Türklerin Bilim ve Fenne Hizmeti", 12 bilgin ve Türk büyüğünün biyografisi bunlar arasındadır. Ayrıca Hacı Bayram Veli üzerinde en sağlıklı bilgileri, yine Tahir Bey'in bu isimdeki kitabında bulmak mümkündür. Osmanlı tarihçilerinden Ali ve Katip Celebi'nin biyografileri, değerli kaynaklardır. Bursalı Tahir Bey, birbirinden değerli 16 eser bırakmış ve 1925'de hayata gözlerini yummuştur. |
11-28-2006, 01:58 PM | #17 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
CENGİZ HAN (1155-1227) 12 yaşında iken, babasını kaybetti. Bazı kaynaklar, annesinin gayreti ile kabilenin dağılmasını önlendiğini yazıyorlarsa da, daha inanılır kaynaklar, Cengiz Han'ın, annesi ile başbaşa kaldığını ve bütün kabilenin dağıldığını kaydederler. TÜM MOĞOLLARI ETRAFINA TOPLAMAYI BAŞARDI Asıl adı Timoçin'dir. Fırsatları kullanarak ve onları iyi değerlendirerek bazı kimseleri başına topladı. Kabilesinin yeniden başına geçti. Komşu kabilelerle bazan güç kullanarak, bazan dostluk göstererek birleşe birleşe büyüdü. Moğol milletini tek sancak etrafında toplamak yolundaki çalışmaların çok uzun sürmesi, Timoçin'in her şeye tek başına başladığına işarettir. Ancak 38 yıl, sürekli çalışmalar sonundadır ki, Timoçin, bütün Moğolları kendi etrafında toplayabilmiş ve 50 yaşını bulmuştu. Çinliler, ünlü Çin şeddini, bu göçebe akınlarını durdurmak için yapmışlardır. Moğollar üzerinde bir türlü hâkimiyet kuramadıkları için, Çinliler, bazan Moğolları birbirine, bazan, Moğollarla Türkleri birbirine düşman ediyorlar ve bu oynak politika sayesinde rahata kavuşabiliyorlardı. 12. yüzyılın ikinci yarısında, Çinliler Moğol prenslerini yok ettikleri Buyir-Nor Tatarlarının büyük tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. İmparatorlukları devrilebilir, Asya'nın güney-doğusu altüst olabilirdi. Timoçin'le, Hıristiyan Karayit'leri dost olmaya muvaffak oldular ve Timoçin Karayitlerle birlikte Çin Imparatorluğu'nu koruyarak bu tehlikeyi savuşturdu. Fakat bu dönemde Çinlilerden çok şey öğrenmiştir. Timoçin'i en çok uğraştıran, kan kardeşi Camuka olmuştur. Camuka, bir çok kabileyi kendi etrafına toplayarak Gürhan adı ile hükümdar olmuştu. Fakat Timoçin, onun da hakkından gelmesini bilmiş, bir savaşta öldürerek bütün Moğolların başbuğu olmuştur. TARİHİN ALTIN SAYFALARINA CENGİZ İSMİ İLE GEÇTİ Moğol prensleri toplanarak Timoçin'e bağlı kalacaklarına sadakat yemini ettiler ve kendisine "CENGiZ" adını verdiler. Ne anlama geldiği kesin olarak belli değildir. Çin kaynakları, "Tanrı'nın Oğlu" anlamına geldiğini yazarlar. Moğol dilinde, "güçlü" manasına geldiği söylenir. Ancak, manası ne olursa olsun, Timoçin artık Cengiz olmuş ve tarihin altın sayfalarına bu isimle geçmiştir. Moğol birliğini sağlayınca, Çin üstüne yürüdü. Pekin önlerinde Çinliler barış istediler. Kabul etti. Fakat Çinliler, durmadan düşmanlarını güçlendirmeye çalışıyorlardı, ikinci defa Çin üstüne yürüdü, Pekin'i aldı ve bir Çin prensesi ile evlendi. Fakat savaş uzun sürdü. (1216). UYGUR DEVLETİ MOĞOLLARIN ELİNE GEÇTİ Moğolistan ve Çin'in hemen batısında Kara-Hitay Gurhanlıların ülkesi vardı. (Uygur sınırından, Aral Gölü'ne kadar uzanan bu geniş alanda uygar bir devlet olarak yaşayan Kara-Hitaylılar, önce Moğollar'dan kaçan kabilelerin, daha sonra da Moğollar'ın istilâsına uğradı (1209). Aynı yıl Uygur Hükümdarı İdikut'un ordusu yenilerek bu devlet Moğollar'ın eline geçti. Yedi-Su kuzeyinde bulunan Karluk Hükümdarı Aslan Han da bütün direnmesine rağmen aynı akıbete uğramaktan, kendisini ve memleketini kurtaramadı (1211). Bunu, İli vadisindeki Alamalık Hükümdarının yenilgisi izledi (1216). Cengiz Han, Batıya kaçan düşmanlarını takibe, oğlu Cuci’yi memur etti.Cuci, Merkitlerin üzerine yürüdü ve Merkit ordusunu kırıp geçirdi.Bu sırada Cuci, Harzemşahların kalabalık ordusu ile karşılaştı. Çatıştılar, fakat yenişemediler. Cuci, bir savaş oyunu ile çekildi. Cengiz Han, birkaç yıl sonra, Harzemşah'a kendi yönetimindeki ordusu ile yüklendi. Bu ordunun 600.000 kişilik bir ordu olduğu söylenir. Dört oğlu ile birlikte kendisi de ordunun başında gidiyordu. Harzemşah ordusu yenildi ve bütün ülkesi Moğol atlılarının ayakları altında kaldı. Cengiz Han, yoluna devam etti. İiran'ı ele geçirdi.. En büyük oğlu Cuci, sefere devam ederek Kafkasları geçti, Rusya içlerine daldı. Oralarda serpil! Türk boylarını bir bayrak altında topladı. Hazer Denizi çevresindeki Türk asıllı ve Yahudi dinine girmiş Hazer devletini de ele geçirdi. Böylece, bütün Asya, Çin Denizi'nden Ballık Denizi'ne kadar uzanan uçsuz bucaksız topraklar imparatorluğunun sınırlan içine girmiş oluyordu. SAĞLIĞINDA İMPARATORLUĞU OĞULLARINA PAY ETTİ Cengiz Han sağlığında imparatorluğu oğulları arasında taksim etmiştir. Bununla beraber, imparatorluk, onun ölümünden sonra da devam etmiş ve kardeşler, kendi bölgelerinde başlarına buyruk hareket etmelerine rağmen, imparatorluğu güçten düşürmemeye dikkat etmişlerdir. Cengiz Han orduda ve ülkesinde disiplin kurmuş ve disipline her şeyin üstünde titizlik göstermiştir. Buyruğa karşı gelenler, hemen yok ediliyorlardı. Toplumda ne yaptığını Cengiz Han şöyle anlatmıştır: "Benden önce, oğul babaya, küçük kardeş ağabeysine, gelin kaynanasına, memurlar a-mirlerine itaat etmiyorlar, amirler de, emirleri altında bulunanlara karşı görevlerini yapmıyorlardı. Ben her yerde düzeni kurdum, herkese vazifesini bellettim, mevkiini tayin ettim, işte yaptığım budur." Tarihin bu en büyük cihangiri. 1227 yılında hayata gözlerini yumdu. |
11-28-2006, 01:58 PM | #18 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
CEZZAR AHMET PAŞA ( ?- 1804 ) Hangi tarihte ve nerede doğduğu bilinmez. Tarihlerde, babası ve ailesi hakkında da fazla bilgi yok...Konya'da kasap çıraklığı yaptığını söyleyen tarihçiler varsa da iddia belgesizdir. Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa'ya kapılanarak onunla Mısır'a gittiği kesin olmakla beraber, nasıl kapılandığı, Ali Paşa'nın nasıl güvenini kazandığı malûm değildir. CEZZAR AHMET PAŞA BUHAYRE KAŞIFLIĞINE ATANDI Cezzar Ahmet Paşa, Hekimoğlu Ali Paşa'dan sonra da Mısır'da kalmış ve Abdullah Bey adında bir komutana kapılanmıştır. Bu Abdullah Bey, Urban tarafından öldürülünce. Cezzar Ahmet Paşa'yı Buhayre Kaşifliği'ne atadılar. Cezzar, efendisi Abdullah Bey'in kimler tarafından ve kimlerin teşviki ile öldürüldüğünü öğrenmişti. Tertibi düzenleyen, Büyük Ali Bey idi. Cezzar, suikaste çeşitli yollardan karışmış 70 Arabın, bir gecede kellelerini uçurdu ve uçurduğu kelleleri Büyük Ali Bey'e gönderdi! Korkunç bir intikamdı bu!.. Cezzar'ın bu intikamını görenler, dehşete düştüler ve kendisine "Cezzar", yani kasap, kan dökücü anlamına gelen bir isim taktılar. Ahmet Paşa bu ürkütücü ismi hayatının sonuna kadar taşıdı. Kendisine, böyle söylendiği için kızıp kızmadığını soran bir dostuna: "Ne kızayım” demişti, “bana bunca iyiliği, devletime bunca hizmeti geçmiş Abdullah Bey gibi bir adamın intikamını aldığım için 'Cezzar' diyorlarsa, bu benim için şereftir." Cezzar, Büyük Ali Bey'in intikam alacağından çekiniyordu. Nitekim bazı haberler de almıştı, İstanbul'a döndü ve bir süre kendisini unutturdu. Aradan biraz zaman geçince, Şam Valisi Osman Paşa'ya kapılandı. O sıralar, Tahir Ömer, Zeydan ve Şahap aileleri, Suriye'de devletin başına gaile açmışlardı. Bu ayaklanmaları bastırmak görevi, Cezzar Ahmet Paşa'ya verildi. Bu, çeşitli yönleriyle çapraşık konuyu Ahmet Paşa kısa bir sürede halletti, kan dökmeden işin içinden çıkmanın yolunu buldu. Bunun üzerine İstanbul, kendisine önce Beylerbeyi, sonra da vezirlik rütbesi vererek, Sayda Valiliği'ne tayin etti. Cezzar Ahmet Paşa'nın yıldızı parlamaya başlamıştı (1776). CEZZAR AKKA KALESI'NDE SIMSIKI DURMUŞTU Suriye’de güvenliği sağlayan Ahmet Paşa, bir süre sonra, Hac Emirliği ile Şam Valiliği'ne getirildi (1785). Fakat Cezzar, Şam'da oturmuyor, kendisi için daha güvenli saydığı Akkâ Kalesi'nde yaşıyordu. Bir yandan devlet işlerini yürütürken, bir yandan da askerleriyle iç içe yaşıyor, onların talim ve terbiyeleriyle yakından ilgileniyordu. Ahmet Paşa, birkaç kez Şam ve Sayda valiliklerini şahsında birleştirmiş ve Suriye'nin tek hâkimi haline gelmiştir. Onun gözünde en önemli iş, Osmanlı devletinin bekası idi. Bu yüzden, mahallî gerçeklere uymayan saray emirlerini bile dinlemiyor, bildiği gibi hareket ediyordu. Emirleri uygulamadığını öğrenen İstanbul, kendisini valilikten alıyor, fakat Cezzar'ın haklı olduğu anlaşılınca da, tekrar eski görevine atıyordu. Napolyon Bonapart, 1798'de Mısır'ı işgal edince, Cezzar Ahmet Paşa'ya, Trablus, Şam ve Kudüs valilikleri de verilerek Napolyon'u durdurması emredildi. III. Selim, Cezzar'ı takviye için İstanbul'dan 3000 kadar Nizam-ı Cedid askeri göndermişti. İngiliz donanması da Napolyon'u Akdeniz'de sıkıştırmış bulunuyordu. Bu yardımlar gelene kadar Cezzar, Akkâ Kalesi'nde sımsıkı durmuş, Napolyon'un askerlerine bir adım bile attırmamıştı. Savaşta talihinin döndüğünü farkeden Napolyon, Cezzar Ahmet Paşa'ya anlaşma teklifinde bulundu. Cezzar. birçok kereler tekrarlanan bu teklifleri reddetti. Napolyon'un ordusu, Cezzar'ı eninde sonunda yeneceğini hesaplamakta idi. Fakat Cezzar'ın 3000 kişilik Nizam-ı Cedid birliği ile kaleden çıkması ve kendi askerinin de yardımı ile düşman hatlarını parça parça etmesi, savaşın kaderini tayin etti. İngiliz donanması da kıyı boyunca Fransız kuvvetlerini top ateşine tutuyor ve iki ateş arasında kalan Napolyon'un askerleri, bozgun halinde Mısır'a kaçıyorlardı. CEZZAR, SARAYIN GÜVENDİĞİ KOMUTANLAR ARASINA KATILDI Zafer haberi, İstanbul'da büyük şenliklere yol açtı. Cezzar'ın adı ve kazandığı zafer, bütün Osmanlı ülkesinde duyuldu. Artık, Mısır seferine kendisinin memur edilmesini beklemekteydi. Fakat bu sırada Sadrazam Yusuf Ziya Paşa'nın Mısır seferi seraskerliğine tayin edilmesi, Cezzar'ı hayal kırıklığına uğrattı. Bu yüzden, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa'ya gerekli yardımları zamanında yapmadığı söylenir. Bununla beraber Cezzar, sarayın güvendiği komutanlar arasına katılmıştı. O sırada başkaldıran Hicaz Vahabileri'nin tenkili, Cezzar Ahmet Paşa'ya verildi. Cezzar, sefer hazırlıklarını sürdürürken, hastalandı. Bu yüzden Süleyman Paşa'yı kendisinin yerine gönderdi. 70 yaşını geçmiş olduğu bu yılda (1804) yakalandığı hastalıktan şifa bulamayarak öldü. |
11-28-2006, 01:59 PM | #19 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
DEDE KORKUT ( ?- ? ) Ne doğduğu yıl bellidir, ne de öldüğü yıl... Hatta yaşadığı yüzyıl bile tartışmalıdır. Masallara karışmış bir masalcıdır Dede Korkut... Ama canlıdır. Nesre benzeyen şiiri, şiire benzeyen nesriyle bezeli hikâyeleri, günümüzde yazılanlardan bile daha diri, daha hayata yakındır. KESİN OLARAK NE ZAMAN YAŞADIĞI BİLİNMEMEKTEDİR Bazı araştırmacılar, Hz. Peygamberin çağında yaşadığını söylerler ve eserleri içinde, bu fikirlerini destekleyen bölümler gösterirler. Bazı araştırmacılar, Uzun Hasan döneminde yaşadığını savunurlar ve eserlerinde, Uzun Hasan'ın yaptığı savaşları ve savaştığı kavimleri düşüncelerine kanıt olarak gösterirler. Bazı araştırmacılar da Oğuz Türklerinin masalcı ve destancısı olduğuna inanır. Bu düşüncede olanlar, bugün elimizde mevcut 12 destan-hikâyesinden, kendi fikirlerini ispat edecek belgeyi bol bol bulurlar. Eğer bir sanat eseri, her çağın insanlarının hayatlarına, düşüncelerine denk düşüyorsa, ölümsüz demektir. Dede Korkut destan-masalları, böylece gerçek bir sanat eseri olduklarını çağımıza kadar tazeliğini yitirmeden gelmeleriyle ispatlamışlardır. Pertev Naili Boratav, Dede Korkut Masalları için İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı makalede, bu masalların 15. yüzyıla kadar sözlü aktarmalarla geldiğini ve 15. yüzyılın ikinci yarısında Akkoyunlular tarafından yazıya geçirildiğini hatırlattıktan sonra, elimizde mevcut metinlerde iki ayrı dönemin olayları bulunduğunu işaret ediyor. DEDE KORKUT MASALLARINI BİR AKKOYUNLU OZAN ELE ALMIŞTIR Oğuz Türklerinin Sir-Derya kuzeyindeki (vatanlarında 9.-11. yüzyıllar arasında ge-çirdikleri hayatları, bu masal - destanlara yansımıştır. Birde bu masal - destanlar, yazıya geçirildikleri 15. yüzyılın Akkoyunlu beyliğinde oluşmuş olayları kapsamaktadır. Dede Korkut masallarının temeli, Oğuz Türklerinin hayatları üzerine oturtulmuştur ve bu dönemin örf, adet, gelenek ve yaşayış biçimlerini yansıtır ama aynı gelenek ve görenekleri yaşayışlarında sürdüren Akkoyunlular, masalları yazılı biçime sokarken, bazı hikâyeleri, o günlerin olayları üzerine oturtarak adapte etmişlerdir. Dede Korkut masallarını kaleme alan Akkoyunlu Ozan, herhalde yüksek bir edebî bilgiye ve maharete sahipti. Belki kendi düşüncelerini de bu masallara katarak onları zenginleştirmiş, âdeta yeniden hayata kavuşturmuştur. Vatikan Kitaplığı’ndaki en eski nüshasında "Korkut Ata Ağzından, Ozan Aydur" kaydının bulunması bunun kanıtıdır. Dede Korkut'un hayatı üzerinde kurulmuş bir efsaneye göre, Dede Korkut, Afrika taraflarında doğmuş, yaşamış ve günün birinde kendisine bir mezar kazıldığını görmüştür. Ö-lümden kim korkmaz! Dede Korkut da bu mezardan ve mezar kazıcılarından kurtulmak için diyar diyar kaçmış, her gittiği yerde mezarını ve kazıcılarını kendisini bekler görünce daha da uzaklara gitmiş ve sonunda Sir-Derya nehrinin ağzına yakın bir yere gelip hırkasını suya yatırmış ve burada tam yüz yıl yaşamış. Bazı önsözlerde, Dede Korkut'un Peygambere elçi gönderildiği yazılıdır. Bu eklemelerin, Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikleri yıllarda yapıldığı sanılıyor. DEDE KORKUT'UN GÜNÜMÜZE KADAR 12 HİKAYESİ GELMİŞTİR Dede Korkut, Oğuz Türklerinin "bilicisi" olarak tanınır. Nitekim kendisi: "Oğuz halkının başına hayır gelesini, şer gelesini dedim..." diyerek, söylediği hikmetlerle Oğuz Türklerine yol gösterdiğini açıklıyor ve bir Şaman olması ihtimalini kuvvetlendiriyor. Şamanlar, aynı zamanda ozan oluyorlar, geçmiş zamanların hikâyelerini anlatıyorlar, gelecekten haber veriyorlardı. Dede Korkut'un günümüze kadar gelen 12 hikâyesi şunlardır: 1—Derse Han oğlu Boğaç 2—Salur Kazan'ın evinin yağmalanması 3—Bay Büre beğ oğlu Bamsi Beyrek 4—Kazan oğlu Uruz'un tutsak olması 5—Deli Dumrul 6—Kazılık Koca oğlu Yeğenek 7—Kanlı Koca oğlu Kan Turalı 8—Depe-Göz 9—Beğil oğlu İmren 10—Uşun Koca oğlu Zegrek 11—Salur Kazan'ın tutsak olması. 12—İç-oğuza, Taş-oğuzun başkaldırması Bu hikâyelerin 8 tanesi, iç ve dış savaşlara aittir. 2 tanesi aşk macerasını dile getirir. 2 tanesi de mitolojiktir. Fakat hepsi birden, Türk dünyasını en gerçek biçimde yansıtır. Üstün bir anlatım gücü, destansı bir üslup, yaşayan diri bir Türkçe ile Türk soyunun kahramanlığı, uygarlığı, ahlakı, dinî gelenekleri ve yaşamları dile getirilir. Türk mitolojisinin kaynağı Dede Korkut masalları, destanlarıdır... |
11-28-2006, 01:59 PM | #20 |
Forum Demirbaşı
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594 Teşekkür Edilme: 2,624 Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3896
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi :
Cinsiyet :
|
EKBER ŞAH ( 1542-1605 ) Babür Şah'ın torunu, Hümayun Şah'ın oğludur. Babası Hümayun Şah, bir kaza sonucu düşüp yaralanınca, Afgan'daki ayaklanmalara karşı-daha 13 yaşında iken-savaşan oğlu Ekber'e, ölmek üzere olduğunu bildirmiş ve yerine geçmesini bir buyruğu ile oğluna emretmişti. Ancak Ekber Şah'ın savaştığı Afganistan, Delhi'ye uzak olduğu için, gelmesi gecikti. Bu sırada Hümayun Şah öldü. Sarayda büyük bir telâş ve tereddüt vardı. O sıralarda Delhi'de bulunan Osmanlı Kaptanıderyası Şeydi Ali Reis, ölümün halktan saklanmasını ve Ekber Şah dönene kadar işlerin yürütülmesini tavsiye etti. Nitekim öyle yaptılar... Ekber Şah, Delhi'ye eriştiği 14 Şubat 1556 tarihinde Hümayun Şah'ın öldüğü, Ekber Şah'ın yerine geçtiği halka duyuruldu. Hümayun Şah'ın cenazesi merasimle gömüldü ve Ekber Şah -babasının da veziri olan- Bayram Han'ı yeniden vezir seçti. ORDUDA SAĞLAM BİR DİSİPLİN KURDU Ekber Şah'ın babasından devraldığı ülke, karışıklıklar içindeydi. Yer yer, ayaklanmalar oluyor, komşu devletler sık sık savaşlarla ülkeden toprak kazanıyorlardı. Ekber Şah, önce orduyu eline aldı. Sağlam bir disiplin kurdu. Komutanlar arasındaki çekememezlikleri halletti. Ancak bu sırada bir iç gaile ortaya çıktı. Ekber Şah'ın süt kardeşleri taht üstünde hak iddia ediyorlardı. Ekber Şah, bütün güçlüklerin üstesinden geldi. Ekber Şah, pek erken çağda inkişaf etmiş bir kafa sahibi idi. Komutanlıkta üstüne olmayan Bayram Han bile, birçok konularda Ekber Şah'tan akıl alıyor tedbir soruyordu. 7 yıl, sürekli olarak savaştan savaşa koştu, imparatorluğunda gözü olan komşu hükümdarları bir, bir yenerek itaati altına aldı. İlk iş olarak, Pencap, Delhi ve Agra çevresindeki ülkeleri zaptetti, 1567'de Raçput'ları yendi. 1570'tle Audh ve Gvaliyor'u ülkesine kattı. 1572'de Gücerat üstüne yürüyerek Ahmetabad sultanlarını yendi. Aynı yıl, Aşağı Ganj vadisini imparatorluk hudutları içine aldı. Ekber Şah, artık hiçbir Hind devletinin olmadığı kadar büyük bir Hindistan kurmuş ve ülkede buyruğunu yürütmüştür. İDARİ VE MALÎ TEŞKİLATI YENİDEN KURDU Ekber, bir taraftan imparatorluğunu genişletir, yeni savaşlarla yeni ülkeler kazanırken, bir taraftan da idarî ve malî teşkilâtı yeniden kurdu. Bu iç düzenlemelere 1573'de başladı. 31 yaşındaydı. Dedesi Babür Şah, imparatorluğunun toprak yapısına dokunmamış, malî düzenlemelere başlamak üzere iken ölmüştü. Babası Hümayun Şah, tereddütler içinde yaşayan bir insandı. Daima, karar almakta güçlük çekerdi. Bu yüzden Babür Şah günlerindeki imparatorluk, yıl yıl erimiş, birçok topraklar komşu devletlere kaptırılmış, hele devletin iç düzeni iyice bozulmuştu. Ekber, önce toprak düzenini ele aldı. O zamana kadar, şahsî tasarruf altında bulunan Zeametlerin hepsini-bir emirname ile- devlet tasarrufuna geçirdi. Böylece, zeamet sahipleri, toprağın mülkiyetine değil, sadece yararlanma hakkına sahip olacaklardı. Her zeametin savaşlarda ne kadar atlı asker çıkaracağını belirleyen bir kütük hazırlattı."Damgalama Nizamı" adıyla bilinen bir emirname ile, ülkedeki bütün atları damgalattı ve bunları devlet atları olarak zeamet sahiplerine dağıttı. Böylece, zeamet sahiplerinin, ellerindeki topraklardan elde ettikleri geliri istedikleri gibi çarçur etmelerinin önüne geçmeyi düşünüyordu. İLK MODERN DEVLETİN TEMELLERİNİ ATTI Askeri alanda yaptığı bu düzenlemeleri, sivil alana da aktardı. Sivil memuriyetleri de, askerler gibi, rütbelere bağladı ve her rütbe için hazineden bir maaş ödenmesini buyurdu. Böylece, asker ve sivil bütün hizmetler, devlet hazinesinden bağlanan aylıklarla yürütülüyor ve ülkenin bütün geliri, devlet hazinesine giriyordu. Ekber Şah, böylece, yalnız kendi ülkesinde değil, dünyada da ilk modern devletin temellerini atmış oluyordu. Bu yeni düzen, eski düzenden yararlanıp ceplerini dolduranları elbette memnun etmedi. Yer yer ayaklanmalar oldu. Ayaklanmalar şiddetle bastırıldı. Fakat, Ekber olayların üzerine daha fazla gitmemeyi, devletin çıkarına uygun gördü. Bazı zeametlerin eski duruma dönmesine göz yumdu. Fakat "damgalama düzenini" sonuna kadar titizlikle korudu. Ekber Şah, ülkesinde çeşitli dinler ve mezheplerin birbirleri ile kavga halinde yaşadığını görüyordu. Ülkeyi birlik halinde tutabilmek için, tek bir inancın etrafına insanları birleştirmeyi düşündü. Birçok dinleri inceledi. Sarayda "İbadethane" adını verdiği bir salon yaptırdı ve burada çeşitli dinlerin en ileri gelenlerini toplayarak aylar, hatta yıllarca karşılıklı münazaralar düzenledi. Ekber'in hükümdar olduğu 16. yüzyılda fikrin, ibadet kabul edildiği başka bir ülke gösterilemez. Bu münazaralardan yararlanarak yeni bir din ortaya attı ise de başaramadı ve 1605'de öldükten sonra, kurmaya çalıştığı din disiplini de ortadan kalktı. Tarihin ilk "modern devlet " düzenini kuran seyrek rastlanır, ileri görüşlü devlet adamlarından biridir. |
Bu Konudaki Online üyeler: 2 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 2) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konu Baslangic | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Tarihte Ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi | ÇaKıR- | Eskiler (Arşiv) | 0 | 04-22-2008 02:16 AM |
12 Dev Adam üç büyükleri solluyor | Shekil | Eskiler (Arşiv) | 1 | 08-21-2007 10:11 AM |
Türk Büyükleri... | M@D_VIPer | Tarih | 35 | 05-11-2007 12:48 AM |
Tarihte Kurulan 16 Büyük Türk Devleti | KaPGaN | Tarih | 16 | 04-21-2007 12:19 AM |