05-01-2010, 02:17 AM | #11 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Adam kapıyı açtığında polislerle karşılaştı . Heyecanla sordu :
-Bir şey mi istediniz efendim ? Komiser olan cevap verdi : -Evinizi soyan hırsızı yakaladık beyefendi . Adam , genci bir müddet süzdükten sonra ; " Buyurun içeri girin ! " diye kenara çekildi . Hep birlikte oturma odasına geçtiler . Adam , önce polisin sonra gencin elini sıktı . - Geldiğinize sevindim . Bu gençle tanışmayı da çok arzu ediyordum . Polislerden biri lafa karıştı : - Bu delikanlı sivil polis değil hırsızdır . -Hırsız olduğunu biliyorum ama artık şikayetçi değilim . Herkez şaşırmıştı . Adam misafire şeker ikram ettikten sonra konuşmaya devam etti ; -Evim soyulmadan önce , geç vakitlere kadar oturur , haliyle sabah namazlarına bazen kalkamazdım . Ve çok istediğim halde , günde bir sayfa bile Kur'an-ı Kerim okumaya vakit bulamazdım . Kıldığım namazlar da aceleden hep yarım yamalak olurdu . Delikanlı , beni bu gafletten kurtardı . Çünkü televizyonumu çalmıştı . Cüneyd Suavi |
05-01-2010, 02:17 AM | #12 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir ker****le teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî; "Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O; "Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; "Ben, soru sordum, o başıma ker**** vurdu." dedi. Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak; "Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu. Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü. |
05-01-2010, 02:17 AM | #13 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin bir talebesi vardı. Bütün iyilik ve fazîletler onda mevcuttu. Sonradan gelmesine rağmen Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri onu pek ziyâde seviyor, diğer talebeler bu hâli çekemiyorlardı. Talebelerinin bu hâli Cüneyd-i Bağdâdî'ye mâlûm oldu. Talebelerinin eline birer kuş verdi ve;
"Her biriniz bu kuşları kimsenin görmediği bir yerde boğazlayıp getirsin." buyurdu. Hepsi de kendilerine verilen kuşları aldılar, varıp ıssız bir mahalde boğazlayıp getirdiler. Yalnız o talebesi boğazlamadan getirdi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Niçin boğazlamadın?" buyurdu. "Hocam! Siz; "Kuşları kimsenin görmediği bir yerde boğazlayın." demiştiniz. Ben ise ıssız bir yer bulamadım. Her yeri Allahü teâlâ görüyor." deyince, Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki: "Arkadaşınızın firâsetini gördünüz mü?" Bunun üzerine; tövbe edip boyunlarını büküp, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinden affedilmelerini dilediler. |
05-01-2010, 02:17 AM | #14 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Cüneyd-i Bağdâdî'nin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp;
"Artık ben kemâle geldim. Sohbete devâm etmeme lüzum kalmadı." deyip kendi başına bir yere çekildi. Benlik ve gururundan dolayı şeytânî bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini gördü. Bu rüyâyı hakîkat zannedip, kibiri daha da arttı ve bu hâlini arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdâdî'ye arzettiklerinde, Cüneyd-i Bağdâdî çok üzüldü ve anlatılan kimsenin yanına gitti. Baktı ki o kimseyi şeytan aldatmış, Ona; "Seni bu gece Cennet'e götürürlerse, Cennet'e vardığında üç defâ Lâ havle oku." buyurdu. Hakîkaten o kimseyi rüyâsında Cennet'e götürdüler. O kimse Cennet'e vardığında üç defâ Lâ havle okudu. Gördüklerini ve kendisinde hâsıl olan şeytânî hâllerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü.Uyandığında gördüklerini hatırladı ve içine düştüğü hatâyı anladı. Çok pişman olup tövbe etti ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin elini öptü. Sohbetlere devâm edip, talebeler arasındaki yerini aldı. Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki: "Herkese bir mürşid-i kâmil lâzımdır. Aksi halde mel'ûn şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur." |
05-01-2010, 02:17 AM | #15 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
SAĞIR, KÖR, DİLSİZ VE TOPAL HANIM!
İmâm-ı A'zam'ın babası Sâbit, daha bekar iken temiz ahlâklı, takvâ ve verâ sâhibiydi. Zühdü, salahı ve ilmi pekçoktu. Yüzünde bir nur vardı. Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Elmayı alıp, abdestten sonra elinde olmayarak dişledi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Kendi kendine; "Şimdiye kadar bana böyle bir hal olmamıştı. Buna sebep ısırdığım elma olmalı." dedi ve buna pişman oldu. Elma sâhibini bulup helallaşmak için dere boyunca gitti. Nihâyet ısırdığı elmanın ağacını buldu. Ağacın sâhibini aradı. Onun cömerd ve ihsân sâhibi biri olduğunu öğrendi. Oradakiler; "Çok cömert ve ihsân sâhibidir. Elma ağacındaki bütün elmaları alsan, alma demez. Bir tane elmadan ne çıkar." dediler. Sâbit aramalardan sonra, bahçenin sâhibini buldu ve; "Ya elmanın parasını al, yahut helâl et." dedi. Bahçe sâhibi onun haramlardan ve şüphelilerden sakınma husûsundaki gayretini görüp, hareketinin doğru olup olmadığını kontrol etmek istedi. Sâbit'e; "Helâl etmem için ne vereceksin?" diye sordu. Sâbit; "Altın istersen altın, gümüş istersen gümüş." dedi. Bahçe sâhibi; "Ben altın, gümüş istemem. Kıyâmet gününde senden dâvâcı olmamamı istiyorsan, bir teklifim var. Onu kabûl edersen hakkımı helâl ederim." dedi. Sâbit; "Teklifin nedir?" diye sordu. Bahçe sâhibi; "Benim bir kızım var; gözleri görmez, kulakları duymaz, dili söylemez, ayakları yürümez. Bunu sana nikâh etmek istiyorum. Kabûl edersen elmayı sana helâl ederim. Yoksa, yarın kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûrunda seni mahcûb ederim." dedi. Sâbit kendi kendine; "Ey dîninde sâbit olan Sâbit! Kıyâmette tehlike ve sıkıntılara mâruz kalmaktansa buna dünyâda katlanmak daha iyidir." deyip kabûl etti. Bahçe sâhibi, teklifinin kabûl edildiğini görünce, böyle bir kimseye kızını vereceği için çok sevindi. Nikâhı yapıldı. Gece olunca Sâbit üzüntü ile nikâhlısının bulunduğu odaya girdi. Orada, gâyet süslü, güzel, sağlam, görür, işitir, konuşur, yürür bir hanımla karşılaştı. Hanım efendi kalkıp Sâbit'i karşıladı. Saygı dolu ifâdelerle konuştu. Sâbit kendi kendine; "Yâ Rabbî! Bu ne iştir. Hayal mi yoksa rüyâ mı?" dedi. Hanımın kendi nikâhlısı olduğundan şüphelenip odadan geri çıkmak istedi. Hanımı; "Niye çıkıyorsun ey Allahü teâlânın sevgili kulu? Senin helâlin benim!" dedi. Sâbit ona; "Baban seni bana kötüledi. Kördür, sağırdır, dilsizdir, kötürümdür." diye târif etti. Sen ise ne güzel yürüyorsun ve ne iyi konuşuyorsun. Niçin böyle söyledi. Şaştım doğrusu. Muhakkak bunda bir hikmet vardır." dedi. Nikâhlısı kız; "Bu bir sırdır, izin ver açıklayayım. Babamın sözünde yalan yoktur. Dînini kayıran ve seven bir insandır. Seneler oluyor bu evden dışarı çıkmış değilim. Şimdiye kadar hiçbir yabancı, yüzümü görmedi. Ben de bir yabancı yüz görmedim. Bu sebeple gözlerim harama kördür. Kulağım bir yabancı sözü duymamış ve günâh işlememiştir. Bunun için günâha karşı sağırdır. Ayaklarım günah yerlerine gitmez, bunun için kötürümüm. Dilimden hiç kötü söz, günâha sebeb olan bir kelime çıkmadı. Onun için dilsizim. Babamın sözlerindeki hikmet budur." dedi. Bu sözleri duyan Sâbit bin Zûtâ Allahü teâlâya şükretti ve; "Yâ Rabbî! Sen her şeye gücü yetensin." dedi. Haramlardan ve şüphelilerden sakınma ve iffet esasları üzerine kurulan bu evlilikten; ilim, irfân ve takvâ sâhibi olacak olan Nûmân isminde bir çocuk dünyâya geldi. Evliyalar ansiklopedisi Huzur damlaları |
05-01-2010, 02:18 AM | #16 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Sen mürşid-i kamili ne sanırsın?
Sünbül Sinan hazretlerinin, Muhammed Çelebi isminde bir talebesi anlattı: “Sünbülî tarîkatının şeyhi olan Sünbül Sinân hazretlerine talebe olmuştum. Dergâhında bulunuyor, onun hizmetiyle şerefleniyordum. Bir gün kendisinden izin alarak Gelibolu'ya gitmiştim. Orada bir haram işleme durumu ile karşı karşıya kalmıştım, nefsim harama meyletti. Tam onu işlemek üzere idim ki, yanımda hocam Sünbül Sinân’ı gördüm. Onu görür görmez, utancımdan kıpkırmızı oldum. Ne yapacağımı şaşırmış bir hâlde haramdan uzaklaştım. Bir gemiye binerek İstanbul’a geldim. Hemen dergâha koştum. Hocam Sünbül Sinân ile kapıda karşılaştım. Beni görünce; “Ey Çelebi! Sen mürşid-i kâmili ne zannedersin? O, talebesini gözetmez ise, şeytan ve nefs, onu hevâsına uydurup helâk eder, çabucak tövbe-i nasûh eyle. Bir daha da böyle işleri yapmaya kalkma." buyurdu. Bundan böyle nerede bir haram ile karşılaşsam, hemen hocam hatırıma gelir, onun himmeti bereketi ile haramlar gözüme çok kötü hâlde görünürdü.” Evliyalar ansiklopedisi Huzur damlaları |
05-01-2010, 02:18 AM | #17 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
CENNETE İLK GİREN KOCASINA SADIK KADINDIR
Hazreti Fatımatüzzehra (r.a.) Hazretleri bir gün babası Peygamberimiz (s.a.s.)'e: — Babacığım cennete en önce kadınlardan kim girecek? diye sordu. Peygamberimiz (s.a.s.): — Falan mahallede bir kadın var. O kadın ilk cennete girecek kadındır, buyurdular. Hazreti Fatıma çok merak etmişti: — Benden de mi evvel girecek babacığım? diye sordu. Hazreti Peygamberimiz: — Senden de evvel girecek, istersen git de bir tanış. O zaman sen de neden önce onun gireceğini öğrenirsin, buyurdular. Hazreti Fatıma'nın o kadın hakındaki merakı iyice artmıştı. Bir gün kadının evini sora sora buldu, kapısını çaldı, içerden ihtiyar bir kadın sesi duyuldu: — Kim o? Hazreti Fatıma, kendisini tanıtıp görüşmek istediğini söylediğinde kadın: — Canım sana feda ey Allah Resulünün kızı. Sizinle çok görüşmek arzu ederdim. Fakat dışarı çıkmadığım için ziyaretinize gelemedim. Sizin beni arayıp bulmanız benim için bir lütuftur. Ancak ne var ki ben kocamdan izin almadan size kapıyı açamayacağım. Sizden çok özür dilerim. Yarın gelirseniz içeri girmeniz için izin alır kapıyı açarım, görüşürüz, dedi. Hazreti Fatıma geri gitti, kadın da meseleyi anlatıp kocasından izin aldı. İkinci gün kadınla görüşeceğine emin olarak gelen Hazreti Fatıma yanına Hazreti Hasan'ı da alarak geldi. Kadının kapısını çalarak geldiğini bildirdi. Fakat kadın Hazreti Fatıma'nın yanında bir çocuk bulunduğunun farkına varmıştı. Hazreti Fatıma'ya: — Yanınızda bir de çocuk var. Ben yalnız sizin için izin almıştım, içeri siz girebilirsiniz, fakat çocuk dışarda kalır, isterseniz yarın gelin onun için de izin alayım, beraber içeri girersiniz, dedi. Hazreti Fatıma ikinci defa içeri giremeden geri döndü. Üçüncü gün yanına Hazreti Hüseyin'i de alarak gitmişti.- Kapıda yine aynı durumla karşılaşarak Hüseyin'i içeri alamayınca geri dönmek mecburiyetinde kaldı. Üçüncü gün üçü birden gittiklerinde kadın kocasından her üçü için de izin almıştı, içeri girdiler. Hazreti Fatıma bir de baktı ki, içerde kendisini karşılayan dışarda sesinden tanıdığı kadın değil. Genç ve güzel bir kadın... Hayretle sordu: — Sizinle dışardan konuşurken sesiniz başka idi, şimdi başka, bu nasıl oluyor? dedi. Kadın; — Sizinle konuşurken sesim dışarıya çıkmakta idi. Ben de sesimi yabancı erkek duyar da günaha girerim diye ağzıma taş parçası alarak konuşuyordum. Şimdi ise o taşı çıkardım, dedi. Hazreti Fatıma'nın gözleri yaşarmıştı. Babasının neden cennete evvelâ bu kadının gireceğini söylediğini anladı. Kadın Hazreti Fatıma (r.a.)'ya: — Ey Allah'ın Resulünün kızı! Acaba ben kocama karşı vazifemi ifa etmiş oluyor muyum? "Allah beni kocama itaatsizlikten dolayı hesaba çeker diye korkuyorum, dedi. Hazreti Fatıma babasının müjdesini bildirdi: — Hayır! Sen bil'akis babamın cennete ilk girecek kadın diye müjdelediği birisin. Hiçbir kadın sizin yaptığınızın onda - birini bile yapamaz, dedi. Ve cennete ilk girecek olan kadınla bir hayli sohbet ettikten sonra müsaade isteyerek oradan ayrıldı. |
05-01-2010, 02:18 AM | #18 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
BU AKŞAM HİNDİSTAN'DA
Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: "Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana..." Adam telaş içinde: "Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..." "Peki ne yapmamı istiyorsun?" Adam yalvarır: "Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!" Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve: "Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür. Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır: "Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der. Azrail (a.s) cevap verir: "Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki: "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!" "Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi." |
05-01-2010, 02:18 AM | #19 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Ömer'in Müslüman Oluşu
Bir perşembe gecesi, Habîb-i ekrem 's.a.v.** Ömer 'r.a.' hakkında düâ etdi. Düâsı kabûl oldu. Buyurdular ki, - Yâ Rabbî! Şu iki kişiden hangisi sana sevgili ise dîn-i islâmı onun ile azîz eyle. Ömer bin Hattâb veyâ Amr bin Hişâm. Ertesi gün, Kureyşin büyükleri Haremde toplandılar. - İşbu Ebû Tâlibin yetîmi Muhammed Mustafâ 's.a.v.' zuhûr edip, âbâ ve ecdâdımızın dînini ibtâl etdi. Putlarımız için, fâide ve zarar vermez diye kötüledi. Gayretine dokunmuyor mu ki, yâ Ömer, bu denli kudret ve heybetin, izzet ve satvetin var iken, putlara yardım etmeyi, onu öldürmeği düşünmüyor musun, diye tahrîk etdiler. Hazret-i Ömerin câhiliyye damarı kalkdı. Sonu kötü olan bir gayretle, kılıncını takındı. Resûlullah 's.a.v.' hazretlerini öldürmeğe giderken, Benî Zühreden Nu'aym 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerine rastladı. - Yâ Ömer, nereye gidersin dedikde, cevâb verip, - Şu Kureyşin büyüklerine ahmak diyen ve putlarımıza bâtıl diyen, Muhammedi katl etmeğe gidiyorum, dedi. Nu'aym 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki, - Yâ Ömer! Hayret edilecek bir işe yeltenirsin. Başa çıkamıyacağın sevdâya düşmüşsün. Eğer bu işi başarırsan, Benî Hâşim ve Benî Zühre seni sağ koyacaklarını mı sanıyorsun. Yürü var, işine git, deyince, Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki, - Yâ Nu'aym! Yoksa sende mi, Muhammedin dînine girdin. Eğer öyle ise, evvelâ seni katl edeyim. Nu'aym hazretleri dedi: - Muhammedin dînine sâdece ben mi girdim, sanırsın. Kız kardeşin ve enişten de girmişlerdir. Ömer, bu haberi işitince, gadabı dahâ fazla olup, nereden ma'lûm onların müslimân oldukları, dedi. Nu'aym dedi: - Eğer inanmaz isen, kız kardeşinin evine var. Bir koyunu kendi elin ile boğazla, pişirsinler. Onlar senin boğazladığın koyunu yimezler ise, o zemân bilmiş olasın ki, onlar islâm dînine girmişlerdir. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' o tehevvür ile gidip, kapılarına vardı. İçeriden kulağına bir ses geldi. Dikkat ile dinledi. Anladı ki, okudukları kelâm, hiç insan sözüne benzemez. Meğer o vakt Tâhâ sûresi nâzil olup; hazret-i Fahr-i kâinât aleyhi efdalüttehıyyât, muhâcirînden Habbâbı 'radıyallahü anh' onlara göndermişdi. Onlara, o sûrenin âyetlerini ta'lîm ediyordu. O vakt, bunlar hazret-i Ömerin korkusundan, kapıyı bağlamışlardı. Ta'lîm ile meşgûl iken, hazret-i Ömer kapı ardından dinledi. Dinledikçe, istidâdlı kalblerine, ezelî olan kelâmın rahmânî nûrları gelmeğe başlayıp, şeytânî küfr zulmeti mahv olmağa başladı. Sabr etmeğe mecâli kalmayıp, kapıya eli ile vurdu. Kapı bağlanmış idi. Dikkat kesildikleri gibi, içeride olanlar, korkularından susdular. Habbâbı 'radıyallahü anh' gizlediler. Sûre-i kerîmeyi saklayıp, kapıya bakdılar ki, gelen hazret-i Ömerdir 'r.a.'. Kılıncı yanında, heybetle ve satvetle gelmiş ki, yüzlerine bakmaz. Kız kardeşi, - Hoş geldiniz deyip, içeri alıp, oturdular. Gelmelerinden dolayı, yiyecek tedârik edip, koyun getirdiler. Hazret-i Ömer 'r.a.' kalkıp, kendi boğazladı. Pişirdiler. Hazret-i Ömer, ezelî kelâmın te'sîrinden mest olmuş, ne konuşmağa mecâli ve ne oturmağa sabrı ve karârı var idi. Ne hâl ise, taâmı pişirip, ortaya getirdiler. Hazret-i Ömer dedi, gelin berâber yiyelim. Her biri bir özr behâne edip, yimediler. Kendileri de birkaç lokma aldılar. Dîn-i islâma girdiklerini tahkîk edip, hayreti de çoğaldı. Taâmı [yiyeceği] kaldırdıkdan sonra, süâl buyurdular ki; - Okuduğunuz ne idi. Onlar okuduklarını inkâr eylediler. Korkularından konuşmağa başladılar. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdular ki, - Bilmiş olunuz ki, ben Kureyş arasında kılınç bağlayıp, o da'vâ ile geldim ki, varıp, Muhammedi katl edeyim. Yolda gelirken, sizin de Muhammedül-emînin dînine girdiğinizi işitdim. Geldim ki, evvelâ sizi katl edeyim. Sonra Muhammedi katl edeyim. Lâkin, kapıya geldim. Kulağıma bir ses geldi. Dinledikce o kelâmın lezzeti bir hâl verdi ki, o kötü fikr benden gidip, kalbime şevk ve muhabbet dolup, beni tedirgin eyledi. Elbette inkâra mecâl vermeyip, getirin okuduğunuzu, dinleyelim, dedi. Kız kardeşi ve eniştesi, bu sözü işitdiklerinde, sevindiler. Kalbi islâm tarafına meyl etmişdir diyerek, dediler ki, - Okuduğumuz, Allahü teâlânın ezelî olan kelâmıdır. Hak Sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile, Resûl-i ekrem 's.a.v.' hazretlerine indirmişdir. Dinlemek istersen, evvelâ gusl eyle. Ondan sonra okuyalım, göresin. Hazret-i Ömer 'r.a.' kalkıp, huzûr-ı kalb ile, gusl edip, gelip, kıbleye dönüp oturdu. Kız kardeşi kalkıp, ta'zîm ve tekrîm ile, sûre-i şerîfi eline alıp, (Bismillahirrahmânirrahîm). (Tâhâ ...) diye okumağa başladı. Nazm-ı şerîfin fesâhat ve belâgatinden, kalbi çok yumuşadı. (Ben o Allahım ki, benden başka ibâdete müstehak ilâh yokdur. O hâlde yalnız bana ibâdet et ve beni hâtırlaman için nemâz kıl) meâlindeki Tâhâ sûresinin 14.cü âyetine gelince, Kur'ân-ı kerîmin nûru kalbine nûrâniyyet verip, Kur'ânın eseri açığa çıkıp, küfr ve şekâvet zulmeti gitmeğe başladı. Dedi ki, beni, iki cihânın fahri, Muhammed Mustafâ 's.a.v.' hazretlerinin huzûruna ulaşdırın. O sırada Habbâb bin Erat, perde arasından dışarı çıkıp, dedi ki, - Yâ Ömer, müjdeler olsun sana ki, Allahü teâlâya, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin etdiği düâsı, senin hakkında, kabûl oldu. Allahü teâlâya hamd olsun. Sevinerek, önüne düşüp, hazret-i Sultân-ı Enbiyânın olduğu eve götürdü. Bütün Eshâb-ı güzîn 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în** hazret-i Ömerin geldiğini görünce, hazret-i Fahr-i kâinâta haber verdiler. - Bırakın gelsin. Başında devlet var ise îmâna gelir, buyurdu. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' hazret-i Peygamberin 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' mubârek nûr cemâlini müşâhede ile müşerref oldu. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, - Yâ Ömer, dahâ küfr ve şekâvetden vazgeçmek yok mu? Hazret-i Ömer, Peygamberin mubârek cemâline nazar edip, kelâmını duyup, nazarlarına kavuşunca, hemen karârsız kalmayıp, yüksek dergâhlarına yüz sürüp, sonra, - Yâ Resûlallah, hiç şek ve şübhe kalmadı. Hak Peygambersin. Bana îmânı arz eyle, dedi. (Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) deyip, şecere-i îmânı [îmân ağacını] temîz kalbine dikdi. Cümle Eshâb-ı güzîn 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' tekbîr getirip, sürûr-ı kalb ile, hazret-i Ömer ile kucaklaşıp, boynuna sarıldılar. Allahü teâlâ hazretlerine hamd ve senâ eylediler. Resûlullah 's.a.v.' buyurdu; - Su getirdiler. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' temizlenip, gusl eyledi. Ona Kur'ân ta'lîm buyurdular. Kalbini îmân nûru ile doldurdular. Nemâzı ve diğer dîni erkânı ta'lîm eyledi. Hazret-i Ömer onları gördü ki, mağara gibi gizli bir yerde dururlar. Dedi ki, - Yâ Resûlallah! Bu ne keyfiyetdir ki, bu mağarada ihtifâ buyurdunuz. Se'âdet ile buyurdular ki, - Müşriklerin mü'minlere ezâ ve cefâsından dolayı burada dururuz. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki, - Onlar puta gündüz taparlar. Önünde âşikâre yer öperler. Niçin biz, Hâlıka gizli taparız, yâ Resûlallah. Buyurun billahi varalım, biz de Harem-i beyt-i şerîfde nemâzı âşikâre kılalım. Görelim, bize kim mâni' olur. Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' kalkıp, Sahâbe-i güzîn 'rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în' ile berâber, hazret-i Ömer önlerinde, elinde yalın kılınç, Beyt-i şerîfe doğru yürümeğe başladılar. Kureyş müşrikleri önlerinde, hazret-i Ömeri böyle gördüklerinde, sevinip, dediler ki, - Meğer Ömer bunların hepsini esîr etmişdir, ki getirip karşımızda kırmak ister. Yanlarına geldiklerinde, gördüler ki, hazret-i Ömer bunların herbirine güzel muâmele edip, bunlar ile karışmış güle-güle söyleşip gelirler. Ebû Cehl la'în bu hâli gördü. Müslimân olduğunu anladı. - Âh! Gördünüz mü? Muhammed Ömeri de, kendi dînine döndürmüş. Ben size demedim mi ki, sihrle Muhammed onu aldatır, kendine uydurur. Siz dediniz ki, böyle olmaz. Eyvâh, gelin görelim, şimdi ne yapalım. Ve ona ne söyliyelim. Yakınına geldiler. Hazret-i Ömer 'r.a.' kılıncı kaldırıp dedi; (Nazm) Durun ben geliyorum, bize kıyâma durun, Genç, ihtiyâr, yaşlı hepsi, efendi köle olsun. Dîn-i islâmı teblîg için, Allah gönderdi, Bize Peygamber olan Muhammedi 'aleyhisselâm'. Açığa çıkardı, güzel islâm dînini, Putlar yıkıldı, kalmadı hükmleri. Döndüm Hakka, bunun dînine girdim, Ey Kureyş! Hepiniz avam ve has böyle bilin! Kâfirler, bu hâli görüp, içlerinde telâşlanıp, it gibi çağrışdılar. Ebû Cehl la'în, yüksek sesle dedi ki, - Görün Muhammedi ki, Kureyşin büyüklerini müslimân yapmağa başladı. Bu işler bize azdır. Dedim, gelin onlar çoğalmadan, öldürelim, aldırmadınız. Şimdi ejderhâ oldu. Kâfirler, hazret-i Ömerden korkup, hiçbir mü'mine el uzatmağa kâdir olmadılar. Her birinin dudağı kuruyup, kaldı. Server-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ileri yürüyüp, Hacer-ül esved ile bâb-ı Kâ'be-i şerîf arasında durup, nemâzı o gün âşikâre kıldılar. Gerçi kâfirler çok idi. Mü'minler az idi. Nemâz bitdikden sonra kalkıp, Kâ'beyi ta'vâf etdiler. İbni Mes'ûd 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdular ki, hazret-i Ömerin 'radıyallahü teâlâ anh' müslimân olması, mü'minlere feth ve nusret ve rahmet oldu. O müslimân oluncaya kadar dîn-i islâm âşikâre olmadı. Kâ'be-i mu'azzamada, müslimânlardan hiç kimse nemâz kılmamış idi. Nakl edilmişdir ki, hazret-i Ömer 'radıyallahü anh' îmâna geldikde, Peygamberimiz 's.a.v.' hazretleri, mubârek elini Ömerin 'radıyallahü anh' göğsüne koyup, üç kerre buyurdular ki, - Yâ Rab! Bunun sadrında olan gereksiz sıfatı [göğsünde bulunan kötü sıfatı] ve illeti [hastalığı] çıkarıp, onun yerine îmân ve hikmeti ver. Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin |
05-01-2010, 02:19 AM | #20 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3487
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Hazret-i Resûl-i ekremin 's.a.v.' huzûr-ı şerîflerinde oturan, Kureyş hâtunlarından birisi, yüksek ses ile konuşurken, hazret-i Ömer 'r.a.' gelip, içeri girmeğe izin taleb etdi. Hâtunlar kalkıp, sür'atle perde arkasına çekildiler. Hazret-i Ömere 'r.a.' izin verilip, içeri girdi. Bakdı ki, hazret-i Resûl-i ekrem 's.a.v.' gülüyordu.
Ömer 'r.a.' dedi ki, - Allahü teâlâ hazretleri mubârek dişlerini güldürsün, yâ Resûlallah! Neden dolayı gülersiniz. Server-i kâinât hazretleri buyurdular ki, - Bu hâtunlara hayret etdim ki, benim yanımda idiler. Ne vakt ki senin sesini işitdiler, kaçıp, perde arkasına girdiler. Hazret-i Ömer 'r.a.' dedi ki: - Yâ kadınlar! Beni görünce, Resûlullahın huzûrunda olduğunuz hâlde, niçin korkup, kaçdınız. Onun huzûrunda râhat oturup, korkmuyorsunuz! Hâtunlar, perde arkasından dediler ki, - Yâ Ömer! Sen yaratılışda şiddetli ve gadablısın. Server-i kâinât buyurdular ki; - Ey Hattâb oğlu! Sen sözünden ferâgat et! Varlığım yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, şeytân yolda sana rastlasa, o yolu bırakıp, başka yola sapar, yolunu değişdirir. [Peygamberimizin 's.a.v.' kadınlar ile oturması hicâb âyeti gelmeden evvel idi. Hicâb âyeti gelince, kadınlar ile bir arada oturmadı.] Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin |
Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1) | |
|
|