06-09-2009, 12:15 PM | #1 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Jun 2009
Nerden: Tinos, Ellinikh Dimokratia
Yaş: 35
Mesajlari: 65
Teşekkür Etme: 0 Thanked 1 Times in 1 Post
Üye No: 83585
Rep Power: 1149
Rep Puanı : 885
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Bayan
|
6-Gunah Sorunu
Nasıralı İsa'nın Tanrılığıyla ilgili kanıtların değerlendirilmesine epey yer
verdik. Sonuç olarak, O'nun gerçekten Tanrı'nın Sözü, Tanrı'nın Oğlu, evrenin Efendisi olduğuna emin olabiliriz. Ne var ki Kutsal Kitap bize, yalnız isa'nın kim olduğunu değil, aynı zamanda dünyaya ne amaçla geldiğini de anlatmaktadır. İsa Mesih, yalnız gökten inen Tanrı olarak değil, günahlı insanların Kurtarıcısı olarak sunuluyor. Nitekim bu iki konu birbirinden ayrılamaz. İsa Mesih'in, insanlara günahın köleliğinden kurtuluşu sağlayabilmesi, O'nun Tanrı olmasına dayanmaktadır. Ne var ki, İsa Mesih'in başardığı kurtuluş işine gereken değeri biçebilmemiz için O'nun kim olduğunun yanı sıra, bizim de kim olduğumuzu kavramamız gerekir. İsa, bizler için dünyaya geldi. Muhtaç insanların en derin ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda olan tek Kişi olarak girişimde bulundu. İsa Mesih'in böyle bir girişime yeterliliği Tanrı oluşuyla bağlantılı. O'nun yeterliliğini bundan önceki bölümlerde incelemiş bulunuyoruz; şimdi ise biz insanların ihtiyacını gün ışığına çıkarmalıyız. Böylelikle konuyu İsa Mesih'ten insanlara çeviriyoruz. O'nda olan günahsızlık ve yücelikten dönüp bizde olan günahlı, utanç verici duruma yönelmeliyiz. Ancak bizim gerçek durumumuzu iyice anladıktan sonra, İsa'nın bizlere sunduğu kurtuluş armağanının büyüklüğünü kavrayabileceğiz. Önce hastalığımızın teşhisi konulacak ki, önerilen ilacı almaya istekli olalım. Günah konusu, kişilerin hoşuna giden bir konu değildir. Mesih İnanlıları, bu konuyla gereğinden fazla uğraşmakla suçlanmaktadırlar. Oysa biz, gerçekçi olduğumuz için bu konunun üzerinde duruyoruz. Günah, din adamlarının işsizliğini önlemek için uydurulmuş bir öcü değildir. Günah insan deneyinin bir gerçeğidir. 20'nci yüzyılda meydana gelen olaylar birçok insanı, kötülük sorununun kökünün yalnız toplumda değil, insanın kendisinde de bulunduğuna inandırmıştır. 19'uncu yüzyılda, dünyada genel bir iyimserlik havası esiyordu. İnsan tabiatının temelde iyi olduğuna, kötülüğün ise büyük ölçüde bilgisizlikten ve olumsuz yaşam koşullarından kaynaklandığına inanılmaktaydı. Halkın eğitilmesiyle ve toplumda bazı düzen değişikliklerinin sağlanmasıyla bütün insanların birlikte mutluluk ve iyi niyet içinde yaşayabilecekleri düşünülüyordu. Oysa bu kuruntu, tarihin uzlaşmaz gerçekleri karşısında büyük ölçüde erimiştir. Dünyanın birçok yerinde eğitim olanakları geniş çapta yaygınlaştırılmış, insanların tüm maddesel gereksinmeleri devlet tarafından karşılanmıştır. Ne var ki, 1. ve 2. Dünya Savaşı sırasında görülen insanlık dışı zulümler, süregelen uluslararası çekişmeler, siyasal baskılar ve genel olarak şiddetin ve yolsuzlukların artması, dü şünen kişilerin gözlerini açmıştır. Artık her insanın varlığında hüküm süren katı bencillik kendini gizleyemiyor. "Uygar" toplumlarda alıştığımız düzen, insanlığın günahlılığını temel ilke olarak benimsemiştir. Meclislerden çıkan yasaların hemen hemen tamamı, insanların kendi anlaşmazlıklarını adaletle ve yansızlıkla çözümleyememesinden ileri gelmektedir. Kişinin namus sözü yetmiyor; kontrata ihtiyaç duyuyoruz. Kapı yeterli olmuyor; kilit, sürgü takmamız gerekiyor. Ücretin ödeneceğine güvenilemiyor; bilet satılır, denetlenir, toplanır. Yasalar da yeterli değil; yasaların uygulanmasını sağlamak için polislere gereksinmemiz oluyor. Bütün bunlar insanın günahlılığından ileri geliyor. Birbirimize güvenemiyoruz. Birbirimizden korunmamız gerekiyor. İnsan doğasının kökte bozukluğu apaçık ortadadır. Günahın Evrenselliği Tanrı'nın yazılı sözü olan Kutsal Kitap, günahın evrenselliği konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmıyor. Kudüs'teki tapınağı kutsama töreninde dua eden Kral Süleyman, "günah işlemeyen tek kişi yoktur" der (l.Krallar 8:46). "Vaiz" kitabında da şöyle yazar: "...yeryüzünde hep iyilik yapan, hiç günah işlemeyen doğru insan yoktur" (Vaiz 7:20). Mezmurlar'dan birçoğu, tüm insanların günahlı olmasından yakınmaktadır. Tanrı'nın varlığını yok sayan "akılsız"ı konu eden 14'üncü Mezmur, insanlığın kötülüğünü ve düşkünlüğünü şu karamsar sözlerle dile getirir: "İnsanlar bozuldu, iğrençlik aldı yürüdü, İyilik eden yok. Rab göklerden bakar oldu insanlara, Akıllı, Tanrı'yı arayan biri var mı diye. Hepsi saptı, tümü yozlaştı, İyilik eden yok, bir kişi bile!" Mezmur yazarlarının vicdanı kendilerine, hiçbir insanın Tanrı'nın yargısından kaçamayacağını bildirir. "Ya RAB, sen suçların hesabını tutsan, kim ayakta kalabilir, ya Rab?" (Mezmur 130:3). Böylelikle Davut şöyle yalvarır: "Kulunla yargıya girme, çünkü hiçbir canlı senin karşında aklanmaz" (Mezmur 143:2). Peygamberler de, tüm insanların günahlılığı konusunda Mezmur yazarları kadar kesin bir şekilde konuşmaktadırlar. Peygamber Yeşaya'nın yazdığı kitapta yer alan şu sözlerden daha kesin bir anlatım olamaz: "Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık; her birimiz kendi yoluna döndü." "Hepimiz murdar olanlara benzedik; bütün doğru işlerimiz kirli âdet bezi gibi" (Yaşaya 53:6; 64:6). Üstelik bu öğretiş, sadece eski peygamberlerin öğretişi değildir. Romalılara yazdığı mektubun ilk üç bölümünde Pavlus, ayrım yapmaksızın tüm insanların Tanrı'nın gözünde suçlu olduğunu kanıtlamaktadır. Çoktanrılı dünyanın yozlaşmış ahlak düzenini betimleyen Pavlus, dindar Yahudi'nin de bundan daha iyi durumda olmadığını belirtir. Tanrı'nın kutsal yasasına sahip olan ve bunu başkalarına öğreten kişi bile, yasayı çiğnemekten ötürü suçludur. Söylediklerini pekiştirmek için Mezmurlar'dan ve Yeşaya'nın yazılarından aktarma yapan Pavlus sözlerini şöyle tamamlar: "...Hiç ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı'nın yüceliğinden yoksun kaldı" (Romalılar 3:22, 23). Yuhanna ise daha da kesin yargı yürütür: "Günahımız yok dersek, kendimizi aldatırız... Günah işlemedik dersek, O'nu yalancı durumuna düşürmüş oluruz" (1. Yuhanna 1:8, 10). Ama günah nedir? Günahın tüm insanlarda bulunduğu açıktır; ama özü nedir? Kutsal Kitap'ta günah kavramını açıklamak için birçok sözcük kullanılmaktadır. Bunları, görüş açısına göre iki gruba ayırabiliriz. Bu açıdan bakıldığında günah eksikliktir, kusurdur. Kullanılan sözcüklerden biri günahı sürçme, kayma, düşme olarak gösteriyor. Başka bir benzetmeyle günah, hedefe isabet edememektir. Yine ü çüncü bir sözcük günahı, kişinin içinde yatan bir kötülük, iyi olma ölçüsüne çıkamayan bir karakter bozukluğu olarak tanımlıyor. Günah, başka bir açıdan 'tecavüz' anlamındadır. Bir başka açıdan da yasadışı eylem, adaleti çiğneme şeklinde çevrilebilir. Bu sözcüklerin hepsi de, belirli bir ahlak ölçüsünü belirtmektedir. Bu ölçüyü bilmediğimizden ötürü yasayı çiğniyoruz. Yakup, günahın "eksiklik" yönünü şöyle açıklar: "Yapılması gereken iyi şeyi bilip de yapmayan, günah işlemiş olur" (Yakup 4:17). Yuhanna ise "tecavüz" yönünü belirtir. "Günah işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı gelmek demektir" (1. Yuhanna 3:4). Kutsal Kitap, insanlar arasında farklı ahlak ölçülerinin bulunduğu gerçeğini kabul ediyor. Yahudiler'de Musa'nın yasası var; Yahudi olmayanlarda ise vicdan yasası var. Ne var ki tüm insanlar, kendi benimsedikleri ölçüye göre eksik kalmışlar, kendi yasalarını bozmuşlardır. Bizim doğruluk ölçütümüz nedir? Bizim için bu Musa'nın ya da İsa'nın yasası olabilir. Toplumun gözünde geçerli, olumlu sayılanlar olabilir. Benimsediğimiz ölçü, Budizm'in "sekiz yönlü yol'u ya da Müslümanlığın "beş şartı" olabilir, ama ölçü ne olursa olsun, buna yüzde yüz uyamadığımızı biliyoruz. Kendi yasamıza göre suçluyuz. Kutsal Kitap'ın bu öğretişi, iyi bir yaşam sürdürmeye çalışan bazı kişileri gerçekten şaşırtıyor. İnandıkları bazı ülküler var ve bazı kişiler bunlara az çok eriştiklerini sanıyorlar. Kendi iç durumlarını pek inceledikleri yok. Kendi kendilerini eleştirme ihtiyacı duymuyorlar. Ara sıra düştüklerinin, bazı karakter eksikliklerinin bulunduğunun farkındadırlar. Bununla birlikte bu "ufak tefek" eksiklikler kendilerini pek rahatsız etmiyor. Hiç değilse, diğer insanlara oranla daha kötü değiller. Böyle düşünceler bize gayet mantıklı görünebilir. Oysa iki gerçeği göz önünde tutmamız gerekir. İlk olarak, başarı-başarısız anlayışımız, standardımızın yüksekliğine bağlıdır. Çıtayı belden yukarı kaldırmadıkça kendimizi yüksek atlamada pekala başarılı sanabiliriz. İkincisi; Tanrı, eylemin arkasında yatan düşünce, yapılan işin temelindeki güdüyle ilgilenmektedir. Dağdaki ünlü vaazında İsa bunu açıkça öğretmiştir (Matta 5:7). Bu iki ilkeyi göz önünde tutarak Tanrının Musa aracılığıyla verdiği On Buyruğ'u ölçü olarak alalım ve tüm insanların bu ölçüye göre ne denli eksik kaldığını görelim. On Buyruk 1. Benden başka tanrın olmayacak. Tanrı, yalnız ve yalnız Kendisinin tapınılmaya layık olduğunu söylüyor. Bu yasayı çiğnemek için güneşe, aya, yıldızlara tapınmaya gerek yok. Düşüncelerimizde, duygularımızda, sevgilerimizde önceliği Tanrı'dan başka herhangi bir kişiye ya da bir şeye verdiğimiz an, bu yasaya karşı gelmiş oluruz. Bizim "tanrımız" bencil bir tutku, bir eğlence, bizi bağlayan bir alışkanlık, ya da putlaştıracak derecede sevdiğimiz bir kişi olabilir. Bankada biriktirilen paralar ya da evde sergilenen güzel eşyalar şeklinde altından, gümüşten, tahtadan putlara tapınabiliriz. Bunlardan hiçbiri, kendi özünde günah olmayabilir. Ancak yaşamımızda, salt Tanrı'ya ait olan tahta, başka bir şeyi ya da kişiyi yerleştirdiğimizde bu günah oluyor. Asıl anlamıyla günah, "benliğin, Tanrı'nın yerine yükseltilmesidir." On Buyruk'tan birincisini tutmak demek, İsa Mesih'in belirttiği gibi Rabbimiz olan Tanrı'yı bütün yüreğimizle, bütün canımızla, bütün aklımızla sevmek demektir. Yaşamımızı O'nun isteğine göre yönetmek, O'nun yüceliğini amaçlamak demektir. İşyerinde, evde, arkadaşlıklarda ve eğlencelerde, paramızın, vaktimizin, yeteneklerimizin kullanılmasında, her düşüncede, her sözde, her davranışta Tanrı'yı öne çıkarmak demektir. İsa Mesih dışında hiçbir insan bu buyruğu tutamamıştır. 2. Herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Birinci buyruk tapınmamızın hedefiyle ilgiliyse, ikincisi de tapınmamızın tarzıyla ilgilidir. Birincisinde Tanrı, yalnız ve yalnız Kendisine tapınmamızı buyuruyor. İkincisinde ise tapınmamızın içtenlikle, ruhta yapılması gerektiğini bildiriyor. Öyle ki "Tanrı ruhtur, O'na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar" (Yuhanna 4:24). Hiçbir zaman kendi ellerimizle taştan, topraktan iğrenç bir put yapmamış olabiliriz. Ama fikrimizde Tanrı için ne gibi korkunç hayaller besliyoruz? Kutsal Kitap'ın tanıttığı Tanrı'ya mı inanıyoruz? Yoksa O'nu kutsallık ve adalet açısından kendi düzeyimize mi indirdik, kendi yaptığımız bir kutuya mı sığdırdık? Ayrıca bu buyruk, tapınmada bütün dış biçimlerin kullanılmasını yasaklamıyorsa da, içte gerçek tapınma ruhu olmadıkça dış gösterişin hiçbir yararı olmadığını belirtiyor. Camiye, kiliseye, havraya gitmiş olabiliriz; ama gerçek anlamda Tanrı'ya tapındık mı? Bir sürü dualar okumuş olabiliriz; ama gerçek anlamda Tanrı ile ilişki kurduk mu? Kutsal Kitap'ı okumuş olabiliriz; ama Tanrı'nın kutsal sözleriyle bize konuşmasına, yapmak istediği büyük değişimi bizim yüreğimizde gerçekleştirmesine izin verdik mi? Yüreğimiz Tanrı'dan uzaksa, O'na dudaklarımızla yaklaşmanın hiç mi hiç yararı yoktur. Bunu yapmak, ikiyüzlülükten başka bir şey değildir (Yeşaya 29:13; Markos 7:6). 3. Tanrın RAB'bin adını boş yere ağzına almayacaksın. Tanrı'nın adı, O'nun özünü temsil ediyor. Kutsal Kitap'ın birçok yerinde, Tanrı'nın adına saygı göstermemiz, adını yüceltmemiz buyruluyor. İsa, öğrencilerine öğrettiği örnek duada, "Tanrı'nın adı kutsal olsun" diye dua etmelerini söyledi. O'nun kutsal adı, bizim dikkatsiz konuşmalarımıza bulaştırılabilir. Günde kim bilir kaç kez ağzımızdan "Tanrı" sözü çıkıyor, ama aslında ne O'nu düşünüyor ne de O'nunla ilgileniyoruz. O'nun yüce adını boş laf olarak kullanıyoruz. Ne var ki, Tanrı'nın adını boş yere ağza almak sadece bir konuşma sorunu değil, aynı zamanda düşünce ve davranış sorunudur. Davra nışlarımız inancımıza uymuyorsa, yaptıklarımız söylediklerimizi yalanlıyorsa, o durumda Tanrı'nın adını boş yere kullanmış oluruz. Tanrı'ya Rab deyip de O'nun sözünü dinlememek, O'nun adını boş yere ağza almaktır. Tanrıyı Baba diye çağırıp da kaygılara ve kuşkulara kapılmak, O'nun adını yadsımaktır. Tanrı'nın adını boş yere kullanmak demek, ağızla bir şeyi söyleyip de başka türlü hareket etmek demektir. Buna ikiyüzlülük denir. 4. Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa. Haftanın yedi gününden birini dinlenme ve tapınma günü olarak ayırmak insanın ya da toplumun yaratısı değildir. Bu, Tanrı'nın koyduğu düzendir. İsa'nın özellikle belirttiği gibi, Şabat Günü insan için yaratılmıştır. Şabat Günü'nü yaratan Tanrı aynı zamanda insanı da yarattı ğına göre, onu insanın ihtiyacına uygun bir şekilde düzenlemiştir. İnsanın bedeninin ve aklının dinlenmeye, ruhunun da tapınma fırsatına gereksinimi vardır. Böylelikle Şabat Günü, dinlenme ve tapınma günüdür. Şabat Günü'nü özellikle bu amaçlara ayırmamız gerektiği gibi, başkalarının da bugünde gereksiz yere çalışmak zorunda kalmaması için yardımcı olmalıyız. İncil'de, İsa'nın ölümden dirildiği gün olan pazar günü, O'nun izleyicileri için bir toplanma ve tapınma günü oldu (Yuhanna 20:1-25; Elçilerin İşleri 20:7). Buna göre pazar günü, özel bir şekilde Tanrı'nın isteğine ayrılmış, "kutsal" bir gündür. Bizim günümüz değil, Tanrı'nın günüdür. Bu yüzden, bencil eğlencelerimiz için değil, O'na yönelik tapınma ve hizmet için kullanmalıyız. 5. Annene, babana saygı göster. Beşinci buyruk, Kutsal Yasa'nın Tanrı'ya karşı görevimizi belirleyen ilk yarısına aittir. Şöyle ki anne-babamız, çocuk olduğumuz sürece, bizim için bir bakıma Tanrı'nın yerini aldılar. Ne var ki birçoklarının ve özellikle gençlerin en kötü huylan, bencillik ve düşüncesizlikleri kendi evlerinde ortaya çıkmaktadır. Anne-babamızın bizim için yaptıklarının değerini kolayca unutur, onlara gereken saygı ve sevgiyi göstermeyi ihmal ederiz. Onlarla ne kadar ve nasıl ilgileniyoruz? Onlardan esirgediğimiz herhangi bir maddi ya da manevi destek var mı? 6. Adam öldürmeyeceksin. Bu buyruk, yalnız fiziksel anlamda adam öldürmeyi yasaklamıyor. Bir bakışla, bir sözle öldürmek mümkün olsa, birçokları çoktan katil olurdu. Nitekim İsa Mesih, haksız yere öfkelenmenin, kin beslemenin, aşağılayıcı sözler söylemenin adam öldürmekle eş anlamlı olduğunu söyledi. Bu ilkeyi doğru şekilde yorumlayan Yuhanna da, "kardeşinden nefret eden her adamın katil olduğunu" bildiriyor. Kendimizi tutamayıp öfkelenmemiz, kırgınlık ve kin beslememiz, öç alma tutkusuyla yanmamız -işte bunlar katilliktir, insan öldürmekle eşittir. Kişiyi yıpratıcı dedikodularla öldürebiliriz. Acı çektirmek ya da ihmal etmek yoluyla öldürebiliriz. Kıskançlıkla ve huysuzlukla kardeşimizin canına kıyabiliriz. Sanırım her birimiz bu anlamda katil olmuşuzdur. 7. Zina etmeyeceksin. Bu buyruğun da sadece evlilikteki sadakatsizlikten çok daha geniş bir anlamı vardır. Evlilik kapsamının dışındaki bütün cinsel ilişkileri içine aldığı gibi, her türlü sapık ve taşkın cinsel uygulamayı da içerir. İnsanlar her ne kadar doğuştan bozuk eğilimlerden sorumlu değillerse de, bu kötü eğilimlere boyun eğip eğmemek kişinin sorumluluğudur. Yedinci buyruk, evlilik içindeki bencil baskıları ve hepsi değilse de, boşanmaların çoğunu kapsamaktadır. Açık saçık yayınlar okuyan, temiz olmayan düşünce ve arzulara yer veren kişi bu yasayı çiğnemiş olur. İsa'nın kendisi bu gerçeği en kesin şekilde belirtti: "Bir kadına şehvetle bakan her adam, yüreğinde o kadınla zina etmiş olur" (Matta 5:28). Yürekte öldürücü düşüncelere yer vermekle fiilen öldürmenin eş anlamlı olması gibi, kirli düşünceler beslemekle bedensel olarak zina etmek de aynı şeydir. Yedinci buyruk, Tanrı'nın kutsal ve güzel bir armağanı olan cinselliğin kötüye kullanıldığı, yozlaştırıldığı her durumu içerir. 8. Çalmayacaksın. Hırsızlık yapmak, bir başkasına ait olan herhangi bir şeyi haksız yere ele geçirmek demektir. Bu yasa, kişinin parasını ya da malını çalmaktan başka birçok şekilde de çiğneniyor. Vergi ve gümrük kaçakçılığı hırsızlıktır. İşyerinde beklenenden daha az çalışmak da hırsızlıktır. Dünyanın fırsatçılık dediğine, Tanrı bazen hırsızlık diyor. İşçilerini fazla çalıştıran ve eksik maaş veren patron bu buyruğa karşı gelmiş olur. Tüm işlerinde sürekli olarak titizlikle davranan, en ufak ayrıntısına değin dürüstlükle hareket eden kim var aramızda? Bu buyrukların düşünülmesi ve uygulanması gerekir. Adam öldürmek suçundan gerçekten temiz olabilmek için insanların yaşamlarını korumak amacıyla elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Açgözlü ya da cimri kişi hırsızlık yapmamakla övünmez. Pavlus, hırsızın hırsızlıktan vazgeçmekle yetinmemesini söylüyor; eskiden hırsızlık yapanın dürüst bir şekilde çalışmayı öğrenmesi gerekir. Hatta kendi elleriyle ekmeğini kazanmakla kalmayıp gereksinimi olan başkalarına verebilecek duruma gelmesi isteniliyor. 9. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. On Buyruğ'un son beşi, gerçek sevgide var olması gereken "başkalarının haklarına saygı" ilkesini tanımlamaktadır. Bu buyruklara karşı gelen kişi, karşısındaki insanın en değerli zenginlik kaynaklarını soymuş oluyor; yaşamını (öldürmeyeceksin), aile mutluluğunu (zina işlemeyeceksin), malını mülkünü (hırsızlık yapmayacaksın) ve şimdi de saygınlığını, onurunu (yalan yere tanıklık etmeyeceksin) çalmış oluyor. Dokuzuncu buyruk, yalnız mahkemede yapılan yeminli yalanı kapsamıyor. Her türlü iftirayı, yalanı, kasıtlı abartmayı yıpratıcı dedikoduyu ve gerçeğin çarpıtılmasını da içine alıyor. Kötüleyici söylentileri yaymakla olduğu kadar, dinlemekle de yalan tanıklık yaparız. Başkasının zararına sert şakalar yapmakla, yanlış izlenimler yaratmakla, kasıtsız olsa bile yanlış haberleri düzeltmemekle, sözlerimizle olduğu gibi sessizliğimizle de bu buyruğa karşı gelebiliriz. 10. Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin. Onuncu buyruk, bir bakıma hepsinden daha açıklayıcıdır. Bu buyruk yalnız dış yaşantımızı ilgilendirir gibi gözüken Yasa'yı, iç benliğin yargıcı durumuna getiriyor. Devletin yasası hırsızlığı yasaklayabilir, ama göz dikmeye bir şey diyemez. Açgözlülük, kişinin iç yaşamıyla ilgili bir durumdur. Bu insanın yüreğinde, düşüncesinde yatmaktadır. Şehvetle zinanın, kin beslemeyle insan öldürmenin eş anlamlı olması gibi, göz dikmekle hırsızlık yapmak da aynı şeydir. Göz dikmememiz gereken bazı şeyleri sıralayan buyruk çok çağdaş bir anlayış sergiliyor. Birçoklarının ev bulmakta güçlük çektiği bir dünyada başkasının evine göz dikmek kolaydır. Komşusunun karısına göz dikenlerin sayısı daha az olsaydı, boşanma mahkemelerinin böylesine çok işi olmazdı. Pavlus, "açgözlülük putperestliktir" diye yazar. Buna göre, "eldekiyle yetinerek Tanrı yolunda yürümek büyük kazançtır" (l.Timoteos 6:6). Tanrı'nın bu buyruklarını sıralamakla korkunç bir "günah listesi"ni çıkarmış bulunuyoruz. Yaşamımızda yüreğimizin derinlerinde, düşünce dünyamızın gizli yerlerinde çok şeyler kaynamaktadır. Başkaları bunları göremiyor, hatta biz bazen kendimizden de saklamayı başarıyoruz. Ama Tanrı görüyor. O'nun her şeyi gören gözü, yüreğimizin derinliklerini araştırıyor. Tanrı bizim gerçek durumumuzu görüyor. O'nun Yasası da günahlarımızı gün ışığına çıkarıyor. Nitekim Yasa'nın görevi, günahı açığa vurmaktır. "Yasa sayesinde günahın bilincine varılır" (Romalılar 3:20). 19'uncu yüzyılın ünlü İncil vaizlerinden C. H. Spurgeon, daha genç yaştayken çok kesin bir şekilde kendi günahlılığının farkına vardı. İki temel gerçeği -Tanrı'nın yüceliğini ve kendi günahlılığını- açıkça gördü. Kendisinin Tanrı'ya yaraşır bir durumda olmadığı gerçeği altında eziliyordu. "Hiç kuşkusuz, benim yaşamımı dışarıdan inceleyenler olağanüstü bir günah göremezlerdi. Oysa ben kendime baktığım zaman, Tanrı'ya karşı en korkunç suçları işlemiş bir kişi gördüm. Arkadaşlarım gibi yalan söyleyen, dolap çeviren, küfreden biri değilim. Ama birdenbire Kutsal Yasa'yı, Tanrı'nın On Buyruğ'unun kazıldığı taş levhaları taşıyan Musa ile karşılaştım. Bunları okuduğum zaman, sanki hep birlikte kutsal Tanrı'nın önünde beni suçlamaktaydılar." Bizim durumumuza gelince; Tanrı'nın Kutsal Yasası bizim de suçluluğumuzu gün ışığına çıkarmaktadır. |
11-22-2009, 04:24 PM | #2 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1389
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Paylaşım için saol
|
Bu Konudaki Online üyeler: 2 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 2) | |
|
|