04-20-2010, 05:00 PM | #41 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Harem-i Hümayûn'un en itibarlı hanımı Valide Sultan
Osmanlılarda cülus merasiminden bir kaç gün sonra saray, yeni bir törene daha sahne olurdu. III. Murad Han'ın cülusundan itibaren düzenlenen bu merasim padişahın annesinin Eski Saray'dan alınarak Topkapı Sarayına nakli hadisesidir. Valide Alayı ismi verilen bu tören şu şekilde gerçekleşirdi. Yeni padişah cülusundan bir kaç gün sonra validesinin Eski Saraydan Topkapı Sarayına naklini emrederdi. Bir gün öncesinden rikâb-ı hümayun ve şikar ağaları, kapıcıbaşılar, sultan kethüdaları, padişah evkafı mütevellileri, haremeyn vakfı erkanı, harem-i hümayun ağaları, baltacılar, darüsaade ağası ve yeni tayin olunan valide kethüdasına haber gönderilerek hazır olmaları istenirdi. Valide Alayı, Bayezid kolluğu (karakolu) önüne geldiği vakit yeniçeri ağası, şayet o seferde ise sekbanbaşı tarafından karşılanırdı. Araba burada bir müddet durur, bu sırada ağa yer öperek hürmet ve tazimlerini arzederdi. Ağaya bir hil'at giydirilir, yine ona ve maiyyetine önceden belirlenen hediyeleri dağıtılırdı. Bu şekilde her kulluk geldikçe oradaki görevli neferlere hediyeleri verilirken alaydan etrafa çil çil paralar saçılırdı. Alay cebehane önüne gelince cebecibaşı valide sultanı selamlayarak hediyesini alırdı. El Öpme Bu şekil merasimlerle bâb-ı hümayundan saraya girilirdi. Hastane kapısı köşesinde bekleyen bostancı başhasekisi ile hasekiler ellerinde değneklerle dizilip ilgililer dışında kimseyi ileriye geçirmezlerdi. Valide sultanın arabası has fırın kapısı önüne gelince padişah vakarlı bir şekilde yürüyerek gelir, validesini iki veya üç temenna ile selamlar ve annesinin sağ tarafdaki pencereden uzanan elini öperdi. Bu sırada çavuşlar hep birlikte alkış tutarlardı. Valide Sultan'ın arabası orta kapıdan içeri girdikten sonra alay sona ererdi. Valide sultan saraya gelişinin ertesi günü sadrazama bir hükümnâme ile kürk ve hançer gönderirdi. Bu şekilde saraya yerleşen valide sultan haremin en itibarlı hanımıdır. Valide sultanın herkesten üstün konumu harem müessesesinin esasıydı. O hem sultan ailesinin vesayetinden hem de harem hanesinin günlük işleyişinin idarî denetiminden sorumluydu. Onun haremin en güçlü üyesi olduğunu maaşı açık bir şekilde yansıtmaktadır. Zira devlet hazinesinden harem üyelerinin her birine ödenen günlük maaş (mevacib), harem kurumunun hiyerarşisini ortaya koyar ve simgelerdi. Kanuni sonrası dönemde, haremi idare eden ilk valide sultan olan Nurbanu Sultan'a günlük 2000 akçelik bir maaş bağlanmıştı. III. Mehmed'in annesi Safiye Sultan da ise, bu rakam 3000 akçeye çıkmıştır. Valide sultan maaşları, kısa süreli istisnai dönemler dışında bu yüksek seviyeyi muhafaza etmiştir. Genelde Osmanlı haremini anlatan Avrupa kaynaklı tasvirlerde valide sultandan hiç söz edilmeyip, padişah kadınları ön plana çıkarılmaktadır. Harem kısmındaki gücün valide sultanın değil de hasekilerde olduğunu savunmaki yabancı gözlemcilerin saray hayatına dair cinsel fantazi ve entrika senaryolarını daha rahat kurabilmenin bir ürünü olmalıdır. Harem-i hümayun konusunda arşiv belgelerine dayalı ciddi bir eser ortaya koyan Amerikalı tarihçi Lesli Peirce, bu durumu ; büyük ölçüde kendi kraliçelerinin karşılığını arayan ve dolayısıyla Osmanlı haremindeki en büyük güç ve statü sahibinin valide sultan olduğunu anlamaya hazır olmayan Avrupalı gözlemcilerin kültürel at gözlüklerine bağlanması gerekir diyerek açıklamaktadır. Padişahlar ve Anneler Padişahların validelerine karşı son derece hürmetkar davranmaları onların saraydaki hüküm ve nüfuzlarını daha da arttırmıştır. Bunda muhakkak ki, İslamiyetin ana hakkı konusundaki müessir prensiplerinin büyük rolü olmuştur. Cennet anaların ayağı altındadır; Ana babaya iyilik etmek nafile namaz, oruç ve hac faziletlerinden daha faziletlidir; Allahü Teâlâ'nın rızası ana va babanın rızasındadır vb. Hadisi şerifler ana-babaya gösterilecek hizmet ve hürmeti açık bir biçimde ifade etmektedir. Nitekim Fatih Sultan Mahmed kendisini yetiştiren ve hristiyanlık dininde kalmaya devam eden üvey annesi Mara'ya geniş bağışlarda ve temliklerde bulunmuştur. Yine ona ölünceye kadar, halini hatırını sormaya ve iyiliklerde bulunmaya devam etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman annesi Hafsa Sultanı çok sever, bir dediğini iki etmezdi. Hayırları ve iyi kalpliliğiyle ün kazanan Hafsa Sultanın Manisa'da cami, imaret, medrese, mektep ve hangâhı vardır. III. Murad, validesi Nurbanu Sultan'ın ölümünde matem elbisesiyle cenazeyi takip ile Fatih Camiine kadar gelmiş, orada namazını kıldıktan sonra sarayına dönerek ruhu için sadakalar dağıttırmıştır. III. Mehmed Han da babası gibi validesine çok riayet gösterirdi. IV. Mehmed'in annesi Turhan Sultan'a, III. Selim Han'ın da Mihrişah Saultan'a karşı hürmet ve tazimleri pek fazla idi. Bunun neticesi olarak valide sultanların saraydaki hüküm ve nüfuzları daha da artmıştır. Bu durum bazı valide sultanların, devlet işlerine de karışmasına da yolaçmıştır. Ancak istisnai olarak görülen bu çeşit olayların dahaçok çocuk yaşta tahta çıkan padişahlar döneminde olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Valide Dairesi Otuz altı Osmanlı padişahından sadece yirmi üçünün annesi valide sultan ünvanını kullanmış, diğerleri oğulları tahta geçmeden vefat ettikleri için bu ünvanı alamamıştır. Valide Sultanların kendilerine verilmiş paşmaklık denilen hasları vardır. Daha sonraları haslarından başka kendilerine darphaneden muayyen bir maaş da tahsis edilmiştir. Validelerin kalabalık bir maiyyetleri vardı. Haremi, Haznedar Usta vasıtasıyla idare ederlerdi. Haremdeki bütün kadınlar, sultanlar, ustalar, ve cariyeler kendisinden çekinirler onu sayarlardı. Haremdeki bütün işler onun emriyle yapılırdı. Göçler, gezintiler onun emriyle ve arzusuna uygun olarak haznedar ve kalfalar tarafından uygulanırdı. Törenlerde ve hareme kabullerde baç rolü valide sultan oynardı. Hariçteki işlerin Valide Kethüdası denilen bir memur bakardı. Validelerin hasları ve mukataalarını da o idare ederdi. Haremde valide sultan dairesi padişaha ait mekanlardan sonra, en büyük ve en önemli mekândır. Daireyi valide taşlığından bir bekleme odası ile girilirdi. Girişte nöbetçi cariyeler beklerdi. Daire yüksek kubbeli bir sofa, daha küçük bir yatak ve ibadet odası ile iç içe üç bölüm halindedir. Sofanın duvarlarının alt kısımları çinili, üst bölümleri ise 19. yüzyıl hayali panoramik manzara resimleriyle dekorlanmıştır. Sedef kakmalı gömme dolapları ve kapı kanatları eskidir. Bir ocak ve çeşmeye de sahip olan odaya kadife sedirler ve sofra takımı da kurulmuştur. Valide Sultanlar yemeklerini burada yerlerdi. Yatak odası kapısının yanında mermer üzerine yazılmış olan; Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah Dem bedem saat besaat bâd ikbâlet fizûn Düşmenet çün şişe-i saat bemişe ser nigûn Bu ocağın dûd-i dâim sünbül izhâr eylesün Sahibine hazret-i Hak nârı gülzâr eylesün Açıklaması: Allahü Teâlâ'dan başka ilah yoktur, Muhammed "aleyhisselam" O'nun Resûlüdür. Her ana her saat talihin yükselsin, Düşmanın, saat şişesi gibi baş aşağı olsun Bu ocağın daimi olan dumanı sünbül gibi görünsün Sahibine Hazret-i Hak, ateşi gül bahçesi eylesin. Anlamına gelen bir beyit yeralmıştır. Yatak odasının 17. yüzyıl İznik çiniciliğinin son kaliteli ürünleriyle kaplı duvarlarında, çiçekler fışkıran şadırvan motifleri kullanılmıştır. Solda ahşap altın yaldızlı, kabartmalı ve üstü dört sütuna dayalı parmaklıkla çevrili alanı yatak yeridir. Yatak odasından mermer söveli ve demir şebekeli bir zar ile geçilen dua odası da benzer görünüşlüdür. Duvarında çiniden bir Kabe tasviri de vardır. Ölen ya da tahttan indirilen padişahların anneleri, merindeki cariyeleri ile birlikte bu daireyi boşaltarak yeniden Eski Saray'a yerleşir ve kendilerini tamamen hayır işlerine verirlerdi. |
04-20-2010, 05:00 PM | #42 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Harem lûgatte korunan, mukaddes ve muhterem yer anlamına gelir. Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak bir şekilde planlanan, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri kısımdır. Burada yaşayan kadınlara da harem deniyor olması, İslamiyet'in bu bölümlere, özellikle hane kadınlarıyla belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin (nâmahrem) girişini yasaklamasından kaynaklanır.
Osmanlı devlet teşkilâtında harem-i hümâyûn tabiri hem haremi hem de enderunu içine alır. Enderun padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak erkeklerin, harem ise ikametgâh görevinin yanında kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim müessesesidir. Bu bakımdan hareme yüksek dereceli kadınlar akademisi de denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi sistemi bulunmaktadır. Haremin bu son derece çarpıcı ve ilgi çekici yönü ne yazık ki, hep geri plana itilmiş ve yeterince değerlendirilmemiştir. Buna karşılık harem hayatının gizliliği ve mahremiyeti herkese malum olduğu halde özellikle batılı yazarlar tarafından hiç bilinmeyeni en bilinen kısmıymış gibi harem hakkında anlatılanlar basit ilişkiler üzerine kurulmuştur. Buradaki bilgilerle senaryolanan çeşitli film, roman ve tiyatrolarda da maalesef çok geniş bir teşkilata sahip bulunan haremin asıl fonksiyonu göz ardı edilmiş veya maksatlı olarak unutturulmaya çalışılmıştır. Oysa son yıllarda harem üzerine yapılan yerli ve yabancı bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar Osmanlı sarayının harem bölümünün padişahın evi ikametgâhı olmasının yanısıra dünyada eşi benzeri görülmeyen bir mektep hüviyetinde olduğunu gözler önüne sermektedir. Harem-i Hümayun hakkında on yıllık yorucu bir mesai sonunda arşiv belgelerine dayalı bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı uzman Leslie Peirce "Biz batılılar İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama güçlü bir geleneğim mirasçılarıyız. Harem, müslüman cinsel duyarlılığı üzerine kurulu Batı efsanelerinin kuşkusuz en yaygın simgesidir" dedikten sonra haremin amaç ve teşkilatı hakkında verdiği bilgiler aleyhteki iddialara en güzel cevaptır. "Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan ailesinin hizmetkârları için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir. Genç kadınlar sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi. Enderun, saray içinde padişaha kişisel hizmet yoluyla erkekleri nasıl saray dışında hanedana hizmet hazırlıyorsa, harem de kadınları padişah ve annesine kişisel hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlıyordu. Azat edilerek enderun mezunları veya diğer görevlilerle evlendirilen bu kadınların payına da kocalarının oluşturduğu erkek hanelerini (selamlık) tamamlayan haremler oluşturmak düşerdi. Sultan hanesinin kurduğu teşkilat ve eğitim kalıbı bu köle evlilikleri vasıtasıyla çoğaltılarak Osmanlı yönetici sınıfının sosyal ve politik temelini oluşturuyordu. Saray eğitim sisteminin -hem erkek hem de kadınlar için- ana hedeflerinden biri hükümran hanedana sadakatin aşılanmasıydı. İmparatorluk elitini sarmalayan bağları erkekler kadar kadınlar da sürdüğü için elitin sadakatinin odağında sadece padişahın kendisi değil, aynı zamanda sultan hanesinin kadınları, yani bir bütün olarak haneden ailesi vardı." Yine 17. yüzyıl bazı batılı yazarlardan haremin gizliliğinin yaznısıra harem hakkında konuşamların da fanteziler üretmekten başka bir şey yapmadıklarını gözlemlemek mümkündür. "Sarayın, ikinci avluya girmelerine izin verilen yabancıların gidebildiği kadarını gördüm... İçeriyi görmedim. Ama hükümdarlarına karşı huşu duyduklarını gösteren şahane bir sessizlik ve saygı içindeki sonsuz bir görevliler ve hizmetkârlar kalabalığı ile karşılaştım." (Henry Blunt, A Voyage into the Levant, 1638). "Kadınlar dairesine ilişkin bir bölümü buraya, okuyucuya bu daireyi iyi bilmenin imkânsızlığını anlatabilmek için dahil ediyorum... Buraya erkeklerin girmesi yasaktır ve bu yasak Hristiyan manastırındakinden çok daha büyük bir dikkatle uygulanır... Sultanın aşk hayatının niteliği gizli tutulur. Bunun üzerine konuşmayacağım ve bu konu hakkında hiç bir bilgi edinemedim. Bu konuda fantezi kurmak kolay ama doğru bir şeyler söylemek alabildiğine güçtür." (Jean-Baptiste Tavernier Nottvelle Relation de l'interieur du serrail de Grand Seigneur, 1675). "Kardeşim, Osmanlı imparatorlarının sarayı konusundaki merakını herkesten kolay giderebilirim. Çünkü yirmi yıldan fazla bir süredir bu sarayın içine kapalı kalmış biri olarak güzelliklerini, yaşam tarzını, disiplinini gözlemleme zamanım oldu. Çeşitli yabancı gezginlerin bir kısmı dilimize de çevrilmiş olan bir çok fantastik tasvirine inanılacak olursa b sarayın büyülü bir yer olmadığını hayal etmemek güçtür... Fakat sarayın asıl güzelliği içinde gözlenen düzende ve burada yaşayan güçlü kişilerin hizmetine bakacak olanların eğitiminde yatar." (François Petis de la Croix, Ett General de l'Empire Ottoman, 1695). |
04-20-2010, 05:01 PM | #43 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Osmanlı Darphaneleri
Osmanlı İmparatorluğunda büyük isyan ve ayaklanmaların sebepleri nasıl açıklanırsa açıklansın, asıl sebep ve kaynaklarına derinlemesine inildiğinde bu kanlı olayların paraya dayandığı açıkça görülür. Bilinen ilk vak’a, ta Fatih Sultan Mehmed’in cülusunda başlar. Cülus bahşişi verildi, verilmedi patırdısının perde arkasında, akçaların satın alma gücünün o devirde çok hafif de olsa düşmeye başlaması gerçeği yatar. Daha sonraları, nice paşa, vezir ve sadrazamların, hatta padişahların hayatına mâl olan ve bilinen isimleri konulmuş isyanlarda züyuf akçalar, kara kuruşlar büyük rol oynar. Osmanlı imparatorluğunun askerî kudret ve kuvvetine aynı silahla mukabele edemiyen Avrunpa devletleri onu iktisaden çökertmeye yönelmişlerdir. Bu amaçla Osmanlılaxra ayarı düzgün gümüş paralarını kendi ayarı düşük ve hatta kalp paraları ile değiştirerek Osmanlı İmparatorluğunun para düzenini içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir. Yukarda çok kısa olarak değinilen Osmanlı paralarının, bu çok çeşitli ve tedavülünde ihtilaflar yaratan durumu, Sultan Abdûl Mecid’in cülusunun altınca yılına kadar devam etmiştir. Nihayet. Abdülmecid Han o günden sonra Mecidiye diye anılan 830 ayar, fevkalade sempatik, manâlı ve sağlam parayı bastırmaya muvaffak olmuştur. 1259 (1843) de “Tashihi Ayar Kanunu” çıkararak Osmanlı paralarını modern para sistemine uydurmak üzere faaliyete geçmiştir. Bugün, bu sahada saygı ile andığımız Sultan Abdülmecld Han, yeni paralar için yeni makinalarını devrinin en ileri devleti olan İngiltere’ye sipariş etmiş ve Topkapı Sarayı yakınında şiddetle arzu ettiği Darphaneyi kurdurmuştur. Her sabah yeni makinaların montajını kontrol etmiş ve sabırsızlıkla faaliyete geçmesini beklemiştir. Yaverleri vasıtasiyle istical ettiğini darphane yetkililerine duyurmuştur: İngiltere Kraliçesi Viktorya da bir cemile olarak kraliyet armasını havi bir adet makinayı sipariş edilen makinalar dolayısiyle hediye olarak Padişaha göndermiştir. Böylelikle, 1261 yılında bahse konu Mecidiye ve aksamı darbedilmeye başlanmıştır. Bu şekilde kurulan darphane iki asıra yakın bir zaman zarfında bakır, pirinç, fakfon, gümüş ve altın olmak üzere altı padişahın tuğrasını havi olarak faaliyetini devam ettirmiştir. Bütün bunların yanında madalya nişan ve rozetlerden çeşitli jetonlora, askeri levazımattan damga ve mühürlere kadar devlet hizmetinde bulunmuştur. Darphane makinaları o devirde en ileri tekniğe sahip olup otomatik olarak hassas ölçüleri ile verilen tartı ve kalınlık mekanizmalarını havi ve bugün halen kullanılabilir vaziyettedir. 1975 yılı Şubat ayında gazetelerdeki bir ihale ilanından tarihi istanbul darphane makinalarının 900.000 liraya bir hurdacıya satıldığı öğrenildi. Durumla ilgilenip, hiç olmazsa, fotoğraflarını çekmek üzere gidildiğinde, son derece muhkem bir şekilde monte edilmiş bulunan darphane makinalarının kaynakla kesildiği görüldü. Bugün bu makinalar bir hurdacı arsasında kadir ve kıymet bilmeyen yetkililere şaşkınlıkla bakmaktadır. Bir döneme adını yazmış, Darphane-i Hümayun, hurdacı balyozları altında kırılıp parçalanmakta ve potalarda eritilmektedir. İlgi ve çabalarımız sonucunda parçalanmaktan kurtulabilen bir kaç makina şimdilik hurdacıda satılık durmaktadır. Darphaneyi ve burada bulunan emsaline rastlanmayan makinaları 1710 sayılı kanun eski eser saymamakta, buna mukabil bu makinalarda basılan milyonlarca madeni para tarifine girdiği mülahazası ile kanunun kapsamında mütalâa edilmektedir. |
04-20-2010, 05:01 PM | #44 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Osmanlı Gümüş Paralarında İlk Modern Tuğra
Osmanlı madeni paraları etüd edildiğinde, tuğra şeklinin Emir Süleyman ve Çelebi Mehmed devirlerinde ilk defa görülmeye başlandığı anlaşılır. Ancak, bu tuğralar pek iptidaî durumda olup, sadece “Sultan Süleyman bin Bayezid” şeklindedir. Gelişmiş ve nihaî şeklini bulmuş tuğralar, yani “Sultan Ahmed bin Mehmed El Muzaffer daima” gibi sultanın ve babasının adı çok sonraları, III. Ahmed devrinde, güxmüş paralarda yer olmaya başladı. Altın paralarda bu şekil ilk tuğra da II. Mustafa’nın 1106 tarihli Konstantaniye altınında yer almıştır. Elimize gecen ve fotoğrafı verlien tuğra ise III. Murad’a ait olup 982 tarihinde Tebriz’de basılan gümüş dirhemdir. Bu dirhem, üzerindeki tuğra içinde “Murad bin Selim Han El Muzaffer daima” yazılıdır. O devirde, sadece fermanlarda gözüken bu tuğra şeklinin ilk defa madeni paralarxda görülmesi bakımından ilginç bulunarak neşredilmiştir. |
04-20-2010, 05:01 PM | #45 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Sultan V. Murata Ait Bir Tuğra
Murad V, 93 günlük çok kısa saltanatı sırasında az çeşit ve sayıda para darbetmiştlr. Bugüne kadar bulunanlar, altın, gümüş ve kâğıt kaimelerdir. Bu meyanda Sultan V. Murad’ın tuğralarına da çok az rastlanılır. Bunlardan biri Topkopı Sarayı bahçesinde, resimde görülen havan topu üzerindeki tuğrasıdır ve oldukça önem taşır. Bu tuğra, kakma olarak havan topu üzerine işlenmiş bulunmaktadır. |
04-20-2010, 05:01 PM | #46 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Bir Çelebi Mehmed Akçesi
5 yıl kadar evvel almış olduğum bir akçede [1] ibaresini görmüş fakat sikkede eksik kısımlar fazlaca olduğundan üzerinde durmamıştım. Sonradan yaptığım tetkikte mezkûr sikkenin Çelebi Mehmed’e ait 808 Amasya sikkelerinin bir benzeri olduğunu anladım. Sayın Cüneyt Ölçer “Yıldırım Bayezid’in Oğullarına ait Akçe ve Mangırlar” isimli dexğerli eserinde Çelebi Mehmed’in sikke darbına çok ehemmiyet verdiğini ve sikkelerinin fetret devrinde muhtelif tarihlerdeki kudretini belirten birer vesika olduğunu yazar. Çelebi Mehmed’in burada neşrettiğim bu sikkesinde diğer sikkelerden ayrı olarak HASBİ ALLAH ibaresinin konmasının sebebini ancak tarihçilerimiz açıklayabilirler. |
04-20-2010, 05:01 PM | #47 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Aug 2005
Nerden: ManisA
Yaş: 38
Mesajlari: 7,071
Teşekkür Etme: 5 Teşekkür Edilme: 16 Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 4
Rep Power: 3489
Rep Puanı : 67186
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Sultan Mahmud I’in (1143-1168 H. - 1730-1755 M.) saltanatı sırasınxda Mısır’da darb edilen bazı zer mahbup yarımlıklarında Osmanlı mâdeni paraxlarının hiç birinde görülmeyen bir özellik vardır.
Bu altın yarımlığın (nısfiye’nin) tuğra yüzünden “Nısfiyesi” yazılıdır ve olanğanüstü bir şekilde tuğra ile bağlantı halindedir Ağırlık : 0.930 gr. Çap : 17 mm. Bu tip paranın mevcudiyeti İsmail Galib Bey’in “Takvimi Meskukâtı Osmaxniye” kitabının s. 294, No. 713 ve 714 de neşr ettiği paralarla ilk defa anlaşılxmıştır. Bu paranın arka yüzünde fotoğrafta görüldüğü üzere (İ. Galib’in neşr etxtiği paralardan farklı olarak) Râgıb kelimesi vardır ki bunun 1744 - 1749 M. senelerinde Mısır Valiliği yapmış olan Koca Ragıp Paşa’nın ismine izafeten yer almış olması kuvvetle muhtemeldir. |
Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1) | |
|
|