www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Seçenekleri Görünüm Şekli
Eski 03-20-2006, 03:13 AM   #1
Bostandere
Forum Aşığı
 
Kayit Tarihi: Dec 2005
Mesajlari: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Teşekkür Edilme: 1,308
Teşekkür Aldığı Konusu: 803
Üye No: 4863
Rep Power: 2953
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen Yerli seri katiller

ADNAN ÇOLAK (ARTVİN CANAVARI) (BALTACI KATİL)

'Yaşlı insanları öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarını doldurmuşlar. Onlar bizim yerimize fazladan yaşıyorlar. Belki de bizim kısmetimizi yiyorlar. Hem kendimi tatmin ediyordum, hem de onları öldürerek toplumu rahatlatıyordum,'

'Artvin Canavarı' olarak bilinen Adnan Çolak 1992 ve 1995 yılları arasında Artvin ve ilçelerinde yaşları 68 ile 95 arasında değişen Hacer Kars, Ziver Bildirici, Hayriye Bildirici, Kevser Aksoy, Osman Aksoy, Hüseyin Korkmaz, Asiye Korkmaz, Ayşe Bayram, Ahmet Bayram, Ahmet Gümüş ve Abuhayat Gümüş'ü öldürdü. Öldürdüğü altı kadına tecavüz eden Adnan Çolak, Zonguldak'ta yakalandı, altı ayrı idam ve 40 yıl hapis cezası aldı.

ARTVİN CANAVARI KORKU SALDI
Tam üç yıl boyunca, Artvin ve köylerinin üstünde o güne kadar hiç görülmemiş bir korku kol gezdi. Suç nedir bilmeyen Artvinliler bu sürede seri cinayetle tanıştı. Öldürülen on bir kişi kendi halinde yaşlılardı
18/01/2003
16 Ekim 1992... 15 yaşındaki kızlarıyla Artvin'in Seyitler Köyü'nde yaşayan Hüseyin ve Asiye Korkmaz çifti için o günün, diğerlerinden farkı yoktu. Baba, saat 23:00'e doğru yatmak istediğini söyledi. Ayağa kalkacağı sırada karısının çığlığıyla irkildi. Evin çatısı tutuşmuştu. Elbirliğiyle yangını söndürdüler. Baba-kız içeri girerken, kadın közleri dağıtmak için geride kaldı. Bu sırada arkasında bir ses işitti. Döndüğünde elinde baltayla dikilen bir adam gördü.
Sonrasını Artvin Asayiş Şube Müdürü Erdinç Elbe anlatıyor: "Kız çocuğunun annesini ve babasını baltayla öldürmüş şahıs. Daha sonra kız çocuğuna evin ahırında iki defa tecavüz etmiş. Daha sonra kızı olay yerinin birkaç kilometre ilerisinde bulunan mağaraya götürüp orada da tecavüz etmiş."
Bir yıl sonra
Soğanlı Köyü'nde oturan Ziver Bildirici ve gelini Hayriye Bildirici bir sabah evlerinde ölü bulundu. Kurbanlar, başlarına keserle vurularak öldürülmüştü. Kadına tecavüz edilmişti.
Artvin halkının yaşadığı artık korkudan çok şaşkınlıktı. Herkesin birbirini tanıdığı, kapıların kapatılmadığı bu yerde, bu cinayetleri kim işlerdi?
İki köy birbirine birkaç kilometre uzaklıkta olmasına rağmen yetkililerin aklına bir yıl önce işlenen cinayetle bağ kurmak gelmiyordu. Ama halk bağlantıyı kurmuştu. Katilin aynı kişi olduğunu sezmiş ve ona bir isim bile takmıştı: Baltacı.
Artvinliler'in "Baltacı" adını verdiği katil ikinci cinayetten üç ay sonra tekrar harekete geçti. Bu kez Şavşat'ın Köprükaya Köyü'nde oturan 60 yaşındaki Ahmet ve Abuhayat Gümüş tıpkı önceki cinayetlerdeki gibi öldürüldü. İlk iki cinayetten farklı olarak bu kez katil, evin altını üstüne getirmişti. Belki de olaya hırsızlık suçu vermek istemişti.
Dört ay sonra
Salkımlı Köyü'nde yalnız yaşayan 62 yaşındaki Hediye Sancaktaroğlu, ahıra gitmek üzere evden çıktı. Çalışmaya başlayacaktı ki, yanında, karanlığın içinde beliren adamı fark etti. Tahrayı kaldırdı ama adam ondan daha genç ve çevikti.
Katil, yaşlı kadının elinden aldığı tahrayla kafasına vurdu, ardından tecavüz etti. Kadını bıraktığında öldüğünü sanıyordu. Oysa yaşlı kadın kafasındaki ağır yaraya rağmen kurtuldu.
Artvin halkı, olayı çözemeyen güvenlik güçlerine ateş püskürüyordu. Katil cinayet aralıklarını sıklaştırırken, polis ve jandarmanın elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Sancaktaroğlu olayından tam dört ay sonra Ardanuç'un Gümüşhane Köyü'nden 60 yaşındaki Osman ve Kevser Aksoy öldürüldü. Bu olaydaki tek fark katilin yaşlı çiftin evlerini yakması oldu. Cesetler neredeyse kimlik tespiti yapılamayacak kadar yanmıştı. Katil ipucu bırakmamaya kararlıydı.
Sıra dört ay sonra, önce 70 yaşlarındaki Ahmet ve Ayşe Bayram çiftine, sonra da 70 yaşındaki Hacer Kars'a geldi. Yine görgü tanığı, suç aleti, parmak izi ve katilden eser yoktu. Ama yapılan ceset incelemesinde ilk defa bir ipucu bulundu. Kurbanın tırnakları arasında ve vajinasında doku artıkları.
Doku artıklarının DNA incelemesini Adli Tıp Kurumu Biyoloji Laboratuarı’nda yapıldı. Sonuç olumsuzdu. Doku artığı katile değil Kars'ın kendisine aitti. Ayrıca kurbandan alınan kıl örnekleri de ipucu olmadı. Bunlar da katile değil kurbana aitti. Katil geride iz bırakmamayı yine başarmıştı.
Sona doğru
Merkeze birkaç kilometre uzaklıktaki Salkımlı Köyü'nde oturan 58 yaşındaki Hediye İpek, torunu Mesut'u beklemekten vazgeçti. Uykusu gelmişti. Bu sırada evin çatısında sesler duydu. Korktu. Eline balta alarak açık duran pencereye yöneldi. Dışarıya göz gezdirdi. Kimseyi göremedi. Pencereyi kapatmak için elini uzattı.
Katilin son kurbanı Hediye İpek'ti. Adam, yaşlı kadının boğazını tülbentle sıkmış, nefes alması duruncaya kadar beklemiş daha sonra da tecavüz etmişti. Evi terk ettiğinde kadının öldüğünü sanıyordu. Ama Hediye İpek ölmedi. Son gayretle komşularını yardıma çağırdı. Ardından da bayıldı.
Hediye İpek, gözünü açtığında Artvin Devlet Hastanesi'ndeydi. İfadesini almak üzere polis başında bekliyordu. Yaşlı kadın saldırganı açık açık tanımlıyordu. Adamı iyi görmüştü. Esmerdi, bıyıklıydı, üzerinde kot pantolon ve yakalı kısa kollu bir tişört vardı. İskarpin ayakkabılar giymişti. Daha da önemlisi adamı tanımıştı: Artvin'in aylardır aradığı saldırgan kendi komşusu Adnan Çolak'tı.
"Beni saçımdan tutup aşağı bastırdı. O anda da ışığı kapattı. Başörtümü boğazıma dolayıp sıkmaya başladı. Yalvardım ama hiç sesini çıkarmadı. Saçını çekmek için başına elimi uzattım ama saçını tutamadım. Yüzünü tırmalayıp tırmalayamadığımı bilmiyorum. O sırada kendimden geçmişim."
28 yaşındaki Adnan Çolak, Hediye İpek'in ifadesi doğrultusunda aynı gün tutuklandı. Artvin de korkunun yerine şaşkınlık almıştı. Adnan Çolak herkesin tanıdığı, bildiği biriydi. Herkesle birlikte Baltacı'ya lanetler okumuştu. Üç çocuklu zanlının yakınlarına göre bilinen tek kötü alışkanlığı arkadaşlarıyla içtiği birkaç kadeh içkiydi.
Çolak'ın evinin aranması, gece yarısına doğru yapıldı. Evde üçüncü kurbanın evinden alınmış beyaz telefon makinesi bulundu. Ayrıca olay gecesi Hediye İpek'in tarif ettiği giysiler de evdeydi.
Dava başlıyor
Adnan Çolak yargılamasına Artvin Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlandığında Türk adli tarihinin en uzun duruşmalarından birine de başlanmıştı. Çolak'a yöneltilen ilk soru neden yaşlı insanları öldürdüğü oldu. Sanığın ürpertici
cevabını Gazeteci Tolga Gül anlatıyor: 'Yaşlı insanları öldürüyorsam da bunlar zaten zamanlarını doldurmuşlar. Onlar bizim yerimize fazladan yaşıyorlar. Belki de bizim kısmetimizi yiyorlar. Hem kendimi tatmin ediyordum, hem de onları öldürerek toplumu rahatlatıyordum,' türünde şeyler söylüyordu."
Çolak'ın ifadesinden kurbanlarından hiçbiriyle düşmanlığı olmadığı, hepsini rasgele seçtiği anlaşılıyordu. Cinayetten önce içki içiyordu. Duruşmada ilk cinayetini anlatırken soğukkanlıydı.
"Çobanlık yaptığım günlerde Korkmaz ailesinin evini gözlüyordum. Olay gecesi, etrafta kimsenin olmadığına kanaat getirdikten sonra evin üzerine ve bacaya taş atmaya başladım. Gayem dışarı çıkmalarını sağlamaktı. Bu sırada çatı boşluğunda bulunan çaputlar gözüme çarptı. Onları ateşe verip evden dışarı çıkmalarını sağladım."
"Köyde yalnız yaşadığını bildiğim Hediye İpek'in evine gittiğimde de gayem öldürüp sonra da ırzına geçmekti. Kadının evde yalnız olduğuna emin olduktan sonra harekete geçtim. Boğuşma sırasında 'Seni tanıdım,' diye bağırdı. Ama sesimi çıkarmadım. Saçlarıma, hayalarıma dalmak istedi. Ama engel olamadı. Atletimdeki küçük kan lekesinin bu sırada bulaştığını sanıyorum. Çünkü kadının ağzından kan geldiğini gördüm. Kan gelince öleceğini düşündüm."
Çolak yalnız olayları anlatmakla kalmıyor, cinayetlerinin nedenini de tahlil ediyordu. Gazeteci Gül'ün tanıklığıyla: "Okul hayatını, çocukluk hayatını anlattığı dönemde söylediği bir şey vardı. Yedi-sekiz yaşlarındayken annesiyle babasının cinsel ilişkiye girdiğini izlediğini söylemişti. Belki de bilinçaltında yaşlı insanlara tecavüz etmesinin temelinde bunun olabileceğini de söylemişti. Psikolojik tespitti aslında bu."
Mahkeme heyeti güvenlik nedeniyle davayı Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ne göndermeye karar verdi. Belki mahkeme, Adnan Çolak'ın izlerinin Artvin'den bir an önce silinmesini istiyordu.
Çolak'ın savunmasını üstlenen Avukat Yakup Yürektürk, cinayet silahlarından
hiçbirinin ele geçirilememiş olması üzerinde duruyordu. Savunmaya göre Çolak'ın suçlu olduğunu ispatlayan elde hiçbir somut delil yoktu. Evinde bulunan ve Bayram çiftine ait olan beyaz telefondan başka.
Ancak Yürektürk'ün göz ardı ettiği bir şey vardı. Çolak, Bayram çiftinin telefon hattına ait 2952 numarasını silmeyi unutmuştu. Ya da yakalanmayacağından çok emindi. Telefonun eve nasıl geldiğini Adnan Çolak'ın karısı Suzan Çolak şöyle anlattı:
"Evimizde telefon hattı yoktur. Eşim, beyaz telefon makinesini bundan altı ay önce Ramazan ayından önce eve getirdi. Artvin'den satın aldığını söyledi. Ama neden satın aldığını söylemedi."
İhtiras dilekçesi
Çolak yargılama sırasında cinayet işlemesine neden olarak 11 yaşına kadar anne ve babasıyla aynı yatakta uyumasını gösterdi. Çocukken amcasının oğlu kendisine tecavüz etmişti. Menenjit geçirmişti. İçki içtiğinde kendisine hakim olamıyordu.
Duruşmalar boyunca Çolak, savcılığa, mahkeme heyetine defalarca mektup yazdı. Bu mektuplardan en ilginci yargılanmayı beklerken Artvin Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazdığı mektuptu. Mektup tam yedi sayfaydı ve adı,
'İhtiras dilekçesiydi. Temmuz 1995 tarihli bu mektubunda suçsuz olduğunu ve cinayetleri kendisinin işlemediğini söyledi.
Bu mektuptan üç gün sonra kaleme aldığı mektupta suçunu itiraf ediyor ancak cinayetler sırasında yanında iki arkadaşının bulunduğunu öne sürüyordu. Savcılığın yaptığı araştırma sonunda suç ortağı olmakla suçlananlardan birinin söz konusu tarihlerde askerde olduğu ortaya çıktı.
Adnan Çolak'ın cinayetlerinde nasıl parmak izi bırakmadığı da bu mektupta anlaşıldı.:
"Yaptığımız olaylarda siyah deri eldiven kullanıyordum."
23 Haziran 2000...
Yargılama beş yıl sürdü. Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 25 yaşında cinayet işlemeye başlayan Adnan Çolak'ı tanıklar, teşhisler ve deliller ışığında altı kez idam, 112 yıl ağır hapis cezasına çarptırdı.
Aslında Adnan Çolak çok daha önce yakalanabilirdi. Bugün emniyet güçleri bunu doğruluyor. Onlara göre Çolak'ın hemen yakalanamamış olmasının iki nedeni var: O günlerde Karadeniz'i kasıp kavuran Nataşa sorunu nedeniyle bu cinayetlere hak ettiği önemin verilmemiş olması ve delillerin doğru takip edilmemesi.
Artvin Canavarı'nın dosyası, ipuçları bilimsel yöntemler kullanılarak takip edilmediğinde nelere mal olabileceğini göstermesi açısından önemli bir dava dosyası olarak karşımızda duracak.

HAKKINDA KİTAP:
Çoruh Seni Lanetliyor: Bir Katilin Anatomisi
Yazar-Orhan Yıldırım

ALİ KAYA

"Allah beni çağırıyor. Hakkımı almak için ben Allah'ın yanına gidip geleceğim. Ve en kısa zamanda günahkarlarla ve düşmanlarımla hesaplaşacağım"
İŞTE ALANYALI SERİ KATİLİN İNANILMAZ CİNAYETLERİ!..

Birçok gasp ve bıçaklama olayına karışan, 'bebek yüzlü katil' olarak bilinen cezaevi firarisi Ali Kaya, Antalya'nın Alanya İlçesi'nde yakalandı. Şahsın üstünde yapılan aramada bir çok ünlü işadamının isminin yer aldığı ölüm listesi çıktı.
20 Ağustos 2004
Birçok gasp ve bıçaklama olayına karışan, 'bebek yüzlü katil' olarak bilinen cezaevi firarisi Ali Kaya, Antalya'nın Alanya İlçesi'nde yakalandı. Şahsın üstünde yapılan aramada bir çok ünlü işadamının isminin yer aldığı ölüm listesi çıktı.
Edinilen bilgiye göre; Alanya'ya bağlı Mahmutlar Jandarma Karakol Komutanlığı'na bağlı ekipler tarafından önceki gece yapılan yol kontrolü sırasında şüphe üzerine bir araç durduruldu. Araçta bulunan kişilerin kimlik kontrolleri sırasında Erdal Yılmaz adına düzenlenmiş kimliğin sahte olmasından şüphe edildi. Kimliğin sahte olduğu üzerinde yapılan incelemede anlaşılınca şahıs, karakola götürülerek ifadesi alındı. Şahıs, Erdal Yılmaz adına düzenlenmiş kimliğin sahte olduğunu ve kendisinin cinayet suçundan Şanlıurfa Açık Cezaevi'nden firar eden Ali Kaya olduğunu itiraf etti. İfadesi alındıktan sonra mahkemeye çıkartılan Ali Kaya, "4 sene sonra geldim. Gene geleceğim. Görevimi başarıyla yapamadım ama yapacağım" dedi.
Ali Kaya'nın yakalandığında üstünde Alanya'da öldürmek istediği kişilerin listesinin çıktığı öğrenildi.

İLK CİNAYETİNDE AMCASINI ÖLDÜRDÜ
Ali Kaya ilk cinayetinde 1997 yılında Alanya'da bir emlak bürosunda amcası Celal Kaya'yı öldürdü. 5 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Ali Kaya, tutuklu bulunduğu Alanya Kapalı Cezaevi'nde disiplinsiz davranışları nedeni ile Silifke Cezaevi'ne sevk edilmişti. Silifke Cezaevi'nde cezasını dolduran Ali Kaya, Adana'da kendi annesine tecavüz eden Zeynel Abidin Gümüş'ü öldürmüştü. Ali Kaya, işlediği cinayetlerin ardından, "Allah beni çağırıyor. Hakkımı almak için ben Allah'ın yanına gidip geleceğim. Ve en kısa zamanda günahkarlarla ve düşmanlarımla hesaplaşacağım" şeklinde bıraktığı notla akıllarda kaldı. Zeynel Abidin Gümüş cinayetinin ardından tutuklanan Ali Kaya, Elazığ Kapalı Cezaevi'ne konuldu. Ali Kaya akli dengesinin bozuk olduğu gerekçesi ile akıl hastanesine yatırıldı ve tedavi altına alındı. Tedavi sonucunda hastane kurulu tarafından Ali Kaya'ya 'kapalı yerde duramaz' raporu verildi. Bu raporun ardından Kaya, 1999 yılında tekrar sokaklara döndü.

ALANYA'DA 5 KİŞİYİ BIÇAKLADI
Alanya'ya gelen Ali Kaya burada, Dedo lakaplı gazino işletmecisini bıçakladı. Elindeki deli raporu sayesinde bu olayda tutuksuz olarak yargılanan Kaya daha sonra Ağrılı Mehmet lakaplı kadın satıcısı ve ardından Fırat Solmaz adlı bir şahsı daha bıçakladı. Kaya bu dosyalardan da elindeki deli raporu sayesinde beraat etti. Ali Kaya, Alanya'daki son olayda ise Alanya Kapalı Cezaevi'nde görevli gardiyanlardan Kemal Aksakal ve Hasan Askeroğlu'nu şehrin en işlek caddesinde bıçakladı. Bu olayın ardından Ali Kaya, Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi altına alındı.
Kişilik bozukluğu teşhisiyle Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne gönderilen Ali Kaya, burada 'çivici katil' olarak bilinen Ayhan Kartal'ı, cezaevinde arkadaş oldukları ve Milas'ta iki kişiyi öldüren zeka geriliği teşhisiyle bir yıl önce tedavi altına alınan epilepsi hastası Tayfun Şahin ile (32) birlikte boğazını keserek ve karnından üç kez bıçaklayarak öldürdü. Koğuşları gezen nöbetçi Doktor Semih Özalp, Kartal'ı kanlar içinde buldu. Şahin'i ikna edip elindeki bıçağı alan Doktor Özalp, hasta bakıcılarının da yardımıyla Kaya'yı da etkisiz hale getirerek polise haber verdi. Kartal, hastaneye götürülürken yaşamını yitirdi.
Ayhan Kartal cinayetinin ardından Şanlıurfa Yarı Açık Cezaevi'ne konulan Ali Kaya, 1 yıl önce buradan firar etmişti.


Sapığa infaz
15.3.2000 Hürriyet

İzmir'de iki çocuğa tecavüz ettikten sonra öldüren Ayhan Kartal, Manisa’da hastanedeki koğuşunda arkadaşları tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
ALANYA'da gasp ve bıçaklama olaylarına karışan ve kişilik bozukluğu teşhisiyle iki ay önce Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne gönderilen Ali Kaya (23) ile Milas'ta iki kişiyi öldüren sara hastası Tayfun Şahin (32), hastanede arkadaş oldu.
ÇİVİCİ katil Süleyman Aktaş'ın da bulunduğu 17 kişilik E koğuşunda kalan Kaya ve Şahin, koğuş arkadaşları İzmir canavarı Ayhan Kartal'ı (34), boğazından bir ve karnından üç kez bıçaklayarak öldürdü.
KAYA ve Şahin ifadelerinde, tecavüzcü Ayhan Kartal'a çok kızdıkları ve bu nedenle öldürdüklerini belirtti. Elinde suç aleti bulunmayan Ali Kaya da, Kartal'ı bıçakladığını söyledi. Savcılık cinayete el koydu.
Sapığa deli infazı
İZMİR'de iki çocuğu tecavüz edip, öldüren Ayhan Kartal, tedavi gördüğü Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde bıçaklanarak öldürüldü. Kartal cinayeti, hastanede bir ay içindeki ikinci cinayet oldu.
ALANYA'da gasp ve bıçaklama olaylarına karışan ve kişilik bozukluğu teşhisiyle Manisa Ruh Sağlığı Hastanesi'ne gönderilen Ali Kaya (23) ile Milas'ta iki kişiyi öldüren zeka geriliği teşhisiyle bir yıl önce tedavi altına alınan epilepsi hastası Tayfun Şahin (32), iyi arkadaş oldu.
Üç yerinden bıçaklandı
ARALARINDA ‘‘Çivici Katil'' diye bilinen Süleyman Aktaş'ın da bulunduğu 17 kişilik koğuşta kalan Kaya ve Şahin, önceki gece İzmir Canavarı Ayhan Kartal'ı (34) boğazından bir ve karnından 3 kez bıçakladı.
KOĞUŞLARI gezen nöbetçi Dr. Semih Özalp, Kartal'ı kanlar içinde buldu. Şahin'i ikna edip elindeki bıçağı alan Dr. Özalp, hasta bakıcılarının da yardımıyla Kaya'yı da etkisiz hale getirerek polise haber verdi. Kartal, hastaneye götürülürken yaşamını yitirdi.
KAYA ve Şahin, tecavüzcü Kartal'a çok kızdıklarını, bu nedenle öldürdüklerini söyledi. Elinde suç aleti bulunmayan Kaya da, Kartal'ı bıçakladığını söyledi. Manisa Sağlık Müdürü İsmet Nardal ve Manisa Ruh Sağlığı Hastanesi Başhekimi Levent Ermete, Vali Muzaffer Ecemiş'e cinayetle ilgili bilgi verdi. Savcılık cinayete el koydu.

AYHAN KARTAL

‘‘İçimdeki bir ses çocuklara yaklaşmamı söylüyordu. Ancak çocuklarla ilişki kurabiliyorum''
AYHAN Kartal,
20 Nisan 1985'te İkiçeşmelik'te 13 yaşındaki Armağan Kayadipli'yi tecavüz edip boğarak öldürdü.
Bir yıl hastanede tedavi görüp taburcu edilen Kartal,
23 Eylül 1989'ta Şirinyer'de 9 yaşındaki Barış Kurt'u da tecavüz edip öldürdü.
Kartal, bu cinayetten sonra Pınarbaşı'ndaki evinde sandıkta saklanırken bulunmuştu. Yine, 1992 yılında Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde müşahede altına alınan Kartal,
14 Ekim 1993'de kaçtı,
Bir süre polisi peşinden koşturan Kartal şans eseri İzmir'de yakalandı, hastaneye döndü.
Kartal, daha önce Korniş olan soyadını, ilk cinayetinden sonra değiştirmiş, yakalandığında da polislere, ‘‘İçimdeki bir ses çocuklara yaklaşmamı söylüyordu. Ancak çocuklarla ilişki kurabiliyorum'' demişti.

SAPIĞA İNFAZ
15.3.2000 Hürriyet

İzmir'de iki çocuğa tecavüz ettikten sonra öldüren Ayhan Kartal, Manisa’da hastanedeki koğuşunda arkadaşları tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
ALANYA'da gasp ve bıçaklama olaylarına karışan ve kişilik bozukluğu teşhisiyle iki ay önce Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne gönderilen Ali Kaya (23) ile Milas'ta iki kişiyi öldüren sara hastası Tayfun Şahin (32), hastanede arkadaş oldu.
ÇİVİCİ katil Süleyman Aktaş'ın da bulunduğu 17 kişilik E koğuşunda kalan Kaya ve Şahin, koğuş arkadaşları İzmir canavarı Ayhan Kartal'ı (34), boğazından bir ve karnından üç kez bıçaklayarak öldürdü.
KAYA ve Şahin ifadelerinde, tecavüzcü Ayhan Kartal'a çok kızdıkları ve bu nedenle öldürdüklerini belirtti. Elinde suç aleti bulunmayan Ali Kaya da, Kartal'ı bıçakladığını söyledi. Savcılık cinayete el koydu.
Sapığa deli infazı
İZMİR'de iki çocuğu tecavüz edip, öldüren Ayhan Kartal, tedavi gördüğü Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde bıçaklanarak öldürüldü. Kartal cinayeti, hastanede bir ay içindeki ikinci cinayet oldu.
ALANYA'da gasp ve bıçaklama olaylarına karışan ve kişilik bozukluğu teşhisiyle Manisa Ruh Sağlığı Hastanesi'ne gönderilen Ali Kaya (23) ile Milas'ta iki kişiyi öldüren zeka geriliği teşhisiyle bir yıl önce tedavi altına alınan epilepsi hastası Tayfun Şahin (32), iyi arkadaş oldu.
Üç yerinden bıçaklandı
ARALARINDA ‘‘Çivici Katil'' diye bilinen Süleyman Aktaş'ın da bulunduğu 17 kişilik koğuşta kalan Kaya ve Şahin, önceki gece İzmir Canavarı Ayhan Kartal'ı (34) boğazından bir ve karnından 3 kez bıçakladı.
KOĞUŞLARI gezen nöbetçi Dr. Semih Özalp, Kartal'ı kanlar içinde buldu. Şahin'i ikna edip elindeki bıçağı alan Dr. Özalp, hasta bakıcılarının da yardımıyla Kaya'yı da etkisiz hale getirerek polise haber verdi. Kartal, hastaneye götürülürken yaşamını yitirdi.
KAYA ve Şahin, tecavüzcü Kartal'a çok kızdıklarını, bu nedenle öldürdüklerini söyledi. Elinde suç aleti bulunmayan Kaya da, Kartal'ı bıçakladığını söyledi. Manisa Sağlık Müdürü İsmet Nardal ve Manisa Ruh Sağlığı Hastanesi Başhekimi Levent Ermete, Vali Muzaffer Ecemiş'e cinayetle ilgili bilgi verdi. Savcılık cinayete el koydu.
AYHAN Kartal, 20 Nisan 1985'te İkiçeşmelik'te 13 yaşındaki Armağan Kayadipli'yi tecavüz edip boğarak öldürdü. Bir yıl hastanede tedavi görüp taburcu edilen Kartal, 23 Eylül 1989'ta Şirinyer'de 9 yaşındaki Barış Kurt'u da tecavüz edip öldürdü. Kartal, bu cinayetten sonra Pınarbaşı'ndaki evinde sandıkta saklanırken bulunmuştu. Yine, 1992 yılında Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde müşahade altına alınan Kartal, 14 Ekim 1993'de kaçtı, bir süre polisi peşinden koşturan Kartal şans eseri İzmir'de yakalandı, hastaneye döndü. Kartal, daha önce Korniş olan soyadını, ilk cinayetinden sonra değiştirmiş, yakalandığında da polislere, ‘‘İçimdeki bir ses çocuklara yaklaşmamı söylüyordu. Ancak çocuklarla ilişki kurabiliyorum'' demişti.
Bir ayda ikinci

MANİSA Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde, 11 Şubat'ta C-1 koğuşunda kalan iki kişinin katili Refik Cuci, hastalardan İsmail Yıldız'ı tuvalette sırtına bıçaklayıp öldürmüştü. Olaydan sonra Refik Cuci de, ikinci cinayetin işlendiği E Koğuşu'na konuldu.

DURMUŞ ANUÇİN (SERİ KATİLLE İDDİAYA GİREREK SERİ KATİL OLDU)

Seri katil olduğu gerekçesiyle tutuklanan Durmuş Anuçin, öldürmeye İstanbul’un ilk seri katili Seyit Ahmet Demirci ile girdiği iddia üzerine başladığını söyledi.
Anuçin, İstanbul DGM’de verdiği ifadede “Bu iddiayı kazandım.” dedi. Demirci, işlediği üç cinayetten sonra yakalanarak 3 kez idam cezasına çarptırılmıştı. Anuçin ise 5 kişiyi öldürdükten sonra ele geçti. Söz konusu cinayetleri işlediğini hem emniyette hem de DGM’de kabul eden Anuçin, Demirci ile Gümüşhane Cezaevi’nde tanıştığını kaydetti.
Durmuş Anuçin ve suç ortakları olduğu iddiasıyla yakalanan Mustafa Baş, Ali Mısır ile Selim Gündoğdu dün İstanbul DGM’ye sevk edildi. DGM Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş tarafından sorgulanan Anuçin poliste verdiği ifadeleri kabul ederek suçunu itiraf etti. Anuçin, ile birlikte 4 sanık tutuklanmaları istemiyle Nöbetçi Yedek Hakimliği’ne sevk edildi. Sanıklar burada tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderildi.
Durmuş Anuçin, DGM’deki ifadesinde, 5 kişiyi iddia üzerine öldürdüğünü söyledi. Anuçin, Türkiye’nin ilk seri katili olan ve Esenler’de mobilyacı cinayetleri işleyen Seyit Ahmet Demirci ile tanıştığı Gümüşhane Cezaevi’nde iddiaya girdiğini, bu iddiasını da kazandığını söyledi.
İstanbul’un ilk seri katili olarak bilinen Seyit Ahmet Demirci yakalanmasının ardından üç kez idam cezasına çarptırılmıştı. 32 yaşındaki Demirci, sadece mobilyacıları öldürüyordu. Demirci, 1998 yılı içerisinde Esenler ve Bağcılar’da Ali Osman Beldek, Mehmet Kayatuzu ve Celal Pınargöz adlı üç mobilyacıyı başlarına kurşun sıkarak öldürmüştü. Adli kayıtlarda, Anuçin’in iddialaştığı Demirci’nin sadece mobilyacı öldürmesinin sebebi, küçük yaşlarda arkadaşıyla birlikte yaşadığı bir taciz olduğu belirtiliyor.
Bülent Ceyhan, İstanbul 27.12.2002
TRENE Mİ BİNECEĞİZ DEYİP AYAĞA KALKMADI HÁKİM SALONDAN ATTI
Ayşegül USTA/İSTANBUL /HÜRRİYET22.04.2004
Duruşma sırasında ayağa kalkmayı reddedip, ‘Trene mi bineceğiz?’ diyen, 5 cinayet ve çok sayıda gasp olayının sanığı Durmuş Anuçin, salondan atıldı.
5 No’lu DGM’de görülen duruşmaya aralarında Durmuş Anuçin’in de bulunduğu 9’u tutuklu 10 sanık katıldı. Karar esnasında ayağa kalkması istenen Durmuş Anuçin, ‘Kalkmıyorum be! Niye kalkacağım’ dedi. İkinci kez uyarılan Anuçin bu sefer de, ‘Ne o trene mi bineceğiz?’ diye cevap verince hákim tarafından salondan atıldı. Sanıklardan Selim Gündoğdu’nun tahliyesine karar verilen duruşma ertelendi.

SERİ KATİLİN 5 KEZ İDAMI İSTENDİ
Basın. 6.2.2003.
Cezaevinden iki kez afla çıktıktan sonra 5 kişiyi öldürdüğü, 1 kadına tecavüz ettiği, 4 gasp gerçekleştirip iki kez de polisle çatışmaya girdiği ileri sürülen suç makinesi Durmuş Anuçin hakkında 5 kez idam cezası istendi.
Diğer sanıklardan Mustafa Baş hakkında da idam cezası istenirken, Selim Gündoğu ile Ali Mısır 9 yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak. Polisin çizdiği robot resmin, İzmit'te 10 yıl önce hırsızlık suçundan gözaltına alınan Bayram Çoban'a benzemesi olayı çözmüştü. Parmak izi karşılaştırmasında aranan kişinin Bayram Çoban sahte kimlikli Durmuş Anuçin olduğu kesinleşmiş ve Anuçin 105 gün süren takip sonunda, Ümraniye'de Mahmut Çakır sahte kimliğiyle yakalanmıştır.


HABLEMİTOĞLU'NU BEN ÖLDÜRDÜM
09.04.2003
Beş cinayet, dört gasp ve bir tecavüzle suçlanan sanık Durmuş Anuçin, duruşmada Doç Dr. Necip Hablemitoğlu'nu da kendisinin öldürdüğünü söyledi.
Türkiye'nin son seri katili olarak bilinen ve beş kişinin ölümü ile dört gasp ve bir tecavüz eyleminden sorumlu tutulan Durmuş Anuçin, dün ilk kez çıktığı hákim karşısında Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu cinayetini de üstlendi. Anuçin, ‘‘Cinayeti İmralı Cezaevi'nde tanıştığım, İzmir'de ‘Baba' olarak bilinen İbrahim Çiftçi ile birlikte işledim. Ancak tetiği ben çektim. Çiftçi yanımda değildi. Ama Ankara'ya gelmişti’’ dedi.

Ufak işe imza atmam

İstanbul 5 No’lu DGM'de dün görülen duruşmaya aralarında Durmuş Anuçin'in de bulunduğu 11 tutuklu sanık ile 2 tutuksuz sanık katıldı. İddianamede yer alan beş cinayetten üçünü bizzat kendisinin gerçekleştirdiğini ifade eden Anuçin, öldürdüğü insanların hiçbirisinin temiz olmadığını öne sürdü. Anuçin gasp eylemlerini kabul etmeyerek ‘‘Telefon gasp edecek kadar küçük olaylara değil, büyük işlere imza attım’’ dedi. Anuçin ayrıca, Giresun'daki bir cinayeti de itiraf edip, ‘‘Bir işadamının oğlunu kaçırıp öldürecektim. Yanlışlıkla başka birisinin oğlunu kaçırıp öldürmüşüm. Bununla ilgili de daha sonra konuşacağım’’ diye savunmasını bitirdi.

Aldatıldığımı burada anladım

Anuçin'in naylon fatura işiyle uğraştığını öne sürdüğü sanık Ali Mısır sahığın yakalanması için polise yardım ettiğini söyleyip beraat ve tahliyesini istedi. Eşi Esma Baş ve sevgilisi Arif Arduç'u öldürtmek için 30 milyar lira verdiği öne sürülen Mustafa Baş da ‘‘30 yıllık evliyim aldatıldığımı burada anladım’’ diyerek Anuçin'e saldırmak istedi. Durmuş Anuçin'in, Hablemitoğlu ile ilgili sözleri tutanağa geçirilip araştırılması için DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu. Ali Mısır ile Mustafa Baş'ın tahliye olduğu duruşma ertelendi. Durmuş Anuçin’in cezaevinden iki kez afla çıktıktan sonra beş kişiyi öldürüp, bir kadına tecavüz ettiği, dört gasp gerçekleştirdiği, iki kez de polisle çatışmaya girdiği ileri sürülüyor.

Cinayetler tamam, gaspla tecavüz yok

Cinayetleri Aykut Sancaktar isimli kişiyle gerçekleştirdiğini belirten Durmuş Anuçin, ‘‘Aykut'la ortak çalışırız. İşleri o organize eder, ben öldürürüm’’ dedi. Anuçin eylemleri şöyle anlattı:

GAZİ Oral'ı kendisine hatlı otobüs alması için verdiği 500 bin doları geri vermediği için öldürdüm. Oral'ın sevgilisi S.Y.'ye tecavüz ettiğim iddiaları asılsız. Geçmişimde böyle bir kara leke olmadı.

MUSTAFA Baş'ın karısı Esma Baş ile sevgilisi Arif Arduç'u Aykut Sancaktar öldürdü. Aykut bu iş karşılığı 30 milyar alacağını söylemişti. Talimatın kimden geldiğini bilmiyorum. Kocasını aldatıyormuş. Kadını takip ettik, sevgilisi ile birlikte olduktan sonra Aykut ikisini de öldürdüm.

AYDIN Özbey naylon fatura işiyle uğraşıyordu. Takip edip öldürdüm sonra içinde 5 milyon dolar (8 trilyon 250 milyar lira) bulunan çantasını aldım. Sonra bu parayı başka birisine teslim ettik. Bu kişinin adını daha sonra açıklayacağım. Soner Kayabaş'ı da ben vurdum ama gasp eylemlerinin hiçbirini işlemedim.

‘BEN SERİ DEĞİL KİRALIK KATİLİM’

Beş cinayet, dört gasp ve bir tecavüz zanlısı Durmuş Anuçin, iki kişiyi bir şebeke, iki kişiyi de ‘öfkeli bir koca’ için öldürdüğünü iddia etti



Kartal, Ümraniye ve Maltepe’de beş cinayet, dört gasp ve bir tecavüzün faili olduğu gerekçesiyle yakalanan Durmuş Anuçin (41), sorgusunda bazı cinayetleri, dört kişilik bir şebekenin isteği üzerine para karşılığı işlediğini öne sürdü. Şartla Salıverilme Yasası’yla cezaevinden çıkan Anuçin, müteahhit Aydın Özbey’i, şebeke lideri Aykut Sancaktar’ın talimatıyla öldürdüğünü söyledi.

Telefon kayıtları incelemede
Anuçin, pazarcı Arif Arduç ve Esma Baş’ı da, aralarındaki yasak aşkı öğrenen Baş’ın kocası Mustafa Baş’ın isteğiyle para karşılığı öldürdüğünü ileri sürdü. Anuçin’in ifadesi üzerine gözaltına alınan Mustafa Baş, seri katili tanımadığını söyledi. Ancak polis, Baş’ın telefon kayıtlarını incelemeye aldı.

‘Acıdım, sadece tecavüz ettim!’
Şebeke üyeleri Aykut Sancaktar, Mikail Zor ile Murat ve Yılmaz’ın peşine düşen polis, Anuçin’in, alacak - verecek anlaşmazlığı yüzünden bir arkadaşını öldürmek için pazarlık yaptığını söylediği sigortacı Ali Mısır’ı da sorguladı.
Mısır’ın ifadesinde, pazarlığı kabul ettiği, ancak sonra vazgeçtiği için ‘çocuğunu kaçırmakla’ tehdit edildiğini söylediği belirtildi.
Bu arada dün cinayet işlediği yerlerde tatbikat yaptırılan Anuçin, Ümraniye’deki cinayeti de, "Amacım sadece röntgencilik yapmaktı. Sonra vazgeçip yanlarına gittim. Bünyamin Gazi Oral’ı öldürüp paralarını aldım. Sonra S.Y.’ye tecavüz ettim. Acıdığım için öldürmedim" diyerek anlattı.
Anuçin, suç ortakları için planını da şöyle açıkladı: "Dışarı çıkınca yine de benden kurtulamayacaklar. Onları öldüreceğim."

İşte, para için öldürülenler...
Dünkü Milliyet’te çıkan haberin ardından Anuçin’in verdiği ifade, acımasız katilin dört cinayeti para için işlediği şüphesini doğurdu. Anuçin, Esma Baş, Aydın Özbel ve Bünyamin Oral’ı, ‘kiralık katil’ olarak öldürdüğünü ileri sürdü.

ERDİNÇ TÜMER
1971 doğumlu. Evli. Ocak -Ağustos 1999 arasında İzmir ve Bursa'da beş kişiyi öldürdü. Halen firarda polis tarafından aranıyor .

HAMDİ KAYAPINAR – AVCI

"Zaten avcıyım. Kurbanlarım av, avların üstünden çıkan para ve eşyalar da av ganimeti"
"Ailemden ve toplumdan intikam aldım. Yakalanmasaydım cinayetlere devam edecektim. Ama şimdi pişmanım"
22 yaşında. Cinayetlerine 14 yaşındaki kardeşini boğarak başladı. Mart 1998-Şubat 2001 arasında altı kişiyi daha öldürdü. Dört kişiyi de öldürmeye teşebbüs etti. Yargılanıyor.
Altı kişiyi öldürdüğü belirlenen Hamdi Kayapınar, ilk cinayetini sekiz yıl önce öz kardeşini öldürerek işlediğini itiraf etti. Kayapınar, 'Kurbanlarım av, eşyaları da av ganimetidir' dedi
KAYSERİ - Üç yıl içinde altı kişinin öldürülmesi ve dört kişinin yaralanması olayının faili olduğu belirlenen 22 yaşındaki Hamdi Kayapınar Kayseri'de yakalandı. Cinayetlerine14 yaşındayken 11 yaşındaki öz kardeşini öldürerek başladığını itiraf eden Kayapınar, "Bu işi av olarak değerlendiriyorum" dedi.
Geçen hafta, Talas ilçesi Mevlana Mahallesi'ndeki çöplükte av tüfeğiyle vurulmuş üç kişinin cesedini bulan polis araştırmaları sonucunda tespit ettiği Hamdi Kayapınar'ın Yıldırım Beyazıt Mahallesi'ndeki evine baskın düzenledi. Evde yapılan aramada, üzerinde kan lekesi olan bir pantolon bulan ekipler, Kayapınar'ı gözaltına aldı.
Ağabeyi de suç ortağı
Hamdi Kayapınar ilk sorgusunda, "Çaldığım pompalı av tüfeğiyle halen cezaevinde başka suçtan yatan ağabeyim Ümit Kayıpınar'la birlikte 30 Mart 1998'de Argıncık'ta giyim mağazası sahibi Yaşar Sezer'i öldürdüm" dedi. Kayapınar, daha sonra cinayetlerine tek başına devam ettiğini, iki yıl önce Konaklar Mahallesi'nde Oto Galericiler Sitesi'nin gece bekçisi Memiş Dinçaslan'ı; geçen ay Sivas Caddesi'ndeki akaryakıt istasyonunda pompacı olarak çalışan İbrahim Genç'i; son olarak da Yıldırım Beyazıt Mahallesi'nde, Cafer Şahin ve Abdullah Aslan'ı tüfekle vurarak öldürdüğünü anlattı.
Öldürdüğü kişilerin üzerinde bulduğu para ve kıymetli eşyalarını aldığını söyleyen Kayapınar, Şahin ve Aslan'ı öldürdükten sonra otomobille Talas ilçesindeki çöplüğe götürüp attığını, inşaat bekçisi Ali Aras'ı da olayı gördüğü için öldürdüğünü itiraf etti. Kayseri Emniyet Müdürü Bekir Tanrıkulu ise, Kayapınar'ın ayrıca İbrahim Aydemir, Bünyamin Selvitop ve Bedrettin Duvar'ı öldürmek amacıyla av tüfeğiyle vurarak yaraladığını açıkladı. Tanrıkulu, iki yıl önce Kızılırmak Caddesi'ndeki bir inşaatta Kayapınar'ın kıstırıldığını, ancak sanığın polis memuru İlhan Duruş'u av tüfeğiyle bacağından yaralayarak kaçmayı başardığını söyledi. Tanrıkulu, pompalı av tüfeğinin
ele geçirildiğini de belirtti.
'İntikam aldım'
İfadesinde 14 yaşındayken 11 yaşındaki kardeşi Serkan'ı iple boğduğunu ve 4.5 yıl cezaevinde yattığını anlatan Kayapınar şunları söyledi: "Ailem onu benden daha çok seviyordu. Ben de kıskanıp öldürdüm. Cezaevine girince okula da gidemedim ve psikolojik yapım bozuldu."
İş bulamadığını ve babası tarafından sürekli aşağılandığını anlatan Kayapınar ifadesinde, "Ailemden ve toplumdan intikam aldım. Yakalanmasaydım cinayetlere devam edecektim. Ama şimdi pişmanım" diye konuştu. Cinayetlerini 'av' olarak değerlendiren Kayapınar, "Zaten avcıyım. Kurbanlarım av, avların üstünden çıkan para ve eşyalar da av ganimeti" dedi. (aa/dha)
Kayserili Hamdi Kayapınar FBI yöntemiyle yakalandı
Kayseri Emniyet Müdürlüğü'nde görevli cinayet masası uzmanlarının kafası karışmıştı. Masanın ortasında duran kalın dosyaya umutsuz gözlerle bakan cinayet masası amiri, ‘‘Eldeki verileri bir daha gözden geçirelim’’ dedi ekibine. Aslında ellerinde veri olduğu da söylenemezdi. Beş cinayetin failinin aynı kişi olduğunu, bütün kurbanların av tüfeğiyle öldürüldüğünü ve katilin vurduktan sonra bütün boş kovanları topladığını biliyorlardı yalnızca.
Kayseri Cinayet Bürosu'ndaki bu toplantının altı ay öncesi. Yer Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Ankara'daki merkez binası. Emniyet binasının konferans salonu tıklım tıklım. Salonu dolduran il emniyet müdürleri ve cinayet büro amirleri kürsüdeki iki adamı pür dikkat dinliyor. Bu iki adam Kuzey Teksas Üniversitesi Ceza Hukuku Bölüm Başkanı Prof. Dr. Robert W. Taylor ve meslektaşı Edward Huesken. Anlattıkları konu ise, seri cinayetler ve tahkikatta izlenecek yöntemler. İki gün süren seminerden sonra Kayseri Emniyeti'nde görevli polisler de görevinin başına döndü. Ama meslektaşlarından bir farkla. Çünkü seminerde farketmişlerdi ki, Kayseri'de son iki yıldır cinayet işleyen bir seri katil vardı.
SIRA PSİKOLOGLARDA
Kayseri'ye döner dönmez tahkikat seminerde öğrenilen teknikler kullanılarak derinleştirildi. İlk iş olarak son iki yılda av tüfeğiyle işlenen beş cinayetin yeri tespit edildi. Böylece katile ilişkin ilk bulguya ulaşıldı. Çünkü beş cinayet de şehirdeki bir su kanalı boyunca ve 10 kilometrelik bir çizgi içinde işlenmişti. Demek ki katil su kanalına yakın bir mahallede oturuyor ve bölgeyi iyi tanıyordu.
Katille ilgili ikinci bulgu cinayetlerin zamanlarının incelenmesiyle ortaya çıktı. Çünkü ikinci cinayetle üçüncüsü arasında 19 aylık bir boşluk vardı. Öyleyse katil 19 ay kadar bölgeden uzaklaşmıştı. Peki ne olabilirdi? Ya cezaevine girmişti ya da askere gitmişti. Tahliye ya da terhis sonrasında da cinayet işlemeye devam etmişti.
Katilin kimliğine ilişkin bu ipuçları elde edildikten sonra psikologlarla masaya oturuldu. Kayseri polisi psikologlardan tıpkı Amerikan filmlerinde olduğu gibi katilin bir profilini çizmesini istedi. Kurbanların öldürülüş şekilleri ve diğer deliller psikologlara anlatıldı. Uzun bir çalışmadan sonra katilin profili şöyle belirlendi:
‘‘Cinayetleri tek başına işliyor. İnsanlardan kopuk yaşıyor. İçine kapanık. Aile yapısı bozuk. Muhtemelen aile için şiddete maruz kaldığı için öç almayı ve şiddeti alışkanlık haline getirmiş. Kıskanç bir yapıya sahip ve büyük bir ihtimalle sabıkalı.’’
EŞKAL TAMAM
Kayseri polisi elindeki eşkal ışığında FBI'ın soruşturmalarını aratmayan bir yöntemle işe girişti. Kayseri'de oturan ve bu vasıflara uyan kim varsa incelemeye alındı. Kısa süre sonra şüpheler 22 yaşındaki Hamdi Kayapınar üzerinde yoğunlaştı. 14 yaşındayken kardeşini boğarak öldürmüş ve 4.5 yıl ıslahevinde yatmıştı. Hemen gözaltına alındı. Parmak izi ve tanıklıklardan sonra evi arandı. Kurbanlara ait kanlı kıyafetler, saat ve ziynet eşyaları bulundu. Kayapınar sorgusunda suçunu itiraf etti. 14 yaşındayken erkek kardeşini, 1989-1990 arası, bir işadamıyla gece bekçisini, 1999-2001 arasında da üç kişiyi öldürmüştü. Polisteki ifadesinin özeti ise şuydu: ‘‘Okula gidemedim. Bir mesleğim olmadı. İş aradım ama bulamadım. babam da beni sürekli aşağılıyordu. Bu işi bir av olarak değerlendiriyorum. Zaten avcıyım. Kurbanlarım av. Avlarımın üstünden çıkan para ve eşyalar da ganimetimdir.’’
Seri cinayetleri kartuş çözdü
Türkiye'de yaşanmış cinayetleri, işlenmiş suçları ele alan İpucu adlı programın bu haftaki konusu bir seri katilin portresi. Kurbanlarını av kendisini avcı olarak gören Hamdi Kayapınar Kayseri'nin Kanalboyu semtinde tam 6 kişiyi öldürdü. Avcı cinayetlerin ardından hiçbir delil bırakmadan gözden kayboldu. Kayseri polisi ise cinayetleri çözmek için aylarca çalıştı ve Hamdi Kayapınar'ın evine nokta operasyonu yaparak avcıyı ele geçirdi. Avcıyı ele veren, son cinayetinde olay yerinde unuttuğu pompalı tüfeğine ait kartuştu. Ntv-00.05 20/06/2002 Yeni Şafak
Seri katile ceza üstüne ceza

Kayseri’de, 3 yılda 6 kişiyi öldüren, 4 kişiyi de çeşitli yerlerinden yaralayan seri katil Hamdi Kayapınar, 4 ayrı suçtan 2 kez müebbet ve toplam 64 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada seri katil Hamdi Kayapınar’a (23) ceza yağdı. Duruşma sırasında soğukkanlı olduğu gözlenen Kayapınar, geçmişte verdiği ifadelerinde herhangi bir değişiklik yapmayacağını söyledi. Duruşma sonrasında çıkan kararla Hamdi Kayapınar, Memiş Dinçaslan’ı ve İbrahim Genç’i öldürmek suçundan 2 kez ömür boyu ağır hapis cezasına çarptırılırken, Memiş Dinçaslan’ın ve İbrahim Genç’in parasını gasp etmek suçundan 12’şer yıl hapis cezasına ve 2’şer yıl da hücre cezasına çarptırıldı. Kayapınar, İbrahim Aydemir ve Bünyamin Selvitop’u öldürmeye tam teşebbüs ve silahlı gasp suçundan ise 16 yıl 8’er ay hapis cezasına çarptırıldı. 2.10.2002 Yeni Mesaj Gzt


Polise ‘katil’ ödülü
Altı kişiyi öldürdüğü, biri polis 4 kişiyi de yaraladığı iddiasıyla yargılanan Hamdi Kayapınar’ın yakalanmasını sağlayan Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nde görevli 28 personele, 2 ile 3 maaş tutarında ödül verilecek. 20/04/2001Milliyet

ORHAN AKSOY-KOLİCİ KATİL

“Yapmış ta olabilirim yapmamışta hatırlamıyorum”
‘‘Öldürmek bana zevk veriyor. Çıkar çıkmaz yine cinayet işleyeceğim’’
33 yaşında. Evli ve iki kızı var. Ekim 2000-Ocak 2001 arasında beş kişiyi evinde çamaşır ipiyle boğarak öldürdü. Depremden sonra işleri bozulduğu için ailesini Romanya'ya yolladı ve öldürmeye başladı. Kurbanlarını boğduktan sonra koliye koyup şehrin tenha bölgelerine bıraktığı için adı koliciye çıktı. Yargılanıyor.
Adı: Orhan Aksoy, yaşı: 33, cinayet sayısı: 5
Öldürme güdüsünü harekete geçiren: Hırsızlık
‘‘Oda dört dönüyor. İçkiden mi nedir? Viski kaçak mı yoksa Orhan?’’ Orhan cevap vermedi. Gözlerini kadehine dikmişti. Sessizlik uzadı. Sonra kopkoyu bir karanlık. Orhan özenle kalktı koltuğundan. Çamaşır ipini koyduğu çekmeceye doğru gitti. Uzaktan Mehmet'in yana düşmüş başını seyretti. Yüreğine saplanır gibi olan acıma duygusuna aldırmadan arkadaşının arkasına dolandı, ipi çenesinin altından çapraz doladı ve sıktı.
İlk cinayetiydi bu Orhan Aksoy'un. Kurbanı ise ev arkadaşı Mehmet Yeşilyayla. Romen asıllı Mine adında bir karısı, Esen ve Esin adında iki kızı var. 17 Ağustos'a kadar hayatı pürüzsüzdü. Depremden sonra dünyası altüst oldu. Çok korkmuştu. Önce işleri bozuldu ardından da evinin düzeni. Karısını ve kızlarını Romanya'ya gönderdi. Fatih'teki evini Kız Kulesi'nde komilik yapan arkadaşı Mehmet Yeşilyayla ile paylaşıyordu.
Bu tek düzelikte, Orhan Aksoy'un hayatına hareket getiren tek şey cep telefonunun kaybolması oldu. Orhan'a göre telefon çalınmıştı ve suçlu da ev arkadaşı Mehmet Yeşilyayla'ydı. Bir süre sonra telefon bulundu. Demek Mehmet korkup geri getirmişti. Aşağılık bir hırsızdı ve cezalandırılmalıydı. Yukarıdaki sahnede anlatıldığı şekilde öldürdü Mehmet'i bir akşam. Sonra elbiselerini çıkardı, çıplak vücudunu küvete yatırdı. Günlerce suda bekletti, kokuyu engelledi, çürümeyi çabuklaştırdı. O arada cansız bedenle sürekli sohbet etti. Orhan Aksoy yakalandıktan sonra polise verdiği ifade doğrultusunda Mehmet Yeşilyayla Kocasinan'da gömüldüğü yerden çıkartıldığında tanınmayacak hale gelmişti.
İkinci kurban kardeşinin arkadaşı Murat Kaya’ydı ve bir hırsızdı. Kaya'yı son bir kez daha görüşmek üzere evine çağırdı. Sahne aynen tekrarlandı: Viski, sohbet ve çamaşır ipi.
Onlara acıyordu aslında Orhan Aksoy. Böyle anlattı polise. Hem de tam öldürürken. Ama sonra vazgeçiyordu bu düşüncesinden. Önemli olan üçüncünün kim olacağıydı? Seyyar satıcı arkadaşı Ömer Şeker geldi aklına. Aylar önce bir sohbet sırasında ‘‘Bütün Romen kadınlar fahişedir’’ dememiş miydi? Karısı da Romen'di. Bunu bildiği halde ileri gitmişti. Ölmeliydi. Tanınmamak için sakal bıraktı. Ucuz porno kaset önerisiyle evine çağırdı seyyar satıcıyı. Ve sahne tekrar oynandı.
Taksim'de bir gece dolaşırken karşısına dördüncü kurbanı Turgut Erkan çıktı. Öfkeliydi Turgut ve Murat'ı arıyordu: ‘‘En son seninle görmüşler. Birşeyler biliyorsun. Polise gidip şikayet edeceğim. Peşini bırakmayacağım!’’ O anda kararını verdi: Evin dördüncü misafiri Turgut olacaktır.
Son kurbanı ise pul koleksiyoncusu, Boğaziçi mezunu, Rotary Kulüp üyesi Ali Rıza İdrisoğlu. Öldürülme nedeni bu kez farklı: ‘‘Koli, nakliye masrafı derken para harcadım. Bu adamın paralı olduğunu biliyordum. Sohbetimiz de vardı. Pul koleksiyonumu satacağım diyerek eve davet ettim.’’ Ama evde hala Turgut'un cesedi vardı. İkisini aynı küvete yatırdı ve aynı anda koliledi. Gazi Mahallesi'ndeki bir parka bırakınca da polisin dikkatini çekti ve yakayı ele verdi.
İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada suçlamaları reddeden Aksoy'un avukatı, yeterli delil olmadığını da öne sürerek, tahliyesine ve beraat talebinde bulundu. Son sözü sorulan Orhan Aksoy da "Cinayetlerle bir ilgim yok. Suçsuzum. Tahliyemi istiyorum" dedi. Ancak mahkeme heyeti, Orhan Aksoy'u, Mekmedi Yeşilyayla, Hakan Kaya, Turgut Erkan, Ali Rıza İdrisoğlu ile Ömer Şeker'i eşya ve parasını almak için öldürdüğü gerekçesiyle suçlu buldu ve 5 kez müebbet haip cezasına çarptırdı. Aksoy ayrıca cezasının ilk iki yılını da geceli gündüzlü hücrede geçirecek.

Olayların Gelişim Safhaları:

İstanbul’da cinayetler zinciri, bir bina inşaatının bodrum katında başladı ve aylarca devam etti.
Ona ulaşmak için, adli tıp kurumu uzmanlarının ve polisin onlarca soruya cevap vermesi gerekiyordu.
Son cinayetinde ardında ilk ipucunu bıraktığında, uzmanlar onun bir seri katil olduğunu anlamıştı.
Ama kurbanları için artık çok geçti.
16 Ocak 2001, salı
Şevket, uyandığında odanın içi buz kesmişti... İstemeye istemeye yataktan kalktı.Musa gelmeden önce kahvaltıyı hazır etmeliydi.
Sıva ustası Musa, geldiğinde saat 9’u geçmişti. Her sabah inşaatta birlikte kahvaltı ederlerdi. Bugün de rutini bozmaya niyeti yoktu.
İki arkadaş zeytin-peynirden ibaret kahvaltılarını bitirdiğinde saat 11’e yaklaşıyordu. İşe koyulmaya niyetlendikleri sırada inşaatın müteahhidi Cüneyt Bahçıvan çıkageldi.
Bahçıvan, bir gün önce bodrum katında yapılan temizliği kontrol etmek istiyordu. İkisi de yaptığı işten emindi. Bu güvenle, patronlarıyla birlikte bodruma indiler.
İlk şaşkınlığı bodrumdan içeri ilk giren şevket yaşadı. Bir gün önce köşe bucak temizledikleri alanın ortasında krem renkli çarşafa sarılı kocaman bir paket duruyordu.
Şevket, mahcubiyetini sezdirmemeye çalışarak pakete yaklaştı. Etrafında dolanıp, sağına soluna tekme attı. Paket, koli bandıyla bağlanmıştı. Patronunun emriyle bandı kopardı. Bu kez de ortaya mavi renkli bir bidon çıktı.Bidonun ağzı gazete parçalarıyla kapatılmıştı.Onları da kaldırdı. Şimdi karşısında siyah bir poşet duruyordu. Ellerini uzattı. Yokladı ve dehşetle irkildi.
Saat 11.45
Fatih’te ceset bulunduğu ihbarını alan İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün olay yeri inceleme ekipleri, inşaata ulaştığında aradan 45 dakika geçmişti. Ekibin ilk işi, olay yerini güvenlik çemberine alarak rutin bomba araması yapmak oldu. Yarım saat süren çalışma sonunda bidonun içindekinin ceset olduğu kesinleşmişti.
Ekipler, binada geniş çaplı bir aramaya girişti, amaçları katilin geride bıraktığı herhangi bir ipucuna ulaşmaktı.binanın her köşesi karış karış arandı. özellikle, katilin DNA’sını ele verebilecek deliller üzerinde duruldu.
Delil toplama işlemi devam ederken olay yerine fatih cumhuriyet savcısı ulaştı. Savcı, cesedin adli tıp kurumu’nda incelenmesini istiyordu. Onun bilmesi gereken ilk şey, cesedin nasıl öldürüldüğüydü?
Dr. Bülent Şam (Adli Tıp Turumu Uzmanı): “ileri derecede çürümeye rağmen bağlayarak boğmaya bağlı lezyonlar, bu boğmanın ölümcül olduğunu gösteren yumuşak doku ezilmeleri saptadık.”
Cesedin hızlı çürümüş olması, adli tıp kurumu uzmanlarının ölüm nedenini belirlemesini zorlaştırmıştı. Ama olay sıradan bir cinayete benzemiyordu.
Ceset orta yaşlarda bir erkeğe aitti. Çırılçıplaktı. Ayakları ve elleri önce birbirine sonra da boynuna bağlanmıştı. Cinsel organı elektrik bandıyla defalarca sarılmış, gazeteyle kaplanmıştı. Burun delikleri, kulak içleri, ağzı ve anüsü katlanmış gazete parçaları tıkıştırılarak doldurulmuştu.
Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr):”Birincisi öldürülmüş bir insan var. Bağlanmış ve seksüel sadistlik gösteren bulgular var. Bağlanması, seksüel sadistlik açısından değerlendirmek lazım. Bağlanma tarzı ipucu verebilir. Cinayeti işleyen kimsenin kurban üzerindeki hakimiyet duygusunu arttırmaya çalıştığı ve onun üzerine sadistlik ve seksüel birtakım şiddet uygulamalarında bulunduğu izlenimi verebilir.”
İstanbul cinayet masası ekiplerinin cevaplaması gereken ilk soru, cesedin kim olduğuydu? Her zaman olduğu gibi ekip işe, eşkale uyan kayıp başvurularını incelemekle başladı.
Kısa bir araştırmadan sonra eşkale uyan bir kayıp başvurusu bulundu.Başvuru, cesedin bulunmasından dört gün önce Bayrampaşa Ahmediye Polis Karakolu’na yapılmıştı.
Başvuruyu yapan Emine Şeker adında bir ev kadınıydı. Söylediğine göre Aksaray civarında seyyar satıcılık yapan 42 yaşındaki kocası Ömer Şeker, 12 ocak günü tanımadığı bir adamla Fatih’teki bir eve gitmiş ve bir daha geri dönmemişti.Verdiği eşkal, bidon içinde bulunan cesede tıpatıp uyuyordu.
Cinayet masası ekipleri hızla emine şeker’in Bayrampaşa’daki evine ulaştı... Ekip, aileden adli tıp kurumu morgundaki cesedi teşhis etmesini istiyordu. Görev, Ömer Şeker’in erkek kardeşi İmam Şeker’e düştü. İki saat sonra İmam Şeker eve döndüğünde getirdiği haber kötüydü.Ceset, Ömer Şeker’e aitti.
Polis, cinayet soruşturması kapsamında Ömer Şeker’in ortadan kaybolduğu gün yanında olan arkadaşlarını tek tek sorguya aldı. ifadeler, Ömer Şeker’in katilin peşinden kendi rızasıyla gittiğini gösteriyordu.
Müslüm Öncel’in polise verdiği ifade (Ömer Şeker’in arkadaşı): “Aksaray’a tezgah açmak için gittiğimde öğle saatleriydi. Ömer ve Veli benden önce gelmişlerdi. Biraz sonra Ömer’in tezgahının başına uzun boylu, sakallı ve bıyıklı bir adam geldi. Adam tuhaf görünümlüydü ama Türkçesi düzgündü. Sigara satmak istediğini söyledi. Ömer’le pazarlık yaptılar ve 300 milyona anlaştılar. Sigaraları almak için adamın evine gidilecekti. Ömer beni de yanında götürmek istedi. Üçümüz taksiye bindik. Fatih evlendirme sarayı’nın önünde adam taksiyi durdurdu. Ben de iniyordum ki bana, ‘sen kal ailem var’ dedi. Bunun üzerine Ömer, ‘cep telefonunu açık tut, sigaraları alıp gelirim’ diyerek adamın peşinden gitti.”
Müslüm bir saat kadar taksinin içinde bekledi. Meraklanmaya başlamıştı. Ömer’i cep telefonundan aradı. Ömer, “10 dakika içinde geliyorum” diyerek telefonu kapattı. Bir saat kadar bekledikten sonra bir kez daha aradı. Ömer’in cevabı yine aynıydı.Biraz sonra geleceğini söylüyordu.Aradan bir yarım saat daha geçti.Tekrar telefona sarıldı.Ne var ki Ömer’in telefonu artık kapalıydı...
21 Ocak 2001, pazar
Ömer Şeker’in cesedinin bulunmasından beş gün sonra... Gaziosmanpaşa’daki Çamlık Parkı’nın 55 yaşındaki bekçisi Nazım Memiş, 21.00 sularında görev yerine geldi. Adeti olduğu üzere parkın içindeki çay bahçesine yollandı. Her akşam burada çalışan Şener ve Mustafa’yla biraz çene çalardı. Ama bu akşam ikisi de heyecanlıydı.
Gençlerin anlattığına bakılırsa, parkın Mevlana Caddesi’ne bakan kapısında sabahtan beri sahipsiz iki koli duruyordu. Civardaki esnafı tek tek dolaşmışlar ama sahibini bulamamışlardı.
Bekçi Nazım’ı da merak sarmıştı. Birlikte kolilerin yanına gittiler. Kolileri açıp açmamayı tartışıyorlardı ki, bekçi yanlarından geçen polis ekibi otosunu fark etti.
Yağmura rağmen kolilerden ağır bir koku yükseliyordu. Polis kolilere fener tuttu. Bir şey görülmüyordu.Birini açmaya karar verdiler. Koli bandını çözer çözmez, diğerine bakmaya gerek kalmamıştı.
Komiser Hasan Zeki Ulusan (Olay Yeri İnceleme Uzmanı):“Birinci kolinin içini açtığımızda cenin pozisyonunda üzeri çıplak elleri bağlı kafasına bir poşet geçirilmiş bıyıklı 30-35 yaşlarında bir erkek cesediyle karşılaştık. Cesedin yaptığımız fiziki incelemesinde poşeti çıkardıktan sonra kafasına daha doğrusu cildine gazete örtüldüğünü ve bu gazetenin de cildine yapıştığını ve vücudunda herhangi bir darp cebir izine rastlanmadığını gördük.” ”İkinci koliyi açtığımızda yine aynı şekilde cenin pozisyonunda diz kapakları koli bandıyla bantlanmış yine aynı şekilde kafasına poşet bağlanmış bir erkek cesediyle karşılaştık.”
Adli tıp kurumu uzmanları, bu kez şanslı değildi.
Dr. Bülent Şam (Adli Tıp Kurumu Uzmanı): “İkisinde de ilerlemiş çürüme ölüm nedenini bulmamızı zorlaştırdı. Bunun üzerine birinci ihtisas kuruluna gönderdik.”
İleri derecede çürüme nedeniyle birinci ihtisas kurulu da cesetlerin ölüm nedenini tespit edemedi.
“Çürümeyle ölüm nedenini olayın meydana geliş şeklini saptayacağımız lezyonlar ortadan kaybolur. Bazı bulguları saptamakta güçlük çekeriz. Ölüm nedenini tahmin etsek bile kesin ifade kullanamayız.”
Son bulunan iki cesedin durumu, Ömer Şeker’in tıpatıp aynısıydı. İkisi de yine çırılçıplaktı.Kafalarına poşet geçirilmişti. Kolinin içine elleri ve ayakları bağlandıktan sonra cenin pozisyonunda yerleştirilmişlerdi. Ağız ve kulak delikleriyle anüsleri tutkal kıvamında bir maddeyle doldurulmuştu.
Her iki cesedin de penisleri defalarca sarılmıştı. Farklı olarak bu kez cesetlerin pazılarında ve uyluk kemiğinde yanık izleri, anüs bölgelerinde morartı vardı. Ayrıca yüzlerinde mavi renkli bir boyanın izleri görülüyordu. İkinci koliden de bir banyo havlusu ve yorgan çıkmıştı.
Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):”Aynı şekilde öldürülmüş üç kişinin bulunması cinayetin aynı kişi ya da kişiler tarafından öldürülmesi ihtimalini akla getiriyor. Bu durumda cinayetlerin kişinin psikolojik yapısının dışa vurumu olduğunu düşünür bu psikopatolojik durumun izlerini ararız. Bu cesetler nerede bulundu, cinayet nerede işlendi, öldürdükten sonra ceset üzerinde işlem yapılmış mı? Bu gibi davranışların izini sürer cinayeti işleyenin profiline ulaşırız. Bu da polislere yardımcı olmak için ipucudur.”
Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): ”Bunlar cinayet tarzının giderek daha geliştiğini gösteriyor. Bunu ipucu olarak kabul etmek mümkün. Çeşitli verilere dayanarak. Yani cinayetlerin şiddeti artıyorsa ve belli ritüelleri aynı kalıyorsa muhtemelen aynı kişiye aittir bunlar.”
Cinayet masası ekipleri şaşkındı. Bir hafta arayla önce fatih’te, sonra da Gaziosmanpaşa’da birbirine benzer şekilde üç ceset bulunmuştu? Katilin aynı kişi olduğu düşünülüyordu. Peki peş peşe cinayet işleyen bu katil nasıl biriydi?
Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Pskiyatr): .”Sık aralıkların olması belki çok ağır bir kişilik bozukluğuna ve ağır psikiyatrik bozukluğa yani sık olması psikiyatrik bozukluğun şiddetinin ağırlığına işaret olabilir.”
Cesetlerin çıplak olması, vücut boşluklarının silikonla doldurulması ve diğer bulgular olayın infaz olma ihtimalini ortadan kaldırıyordu. Cinayetler arasındaki bağlantı ancak son bulunan iki cesedin kimliklerinin belirlenmesi ortaya çıkabilirdi?
Polis, bir kez daha eşkale uyan kayıp başvurularını gözden geçirdi. Çok geçmeden de aranan bilgiye ulaşıldı. Ömer Şeker’in bulunduğu gün Bakırköy’den bir başka kayıp başvurusu yapılmıştı.
Merkez Karakolu’na başvuran Mimar Zafer Bekaroğlu’ydu. Karısının abisi ortadan kaybolmuştu. Verdiği eşkal cesetlerden birinin aynıydı...
Zafer Bekaroğlu’nun karakol başvurusu: “16 ocak salı günü kayınbiraderim Ali Rıza İdrisoğlu, saat 12 civarında banyolar caddesi’ndeki evinden bir arkadaşını göreceğini söyleyerek ayrıldı. O saatten sonra kendisine ulaşamadık. Sürekli cep telefonunu aradığımız halde cevap vermedi. Ertesi gün öğleden sonra ise, cep telefonu kapatılarak kendi evine yönlendirildi.”
Ali Rıza İdrisoğlu 45 yaşındaydı. Boğaziçi üniversitesi mezunuydu. Zengin bir aileye mensuptu... İdrisoğlu’nun kimlik tespitini kız kardeşi Ayzer Bekaroğlu yaptı. Cesetlerden birinin kimliği belli olmuştu.
Cinayet masası ekiplerinin kafası iyice karışmıştı. Birbirleriyle bağlantılı görünen iki olayda cesetlerden biri, bir seyyar satıcıya diğeri ise zengin bir işadamına aitti. Polis aradaki bağı çözmek umuduyla üçüncü cesedi araştırmaya başladı. Artık polis üçüncü cesedin kimliğine nasıl ulaşacağını çok iyi biliyordu.
İdrisoğlu’nun kaybolmasından bir gün önce, yine Bayrampaşa’dan bir kayıp başvurusu yapılmıştı. Başvuran Mürvet Erkan’dı. 30 yaşındaki oğlu kayıptı.
Mürvet Erkan’ın karakola başvurusu: “Oğlum Turgut Erkan, bir tiyatroda çalışıyordu. İşinden istifa etmiş. Saat 18 civarında Beyoğlu’ndaki işyerinden ayrılmış. Ancak eve dönmedi. Haber vermeden eve gelmediği hiç olmadığı için başına bir şey gelmiş olmasından korkuyorum.”
Üçüncü cesedin kimliği de ortaya çıkmıştı. Turgut Erkan tiyatro ve dizilerde ışık teknisyeni olarak çalışıyordu. Medya ve sinema dünyasına yakın bir isimdi.Polis, Erkan’ı araştırırken ileride önemli bir ipucu olacak bir bilgiye ulaştı. Erkan, dört yıl önce hırsızlık yaptığı gerekçesiyle Dikilitaş Polis Merkezi’nce tutuklanmış ve parmak izleri alınmıştı.
Ortada görünürde birbiriyle bağı olmayan üç erkek cesedi vardı. Ömer Şeker, kendi halinde bir seyyar satıcıydı. Tanımadığı bir adamla Fatih’te bir eve gitmiş ve kayıplara karışmıştı. Arkadaşları onu kaybolduğu sokağı karış karış aramalarına rağmen bulamamışlardı. Turgut Erkan, sanat dünyasına yakındı. Onun en son kiminle olduğunu bilen yoktu. Ali Rıza İdrisoğlu ise, arkadaşımla görüşeceğim diyerek evden çıkmıştı. Arkadaşının kim olduğunu bilen yoktu. Ve diğer ikisinden çok farklı bir sosyal sınıfa mensuptu.
Belli ki, üçünün yaşarken tek bir ortak noktası yoktu. Aralarındaki tek bağ, öldürülme şekilleriydi. Adli Tıp Kurumu Uzmanları daha fazla bilgiye ulaşmak için cesetler üzerinde alkol ve uyuşturucu incelemesi yapmaya karar verdi:
Gökhan Batuk (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):“Gelen İlk Ceset Ömer Şeker’di. Onun kanında yüzde 95 oranında alkol tespit ettik. Turgut erkan’da da yüzde 68 oranında etil alkol bulundu. Ali Rıza İdrisoğlu’nda ise alkol bulamadık. Ancak onda da yüzde 563 oranında uyutucu bir madde vardı.”
Adli tıp kurumu’nun bu bulgusu önemliydi. Demek ki, üçü de ölümlerinden kısa bir süre önce alkol almışlardı. Ya da son içkilerini katilleriyle içmişlerdi.
Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr):.”Bildiğimiz bir şey var ki, kurbanları alkollü. Alkol veriyor kurbanlarına arkalarından dolanıyor onların müdahale edemeyeceği şekilde yani kurbanlarından da korkuyor büyük bir ihtimalle.”
Artık adli tıp kurumu uzmanları da, polis de karşılarında bir seri katil olduğundan emindi. Geriye katilin bıraktığı ipuçlarını izlemek kalmıştı. Ancak işleri hiç de kolay olmayacaktı.
İlk olarak cesetlerin konduğu kolilerde parmak izi araması yapıldı. Sonuç olumsuzdu, katil, kolilerde ve koli bantlarında herhangi bir iz bırakmamıştı.
Dr. Firuz Koç (Adli Tıp Kurumu Uzmanı): “İlk olasılık kişinin eldiven kullanmış olmasıdır. Dolayısıyla banda parmak izi geçmeyecektir. Ya da parmak izini temizlemiş ya da silmiş olabilir. Ya da üçüncü bir ihtimal parmak izi bandın yapışkanlı yüzeyindedir koliden çıkartılırken kaybolmuştur. Akla gelen olasılıklar bunlar.”
İpucu bulunabilecek bir başka şey de kolilerden birinden çıkan yorgan ve havluydu. Adli tıp kurumu, bu iki eşya üzerinde de katilin DNA’sını ele verecek tükürük, kıl ya da salgı aradı. Sonuç yine olumsuzdu.
Yalnız eşyalarda değil, cesetler üzerinde yapılan aramada da katilden bir ize rastlanmadı. Belki de o, kendini ele verecek ipuçlarını yok etmeyi iyi biliyordu.
Geride ipucu bırakmamayı iyi bilen katil, bir tek şeyi hesaba katmayı unuttu; telefon kayıtlarını.
Polis, Ali Rıza İdrisoğlu’nun kaybolduğu gün evden çıkmadan önce biriyle telefonla görüştüğünü biliyordu. Son bir umutla, İdrisoğlu’nun 16 ocak 2001 tarihli telefon kayıtları incelendi.
Aranan bulunmuştu.İdrisoğlu, saat 10.50’de Fatih’teki bir evle peş peşe iki kez görüşmüştü.
İlk kolinin Fatih’te bulunmasını göz önüne alan polis, evde yaşayanları araştırmaya başladı. Bulgular ilginçti. Telefon, hırsızlıktan sabıkalı birine aitti, sonunda polis, en azından kuşku duyabileceği birini bulduğuna inanıyordu.
İdrisoğlu’nun cep telefonu kapanmadan önce evine yönlendirilmişti. Katili ele veren de işte bu cep telefonu oldu. Birkaç gün kapalı tutulan telefon sıkı bir takibe alındı. Görüşmeye ilk açıldığı anda da gönderdiği sinyaller, polise nereye gitmesi gerektiğini gösteriyordu.
23 Ocak 2001 salı
Bursa Atatürk Caddesi’nde bulunan bir kafe. Cam kenarında oturan sakallı, minyon tipli ve siyah deri montlu adamın önündeki masa, az önce bitirilmiş yemeğin artıklarıyla dolu. Adam, az önce giden arkadaşının yürüdüğü yöne dalgın dalgın bakıyor.
İstanbul cinayet masası polislerinden Komiser Turan Mısır Ve Mehmet Kaya’nın kendisine doğru yaklaştığının farkında değil. Adamın oturduğu masaya iki adım kala polislerden biri sesledi:
“Orhan Aksoy! Üç kişiyi öldürmek suçundan gözaltına alınıyorsun. Avukat isteme ve yakınlarına haber verme hakkın var. Gidelim.”
Orhan Aksoy: 31 yaşında. İki çocuğu var.Cinayetleri polise ayrıntılarıyla anlatacak.
Cinayet masası ekipleri: Aksoy’un daha önce haberdar olmadıkları iki cinayet daha işlediğini öğrenecekler.
İstanbul halkı: Kolici adıyla anılacak olan bir seri katili, dehşetle izleyecekler...
Kurbanlar: Ortaya çıkan deliller, hepsinin ortak bir noktası olduğunu gösterecek...
24 Ocak 2001
Orhan Aksoy, tutuklandığında üzerinde kurbanlarına ait eşyalar bulundu.Ömer şeker’in cep telefonu, Ali Rıza İdrisoğlu’nun Boğaziçi Üniversitesi amblemli yüzüğü ve Osmanlı Tuğrası işlemeli gümüş bir kolye.
İstanbul cinayet masası polisleri aynı günün akşamı Orhan Aksoy’u sorguya aldığında onun yalnızca üç cinayet işlediğini zannediyordu.Sorgunun ilerleyen saatlerindeyse işlediği diğer cinayetler ve kurbanlarını öldürme nedeni ortaya çıkacaktı.
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’un yapmış olduğumuz sorgulamasında daha önce İstanbul’da ikamet ettiğini araştırdık. Neticede Fatih’te bekar evinde oturduğunu tespit ettik. O bölgede yaptığımız çalışmalarda Mehmedi Yeşilyayla’yla oturduğunu tespit ettik. Yapmış olduğumuz çalışmalar sonunda Mehmedi Yeşilyayla’nın, ortadan kaybolduğunu tespit ettik.”
Aksoy’un ilk kurbanı, 35 yaşındaki ev arkadaşı Mehmedi Yeşilyayla olmuştu.
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi):“Son üç olaydaki yöntemden şahsın başka cinayet işleyebileceğini düşündüğümüzden Mehmedi Yeşilyayla’nın ortadan kaybolmasını öğrendikten sonra onunda öldürülmüş olabileceğini yönünde sorgulama yaptık ve şahıs Mehmedi öldürdüğünü kabul etti.”
Orhan Aksoy’un ifadesi: “Evimin bir odasını ona kiraya verdim. Muşlu’ydu. İstanbul’da kimsesi yoktu. Kan davası olduğu için sık sık ev değiştiriyordu. Akşamları sohbet ederken üç kişiyi öldürüp 10 yıl cezaevinde yattığını anlatırdı. Cezaevlerini bildiğim için soru soruyor ama çelişkili cevaplar alıyordum. Bazı konularda benimle inatlaşıyordu. Bunun kanının bitlendiğine karar verdim. Şener Şen’in, turşucu filmindeki adam gibi iki yüzlünün tekiydi. Bir gün odanın kapısını kilitlemeyi unutmuştum. Sabah uyandığımda cep telefonum yoktu. Onun çaldığını anladım. Akşam eve geldiğinde kirayı ödemek için 30 milyon lira getirdi. Oysa sabah parası yoktu. Olayı muhakeme ettim ve onu infaz etmeye karar verdim.”
Ev arkadaşının hırsız olduğundan emin olan Aksoy, ertesi akşam planını uygulamaya koydu. Plana göre, Mehmedi’ye beraber içki içmeyi teklif edecek, çabuk sızması için de içkisine ilaç karıştıracaktı, öyle de yaptı.
Orhan Aksoy’un ifadesi: “Uyuduğuna emin olduktan sonra çekmecede sakladığım çamaşır ipini aldım. Arkasından dolanıp boğazına sardım. Bu sırada uyandı. İpin her iki ucunu ters istikamete çekerek beş dakika kadar sıktım. Bıraktığımda nefes almıyordu.”
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy Mehmedi Yeşilyayla’yı öldürdükten sonra şahsı aynı yöntemlerle öldürüp koliledikten sonra bir pazar arabası yardımıyla radar mevkiine getirerek ve şahsı buradaki mezarlığa gömdüğünü anladık sorgulama neticesinde.”
Aksoy’un ifadesi doğrultusunda cesedi bıraktığını söylediği Yenibosna Radar Mevkii’ne gidildi. Anlattıkları doğruydu. 9 Kasım 2000 günü bu alanda bir erkek cesedi bulunmuş fakat çürüme nedeniyle kimliği belirlenemediği için kimsesizler mezarlığına gömülmüştü. Olay da faili meçhul bir cinayet olarak kalmıştı.
Orhan Aksoy’un sorgusu devam ediyordu, bir yandan da polis, İstanbul’da koli içinde bulunan faili meçhul cesetleri araştırıyordu. Aranan Kemerburgaz’da bulundu.
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’u yakaladığımız dönemlerde Kemerburgaz Jandarma mevkiinde aynı yöntemlerle öldürülmüş bir ceset olduğunu tespit ettik. O cesetle ilgili çalışmalarda kimliğini Hakan Kaya’yı tespit ettik. Bu kimdir diye yapmış olduğumuz çalışmada ise, Orhan Aksoy’un yakın arkadaşı olduğunu çevreden yaptığımız araştırma sonucunda öğrendik.”
Orhan Aksoy’un ikinci kurbanı 25 yaşındaki Hakan Kaya’ydı. Kaya’yı öldürmeye ev arkadaşını öldürdükten 20 gün sonra karar vermişti. Nedeni ise, yine hırsızlıktı.
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’un kardeşiyle Hakan Kaya’nın çok yakın arkadaş olduğunu ve o tarihlerde evlerinde bir hırsızlık olayının meydana geldiğini bunun sorumlusunun Hakan Kaya olduğunu öğrendik.”
Orhan Aksoy’un ifadesi: “Hakan’la birlikte içki içtik. Bir süre sonra sızdı. Anemi hastası olduğu için bir iki duble içince sızardı. Ağzı açık kalmıştı. Tam zamanıydı. Arkasına dolanıp mavi renkli naylon ipi boğazına dolayıp düğüm attım. Beş dakika kadar sıktım. Sonra bıraktım. Bir an canlanır gibi oldu. O an öldürmekten vazgeçtim. Ama ipi tekrar sıktım. Soyup eşyalarını çöpe attım. Cesediniyse iki gün evde sakladım. Sonra da cesedi Hasdal’a götürüp yol kenarına bıraktım”
Doç. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Yapacağımız varsayımlardan bir tanesi şu. Kurbanını öldürüyor veya tam öldürme aşamasına getiriyor. Mutlak hakimiyet duygusunu yaşıyor ve sonra öldürmekten vazgeçiyor. Çünkü aradığı şey öldürmekten ziyade mutlak hakimiyet duygusu. Ancak kurban tekrar uyanmaya başladıktan sonra korkuya kapılıyor ve öldürüyor. Bunu diğer cinayetlerde de görüyoruz. Şu an da elimizde olan verileri değerlendirdiğimizde bu kişinin çocukluğunda çok ağır travmaya maruz kaldığını görüyoruz.”
Aksoy’un söylediği gibi aylar önce Kemerburgaz Hasdal çöplüğü’nde bir erkek cesedi bulunmuştu... Ama o tarihte katili ele verecek herhangi bir ipucu bulunamadığı için tıpkı Mehmedi Yeşilyayla gibi faili meçhul cinayet olarak polis kayıtlarına geçmişti....
Oysa, Hakan Kaya’nın Eşi Gülbahar Kaya, aylar önce kocasının kaybolduğunu ve son gece Orhan Aksoy’la birlikte olduğunu polise defalarca bildirmişti. Ama sonuç alamamıştı.
Aksoy’un cinayetlerindeki bütün ipuçları birbirini tamamlıyordu. Şimdi sırada cinayetlerin işlendiği Fatih’teki evin aranması vardı.
Komiser Hasan Zeki Ulusan (Olay Yeri İnceleme Uzmanı): “Şüpheli şahsın evinde yaptığımız incelemede yatak odasında her iki kolinin de içinde çıkan hemen hemen aynı desende olan çarşaf parçalarını aldım. Soba içersinde yaptığımı incelemede kemer tokası olduğunu tahmin ettiğim kararmış vaziyette altı adet metal parçası buldum. Evde yaptığım parmak izi incelemesinde iki ayrı yerden parmak izi tespit ettim. Aynı şekilde televizyonun yanında 18 adet şiddet içeren CD’ler gördüm, bu CD’leri de parmak izi incelemesi için olay yerinden aldım.”
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi):“Kalmış Olduğu Evde Orhan Aksoy’un çok titiz olduğunu ve elektronik aletlerle evinde bir düzenek kurduğunu boş zamanlarında da bu yönde hobileri olduğunu tespit ettik.”
Cinayetlerin işlendiği evde yapılan aramada 11 delil alındı. Bunların arasında silikon tabancası da vardı.
İncelenen ilk delil beyaz bir havlu ve metal parçalarıydı. Bunlarda kan izi bulunamadı. İkincisi bir şırıngaydı. Ama içindeki sıvının kan olmadığı anlaşıldı. Üçüncüsü yeşil bez parçaları ve bir sehpa örtüsüydü. Onlarda kan vardı. Ama yıkandığı için inceleme yapılamadı. Dördüncüsüyse sobadan ve küllükten alınan sigara izmaritleriydi.
DNA İncelemesi yapıldı ancak sonuç sigaraların Orhan Aksoy tarafından içildiğini gösterdi. Sonuçta, kurbanların Orhan Aksoy’un evine gittiği ispatlanamadı.
Şahin Yılmaz (İstanbul Asayiş Şube Müdürü) “Kurbanla katili arasında herhangi bir illiyet bağı akrabalık vesaire bir kızgınlıktan dolayı yakın çevresinden öldürülmüş dışındaki planlı cinayetler çok daha zordur. Bir illiyet bağı kuramazsınız yani yapanla öldürenle ölen arasında bir bağ kuramadığınız sürece olayı çözmek zordur ama bizimde buna karşı geliştirdiğimiz teknikler soruşturma teknikleri vardır.”
Aksoy’un sorgusu altı gün sürdü. Bu altı gün içinde Aksoy, Polislere Ömer Şeker’i, Turgut Erkan’ı ve Ali Rıza İdrisoğlu’nu neden öldürdüğünü anlattı.Ona göre bu üçü de tıpkı Mehmedi Yeşilyayla ve Hakan Kaya gibi, hırsız ve ikiyüzlüydü. Onlara da ilk iki kurbanı gibi içine ilaç kattığı içki içirmiş, ardından da aynı iple boğarak öldürmüştü.
Beş kurbanını da öldürdükten sonra soymuş, çırılçıplak banyoya taşımış ve yıkamıştı. Orada onları günlerce tutmuştu. Bunun amacı da hem delilleri yok etmek hem de cesetlerin tanınmaması için bir an evvel çürümesini sağlamaktı.
Sorgusu tamamlandığında Orhan Aksoy beş kurbanı için şunları söylüyordu.
Orhan Aksoy’un ifadesi: “Üzerlerindeki eşyaları almak için öldürmüş değilim. Bu cinayetleri işlerken rahatsız olduğumu söyleyemem. Buna doktorlar karar verir. Ama rahatsız olduğumdan şüphe ediyorum. Ben sosyal demokratım. Allah’a inancım vardır. İşlediğim cinayetler içinde Ömer Şeker’i öldürdüğüme pişman değilim. Diğerlerini öldürdüğüm için pişmanlık duymaktayım”
Aksoy’un Ömer Şeker’le ilgili pişmanlık duymamasının nedeniyse öldürülmeden bir yıl önce Romen asıllı kadınlara küfür etmesiydi. Aksoy da Romen asıllı bir kadınla evliydi.
Doç. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Yapılan istatistiklere göre seksüel sadistlik eylemi ikinin üzerindeyse tedavi olma ihtimali neredeyse yüzde sıfır.”
Peki Orhan Aksoy bu beş cinayeti neden işlemişti? Daha da önemlisi hırsızlarla alıp veremediği neydi?
1971 Samsun Bafra doğumlu Orhan Aksoy, sekiz çocuklu bir ailede büyüdü. Bir yaşındayken ailesi, Bursa’ya göç etti. Babası inşaat işçisiydi ve on boğazı zar zor geçindiriyordu. Belki de bu nedenle çok sinirliydi. Her fırsatta bütün çocuklarını ama özellikle de Orhan’ı dövüyordu. Hem öyle dövüyordu ki, her dayaktan sonra toparlanmak zaman alıyordu. Garip bir tesadüf kurbanlarının hepsi babası gibi iriyarı ve kendisinden güçlü kimselerdi.
Prof. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Şiddete maruz kalan kimse şiddete maruz kaldığı anlarda kendini çok güçsüz hissediyor. Muhtemelen Orhan Aksoy da böyle hissediyordu babasıyla olan ilişkisinde. Çocuk olduğu için kendisini daha güçsüz ve çaresiz hissediyordu. Ve babası onun için büyük bir insandı. Muhtemelen babasına karşı agresyonlarını bu kişilere yansıtıyordu. Çünkü bu kişiler iriyarı ve kendisine şiddet gösterebilecek insanlar. O agresyonlarını babasına duyduğu şiddet duygusunu kurbanlarına yansıtıyordu. Tabii bu çok ağır pisikiyatrik bir bozukluk.”
Aksoy, dayağa ve şiddete dayanamayıp evden kaçtığında 15 yaşındaydı. Ve o yaşta sabıkasının bir gün cinayetlerine mazeret olacağını bilemezdi...
İstanbul’a ilk geldiğinde işler başta iyi gitti. Ama geçinmekte zorlanıyordu. İlk suçunu işleme nedeni buydu. Arkadaşlarıyla birlikte Beyazıt’taki dükkanlardan giysi çalıp satarken yakalandı.
İlk kez tutuklandığında yüreğinde babasının korkusu vardı. Hırsızlık yaptığının duyulması sonu olurdu. Bu nedenle ismini gizlemeye karar verdi. Polise 15 yaşında ifade verirken o artık Gökhan Mutlu’ydu. Ancak baba korkusu ona pahalıya mal olacak, arkadaşları bir ay sonra hapisten çıkarken o, nüfus kaydı bulunamadığı için aylarca hapiste kalacaktı. Orhan Aksoy, aynı tavrı yıllar sonra bu kez seri katil olmakla suçlandığı sırada yapacak ve kendi ifadesine göre olay büyümesin ve babam duymasın endişesiyle avukat istemeyecekti.
Aksoy, 19 yaşına kadar hırsızlık ve dolandırıcılık suçuyla defalarca hapse girip çıkmıştı. Artık tanıdık çevrede iş bulamazdı. Romanya’ya gitmeye karar verdi. Burada da evlendi. Daha sonra mine adını alan eşinden biri kız iki çocuk sahibi oldu. Artık hayatında yıllarca sürecek tertemiz bir sayfa açmıştı.
Ama olmadı. 17 Ağustos Gölcük Depremi Aksoy ailesinin bütün hesaplarını alt üst etti. Deprem, Orhan Aksoy için milattı. Deprem yüzünden önce ruh sağlığını sonra işleri bozuldu. O da çareyi ailesini Romanya’ya yani eşinin babasının yanına göndermekte buldu.
Komiser Turan Mısır (Cinayet Masası Polisi): “Orhan Aksoy’un kalmış evde yapmış olduğumuz araştırmada evinde özelliği olan ve deprem faresi olarak bilinen farelerden yetiştirdiğini ve bunlara baktığını gördük. Bu konuyla ilgili çalışmalarda kendisinin depremden korktuğunu ve farelerin deprem uyarıcısı olduğu için beslediğini söyledi.”
Doç. Dr. Tarık Yılmaz (Psikiyatr): “Bu travmalar neticesinde zaten dengelerini çok zor koruyan kimseler bazen küçük etkenlerle büyük çöküntülere giderler. Psikiyatrik bozukluk ortaya çıkabilir. Tetikleyen faktörler vardır. Bu tetikleyen faktörlerden biri bu olabilir. Deprem sonrasında sosyal ortamında aile yapısında önemli bir kötüleşme olmuş. Maddi imkanları olmadığı için eşini tekrar Romanya’ya göndermiş böylece yalnızlık duygusu korkuları ve endişeleriyle baş başa kalmış ve onlarla baş etmekte çok zorlanmış. Onlarla baş etmesi imkansız hale gelmiş.”
Aksoy’un amacı masrafları azaltıp para biriktirmek ve ailesini tekrar İstanbul’a getirmekti. Ama bu da olmadı. İşleri bozuldukça bozuldu. Ailesinden ayrı ve yalnız geçirdiği upuzun 1999 kışı, Aksoy için seri cinayetle son bulacak bir yolun başlangıcı oldu.
16 Mart 2001
İstanbul 5. Ağır ceza mahkemesi’nde yargılama başladığında Aksoy önceleri suskundu. Kendisine yöneltilen suçlamaları “Yapmış ta olabilirim yapmamışta hatırlamıyorum” diyerek savuşturdu. Mahkeme heyetinden istediği tek şey bir avukattı.
İkinci duruşmada ise, Aksoy’un tavır değiştirerek hakkındaki bütün cinayet suçlamalarını reddetti. Mahkeme heyetine 24 Nisan 2001’de mektup yazarak cinayetleri işlemediğini yalnızca üstlendiğini anlattı. Bunun nedeniniyse ona göre şöyleydi:
Orhan Aksoy’un İfadesi: “Tv ekranlarından zevk ve heyecanla izlediğim spesiyal filmlerin sihirli büyüsü ve gizemli etkisi altında kendimi ezik ve eksik hissediyordum. Daha önceleri gazete ilanlarında gördüğüm figüran aranıyor ilanlarına başvurdum ama sonuç alamadım. Dolaylı bir şekilde adımın karıştığı bu olaylar davasında baskılar beni yıldırmıştı. Medyanın da ilgisini görerek medyanın sihirli medyatik akımına kapıldım. Bana bir fırsat çıkmış olabileceğini düşündüm.”
Orhan Aksoy, cinayetleri işlediğini reddetmekle kalmıyor, akıl sağlığının yerinde olmadığını da savunuyordu. Buna karar verecek olanlarsa, Adli Tıp kurumu uzmanlarıydı.
Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı): “Kişi herhangi bir suç işlediği zaman bu suçu işlediği sırada şuurunu hareket ve irade-i serbestisinin tam olarak yerinde olup olmadığına bakarak biz cezai ehliyeti olup olmadığına karar veriyoruz. Burada özellikle mental sağlık ve olgunlaşmanın derecesine bakıyoruz.”
Aksoy’da bu süreçten geçti. Adli tıp kurumu’nda tam altı hafta müşahede altında tutuldu.
Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):“Orhan Aksoy geldiğinde üç hafta gözlem altına aldık. Bunu yaparken doktor, hemşire ve personel ritminde yaptık. 24 saat gözlem altında tuttuk. Bu süre içinde yemesi içmesi uyuması diğer arkadaşlarıyla olan davranışlarında herhangi bir patalojiye rastlanılmadı. Yalnız cinayetle ilgili soru sorulduğunda savunucu bir tutum takındı ve onları inkar ettiğini gözlemledik. Bazen sinirli bir tavırla konuştuğu gözlemleniyordu. Bu süre içinde şahsa psikometrik inceleme yapıldı. Giyim kuşamına özen gösteriyor mu şeklinde notlar alındı. Burada da çok belirgin bir patalojiye bir emare rastlanmadı. Hatta süreyi 3 hafta daha uzattık. Pek bir şey değişmedi. Hatta uyumlu bir tavır takınıyordu.”
Altı haftalık süre tamamlandığında Adli Tıp kurumu uzmanlarını kararlarını vermişti:
Dr. Şafak Taktak (Adli Tıp Kurumu Uzmanı):“Orhan Aksoy bir akıl hastalığı olduğuna ikna etmeye çalıştı bizleri. Bunu da cinayetlerle ilgili sorular sorulduğu zaman nasıl işledin niye yaptın gibi sorular sorulduğunda savunmaya geçerek öfkeli yani patlayıcı tarzda konuşarak akıl hastalığı izlenimi verdirmeye çalıştı. Bazen geceleri uyuyamadığını söyledi ve ilaç istedi. Tedavi ekibiyle uyum içinde olmaya çalıştı. Burada bir ikilem var aslında.
Bu altı haftalık gözlemlerimiz sonunda cezai ehliyeti etkileyecek ağır bir zeka geriliği şizofreni, hezeyanda bozukluk gibi gerçeği değerlendirmede psikotik bozukluk duygulanım bozuklukları ağır organik bir beyin sendromu gibi nöro psikiyatrik bir sendromuyla karşılaşmadığımız için cezai ehliyetini tam olarak verdik.”
Orhan Aksoy halen Kartal Cezaevi’nde yatıyor. Ancak o, bu cinayetleri işlemediğini söylüyor. Avukatı ise, savunmasını Aksoy’un akıl sağlığının yerinde olmaması üzerine kuruyor. Kararı, 5. Ağır ceza mahkemesi heyeti verecek ama karısı ve kardeşlerine göre o suçsuz. Onlara göre bir tek suçlu var, o da babaları.
Orhan Aksoy: savcı, beş kişiyi öldürdüğü iddiasıyla idamını istiyor.
Mine Aksoy: Romanya’ya babasının yanına döndü. İki çocuğunu büyütmeye çalışıyor.
Kardeşleri: babalarıyla uzun yıllardır küsler. Tek nedeni Orhan Aksoy gibi dayakla büyümeleri.

SEYİT AHMET DEMİRCİ-MOBİLYACI KATİLİ

32 yaşında. Mayıs-Temmuz 1998 tarihleri arasında İstanbul'da üç mobilyacıyı dükkanlarının bodrum katında kafalarına kurşun sıkarak öldürdü. Fatsa'da küçük bir çocukken arkadaşıyla birlikte yaşlı bir mobilyacının tecavüzüne uğramıştı. Yakalanmasaydı cinayetlerini tecavüze uğradığı yaşa (11) tamamlayacaktı. Üç kez idama mahkum oldu.
Adı: Seyit Ahmet Demirci, yaşı: 32, cinayet sayısı: 3
Sanık, dört çocuklu bir ailenin en büyük oğluydu. Babası fırıncıydı. Ortaokulu İmam Hatip'te, liseyi de ticaret lisesinde okumuştu. Üniversiteyi kazanmış ama gitmemişti. Cinayetlerden kısa bir süre öncesine kadar hayatını taksi şoförlüğü yaparak kazanıyordu. Herkes tarafından sakin kişiliğiyle tanınıyordu.
Çocukluğu Fatsa'da geçti. En yakın arkadaşı Habil'di. Küçük bir mobilyacı dükkanının bodrum katında ikisi birden saldırıya uğradı. Seyit Ahmet son kaçmayı başardı. Ancak yaşlı mobilyacının arkadaşı Habil'e tecavüz edilişini izledi. İki arkadaş bu olayı sonsuzluğa gömdüler. Ta ki üniversitede okuyan Habil'in intihar ettiği haberi gelene kadar. Habil'in neden intihar ettiğini yalnızca Seyit Ahmet biliyordu.
5 Mayıs 1998. Hava kararırken Seyit Ahmet, Esenler Turgut Reis Mahallesi Karaosmanoğlu Caddesi 435. Sokak'ta amaçsız yürümekte. Sokağın sağındaki mobilyacı dükkanını fark etti. Vakit, Habil'le yaşadığı o korkunç saldırı saatine yakın. İçeri girdi. Dükkan sahibi Ali Osman Beldek müşteriye yaklaştı. Sonra da o uğursuz laf ağzından dökülüverdi: ‘‘Bodrum katında başka modellerimiz de var.’’ Seyit Ahmet için karanlık kapı açılmıştı. Bodrum kata indiler. Tek el silah atışı, Ali Osman Beldek'in hayatını sadece mobilyacı olduğu için o gün dükkanının bodrum katında sona erdirdi.
Tam bir ay sonra 4 Haziran'da mobilyacı Mehmet Kayatuzu ve 6 Haziran'da da Celal Pınargöz de aynı kaderi paylaştı.
İstanbul'da yıllar önce üç mobilyacı öldürüldü. Üçü de birbirini tanımıyordu, düşmanları yoktu. Tek ortak yönleri öldürülme şekilleri oldu. Katil geride ne parmak izi, ne silah bırakmıştı.
Son cinayetten üç gün sonra... Polis, bir yandan üç mobilyacının öldürülmesiyle ilgili sorgulamalara devam ederken, diğer yandan da ilk kurbandan alınan cep telefonunu takip ediyordu. Bu yöndeki umutlar tükenmek üzereydi ki, telefon kullanıma açıldı. Adres, Ordu'nun Fatsa ilçesini gösteriyordu.
Telefon Necati Efe adında birinin üzerindeydi. Ancak Efe şaşkındı. Söylediğine göre telefonu alalı henüz bir gün olmuştu. Kendisine telefonu satan kişiyse 28 yaşındaki hemşerisi Seyit Ahmet Demirci'ydi. Seyit Ahmet Demirci, aynı günün akşamı Esenler'deki evinde yakalandı. Polis, evinin kapısına geldiğinde sakindi. Üç cinayette kullandığı silahı zorluk çıkarmadan polise teslim etti. Bu silahla, olay yerinde bulunan boş kovanlar, karşılaştırma için İstanbul Kriminal Laboratuarı’na gönderildi. Sonuç olumluydu. Rapora göre her iki kovan da Demirci'ye ait silahtan atılmıştı.
Seyit Ahmet dört ay sonra yakalandı. Yakalanmasaydı, öldüreceği mobilyacı sayısını, tecavüze uğradığı yaşa (11) tamamlamayı planlıyordu. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi'nce üç kez idama mahkum edildi.
BUGÜN
Seyit Ahmet Demirci, üç cinayetten, üç ayrı idam cezasına çarptırıldı. Bu cezalar müebbet hapse çevrildi.
Seyit Ahmet'in gerçekten Habil adında bir çocukluk arkadaşı vardı. Motor tutkunu olarak tanındıkları Fatsa'daki gençlik günlerinde Habil en yakın arkadaşlarından biriydi.
Ancak Demirci'nin adı Habil olan bir arkadaşı daha vardı. Dicle Üniversitesi'nde okudu ve coğrafya öğretmeni oldu. Diyarbakır'a öğretmen olarak atandığı ikinci yıl da intihar etti.
Çocukluklarının geçtiği semtte adını verdiği gibi bir mobilyacı gerçekten de yaşadı. Ailesi, eşi ve Fatsa'da onu tanıyanlar, onun bu cinayetleri işlediğine hala inanmıyor.

Böyle ceza olur mu?
Üç marangozu öldüren seri katil, iyi hal, af, infaz yasası derken sadece 6 yıl yattı ve tahliye oldu
İstanbul'da, 3 mobilyacıyı peşi sıra öldürdükten sonra adı "marangoz sapığı"na çıkan Seyit Ahmet Demirci dün tahliye oldu. Planlayarak cinayet işlediği gerekçesiyle 3 kez idam talebiyle yargılanan Demirci, iyi hal indirimi ve af sayesinde serbest kaldı. Peki "marangoz sapığı"nı hürriyetine kavuşturan süreç nasıl gelişti?..

Yıl 1998... 5 Mayıs'ta Esenler'de Ali Osman Beldek, 4 Haziran'da Bağcılar'daki Gül Mobilya'nın sahibi Mehmet Kayatuzu, 6 Haziran'da yine Esenler'deki Pınar Mobilya'nın sahibi Celal Pınargöz ensesinden tek kurşunla vurularak öldürüldü.

Soruşturma sonunda katilin Seyit Ahmet Demirci olduğu anlaşıldı. Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada Demirci, planlı cinayetten 3 kez idam istemiyle yargılanmaya başladı.

Önce idam sonra müebbet ve tahliye!
Duruşmalarda efendi görünümüyle hakimin dikkatini çeken sanık, AB'ye Uyum Yasaları çerçevesinde idam cezası kaldırıldığı için ağırlaştırılmış Müebbet Hapse mahkum edildi. Öldürdüğü mobilyacıların para ve cep telefonlarını aldığı için hırsızlık suçundan da 11 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı. Sanığa hırsızlıktan değil gasptan ceza verilmesini isteyen Yargıtay’ın kararı bozmasıyla Demirci, önceki gün, son kez hakim karşısındaydı...

Mahkeme, Yargıtay'ın isteği doğrultusunda hırsızlık suçunu gaspa çevirerek sanığı mobilyacıları gasp etmekten toplam 29 yıl hapse mahkum etti. Ancak, Yargıtay'ın bozma kararına rağmen TCK'nın 326. maddesi gereği bu hakları kazanmış olduğu için yeni heyetin verdiği gasp kararı geçerliliğini kaybetti.

İyi hal indiriminden yararlandırılan Demirci'nin cezası 20 yıla indi. Yine 647 sayılı kanun gereği yattığı her aydan 6 gün düşünce ceza 16 yıl 2 gün oldu. Son olarak Af Yasası'ndan yararlanan sanık 6 yıl hapse mahkum oldu. Ancak hapiste yattığı süre bu cezayı karşıladığı için Demirci özgürlüğüne kavuştu.

"Hastaneden çıkınca tekrar çivileyeceğim"
"Bana cinayetler için emirleri Turgut Özal verdi"
"Çivi görünce dayanamıyordum, insanların kafalarına çakmak istiyordum hep"

Denizli Türkiye Elektrik Kurumu Müessese Müdürlüğünde hat işçiliği yaparken 31.500 volt elektrik akımına kapılıp ağır yaralanan Aktaş, bu olaydan sonra 1986 yılında Antalya'da Nuri Keskin adındaki Başkomiseri öldürdü ve tutuklandı. Mahkeme akli dengesinin yerinde olmadığına karar verdi ve Süleyman Aktaş'ı, Manisa ruh ve sinir hastalıkları hastanesine gönderdi. Burada 4,5 sene tedavi gören Aktaş, taburcu olduktan sonra Denizli'nin Bozkurt ilçesindeki Çambaşı köyüne döndü. Fakat o döndüğünde Çambaşı köyünü hiç unutamayacakları bir felaket bekliyordu. Köye döndükten 3 yıl sonra yani 1994'te 4 komşusunu boğarak öldürmüştü. Ona Çivici katil denmesinin nedeni ise öldürdüğü kurbanlarının kafalarının çeşitli yerlerine ve gözlerine çiviler çakmasıydı. Polisler onu sorguya çektiklerinde neden çivi çaktığını sormuşlar ve "çivi görünce dayanamıyordum, insanların kafalarına çakmak istiyordum hep" cevabını aldılar. Hatta bir keresinde "bana cinayetleri işlemem için Turgut Özal emir verdi" demiştir. Yakalandıktan sonra evinin alt katında yapılan aramalarda uçları özenle sivriltilmiş çiviler ve "kısa zamanda öldürülecekler" in yazıldığı bir liste bulmuşlardır.

Süleyman Aktaş halen Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde, tehlikeli Şizofrenlerin bulunduğu E Koğuşunda kalmaktadır.


ÇİVİCİ KATİL NASIL YAKALANDI?
30.01.2003 Zaman
NTV’de yayınlanan “İpucu”, cinayetleri, işlenmiş suçları ve suçluları gün ışığına çıkarıyor.
Saat 22.05’te yayınlanan programda bilim ve teknolojinin yardımıyla çözülmüş Adli Tıp ve polis dosyaları ekrana getiriliyor. İpucu, çivici lakaplı Süleyman Aktaş dosyasını açıyor. Elektrik teknisyeniydi. Bir gün 30 bin voltluk elektrik akımına kapıldı. Ağır yaralandı. Bu olaydan bir yıl sonra cinayet işledi. 4,5 yıl akıl hastanesinde yattı. Çıktıktan sonra seri cinayet işlemeye başladı. Kurbanları kendi köyünden yaşlılardı. Kafalarına ve gözlerine inşaat çivileri çakarak öldürdü. Savcı, onu yakalamak için elindeki tek ipucunu değerlendirdi. Televizyon Servisi
Köyünün kâbusu
Süleyman Aktaş... 1986 yılında Antalya'da Nuri Keskin adlı bir komiseri tabancayla öldürdü, akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle 4.5 yıl tedavi gördü. Taburcu olarak Denizli'nin Bozkurt ilçesinde bağlı Çambaşı Köyü'ne dönen Aktaş, 1994 yılı içerisinde boğarak öldürdüğü Ayşe (65) ve İsmail Güneş (66), Rukiye (77) ve Ramazan Kocatepe (78) adlı yaşlı çiftlerle, Yıldırım Kılıç'ın gözlerine ve kafalarına çivi çakmıştı.
Köyün nüfusu azaldı
Köyünde öldüreceği kişilerin liste-sini hazırladığını açıklayan Aktaş'ın, bir keresinde bir günlüğüne de olsa kaldığı hastanenin demirlerini kese-rek kaçmayı başarması "Buraya gelecek" korkusuyla Çambaşı Köyü'nün bin 500 olan nüfusunu 680'e düşürmüştü.
Çambaşı ahalisi yıllar boyunca Süleyman Aktaş'ın bugün yarın taburcu edileceği haberleriyle yüreği ağzında yaşadı. Ta ki Başhekim Psikiyatrist Dr. Levent Ermete geçen aralık ayında 'Çivici'nin yaşamının sonuna kadar hastanede tutulacağını açıklayana kadar...
İçimizdeki canavar
Manisa Ruh Sağlığı ve Ruh Hastalıkları Hastanesi'nde medyanın deyimiyle 'Çivici katil' ve 'İzmir canavarı' aynı koğuşta kalıyorlarmış. İki çocuğa tecavüz edip öldürdükten sonra, buraya tedavi görmesi için yatırılan 'İzmir canavarı' öldürülmek korkusu içinde koğuşunun değiştirilmesini istiyor. Ve aktarıldığı koğuşta başka iki ruh hastası tarafından boğazından, karnından bıçaklanarak öldürülüyor. Bıçaklar 'hastanenin' mutfağından alınmış. Cezaevi olsa alıştık. Anlaşılır bir durum. Orada her mahkûm, her istediğini yapabiliyor. Silahlar, şişler, bıçaklar kol geziyor ortalarda. Ama burası bir tedavi merkezi. Olayın basına yansıması da bir başka alem. "Beni öldürecekler diye koğuşunu değiştiren bir deliyi iki deli mutfaktan aldıkları bıçakla öldürdü." Gazetenin manşeti bu. Meslek etiği açısından baktığınız zaman ruh hastalarına 'deli' demek, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi'ne 'tımarhane' demekten farksız...Radikal20.03.2003
'Çiviciden Bush'a mesaj

Yeni yıl nedeniyle Manisa Ruh Sağlığı Hastanesi'nde eğlence programı düzenlendi. Hastanede uzun yıllardır tedavi gören 'Çivici Katil' Süleyman Aktaş da eğlenceye katıldı. ABD Başkanı Bush'a mesaj gönderen Çivici, 'Bush kendi işine baksın, hükümetimiz de ülkeye sahip çıksın' dedi. 02.01.2003 Akşam Gzt

YAVUZ YAPICIOĞLU (TORNAVİDALI KATİL-AVCILAR SAPIĞI)

1967 Adana doğumlu Yavuz Yapıcıoğlu’nun 9 kardeşi var.
25 Aralık 2002 tarihli Tekirdağ’daki duruşmasındaki ifadesine göre Yavuz, sevgisiz büyüdü.
İlkokulu ve ortaokulu üvey annesinin yanında okudu.
Yine kendi ifadesine göre o okuduğu okullarda hep sınıf birincisiydi.
Sınıfında arkadaşları arasında sayılıyordu, seviliyordu.
Lise 2. sınıfa kadar başarılı bir öğrenci olarak devam etti.
Lise 2’de tartışarak önce ailesinden sonra okulundan ayrıldı.
Evlendi, ama 3 ay evli kaldı.
Okul takımlarında ve amatör kümelerde futbol oynadı.
Dericilik yapıp işadamı da oldu. Ancak onu da yürütemedi ve işyerini kapattı.
Normalde iyi konuşup düzgün işler yapabildiğini, ancak zaman ve mekan algılamasında bazen kendini kaybettiğini, cinayetleri bu sırada işlediğini ve sanki içinde iki ayrı kişinin barındığını söyledi.
1994’te seri cinayetlerine başlamadan önce İstanbul Merter’de ‘Sis Tarikatı’ denilen bir grupla birlikte oldu.
1994’te İstanbul’da aynı mahallede oturan bir genç kız ‘günaydın’ dedi. Bu yüzden önce kızla ve genç kızın nişanlısı ve arkadaşlarıyla kavga etti. Kavgada bıçağını çekip 3 kişiyi öldürdü. Bıçaklananlardan 20 yaşındaki Sait Korkmaz olay yerinde öldü. Kaçarken durdurduğu Mercedes otomobilin şoförü Rasim Aydın direnince onu da öldürdü.
Mahkeme kayıtlarına göre, Yavuz Yapıcıoğlu, son katliamını Aralık 2002’de Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde gerçekleştirdi. ‘10 saat içinde’ Sağlık Mahallesi'nde 23 Aralık 2002 tarihinde, Çorlu Spor Tesisleri'nin bekçisi Hüseyin Yumuk , Özcan Karagözoğlu ve Şakir Temürçi , başlarına sert cisimle vurularak öldürülmüştü.
Aynı gece, Tonguçlar Cami İmamı Salih Baş ve Beytullah Güngen de yaralanmıştı.
Mahkeme salonlarında ‘Gerçek Atatürk’ olduğunu söyleyen Yavuz Yapıcıoğlu’nun salondakilere zarar vermesini önlemek için duruşmada karate ve judo bilen polisler görev yaptı.
Deli taklidi yapınca Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edildi. Burada anadan üryan soyundu, koridorlarda “Ben İsa’yım!” diye bağırdı.
Tutulduğu adli koğuşu yaktı.
Hastabakıcılara saldırıp yaraladı.
Koğuş arkadaşlarını dayaktan geçirdi.
Bir süre sonra Türk Ceza Kanunu’nun 46. maddesine göre cezai ehliyetinin olmadığına dair rapor alıp çıktı.
Böylece yargılanmaktan da kurtuldu.
Pertevniyal Lisesi önünden geçerken bir hademe ile kız öğrencinin tartıştığını görüp olaya karıştı. Önce kızı kovaladı, sonra kendisini engelleyen hademeyi bıçakla öldürdü.
Cinayetten sonra kaçtığı Adana’da olmadık sebeplerle 3 kişiyi daha öldürdü.
Adana’dan kaçarken bindiği otobüs Ankara’da mola verdi. Açtı, simit alacaktı; ancak cebinde parası yoktu. Tanımadığı birinden para istedi, vermeyince adamı izleyip tenha bir köşede şişleyerek öldürdü.
Cinayeti gören bir adamı da kovaladı, yakalayıp boğazından keserek hayatına kıydı.
Harçlık vermedi diye ağabeyinin dükkanını yaktı.
Ayrıca yakın akrabalarından ikisinin daha evini yaktı.
Silivri’deki babasını öldürmek için evini bastı, baba Selim pompalı tüfekle ateş ederek Yavuz’un elinden kurtuldu.
Buradan Balıkesir Edremit’e anneannesinin yanına kaçtı. 3 gün birlikte kaldığı anneannesi annesiyle ilgili hoşuna gitmeyen bir söz söyleyince kristal kül tablasını başına vura vura öldürdü.
Olayı duyan anne 2 gün sonra kalp krizinden öldü.
1998 yılında Loris Giuseppe Formentin isimli Belçikalı bir turisti bıçakladı, bacağından vurularak etkisiz hale getirildi.
Avcılar Kampusü'nde 1992'de 5 aylık hamile üniversite öğrencisi B. K ve 1993'te de İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İhtisas öğrencisi D.Ö, tecavüz edildikten sonra öldürülmüştü. Semtte büyük paniğe neden olayların ardından sapık tüm çabalara rağmen yakalanamamıştı. Katilin ağabeyi Yıldır Yapıcıoğlu”na göre bu iki cinayetin faili de Yavuz Yapıcıoğlu’dur.
Yapıcıoğlu, önceki cinayetlerinde Türk Ceza Kanunu doğrultusunda Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden verilen ‘kapalı yerde tutulamaz ve cezai ehliyeti yoktur’ şeklindeki raporlar sebebiyle hapse atılamıyordu.
Bunun yerine tedavisi için hastaneye gönderiliyordu. Ancak, bir yıllık tedavi süresini doldurmadan hastaneden elini kolunu sallayarak çıkan Yapıcıoğlu sudan sebeplerle cinayet işlemeye devam etti.
Sanık Yapıcıoğlu duruşmada kendisi hakkında verilen sağlam raporunun doğru olduğunu belirterek, doktorları ve mahkemeyi yanıltmak istemediğini söyledi.
Yapıcıoğlu, "Ben seri katil veya canavar değilim" dedi. Ancak Yapıcıoğlu, daha önce ruh hastası taklidi yaparak herkesi yanılttığını söyledi.
Polis kayıtlarına göre 18, ailesine ve görgü tanıklarına göre 43 kişinin katil zanlısı 36 yaşındaki Yapıcıoğlu, Cumhuriyet tarihinin en çok adam öldüren kişisi.
Seri katil bu cinayetleri 1994–2002 yılları arasında gerçekleştirdi.
Yavuz Yapıcıoğlu, Avcılar’da yakalanıp tutuklu olarak yargılanmaya başladı. Tekirdağ Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Gasp ve cinayetten yargılanıyor.
Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada tutuklu sanık Yavuz Yapıcıoğlu duruşma sonunda Şakir Temürcü'yü öldürmekten 28 yıl, Salih Baş'ı da öldürmeye tam teşebbüsle yaralamak suçundan 16 yıla mahkum oldu.
__________________




Bostandere Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
Eski 03-20-2006, 03:16 AM   #2
sonnnefes
ÇaKaL Üye
 
sonnnefes 'in Avatari
 
Kayit Tarihi: Oct 2005
Yaş: 41
Mesajlari: 1,859
Teşekkür Etme: 285
Teşekkür Edilme: 300
Teşekkür Aldığı Konusu: 86
Üye No: 2594
Rep Power: 1886
Rep Puanı : 16049
Rep Derecesi : sonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond reputesonnnefes has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Belirlenen

hep kafayı yemiş bunlar...paylasım için saol kanka..
sonnnefes Ofline   Alinti Yaparak Cevapla
CevaplaCevapla


Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1)
 

Mesaj kurallari
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Acik
[IMG] kodlarAcik
HTML kodlari Kapali


Benzer Konular
Konu Konu Baslangic Forum Cevaplar Son Mesaj
Geçmişten Günümüze Seri Katiller Kéan aRs Eskiler (Arşiv) 38 02-08-2008 03:21 AM
Seri Katiller,Resimleri,Öz Geçmişleri jockeя Efsaneler ve Korku Hikayeleri 35 10-02-2007 07:20 PM
Seri katiller Bostandere Eskiler (Arşiv) 16 12-18-2006 03:33 PM
ünlü Seri Katiller Bostandere Eskiler (Arşiv) 1 05-06-2006 09:44 PM
ünlü Seri Katiller Bostandere Eskiler (Arşiv) 5 03-15-2006 04:04 PM

Saat Dururmu GMT +3. Şimdiki Zaman 12:07 PM.

Powered by vBulletin Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.