www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Her Telden > Mustafa Kemal Atatürk > Türk Tarihi Ve Türk Büyükleri

Türk Tarihi Ve Türk Büyükleri Şanlı Türk Tarihi ve Tarihe Damgasını Vurmuş Türk Büyükleri...

CevaplaCevapla
 
Konu Seçenekleri Görünüm Şekli
Eski 11-28-2006, 02:32 PM   #61
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

NEDİM
( 1681-1730 )
18. yüzyıl Osmanlı edebiyatına imzasını atan bir şair... Türk Divan Edebiyatı'nı hüzünden ve kederden kurtararak cıvıl cıvıl neşe ve espri ile dolduran bir sanatçı... Şiire, ölüm korkusu, ayrılık acısı yerine, yaşama şevki ve vuslat keyfi koyan, ince bir Lâle Devri adamı... Nedim, 1681 yılında İstanbul'da doğdu. Soykütüğü, kendisinin Fatih dönemine kadar uzanan bir eski aileye bağlı olduğunu gösteriyor. Zeki, neşeli, hoşsohbet bir insandı. Klâsik medrese kültürü görmüş, müderris olarak hayata atılmıştır.

NEDİM, DAMAT ALI PAŞA İÇİN KASİDELER YAZDI

Medrese duvarları arasında ciddî konular üzerinde düşünmek ve konuşmaktan sıkıldı. Yaşamayı, eğlenmeyi, âlemlerde bulunmayı seviyordu, iyimser bir yapısı vardı. Bir kolayını bulup zamanın saray damatlarından Ali Paşa ile tanıştı. Damat Ali Paşa, bilgili, görgülü, sanatsever, şair tabiatlı bir devlet adamı idi. Çevresindeki istidatları arkalar, onların gelişmesi için gerekli yardımları yapmaktan geri kalmazdı. Nedim'in şiirlerindeki renkli cünbüşü hemen fark etti. Nedim'i himayesine aldı...

Nedim, Damat Ali Paşa için kasideler, gazeller yazmıştır. Onun çevresinde kısa bir sürede üne kavuştu. Artık bütün meclislerin aranan adamı olup çıkmıştı. Fakat ülke savaşta idi. Üstelik savaş, hiç de Osmanlı'nın yararına gelişmiyordu. Nedim, Damat Ali Paşa, 1716'da Varaddin bozgununda şehit olunca, fazla güçlük çekmeden yeni bir damada kapılanıverdi: Damat ibrahim Paşa.

Damat İbrahim Paşa, mizacı ve düşüncesi ile barıştan yana bir adamdı. Savaşların, devleti -ister kazanılsın, ister kaybedilsin- çökerteceğine inanıyordu. Devletler, barış içinde gelişirlerdi. Bu düşüncesini açıkça söylüyor ve sürüp giden. Osmanlı Rus savaşının biran önce bir anlaşmaya ulaşması için girişimlerde bulunuyordu. Bu tutumunu tehlikeli bulan Sadrazam, Padişahın dikkatini çekerek Damat İbrahim Paşa'nın uyarılmasını istedi. Fakat bu damat -Sadrazam tartışması, Damat İbrahim Paşa'nın üstünlüğü ile sona erdi. İbrahim Paşa sadrazam oldu. (9 Mayıs 1718)

NEDİM ARTIK BÜLBÜL OLMUŞ ŞAKIYORDU

Sadrazam İbrahim Paşa'nın ilk işi, Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük kayıplarını verdiği bir anlaşmayı, Pasarofça Muahedesini imzalamak oldu. Tarihçilerin çoğu, bu anlaşmanın, Osmanlı İmparatorluğu'nun hayat damarlarından birkaçını kopardığını kabul ederler. Ancak bu anlaşma ile, gerçekten imparatorlukta geçici bir sükûn devresi açılmış ve tarihte "Lale Devri" diye adlandırılan, cünbüşlü, sanatlı kısa bir çağ yaşanmıştır. Artık Nedim'e gün doğmuştu. Mutluluk, cıvıltıları ile dolu mısralarla sohbetleri renklendiriyor, yeni koruyucusuna kasideler yazıyor, en şıkırtılı gazelleri ile Sadâbât âlemlerinin bülbülü oluyordu.
"Bak Sitanbul'un şu Sâ'dâbad-ı nev bünyanına
Ademin canlar katar âb ü havası canına...
Ey felek insaf, ey mihr-i cihanârâ aman,
Bir naziri var ise söylen, konulsun yanına.
Nedim artık bülbül kesilmiş şakıyordu. Gerçekten bir birinden güzel, birbirinden sanatlı kasidelerini, gazellerini ardarda yazdı.

Nedim, bu sırada, Damat İbrahim Paşa'nın kitaplık memurluğuna getirildi. Paşa, Nedim'in şiirlerini de sohbetini de seviyordu. Böylece şairi daha yakınına almış ve hemen gittiği bütün toplantılara Nedim'i de götürür olmuştu. Bunun dışındaki bir vazifesi de, Damat İbrahim Paşa'nın arkalaması ile İbrahim Müteferrika'nın kurduğu basımevinde hangi kitapların hangi sıra ile baskıya gireceğini tayin etmekti. Fakat bu işleri, Nedim'in çok az vaktini alıyor, daha çok zamanını, şiir yazmak ve yazdıklarını sohbetlerde okumakla geçiriyordu.

Bir ara da Mahmut Paşa Mahkemesi naipliğine getirilen Nedim, yine gazeller, kasideler yazıyor ve her yazdığı kaside için ihsanlara gark oluyordu... Kâğıthane'de Sa'dâbât, Alibeyköyü’nde Hüsrevâbât, Kuruçeşme'de Neşâtâbât, Üsküdar'da Şerefâbât, Bebek'te Humayunâbât mesireleri Nedimi beklemekte idi. Şarkılarla, gazellerle çınlayan İstanbul, lâle bahçeleri arasından akan renkli suları seyrederek ve Nedim'in şarkı ve gazellerini dinleyerek mest yaşamakta idi.

KAÇMAK İSTERKEN AYAĞI KAYDI VE ÖLDÜ
Bir yanda zevk ve safa, bir yanda keder ve bir yanda keder ve yoksulluk yan yana uzun süre yaşayamadı. 1730'da patlak veren Patrona Halil isyanı, Sa'dâbâdı da, lâle bahçelerini, sulu köşklerini de yerle bir etti. Damat İbrahim Paşa'nın hayatına da nokta koydu. Bu arada, şairimiz Nedim de baş suçlular arasında biliniyordu. Bir rivayete göre, Beşiktaş'taki evinin damına çıkıp, başka evlerin damlarına atlayarak kaçmak isterken, ayağı kaydı ve düşüp öldü.
"Bir nim neşe say bu cihanın baharını
Bir sagar-ı keşideye tut lâlezarını."
(Bu cihanın baharını bir yarım neşe say... İçilmiş bir kadeh, koskoca lâle bahçesi değerindedir) demişti. Nedim, son kadehini ölümün alinden içti. Acaba, bir şiirinde dediği gibi, "Nim sun peymaneyi saki, tamam ettin beni" diyebildi mi?

Nedim, 18. yüzyılın en büyük şairidir. Şiire, onun kadar yaşama zevkini getirmiş bir başka şairimiz yoktur. Taa günümüze kadar, onun kadar ince, onun kadar renkli ve cümbüşlü bir başka sanatçı gelmedi, gelemedi... Bütün Divan Edebiyatımız içinde tekti, tek kaldı...
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:32 PM   #62
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

NEF’İ
( 1572-1635)
Kaside denen ve ustalık isteyen Divan kalıbını en iyi kullanan şairin Nef'i olduğunda bütün edebiyatçılar birleşirler. Hiciv yazdığı zaman, mısralar neşter gibidir. Kaside yazdığı zaman, mısralar, haşmet ve saltanat doludur. Aşkı, mitolojik imajlarla anlatır. Savaşı anlatan satırlarında, cengin bütün gümbürtülerini, düşen kellelerin bütün dehşetini, yenmenin göklere sığmayan sevinci ile, yenilginin çamurlu homurtusunu duyarsınız... Velhasıl Nef'i, her kasidesine, her gazeline, bir başka orkestra ile girer ve şiiri, çok sesli bir mûsikî haline getirir.

1572'de Hasankale'de doğdu... Mehmet Bey'in oğludur. Mehmet Bey, Kırım hanlarının maiyetinde bulunuyordu. Bu sebeple Kırım Hanı Canbeygiray'a oğlunu tanıştırmış ve Can-beygiray'dan oğlu için, Kuyucu Murad'a hitap eden bir tavsiye almıştır. Bu tasviye mektubunu Kuyucu Murad'a veren Nef'i, İstanbul'a gönderilmişti.

KASİDELERİ BÜYÜK İLGİ GÖRDÜ

Nef’i İstanbul'a geldiği yıllarda iyi şiir yazıyordu. Nitekim ilk hamisi Kuyucu Murad'a, daha sonra, zamanın sadrazamı Nasuh Paşa'ya kasideler yazmıştır. Padişah, Birinci Ahmet idi. Birinci Ahmet de şiirler yazıyor ve "Bahtî" takma adını kullanıyordu. Nef'i'nin padişaha takdim ettiği kasideler büyük ilgi görmüş, atiyelere, ihsanlara yol açmıştır
.
Nef'i'nin şiir sanatındaki ünü, kısa bir sürede, bütün Osmanlı ülkesine yayıldı. İstanbullu şairler tarafından kıskanılıyor ve padişahın iltifatları çevresine dost kadar, düşman da topluyordu. Birinci Ahmet ölünce, yerine Birinci Mustafa, onun halli ile de İkinci Osman geçti. İkinci Osman da şairdi. Bu sefer Nef'i, yeni padişaha da kasideler sunmaya başladı. Divan'nın en kıymetli kasidesi olarak bilinen:

"Aferin ey rûzigârın şehsuvar-ı safderi
Arşa as şimdengeru tiğ-i Süreyya cevheri"

beytiyle başlayan kasidesini Sultan İkinci Osman'ın Lehistan seferi için yazmıştır.

PADİSAHİN HOŞLANMADIĞI KİŞİLERİ HİCVEDİYORDU

Nef’i, Dördüncü Murad zamanında en saltanatlı günlerini yaşadı. Saraya yerleşmiş padişahın musahipleri arasına girmişti. Tantanalı yaşamayı, tantanalı konuşmayı, tantanalı yazmayı seviyordu. Saray da onun bu isteklerine uygun yerdi. Üstelik Dördüncü Murad da iyi şiir yazıyor ve Nef'i'nin şiirlerini hayranlıkla okuyordu. Nef'i, padişahın bulunduğu bazı meclislerde gümbürtülü şiirlerini gümbürtülü sesiyle okuyor, insanlar alıyor, ya da neşter gibi cümlelerle padişahın hoşlanmadığı kişileri hicvederek alkış topluyordu.

Nef'i, çağı yozlaştıran bazı devlet adamlarını hicvetmiş ve bunları, "Siham-kaza" adlı bir kitapta toplamışlar. Türkçesi, kaza yıldırımı anlamına gelen bu kitabı bir gün padişah okurken, çevresine bir yıldırım düşmüş, bundan bir uğursuzluk sezen Dördüncü Murad, Nef'i'nin hiciv yapmasını yasaklamıştı. Nef'i, bu yasağa çok üzüldü ama, kabul etti. Bu haleti ruhiyesini yazdığı şu beytinde görmek mümkündür:

"Bugünden ahdim olsun, kimseyi hicvetmeyim, illâ
Ger icazet verseydin, hicv ederdi bahtı nâsazı..."

Ama Nef'i yine dayanamadı ve Bayrampaşa için bir hiciv yazdı. Dördüncü Murad, bunu haber aldığı zaman, Nef'i'yi huzuna çağırıp, hicviyenin kendisi tarafından yazılıp yazılmadığını sordu. Nef'i'nin öyle bir üslubu vardı ki, "yazmadım" dese bile, onun yazdığı belli olurdu. Padişaha baş eğip kendisinin yazdığını söyledi. Öfke içindeki padişah, boynunun vurulmasını buyurdu. 1635 yılının 27 Ocak kışında, kar bütün İstanbul'u örterken, boğularak öldürüldü ve cesedi denize atıldı.
Nef'i, Divan edebiyatımızın, mısralarına, Wagner musikisi koyan yaman bir şairimizdir. İran edebiyatından gelen abartılmış imajları büyük ustalıkla kullanmış, aşk şiirerini bile kendisine has bir musikî ile doldurmuştur.

"Kavs-ı ebrusunu kursa, yıkılır tak-ı felek,
Tir-i müjgânım atsa, titirer cay-ı adem..."

Sevgilisi, her hangi bir şeyden sinirlenip kaşını kaldırsa, gök kubbe (evren) yıkılırmış!.. Kirpiğinin okunu atsa, yokluk ülkesi titrermiş!..

Bir gazelinin ilk dört satırı, mu*****izin piri sayılan Itri Efendi tarafından bestelenmiş ve bu beste günümüze kadar gelmiştir:

"Tuti-i mucize gûyem ne desem laf değil
Cerh ile söyleşemem, âyinesi saf değil
Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
Ehl-i dil, birbirini bilmemek insaf değil!.."

"Bir papağanım ama, herkesin söyleyemeyeceğini söyleyen bir papağan. Zemane ile söyleşemem, çünkü yürekleri temiz değildir. Yüreği temiz olmayana gönül adamıdır diyemem. Gönül adamlarının birbirlerini bilmemeleri olacak iş değil..."

Hayyamane beyitleri çoktur:
"Zahit bize peymane yeter sanma tehi-dest
Lazım mı hemen suphe-i mercan elimizde."

"Ey sofu!.. Bizi eli boş belleme... Elimizdeki kadeh bize yeter. Hep elimizde mercan tesbih olacak değil ya!.."

Nef'i, çağını süslemiş, zenginleştirmiş bir sanatçımızdır.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:32 PM   #63
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

NİZAMÜLMÜLK
(1018 – 1092)

Doğu bürokrasisinin yetiştirdiği, en büyük devlet adamı... Tarihe, aklı, adaleti, faziletiyle geçmiş bir Türk veziri... Zulmü önlemiş, mazlumu kanadı altına almış bir yönetici... Devlet idaresi üstüne yazdığı "Siyasetname"si ile, günümüze kadar gelen devlet adamlarına öğüt dağıtmış bir aydın... Kendisine, "toplumun düzeni" anlamına gelen "Nizamülmülk" adı verilen tek başbakan.

Asıl adı, Ebu Ali Hasan'dır. 10 Nisan 1018'de Nukan kasabasında doğdu. Babası Ali, yüksek dereceli bir devlet memurudur. Oğluna, çağın en ileri bilgin kişilerini öğretmen olarak tuttu, iyi bir eğitim görmüştür. Üstelik zeki ve hafızası, son kertede kuvvetli olan Hasan, kısa bir zamanda çağın bilgilerini öğrendi. Daha 11 yaşında iken Kur'an'ı ezberlemiş, sonra da Fıkıh ile ilgilenerek bu alanda ün yapmış kişilerle tartışmalara girmiştir.

GENİŞ BİR KÜLTÜRÜ,
KUVVETLİ BİR MANTIĞI VARDI...

Çağın tanınmış şair ve edebiyatçıları ile arkadaşlık kurdu. Kuvvetli mantığı ile sağlam, seçtiği kelimelerle parlak konuşmalar yapıyordu. Geniş kültürü, edebiyatı kullanma gücü ve aklı ile idarecilik hayatına girdiği zaman, hemen herkesin dikkatini çekti. Daha çok genç yaşta, çevresinin saygı mihrakı olmuştu.

İlk memuriyeti, babası ile birlikte gittiği Gazne Devleti'nde olmuştur. Horasan genel Valisi'nin maiyetinde görev aldı. Bu sırada, Gazne Türk Devleti ile Büyük Selçuklu Devleti arasında bir savaş patladı. Dandanakan Savaşı olarak tarihe geçen bu ünlü savaşta (1040) Büyük Selçuklular üstün geldiklerinden, Horasan düştü, Hasan ile babası Ali, Gazne'ye çekildiler.

Fakat birkaç yıl sonra, Horasan'a döndü ve Selçukluların hizmetine girdi. Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, Hasan'a, iç yönetimde önemli bir görev verdi. Sonradan, Nizamülmülk adını alacak olan Hasan, görevini o kadar başarı ile yaptı ve görev sırasında kaleme aldığı buyruklarla o kadar dikkati çekti ki, Tuğrul Bey, daha sonraları yerine geçecek olan Alp Aslan'a Hasan'ı tanıtırken: "Ona dikkat et, ondan yararlanmaya bak!.. Tedbiri geniş, okumuşluğu derindir. Bir gün devletin başına geçersen, sana güveneceğin vezir olur" demişti.

Nitekim kısa bir süre sonra Tuğrul Bey, arkasında erkek evlât bırakmadan öldü. Veziri Kandurî, Alp Aslan'ın kardeşlerinden Süleyman'ı tutuyordu. "Beyimin vasiyeti vardır" diyerek Süleyman'ı tahta çıkardı. Oysa, Selçuk beylerinin çoğunluğu, Alp Aslan'dan yana idi. Kurultay kurup başlarına Alp Aslan'ı seçtiler. Kardeş kavgası başladı.

Bu sırada Alp Aslan, Tuğrul Bey'in öğüdünü dinlemiş ve Hasan'ı yanına almıştı. Hasan, bu kardeş çekişmesi döneminde, isabetli kararları, geçerli tedbirleri ve iyi yürüttüğü politikası ile herkesin dikkatini üzerinde topladı. Alp Aslan, 6 Aralık 1063'de, Hasan'ı Başvezir ilân etti. Birkaç ay sonra kardeşiyle olan çekişmesini bitirdiği için Alp Aslan, resmen Selçuk Sultanı olunca (27 Nisan 1064), Hasan da resmen Selçuklu İmparatorluğu'nun Veziri olarak görevini sürdürdü.

HALİFE, HASAN'A «NİZAMÜLMÜLK» ADINI VERDİ

İki kardeş arasındaki taht kavgasında büyük politika hüneri gösteren Hasan, yalnız Selçuk ileri gelenlerinin değil, Halife'nin de dikkatini çekmişti. Halife, kendisine "Nizamülmülk" adını verdi ve ondan sonra hem Nizamülmülk adı ile anılmış, hem tarihe bu adla geçmiştir.

Bütün savaşlara sultanla birlikte katılmıştır. Böylece de, yalnız iyi bir bürokrat olmayıp, iyi bir silahşor olduğunu da ispatlamış oldu. 27 Kasım 1072'de Alp Aslan şehit edilince, oğlu Melikşah'ın tahta çıkmasını sağladı. Melikşah'ın da sultanlığını kabul etmeyenler vardı. Amcaları ayaklandılar. Nizamülmülk, bütün bu karışıklıkları büyük bir ustalıkla düzeltti ve Melikşah'ın sultanlığını meşru hale koydu.

ONU ÇEKEMEYENLER HÜKÜMDARA KÖTÜLÜYORLARDI

Onun zamanında Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Kaşgâr’dan Adalar Denizi'ne, Aral Gölü'nden Hint Denizi'ne kadar uzanan geniş, güçlü ve iyi yönetilen bir imparatorluk oldu.

Nizamülmülk'ün vezirliği, efsaneleşmiştir. Bu konuda binlerce hikâye ortaya atılmış, Nizamülmülk'ün adaleti, uz görürlülüğü, fakir fukara babası olması lejant haline konmuştur. Bir ara, Melikşah ile arası açıldı. Çünkü Nizamülmülk o kadar büyük bir şöhrete sahipti ki, Sultan'ın, adeta adını gölgeliyordu. Kendisinin zenginliğini, aklını, ününü çekemeyenler, hükümdara sürekli olarak Nizamülmülk'ü kötülüyorlar, gözünün tahtta olduğunu söyleyerek düşmanlığını körüklemeye çalışıyorlardı. Bu körükleyenler arasında, Melikşah'ın eşi Terken Hatun da vardı. O da oğlunu tahta geçirmek için, Nizamülmülk'ü kendisine engel görüyordu. Bu sıralarda, Nizamülmülk'ün bir oğlunun öldürülmesi, Vezir ile Şah'ın arasını iyice açtı.

O günlerin birinde Nizamülmülk, Şah'ın yakınlarına: "Varın, söyleyin, demişti, bugün ulaştığı ikbalde benim tedbirlerimin payı vardır. Unutmasın ki, benim divit ve destanınla, onun taç ve tahtı birbirine bağlı ve birbirleriyle kaimdir."

1092'de, hançerlenerek öldürüldü. 29 yıl süren vezirliği sırasında ülkeyi refah ve huzura kavuşturmuş, ikta sistemini benimseyerek toprak mülkiyetini devlete bağlamıştır. "Siyasetname" adıyla, yazdığı eser, modern devlet yönetiminin nasıl götürülmesi gerektiğini, zamanındaki ve sonraki hükümdarlara ve bürokratlara örneklerle anlatmıştır.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:32 PM   #64
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

OSMAN GAZİ
( 1258-1326 )
Üç kıtada 600 yıl yaşayacak, dünyanın en büyük imparatorluklarından birine adını veren devlet kurucusu... Osmanlı hanedanının başı... Zulüm ve ceberutluğun hüküm sürdüğü çağa, adalet ve huzur getiren Türk...

Osman Gazi, Osmanlı hükümdarlarından ilkidir. 1258 yılının 9 Mayısında, küçücük Söğüt kasabasında doğdu. Babası, Ertuğrul Gazi, Oğuz Türklerinin Bozok kabilesine bağlı Kayı aşiretindendi. Annesi, soyu Eba Müslim-i Horosanî'ye kadar çıkan Hürmüz hatundu. Oğuz törelerine göre yaşıyorlar, çocuklarını da Oğuz törelerine göre yetiştiriyorlardı. Osman, bu sebeple, Oğuz Destanı'ndan parçalar dinleyerek büyümüştür.

TOPRAKLARINI GENİŞLETTİ VE GÜÇLÜ BİR ADALET KURDU

Babası Ertuğrul Gazi, Moğol akınları önünde Batı'ya göç edenlerle birlikte, aşiretini alarak önceleri Doğu Anadolu’ya gelmiş, bir süre de Kuzeybatı Anadolu'da dolandıktan sonra, Selçuk hükümdarları tarafından, Bizans sınırındaki Söğüt ve Domaniç çevresine yerleştirilmiştir. Ertuğrul Gazi, yerine oğlu Osman'ın getirilmesini istiyordu. Ölümü üzerine, aşiretin bir bölümü Osman'ın, bir bölümü de Ertuğrul Gazi'nin kardeşi Dündar Bey'in almasını istediler. Sonunda Osman Bey başa geçti.

1258-60 yılları, Anadolu'nun, Moğol silindiri altında ezildiği, Selçukîlerin Konya'da bir isimden ibaret kaldığı, Bizans'ın iç kavgalarla çökmekte olduğu yıllardı. 23 yaşında başa geçen Osman Bey, bölgenin bilgini Edebâli'nin kızı ile evlendi ve böylece aşiretine bir de tarikat gücünü ekledi. Çevresindeki Rum tekfurlarıyla başa çıkabileceğini biliyordu. Selçukluların çöktüğünün farkında idi. Bizans heyulası ise, zulüm ve adaletsizlik içinde yaşıyordu.Osman Bey, hiçbir devletin adalet olmaksızın yaşayamayacağını çok iyi biliyordu.

Başlarda, çevresindeki Rum tekfurlarla iyi geçinmeye baktı. Fakat dostu Bilecik Tek-furu'ndan, öteki tekfurların beyliğini ortadan kaldırmak için baskınlar düzenlemekte olduğunu öğrenince, 1308'de Lefke'yi, Akhisar'ı, Geyve'yi, 1313'de İnegöl'ü, daha sonra Yenişehir ve Koyulhisar'ı ele geçirerek, topraklarını genişletti ve aldığı kasaba ve şehirlerde öylesine bir adalet kurdu ki, bunu duyan komşu tekfurların halkı, Osman Bey'i gözler oldular.

ELE GEÇİRDİĞİ GANİMETLERİ DAĞITIYORDU

Selçuklular çökmüştü ama, Osman yine de Selçuklulara bağlılığını sürdürüyor, ele geçirdiği ganimetlerden Selçukluların hissesini düzenli olarak gönderiyordu. Son olarak Karacahisar'ı ele geçirdiği zaman da ganimetin beşte birini Konya'ya göndermiş, gerisini gaziler arasında taksim etmişti. Osman Bey'in bu tutumu, çevresine büyük bir güven sağlıyordu.

Bu sırada İlhanlı Hükümdarı Gazan Han, Anadolu'yu baştan başa istilâ etti ve Selçuk hükümdarını yanına alıp İran'a götürdü. Anadolu'daki birçok beylikler dağılmış ve beylerin büyük bir kısmı, güvenlik içindeki Osman Bey'in yanına sığınmışlardı. Bu beyler, Osman Bey'i devlet kurmaya zorladılar. "Selçuk yıkıldı, Moğol üstün çıktı. Sen Kayıhan neslindensin. Oğuz'dan sonra Kayı gelir. Başımıza geç" diyorlardı. Osman Bey, bir meclis topladı. Aşiretin ileri gelenleri ile kayınpederi Edebâli'nin de bulunduğu bu mecliste Osman Bey'i han seçmeye karar verdiler. Ahi Evran, Osman gaziye kılıç kuşattı, mehter çalındı, Osman Bey eliyle meclistekilere kımız ikram etti. Kımızı içenler, "Hanlık kutlu olsun" dediler. Hutbe okundu ve Türkmenler birer birer gelip Osman Bey'e biat ettiler.

ÜLKEYİ 5 İDÂRİ BÖLGEYE AYIRDI

Osman Bey, 1299'da han seçildikten sonra önce Karacahisar'ı, sonra da Ye-
nişehir'i başkent seçti. Bursa üzerine sefer düzenledi. Fakat Bursa, son derece sağlam bir
kale idi. İçinde suyu, yiyeceği, barutu boldu. Osmanlı akıncıları, kalenin çevresindeki bütün
köyleri ve öteki yerleşim merkezlerini yakıp yıktılar. Kaleyi, vireye zorladılar. Bu kuşatma 10
yıl sürdü.

Bu 10 yıllık dönem içinde Osman Gazi; elindeki kalelere subaşı, dizdar ve kadı gönderdi. Adaletten şaşanın cezası ölümdü. Her şey saat gibi işliyordu. 3000 kilometrekarelik bir toprağını, 5000 kilometrekareye çıkarmıştı. Küçük ülkesini, 5 idarî bölgeye ayırdı, bunların idaresini güvendiği komutanlara verdi. Sultanönü Orhan Bey'in, Eskişehir Gündüz Alp'in, İnönü Aykut Alp'in, Yarhisar Hasan Alp'in, İnegöl Turgut Alp'in idaresine bırakılmıştı.

Altmış altı yaşına kadar, yani 43 yıl küçük devletini yönetti. Bir iki denemeden sonra güvenerek bel bağladığı oğlu Orhan'a, idareyi devretmiş ve kendisi devletin iç işleriyle uğraşmıştır. Çok sade bir hayat sürerdi. Gün batmadan akşam yemeğini yer ve bu herkesin arasında yenilen yemeğe dileyen otururdu. Yemekten sonra mehter çalar ve mehter ayakta dinlenirdi.

Uludağ'ın Bakacık tepesinden Bursa'yı seyrederken, güneşin ışıkları altında pırıl pırıl parlayan Gümüşlü Kümbet'i pek beğenmiş ve oğluna, eğer ölürse, bu kümbetin altına gömülmesini vasiyet etmişti. Osman Bey, Bursa'nın alınışını göremedi ama, cesedi Bursa'ya getirilip bu Gümüş Kümbet'in altına gömüldü.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:34 PM   #65
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Kayit Tarihi: Jan 2006
Mesajlari: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Teşekkür Edilme: 88
Teşekkür Aldığı Konusu: 15
Üye No: 26295
Rep Power: 2470
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

Bu konuyu herzaman merak etmiştim...geniş anlatım bilgiler için saol abi...+rep
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:35 PM   #66
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

OSMAN HAMDİ BEY
(1842-1910)
Büyük Türk arkeologu... Büyük Türk müzecisi... Büyük ressam ... Müzelerimizi kendisine borçlu olduğumuz adam ...

Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'nın oğludur. İstanbul'da doğdu, öğrenimini İstanbul'da tamamladı. Daha 16 yaşında öğrenci iken yaptığı kara kalem resimlerle çevresinin dikkatini çekti. Babası ile birlikte gittiği Viyana'da, müze ve sergilerle ilgilendi. Aynı yıl Hamdi Bey'i, Paris'te hukuk tahsiline gönderdiler. Hukuk Fakültesi'ne yazıldı, arada bir derslere de devam etti ama asıl eğilimi olan ressamlıktan vazgeçmedi ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde, çağın önemli imzalarından, Boulanger, Gerome'nin atölyelerinde resim çalışmaları yaptı.

GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ'İNİ KURDU

Paris'te 12 yıl kalmıştır. Bu sırada açılan Paris Sergisi'nde Osmanlı hükümetinin temsilcisi olarak bulundu (1867). İstanbul'a döndüğü zaman, Mithat Paşa'nın "Umur-u Ecnebiye Müdürü" olarak Bağdat'a gitti. Orada Ahmet Mithat Efendi ile tanışmış ve dost olmuşlardır. İstanbul'a dönüşte, ecnebi büyükelçilerin protokol işleriyle uğraşmak görevine atandı. Bu sırada düzenlenen Viyana Sergisi'ne birinci komser olarak katıldı. Çok takdir gördü ve madalya kazandı.

1881 'de Hamdi Bey, Padişah Abdülhamid'in şahsî emriyle ,eski eserler işlerini düzenlemek için Müze Müdürlüğü'ne getirildi. O zamana kadar eski eserler şurada burada toplanıyor, alanın elinde kalıyordu. Hamdi Bey, daha Bağdat'ta iken, tarihe ve arkeolojiye merak sardığı ve ilk arkeolojik çalışmalarını Bağdat'ta yaptığı için, bunca emekle toprak altından çıkardığı tarihi eserlerin Çinili Köşk'te üst üste yığılı durduğunu görünce, çok müteessir oldu ve hemen kolları sıvayıp bir müze kurma çalışmalarına başladı. İlk iş olarak, bir "Asar-ı Atika Nizamnamesi” hazırladı. Kazılardan çıkarılan eserlerin yabancı ülkelere kaçırılmasını önlemeye çalıştı.

Hemen yine o yıllarda 1883'de Güzel Sanatlar Akademisi'ni kurdu. Bu arada, resim müzemizin çekirdeğini hazırlayan girişimleri oldu. Dünyaca tanınmış tabloların kopyalarını yaptırdı ve bunları, Türk ressamlarının eserleriyle birlikte Güzel Sanatlar Akademisi'nin büyük salonunda topladı.

ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARI DAHA ÇOK BATI ANADOLU'DADIR

Hamdi Bey, arkeoloji alanındaki başarılı çalışmaları ile yurt dışına ulaşan bir ün sahibi olmuştur. Ülkede yapılan arkeolojik çalışmaları bir disiplin altına aldı. Daha önce başlanmış ve yarım bırakılmış kazıları ele aldı ve bunları geliştirdi. Nemrut Dağı'ndaki kazılar bunlardan biridir (1892). Adana'nın incirlik mevkiinde yapılan kazılarda, Hititlere ait yazılı levhalar bulunması, bütün dünyada Hamdi Bey'e ün kazandırdı. 2. Sayda kazısında dünyaca ünlü İskender'in lâhdi bulunmuştur. Hamdi Bey'in arkeolojik çalışmaları daha çok Batı Anadolu'dadır. Aydın yörelerindeki kazılardan başka Milas ilçesi içinde Hakate Anıtı'nı kuşatan süslü, kabartma tirizler (1891-92), Aydın'da Tralles'de bulunan mermer heykeller, Diyana'ya bağışlanmış tapınak frizinin büyük bir bölümü ile daha birçok eseri ortaya çıkarmış ve müzelerimize aktarmıştır. Fransız, Alman, Yunan, İspanyol müzeleri, madalya ve nişanlarla Hamdi Bey'i kutlamışlar, böylece Türkiye milletlerarası üne sahip bir ressam, arkeolog, müzeci kazanmıştır. Birçok üniversite de kendisine doktorluk unvanı tevcih etmişlerdi.

Hamdi Bey, gerek devlet işlerini yaparken, gerek arkeoloji ve müzecilik çalışmalarını sürdürürken ressamlığını, bu vurgun olduğu güzel mesleğini hiç ihmâl etmemiş, fırsat elverdikçe resim yapmıştır. Memlekette tanınmasından daha çok, yabancı ülkelerde ismi duyulmuştur.

Bunun sebebi, resimlerinin konularıdır. Hamdi Bey, Osmanlı hayatının renkli sahnelerini resimlerine almış ve bunları sanat sevgisinin sabrı ile ince ince bütün ayrıntılarına kadar işlemiştir. Resimde en küçük teferruat bile dikkatle ve gerçek renklerine uygun olarak resmedilmiştir.'' Okuyan Adam", "Silah Tüccarı", "Kaplumbağalı Adam", "Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar" gibi tabloları, hem Osmanlı İstanbul'unun hayatını yansıtmakta, hem tarihî gerçek bir belge olacak kadar gerçeği yansıtmaktadırlar.

ULUSLAR ARASI ÜN KAZANMIŞ SANATÇILARIMIZDAN BİRİDİR

Bu çok yönlü sanatçımız, memleketimizde “Müze Müdürü Hamdi Bey" olarak bilinir. Arkeolojik çalışmaları, ancak ilgililer tarafından, ressamlığı, resimle ilgili çevreler tarafından duyulmuş ve benimsenmiştir. Halkın Müze Müdürü olarak Hamdi Bey'i tanımasının nedeni, bu yolda hazırladığı "Asar-ı Atika Nizamnamesi'' dikkatle uygulamasıdır. Günümüze kadar devam eden eski eser kaçakçılığına "dur" diyen ilk sorumlu kişi, Osman Hamdi Bey olmuştur. Bu yüzden halk arasında hem bilinir, hem sevilir.

1910 yılında öldüğü zaman, memlekette ve dünyada büyük yankılar uyandırdı. Kurucusu olduğu Güzel Sanatlar Akademisi'nde bir törenle anıldı ve resimlerinden hazırlanan bir sergi açıldı. Eserlerinin bir kısmı, akrabalarının elinde, bir kısmı Avrupa müzelerinde, bir kısmı da İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ndedir. Birkaç tablosunun da bazı meraklıların koleksiyonları arasında olduğu bilinmektedir.

Hamdi Bey, son çağ biliminin en seçkin siması ve gerçek bir uluslararası ün kazanmış birkaç, sanatçımızdan biridir.Yabancı üniversitelerden birçok payeler almıştır. Bugün onu, kendisine milletçe borçlu olduğumuz büyüklerimizden biri olarak tanıyor ve anıyoruz.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:35 PM   #67
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

PİRİ REİS
( 1465-1554 )
Bilgin bir korsan... Yaman bir denizci... .Dünyayı avucu gibi bilen adam... Pirî Reis, bazı kaynaklara göre Gelibolulu, bazı kaynaklara göre de Konyalı olup Gelibolu'ya yerleşmiş biri... Bütün başarılı insanların kendilerinden olmasını isteyen Batılılar, Pirî Reis'in Hıristiyan olduğunu söylerler. Ama kanıt yoktur.

1465'de doğduğu sanılıyor. Gelibolulu Kemal Reis'in yeğenidir. Amcası ile birlikte denize açılmış, İtalya sahillerini vurmuş, Akdeniz'de şanlı adını dolaştırmıştı. Ama bu maceranın iyi yanı da kötü yanı da amcası Kemal Reis'e aittir. Piri Reis'i, Osmanlı ülkesinde tanınan bir isim haline getiren olay, 1500 yılında yapılan Mora Seferi'dir.

KAPTAN-1 DERYAYI ÖLÜMDEN KURTARDI

Davut Paşa komutasındaki Türk donanması İnebahtı Limanı'ndan çıkmış, Navarin önünde büyük bir düşman filosu ile karşılaşmıştı. Davut Paşa, amiral gemisiyle, düşmanın amiral bastardasına rampa etti. Başka bir düşman gemisi de Davut Paşa bastardasının öteki yanına rampa edince, Davut Paşa büyük bir tehlikenin içine düştü. İşte tam bu sırada Piri Reis, kendi gemisiyle şimşek gibi yetişip düşman gemisine rampa ederek, Osmanlı Devleti'nin Kaptan-ı deryasını ölümden, devletini yenilgiden kurtardı.

Amcası Kemal Reis, 1511'de ölünce Piri Reis, Barbaroslar'ın yanında görev aldı. Barbaros adına iki defa İstanbul'a gidip padişaha Barbaros'un bağlılık duygularını iletmiş ve hediyeler takdim etmişti. Piri Reis, İstanbul'da büyük itibar görerek ağırlandı.
Sadrazam Makbul İbrahim Paşa ile birlikte yaptığı Mısır seyahati maceralı geçmiş, fakat göğe kalkan denizin dalgaları arasından sıyrılıp Mısır'a girdikleri zaman, sultanlar gibi karşılanmışlardı.

73 gün Mısır'da kaldılar. Bu fırsattan yararlanan Piri Reis, yazdığı "Kitab-ı Bahriye" adlı kitabını, sadrazam eliyle Padişah Kanunî Sultan Süleyman'a ulaştırma fırsatını ele geçirdi.

ADEN'İ PORTEKİZLİLERİN ELİNDEN KURTARDI

Mısır Kaptanı Solak Ferhat Bey, Yemen Valiliği'ne gönderilince, yerine Piri Reis tayin edildi. Piri ilk iş olarak, evvelce Türkler tarafından feth edildiği halde, tekrar Portekizlilerin eline geçen Aden'i kurtardı (26 Şubat 1548). Fakat, Hürmüz Boğazı'na dışardan hâkim olan Maskat kalesi ile, içerden hâkim olan Hürmüz adası, Portekizlilerin elinde olduğu için, ticaret gemilerini vuruyorlardı. Kanunî, bu adaların alınmasını Piri Reis'e buyurdu. Piri Reis, 35 gemiden oluşan Mısır filosunu alarak Hind Denizi'ne açıldı (1551). Arabistan yarımadasının Güney doğusundaki Maskat'i zapt etti. Portekizlilerin, yüksek bordalı 70 gemisiyle savaşa tutuştu. Düşmanını yenmekten başka, düşman amirali Zoas De Lisboa'yı da esir etti. Bazı düşman gemileri kaçabilmişti. Bunları izledi, sığındıkları Hürmüz adasındaki kaleyi kuşattı. Fakat düşüremedi. Frenklere yardım ettikleri için şehri yağmalattı. Oradan Basra'ya gelip Kubat Paşa'dan yardım istedi.

Kubat Paşa Piri Reis'e çok sert karşılık verdi: "Sen Müslümanlara zulm ettin, mallarını yağma ettin." diyordu. Pirî Reis'i tutuklamak ve elindeki malları almak istiyordu. Pirî Reis,

Portekizlilerin kendisini izleyerek Basra Körfezi'ni kapamak hazırlıklarına giriştiğini duyunca, tutsak düşmemek için, bir kısım kadırgalarıyla denize açıldı ve Süveyş'e döndü.

MISIR'DA YARGILANDI VE İDAM EDİLDİ

Basra Valisi Kubat Paşa, İstanbul'a durumu bildirmiş ve Piri Reis'in Müslüman ahaliyi yağmaladığını, onlara zulm ettiğini söylemişti. Padişah, hangi sebeple olursa olsun, Müslüman ahaliye ve tebasına zulm edilmesini kabul edemezdi. Padişah bir dîvan kurularak Pirî Reis'in Mısır'da muhakeme edilmesini buyurdu. Kurulan dîvan Pirî Reis'i, iki noktadan suçlu görüyordu. Hürmüz kuşatmasının kaldırılması ve Basra'da öteki gemileri yüzüstü bırakarak birkaç gemi ile Mısır'a gelmesi...

Pirî Reis'in savunması, dîvanı tatmin etmedi ve kafası kesilmek suretiyle cezalandırılması kararlaştırıldı. Pirî Reis kocamış, seksen yaşını aşmıştı. Kararı sükûnetle dinledi ve iki rekat namaz kıldıktan sonra, cellada boynunu teslim etti.

Pirî Reis, "Kitab-ı Bahriye" adlı kitabı ile bütün dünyada ünlüdür. Akdeniz'in en mükemmel haritasını çizen, yine Pirî Reis'tir. Amerika'nın bulunmasından önce, bir dünya haritası çizen ve bunu Yavuz Sultan Selim'e Mısır'da sunan Pirî Reis, haritasına Amerika kıtasını da koymuştu. Bugün bile bu bilimsel sır, çözülmüş değildir.

Devletine büyük hizmetleri, dünya bilimine saygıdeğer katkıları ve Akdeniz yalılarına masal gibi söylenen kahramanlıkları kalan Pirî Reis, Türk milletinin adını saygı ile andığı ve anacağı bir kahramandır.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:36 PM   #68
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

SULTAN ORHAN
( 1281-1362)
Osmanlı Devleti’nin ikinci hükümdarı... Osmanlı devlet çekirdeğinin patlayıp imparatorluk haline dönüşmesinde büyük hissesi olan devlet adamı... Askerlikte, idarede ve toplumda ilk düzenlemeleri yaparak tarihe bir imparatorluk kazandıran Türk...

Bâlâ Hatun'un oğludur. 1281 yılında doğdu. Daha babasının sağlığında askerlik ve devlet işleriyle yakından ilgilenen Orhan Bey, babasının ölümü üzerine beyliği eline aldı, Bursa'nın fethini tamamladı. Bunun ardından Kandıra, Aydos, Şamandıra ve İzmit Körfezi çevresini, bir bir ele geçirdi. Babasının can yoldaşları ve ideal arkadaşları Akçakoca ve Karamürsel genç hükümdarı her bakımdan destekliyorlardı.

1327 yılı önemli olaylarla doluydu, İlhanlıların Anadolu Valisi Timurtaş Bey'in Mısır'a kaçması ve orada idam edilmesi üzerine, Anadolu'da İlhanlı baskısı kalkmıştı. Bundan yararlanan Orhan Bey İznik'i kuşattı. İznik'in yardımına koşmak isteyen Bizans imparatoru III. Andronikos, büyük bir ordunun başında Anadolu'ya geçti. Bu ilk Bizans-Osmanlı karşılaşması Orhan Bey'in zaferi ile sonuçlanmıştır.(1329) İznik, Osmanlı Beyliği'nin merkezi oldu (1330). Bunu Ulubat, Mihaliç, Kirmasti zaferleri izledi. Böylece, Osmanlı Beyliği, Karesioğulları Beyliği ile komşu olmuştu. Orhan Bey, Karesi Beyliği'nin kargaşalığından yararlandı ve kısa bir zamanda Balıkesir, Manyas, Kapıdağı ve Edincik'i kendi topraklarına kattı. Karesi Beyliği'nin ileri gelen komutanlarından Hacı llbey, Evranos Bey, Ece Halil Bey ve Gazi Fazıl gibi önemli komutanları da Osmanlı hizmetine geçtiler.

İMPARATORLA BERABER BİZANS TAHTINA OTURDU

Bizans İmparatoru III. Andronikos'un ölümü Bizans'ı karıştırmış, ileri gelenlerin birbirine düşmesine sebep olmuştu. Orhan Bey durumu dikkatle izlemekte idi. Kantekuzenos'un vasiliğini tanıyanlar, kendilerine karşı mücadele edenleri alt etmek maksadı ile Orhan Bey'den yardım istediler (1341). Orhan Bey kuvvet gönderdi, Kantakuzen de İstanbul'a girip imparatorla beraber hüküm sürmek üzere Bizans tahtına oturdu. Orhan Bey, Kantakuzen'in kızı Theodora ile evlendi. Bizans'ın korunması için Süleyman Pasa emrinde bir kuvvet ayırdı (1349). Bu kuvvetler, Sırp Kralı Stefan Duşan'ın kuşatmasında bulunan Selâ-nik'i kurtardılar. 1351 'de Türk kuvveleri bir kere daha Rumeli'ye geçti ve Edirne'de kuşatılmış olan Kantakuzen'in oğlu Meteos'u kurtardı. Daha sonra Dimetoka'da Sırp-Bulgar ordusunu yendiler. Kantakuzen bu yardımlara karşılık Orhan Bey'e Çimbe kalesini verdi. Böylece Osmanlılar Rumeli'de bir harekât üssüne sahip oldular.

DEVLET BÜYÜKLERİ İLE İSTİŞAREYE ÖNEM VERİYORDU

Sıra Rumeli yakasına atlamaya ve buraları Osmanlı topraklarına katmaya gelmişti. Önce Gelibolu'yu alıp Tekirdağ ve Bolayır'a kadar bütün Marmara kıyılarını ele geçirdiler. Ele geçirilen topraklara Türkler yerleştiriliyor, orada yaşayan ahali de Anadolu'ya aktarılıyordu.

Bu dönemde devlet teşkilâtı geliştirildi. Divan teşkilâtı meydana getirildi. Devlet adamı ve askerlerin kıyafeti tayin edildi. Tımar teşkilâtı ile Osmanlı'nın ilk daimi ordusu olan yaya ve müsellem teşkilâtı kuruldu. Orhan Bey, babası Osman Bey döneminde yürütüldüğü gibi, devlet büyükleri ile istişare işlerine önem veriyordu. Karar, bey iradesine bağlı olmakla birlikte istişare, Osmanlı mülkünde böylece gelenek olmuştu. Orhan Bey'in, Sadrazam Çandarlı Mevlâna Kara Halil, Şehzade Süleyman Paşa ve Şehzade Murat Bey'den kurulu bir istişare heyeti vardı. Bu heyetin müzakerelerine alpler de katılırlardı. Bu kurulun aldığı ilk kararlar arasında şunlar vardı:

1— Hükümdar adına hutbe okutup para bastırmak.
2— Devlet adamlarına ve askere bir örnek kıyafet seçmek.
3— Arazinin askerî, mülkî ve malî noktalardan taksim edilip vergilendirilmesini sağlamak.

"İmamet hakkı hükümdara aittir" kuralı konularak, Osman Gazi adına "Emîr" unvanı ile hutbe okutuldu. Orhan Gazi adına da camilerde hutbe okunmasına başlandı. Orhan Bey'in beyliğinde hâlâ Selçuk parası kullanılmakta idi. Devletin bağımsızlığına bir belge sayılan para basılması Bursa'da olmuştur. İlk gümüş ve altın paralar Bursa'da basılmış bu paralara Akçe-i Osmanî denip, bir tarafına kelime-i şahadet, diğer tarafına "Orhan Halledallahül-mülke" yazıldı. Kazaskerlik makamı tesis edilip bu makama Mavlânâ Çandarlı Halil getirildi.

ÖLDÜĞÜNDE, TEMELLERİ SAĞLAM BİR DEVLET BIRAKMIŞTI

Devlet teşkilâtı kurulurken, bir yandan Oğuz töresi, bir yandan Selçuklu devlet nizamı, bir yandan da İslâmî kurallara dikkat edilmiştir. Bazı tarihçiler, Osmanlı devlet yapısı ve toplum düzenlemelerinin Bizans'tan alındığını iddia ederlerse de, bu iddiaların hiçbir temeli olmadığı bilimsel araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır. Osmanlı devlet kuruluşunda daha çok Oğuz törelerinin ağırlık kazandığı anlaşılıyor.

Orhan Bey, 1362'de hayata gözlerini yumduğu zaman, ardında temelleri sağlam atılmış bir devlet bırakmıştı. Türbesi Bursa'dadır. Babası Osman Bey ile yanyana yatmaktadırlar.

Osman ve Orhan beyler dönemi Osmanlı uygarlığının çekirdek dönemidir. Mimaride, edebiyatta ilk eserlerini vermeye başlamıştır. Bursa'daki Alaaddin Bey Mescidi, .Ahi Hasan Mescidi, Çoban Bey Mescidi gibi mütevazi yapılardan başka Orhan Camii ve Külliyesi gibi önemli mimarî eserler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle Orhan Camii'nin mimarisinde, Selçukîlerden ayrı bir üslûp kullanılmış ve yapıya büyük bir sadelik hâkim olmuştur. Sonradan maalesef yıkılmış olan bu eserin yerine yapılmış olan bugünkü cami, bu vasıfları göstermez.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:36 PM   #69
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

SÜLEYMAN ÇELEBİ
( ? – 1422 )

Türk Osmanlı dünyasının değil, bütün İslâm dünyasının saygı duyduğu, hayranlık duyduğu bir şair... Bir samimî Müslüman...

Süleyman Çelebi'nin hangi yılda ve nerede doğduğu bilinmiyor. Babasının Ahmet Paşa olduğuna dair bir söylenti varsa da, bu Ahmet Paşa'nın, hangi Ahmet Paşa olduğu da belli değildir. Yine bir söylentiye göre, dedesi, Sultan Orhan zamanında yaşamış Şeyh Mahmut'tur. Bilinen gerçek, Süleyman Çelebi'nin Bursalı olduğu ve Yıldırım Beyazıt günlerinde yaşayıp, onun tarafından yaptırılmış 20 Kubbeli Ulu Cami'nin imamı olduğudur.

Bu samimî Müslüman, imam Süleyman Çelebi, yazdığı Mevlid'den de kolayca anlaşılabileceği gibi, iyi bir eğitimden geçmiş, zamanın edebiyatını iyi anlamış, dinî bilgileri kuvvetli bir insandı. İlk gençlik yıllarında Bursa'da büyük şöhreti olan Buharalı Şeyh Emir Sultan'ın yanında ders gördü. Emir Sultan, derin bilgisi ile çağın ulularından sayılır. Bugün de kendi adını taşıyan caminin yanındaki türbede gömülüdür. Osmanlı devlet yapısına, Şeyh Edebâli'den sonra en çok etki yapmış bir bilgin olarak bilinir. İşte Süleyman Çelebi, bu derin hocadan dersler görmüş bir din adamıdır.

İYİ EĞİTİM GÖRMÜŞTÜ VE GENİŞ BİR BİLGİSİ VARDI

Eldeki bilgilere göre yapılan tahminler, Süleyman Çelebi'nin 1359-1364 arasında doğmuş olduğunu gösteriyor. Demek 55 -60 yıl kadar yaşamıştır. Tek eseri, Mevlid adı ile bilinen "Vesiletün Necat”dır. Fakat, nazmı bu kadar ustalıkla kullanmasını bilen bir insanın, yazmadığını düşünmek oldukça güçtür. Belki, Timur'un ordusu Bursa'ya girdiği zaman, yakılıp yıkılanlar arasında Süleyman Çelebi'nin diğer eserleri de yok olmuştur. Süleyman Çelebi'nin iyi bir eğitim gördüğü ve geniş bir bilgisi olduğunun başka bir kanıtı, Mevlid'de tasavvufî bazı deyimlerin kullanılmış oluşudur:

"Zâtıma mir'at edindim zâtını
Bile yazdım adın ile adımı."

beytinde görüldüğü gibi Ahmet Yesevi'yi hatırlatan ifadeler, onun sıradan bir kişi olmadığını açıklar. Emir Buhari'den çok şeyler öğrendiği anlaşılıyor. Mevlid'in yazılmasına sebep diye gösterilen bir olay vardır. Söylendiğine göre Süleyman Çelebi, imamlığını yaptığı Ulu Cami'de, İran'dan gelen bir müderrisin vaazını dinlemiş. Bu müderris vaazında, dinler arasında da bir fark olmadığını, bütün kitaplı dinlerin hak din, bütün peygamberlerin hak peygamber olduklarını anlatmış.

Süleyman Çelebi, hayranı olduğu Hz. Peygamber'in öteki peygamberler safhında değerlendirilmesine son derecede üzülmüş ve sevgili Peygamber'ine karşı duyduklarını, manzum olarak yazmaya başlamış... İşte bu sonsuz aşktır ki, Mevlid adı ile bilinen "Vesiletün Necat”ı ortaya çıkarmış....

DOĞU SÜRREALİZMİNİ ÇOK YERDE YANSITTI

Altı yüz yıldır, bütün İslâm dünyasının her dinî günde, doğumda, ölümde, bayramda okuduğu bu lirik eserin, bugün okunan biçimi ile, Süleyman Çelebi'nin yazdığı biçimin aynı olduğu söylenemez. Zamanla bazı mısralarda kelimeler, bazan da mısralar değiştirilmiş, Türk halkının duygu ve düşünce kalıbı içinde yeniden oluşturulmuştur.

Mevlid'in bazı parçaları, ne kadar realist bir üslûpla yazılmışsa, bazı parçaları da sürrealist bir üslûpla kaleme alınmış gibidir:

"Hem hava üzre döşendi bir döşek
Adı Sündüz, döşeyen ân ı melek."

beytinde olduğu gibi, doğu sürrealizmini yansıtan birçok parçalar vardır. Süleyman Çelebi'-den sonra birçok şairler ve büyük şairler birer mevlid yazdılarsa da hiçbiri Süleyman Çelebi'nin eriştiği noktaya erişemedi. Çünkü Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i "Sehl-i Mümteni" denilen bir sanat örneğidir.Çok kolay yazılmış gibi göründüğü halde, taklidi son derece de güçtür.

15. YÜZYIL EN BÜYÜK OSMANLI ŞAİRLERİNDENDİ

Bu yüzden taklitleri tutmamış, halk yazılanların hiçbirini benimsememiştir. Oysa yazılan Mevlidlerin arasında, çok sanatkârane olanları vardır.

Süleyman Çelebi, 1422'de Bursa'da hayata gözlerini yumdu. Mezarı Bursa'da, Çekirge yolundadır. Uzun yüzyıllar, basit bir parmaklıkla çevrili olan mezarını Bursa Valisi Haşim İşcan, Güzel Sanatlar Akademisi'nin fikrini alarak Teknik Üniversite'ye çizdirdiği bir proje ile Türk mezarı haline koymuş ve bulunduğu yeri park haline getirmiştir.

Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Rumca, Bulgarca, Sırpça, Arapça'ya çevrilmiş ve dili konuşan Müslümanlar arasında her dinî günde, bayramda, ölümde, doğumda okunagelmiştir. Süleyman Çelebi, 15. yüzyılı Osmanlı şairlerinin en büyüklerinden biridir.
__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 11-28-2006, 02:36 PM   #70
bluekeys™
Forum Demirbaşı
 
bluekeys™ 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Nov 2005
Nerden: Ç.KALE/BİGA
Yaş: 43
Mesajlari: 5,907
Teşekkür Etme: 594
Teşekkür Edilme: 2,624
Teşekkür Aldığı Konusu: 685
Üye No: 3332
Rep Power: 3862
Rep Puanı : 132808
Rep Derecesi : bluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond reputebluekeys™ has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

ŞAH CİHAN
( 1593-1666 )


Timuroğulları hanedanın Hindistan'daki 5. hükümdarıdır.Babası, Cihangir Selim Şah, dedesi Ekber Şah'tır. Lâhur'da 1593'de doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Zamanın en ünlü bilginleri kendisine ders verdiler. İyi ok atar, iyi ata binerdi. İyi bir edebiyat ve musiki bilgisi vardı.

Daha genç denilecek çağlarında Dekkan ve Gucarat'da genel valilik yaptı. Genel valiliği sırasında bu şehirleri imar etti. Kendi zevkiyle yaptırdığı binalar, bugün de Hindistan'da Türk mimarisinin sanat eserleri olarak hayranlıkla seyredilir.

1637'DE TİBET ÜZERİNE BİR SEFER DÜZENLEDİ

Babası Cihangir Selim Şah ölünce, tahta geçti. Devlet işlerindeki büyük tecrübesi ile, kısa bir zamanda halk tarafından çok sevildi. İmparatorluğu güçlendirmek ve son zamanlarda komşu devletlerin başlayan saldırılarını durdurmak için, Özbek Türkleri üzerine bir sefer düzenledi. Özbekleri, Afganistan'dan çıkardıktan sonra, geri döndü ve Güney Hindistan'daki Nizam-Şah Devleti üzerine yürüdü (1631). Şah Cihan'ın üstün güçleri karşısında Nizam-Şah, Timuroğulları’nın egemenliğini tanıdı ve onların hâkimiyetleri altına girdi. 1633'de tamamen imparatorluğa katılmışlar ve Şah Cihan devletinin sınırlarını Güney Hindistan'a kadar genişletmişlerdir.

Güney Hindistan'da Nizam Şah devletinin dışında da Türk şahlıkları ve krallıkları vardı: Kutb-Şah Krallığı ile Adil-Şah İmparatorluğu... Cihan Şah, Nizam Şah'ın topraklarını kendi ülkesine kattıktan sonra Kutb-Şah'a, oradan da Adil-Şah'a sarktı. Her ikisini de yendikten sonra, bu ülkeleri kendi egemenliğine bağladı.

1637'de Tibet üzerine bir sefer düzenledi. Tibet'i ele geçirdi ve imparatorluk sınırlarını böylece doğuya doğru genişletti. Batıda Şah Cihan için, İran gailesi vardı. Türk Safevi İmparatorluğu, Kandehar'a saldırmış ve bu eski şehirlerini geri almıştılar. Bu sefer Şah Cihan, İran üzerine bir sefer düzenledi. Safevi orduların bozup perişan etti,. Kandehar'ı geri aldı. Böylece, batıda bozulmaya yüz tutan devlet prestijini yeniden kurdu ve morali yükseltti (1637}.
1639'da Şah Cihan, Kâbil'e geldi. Ne yapacağı bilinmiyordu. Atalarının ülkesi olan Türkistan üzerine sefer yapabilir ve orada kurulmuş Türk devletlerini ezebilirdi... Nitekim Özbekler, büyük telaşa düştüler, hazırlıklara giriştiler. Fakat Şah Cihan, kendi soyundan sayılan Özbeklerle, arasını bozmak istemedi ve geldiği gibi sessizce Agra'ya döndü

1647'de Özbekler, Belh'i, bir hücumla geri aldılar. Bunu, Safevilerin Kandehar’a saldırısı izledi. Şah Cihan'ı rahat bırakmıyorlardı, karşılık vermesi gerekliydi. Tekrar Kâbil'e geldi ve 110.000 kişilik bir ordu ile İran üzerine saldırdı. İran ordusu yenilmiş, zaferi Şah Cihan kazanmıştı ama, Kanderhar’ı geri alamadı (1652).

Bu sırada Kutb-Şah Krallığı harekete geçmişti... Savaşlar iki yıl sürdü: (1655-1656) Şah Cihan, Haydarabad’ı tekrar geri aldı. Fakat bu Türk krallığının bağımsızlığına dokunmadı.

OĞLU İLE TUTUŞTUĞU SAVAŞI KAYBETTİ

Şah Cihan artık hem yaşlanmış, hem hastalanmıştı. Savaşlara katılamıyor, ordularının yendiği düşmanlarına bile merhamet edip onları bağışlıyordu. Bu ve benzeri olaylar, hem halk arasında, hem oğulları arasına tartışılmaya başlandı. Ve oğulları, tahtı ele geçirmek için kavgaya tutuştular. Şah Cihan, bu kavgaların önüne geçmek için boşuna yoruldu. Oğlu Evrengzip Alemdar Mirza, kardeşlerini yenmiş, ortadan kaldırmış, babasına dönmüştü. Oğlu ile tutuştuğu savaşı kaybetti ve tahttan indirildi (1658).

Şah Cihan'ın bundan sonraki hayatı acıklıdır. 7.5 yıl, Agra Sarayı'nda gözaltında yaşadı ve öldü. Öldüğü zaman, sevgili eşi Bâdşâh Begim için yaptırdığı şaheser türbeye, "Taç Mahal "e gömüldü (1666).

TAC-MAHAL'IN YAPILMASI İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPTI

Şah Cihan'ın Hindistan imparatorluğu, Batıda kurulmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü zamanlarına rastlar. Nitekim Osmanlı hükümdarları, Hindistan'ı elinde bulunduran bu hükümdar ile yakından ilgilenmişler ve ona destek olmaya çalışmışlardır. Sevgili eşi Bâdşâh-Begim'e yaptırdığı Tac-Mahal'in inşası için, Osmanlı hükümdarları en kıymetli nakkaşlarını, mimarlarını, ustalarını göndermişler ve bu büyük eserin kusursuz ortaya çıkmasını yardımcı olmuşlardır.

Timuroğulları’nın Hindistan hükümdarlığı, Şah Cihan döneminde en yüksek sanat ve bilgi seviyesine ulaşmıştır. Günün her saatinde ayrı bir renge bürünen, dünyanın en büyük eserlerinden biri olan Tac-Mahal'den başka, bir çok cami, medrese, sebil, kervansaray hep Şah Cihan döneminin kıymetli eserlerindendir. Tac-Mahal'in 50 milyon altına çıktığı hesaplanıyor.Şah-Cihan'ın tahtındaki mücevherlerin kıymeti de 50 milyon altın değerinde idi. Şah Cihan'ın Agra Sarayı, şairler, sanatkârlar, bilginlerle dolup taşıyordu. Bu çağ, Çin sınırından Orta Avrupa'ya kadar bütün toprakların Türk imparatorluklarının elinde bulunduğu bahtlı bir dönemdir.


__________________



[sakın] bana bulaşma kalp kırarım bazen]
bluekeys™ Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
CevaplaCevapla


Bu Konudaki Online üyeler: 4 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 4)
 

Mesaj kurallari
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Acik
[IMG] kodlarAcik
HTML kodlari Kapali


Benzer Konular
Konu Konu Baslangic Forum Cevaplar Son Mesaj
Tarihte Ve Günümüzde Türk-Yunan Mücadelesi ÇaKıR- Eskiler (Arşiv) 0 04-22-2008 02:16 AM
12 Dev Adam üç büyükleri solluyor Shekil Eskiler (Arşiv) 1 08-21-2007 10:11 AM
Türk Büyükleri... M@D_VIPer Tarih 35 05-11-2007 12:48 AM
Tarihte Kurulan 16 Büyük Türk Devleti KaPGaN Tarih 16 04-21-2007 12:19 AM

Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 07:29 PM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.