www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Eskiler (Arşiv) (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=188)
-   -   Osmanlı Tarihi'ne Genel Bakış (https://www.cakal.net/showthread.php?t=142094)

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:00 PM

Düyun-u Umumiye

Osmanlı devletinin 1854 yılından itibaren almaya başladığı dış borçların ödenmeyen anapara ve faizlerinin tasfiyesi için kurulan örgütün adıdır. 17. yy'dan itibaren ekonomik ve mali dengesi gittikçe bozulan Osmanlı Devleti, bütçe açıklarının önemli ölçüde artması sonucu, 1854 yılında ilk kez dışarıya borçlandı. Bu tarihten sonra daha da artan mali sıkıntı bu borçların faizlerinin ödenmesini bile güçleştirdi.

Avrupa devletlerinin artan baskısı sonucu, 1881 yılında "Muharrem Kararnamesi" kabul edildi. Bu kararname ile kurulan "Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresiç", Osmanlı borçlarının ödenmesi için ayrılan devlet gelirlerinin tek yöneticisi oldu. Buna göre borçların bir kısmı silindi ve faiz oranları bir miktar düşürüldü. Ancak borçların ödenmesi düzenli bir usule bağlandığı için alacaklılara güvence verilmiş oldu.

Yedi üyeden oluşan Düyun-u Umumiye İdaresi'nin merkezi İstanbul'daydı. İngiliz ve Hollandalı alacaklılar için bir, Fransız, Alman, İtalyan ve Osmanlı alacaklılar için ise birer üyesi bulunuyordu. Düyun-u Umumiye İdaresi'nin görevi kendisine ayrılmış bulunan gelirleri toplamak ve Muharrem Kararnamesi'nin kapsamına giren borçların alacaklılarına ödenmesini sağlamaktır. Borçlar ödendikten ve idari masraflar çıktıktan sonra geriye kalan gelirleri kullanmak ya da başkasına devretmek yetkisi idarenin elindeydi.

Osmanlı hükümetinin idare üzerindeki denetimi çok sınırlıydı. Bu denetimi yalnızca toplantılarda danışman olarak bulunan bir komiser ve taşrada görevlendirilen müfettişler sağlıyordu.

İdaresi doğrudan doğruya Düyun-u Umumiye'ye bırakılan gelirler tuz resmi, damga resmi, müskirat (ispirtolu içkiler) resmi, ipek âşarı, tütün âşarı ve sayd-ı mahi (balık avı) resmi idi. Bunlardan tütün gelirleri Tütün Rejisi'ne kiralanmıştı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:00 PM

Düzmece Mustafa İsyanı


Ankara Savaşı'ndan sonra Timur'la birlikte Semerkant'a götürülen Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa), Timur'un ölümünden sonra Anadolu'ya döndü. Osmanlı tahtında hak iddia eden Mustafa Çelebi, Bizans'ın ve Eflak Beyliği'nin yardımı ile Selanik'te ayaklandı. Mehmed Çelebi, Bizans'a sığınan Mustafa Çelebi'yi para karşılığında hapsettirdi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:00 PM

Edirne Antlaşması

Rusya, Sultan İkinci Mahmud'un Navarin'de Osmanlı donanmasının yakılması ile sonuçlanan olaylardan dolayı savaş tazminatı istemesi üzerine, Osmanlı Devleti'ne karşı savaş açtı. Sultan İkinci Mahmud bu arada Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye isimli yeni bir askeri teşkilat kurmuştu. Teşkilatlanmasını henüz tamamlayamamış olan bu ordu Rus kuvvetleri karşısında önemli bir varlık gösteremedi.

Eflak ve Boğdan'ı işgal eden Ruslar, Tuna'ya kadar indiler. Balkanları aşan Rusya, batıda Edirne, doğuda ise Erzurum'a kadar ilerledi. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti barış istedi. Ruslarla yapılan Edirne Antlaşması sonunda, Yunanistan'a bağımsızlık verildi. Eflak, Boğdan ve Sırbistan'a imtiyazlar tanındı. Ruslar işgal ettikleri yerleri geri verdiler. Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı. Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:00 PM

Eğriboz Zaferi


Sultan İkinci Süleyman kendi iç meseleleriyle uğraşırken, Venedik ve Lehistan'da da karışıklık yaşanıyordu. Ancak o an için asayişi sağlamış olan Avusturya, Osmanlı'nın içinde bulunduğu kaos ortamından yararlanmasını bildi. Tuna'yı geçen Avusturya kuvvetleri Eğri (14 Kasım 1687), İstoni ve Belgrad kalelerini (6 Eylül 1688) ele geçirdiler.

Belgrad'ın düşmesi Avrupalılara Balkanların yolunu açtı. Bosna, Erdel ve Eflak Avusturyalılar tarafından işgal edildi. Bu ilerleyiş karşısında toparlanan Osmanlı kuvvetleri karşı saldırıyı başlattılar. 30 Ekim 1688'de Çelebi İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri Eğriboz zaferini kazandılar. 1689 yılı yazında Sultan İkinci Süleyman, Avusturya seferine çıktı.

Sadrazam Köprülü Fazıl Mustafa Paşa komutasındaki yenilenmiş Osmanlı kuvvetleri, 8 Temmuz 1690'da Gladova ve Orsova'yı geri aldılar. Kanije 11 Temmuz 1690'da düşman eline geçtiyse de, Osmanlı kuvvetleri 8 Ekim 1690'da Belgrad'ı geri almayı başardılar. Böylece Tuna Hattı yeniden kurulmuş oldu.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:00 PM

Fatih Sultan Mehmet


En büyük Osmanlı padişahıdır (1432-1481). Sultan Murat II'nin oğludur. Edirne'de dünyaya geldi. Çocuk yaştayken babası hükümdarlığı ona bıraktı (1444). Macarların Osmanlı Devleti'ne karşı sefer açması üzerine Mehmet II tahtı babasına geri vermek istedi, ama Murat II onu tahtta bırakarak ordunun başına geçti ve Varna Savaşı'nda düşmanı yendi. Buna rağmen bir süre sonra Çandarlı Halil Paşa'nın çabasıyla genç padişah tahttan indirilerek Manisa valiliğine geri gönderildi ve hükümdarlık babasına iade edildi (1446).

Sultan Murat çok geçmeden öldü ve 1451 yılında Mehmet II yeniden padişah oldu. Tahtta çok genç bir hükümdarın bulunuşundan cesaret alan batılı devletler ve Bizanslılar padişahtan bazı isteklerde bulundular. Sultan Mehmet II Venedikliler, Macarlar ve Bizanslılara birtakım ödünler vermek zorunda kaldı.

Genç padişahın bu tutumundan yanlış sonuçlar çıkaran batılılar Çanakkale Boğazı'nı kuşattılar. Fakat çok geçmeden yanıldıklarını anladılar. Çünkü Anadolu'ya geçip Karamanoğlu İbrahim Bey ile anlaştıktan sonra Edirne'ye dönen Mehmet II, Karadeniz'den İstanbul'a gelecek gemilerin geçişini denetlemek ve gerekirse önlemek için Anadoluhisarı'nın karşısına Boğaziçi'nde acele, yeni bir hisar yapılmasını emretti. Böylece 1452 yılında Rumelihisarı çok kısa bir süre içinde yapılıp bitti.

İstanbul'un Fethi

Aynı yıl Edirne'de bir divan toplayan Mehmet II, İstanbul'un fethedilmesi konusunu görüştü: Çandarlı Halil Paşa ile yandaşları bu öneriye karşı çıktılarsa da divanın diğer ilerigelenleri padişahı desteklediler, karşı olanlar da çoğunluğun kararına uymak zorunda kaldılar. Böylece kuşatma hazırlıkları başladı: İstanbul surları dışındaki hayvan sürülerine elkondu. İstanbul dolayındaki küçük Bizans kaleleri ele geçirildi. Edirne'de Urban adlı bir Macar ustasına, o devrin en büyük topları döktürüldü. Tarihçiler bu topların sayısını 200 olarak gösterirler. Bunların her birini 40-50 çift öküz ya da 2,000 kadar insan çekerek Edirne'den İstanbul'a taşıdı. Ayrıca Gelibolu'daki 400 gemilik Türk donanması Marmara'ya girdi.

Bizanslılar da savunma hazırlığına girişmişlerdi. Kentin savunması için kale kapıları örülmüş ve Haliç ağzına bir zincir gerilmişti. Aslında mevcudu 8000-9000 kadar olduğu söylenen Bizans ordusunun 3,000 kadarı Latinlerden oluşuyordu ve esas savunma gücü bunlardı. Oysa Bizanslılar Latinleri sevmiyorlardı. Bu nedenle, Bizanslı Rumların «İstanbul'da Latin külahı görmektense Türk sarığı görmek bizim için daha iyidir» dedikleri, söylentiler arasındadır.

Mehmet II, bütün kışı savaş hazırlıkları ile geçirdi ve 23 mart 1453 günü Edirne'den hareket ederek 5 nisanda Topkapı önüne geldi. Kuşatma 29 mayısa kadar sürdü; karadan ve denizden yapılan saldırılar sonunda Türk ordusu İstanbul'u ele geçirdi.

Bu büyük zafer sonunda «Fatih» unvanını alan genç hükümdar İstanbul'da Rumlara karşı. iyi davrandı. Fetihten sonra büyük bir karışıklığa düşen kentte güvenliği sağlayan Fatih üç gün süren fetih şenlikleri yaptırdı. Bu arada Çandarlı Halil Paşa'yı ve Bizanslıların safında savaşan amcası Orhan'ı da öldürttü.

Fatih, Rumlara patriklerini seçme hakkını tanıdı. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında tam bir anlaşma sağlamak amacıyla yeni patriği yemeğe çağırıp ağırladı, patriklik asasını ve tacını ona eliyle verdi.

Rumların yanı sıra Yahudi ve Ermeni cemaatine de iyi davrandı. Birtakım manastır ve kiliseleri kendi adına ve yanındaki beyler adına camiye çevirdi, ama kiliselerin çoğu gene de Rumların elinde kaldı.

Sırp Sorunu

İstanbul'un fethinden sonra gözü korkan batılı devletler arasında birleşme eğilimi güçlendi. Fatih bunu önlemek için 1454'te Venedik Cumhuriyeti ile bir anlaşma yaparak onlara ticaret serbestliği verdi. Bunun üzerine Cenevizliler de Fatih'le anlaştılar. Fakat Fatih'in asıl amacı Tuna'ya kadar egemen olmak ve Sırp sorununu çözümlemekti.

Belgrat kuşatması da içinde olmak üzere beş yıl süren seferler ve savaşlar sonunda bütün Sırbistan'ı ele geçirdi (1459). Bundan sonra Mora'yı (1460), Bosna'yı (1463) ve Tuna boylarındaki daha birçok yerleri aldı. Karadeniz'e ve Azak Kalesi'ne birlikler gönderdi.

Otlukbeli Savaşı

Fatih Anadolu'yu da güvenlik altına almak istiyordu. Bu amaçla Konya üzerine yürüdü ve Karamanoğlu Beyliği'ne son verdi (1466). Doğuda Akkoyunlular egemendi; Karamanoğulları, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a sığındılar. Uzun Hasan başka devletlerden de destek görüyordu. Fatih 1473 yılı mart ayında İstanbul'dan ordusuyla hareket etti. İki ordu Fırat boyunda Otlukbeli denen yerde karşılaştı. Savaş Osmanlı ordusunun zaferiyle sonuçlandı. Uzun Hasan kaçtı, ama bir oğlu ve pek çok askeri bu savaşta öldü.

Ve Ölüm

Fatih, Akkoyunluları yendikten sonra Anadolu'nun güneyini de güvenlik altına almak istedi. Bunun için Mısır Memlûk Sultanlığı ile ilişki kurdu. Ancak anlaşmaları kolay olmadı, hattâ zaman zaman sürtüşmeye ve uçlarda savaşlara vardı. Nitekim Memlûk Sultanlığı'nın Osmanlılara bağlı Dulkadiroğulları Beyliği'ni ele geçirmesi üzerine Fatih 1480'de Alâüddevle Bozkurt Bey'i Dulkadirli toprağına gönderdiği gibi kendisi de, hasta olmasına rağmen 29 nisan 1481'de Üsküdar'a geçerek sefere başladı. Ancak Gebze yakınına geldiği sırada hastalığı arttı ve 3 mayıs günü hayata gözlerini kapadı.

http://www.bilgilik.com/images/fatih1.jpg http://www.bilgilik.com/images/fatih2.jpg http://www.bilgilik.com/images/fatih3.jpg

(Solda) Fatih'in ünlü portrelerinden biri, İtalyan ressamı Gentille Bellini'nin (1429-1507) eseri, fatih, ünlü İtalyan hümanistlerini davet eder, onlarla sanat ve bilim tartışmaları yapardı. Bunlardan Francesco Berlinghieri «Geographia» adlı eserini Fatih'e sunmuştur.

(Ortada) İtalyan ressamı Ferrara'nın yaptığı Fatih portresi, Topkapı Sarayı Padişah Portreleri Galerisi. İstanbul.

(Sağda) Fatih'in tuğrası. Tuğra, hükümdarların imzasıydı; tuğra çizenlere «tuğrakeş» denirdi.

http://www.bilgilik.com/images/fatih4.jpg

Fatih Sultan Mehmet'in bizzat yönettiği akıl almaz harekât: 21 nisan 1453 gecesi, 67 savaş gemisi kızak üstünde kaydırılarak Dolmabahçe-Kasımpaşa yoluyla Haliç'e indiriliyor. Böylece Bizanslıların, 2 nisan gecesi Kentemarion kulesiyle Galata surları arasına gerdikleri zincir etkisiz kalacak ve bu büyük olay tarihçileri ve yukarıdaki tablonun ressamı gibi sanatçıları etkilemeğe devam edecektir.

Adil Bir Hükümdar

Fatih, güçlü bir padişah olduğu kadar, geniş görüşlü bir düşünür ve aydındı. Edebiyat, din, felsefe, matematik ve astronomi sorunlarıyla ilgilenirdi. Fetih'ten sonra, İstanbul'da 8 kilise ve manastırı medreseye çevirmiş, kendi adına yapılan cami de bir medreseyle bütünlenmiştir.

Çevresine bilginleri toplayan Fatih, onların hazırlayıp kendisine sundukları Türkçe, Arapça, Rumca eserlerden yararlanır, huzurunda tartışmalar düzenlenirdi. Avni takma adıyla yazdığı şiirler başarılıydı. Fatih hoşgörülü bir hükümdardı; dil ve din ayırımı yapmaksızın, devleti Karamani Mehmet Paşa'ya hazırlattığı kanunnameler uyarınca yönetti.

1457'de İstanbul'u başkent yaptı ve devlet hazinesini saklamak üzere Yedikule'yi inşa ettirdi. 1472'de Çinili Köşk, 1478'de Yeni Saray (Topkapı) onun emriyle yapıldı.

Fatih, yeni bir çağ ve yeni bir çığır açan hükümdardır. Kendisinden sonra gelenler, onun yolundan gitseydiler, girişimleri herhalde bir Türk hümanizmi ve rönesansıyla sonuçlanacaktı. Fatih Sultan Mehmet'in zehirlenerek öldürüldüğü söylentilerinin aslı yoktur. Birçok Osmanlı padişahı gibi, o da «damla hastalığı»na yakalanmış ve bu hastalıktan ölmüştür.

Fatih'in bilginleri

Fıkıhta Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürani, Molla Yegân, İstanbul'un ilk kadısı Hızır Çelebi, matematikte Ali Kuşçu ve kelâmda Hocazade, Fatih döneminin önemli bilginleridir. Bunlardan başka bazı İtalyan bilginleri de (Anconalı Criaco v.b.) Fatih'e batı tarihi okuyorlardı. Fatih, Rum bilginleri ile de ilgilenmiştir.

Nitekim ilk İstanbul patriği Gennadios, Hıristiyan dinini anlaması için itikatname'sini Fatih için yazmıştır. Trabzonlu Georgios Amirutzes, Georgios Trapeziontos ona tarih ve astronomi kitapları çevirip sundular. Sonuncusu Fatih'in ölümünde onun için bir de ağıt yazdı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:01 PM

Fetret Devri


Fasıla-i Saltanat olarak da bilinir. Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'nda (28 Temmuz 1402) yenilmesiyle başlayan bu döneme, kardeşleriyle girdiği mücadelede başarılı olarak yönetimi yeniden ele geçiren Mehmed Çelebi son vermiştir.

Ankara Ovası'nda yapılan savaşın kötüye gittiğini gören Yıldırım bayezid'in oğullarından Süleyman Çelebi, yanına Sadrazam Çandarlı Ali Paşa, Murad Paşa ve yeniçeri ağası Hasan Ağa ile birlikte kendine bağlı olan birlikleri de yanına alarak Edirne'de saltanatını ilan etti. Savaşa katılan diğer şehzadelerden İsa Çelebi Balıkesir'de, Çelebi Mehmed ise Amasya'da kendi hükümdarlıklarını ilan ettiler.

Yıldırım Bayezid ile birlikte Musa çelebi ve Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa) Timur'a tutsak düştüler. Timur, zaferden sonra sekiz ay kadar Anadolu'da kalarak Osmanlı topraklarını yağmaladı. Anadolu'da daha önceden bulunan ancak Osmanlı topraklarına katılan eski Anadolu Beyliklerini yeniden canlandırdı. Osmanlı topraklarını ise 4 şehzade arasında paylaştırarak Anadolu'dan çekildi. Böylece Osmanlı Toprakları bölünmüş oldu.

Şehzadelerden ilk olarak Mehmed Çelebi harekete geçti. Orta Anadolu'daki Türkmen beylerini safdışı bırakarak güçlü bir Türkmen ordusu kurdu. İlk çarpışma ise Musa Çelebi ile İsa Çelebi arasında Bursa'da meydan geldi. Musa Çelebi Bursa'yı alarak hükümdarlığını ilan ettiyse de kısa bir süre sonra İsa Çelebi Bursa'yı yeniden ele geçirdi. Bu olay şehzadeler arasındaki mücadelenin kızışmasına yol açtı. Çelebi Mehmed, diğer kardeşlerini safdışı bırakarak Osmanlı İmparatorluğunu yeniden bir birlik altında toplamıştır.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:01 PM

Genç Osman



http://www.bilgilik.com/images/genc.jpg

Genç yaşta öldürülen Osmanlı padişahıdır (1603-1622). Sultan Ahmet I'in oğludur. Amcası Sultan Mustafa'nın tahttan indirilmesi üzerine 15 yaşında padişah oldu. O sıralarda Osmanlı Devleti karışıklıklar içindeydi.

Küçük yaşta tahta çıktığı için Genç sıfatı ile anılan Osman II, 1621 yılında Lehistan'a sefer kararı alarak, sefere çıkmadan önce büyük kardeşi şehzade Mehmet'i boğdurdu. Ordunun başında Hotin'e giden Genç Osman, Hotin Kalesi'ne saldırı emri verdi. Kalenin iki tabyası alındıysa da askerin yağmaya girişmesi üzerine kesin başarı sağlanamadı. İstanbul'a dönüldü. Padişah kabahati yeniçerilerde buluyordu. Onlarsa seferde elde ettikleri kazancı az görüyorlardı.

Padişah orduda değişiklik yapmayı tasarladı. Suriye taraflarında gizlice bir ordu kurmağa girişti. Niyeti, Hacca gitmek bahanesiyle Suriye'ye gidip oradaki ordu ile geri dönmek ve Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmaktı. Bu tasarı kulaktan kulağa yayılınca yeniçeriler ve sipahiler ayaklandılar, Topkapı Sarayı'nı basarak bazı yöneticilerin idamını istediler.

Padişah razı olmayınca yeniçeriler eski Sultan Mustafa I'i tahta çıkarıp padişah yaptılar. Genç Osman'ı cılız bir ata bindirerek kentin içinde dolaştırdılar. Sadrazam Kara Davut Paşa ve adamları onu Yedikule'ye götürüp orada boğdurdular. Genç Osman kıyıcı bir hükümdardı. Kendisine yapılan zulümde bunun da etkisi vardır.

Genç Osman Türküsü

Önlü Genç Osman türküsü Sultan Osman II ile ilgili değildir. Rivayete göre Genç Osman, Murat IV zamanında Iran savaşlarına katılan tüysüz bir delikanlı imiş, savaşa katılmak için gönüllü yazılmak üzere başvurduğunda, «çok gençsin, daha senin bıyığın tarak tutmaz» diye karşı gelmeleri üzerine tarağı üst dudağına batırarak «işte tutuyor» diye ısrar etmiş ve orduya yazılmış.

Bağdat alınacağı sırada sancağı surlara dikmek isterken şehit düşmüş. Ama uzun bir süre, kesik başını kolunun altına alarak «kelle koltukta» savaşa devam etmiş. Bu heyecanlı hikâye üzerine, bir saz ozanı ünlü «Genç Osman türküsü»nü söylemiş.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:01 PM

Haçova Zaferi

Eğri Kalesi'nin fethinden sonra, Osmanlı birlikleri ilerleyerek 15 Ekim 1596 günü Haçova'da Avrupa ordusuyla karşılaştı. Bu ordu da Avusturya, Alman, Erdel, İspanyol, Fransız, Çek ve Leh kuvvetleri vardı. Avusturya Arşidükü Maxmilien komutasındaki düşman kuvvetleri ile yapılan savaşta Osmanlı birlikleri, düşman birliklerinin tüfek atışlarına maruz kaldı. Pek çok askerimiz şehit oldu.

Ordu merkezinin ele geçirilip padişahın ayrıldığı haberi yayıldı. Ancak bu gelişmelerden haberi olmayan akıncılar canla başla savaşa devam ediyordu. Yalnızca bu akıncı birliklerinin mücadelesi bile düşman ordusunun dağılmasına yetti ve kazanılan Haçova Zaferi ile Osmanlılara Viyana yolu açıldı (26 Ekim 1596).Haçova Savaşı'ndan sonra Sultan Üçüncü Mehmed İstanbul'a döndü.

Avusturya Cephesi'ne Satırcı Mehmed Paşa atanmıştı. Tata Kalesi'ni geri almayı başaran Satırcı Mehmed Paşa, Budin'in kuzeyindeki Vaç bölgesinde düşman kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. Bu arada Avusturya temsilcileri ile bir barış antlaşması yapılmaya çalışıldıysa da, olumlu bir sonuç alınamadı. Bir süre sonra Avusturya kuvvetleri Kanuni Sultan Süleyman zamanında fethedilen Yanıkkale'yi (Raab Kalesi) ele geçirdiler (1598).

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:01 PM

Hünkar İskelesi Antlaşması


smanlılarla Ruslar arasında yapılmıştır. Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'da ayaklanması üzerine, devletin güvenliğini sağlamak amacıyla Rusya'dan yardım isteyen II. Mahmud, Fransa'nın Mehmed Ali Paşa'ya destek çıkması üzerine Mehmed Ali Paşa ile anlaşmanın yolunu bulmaya çalıştı. Rus birliklerinin Karadeniz boğazını geçerek Büyükdere önlerinde demirlemesi Fransa ve İngiltere'nin işine gelmedi. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere Padişah ile Mehmed Ali Paşa'nın arasını bulmaya çalıştılar.

Böylece Padişah ile Mehmed Ali Paşa arasında 14 Mayıs 1833'de Kütahya antlaşması imzalandı. Geleceğini güvence altına almak isteyen Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa, Rus Çarı'na ittifak teklifinde bulunmuş, Çar'ın teklifi kabul etmesiyle de Osmanlılarla Ruslar arasında Hünkar İskelesi Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre:

Her iki devlet de huzur ve güvenlikleri için birbirine yardım edecek.

1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile bu antlaşmada geçen diğer maddeleri onanmaktadır.

Osmanlılar, Ruslardan yardım istedikleri takdirde, Rusya, karadan ve denizden, her iki tarafın da kararlaştırdığı sayıda bir kuvvetle yardım edecek.

Yardım isteyen taraf, yardıma gelen tarafın tüm masraflarını karşılayacak.

Antlaşma sekiz yıl geçerli olacak.

Bu savunma antlaşması 2 ay içerisinde onanacak ve onanan nüshalar İstanbul'da karşılıklı takas edilecek.

Ayrıca antlaşmanın gizli maddesine göre; Rusya herhangi bir Batı devleti ile savaşa girerse, Osmanlı Devleti Çanakkale Boğazı'nı Rusya ile savaşan devletin donanmalarına kapayacak, Rus gemileri ise boğazdan rahatça geçebilecekti.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:01 PM

Islahat Fermanı


Osmanlı İmparatorluğu'nun çökme döneminde, devletin yıkılmaktan kurtarılması için, siyasi kuruluşlar, kişi hakları, yeni kurumların kurulması konularında yapılması düşünülen köklü değişiklikler için Abdülmecid ve Abdülaziz zamanlarında çıkartılan fermanlardır.

1839'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu, 1856 Islahat Fermanı ve 1860 Abdülaziz Fermanı'dır. Bu fermanlarla, devletin çöküşünün toplumsal ve ekonomik nedenleri araştırılmadan, bazı batı kuruluşlarını ve anlayışını devlete getirmekle devletin kurtarılabileceği sanılmış fakat bu fermanlarla toplumdaki kuruluş ve anlayış ikileme düşmüş, İslam dünya görüşü ve bu anlayışla kurulan kuruluşlarla birlikte batı taklitçisi kuruluşlar türemiştir. Bu iki ayrı görüş ve kuruluşlar arasındaki çatışmalar sonucunda toplumun içinde daha büyük sorunlar çıkmış, çöküşü önleyeceği düşünülen ıslahat fermanları, beklenen etkiyi gösterememiştir.

Bu dönemde Batı'nın ekonomik desteğine, vereceği borçlara gereksinim duyan Osmanlı Devleti, bunları ancak batı devletlerine çeşitli imtiyazlar tanımak koşuluyla elde edebilmiştir. Bu imtiyazlar sayesinde Osmanlı topraklarına giren yabancı sermaye ve yatırım, sahip olduğu imkan ve güçle yerli sanayii büyük ölçüde öldürmüştür. Böylece Osmanlı Devleti yarı sömürge bir devlet haline gelmiş, bütün ekonomiksi ve zenginlik kaynakları Batılı devletlerin eline geçmiştir. Bu anlamda Islahat Fermanları, dış görünüşüyle ileriye dönük olmalarına rağmen gerçekte toplumsal ve ekonomik hayatı olumsuz yönde etkilemiştir.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:02 PM

Kabakçı Mustafa İsyanı



Osmanlı Devleti'nin en ıslahatçı padişahlarından biri olan Sultan Üçüncü Selim, Osmanlı Devleti'nde bugüne kadar gerçekleştirilememiş bir düzenleme yaparak Nizam-ı Cedid ordusunu kurmuştu. Bu köklü yeniliklerden memnun olmayan ve önemli görevlerde bulunan bazı devlet adamları Osmanlı-Rus Savaşı'nın devam ettiği yıllarda, İstanbul'da bulunan Yeniçeri Ağaları ile Nizam-ı Cedid'i ortadan kaldırma planları yapıyorlardı. Kendilerine Nizam-ı Cedid kıyafeti giydirmekle görevlendirilmiş olan Raif Mahmud Efendi'yi öldüren yeniçeriler, Kabakçı Mustafa'nın liderliğinde ayaklandılar.

Osmanlı hükümeti bu gelişmeler üzerine derhal toplanarak ayaklanma ile ilgili kararlar almak istedi. Ancak Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ayaklanmanın ciddi bir hadise olmadığını, Nizam-ı Cedid birliklerinin de olaya müdahale etmesinin yersiz olacağını bildirdi. Bu sayede meydanı boş bulan asiler, daha fazla taraftar topladılar. Nizam-ı Cedid'in kaldırılmasını isteyen asilere müdahalede çok geciken, Sultan Üçüncü Selim, Nizam-ı Cedid'i kapatmak zorunda kaldı. İstekleri yerine getirilen asiler buna rağmen ayaklanmaya son vermediler.

Sultan Üçüncü Selim'e olan yakınlıkları ile tanınan 11 devlet adamının kendilerine teslim edilmesini isteyen asiler, Şehzade Mustafa ve Şehzade Mahmud'un da hayatlarının tehlikede olduğunu öne sürerek kendilerine yollanmasını ve Sultan Üçüncü Selim'in tahttan inmesini istediler.

Bu istek karşısında Sultan Üçüncü Selim, "Böyle isyankar tebanın hükümdarı ve halifesi olmaktansa olmamak daha iyidir" diyerek padişahlıktan ayrıldığını açıkladı (29 Mayıs 1807).Sultan Üçüncü Selim, tahttan indikten sonra sarayda bir yıl daha yaşadı. Alemdar Mustafa Paşa'nın kendisini tekrar tahta çıkarmak için ayaklandığı sırada, Sultan Dördüncü Mustafa tarafından öldürüldü.

Başladığı ilerleme hareketlerinde başarısızlığa uğramakla beraber, Osmanlı İmparatorluğu'nda Avrupa'ya yönelişin ilk temelleri sayılacak önemli işler gördü. Avrupa askerlik örgütünü ve bilgilerini ülkeye sokması, müsbet bilimlere önem veren teknik okullar açması başarılı işlerindendir.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:02 PM

Kanuni Sultan Süleyman


Osmanlı padişahlarının onuncusudur (1495-1566). Batılıların «Muhteşem» sıfatıyla andıkları Sultan Süleyman, Osmanlı padişahlarının en büyüklerinden biridir. 25 yaşında tahta çıktı, 46 yıl saltanat sürdü. Osmanlı tahtında en çok kalan padişah oldu.

Cülus ve İlk Sefer

Babası Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine Manisa'dan gelen Süleyman I, 30 eylül 1520'de tahta çıktı (cülus). Tahta çıkışının şerefine yeniçerilere üçer bin akçe; sipahi, silâhtar, gureba ve ulufecilere biner akçe ulufe dağıttı ve hepsinin gündeliklerine zam yaptı. Mısır ileri gelenlerini serbest bıraktığı gibi, babasının koyduğu «ibrişim yasağı»nı da kaldırdı. Bu yasak yüzünden zarara uğrayanlara yüklü ödenek verdirdi. Kanunî Süleyman, ilk seferini 1521 yılında Belgrat'a yaptı 29 ağustos 1521'de Belgrat'ı fethetti.

Rodos ve Mohaç

Sultan Süleyman, ikinci seferini Rodos'a yöneltti. Rodos'u ele geçirerek uzun süreden beri burayı ellerinde bulunduran Saint-Jean şövalyelerinin varlığına son verdi. Dönüşte veziriazam Piri Mehmet Paşa'yı emekliye ayırıp yerine hasodabaşı Makbul İbrahim Paşa'yı veziriazamlığa atadı. Macarların ve Kutsal Roma-Germen imparatoru Karl V'in Osmanlı aleyhtarı davranışları üzerine üçüncü seferini gene Macaristan'a düzenledi. Mohaç Ovası'nda karşılaşan iki ordu arasında şiddetli ve kısa bir savaş oldu. Düşman büyük bir yenilgiye uğradı, Macaristan ve Budin fethedildi (1526).

Viyana önlerinde

Aradan çok zaman geçmeden Macaristan'a yeni bir sefer düzenlemek zorunda kalan Kanunî daha ilerilere giderek Viyana'yı kuşattı (1529). Ama kış bastırdığı için kuşatmayı kaldırdı. 1532'de Almanya üzerine yürüdü, ertesi yıl Almanlarla barış yapıldı, kral Ferdinand Macar tahtından vazgeçtiği gibi padişahın üstünlüğünü de kabul etti (1533).

İran seferleri

Batı barışından sonra doğuya dönen padişah, 1533-1555 arasında İran üzerine birçok sefer düzenledi. Irak'ı, Tebriz'i ve daha birçok yeri İranlılardan aldı.

Türk gölü: Akdeniz

Aynı yıllarda Türk donanması Preveze Zaferi'ni kazandığı gibi (1538), Hint Denizi'ne de seferler yaptı. Barbaros Hayrettin Paşa ve Turgut Reis kazandıkları zaferlerle Akdeniz'i bir Türk gölü haline getirdiler. Kanunî son seferini Zigetvar'a yaptı ve bu seferde hastalanarak öldü (1566). Cenazesi İstanbul'a getirilerek Süleymaniye Camii'nin yanındaki türbesine gömüldü.

Kanuni

Sultan Süleyman büyük bir asker ve yönetici olduğu kadar, âdil bir hükümdardı da. Ünlü «Kanunname»sinde imparatorluk içindeki herkesin ceza hukuku bakımından eşit olduğu ve aynı suçtan ötürü aynı cezayı göreceği yazılıdır. Kanunî, ülkesini genişletmekle kalmadı, güzelleştirdi de. Büyük Mimar Sinan'a birçok bina yaptırarak adını tarihe yazdı.

http://www.bilgilik.com/images/kanuni1.jpg

Kanunî Sultan Süleyman'ın bir portresi. Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Portreleri Galerisi, İstanbul.

http://www.bilgilik.com/images/kanuni2.jpg

Kanunî Sultan Süleyman'ın tuğrası. Topkapı Sarayı Müzesi Arşiv Dairesi, İstanbul.

«Tuğra» Osmanlı padişahlarının imza yerine kullandıkları özel bir işarettir. «Nişancı»lar tarafından çizilen (çekilen) bu işaret, ferman, berat... gibi resmî belgelere konurdu. Önce sadece padişahın ve babasının adı yazılan tuğralara zamanla «han, el muzaffer daima, adlî, gazi» gibi sözcükler ve çeşitli süslemeler eklenmiştir.

Damat İbrahim Paşa (1493-1536)

Kanunî Süleyman, Manisa'da sancakbeyi iken hizmetine aldığı İbrahim'i hasodabaşı yapmıştı. Padişah olduktan üç yıl sonra da veziriazam yaptı (1523); kızkardeşi Hatice Sultan'la evlendirerek onu damat edindi. Mohaç, Alman ve İrakeyn seferlerine katılan İbrahim Paşa büyük yararlıklar gösterdi. Kazandığı itibar padişahın gözünü korkuttu. Süleyman onu bit ramazan gecesi Topkapı Sarayı'nda boğdurdu (1536). Sultanahmet'teki İbrahim Paşa Sarayı'nı Kanuni onun için yaptırmıştı.

Şehzade Mustafa (1515-1553)

Kanuni'nin büyük oğludur. Bilgili ve akıllı bir şehzade idi, en büyük oğul olması nedeniyle de tahtın vârisiydi. Padişahın gözdesi Hürrem Sultan, kendi oğullarından birini padişah yapabilmek için entrikalar çevirdi. Kanuni, oğlunun kendisini tahttan indireceğine inandırıldı. O da Iran Seferi'ne çıkarken, Amasya valisi olan Mustafa'yı bir fermanla çağırdı ve çadırına giren oğlunu oracıkta boğdurdu. Orduda ayaklanmalar olduysa da yatıştırıldı. Bu olayın üstüne birçok ağıt yazılmıştır. Sonradan Kanunî oğlu adına, bir anıt olarak. Şehzade Camii'ni yaptırmıştır.

http://www.bilgilik.com/images/kanuni3.jpg

Hürrem Sultan'ın bir portresi. Osmanlı sarayına Kırım'dan getirilmiş Rus asıllı bir cariye olan Hürrem Sultan, Kanunî'nin gözdesi ve sonra da nikâhlı karısı oldu. Oğulları şehzade Selim ve Bayezit ile damadı Rüstem Pasa lehine olduğu kadar, pek çok siyasal konuda padişahı etkilediğine inanılır. Süleymaniye Camii'ndeki Kanunî Türbesinin yanında yer alan Hürrem Sultan Türbesi (1558), Mimar Sinan'ın eseridir.

http://www.bilgilik.com/images/kanuni4.jpg

Kanunî Sultan Süleyman'ı sefer sırasında gösteren bir minyatür. Topkapı Sarayı Müzesi Arşiv Dairesi, İstanbul.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:02 PM

Kapitülasyonlar


Sözlük anlamıyla; bir ülkenin, vatandaşlarının zararına olacak şekilde yabancılara verilen ayrıcalıklardır. Osmanlı Devleti'nde Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1535'de ilk kez padişah fermanıyla Fransızlara tanınan hakların tümüdür.

Fransa Kralı I. François 1525'de Cermen İmpapartoru V. Carlos tarafından esir alınmış bunun üzerine Kralın annesi Kanuni'ye bir mektup yazarak yardım istemiştir. Bu sırada Mohaç Seferi'ne çıkacak olan Kanuni, bu yardımla Habsburglarla yakınlaşma sağlanabilir düşüncesiyle, yardım etmeyi kabul etmiştir. Fakat herşey Sultan Süleyman'ın planladığı gibi olmamış, Fransız dostluğu zamanla resmi bir kimlik kazanmıştır.

1535'te Fransızlarla Osmanlı Devleti arasında imzalanan antlaşmayla Fransızlara birtakım haklar verilmiştir. Kapitülasyonlar, bu dostluk antlaşmasının yarattığı yakınlaşma ortamında verilmiş olan haklardır. Buna göre; Fransız bayrağı taşıyan gemiler Osmanlı egemenliğinde bulunan bütün limanlarda serbestçe ticaret yapabileceklerdi. Diğer yabancı devletler gemilerini, Osmanlı egemenliğinde bulunan denizlerde ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceklerdi.

Bu sayede Fransızlar kapitülasyonlar gereği Osmanlı denizlerinde serbestçe ticaret yapma özgürlüğüne kavuşmuştu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Katoliklere ibadet özgürlüğü verilmesi, Fransız konsoloslarına kendi vatandaşlarıyla ilgili sorunların çözümlenmesinde yargı yetkisi tanınması gibi hükümler, daha sonraki yıllarda İmparatorluğun zayıflamasıyla, devletin bağımsızlığını yok edecek kurallar haline getirilmiştir.

1569, 1581, 1597, 1614, 1673 ve 1740 yıllarında yeni kapitülasyonlar verilmiştir. 1740 kapitülasyonlarıyla, Fransa'ya tanınan haklar daha da genişletilmiş, diğer batılı ülkelere de aynı hakların tanınması kabul edilmiştir. 1740 kapitülasyonlarından sonra Osmanlı sınırları içerisindeki yabancı devletlere çok geniş ticaret yapma olanakları sağlanmış, hatta bu haklar sayesinde İstanbul'da yanacı postaneler açılmıştı.

Sevr Antlaşması'nın imzalanmasıyla kapitülasyonlardan yararlanma hakkı Yunanistan ve Ermenistan'a verilmiş, yabancı gemilere, Türk gemilerine tanınan bütün hakların tanınması kararlaştırılmıştır. 22 Mart 1922'deki Sakarya Zaferi'nden sonra Paris'te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri bakanları konferansında ise İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Türkiye ve kapitülasyonlardan yararlanan öbür devletlerin katılmasıyla kurulacak bir komisyonca kapitülasyon hükümlerinin gözden geçirilmesi konusunda karara varılmıştır. Kapitülasyonlar Lozan Barış Antlaşmasıyla yürürlükten kalkmıştır.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:03 PM

Kapıkulu Ocakları



Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu. Bu birlikler tımarlı sipahiler, akıncılar, azaplar, voynuklar, martoloslar ve cerahorlarla destekleniyordu.

I. Murad döneminde (1360-89) örgütsel kuruluşu tamamlanan kapıkulu ocakları, 16. yüzyılda yeniden düzenlendi. Bu yapıda, yaya ve atlı olarak iki ana sınıf vardı. Acemi oğlanları, yeniçeriler, cebeciler, topçular, top arabacıları yay sınıfını, sipahiler, silahdarlar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler, sol garipler de atlı sınıfı oluşturuyordu.

Kapıkulu ocakları, Bektaşiliğin güçlü biçimde örgütlendiği Osmanlı kurumlarındandı ve bu nedenle ocağa Ocağ-ı Bektaşiyan, askerlerine taife-i Bektaşiye, ocak subaylarına sanadid-i Bektaşiyan, yükselme yoluna da ilsile-i Bektaşiyan deniliyordu. Bektaşilikteki alegorik simgeler de (örn. börk, kazan) aynen kapıkulu ocaklarına alınmıştı ve Bektaşi dervişleri ocak ortalarının üyesi sayılıyordu.

Osmanlı Devleti'nin sınırları genişledikçe kapıkulu ocaklarında da yeni düzenlemelere gidildi. İstanbul'un alınışından sonra, Gelibolu'daki Acemi Ocağı dışında İstanbul'da ikinci bir Acemi Ocağı kuruldu. Ağa bölükleri de kapıkulu kısmına alındı; ocak subaylarının rütbeleri ve yetkileri belirlendi. Sınır boylarındaki kalelerin korunması için, kapıkulu kapsamında yerlikulu yeniçerisi (gönüllü yeniçeri), cebeci, topçu, lağımcı, humbaracı ortaları kuruldu.

Kapıkulu ocaklarında, devşirme ve pençik yasalarına göre asker yetiştirilirdi. Adaylar (devşirmeler ve pençik oğlanlar) acemi ocaklarındaki eğitimden sonra "kapıya çıkma" denen işlemle ömür boyu asker olarak kapıkulu sınıflarına alınırlardı. Başka bir meslek edinmeleri ve evlenmeleri yasaktı. Bütün kapıkulu askerleri oda denen kışlalarda cemaatler oluşturur, her cemaat de kendi içinde bölüklere ayrılırdı.

Savaşçı bir sınıf olan kapıkuluların görevleri katı ve ödünsüz kurallara bağlanmıştı. Bu kurallara kavanin-i yeniçeriyan denirdi. Kapıkulları kent güvenliğinden ve sınırların korunmasından sorumluydu. Silah olarak genellikle tüfek, kılıç, ok ve yayi kalkan, mızrak kullanırlardı.

Osmanlı padişahının kapıkulu ocaklarının Birinci Ortası'nın yoldaşlarından sayılması, ulufe günü yeniçeri ağası giysisi ile kışlaya gelmesi ve ulufesini alması, at üstünde bir kase şerbet içmesi gelenekti. Ulufeleri üç ayda bir galebe divanında dağıtılan kapıkulları padişahların tahta çıkışları (cülus) ve sefere gidişlerinde de bahşiş alırlardı. Kapıkulu kışlalarının bir bölümü Atmeydanı'nda, bir bölümü Şehzadebaşı'ndaydı.

Kapıkullarının disiplini 17. yüzyılda bozuldu. Devşirme ve pençik sistemleri işlemez duruma geli ve ocağa rasgele asker alınmaya başlandı. İstanbul'da sık sık çıkan ayaklanmalar, genellikle kapıkullarınca yönlendiriliyordu. 1632'de IV. Murad'ın reform girişimi geçici bir iyileşme sağladı. Köprülüler döneminde de ocaklardaki disiplin yeniden kuruldu. II. Mustafa'nın, III. Ahmed'in, III. Mustafa'nın ve III. Selim'in bu konudaki reform çabalarının çoğu büyük ayaklanmalar karşısında başarısızlıkla sonuçlandı. II. Mahmud 1826'da ocağın humbaracı, barutçu, lağımcı gibi teknik sınıflarını köklü reformlarla yeniden örgütlerken, öbür kapıkulu ocaklarını kaldırdı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:03 PM

Karlofça Antlaşması


Sultan İkinci Mustafa döneminde Avusturya üzerine üç büyük sefer düzenlendi. Ancak 11 Eylül 1697'de uğranılan Sente mağlubiyeti ile Osmanlı Devleti bir anda savunmasız kaldı. Bu arada Venedikliler Mora ve Dalmaçya'ya, Lehistan ise Boğdan'a saldırdı. Aynı dönemde Rusya'nın başına Deli Petro geçmişti. Deli Petro ordusunu modernize etmiş, boğazlardan Akdeniz'e inme ve Karadeniz'e egemen olma çabalarına girişmişti.

1695'deki saldırıda başarısız olmuş, fakat bir yıl sonra Azak Kalesini ele geçirmişti (6 Ağustos 1696). Uzun süren savaşlar sonunda Osmanlı Devleti yorgun düşmüştü. Özellikle İngiliz hükümetinin araya girmesi sonucu, Sultan İkinci Mustafa barışa razı oldu.

İmzalanan Karlofça Antlaşmasıyla Banat ve Temeşvar hariç, bütün Macaristan ve Erdel Beyliği Avusturya'ya, Ukrayna ve Podolya Lehistan'a, Mora ve Dalmaçya kıyıları Venediklilere bırakıldı (26 Ocak 1699). Karlofça Antlaşması Osmanlı Devleti'nin toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemi başlar. Ayrıca bir yıl sonra Rusya ile de bir antlaşma yapıldı.

14 Temmuz 1700 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması ile Azak kalesi Rusya'ya bırakıldı.Tarih 1703 yılına gelmiş, Osmanlı Devleti'nin kötü gidişine dur denilememişti. Padişah tahta çıktığında söylediklerini unutmuş gibiydi. "Zevk ve sefa bana haram olsun" dediği halde, av partileri düzenliyor, aylarca av peşinde dolaşıyordu. Devlet işlerini sadrazamlarına ve eski hocası olan sonradan şeyhülislam yaptığı Feyzullah Efendi'ye bırakmıştı. Bu durum ordu içinde hoşnutsuzluğa yol açtı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:03 PM

Kasr-ı Şirin Antlaşması


Bugünkü İran sınırımızın çizildiği, Osmanlı Devleti ile İran arasında imzalanan antlaşmadır. Osmanlı-İran Savaşları, İran Şahı I. Abbas'ın ölmesi ve IV. Murad'ın tahta çıkarak yönetimi ele almasıyla Osmanlı Devleti'nin lehine gelişmiştir. Sultan IV. Murad 1635'de Revan (Erivan) ve Bağdat'ı geri aldı. İran'ın barış istemesi üzerine Hulvanrud Irmağı'nın kıyısında bulunan Kasr-ı Şirin'de bir antlaşma imzalandı. Antlaşma gereğince:

Bağdat, Bedre, Hassan, Hanıkin, Mendeli, Derne, Dertenk ile Sermenel'e kadar olan alanlar Osmanlılara bırakılacaktı.

Derbe, Azerbaycan ve Revan İran sınırları içinde kaldı.

İran'ın kuzey sınırı, Kars, Ahıska ve Van Osmanlı topraklarında kalacak biçimde belirlendi.

Sınırın her iki tarafında kalan kalelerin ve istihkamların yıkılması öngörüldü.

Antlaşmanın sonuna eklenen bir madde ile İran'da, ilk üç halife (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman) ile Hz. Muhammed'in eşi Hz. Ayşe'ye hutbelerde "seb ve lanet" edilmemesi koşulu kondu. Bu antlaşma 1722 yılına kadar yürürlükte kaldı ve 1723'te başlayan savaş sonrasında 1747'de yeniden yürülüğe konuldu.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:03 PM

Kosova Savaşları


türklerin Balkanlar'da egemenlik kurmasını sağlayan ve 59 yıl arayla aynı yerde, dede-torun aynı adı taşıyan iki padişahın yönetiminde yapılan iki büyük savaş.

Birinci Kosova Savaşı (1389)

Murat Hüdavendigâr'ın Anadolu'da bulunmasından yararlanan bir Sırp ordusu Balkanlar'daki küçük Osmanlı ordusunu bozmuş, bu durum Avrupalıları yüreklendirmişti. Bunun üzerine Avrupalılar bir Haçlı Seferi düzenlemeğe karar verdiler. Amaçları Türkleri Balkanlar'dan atmaktı. Başta Macaristan ve Lehistan olmak üzere Bosna, Sırbistan, Eflak-Boğdan, Bulgar, Hırvat ve Hersek krallık, prenslik ve dukalıkları biraraya geldi. Anadolu'daki Karamanoğlu Beyliği de bunları destekliyordu. Venedik de onlardan yanaydı.

Sultan Murat I, oğullan Bayezit ve Yakup'u da yanına alarak Rumeli'ye geçti. Sırbistan ile Arnavutluk arasındaki Kosova Ovası'nda iki ordu karşılaştı. Haçlılar sayı üstünlüğüne güvenerek hemen saldırıya geçtiler. Sekiz saat süren şiddetli bir çarpışma sonunda düşman ordusu yenilgiye uğradı. Ölüler arasında Sırbistan kralı Lazar da bulunuyordu. Ne var ki, bu savaşın sonunda Sultan Murat da, yanına hile ile sokulan bir Sırp soylusu tarafından vurularak öldürüldü.

İkinci Kosova Savaşı (1448)

Balkan devletleri altıncı kez Osmanlılara karşı bir Haçlı Seferi düzenlediler. İki ordu gene Kosova Ovası'nda karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusunun başında Sultan Murat II ve yanında oğlu şehzade Mehmet (Fatih) bulunuyordu. Meydan savaşı üç gün-üç gece sürdü. Türk ordusundaki topçu gücü savaşın sonucunu etkiledi ve sonunda düşman ordusu savaş meydanını terk etti. Bundan sonra düşman yüzyıllar boyunca bir daha Tuna'dan bu yana geçemedi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:05 PM

Küçük Kaynarca Antlaşması



Sultan Birinci Abdülhamid, Osmanlı-Rus savaşının kötü şekilde devam ettiği bir dönemde tahta geçti. Ruslara karşı konulamayacağını anlayan Osmanlı Devleti, 21 Temmuz 1774 tarihinde Küçük Kaynarca Antlaşması'na imza attı.

Bu antlaşmaya göre Kırım'a bağımsızlık verildi. Ruslar; Karadeniz'de ticaret yapıp, donanma bulundurabilecekler, Balkanlarda Ortodoks toplulukların haklarını koruyacaklardı. Osmanlı Devleti Rusya'ya savaş tazminatı verecek, ancak Rusya Eflak, Boğdan, Beserabya ve Akdeniz'de işgal ettiği adaları Osmanlı Devleti'ne geri verecekti. Fakat bu bölgelerde Osmanlı Devleti genel af ilan edecek, halka din ve mezhep özgürlüğü verecek, halktan vergi almayacak, isteyen istediği yere göç edebilecekti.

Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin kurulduğu günden bu yana imzaladığı, şartları en ağır antlaşmadır. İlk defa, halkı tamamen Türk ve Müslüman olan Kırım gibi bir eyalet kaybedilmişti. Karadeniz'in bir Türk gölü olma özelliği de böylece sona ermiş oldu. Osmanlılar ilk kez, bir devlete savaş tazminatı verdiler. Rusya'ya kapitülasyonlardan yararlanma imkanı verildi. Rus ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçme hakkına sahip oldular. Rusya bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışma imkanını da bulmuş oldu.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:05 PM

Kırkpınar Güreşleri


Tarihi Kırkpınar Güreşleri�nin doğuşuna ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan en yaygın olanı kısaca şöyledir: 1346 yılında Orhan Gazi�nin Rumeli�yi ele geçirmek için düzenlediği seferler sırasında, kardeşi Süleyman Paşa, 40 askerle Bizanslılara ait Domuzhisar�ın üzerine yürür. Baskınla burasını ele geçirirler. Diğer hisarların da ele geçirilmesinden sonra, 40 kişilik öncü birlik geri dönerler ve şimdi Yunanistan�ın topraklarında kalan Samona�da mola verirler.

40 cengaver, burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşlerde, adlarının Ali ile Selim olduğu rivayet edilen iki kardeşin bir türlü yenişemedikleri görülür. Daha sonra bir Hıdrellez gününde, Edirne yakınlarındaki Ahıköy Çayırı'nda aynı çift, yeniden güreşe tutuşurlar. Bütün bir gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen kardeş pehlivanlar, gece boyunca da mum ve fener ışığında mücadelelerini sürdürmeye devam ederler.

Ancak solukları kesilerek oldukları yerde can verirler. Arkadaşları onları, aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk, orada yatanların anısına o yöreye, "Kırkpınar" adını verirler.

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Kırkpınar Güreşleri, Edirne ile Mustafapaşa yolu arasındaki "Virantekke" denilen yerde düzenlenmiştir. Cumhuriyet�ten sonra 1924 yılında ise güreşler, Edirne�nin Sarayiçi Mevkii'nde yapılmaya başlanmıştır.

Kırkpınar Güreşleri, 1928 yılına kadar ağaları tarafından düzenlenmiştir. Güreşlerdeki ödülleri ve misafirlerin ağırlanmasını hep ağalar karşılamıştır. Ancak 1928 yılında ülkede meydana gelen ekonomik sıkıntılar nedeniyle ağalığa talip çıkmayınca, güreşlerin organize ve gelenleri ağırlama işi Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından üstlenilmiştir. 1946 yılında ise Tarihi Kırkpınar Güreşleri, Edirne Belediyesi�nce düzenlenmeye başlanmıştır.

Pehlivan

Pehlivan sözcüğü, Farsça'dır. Selçuklular zamanında, kahramanlık gösteren savaşçılara, üstün başarı kazanan atıcı, güreşçi, gürzcülere Pehlivan denildiği bilinir. Pehlivan deneyiminin bu anlamda kullanılışı Sultan II. Mahmut döneminin sonuna kadar sürmüştür.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:05 PM

Kırım Savaşı

Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti içinde gerektiği ilgiyi görmese de, Avrupa'da ses getirdi. Bu sıralarda, Tuna boylarında ilerlemeye başlayan Rusya, Osmanlı topraklarına son vermek ve bu toprakları Avrupalı devletler arasında pay etmek istiyordu. Ayrıca Rusya, Osmanlı Ortodokslarının haklarının kendisine bırakılmasını da istiyordu. Ancak Rusya'nın hesabı tutmadı. İngiltere ve Fransa bu planı kabul etmeyerek, Rus saldırısı karşısında Osmanlı Devleti'nden taraf oldular.

Ruslar, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinden destek alan Osmanlı kuvvetleri karşısında yenilgiye uğradılar ve Sivastopol ele geçirildi (1855). Osmanlı Devleti karşısında uğradığı yenilgiler yüzünden intihar eden Rus Çarı Birinci Nicolay'ın yerine tahta geçen Çar İkinci Alexander, barış istemek zorunda kaldı. 1856 yılında yapılan Paris Antlaşmasına göre; Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayılacak, toprakları Avrupa devletlerinin kefaleti altında olacaktı. Karadeniz'de her iki tarafın da savaş gemileri bulundurulmayacaktı. Taraflar aldıkları yerleri birbirlerine geri vereceklerdi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:06 PM

Kösem Sultan



Mahpeyker Kösem Sultan olarak da bilinen valide sultan. Rum ya da Boşnak asıllıdır. Osmanlı sarayına cariye olarak girdi. I. Ahmet'in dikkatini çekerek onunla evlendi. Kısa sürede sarayın en güçlü kadını oldu. 1623'te henüz küçük yaşta olan oğlu IV. Murat tahta çıkınca valide sultan olarak devleti oğlu adına yönetti. 1640'ta tahta çıkan küçük oğlu I. İbrahim döneminde ise devlet yönetimine tümüyle egemen oldu.

1648'de I. İbrahim tahttan indirilip yerine yedi yaşındaki oğlu IV. Mehmet geçirildi. Bu dönemde de büyük valide sanıyla devleti yönetti. Yirmi yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti'nin yönetiminde etkin olan Kösem Sultan, IV. Mehmet'in annesi Turhan Sultan'ın kendisine karşı giriştiği iktidar mücadelesi sonucu, Topkapı Sarayı'ndaki dairesinde öldürüldü (1651).

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:06 PM

Lale Devri


1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti'nde yeni bir dönem başlamıştı. 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanına kadar, 12 yıl süren bu döneme Lale Devri denir. Sultan Üçüncü Ahmed ve Damat İbrahim Paşa barışçı bir siyasetten yanaydılar. Lale Devri de bu barışçı politikaların bir ürünü olarak ortaya çıkmıştı.

Lale Devri'nde edebiyat, kültür ve sanat alanında gelişmeler olduğu gibi, teknik konularda da Avrupalı devletlerden etkilenilerek bazı yenilikler gerçekleştirildi. Bu dönem de Avrupa'ya ilk kez geçici elçiler gönderildi. 1727 yılı ortalarında Osmanlı Devleti'nde de matbaa kurulması için düzenlenen padişah fermanı üzerine, Paris Elçisi 28. Mehmed Çelebi'nin oğlu Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika ilk matbaayı kurdular (16 Aralık 1727).

Lale Devri'nde Yalova'da bir kağıt fabrikası kuruldu. İstanbul'da sık sık çıkan yangınları daha hızlı kontrol altına almak için, yeniçeriler içinden bir itfaiye örgütü oluşturuldu. Yine İstanbul'da bir kumaş fabrikası ve bir çini imalathanesi açıldı. Her tarafta birçok köşk, saray ve lale bahçeleri yapıldı. Ayrıca Doğu kültürünün klasik eserleri ilk kez Türkçe'ye çevrildi. İstanbul'da halk yıllar süren savaşlardan sonra böyle bir dönem yaşamanın mutluluğu içerisinde idi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:06 PM

Mehmed Çelebi


Sultan Mehmed Çelebi, 1389 yılında Edirne'de doğdu. Babası Yıldırım Bayezid, annesi de Germiyanoğullarından Devlet Hatun'dur. Orta boylu, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, kırmızı yanaklı ve geniş göğüslüydü. Kuvvetli bir vücuda sahipti. Gayet hareketli ve cesurdu. Güreş yapar ve çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi.

Padişahlığı süresince bizzat 24 savaşa katılan Mehmed Çelebi, bu savaşlarda kırka yakın yara aldı. Başında kullanmış olduğu sarık, altın işlemeli kavuğu ile gayet güzel görünürdü. İçi kürklü ve yakası dik olan bir kaftan giyinirdi. Sultan Mehmed Çelebi Müslümanlara karşı göstermiş olduğu adaleti, aynı zamanda Hıristiyan topluluklara karşı da gösterirdi.

İyi bir idareci ve politikacıydı. Tahsilini Bursa Sarayı'nda tamamladı. Daha sonra babası tarafından Amasya sancakbeyliğine tayin edildi ve bu sırada devlet işlerini öğrendi. Fetret Devri'nden sonra Anadolu'daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başaran Sultan Mehmed Çelebi'ye Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci kurucusu gözüyle de bakılabilir. Sultan Mehmed Çelebi 26 Mayıs 1421 de Edirne'de vefat etti. Ölüm haberi gizlendi. Osmanlı Padişahları arasında ölümü gizlenen ilk padişah o oldu. Cenazesi Bursa'ya getirilerek Yeşil Türbe'ye defnedildi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:06 PM

Mehmed Reşad

Sultan Mehmed Reşad 2 Kasım 1844 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Abdülmecid, annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. Annesi Çerkezdir. Çocukluğu, padişah olan babasının yanında geçti. Eğitim ve öğrenimine gereken önem gösterildi.

Sultan Mehmed Reşad, amcası Sultan Abdülaziz zamanında rahat bir şehzadelik yapmasına rağmen ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid zamanında sarayda hapis hayatı yaşadı. Veliaht olduğu için devamlı kontrol altında tutuluyordu. Sultan Mehmed Reşad günlerini haremde geçirir, şiir ve kitap okurdu.

Sultan Beşinci Mehmed Reşad, İttihat ve Terakki partisinin desteğiyle tahta çıktığında 65 yaşındaydı. Sultan İkinci Abdülhamid'in padişahlığı sırasında devlet işleriyle yeterince ilgilenmemişti. Padişahlığı sırasında yönetim daha çok İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenlerinden Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa'nın eline geçmişti.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:06 PM

Mehmed Vahdeddin


Sultan Mehmed Vahdeddin otuz altıncı ve son Osmanlı padişahıdır. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülistu Kadın Efendi'dir. 2 Şubat 1861 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, Sultan Mehmed Vahdeddin doğduğu yıl, annesi Gülistu Kadın Efendi de, o henüz çok küçükken vefat etmişlerdi. Çocuk denecek yaşlarda hem öksüz, hem yetim kalan Sultan Mehmed Vahdeddin, babası Sultan Abdülmecid'in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü.

Sultan Abdülaziz'in saltanatı sırasında henüz bir çocuk olduğu için serbest yetişti. Eğitim ve öğrenimi ile ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid henüz padişah değilken bile yakından ilgilendi. Sultan İkinci Abdülhamid, saltanat yıllarında da bu tutumunu değiştirmedi, ona hep değer verdi ve onu korudu. Bu yüzden ağabeyinin saltanat yıllarında rahat bir hayat yaşadı.

Sultan Mehmed Vahdeddin, çok okurdu, okuduğunu iyi anlardı. Özellikle fıkha ait eserler ilgisini çekmişti. Kitabeti ve imlâsı düzgündü. Zekî bir insandı, fikirlerini kâğıt üstüne aktarmakta zorluk çekmezdi. Çok nazik bir insan olan Sultan Mehmed Vahdeddin, Viyana seyahati sırasında hem yanındakileri hem de yabancıları nezaketine hayran bırakmıştı. Az konuşur, daha çok dinlemeyi sever ve birisini dinlerken pür dikkat kesilirdi.

Sultan Mehmed Reşad, padişah olduğu zaman, yaş bakımından Sultan Mehmed Vahdeddin'den daha büyük olan Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzeddin veliaht idi.Yusuf İzzeddin'in ölümü üzerine veliahtlığa Sultan Mehmed Vahdeddin getirildi. Veliaht olarak bulunduğu yıllarda, Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş sırasında Osmanlı Devleti'nin veliahtı olarak Almanya'ya resmî bir gezi yaptı. Bu seyahatinde yanında Mustafa Kemal de bulundu. Sultan Mehmed Reşad'ın ölümü üzerine, Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin sanı ile padişah oldu.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:07 PM

Mehter


Osmanlı Devleti'nin askeri mızıkası.

Kısaca mehter denen mehterhane veya mehter takımı Osmanlı Devleti'nin askerî mızıka kuruluşudur. Pa�*dişaha özgü olanına «Mehterhanei Hümayun» veya «Mehterhanei Hakanî» denirdi.

Ortaçağ'da, Îslâm devletlerinde bağımsızlığın üç maddî simgesinden biri de askerî mızıka takımı idi. Bun�*ların üçüne birden «sikke vü tabl-u alem» denirdi. Sikke, madenî para, tabi, davul, alem de sancak veya bayrak anlamına gelir, Îslâm devletlerinin hepsinde sultanların, hattâ bir ilde valilik yapan şehzade ve emirlerin mehter takımları vardı.

Kuruluş olarak Mehter Osmanlılara Selçuklulardan geçmiştir. Hattâ Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat III'ün uçbeyi Osman Gazi'ye saltanat ve bağımsızlık simgesi olarak «tabl-u alem» (davul ve sancak) gönderdiği söylenir.

Mehterhane

Osmanlı Devleti'nde mehterhane Yeniçeri Ocağı'nın bir parçasıydı. Evliya Çelebi'nin yazdığına göre XVII. yy.ın ortalarında İstanbul'daki Mehterhanei Hümayun'da 300 sanatkâr vardı ve bunların hepsi askerdi. Bundan başka Yedikule, Eyüp, Kasımpaşa, Galata, Tophane ve Boğaziçi hisarlarında ayrı mehter takımları vardı. Buralarda sabah ve akşam vakit�*lerinde bu mehter takımları iki «nöbet vururlar», yani konser verirlerdi.

Mehterhanei Hümayun savaşta orduyla birlikte bulunur, çaldığı ezgilerle askere şevk ve heyecan verir, düşmana korku salardı. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırılınca ona bağlı olan mehterhane de kaldırılarak yerine batılı biçimde bir mızıka takımı (Mızıkayı Hümayun) kuruldu. 1911'-de bu kuruluş «Mehterhanei Hakanî» adıyla yeniden düzenlendi. Mehterhane Birinci Dünya Savaşı'nda ve Kurtuluş Savaşı sırasında da hizmet gör�*dü. Ama Cumhuriyet yönetiminin kurulmasıyla birlikte ortadan kalktı.

Mehter Müziği

Mehterhanede çalınan Türk askerî müziği kös, davul, nakkare, kudüm, zurna, nefir, nısfiye, zil, zilli maşa ve bunlara benzer özel çalgılarla çalınır. Bir mehterde bu çalgılardan eşit sayıda birkaç takım birarada bulunur. Dokuz kat mehter denen en kalabalık çalgılı mehter takımı padişahlara özgüydü. Mehter takımınca çalınan eserlerin bir kısmı sözlü müzik (mehter marşları, türküler v.b.), bir kısmı da çalgı müziği tarzındadır. Mehterde usul vurma (tempo) âletleri ve nefesli sazlar önemli yer tutar.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:07 PM

Mercidabık Zaferi


Fatih Sultan Mehmed devrinden kalan anlaşmazlık ve İran Seferi, Mısırlıların ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden oldu. Yavuz Sultan Selim, bu ittifakın yapılacağını öğrenince Mısır seferine karar verdi. Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516'da Mısır seferine çıktı. 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştı.

Mısır Sultanlığı'na bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim oldular. Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'da oldu. Mısır Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamadı. Mısır hükümdarı Gansu Gavri ölü olarak bulundu. Kazanılan Mercidabık zaferi sonunda Suriye'nin kapıları Osmanlılara açılmış oldu.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:07 PM

Mondros Ateşkes Antlaşması

Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu devletler topluluğu, Birinci Dünya Savaşı'nda yenilince, Osmanlı Devleti de savaştan çekildi. İttihat ve Terakki Partisi Üyeleri, gizlice yurdu terkettiler.

Talat Paşa'nın istifası üzerine iktidara geçen Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, İngilizler aracılığıyla Anlaşma (İtilaf) Devletleri'nden barış istedi. Bahriye Nazırı Rauf Bey'in başkanlığındaki Osmanlı Kurulu ile Anlaşma Devletleri adına İngiliz Amirali Caltrop, Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda yapılan Mondros Ateşkes Antlaşması, Mebusan Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edilmiştir.

İmzalanma Nedenleri

Almanya'nın yenilmesi: Alman desteği olmadan, Osmanlı Devleti'nin savaşı sürdürecek gücünün olmaması.

Wilson İlkeleri'nin yayınlanması: İngilizlerin hoşgörüsüyle, daha sonra kârlı bir barış antlaşmasının imzalanacağının sanılması.

Padişahın, İngilizlerin yardımıyla saltanatı ve halifeliği korumak istemesi.

Koşulları

İstanbul ve Çanakkale Boğazları açılacak ve bu yerlerdeki askeri üsler, İtilaf Devletleri'nce işgal edilecektir.

Ordu terhis edilecek, orduya ait silahlar, taşıtlar, cephane ve donatım, İtilaf Devletleri'ne teslim edilecektir.

Donanma, İtilaf Devletleri'nin gösterecekleri limanlarda gözaltında tutulacaklardır.

Osmanlı Devleti, müttefikleriyle olan bütün ilişkilerini kesecektir.

Toros tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir.

Bütün haberleşme, ulaşım araç ve gereçleri İtilaf Devletleri'nin denetimi altında bulundurulacaktır.

İtilaf Devletleri, kendi güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecektir.

Anlaşma imzalandığında, Anadolu dışında bulunan Türk Askerleri, en yakın İtilaf Devleti askeri birliklerine teslim olacaktır.

Vilayet-i Sitte denilen Doğu Anadolu'daki 6 ilde (Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis) karışıklık çıktığı takdirde İtilaf Devletleri bu illerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdir.

Önemi

Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, fiilen sona ermiştir.

Kayıtsız şartsız teslim belgesi özelliği taşıyan bu antlaşma, Osmanlı'nın bütünüyle işgal edilmesine elverişli ortam hazırlamaktaydı.

Boğazların işgali ile Anadolu ve Rumeli bağlantısı kesilecek, İstanbul'un güvenliği de tehlikeye düşecekti. Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki egemenliği sona ermiş olacaktır.

Ordunun büyük bir bölümü terhis edilip, silahlarına el konulacaktı. Bu uygulama ile Osmanlı Devleti, savunma gücünden yoksun bırakılacaktı.

7. maddenin uygulanmasıyla, Wilson İlkeleri'ne göre Türklerin denetiminde kalması gereken Anadolu Toprakları da İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiştir.

24. maddenin uygulanmaya çalışılması sonucunda, doğudaki Ermeniler, bağımsız bir devlet kurmak amacıyla ayaklanmışlardır.

Toros tünellerinin işgali, telgraf, telefon ve telsizin denetim altında tutulması, ülkenin tümüne yönelik işgalin ilk işaretleridir.

Uygulanması

İngilizler; Musul, Antep, Urfa, Maraş, Batum, Kars'ı işgal etmişler, Samsun ve Merzifon'a asker göndermişlerdir.

Fransızlar; Dörtyol, Mersin ve Adana Yöreleri ile Afyon'u işgal ettiler.

İtalyanlar; Antalya, Bodrum, Kuşadası, Marmaris, Konya çevresine asker çıkarmışlardır.

13 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri gemileri İstanbul Limanı'na demir attı.

İstanbul fiilen işgal edildi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:08 PM

Navarin Olayı


Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, Yunanlılar da Fransız İhtilali'nin etkisi altında kalmışlardı. Rusya ve Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ile birlikte, Etnik-i Eterya Cemiyeti'nin çalışmaları sonucu Yunanlılar Osmanlı Devleti'ne karşı harekete geçtiler. Etniki Eterya cemiyetinin amacı Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmaktı. Rus Çarının yaveri Alexander İpsilanti'nin kurduğu bu cemiyet Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa'nın varlığından dolayı rahat hareket edemiyorlardı.

Tepedelenli Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimine karşı isyan etmesini fırsat bilen Yunanlılar ayaklandılar. Eflak'da başlayan bu ayaklanma kısa bir sürede bastırıldı.İkinci isyan Mora'da çıktı. Kısa sürede genişleyen bu isyanı bastırması için, başarılı olduğu takdirde Mora ve Girit valilikleri vaad edilen Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa görevlendirildi.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki kuvvetli bir ordu ve donanmayı Mora'ya gönderdi ve isyanın bastırılmasını sağladı. Yunan İsyanın bastırılması Avrupa'da büyük üzüntü yarattı.Ayrıca Mora ve Girit'in Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın eline geçmesi İngitere'nin işine gelmemişti. Zayıf bir Yunan Devleti'nin kurulması İngiltere ve Rusya'nın çıkarlarına daha uygundu.

İngiltere, Rusya ve Fransa aralarında bir antlaşma yaparak Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini istediler. Sultan İkinci Mahmud'un bu isteği reddetmesi üzerine Mora'nın Navarin Limanında demirlemiş olan Osmanlı donanması yakıldı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:08 PM

Niğbolu Zaferi


Osmanlıların Rumeli'deki faaliyetlerinin devam etmesi, akıncıların Bosna'ya ve Arnavutluk'a kadar ilerlemeleri Haçlıları telaşa düşürdü. Macar Kralı Sigismund, Papa'nın da desteğiyle başta Fransız, İngiliz ve Alman kuvvetleri olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinin katılımıyla oluşan Haçlı Ordusu'nun başına geçti. Bu ordu 1396 yılının Mayıs ayında harekete geçti.

Bu ittifakın amacı beş yıldır kuşatma altında bulunan İstanbul'u kurtarmaktı. Haçlılar Tuna kıyısındaki Niğbolu kalesini kuşattılar. Kale kumandanı Doğan Bey, Yıldırım Bayezid komutasındaki Osmanlı Ordusu yetişinceye kadar kaleyi başarıyla savundu. 1396 yılında Niğbolu kalesi önlerinde çok kanlı çarpışmalar oldu. Haçlılar, tarihe Niğbolu Savaşı olarak geçen bu çatışmada büyük bir bozguna uğradılar. Savaş sonunda Haçlıların aldığı yerler Osmanlı Devletine geçti.

Bulgar Krallığı ortadan kaldırıldı ve Macaristan içlerine doğru akınlar yapıldı. Haçlı dünyası yarım yüzyıl Türklerin üzerine yürümeye cesaret edemedi. Bu savaştan sonra Yıldırım Bayezid'e Abbasi Halifesi tarafından "Sultan-i iklim-i Rum" yani "Anadolu Sultanı" ünvanı verildi.Niğbolu Savaşından sonra İstanbul üçüncü defa kuşatıldı. Daha önceden yapımına başlanmış olan Anadoluhisarı bu kuşatma sırasında tamamlandı.

Güçlü bir deniz kuvveti ve büyük topların olmaması fethi engelliyordu. Bu sebeple Yıldırım Bayezid, Türk Denizciliğini geliştirmeye çalıştı. Yıldırım İstanbul'u kuşatma altında tutarak, şehrin teslim olacağını düşünüyordu. Ancak Timur tehlikesi ortaya çıkınca, Bizans'la bir antlaşma yapıldı ve kuşatma kaldırıldı. Bu antlaşmayla, İstanbul Sirkeci'de bir cami, bir İslam Mahkemesi ve bir Türk mahallesi kuruldu.

Yıllık haraç arttırıldı. Aynı yıl Yunanistan'a ve Mora'ya sefer düzenlendi.1398 yılında Karaman ülkesi ve Karadeniz beylikleri fethedildi. Bir yıl sonra da Dulgadiroğulları beyliğine son verildi. Yıldırım Bayezid, ayrıca İstanbul Galata'da bulunan Ceneviz Kolonisi ile de savaştı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:08 PM

Nizam-ı Cedid



Geniş anlamda, Sultan III. Selim'in Osmanlı İmparatorluğu'nu Batılı usüllerle yeniden düzenlemek amacıyla giriştiği reform (ıslahat) hareketlerine verilen (yeni düzen) addır. Dar anlamda ise, bu hareketin bir bölümü olarak yeniçeri ocağının yanı sıra ve ileride onun yerine geçmek üzere Avrupa usulüne göre kurulan yeni ordu anlamındadır.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:09 PM

Orhan Bey


2. Osmanlı Padişahı olan Orhan Bey, Osman Bey ile Mal Hatun'un oğullarıdır. 1326 ile 1360 yılları arasında hüküm sürmüş, 1360'da vefat etmiştir.

Sultan Osman Gazi'nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gazi'nin vefat ettiği 1281 senesinde Söğüt'te doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir disiplin ile geleceğin beyi olacak şekilde yetiştirildi. Şeyh Edebali ve Dursun Fakih gibi alimlerden ilim öğrendi. Kumandanlık ve devlet idaresi konularında bilgi ve tecrübe kazandı. Babasının yaşlılığı dolayısıyla 1324'ten itibaren devlet idaresinin başına geçti. Osman Gazi, onu Bursa'nın fethiyle görevlendirdi.

Orhan Bey'in 1326'da Bursa'yı fethi sırasında, Osman Gazi vefat etti. Babasının naaşını Bursa'da Gümüşlü Kümbet'e naklettikten sonra Osmanlı Devleti'nin ikinci sultanı olarak tahta geçti ve devlet merkezini Yenişehir'den Bursa'ya nakletti.

Bundan sonra fetihlerine hız veren Orhan Gazi, 1329'da Bizans Kuvvetlerini Pelakanon'da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra 1330'da İznik'i aldı. Devletin geçici merkezi haline getirilen İznik, İslami eserlerle süslendi. Orhan Gazi, İznik'in en büyük kilisesini camiye çevirerek burada Cuma namazı kıldı.

Fetih hareketlerine devam eden Orhan Gazi, 1331'de Taraklı, Mudurnu ve Göynük Kasabalarını, 1333'de Gemlik, 1336'da Kirmastı, Mihaliç ve Ulubat Kasabalarını aldı. 1337'de İzmit'in fethi ile Kocaeli Yarımadası'nın tamamı Osmanlıların eline geçti.

1353'te Bizans'taki iç karışıklıklardan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu'da Çimbe Kalesi'ne sahip oldu. Bu, Osmanlıların Rumeli'ye geçerek bölgeyi tanımaları ve gelecekteki fetihleri bakımından önemli rol oynadı. Nitekim oğlu Süleyman Paşa'yı Rumeli'deki kuvvetlerin başına tayin eden Orhan Gazi, Bolayır'dan Tekirdağ'a kadar olan bölgeyi fethettirdi.

Diğer taraftan Anadolu'da da birliği sağlama çalışmalarına hız veren Orhan Gazi; Karesioğullarından 1345'te Balıkesir'i, 1350'de ise Bergama ve Edremit'i, Eretna Beyliği'nden de 1354'te Ankara'yı aldı.

Orhan Gazi, büyük oğlu Süleyman Paşa'nın 1359'da bir av sırasında attan düşerek ölmesi üzerine üzüntüsünden hastalandı ve 1360 yılında vefat etti. Bursa'daki Gümüşlü Kümbet'e defnedildi. Yerine oğlu I. Murat geçti.

Orhan Gazi, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini kendisinden fazla korurdu. Çok adildi. "Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa geciken adalet zulümdür." derdi. Orhan Gazi'nin İslam Ahlakı'na hayran olup, adaletine gıpta eden Hıristiyanlar, kendi soyundan ve dininden hanedanların yerine, Osmanlı İdaresi'ni tercih ederlerdi.

Orhan Gazi devrinde fethedilen beldeler ilmi, mimari ve sosyal tesislerle süslendi. İznik fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı Medresesi'ni kurdu. Yine İznik'te yaptırdığı imaretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gazilere aş dağıttı. Ahalisinden Müslüman ve Gayr-i Müslüman hiç kimsenin aç kalmamasına gayret etti.

Oğlu Murat Gazi'ye "Oğul! Cennet mekan babam Osman Gazi Han, bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah'ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlı'ya iki kıta üzerine hükmetmek yetmez. Zira İ'la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet'i yaymak) azmi iki kıtaya sığmayacak yüce bir azimdir." diyerek son vasiyetini yapmıştır.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:09 PM

Osman Bey


Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey, Ertuğrul Gazi ile Hayme Hatun'un oğullarıdır. 1299 ile 1326 yılları arasında hüküm sürmüştür. 1258'de doğmuş, 1326'da vefat etmiştir.

Oğuzların Kayı Boyu'ndan, Türkiye Selçukluları'nın Uç Beyi Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman Bey, Söğüt'te doğdu. Küçük yaştan itibaren İslam ilimlerini öğrenen Osman Gazi, ayrıca mükemmel bir askeri talim ve terbiye gördü. 1277'de Anadolu'nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetlerine katılan gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Şeyh Edebali'nin kızı ile evlendi. Babası Ertuğrul Gazi'nin 1281'de vefatı üzerine bey seçilip idareyi ele aldı.

Osman Bey, Kayıların başına geçince Söğüt'ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans'a karşı fetihlere girişti. 1285'te Kulaca Hisarı fethedildi. 1288'de İnegöl ve Karacahisar kuvvetlerini Ekizce'de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gazi'nin kardeşi Saru Batu şehit oldu.

Osmanlıların daha sonra Karacahisar, Taraklı ve Göynük'ü elde etmesi üzerine, bölge kuvvetleri ittifak ederek Osman Gazi'yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostu, Harmankaya hakimi Köse Mihal'in (ki daha sonra İslamiyet'i kabul ederek Mihal Gazi adını almıştır.) haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osman Gazi, süratle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar'ı zaptetti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gazi ile nikahladı.

1299'da Türkiye Selçuklu Sultanlığı'ndaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gazi, istiklalini ilan etti. 1301'de Yenişehir'i alarak İznik ve Bursa'nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos kuvvetlerini Koyunhisar Mevkii'nde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat Kaleleri, Osmanlıların eline geçti.

1308'de İznik'in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylece İznik-İzmit karayolu Türklerin hakimiyetine girmiş oldu. Osman Bey artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit'in fethini ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa Kuşatması, on seneden fazla sürdü. 1324'de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan'a devretti.

Osman Gazi salih bir Müslüman olup, İslam Ahlakı'nın iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle, Bizans Ordusu'nu ve kuvvetlerini üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünyanın en uzun ömürlü hanedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devlet teşkilatının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı.

Ömrü, Rum kafirleri ile savaşmakla ve İslamiyet'i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey'e gönderdiği vasiyetnamesi, İslamiyet'e olan sevgi ve saygısını ve Türk Milleti'nin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına da gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir.

Osman Bey'in Oğluna Vasiyeti

"Oğul! Din işlerini her şeyden evvel ele alıp, yürütmek gayret ve esasını daima göz önünde bulundur ve bu esası sakın gevşekliğe uğratma. Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur. Din gayretine sahip olmayan, sefahate düşkün olan, tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zira, yaratanından korkmayan bir kimse, yarattıklarından da çekinmez. Zulümden ve hangisi olursa olsun bid'atten, yani İslamiyet'e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid'ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa sürüklemesinler.

Allahü Teala'nın rızası için, devlet hizmetinde ömrünü tüketen devlet adamlarını daima gözet. Böyle kıymetli kimselerin vefatından sonra, aile efradını koru, ihtiyacı olanların da ihtiyacını karşıla, tebeandan hiç kimsenin malına mülküne dokunma. Hak sahiplerine hakkını ver, layık olanlara ihsan ve ikramlarda bulun ve ailelerini de gözet. Özellikle, devletin ruhu mesabesinde olan ve en büyük dayanağı bulunan asker taifesini güzelce idare edip rahatlarını temin eyle.

Devletin bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakiki alimleri ve fazilet sahiplerini, edip ve yazarlarını, sanat erbabını gözetip koru. Onlara hürmet, ihsan ve ikramda bulun. Bir ülkede, olgun bir alimin, bir arifin, bir velinin bulunduğunu duyarsan, uygun ve layık bir usul ve ifade ile onu memlekete getirt. Onlara her türlü imkanı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince alim ve arifler, bilginler memleketinde çoğalsın. Din ve devlet işleri nizama oturup ilerlesin.

Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakiki alim ve ariflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim halimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misali, hiç layık olmadığım halde buraya geldim ve Allahü Teala'nın nice ihsanlarına ve inayetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizamı uygula. Muhammed aleyhisselamın dinini, bu yüce dinin mensuplarını ve itaat eden diğer tebeanı himaye eyle! Allahü Teala'nın hakkını ve kullarının hakkını gözet.

Dinimizin tayin ettiği beytülmaldeki gelirin ile kanaat eyle! Devletin zaruri ihtiyaçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tembih eyle. Daima adalet ve insaf üzerine bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman Allahü Teala'nın yardımına sığın! Tebeanı, düşmanların ve zalimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muamelede bulunma. Daima halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönüllerini kazanmayı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet bil! Tebeanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle!"

Osman Bey'in Rüyası

Bizans'ın hakimiyetindeki Batı Anadolu, sihat diyarı olduğundan, bölgede gaza niyetiyle pek çok kumandan, mücahit derviş ve herbiri gönül sultanı şeyh ve alim bulunuyordu. Osman Gazi, Anadolu'nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebali'nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi.

1277 senesinde, Edebali Hazretlerinin dergahında misafir olduğu bir gün ilginç bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebali'nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir çınar ağacının bitip, alemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, birçok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebali O'na; "Müjde ey Osman! Hak Teala, sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım Mal Hatun da sana eş olacak." deyip rüyasını tabir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun ile evlendi. Bu izivaçtan Orhan Gazi doğdu. Orhan Gazi'nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gazi de vefat etti (1281). Bazı kaynaklarda Edebali'nin kızının adı Bala Hatun olarak geçmekte ve Mal Hatun'un Ömer Bey'in kızı olduğu yazılmaktadır.

__________________

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:09 PM

Pasarofça Antlaşması


Avusturya'nın, Karlofça Antlaşması gereğince Mora'nın Venediklilere geri verilmesini istemesi üzerine, Avusturya'ya da savaş açıldı. Sadrazam Silahtar Ali Paşa, Osmanlı ordusu ile birlikte Macaristan'a girdi. Peter Varadin'de Prens Ojen komutasındaki Avusturya ordusu Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğrattı (5 Ağustos 1716) ve Sadrazam Silahtar Ali Paşa şehit düştü.

Bu bozgundan sonra 18 Ağustos 1717 tarihinde Belgrad düşman eline geçti. Silahtar Ali Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirilen Damat İbrahim Paşa barış teklif etti. Yapılan Pasarofça Antlaşmasına göre; yukarı Sırbistan, Belgrad ve Banat yaylası Avusturya'ya, Dalmaçya, Bosna ve Arnavutluk kıyıları Venedik'e verildi, Mora Yarımadası Osmanlılarda kaldı (1 Temmuz 1718).

1724 yılında İran'da taht kavgaları başlamıştı. Bu durumdan yararlanarak İran'ı ele geçirmek isteyen Rusya harekete geçti. İran'ın Rusya'nın eline geçmesini istemeyen Osmanlı Devleti İran'a sefer düzenledi. Ruslarla yapılan İstanbul antlaşmasına göre Azerbaycan'da alınan yerler Osmanlılarda kalacak, Derbent, Bakü ve Dağıstan Ruslara bırakılacaktı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:09 PM

Patrona Halil İsyanı


Damat İbrahim Paşa'nın açtığı zevk ve sefahat devrinden memnun olmayan bu yapılanları israf olarak gören bir kitle oluşmuştu. Bu topluluk İran seferinden olumsuz haberler gelmesi üzerine, harekete geçmiş camilerde ve diğer yerlerde propaganda yaparak ayaklanmanın zeminini oluşturmaya başlamıştı. Yeniçerilerin içerisinde de huzursuzluk belirmişti. On yedinci Ağa Bölüğü Yeniçerisi Patrona Halil ve yandaşları 25 Eylül 1730'da ayaklanmayı başlatmışlar, ancak halkın onlara katılmaması endişesiyle bu girişimlerinden vazgeçmişlerdi.

İsyancılar üç gün sonra Bayezit caminin Kaşıkçılar kapısı tarafından yürüyüşe geçerek ayaklanmayı resmen başlattılar. Esnafı da dükkanlarını kapatarak kendilerine katılmaya ikna eden isyancılar, hapishaneleri boşalttılar ve yeniçerilerden de yardım gördüler.

Yeniçeri ağalarından Hasan Paşa onlara karşı harekete geçtiyse de başarılı olamadı.Bu gelişmeler üzerine Sultan Üçüncü Ahmed isyancıların ne istediklerinin sorulmasını istedi. İsyancılar, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile birlikte 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istediler.

Lale Devri'nin önemli kişilerinden olan Damat İbrahim Paşa ve bazı devlet adamları idam edilerek isyancılara teslim edildi. İsyan sırasında şehir tahrip edildi. İsyancılar Sadabad Köşkü'nü yaktılar. Ayrıca Divan şairlerinden Nedim de isyan sırasında öldü.Patrona Halil ve diğer isyancı başları, bu sefer de tüm isteklerini yerine getiren Sultan Üçüncü Ahmed'in tahtan indirilmesini istedi. Kendisine ve ailesine zarar verilmemesi durumunda tahttan çekileceğini bildiren Sultan Üçüncü Ahmed, 1 Ekim 1730'da Osmanlı tahtını Şehzade Mahmud'a bıraktı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:09 PM

Piri Reis


Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1465-1470 arasında Gelibolu'da doğdu. Asıl adı Muhiddin Pirî'dir. Karamanlı Hacı Ali Mehmed'in oğlu ve ünlü Osmanlı denizcisi Kemal Reis'in yeğenidir. Akdeniz'de korsanlık yapmakta olan amcasının yanında yaklaşık 1481'den sonra denize açıldı.

1487'de onunla birlikte İspanya'daki Müslümanlar'ın yardımına gitti. 1491-1493 arasında Sicilya, Sardunya, Korsika Adalarına ve Güney Fransa Kıyılarına yapılan akınlara katıldı. Amcasıyla birlikte Osmanlı Devleti'nin hizmetine girerek 1499-1502 Osmanlı-Venedik Savaşı'nda bir savaş gemisinde kaptanlık yaptı. 1511'de amcasının ölümü üzerine Gelibolu'ya çekilerek Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) üzerinde çalıştı ve 1513'te bir dünya haritası çizdi.

1516 Mısır Seferi'nde Osmanlı Donanması'nda kaptan olarak savaştı. 1517'de ilk çizdiği haritayı, Yavuz Sultan Selim Han�a sundu. 1521'de Kitab-ı Bahriye'yi tamamladıktan sonra 1522'de Rodos Seferi'ne katıldı. 1524'te Sadrazam Makbul İbrahim Paşa'yı Mısır'a götüren gemiye kılavuzluk etti. Sadrazam'ın ilgilenmesi üzerine 1525'te Kitab-ı Bahriye'yi yeniden düzenleyerek onun aracılığıyla Kanuni Sultan Süleyman Han�a sundu. 1528'de çizdiği ikinci haritasını da Padişah'a armağan etti.

1528'den sonra güney denizlerinde görev yaptı. Portekizlilerin Aden'i alması üzerine Süveyş'teki Osmanlı Donanması'na kaptan atanarak 26 Şubat 1548'de Aden'i geri aldı. 1552'de önemli bir Portekiz üssü olan Maskat'ı ve ardından Kişm Adası'nı alarak Hürmüz Kalesi'ni kuşattı. Portekizliler'in Basra Körfezi'ni kapatmak istediklerini duyarak kuzeye yöneldi. Katar Yarımadası'na, Bahreyn Adası'na egemen olarak Mısır'a geçti. Donanmayı Basra Körfezi'nde bıraktığı için sefer sırasında kendisinden yardımını esirgeyen Basra Valisi Kubâd Paşa'nın da girişimleriyle suçlu görülerek Kahire'de 1554 yılında idam edildi.

Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı olan Pirî Reis, korsanlık günlerinden başlayarak gezip gördüğü yerleri yabancı kaynaklardan da yararlanarak tarihi ve coğrafi özellikleriyle birlikte kitabında anlatmış ve haritalarını çizmiştir. Kitab-ı Bahriye'nin, nazımla yazılan ve denizcilikle ilgili tüm bilgilerin toplandığı başlangıç bölümünde, genel açıklamalardan sonra Ege ve Akdeniz Adaları tanıtılarak denizle ilgili gözlem ve deneyimin önemi vurgulanır. Fırtına, rüzgâr çeşitleri, pusula ve haritanın tanımından sonra Dünya'yı kaplayan denizler ve karaların oranı belirtilir. Portekizlilerin denizcilikteki ilerlemeleri ve keşifleri, Çin Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki rüzgârlar, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu ayrıntılı biçimde anlatılır.

Düz yazı ile anlatımın başladığı haritalı bölüm asıl metni oluşturur. Bu bölümde Çanakkale Boğazı'ndan başlayarak Ege Denizi Kıyı ve Adaları, Adriyatik Denizi Kıyıları, Batı İtalya, Güney Fransa, Doğu İspanya Kıyılarıyla çevresindeki adalara ilişkin tarihi, coğrafi bilgiler verilerek Kuzey Afrika Kıyıları, Filistin, Suriye, Kıbrıs ve Anadolu Kıyıları izlenerek Marmaris'te tüm Akdeniz'in havzası noktalanır.

1513'te çizdiği ilk haritasında, Kristof Kolomb'un 1498'de çizdiği Amerika Haritası'ndan, Portekiz ve Arap Haritalarından yararlandığını belirtir. Elde kalan parçası Avrupa ve Afrika'nın batı kıyılarıyla, Atlas Okyanusunu, Antil Adalarını, Orta ve Güney Amerika'yı gösterir. 1528'de çizdiği ikinci haritasından günümüze kalan parça, büyük bir dünya haritasının kuzey batı köşesi olup, Atlas Okyanusu'nun kuzeyini, Kuzey ve Orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş kıyılarını ve Grönland'dan Florida'ya uzanan kıyı şeridini içerir.

Adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak daha doğru çizilidir. Keşfedilmeyen yerler ise beyaz bırakılarak, bilinmediği için çizilmediği belirtilir. İlk haritadan daha büyük ölçekli ve gelişkin olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:10 PM

Preveze Deniz Savaşı


ürk tarihinin en büyük deniz savaşı (1538).

Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Mohaç Zaferi'nden 12 yıl sonra kazanılan Preveze Deniz Savaşı, Türk ordusunun denizlerde de gücünün doruğuna ulaştığını kanıtlayan bir savaştır. Türk ordusu Mohaç'ta bütün birleşik Avrupa ordularını yendiği gibi, Türk donanması da birleşik Avrupa donanmasını Preveze'de yenilgiye uğratmıştır.

SAVAŞ HAZIRLIĞI

Akdeniz'in bir Türk gölü haline gelmesi Avrupa devletlerini telâşa düşürmüştü. Karl V çok büyük bir donanma hazırladı. Bütün Avrupa devletleri hazırlanan Haçlı donanmasına gemi ve askerle katıldı. Donanmanın başına da Venedikli kumandan Andrea Doria getirildi. Haçlı donanmasında 600 gemi, 3000 kadar top, 60000 asker vardı.

Türk donanması 122 parça gemiden oluşuyordu. Donanmaya kaptanı-derya (büyük amiral) Barbaros Hayrettin Paşa komuta ediyordu. Yanında oğlu Hasan Reis, sağ kanatta Salih Reis, sol kanatta Şeydi Ali Reis, yedekte Turgut Reis bulunuyordu. Türk donanması Haçlı donanmasından beş kat daha az olmasına karşılık manevra ve ateş üstünlüğü vardı.

İki donanma Yunan Denizi'nde, Preveze açıklarında karşılaştığı zaman amiral Andrea Doria, sayıca az olan Türk donanmasının hemen saldırıya geçeceğini aklına bile getirmedi. Çünkü orada Barbaros'un emrinde bulunan donanma Akdeniz'deki Türk donanmasının tamamı değildi. Onun bütün donanmayı biraraya getirdikten sonra savaşa girebileceğini düşündü. Ama yanılmıştı. Barbaros düşman donanmasını görür görmez saldırıya geçti.

Yarma ve çevirme hareketleriyle düşmanı şaşkına döndürerek birkaç saat içinde düşman donanmasının yarısından çoğunu top ateşiyle batırdı. Öteki yarısı gece karanlığından yararlanarak fenerlerini söndürüp kaçtı. Böylece Akdeniz'de Türk egemenliği perçinlenmiş ve Barbaros'un en büyük deniz komutanı olduğu bir kere daha kabul edilmişti.

Büyük zafer, o sırada seferde bulunan Kanunî'ye, Barbaros'un oğlu Hasan Reis tarafından müjdelendi ve savaşın ayrıntıları anlatıldı. Kanunî, bütün imparatorlukta şenlik yapılmasını emretti. Preveze Zaferi bugün de Türk denizcilik günü olarak kutlanır.

__________________

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:10 PM

Ridaniye Savaşı


28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim aldı.Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516'da Kudüs'e, 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girdi.

Mercidabık Savaşı'ndan sonra Mısır'ın başına Tumanbay geçti. Tumanbay Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini öldürmüş ve Venediklilerden top ve silah alarak Ridaniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu.

Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte, ilkçağdan beri hiçbir komutanın cebren geçemediği Sina Çölü'nü 13 günde geçerek, Ridaniye'de Mısır Ordusu ile karşılaştı. Mısır Ordusu'na, El-Mukaddam Dağı'nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Mısır ordusunun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanıldı. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti tarihe karıştı.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:10 PM

Salakamen Savaşı


Sultan İkinci Ahmed padişah olduğunda Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazamdı. Sultan İkinci Süleyman'ın son yıllarında Köprülü Fazıl Mustafa Paşa önemli askeri başarılar elde etmişti. Belgrad'dan çıkıp Tuna'yı aşarak, Avusturya üzerine yürüyen Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, Kırım kuvvetlerini beklemeden Petervaradin'de düşmana ani bir darbe vurmak istedi. Ancak pusuya düşürülen Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Salakamen'de bozguna uğradı ve kendisi de alnından vurularak şehit oldu.

Avusturya cephesindeki ilerleyiş ve mücadele böylece sona erdi. Avusturya ile yapılmakta olan savaş neticelenemedi ve Osmanlı akınları durdu. Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın yapmaya çalıştığı ıslahat hareketlerinden de, o öldükten sonra vazgeçildi. Lehistan'ın amacı, 1672 yılında Osmanlılar tarafından fethedilen Podolya eyaletinin başkenti olan Kamaniçe'yi ele geçirmekti. Ancak Lehistan'ın kuvvetli hücumlarına direnen Kahraman Paşa kaleyi korumayı başardı. Bunun dışında Venediklilere karşı da başarılı direnişler yapıldı.

Eğriboz kalesi kahramanca savunularak Venediklilerin eline geçmesi engellendi. Diğer yandan Sakız Kalesi de Venediklilerin saldırısına uğradı. Ancak Sakız Kalesi tüm çabalara rağmen, 21 Eylül 1695 tarihinde şartlı olarak Venediklilere teslim edildi.

F.S.Mehmet1453 02-26-2009 06:10 PM

Segedin Antlaşması


Haçlı kuvvetleri kazanılan her başarı sonrası daha da güçlü ve kuvvetli ittifaklar yaparak, Osmanlı Devleti'ne saldırmaya devam etti. Sırp, Eflak, Erdel, Macar kuvvetleri ilerlemeye devam ediyordu. Niş yakınlarında yeniden büyük bir kayıp verildi. Haçlı birlikleri Filibe'ye kadar geldiler. Ancak soğukların şiddetlenmesi ilerlemelerine engel oldu.Balkanlarda ardı ardına uğranılan yenilgiler, Osmanlı Devleti'ni zor duruma soktu.

Bizans'ın Avrupa'da tahrikleri devam ediyordu. Bu şartlarda her ne pahasına olursa olsun anlaşmaktan başka çıkar yol yoktu. Sultan İkinci Murad, barış için girişimlerde bulunarak, 12 Haziran 1444'de Segedin Barış Antlaşması'nın yapılmasını sağladı. Barışın devamlı olmasını sağlamak için de antlaşmaya taraf olan kralların yemin vermesi şart koşulmuştu. Bu antlaşma ile Osmanlılar Balkanlar'da bir rahatlama sağlayarak, yeniden toparlanmak için zaman kazanmışlardı. Ayrıca ilk defa bir sınır kavramı ortaya çıkmış ve Tuna nehri belirleyici olmuştur.

__________________


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:36 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.