|
Hayat Dersleri Hayata Dair Ne Varsa..Hikayeler,özlü sözler,şiirler,efsaneler.. |
|
Konu Seçenekleri | Görünüm Şekli |
10-08-2009, 08:00 PM | #1 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
sadece...
Sadece bu sabah için içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim Sadece bu sabah için ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım ve gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim Sadece bu sabah çamaşırları yıkamaktan vazgeçip seninle parkta oynamaya gideceğim Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana öğretmeni izleyeceğim. Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım. Yada seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üretmeyeceğim Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve tepende dikilip düzeltmeye çalışmayacağım Bu öğleden sonra Mc Donald's a gideceğiz ve iki tane çocuk menusu isteyeceğiz ki iki oyuncak alabilesin Bu gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl doğduğunu seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkonda oturup yıldızları saymana izin vereceğim Bu gece yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım Bu gece sen dua ederken parmaklarımı saclarında dolaştırıp bana en büyük armağanı verdiği için Tanrıya şükredeceğim Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları düşüneceğim Yatak odaları yerine çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve hastane odalarında donuk bakışlarladaha fazla içlerinde tutamadıkları çığlıklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne babaları düşüneceğim Ve bu gece yanağına iyi ******* öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve biraz daha uzun tutacağım kollarımda Tanrıya senin için teşekkür edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yakaracağım.....
|
10-08-2009, 08:02 PM | #2 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
anne kalbi
Delikanlı katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti. Ancak kız korkunç bir şart ileri sürerek: - Senin sevgini ölçmek istiyorum dedi. Bunun için de köpeğime yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin. Delikanlı tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup annesini öldürmeye karar vermişti. Annesi belki de durumu farkettiği icin oğluna fazla direnmedi. Ve cocuk annesini öldürerek kalbini bir mendile koydu. Delikanlı kızın isteğini yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken ayağı bir taşa takıldı. Kendisi bir tarafa mendil icindeki kalp bir tarafa fırladı. Canının acısından ağzından ister istemez "Ah anacığım!" sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi: - Canım yavrum bir yerin acıdı mı? |
10-08-2009, 08:02 PM | #3 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
ben anneyim...
" Senibir hücreden yaşamaya layık bir canlı haline getiren benim.Seni ıstırapların en büyüğü ile doğurdum;sevinçlerin en büyüğü ile kollarıma aldım.Sana ilk davranışıilk gülüşü ilk bakışı ilk heceyi ben öğrettim.Seni karşılıksız menfaatsiz ilk ben sevdim. Sana hayatta lazım olacak ilk dersleri ben verdim.Senin yüzünden ilk acıyı ben duydum.İlk ağlayışlarını benim göğsümde dindirdin.İlk sırrını bana açtın.İlk dost beni edindin. Ben anneyim! Bana herzaman güvendin.İlk aşkını ben hissettim.Üzüntülerin benim üzüntülerim oldu.Seni pencerelerde bekledim gelişinle kapılara koştum.Seni herzaman aynı duygularla bağrıma bastım seninle iftihar ettim seninle taçlandım şereflendim. Ben anneyim! BenAllah'ın en büyük lutfuna layık görülmüşüm.Ben bereketim yeryüzünde iyi ve güzel kötü ve çirkin herşeyin mesuliyetini taşıyorum.Medeniyet benim mazi benim gelecek günlerin ümidi benim. Ben anneyim! Ben insanlığın başı ve sonuyum.Ben hayata şekil veren sanatkarım.İstediğim renkleri kullanır istediğim gibi yontarım.Beynine ilk nakşolacak sözler kalbine ilk yerleşecek duygular benim duygularımdır.Ben cennet ve cehennemim.Ben istersem sevgi kardeşlik ve dostlukla büyütürüm;istemezsem kinle düşmanlıkla içini doldururum.Ben dünyaya nizam veren iradeyim. Ben anneyim! Ben sabır ve tahammülüm.Ben en yumuşak ve en sertim.Cesur olmayı nasıl benden öğrendiysen korkuyu da ben sana öğrettim.Seni ilk öpen ve ilk döven benim.Sevmek aşık olmak şefkat kin dostluk ve düşmanlık duygularının hepsi bende.. Ben anneyim! Bir acı duyarken beni çağırırsın.Ben teselliyim.Ölsem bile gözüm arkamdadır.Ben endişelerin derin kuyusuyum kendi içime düşerim.Ben bütün alakaların mihrakıyım.Cömert olduğum kadar hasis kıskanmaz göründüğüm derecede kıskancım. Evet seni kıskanırım!Sen benim eserimsin sen benim emeğimsin.Sen benim güzel günlerim geçen ömrüm bütün hatıralarımsın.Seni kıskanırım.Seni bu duyguyla bunaltır isyan ettirir üzerim.Seni kendime hasretmek isterim.Bunun için kıskanırım seni. Ben anneyim! Ben saygının mihrabıyım.Önümde diz çökmeni gönlünde yer etmeyi isterim.Hakkım ödensin isterim.Unutulmaktan korkarım.Baş üstünde ve baş köşende yerim. Bu benim hakkım! Ben anneyim! Ve son nefesimde...Her zaman.. Sütüm ve hakkım helal olsun yavrum derim. " |
10-08-2009, 08:03 PM | #4 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
küçük itfaiyeci...
Anne altı yaşındaki lösemiyle savaşan oğluna bakarken dalıp gitmişti. Kalbi acı içinde olmasına rağmen kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Ama bu artık mümkün değildi. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi. Oysa o oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu. - "Bob! Büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğin ve hayal ettiğin oldu mu?" diye sordu. - "Anneciğim ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak istedim". Anne gülümsedi ve.. ''Dileğini gerçekleştirebilecek miyiz bir bakalım'' dedi. Daha sonra Arizona'daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve orada yüreği en az Arizona kadar büyük itfaiyeciler ile tanıştı. Ona oğlunun son isteğinden söz etti ve oğlunun itfaiye arabasına bınip şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu. - ''Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Eğer oğlunuzu Çarşamba sabahı saat yedide hazır ederseniz onu o gün şeref konuğu yapar itfaiyeci kimliğine büründürürüz. Bizimle itfaiye müdürlüğüne gelir bizimle yemek yer yangın söndürmeye gelir. Hatta bize ölçülerini verirsen ona üzerinde Arizona itfaiyecilerinin sarı renk üzerine işlenmiş ambleminin olduğu gerçek bir itfaiyeci kostümü diktirir lastik botları ısmarlarız. Hepsi Arizona'da üretiliyor.'' Üç gün sonra itfaiyeci Bob'u aldı ona elbisesini giydirdi ve hasta yatağından itfaiye arabasına kadar eşlik etti. Bob itfaiye arabasına kuruldu ve müdürlüğe doğru yol almaya başladı. Kendini çok mutlu hissediyordu. O gün Arizona'da tam üç yangın ihbarı olmuştu. Değişik itfaiye arabalarına hatta itfaiye Müdürlüğünün özel arabasına da binmişti.Yerel televizyonlar da onu izleyip çekmişlerdi. Hayallerinin gerçek olması gösterilen sevgi ve ilgi Bob'u o kadar etkilemişti ki doktorların söylediğinden tam üç ay daha fazla yaşamıştı. Bir gece bütün yaşam belirtileri dramatik bir şekilde yok olmaya başlayınca hiç kimsenin yalnız ölmemesi gerektiğine inanan başhemşire aile bireylerini hastaneye çağırdı. Daha sonra Bob'un itfaiyede geçirdiği günü hatırladı ve itfaiye müdürlüğüne telefon açıp Bob'un bu dünyaya veda ederken yanında özel kıyafetleri içinde bir itfaiyecinin bulundurulmasının mümkün olup olamayacağını sordu. Itfaiye Müdürü; - ''Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Beş dakika içinde oradayız. Bana bir iyilik yapar mısınız? Sirenlerin çaldığını duyduğunuzda yangın olmadığı anonsunu yaptırabilir misiniz? Sadece itfaiyecilerin önemli bir meslektaşlarını ziyarete geldiklerini söyleyiniz ve lütfen onun odasının penceresini açınız'' diye yanıtladı. Yaklaşık beş dakika sonra hastaneye çengel ve merdiven taşıyan kamyonet ulaştı. Merdiveni açtı ve Bob'un 3.kattaki odasına doğru yaklaştı. Tam ondört itfaiyeci Bob'un odasına tırmandılar. Annesinin izniyle onu kucakladılar ve ona onu ne kadar sevdiklerini söylediler. Ölümle pençeleşen Bob itfaiye müdürüne baktı ve; - ''Efendim ben şimdi gerçekten itfaiyeci miyim?'' diye sordu. - ''Bundan şüphen mi var Bob?'' diye yanıtladı müdür. Bu kelimelerden sonra Bob gülümsedi ve gözlerini sonsuza dek kapattı. Belki unuttunuz belki hatırlamıyorsunuz belki de çok duygusuz çok katı oldunuz; ama bilin ki "HAYAT SEVGI VE UMUT SAÇMAKTIR." Eğer bunu okuyunca gözleriniz dolmuyorsa sizin için yapılacak bir şey kalmamış demektir.. Yok eğer doluyorsa o zaman sevdiklerinizin kıymetini bilin ve gerçek sevginizi ortaya koyun.. |
10-08-2009, 08:03 PM | #5 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
sevgi sofrası...
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: -Sevginin sadece sözünü edenlerle onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? -Bakın göstereyim demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da 'derviş kaşıkları' denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş sofradakilere "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye bir de şart koymuş. Peki!" deyip içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar öylece aç kalkmışlar sofradan. > Bunun üzerine "Şimdi.." demiş ermiş: -Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun." denilince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte!" demiş ermiş ve eklemiş: -Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz ve şunu da unutmayın hayat pazarında alan değil veren kazançtadır daima. |
10-08-2009, 08:04 PM | #6 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
35 yaş...
Otuz beşime bastım geçen hafta... İlk yarı bitti : Hayat:1 Ben:0...!!!... Ama belliydi böyle olacağı Nicedir başlamıştı belirtiler: Yolda çocuklar "Amca su topu atıversene" diye seslendiklerinde kuşkulanmıştım ilkin... Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukta göründüğünü Baktım; lise fotoğraflarım sararmış sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Eski dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş seyahat ve aşk yerine... Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum içimdeki uçurtmanın ipini çekercesine... Bizim zamanımızda diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde Hayret daha dün değil miydi benimkisi? Yıllar yılı dudak büktüğüm "ölümden sonra hayat" masallarına kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye... İple çektiğim Haziranlara sırt çevirmişim. Yaşamın orta sahasına girmişim irkilmişim... Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan; Biri "daha ne gördün ki" diyor yüzünde papatyalarla asıl şimdi başlıyor hayat!... Bundan sonrası rahat!" Lakin "Buydu görüp göreceğin" diye efkarlanıyor öteki... ikinci yari geçer hızla yaslanırsın zamanla... Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak "Sahi oldu mu o kadar? Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler. 35'le çoktan tanış olanlarsa "Hayata hoş geldin" pankartlarıyla karşılamadalar... İlk yarı sadece bir ısınmaymış meğer: asıl ikinci yarıda anlaşılırmış tadı hayatın... kavganın... aşkın... Bense şaşkın... devre arası bilançolarındayım. Son dönemde kim bilir kaç kez eski anıları yaralı ele geçirdimbelleğimin derinliklerinde?... Kim bilir kaç kez kendime yakalandım kendimden kaçarken?... Ve sustum vicdan sorgularında... Aksi sedamla bile dertleşmedim. Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli... Sanki hayat değil Körfez Krizi mübarek: Bir koyup beş alıyorsun... Yaşıyor seviyor ve seviliyorsun... Bazense kıtlıktan kırılıyor ortalık şaşıp kalıyorsun... Oysa herkes bilmezden gelse de- skoru belli oyunun: 30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun 40'larda anneni ve babanı... Ve 70'lerde kendini... Şimdi devre arası yolun yarısı... Bugüne dek ancak tanıştık hayatla... Ben ona kendimi tanıttım O bana kendini... Göğsüme madalya gibi dizdim hatalarımı... Zaferlerim onlar benim olgunluğumun yapıtaşları... Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı dönüp bakmadım bile aşağı...Dönmesin diye başım... Ben istikballe arkadaşım... Ne var ki her şey yarım... Hayat da yarım sevdalar da... Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin... İhanetlerin hesabı sorulmadı... Nazım'ın dedidiği gibi "Kopardım portakalı dalından ama kabuğu soyulmadı sevdalara doyulmadı..." "Doydum diyen görmedim ki ben zaten..." Lakin gel de zamana anlat bunu...Sahi nedir bu telaş bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin... Baktım ikinci yari kapıda... ve hayatın ceza sahası yakın... Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını. Acılar sancılar bir çekmecede sevdalar diğerinde... Bir yerde hüzünler ve korkular bir üstte sevinçler ve zaferler... Kat kat dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi Sabırla kapattım kutuyu sevgiyle mühürledim ağzını... İlk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak... Kazada ilk açılacak... Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis koyacaklar halime... "Çok mutlu ölmüş fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler Ya da "Sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara!..." Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin... Kalanı benimle gelecek...Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatalarımı... Reyhanlar saklayacak sırlarımı... Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek... Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir... HAYAT : 0 BEN : 1 |
10-08-2009, 08:04 PM | #7 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
dizimdeki yara izleri...
Yaşı yeterince olgun olanlar hatırlarlar.. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde çok güzel bir ülkede mahalleler varmış. Bu mahallelerin çocukları birbirlerini çok severlermiş. Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığa uçarak aşağı iner beraber olacakları anları iple çekerlermiş. Kavga etseler de kin tutmaz her gün yeniden dünyalar kurarlarmış. Herkeste paylaşma duygusu sevgi ve arkadaşlarını kollama duygusu yavaş yavaş gelişirmiş. O zamanlar çocuklar okula servis ile değil köşe başında buluşarak giderlermiş. Onların yolunu gözlememiş evdeki bilgisayar şehrin en iyi dershanesi hazırlık kursları. Bilmezlermiş hamburgeri MTV'yi interneti cep telefonunu tetrisinintendoyu... Bilirlermiş duvarların üzerinde sohbet etmeyi hatıra defterleri doldurup sevgileri keşfetmeyi. Bilirlermiş horoz sekercisini elleri kirli macuncunun tornavida ile koyduğu rengarenk macunları. Eve gitmeyi unutmayı hava kararınca dayak yemeyi sonra bir ıslıkla tekrar aşağıya kukalı saklambaca kaçmayı. Bilirlermiş o hakkında türlü şeyler söylenen evdeki garip adamdan korkmayı küsmeyi ayni kıza asılmayı torbalarla misket toplamayı gıcır köstek ayırmayı değiş tokuş kaybedince kapişi Teksas'ı Tommiks'i Konyakçi'nin dişlerini... İç içe konan naylon topları tastan kale direklerini. Üç korner bir penaltıyı. Üzerine apartman yapılan top sahalarını sonra o apartmana taşınan yeni dostları ve onları kapma yarışını... Otobüsteki biletçinin lastik silgi sarili kalemini yoğurtçuyukalaycıyı hallacı.. Evlerin arkasındaki odun kömür depolarını. Yakar topun yakısını. Mantarlı gazoz kapaklarını yaldız kazımayı. Yandaki mahalle ile alınan kavgayı her kavganın çıkardığı kahramanı-ödleği. Kan kardeşliğini ip atlama lastiğe basma topaç virtiözlügünü çelik çomağı kırılan camları toplanan paraları.. Açık hava sinemalarını frigo-buzu... Sonra zamanla bu güzel ülkede durumlar değişmeye başlamış. Yaslar ilerledikçe bu birliktelik koruma kollama duyguları bu mahallenin çocuklarının başlarına çok isler açmış. Daha sonra işsizlik hayat pahalılığı enflasyon köseyi dönme adamını bulma mali götürme falan derken herkes yüzünde soluk bir bakış içinde hayatin yenilgisi çaresizlikleritatminsizlikleri ile başbaşa kalmış. Çocukları mi? Çocukları simdi koca koca apartmanların arasında nefes alınmaz bir havada evlerinde sanal bir dünyada emniyet içinde ve yalnız yaşıyorlar. Anneleri babaları onları çok seviyor. Beta kapmasınlar diye kalabalık ortamlara hiç sokmuyor. Hafta sonları hep beraber Karum ya da Galleria'dalar. Okul servisleri çocukları neredeyse yataklarından alıyor Çocuklar trafik kaygısıyla kösedeki markete dahi gönderilmiyor. Babalar şirketlerin bilançolarını çocuklar da dershane reytinglerini izliyorlar. Hepsi birer test uzmanı sayısal-sözel yuvarlanıp gidiyorlar. :-):-):-):-)ek oynamayı değil ama taban puanları çok iyi biliyorlar. Hayata açılan pencereleri; Windows 95 98... Onlar ekrana ekran onlara bakıyor ve koca bir hayat dışarıda akıp gidiyor... Ve şehrin dışında ağaçlar; tırmanacak salıncak kuracak kalp kazıyacak mahalle çocuklarını bekliyor. Paylaşmayan yalnız bencil kafesler içinde gürbüz güvendeki çocukları... Hiç sopa yememişağaçtan düşmemiş topu yandaki bahçeye kaçmamışdizlerinde yara kabukları olmamış çocukları.. (can yücel) |
10-08-2009, 08:05 PM | #8 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
sahip olduklarımızın değerini bilmek...
Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldılar. “Eski gazeteniz var mı bayan?” Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandaletler vardı ve ayakları su içindeydi. “İçeri girin de size kakao yapayım” dedim. Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri. Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işlerimi yapmaya koyuldum. Fakat oturma odasındaki sessizlik dikkatimi çekti bir an ve başımı uzattım içeriye. Küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve “Bayan siz zengin misiniz?” diye sordu. “Zengin mi?Yo hayır!” diye yanıtlarken çocuğu gözlerim bir an yağımdaki eski terliklere kaydı. Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve “Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım” dedi. Sesindeki açlık karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte bir şey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler başımızı sokacak bir evimiz vardı. Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi. Bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi bir uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri halının üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de. Olur ya unutuveririm ne denli zengin olduğumu |
10-08-2009, 08:05 PM | #9 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
çok geç diye bir zaman yoktur...
Okulun ilk günü ilk derste profesörümüz önce kendini tanıttı sonra "Bu yıl yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz? dedi... Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki yumuşak bir el omzuma dokundu.. Döndüm.. Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi bana gülümseyerek bakıyordu... "Ben Rose" dedi... "Benim adım Rose yakışıklı... 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?." Güldüm.. "Tabii" dedim.. "Hadi sarıl bana.." Öyle sımsıkı sarıldı ki... "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?" diye şaka yaptım... Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.." Dersten sonra kantine gidip birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki onu dinlemekle derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestr boyunca Rose kampusun ilahesi oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu.. Hepimizden daha canlı daha dolu yaşıyordu.. Sömestre sonunda Futbol Balosu'na davet ettik Rose'u konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok... Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi... "Ne kadar beceriksizim değil mi? Özür dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil... Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim olur mu?" Biz kahkahalarla gülerken o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı: "Yaşlandığımız için eğlenmekten oynamaktan yaşamaktan vazgeçmeyiz.. Eğlenmek oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır: Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak... Bir rüyanız olmalı mutlaka... Rüyalarınızı kaybettiniz mi ölürsünüz. Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok... Yaşlanmakla büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiç bir şey yapmadan hiç bir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız sadece bir yaş yaşlanır 20 olursunuz.. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiç bir şey yapmadan hiç bir şey üretmeden sırtüstü yatarsam 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için mutlak bir şeyler yapmak üretmek kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın... Biz yaşlılar genelde yaptıklarımızdan değil yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü.. Ölümden korkan insanlar pişman olanlardır... Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır..." Ders yılı sonunda Rose yıllarca önce başlayıp yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi... Mezuniyet töreninden bir hafta sonra uykusunda huzur içinde öldü. Cenaze törenine iki binden fazla üniversite öğrencisi katıldı. "Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu... Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı: "Çok geç diye bir zaman yoktur!.." |
10-08-2009, 08:06 PM | #10 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1387
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
bir aşk hikayesi...
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için hızla yürürken ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu... Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael" diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor.. "Ama sakın unutma seni daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!.. Elimde yalnızca mektubu yazan kişiyle mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez hemen telefon idaresini aradım.Görevli kişi kendisine bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki size yardımcı olabilirim" dedi. "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul ederlerse sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim." Telefonda karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyıp tanımadığını" sordum. "Bu evi 30 yıl evvel Hannah diye kızları olan bir aileden aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.." "Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş.. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki orada bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı.. Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses; "Evet Hannah burada yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım Hannah'yı görmek için.. Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi "Bu mektup Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha.. "Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı elindeki mektuba ıslanan gözlerden.. "Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.." Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım. Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere ben buldum koridorlarda.. "Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı hızla.. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum." "Hiçbir şey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim. İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum." "Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle lütfen söyle.." "Çok iyi.. Hem de harika" dedim yavaşça.. "Bana onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım anlamsal olarak bitmişti." "Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.." Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu.. Hemşire ona yaklaştı omzuna dokundu.. "Hannah" dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarladı bir an baktı tek kelime etmeden.. "Michael" dedi Michael kapıda kısık sesle.. "Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.." "Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum.. Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı.. "Gördün mü bak?" dedim "Yaşamda yaşanması gereken her şey er ya da geç bir gün kesinlikle yaşanacaktır." *** Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim? Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı.. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi… Aşklarını on sekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün altmış yıl sonra kaldığı yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız |
Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1) | |
|
|