06-12-2010, 09:47 PM | #21 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ATEŞ DEYİP GEÇMEYİN
"Abdülhamîd Şirvânî", âlim ve velî zâttı. İşi, dîne hizmet ve gençlere nasîhattı. Bir gün, talebesiyle sohbet ederken bu zât, Dünyâdan bahsederek, şöyle etti nasîhat: (Kardeşlerim, dünyânın bilcümle servetiyle, Hiç bir değeri yoktur indallah zerre bile. "Sinek kanadı" kadar kıymeti olsa idi, Onlardan, kâfirlere, bir yudum su vermezdi. Gerçi bâzı kâfirler, zengindir, malları çok. Ama hiç o malların, indallah kıymeti yok. Allah, "dünyâ malı"na kıymet vermediğinden, Hiç sevmediklerine veriyor bu nîmetten. Ama onlar, Cennet'ten tam mahrum olacaklar. Cennetin, kokusunu bile duyamıyacaklar. Kâfirlere verilen o mallar, âhirette, Onların azâbını arttıracak elbette. Müslümân olanlar da, malının "Zekâtını, Vermezse, âhirette yüklenir azâbını. Zekâtı verilmiyen o mallar, o paralar, Mahşerde "Ateş" olup, sâhiplerini yakar. "Ateş" deyip geçmeyin, ona hiç dayanılmaz. Bir kibrit alevine elinizi tutun az. Su biraz çok ısınsa, abdest alamıyorum. (Yâ Rabbî, bu insanlar nasıl yanar?) diyorum. Şimdi bâzı insanlar, bir parçacık menfaat, Uğruna, Cehenneme sürükleniyor, heyhât! Kalpten Dünyâ sevgisi çıkmadıkça velhâsıl, Hakîkî seâdete, olamaz kimse vâsıl. Bu, hele bu zamanda çok çetin ve müşkildir. Bu, çok ibâdet ile olacak şey değildir. Çok oruç tutmak ile ve kılmakla çok namâz, Kalpten, "dünyâ sevgisi", yine çıkarılamaz. Bunu elde etmenin, bir yolu var ki şu an, O da, bu seâdete, bu nîmete kavuşan, Bir "Allah adamı"nı sevip, Ona uymaktır. Kendi aklını atıp, Ona tâbi olmaktır. Çünkü o büyüklerin, doğrudur her işleri. Onlara tâbi olmak, kurtarır kişileri. Zîrâ bir vâsıtaya bindiğinde bir kimse, Ona tâbi olmalı, sürücüsü kim ise. Meselâ bir gemiye binerse biri şâyet, Geminin kaptanına tâbi olur o elbet. Tâbi olmıyacaksa, binmesin gelip buna. Bindiyse, uymalıdır geminin kaptanına. Eğer müdâhaleye kalkarsa, o, ahmaktır. Dînimizin esâsı, çünkü tâbi olmaktır. Hazreti Ebû Bekir, kâfirlere dedi ki: (Mâdem ki O söyledi, doğrudur elbette ki.) "Edeb"in bir târifi, "Îtirâz etmemek"tir. Büyüklerin emrine, hemen "Peki" demektir. |
06-12-2010, 09:48 PM | #22 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ADÂLET VE İHSÂN
"Abdülvehhâb-ı Mısrî", hâl ehli bir velî'ydi. Nasîhati, herkese pek çok fâideliydi. Derdi: (Kulun, aynıysa dışı gibi içi de, Rabbimiz buyurur ki: "Gerçek kul budur işte".) İnsanlara hizmeti, vazîfe biliyordu. (Dünyâda en kârlı iş, işte budur) diyordu. Kimseyi gıybet etmez, dinlemezdi de hattâ. Derdi ki: (Bu, korkunç bir hastalıktır âdetâ.) Son derece sabırlı, tevekkül ehliydi pek. Her dert ve musîbete, katlanırdı severek. Derdi ki[IMG]http://************/images/smilies/58.gif[/IMG]İki türlü, kula gelir hidâyet. Kimine "İhsân" olur, kimine de "Adâlet". Bir kimse, duâ edip dese ki: (Yâ ilâhî! Îmân ve hidâyete kavuştur beni dahî.) Onun, hüsnü niyetle yaptığı bu duâyla, O kulu, hidâyete erdirir Hak teâlâ. İnsan, bütün ömrünce istese bunu bir an, Ölmeden, o kimseye nasîb olur bu "îmân". İşte, duâ edip de, hidâyete kavuşmak, "Adâlet-i ilâhî" sâyesindedir ancak. Bâzı kimseler dahî vardır ki bu dünyâda, "Îmâna gelmek" için, bulunmaz bir duâda. Haberi bile yoktur îmândan, hidâyetten. Lâkin seçip kurtarır, Allah onu o dert'ten. Yâni ona tanıtır Sevdiği bir kulunu. Onun vâsıtasıyla, kendine çeker onu. Bu da, hak teâlânın "İhsânı"dır ki elbet, Dünyâda, olmaz artık bundan büyük bir nîmet. Bir "Allah adamı"nı tanımadan bir kimse, Yüz sene, hiç durmadan ibâdet, hizmet etse, Yine de kayabilir ayağı o kişinin. Çünkü tasarrufunda değildir bir mürşid'in. Mürşidi olmıyanın îmânı, bu devirde, Yüzen "Tahta parçası" gibidir bir nehirde. Dalgalar tesiriyle bir batar, sonra çıkar. Her an bir tehlikeye olabilir o dûçâr. Rehberi olanların îmânına gelince, "Kaya" gibi muhkem ve sağlam olur bir nice. Yâni hakîkî rehber olmadan bir şey olmaz. İnsanlar, âhirette azâbtan kurtulamaz. Peygamber olmayınca, nasıl ki din olmazsa, Onun vârisleri de öyledirler hülâsa. Lâkin mürşid geçinen, sahte şeyhler dahî var. Bu gibiler, din değil, "Dünyâ adamı"dırlar. Onların olmaması, olmasından iyidir. Çünkü onlar, Yol kesen eşkıyâlar gibidir. Eşkıyâ, insanların, alır yalnız malını. Bunlar ise çalarlar dînini, îmânını.) |
06-12-2010, 09:48 PM | #23 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
KENDİNİZİ SEVMEYİN
"Ziyâeddîn Nurşînî", âlim ve evliyâdır. Gençlere, çok kıymetli nasîhatleri vardır. O, bir gün buyurdu ki: (Yolumuzun esâsı, Aslâ terk etmemektir büyüklerle temâsı. Bir "Rehber"e kavuşmak, en büyük bir nîmettir. Sonra yapılacak iş, Ona teslîmiyettir. Yâni kendine değil, o zâta tam uyarak, Huzûra kavuşmaktır, hem de sonsuz olarak. Velhâsıl râhat huzûr, ortada durmaktadır. Kavuşmanın yolu da, bir rehbere uymaktır. Kim aklını terk edip, tam uyarsa "Rehber"e, Kavuşur o sâyede, sonsuz seâdetlere. Kim de hocası varken, "Nefsi"ne uysa eğer, Eksik olmaz başından üzüntü, gam ve keder. Bir hakîkî rehbere olan teslîmiyeti, Nisbetinde, her insan, kazanır seâdeti. Eshâb, teslim oldular Allah'ın Habîbine. Yükseldiler Cennetin en yüksek mevkîine. Kureyş kâfirleriyse, Ona inanmadılar. Yalnız "baş gözü" ile bakarak aldandılar. Meselâ dediler ki: (Bu, nasıl peygamberdir? Görüştüğü kimseler, fakir ve kölelerdir. Sırtında bir hırka var, dolaşır yalın ayak. Hiç yoktur Onu bizden ayıran mühim bir fark.) Eshâbı kirâm ise, Ona, Peygamber diye, Bakarak, ulaştılar rızâ-i ilâhîye. Öyle yükseldiler ki bu sevgiyle o zevât, Onlar namâz kılsalar, meselâ iki rekât, Gayrinin, ömür boyu yaptığı ibâdetten, Daha kıymetli olur indallah bu sebepten. "Dünyâ" ile "Âhiret", zıttır birbirlerine. Birini kalbe koysan, yer kalmaz diğerine. İki zıt şey, bir anda, bir yerde bulunamaz. Birisi varsa eğer, öteki gider, durmaz. Kim Doğuya yaklaşsa, Batıdan uzaklaşır. Dünyâ'dan uzaklaşan, âhiret'e yaklaşır. Dünyâya yaklaşırsan, kendini çok seversin. Kendini sevince de, gayriyi sevemezsin. Aksine, sen kendini sevmez isen hiç eğer, Herkesi seversin ve herkes de seni sever. İki zıt şey, bir yerde, bulunamazlar elbet. Ya Allah'ın sevgisi, ya da nefse muhabbet. "Allah sevgisi" varsa, bulunmaz ötekiler. Ötekiler var ise, Allah sevgisi gider. Kalplerin, saf ve temiz olması lâzım gelir. Bu da, Hak dostlarına olan sevgi iledir. Hak teâlâ Kur'ânda, buyurur ki meâlen: (Dostlar ile berâber olun mütemâdiyen.) O Allah adamları öyle kişilerdir ki, Yanlarında olanlar, olmazlar fâsık, şakî. |
06-12-2010, 09:48 PM | #24 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
PEKİ DİYEN, KAZANIR
"Seyyid Fehîm Arvâsî", hâl ehli bir kişiydi. "İslâma hizmet" etmek, en mühim tek işiydi. O, bir gün buyurdu ki: (Olmayın îtirâzcı. Dâimâ "Peki" deyin, olsa da biraz acı. Zîrâ "Peki" demekle Eshâb Resûlullah'a, Çok yakın ve sevgili olmuşlardı Allah'a. Hazreti Ebû Bekir, mîrâcı işitince, Hiç îtirâz etmeyip, tasdîk etti hemence. "Tamam!" dediği için o gün Resûlullah'a, "Sıddîk" lakabı ile, yükseldi bir kat daha. İmâm-ı Rabbânî de, "Hac" için, Hindistân'dan, Bâzı talebesiyle, yola çıktı bir zaman. Henüz "Bâkî Billâh"ı tanımıyordu, fakat, Yok idi o devirde, Onun gibi âlim zât. Zâhirî ilimlerin, vâkıf olup hepsine, Ders verirdi yüzlerce ilim talebesine. İşte o yolculukta, birisi talebenin, Huzûruna gelerek İmâm-ı Rabbânî'nin, Arz etti ki: (Efendim, benim bir hocam vardır. Filân yerde oturur, adı Bâkî Billâh'tır. Berâber gidelim mi, Onun ziyâretine?) İmâm, "Peki" buyurdu onun bu teklîfine. Tevâzû buyurarak, kırmadı o gün onu. Onun hatırı için, değiştirdi yolunu. İmâm-ı Rabbânîyi görünce Bâkî Billâh, Dedi ki: (Aradığım, budur elhamdülillah.) Zîrâ hep bekliyordu Serhend'den bir "Yiğid"i. Beklediği o yiğit, "İmâm-ı Rabbânî"ydi. Bâkî Billâh, İmâm'a etti ki şöyle niyâz: (Bizim misâfirimiz olmaz mısınız biraz?) İmâm, bu teklîfe de îtirâz etmiyerek, Hemen kabûl eyledi yine "Peki" diyerek. İki gün sohbet edip, buyurdu ki bu defâ: (İsterseniz gidiniz siz artık Beytullaha.) Lâkin hazreti İmâm, olmuştu Ona âşık. Çünkü aradığını, bulmuştu Onda artık. Dedi ki: (Biz Kâbeye gidecektik velâkin, Burada, sâhibini buluverdik Kâbenin.) O huzûrda İki ay kalarak, en nihâyet, O mürşid-i kâmilden, aldı mutlak icâzet. Yine o buyurdu ki: (Bu günden tezi yoktur, İslâma bel bağlayıp, bulmalı râhat, huzûr. Bu günden yapmalı ki çok ibâdet ve tâat, Zîrâ hiç beli olmaz, bitebilir bu hayât. Pişmân olmamak için âhirete gidince, Öğrenmek lâzım gelir dînini ince ince. İlim de, öğrenilir sırf "Amel etmek" için. Bir de "İhlâs" gerektir, esâsı budur işin. Yâni islâmiyette üç temel esas vardır. Bunlar, İlim ve Amel, üçüncüsü İhlâstır.) |
06-12-2010, 09:48 PM | #25 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
CÖMERT OLUN!
"Abdülhakîm Arvâsî", büyük bir evliyâdır. Kalplere tesir eden nasîhatleri vardır. Onu gören kimseyi, kaplardı neşe, sevinç. Yüzünden tebessümü, noksan olmaz idi hiç. O, bir gün buyurdu ki: ("Dünyâ", küçük ve dardır. Bunun için burada, sıkıntı, darlık vardır. Her kim sıkılıyorsa, Dünyâ işleri için, Demek kalbi, dünyâya dönüktür o kişinin. Âhirete dönerse, bulur râhat ve huzûr. Zîrâ ona giden yol, geniş, hattâ sonsuzdur. Kavgalar, dar yerlerde gelirler hep meydana. Zîrâ herkes, kendini çıkarır ön plâna. Herkes, menfaatini kayırır, haset eder. Herkes, (Dünyâ malına, ben sâhip olayım) der. Az malı, çok kimseler edince böyle talep, Dünyâ sıkıntısının menşei de budur hep. "Alma"yı düşünenin, sıkıntısı çok olur. Veren ise, dâimâ bulur râhat ve huzûr. Hem "Vermek" üzerine kurulmuştur dînimiz. Veren el, alan elden, hep üstündür ve azîz.) Bir gün Ona sordular: (Efendim, neden acep, Hakîkî müslümânlar, güleryüzlü olur hep?) Buyurdu: (Güler yüzlü olur mü'min esâsen. Zîrâ mü'min olmanın, şiârı budur zâten. Zîrâ hâlis müslümân, "Ölümü unutmaz hiç. Ölüm'ü çok anmak da, verir neş'e ve sevinç. Çünkü Ölüm, başıdır sonsuz bir yolculuğun. Hazırlanmak lâzımdır, bu sefere çok yoğun. İnsan, dünyâda bile, çıksa bir kısa yola, Bir kaç gün evvelinden, koyulur hazırlığa. Ölüm seferininse, değildir günü belli. Zîrâ hep âni gelir insanların eceli. İşte bu yolculuğu, çok düşünen bir insan, Yapar hazırlığını, gelmeden henüz o an. Bu dünyâ "Hayâl" olup, gâyet kısa zamandır. Sonsuz'a nisbet ile, ömür, sanki bir an" dır. Bunun da çoğu gitti, azı kaldı geriye. Kavuşmaya bakmalı, rızâ-i ilâhîye. Ölüm uyandırmadan, uyanalım ki şu an, Yoksa, mahşer gününde, oluruz gâyet pişmân.) Bir gün de buyurdu ki: (Kardeşlerim, faraza, Cemiyet bir "Beden"dir, fertler de birer "Âzâ". Birinin ayağına, batsa ufak bir diken, Onun acısı ile, sızlanır bütün beden. Vücûdun neresinde olsa bir dert ve maraz, Onun sıkıntısıyla, insan râhat olamaz. İşte bir memleketin fertleri de böyledir. Birisi hasta olsa, hepsi üzüntüdedir. Bunun için herkese, davranın güzel, iyi. Herkesle hoş geçinip, üzmeyin hiç kimseyi.) |
06-12-2010, 09:49 PM | #26 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
DUÂ ALMAYA BAKIN!
"Şemseddîn-i İznîkî", hâl ehli bir velî'ydi. "Büyük insan" olduğu, her hâlinden belliydi. O, bir gün buyurdu ki: (Bakın duâ almaya. İnsan, duâ alarak yakın olur Allah'a. Evliyâ-yı kirâmdan, Ubeydullah-ı Ahrâr, Çok duâ istemeyi, etmişti âdet, şiâr. Buğday satın almıştı, bir gün de bir kimseden. Ayrılıp gitti sonra, hiç duâ istemeden. Üç günlük bir mesâfe gitmişti ki O fakat, Duâ almadığını hâtırladı o sâat. Dedi: (Eyvâh, ben ondan duâ talep etmedim. Onun duâsındaydı belki de seâdetim.) Üç günlük mesâfeden, geriye döndü yine. Geldi buğday aldığı o köylünün evine. Köylü onu görünce, suâl etti pür-telâş: (Yoksa bozuk mu çıktı buğdaylar ey arkadaş?) Dedi ki: (Hayır hayır, iyi çıktı buğdaylar. Ve lâkin istemeyi unuttuğum bir şey var.) (Nedir?) diye sorunca, dedi ki: (Birâderim! Ben, gördüğüm herkesten, duâ talep ederim. Lâkin senin duânı, unuttum istemeyi. Yolda hâtırladım da, bu yüzden döndüm geri.) Köylü, hayret içinde dedi: (Yâni şimdi sen, Yalnız bunun için mi geldin hiç üşenmeden?) (Evet, sırf bunun için geldim) dedi o Hazret. Köylünün şaşkınlığı, fazlalaştı begâyet. Ellerini kaldırıp, dedi ki: (Yâ ilâhî! Aç bunun kalp gözünü, velî olsun bu dahî.) Ânında kabûl oldu, onun bu hâlis sözü. Hâce Ubeydullahın açıldı gönül gözü. Yine bir defâsında buyurdu: (Hayâ, edeb, Hayâtın her ânında, lâzımdır insana hep. Herhangi bir mü'mini görürseniz siz eğer, Mütevâzı davranıp, verin kıymet ve değer. Zîrâ hiç belli olmaz, o gördüğün, kim bilir, Allah'ın çok sevdiği bir Velî olabilir. Vaktiyle bir talebe, yürürken yolda bir gün, Öteden geldiğini farketti bir büyüğün. Durdu ve edebinden, yol verdi ihtiyâra. O öne geçsin diye, çekildi az kenara. Lâkin o Yaşlı zât da durdu ve dedi: (Ey genç! Ne için yürümezsin, yol senin, önce sen geç.) Çocuk çok edebliydi, dedi ki: (Ey efendim! Ben sizin önünüze nasıl geçebilirim? Siz yaşlı amcasınız, ben ise bir talebe. Önünüzden yürümek yakışır mı edebe?) Evliyâdan bir zâtmış meğerse o ihtiyâr. Dönüp, o talebeye eyledi tek bir nazar. O nazarla, çocuğa bir hâl oldu o anda. Kalp gözü açılarak, evliyâ oldu o da.) |
06-12-2010, 09:49 PM | #27 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
İŞ KALPTEDİR
"Hacı Fehmi Efendi", âlim ve velî bir zât. Kullara hizmet için, ederdi çok nasîhat. İlim, hikmet saçardı konuştukça lisânı. Küfürden hidâyete çıkardı çok insanı. Bir gün, sevdiklerine buyurdu: (İş kalptedir. Onu temizlemek de, ancak Sohbet iledir. Sohbet, bir an da olsa, Hak dostu bir velî'yle, Berâber bulunmaktır, konuşulmasa bile. Evliyâ-yı kirâmdan, Behâeddîn Buhârî, Vardı ki, ziyârete gelmişti Ona biri. Baktı ki konuşmuyor, bekledi yarım saat. Lâkin konuşmuyordu yine o mübârek zât. En son dayanamayıp, dedi ki: (Ey efendim! Bir şeyler söyleyin de, istifâde edelim.) O zaman büyük velî, başını kaldırarak, Ona şöyle buyurdu hemen cevap olarak: (Bizim sükûtumuzdan bir şey anlamadıysan, Kelâmımızdan dahî anlamazsın ey insan!) Yüzüne bakmak bile, ibâdettir mü'minin. Çünkü onun kalbinde, "Îmân" var, bunun için. Peygamber-i zîşân'ın kalbinden çıkan Nûrlar, Kalpten kalbe akarak, geldi bu güne kadar. Su, nasıl ki boruyla gelir ise barajdan, Bu Nûr da, kalpten kalbe, akıp gelir her zaman. Eğer nasîb olmazsa bu nûrlar bir kişiye, Kavuşmamış sayılır zâten o hiçbir şeye. Velhâsıl şu iki şart, her kimde varsa eğer, Resûlullah'tan gelen bu Nûra, o da erer. Şartlardan birincisi şudur ki: "Bu nûrların, Kalbinde olduğuna, inanmaktır bir zâtın." İkincisi, "Sevmektir o velîyi ihlâsla. Hiç şüphe etmemektir, bu ikisinde aslâ". Her kimde bu iki şart mevcut ise eğer ki, Onun dahî kalbine, nûr akar elbette ki.) Bir gün de buyurdu ki: (Olun hep mütevazi. Siz tevâzû ettikçe, yükseltir Allah sizi. Kibirli olanları, ne kul sever, ne Allah. Kendisini sâdece, kendi sever mâzallah. Kendini bir Kâfirden, hattâ Uyuz köpekten, Üstün gören, Allah'a kavuşamaz katiyyen. Hadîste buyuruldu: (İnsanların fenâsı, Zor olandır yanına biraz yaklaşılması.) Eğer korkuluyorsa, varmak için yanına, Bir felâket olarak, kâfi gelir bu ona. Siz öyle davranın ki, kaçmasın kimse sizden. Emîn olsun insanlar, hem el ve dilinizden. Desinler: (Gidelim de, filânın yanına biz, İçimiz açılsın ve ferahlasın kalbimiz.) |
06-12-2010, 09:49 PM | #28 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
BÜYÜKLERİ TANIMAK
"Ahmet Sait Fârûkî", evliyâ bir zât idi. Her hâli, insanlara, birer nasîhat idi. Var idi kendisinde iyi huy, güzel ahlâk. Şefkatli davranırdı O herkese muhakkak. Her ne zaman bir sohbet etse idi O halka, Ölüm ve Âhiretten, bahsederdi mutlaka. Bir gün de buyurdu ki: (Gidilirken bir yere, İhtiyaç duyulursa nasıl ki bir rehbere, Allah'a kavuşturan, bu din yolunda da hem, Yolu bilen bir "Rehber" lâzımdır, hem de elzem. Bu din, "Sorup öğrenmek ve iş yapmak" dînidir. İnsan yalnız kalırsa, bu, çok tehlikelidir. İnsana dost lâzımdır, olsa da bir tek kişi. Yoksa, Kitap okumak olmalı onun işi. Kendi aklına göre giderse eğer insan, Arkadaşı Şeytândır ve sonu olur hüsrân.) Bir gün de buyurdu ki: (Hak teâlâ, insanda, "İki korku"yu birden, cem etmez bir arada. Yâni kim, bu dünyâda korkar ise Allah'tan, Korkmaz o âhirette Cehennemden, azâbtan. Dünyâda korkmayan da, çok korkar âhirette. Zîrâ o kimse için, azâb vardır elbette. "Korkma"nın menşeinde, vardır gizli "Muhabbet". İnsan, çok sevdiğinden çekinir, korkar elbet. Allah korkusunun da temelinde bu vardır. Bu sevgi çoğaldıkça, korku dahî çoğalır. Kulda, böyle korkunun hâsıl olması için, Mütevâzı olması lâzım gelir kişinin. Kibirli insanları, Rabbimiz sevmez elbet. Sevmediğine ise, vermez muvaffakıyyet. Gayriyi beğenmiyen, çok âdi birisidir. Şeytân huylu ve hattâ şeytânın kendisidir. Şeytân, Âdem Nebî'ye karşı kibrettiğinden, Kovuldu, tard olundu huzûr-u ilâhî'den.) Yine O buyurdu ki evinde bir sohbette: (Eğer niyet hayırsa, hayırdır âkıbet de. Hak teâlâ bir kula, eder ise muhabbet, Sevdiği bir kulunu, tanıtır ona elbet. Gösterir demiyorum, "Tanıtır", çok sevdirir. "Görmek" ile "Tanımak", zîrâ ayrı şeylerdir. Her kime tanıtırsa Allah böyle birini, Ona vermiş demektir her türlü nîmetini. Nasıl Resûlullah'ı çok sevdi sahâbîler, Verdi Allah onlara, çok ulvî dereceler. Çok yüksek olsa bile, başı bir evliyânın, Ayağı altındadır sahâbe-i kirâmın. Onları tanımakla, tanımayıp sevmemek, Arasında, çok büyük fark vardır, bilmek gerek. "Gözü açık" olanla, "Âmâ olan" gibidir. Onları tanıyan ve seven çok tâlihlidir.) |
06-12-2010, 09:49 PM | #29 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3488
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
EN BÜYÜK RÜTBE
"Selâhaddîn Konevî", büyük âlim ve velî. Sohbeti, herkes için olurdu fâideli. O bir gün buyurdu ki: (Biz çok seviniyoruz. İslâm âlimlerini zîrâ çok seviyoruz. Eğer bu büyükleri tanımasa idik biz, Dünyâ ve âhirette, harâb idi hâlimiz. "Büyükleri tanımak", en büyük bir rütbedir. Bu rütbe, her makâm ve mevkîin üstündedir. Bu rütbenin önüne, eğer mesleğinizi, Alacak olursanız, bu, zelîl eder sizi. Eğer sen "Tabip" isen, tek tabip sen değilsin. Onbinlerce tabipten, ancak bir tânesisin. Ama sen, bundan evvel, ehli sünnet üzere, Doğru îmân sâhibi "Müslümân"sın bir kere. Sonra da bir Velîyi, bir "Allah dostu"nu, sen, Tanıyıp seviyorsun, şeref budur esâsen. Bu şerefin yanında, diğer makâm ve mevkî, Gibi şeyler, kıymetten mahrumdur elbetteki. Vardı sahâbeden de, meslek ehli kişiler. Lâkin bahis konusu olmazdı öyle işler. Onlarda, tek ve ortak bir husûsiyet vardı. O da, "Resûlullah'ın sahâbesi" olmaktı. Zîrâ hazreti Ömer, buyurur ki bu bâbta: (Bizler bulduk şerefi, asıl eshâb olmakta. Eğer eshâb olmanın üstünde, başka şeref, Ararsanız, çok zelîl olursunuz mâlesef.) Çünkü eshâbtan olmak, zirvede bir noktadır. Daha çıkmak isteyen, aşağı yuvarlanır. Bizler, Resûlullah'ı görmedikse de, fakat, Onun vârislerini tanıdık, bu hakîkat. O gün, Resûlullah'ın kalbinden çıkan nûrlar, Her an, bu Büyüklerin kalbinden yayılırlar. Hem de hiç azalmadan, bir değişme olmadan, Dünyânın her yerine yayılıyor durmadan. Böyle büyük Velîler, her devirde bulunmaz. Uzun seneler sonra bulunurlar gâyet az. Böyle büyük zâtları, sevmek ve tâbi olmak, Kolay ele geçmiyen bir nîmettir muhakkak. Yapılacak bir tek iş, Ona teslîm olmaktır. Yâni kendine değil, o büyüğe uymaktır. Bir "Allah adamı"nı seviyorsa bir insan, Ona bahşedilmiştir, büyük nîmet ve ihsân. Dünyâda, bundan büyük bir nîmet yoktur daha. Bu nîmete kavuşan, şükreylesin Allah'a. "Şükür", yalnız dil ile getirilmez yerine. Uymakla îfâ olur Allah'ın her emrine. Yâni islâmiyete sarılırsa bir insan, Nîmetlerin şükrünü, yapmış olur o zaman. Her iyilik ve hayır, islâmın içindedir. Ona uyan, şükrünü edâ etmiş demektir. |
Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1) | |
|
|