![]() |
Ynt: EPİSTEMOLOJİ
4.2 BİR EPİSTEMOLOJİ TATBİKATI: ANALİTİK-SENTETİK SAHTE-ZITLIĞI
Rasyonel bir epistemolojiden yoksunluk, bugünün bazı felsefi/bilimsel görünümlü tartışmalarında 4.2 BİR EPİSTEMOLOJİ TATBİKATI: ANALİTİK-SENTETİK SAHTE-ZITLIĞI boy gösteren, "a priori karşısında a posteriori" önermeler sahte-zıtlığına, "Mantıken doğru ama, olgusal olarak yanlış" veya "Teoride doğru ama, pratikte yanlış" gibi cümlelere yol açmaktadır. Bu yanlışların ardında, modern felsefedeki kanserlerden birini teşkil eden "analitik ve sentetik önermeler" sahte-zıtlığı yatmaktadır. Bu sahte-zıtlık, pragmatist olsun, mantık pozitivisti olsun, linguistik analist olsun, egzistansiyalist (varoluşcu) olsun, hemen her etkin çağdaş filozof tarafından kabullenmiş ve dünya kültürünün her tarafına sirayet etmiştir. 4.2.1 Analitik-Sentetik Meselesi: Sunuş Analitik-Sentetik sahte-zıtlığı, Eski Yunan'da -özellikle Pisagor ve Plato'nun görüşleriyle- zımnen boy göstermeğe başlamıştı; fakat, halen süregelen etkisini, Hobbes, Leibniz, Hume ve Kant gibi modern filozoflara borçludur. (Teoriye bugünkü ismini veren Kant'tır.) En yaygınlaşmış çağdaş anlamında bu teori şunu öne sürer: insan bilgisinde, temel bir bölünmüşlük vardır; bu bölünmüşlük, önermeleri veya hakikatleri iki tipe böler; bu iki tipten başkası yoktur; ve, bir önerme veya hakikat, bu tiplerden hem birine hem de ötekine dahil olamaz. İddialarına göre, bu tipler; kökenleri, işaret ettiği şeyler, bilgilenmedeki statüleri ve geçerli kılınma vasıtaları açısından ayrılırlar. Bu iki tipi ayırt etmek için, dört merkezi noktadaki farklarına bakmak gerektiğini söylerler: a) Aşağıdaki doğru önerme çiftlerini nazar-ı dikkate alalım: i. Bir insan rasyonel bir hayvandır. ii. Bir insan sadece iki göze sahiptir. i. Buz bir katıdır. ii. Buz suda yüzer. İddiaya göre, bu çiftlerden birincilerin doğruluğu, sırf bu önermeleri oluşturan kavramların anlamlarının bir analiziyle gösterilebilir. Bu suretle, bunlara "analitik" hakikatler ismi verilir. Bu önermelerdeki kavramların tanımlarının yapılması ve mantık kanunlarının tatbik edilmesi halinde bu önermelerin doğruluğu otomatikman ortaya çıkar; bunların doğruluğunu inkar etmek, bir mantık çelişkisi doğurur. Bu yüzden, bunlara "mantıki hakikatler" de denir; yani, sırf mantık kanunlarının doğru uygulanmasıyla doğrulukları tahkik edilebilir. Yani, "bir insan, bir rasyonel hayvan değildir" demek veya "buz bir katı değildir" demek, "Bir rasyonel hayvan, bir rasyonel hayvan değildir" veya "Katı su, bir katı değildir" demek anlamına gelir ki, her ikisi de kendi içinde çelişiktir. Analitik hakikatler, Kimlik Kanunu'nun somut halleridir; bu anlamda, onlara "totolojiler" de denir. ("Totoloji"nin etimolojik anlamı: "aynı şey"i tekrar eden önermedir.) Mantık ve matematiğin bütün önermeleri, bu şekilde nitelenebileceğinden; bu her iki konu, tamamen insan bilgisinin "analitik" veya "totolojik" yarısına aittir. Sentetik önermeler -ki yukarıdaki çiftlerden ikinciler tarafından temsil edilirler; ve, günlük hayatın ve bilimlerin çoğu cümlesi bu kategoriye girer- ise; yukarıdaki açılardan, "analitik" önermelerden tamamen farklı görülür. Tanımlarına göre: Sentetik bir önerme, doğruluğunun gösterilmesi için, kendisini oluşturan kavramların anlam veya tanımlarının analizinin yeterli olmadığı bir önermedir. Mesela, sırf kavramsal veya tanımsal bir analiz, buzun suda yüzeceğini söyleyemez. Analitik-Sentetik sahte-zıtlığını savunanlara göre: Bu durumda; önermenin yüklemi ("suda yüzer"), özne ("buz") hakkında, özne-kavramın anlamında bulunmakta olmayan bir şey söyler. (Bu önerme; öznenin, yeni bir yüklemle sentezinden oluşur; "sentetik" ismi buradan gelir.) "Sentetik" hakikatlerin doğruluğu, sırf mantık kanunlarının doğru tatbiki ile tahkik edilemez; bunlar, Kimlik Kanunu'nun somut hallerini temsil etmez. Bunların doğruluğunu inkar etmek, yanlışa düşmektir, ama kendi içinde çelişik değildir. Yani, "Bir insan üç göze sahiptir" veya "Buz suda batar" demek yanlıştır; ama, kendi içinde çelişik değildir. Bu cümleleri mahkum eden şey, mantık kanunları değil, hadisedeki olgulardır. Bu anlamda; sentetik hakikatlerin, "mantıki" veya "totolojik" olmak yerine "olgusal" olduğunu söylenir. b) Analitik hakikatlerin doğruluğu, her zaman ve mekanda zorunludur. Analitik önermeler, Leibniz'in ünlü ibaresiyle "mümkün dünyaların hepsi"nde doğru olmak zorundadır. Oysa, iddiaya göre, sentetik hakikatler zorunlu değil "bağlı" hakikatlerdir. Yani: gerçekten de fiili dünyada insanlar bu önermelerin hasbel kader doğru olduğunu gözlemlerler; ama, bunlar doğru olmak zorunda değildir. Sentetik önermeler, "mümkün dünyaların hepsi"nde doğru değildir. İnkarı, kendi içinde çelişik olmadığından; sentetik bir hakikatin zıddı, hiç değilse hayal edilebilir veya düşünülebilir. İnsanın üç göze sahip olabileceği, buzun suda taş gibi batabileceği hayal edilebilir veya düşünülebilir. Bunlar realitede olmaz; ama, olmamaları için hiç bir mantıki zorunluluk yoktur. Sentetik hakikatlerle ifade edilen olgular, ne kadar çok mantık kullanılırsa kullanılsın, tamamen anlaşılır kılınamayacak, "kaba" olgulardır. Sentetik bir önermenin doğruluğu isbat edilebilir mi? Sentetik bir önermenin doğruluğundan mantıken emin olunabilir mi? Verdikleri cevap: "Hayır. Bir mantık meselesi olarak hiçbir sentetik önerme doğru 'olmak zorunda' değildir; her birinin tersi düşünülebilir." (Analitik-sentetik sahte-zıtlığının en fanatik savunucuları, şöyle devam eder: "Duyumlarının sağladığı doğrudan delilden bile, -mesela, şu anda karşındaki kırmızı bir kumaş gördüğünden bile- emin olamazsın. Gördüğüne 'kırmızı' demek için, onun geçmiş deneylerinden bazılarına benzediğini zımnen söylüyorsun; ama, bu hatırayı doğru hatırladığını nereden biliyorsun? İnsan hafızasının güvenilir olduğunu söylüyorsun; ama, bu bir totoloji değil ki; tersi de doğru olabilir.") Yani, sentetik veya bağlı hakikatler, aşağı-yukarı-mümkün hipotezlerdir; haklarında söylenebilecek en kuvvetli şey, onların bir ihtimal dahilinde doğru olabilecekleridir. c) İddialarına göre: Analitik önermeler, "mantıken" doğru olduğundan, deneyden bağımsız olarak tahkik edilebilir; bunlar, "gayri-ampirik"tir veya "a priori"dir (bugün bu terimler, "deneyden bağımsız" anlamına gelmektedir). Modern filozoflar; bir insanın, kavramlar teşkil etmek için deneye ihtiyacı olduğunu kabul ederler; ama, bir kere gerekli kavramlar teşkil edildikten sonra (mesela, "buz," "katı," "su," vs.); bu kavramların analitik olarak doğru bir önermedeki kombinasyonlarının (Mesela, "Buz katı sudur") doğruluğunun tahkiki hiçbir ilave deney gerektirmez. Önermenin doğruluğu, tanımların basit bir analizinden çıkar. Oysa, iddialarına göre, sentetik hakikatlerin doğruluğunun tahkikinin, deneye bağlı olduğu söylenmelidir; sentetik hakikatler, "ampirik" veya "a posteriori"dir. "Olgusal" olduklarından; bunların doğruluğunun keşfi, başlangıçta sedece uygun olguların doğrudan veya dolaylı olarak gözlemlenmesiyle yapılabilir; ama, "bağlı" olduklarından, dünün sentetik doğrusunun bugün hala doğru olup olmadığı, ancak en son ampirik verilerin gözden geçirilmesiyle bulunabilir. d) Burada, analitik-sentetik tartışmasında vardıkları zirveye; yukarıdaki "farklar"a, yirminci yüzyıl modern filozoflarının getirdiği "açıklamaya" geliyoruz. Şunu iddia ederler: Analitik önermeler, realite hakkında hiçbir haber vermezler; olguları tasvir etmezler; "gayri-ontolojik"tirler (realiteyle ilgili değildirler). Analitik hakikatler, insanların kelimeleri (veya kavramları) belirli bir tarzda kullanmak doğrultusundaki keyfi kararlarınca yaratılıp sürdürülmektedir; analitik hakikatler, linguistik (veya kavramsal) konvansiyonların tatbikatının bir kaydından ibarettir. Bunlar, gayri-ampiriktir; çünkü, deney dünyası hakkında hiçbir şey söylemezler. Hiçbir olgu, onların doğruluğuna şüphe düşüremez; gelecekteki düzeltmelerden muaftırlar; çünkü realiteden muaftırlar. Analitik hakikatler zorunludur; çünkü, onları insanlar zorunlu kılar. Wittgenstein, Tractatus'unda, şöyle der: "Mantık önermelerinin hepsi aynı şeyi söyler: söyledikleri bir hiçtir." A.J.Ayer, Language, Truth and Logic'inde şöyle der: "Mantığın ve matematiğin prensipleri, evrensel olarak doğrudur; şu basit sebepten: başka türlü olmalarına asla izin vermeyiz." Sentetik önermeler ise, olgusal dır; ve, insanlar bunun için bir fiyat öder. Fiyat: onların bağlı olması, belirsiz olması ve isbatlanamaz olmasıdır. Analitik-sentetik teorisi, insanlara şu seçenekleri verir: Eğer, cümlenizin (önermenizin) doğruluğu isbat edilebiliyorsa; o cümle, mevcudiyet hakkında hiçbir şey söylemiyordur; eğer, cümleniz mevcudiyet hakkında ise; o cümlenin doğruluğu, isbat edilemez. Eğer, cümlenizin doğruluğu, mantık argümanlarıyla isbat edilebiliyorsa; o cümle, bir olguyu ifade etmiyordur, sübjektif bir konvansiyondur; eğer, cümleniz, bir olguyu ifade ediyorsa; o cümlenin doğruluğu, mantık yoluyla isbat edilemez. Eğer, cümlenizin doğruluğu, kavramlarınızın anlamı yoluyla isbat edilebiliyorsa; o cümle, realiteden kopuktur; eğer, cümleniz, algılarınız yoluyla isbat edilebiliyorsa; o cümlenin doğruluğundan emin olamazsınız. Bütün bu saçmalıkların, felsefe adına ortaya atılabilmesinin sebebi; kavramlar konusunda, rasyonel bir anlayıştan uzak olunmamasıdır. Kavramların objektif karakteri üzerinde doğru bir anlayış, "analitik-sentetik" sahte-zıtlığının her türünü reddetmek için gerekli aletleri sağlamıştır. "Analitik-sentetik" meselesini işleyen filozoflar; bu meseleyi, binlerce sayfanın gerisinde, gayrı-asli hususlardan ibaret büyük bir laf kalabalığı arasında sunmuşlardır. Bu meselenin yukarıdaki biçimde sunuluşu, onun asli terimlerle ifadesidir; ve, meselenin doğru bir epistemoloji açısından tamamen çürütülmesi, bu sunuşun yörüngesi içinde kolaylaşmaktadır. Fakat, burada, etraflı bir argümantasyona girişmek yerine; meseledeki temel yanılgılara işaret etmekle yetinilecektir. 4.2.2 Analitik-Sentetik Hakikatler Zıtlığının Çürütülmesi Analitik ve sentetik hakikatler arasında bir zıtlık olmadığını isbat etmek için kavramlarla ilgili şu epistemolojik prensipleri hatırlamak yeterlidir: a) Kavramlar, gözlemlenmiş mevcut-şeylerin, gözlemlenmiş başka mevcut-şeylerle olan ilişkileri açısından yapılmış sınıflamaları temsil eder. a) Bir kavramın anlamı, altındaki birimleri ifade eder; bu birimlerle birlikte, onların sadece asli ayırt edici karakteristikleri (tanımlayıcı karakteristikleri) değil, bütün karakteristikleri ifade edilir. Mesela, insanın "rasyonel bir hayvan" olması; "insan" kavramını, sadece "rasyonellik" özelliğinden ibaret kılmaz; "insan" kavramı içinde, onun gözlemlenmiş bir karakteristiği olan "rasyonellik" yanında, diğer bütün gözlemlenmiş karakteristikleri, bu arada onun "iki gözlü" olması karakteristiği de vardır. Dolayısiyle, "bir insan, rasyonel bir hayvandır" veya "bir insan, sadece iki göze sahiptir" hakikatlerinin statüsü arasında hiçbir fark yoktur. Bu iki hakikatten her biri, Kimlik Kanunu'nun bir tatbikatıdır; her biri, bir "totoloji"dir; herhangi birini inkar etmek, "insan" kavramını inkar etmek, dolayısiyle kendi-içinde çelişik olmak demektir. Önermelerin analitik veya sentetik diye bölünmesinin hiçbir olgusal veya epistemolojik haklılığı yoktur. Önermelerde sadece tek bir temel epistemolojik ayrım vardır: doğru önermeler veya yanlış önermeler; ve, sadece bir tek temel mesele vardır: hakikatin keşfedilmesi ve doğruluğunun tahkiki hangi yöntemle yapılacaktır? İnsan bilgisinin temeline bir zıtlık ekmek, doğruluğunun tahkikinde zıt yöntemlerin olduğunu; hakikatin zıt tipleri olduğunu iddia etmek; hiçbir sebep veya haklılığa sahip değildir. Bir anlamda, hiçbir hakikat "analitik" değildir: hiçbir önerme, sırf "kavramsal analiz" ile geçerli kılınamaz; herhangi bir "analiz"den önce, kavramın içeriği (yani, bütünleştirdiği mevcut-şeylerin karakteristikleri) gözlem yoluyla keşfedilmeli ve doğruluğu tahkik edilmelidir. Bir başka anlamda bütün hakikatler "analitik"tir: bir varlığın herhangi bir karakteristiği keşfedildiğinde, bu karakteristiği o varlığa atfedecek bir önerme, "mantıken doğru" olacaktır (tersi, o varlığı belirten kavramın anlamıyla çelişir). Her iki durumda da, analitik-mantıki-totolojik versus sentetik-olgusal zıtlığı çöker. 4.2.3 Zorunlu-Bağlı Hakikatler Sahte-Zıtlığının Çürütülmesi Bazı olguların "zorunlu" başka bazılarının ise "bağlı" oldukları; "olgusal" cümlelerin "sentetik" ve "bağlı" oldukları; oysa, "zorunlu" cümlelerin, "gayri-olgusal" ve "analitik" oldukları şeklindeki bir zıtlığın geçersizliğini isbatlamak için; mevcudiyetin önceliği aksiyomunu, dolayısiyle Kimlik Kanunu'nu, dolayısiyle metafiziken-verili olan karşısında insan-yapısı şeyler ayrımını hatırlamak yeterli olacaktır. Kant'ın Critique of Pure Reason'ındaki sözlerinin, mevcudiyetin önceliğine (ve Kimlik Kanunu'na) bir isyan olduğu ortadadır: "Evet, deney bize, neyin var olduğunu söyler; ama, öyle olmasının zorunlu olduğunu; başka türlü olamayacağını söylemez." Keza, metafiziken-verili olan şeyler ile insan-yapısı şeyler arasındaki asli ayrımı anlamamak; bunlarla ilgili önermeler arasında bir fark olduğu yanılgısına sebep olmaktadır. Evet, insan-yapısı bir şey öyle olmak "zorunda" değildir; başka türlü olabilirdi; ama, olduktan sonra, o neyse odur: metafiziken-verili olan bir şey hakkındaki hakikat nasıl keşfedilip, doğruluğu nasıl tahkik edilecekse; insan-yapısı bir şeyle ilgili hakikat de, aynı yöntemle öğrenilecektir; bunlarla ilgili önermelerin konusu farklıdır, ama tabiatlarında bir fark yoktur. Evet, bazı olgular zorunlu değildir (insan-yapısıdır); ama, bütün hakikatler zorunludur. Hakikat, bir realite olgusunun teşhisidir (kimliklendirilmesidir). Söz konusu olgu, ister metafiziken-verili olsun, isterse insan-yapısı olsun; olgu, hakikati belirler: eğer, olgu mevcutsa; neyin hakikat olduğu konusunda başka hiçbir alternatif yoktur. Mesela, Türkiye'nin 67 vilayete sahip olması metafiziken zorunlu değildi; ama, insanların seçimi böyle olduğu sürece, "Türkiye, 67 vilayete sahiptir" önermesi zorunlu olarak doğrudur, hakikattır. Doğru (hakiki) bir önerme, olguları olduğu gibi tasvir etmek zorundadır. Bu anlamda, "zorunlu hakikat"deki "zorunlu" terimi fuzulidir; "bağlı hakikat" ibaresi ise, kendi içinde çelişiktir; çünkü, hakikat bir realite olgusunun teşhisidir; ve, olgu mevcutsa, artık hiçbir şeye bağlı değildir. |
Ynt: EPİSTEMOLOJİ
4.2.4 Mantıki-Deneysel Sahte-Zıtlığının Çürütülmesi
Analitik cümlelerin deneyden bağımsız "mantıki" önermeler olduğu; öte yandan, sentetik cümlelerin mantıki zorunluluktan yoksun, "ampirik" (deneysel) önermeler olduğu gibi bir zıtlık önermek; felsefedeki çok eski bir ihtilaftan kaynaklanır: rasyonelizm (usçuluk) ve ampirisizm. Rasyonelistler, insanın bilgi elde etmesinde, deneyin rolünü minimize ederken, mantığın rolünü vurgularlar; ampirisitler ise, mantığın rolünü minimize ederken, deneyin insanın bilgi kaynağı olduğunu iddia ederler. Mantık ve deney arasında yarattıkları bu bölünme, analitik-sentetik zıtlığında kurumsallaştırılır. Mantık ve deney arasında bir zıtlık öneren her teori, mantığın tabiatını ve onun insan bilgilenmesindeki rolünü anlamakta düşülen başarısızlığı temsil eder. İnsan bilgisi, ne deneyden bağımsız olarak mantıkla; ne de, mantıkdan bağımsız olarak deneyle elde edilebilir: mantığın, deneye tatbik edilmesiyle elde edilir. Bütün hakikatler, deneyle ortaya çıkarılan olguların, mantıkla kimliklendirilmesinden doğan ürünlerdir. İnsan, tabula rasa doğar; bütün bilgisi, sonradan, duyumlarının sağladığı verilerden başlayarak elde edilir. İnsan; bilgilenmenin insana-özgü düzeyine erişmek için, algısal verileri kavramlaştırmalıdır. Kavramlaştırma; ne otomatik, ne de yanılmaz bir süreçtir. Bu sürecin, realitenin olgularına tekabül eden sonuçlar (bilgi) vermesi için; insan, bu süreci yönetecek bir yöntem keşfetmek zorundadır. Bu yöntemin temelindeki prensip, metafiziğin temel prensibidir: Kimlik Kanunu. Realitede çelişki mevcut olamaz; dolayısiyle, bir bilgilenme sürecinde bir çelişkinin ortaya çıkması, bir hata yapıldığının delilidir. Böylece, doğru bilgilenme için insanın takip edeceği yöntem ortaya çıkar: gözlemlenen olguları, çelişkisiz bir şekilde kimliklendirmek. Bu yöntemin ismi, mantıktır. Mantık: çelişkisiz kimliklendirme sanatıdır (yeteneğidir). İlk kavramların teşkilinden, en karmaşık bilimsel kanun ve teorilere kadar; insanın kavramsal gelişmesinin her aşamasında mantık kullanılmalıdır. Ancak verili bir zamanda mevcut bütün delillerin çelişkisiz bir şekilde kimliklendirilmesi ve bütünleştirilmesi üzerine bina olunan bir sonuç, bilgi olarak nitelenebilir. İnsanın bilgilenme yönteminde mantığın rolünü anlamakta düşülen başarısızlık, analitik-sentetik zıtlığını çeşitli yönlerden tekrarlayan bölünmüşlükler ve zıtlıklar doğurmuştur. Bugün, özellikle üç tanesi yaygındır: mantıki hakikat karşısında olgusal hakikat; mantıken mümkün karşısında ampirik olarak mümkün; a priori karşısında a posteriori. Bütün bu suni zıtlıkların ardında yatan yanılgı: mantığın, sübjektif bir oyun olduğu; bilgi elde etmekte değil, keyfi sembolleri manipüle etmekte kullanılan bir yöntem olduğu görüşüdür. 4.2.5 Analitik-Sentetik Sahte-Zıtlığı: Sonuç Analitik-Sentetik zıtlığını kabul etmek, insan bilgisini mahkum etmektir; çünkü, analitik-sentetik teorisi, şu adaletsiz hükme varır: eğer bir önermenin reddedilmesi düşünülemez ise, eğer onunla çelişecek herhangi bir realite olgusunun var olması mümkün değilse, yani bu önerme kesin olan bir bilgiyi temsil ediyorsa; bu önerme, realiteyle ilgili bir bilgiyi temsil ediyor olamaz. Başka bir deyişle, bu teorinin verdiği saçma hüküm şöyledir: eğer bir önerme yanlış olamazsa, doğru da olamaz. Daha başka bir deyişle şunu söyler: bir önermenin olgusal olarak nitelenebilmesi, ancak halen bilinmeyen olguları ifade ettiği zaman, yani bir hipotezi temsil ettiği zaman mümkündür; hipotez isbatlanıp, bir kesinlik haline gelirse, olgulara işaret ediyor olma özelliği, realiteyle ilgili bilgiyi temsil ediyor olma özelliği biter; bir önerme, kesin olarak isbatlanırsa, yani inkarı halinde bir mantık çelişkisine düşülmesinin kaçınılmazlığı aşikar hale gelirse; bu olgu yüzünden -yani, doğruluğunun kesinkes ortaya çıkmış olması yüzünden- bu önerme, insan konvansiyonunun veya keyfi kaprisinin bir ürünü olarak bir geçersiz addedilmelidir. İsbat edilmiş olma özelliğini, insan bilgisini diskalifiye eden bir unsur olarak görmek; yani, bilgiyi, insan cehaletinin bir fonksiyonu olarak görmek; tam bir epistemolojik terslik önermektir. Nasıl ki; ahlakta, altrüist zihniyet, iyiyi, iyi olduğu için cezalandırırsa; epistemolojide de, analitik-sentetik zihniyet, bilgiyi, bilgi olduğu için cezalandırır. Nasıl ki; altrüist ahlakta, insan, sadece kazanmadığı şeyler üzerinde hak iddia edebilirse; epistemolojide de, analitik-sentetik teoriye göre, insan, sadece isbat etmediği şeylerin bilgi olduğunu talep etme hakkına sahiptir. Adeta; epistemolojik aşağılık duygusu, bilgilenmenin ön-şartı haline getirilmiştir. Bu tersliğin baş sorumlusu, Kant'tır. Kant'ın sistemi, önceki yüzyılların mistisizmini dünyevileştirerek; mistisizme, onu modern dünyada da ayakta tutacak bir hayatiyet kazandırdı. Dini gelenekte, "zorunlu" hakikatler, genellikle Tanrı'nın düşünme tarzının sonuçları olarak görülür. Kant, "zorunlu" hakikatlerin kaynağı ve yaratıcısı olarak Tanrı yerine, "insan zihninin iç yapısı"nı koyarak; bu hakikatlerin realite olgularından bağımsızlığını ilan etti. Yirminci yüzyıl filozofları, Kant'ın görüşlerini nihai sonuçlarına götürmekten başka birşey yapmadılar. Şuna vardılar: eğer, insanın düşünme tarzı (realiteden bağımsız olarak) "zorunlu" hakikatleri yaratıyorsa; ve, insanlar, düşünme tarzlarının ne olacağı hakkında seçim yapmaya muktedir olduklarından; bu hakikatler, sabit veya mutlak değildir. Bu filozoflar, Hıristiyan düşüncesindeki "Tanrı'nın verdiğini, Tanrı alır" formülünü, adeta 'zihnin verdiğini, zihin alır' haline getirdiler. Rönesanstan beri bir çok miti yıkarak yükselen akıl karşısında, inancı rehabilite etmek için ortaya atılan Kant, müthiş sinsilikte bir silah bulmuştu: aklı geçersiz kılmakta, aklın kullanılması; veya, daha doğrusu, realitede olmayan ve olamayacak bir akıl tarif ederek, ona erişilmesinin imkansızlığından doğacak hayal kırıklığını, akla karşı oluşacak bir güvensizlik haline getirmek. İnsan aklının, insan hayatının bütünleştiricisi olan felsefeye Kant'ın ektiği mayınlar, Hegel'cilik, mantık pozitivizmi, pragmatizm, linguistik analistliği, vs. halinde teker teker patlayıp; felsefeyi, insan aklına, insan hayatına, felsefeye düşman hale getirmektedir. Bu neo-Kant'çılıktan felsefede arta kalana bakalım: Metafizik tamamen iptal edilmiştir: metafiziğin en etkin muhaliflerine göre; metafizik cümleler, ne analitik ne de sentetiktir; dolayısiyle, anlamsızdır. Ahlak, felsefenin alanından neredeyse tamamen çıkarılmıştır: bazı guruplar, ahlaki cümlelerin, ne analitik ne de sentetik olmayıp, "duygusal boşalmalar"dan ibaret olduğunu iddia ederler; başka bazıları, filozofların ahlaki cümlelerin dilini analiz etmeğe muktedir olduğunu, ama ahlaki normlar öne sürmeğe yetkili olmadığını öne sürerek; ahlakı, sokaktaki ortalama insanın yetki alanına emanet ederler. Politika, hemen hemen bütün felsefe ekollerince terkedilmiştir: değerlerle ilgili konularında, politika, ahlak konusundaki gibi bir muameleye tabi tutulmuştur. Epistemoloji (bilgi teorisi); insanın, olgularla ilgili bilgi elde etmesinin kurallarını tanımlayan bir bilimdir. Fakat, olguların "sentetik," "ampirik" önermelere konu olduğu, dolayısiyle felsefenin alanı dışında kaldığı nosyonu ile, epistemoloji dağıldı; sonuç olarak, özel bilimler, irrasyonelizmin kabaran dalgalarında sürüklenen enkaz parçaları haline geldi. Estetikte; "sanat; başka her insani faaliyet gibi, aklın alanında incelenecek bir meseledir" önermesini anlayacak bir tek modern filozof bile bulmak zordur. "Modern felsefe" adı altında tanık olduğumuz olay, felsefenin kendini tasfiyesidir. Felsefeyi saygın yerine tekrar yükseltmek için, bugünkü sefaletine sebep olan (başta analitik-sentetik teorisi olmak üzere) bütün öncüller çürütülmelidir. |
Ynt: EPİSTEMOLOJİ
paylaşım için teşekkürler...
|
paylasım icin sağol
|
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:15 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.