![]() |
Türkiye ilk "hasta yakını" web sitesi
-------------------------------------------------------------------------------- Hastalıklarla başa çıkma sürecinde, kişinin kendi gücü ve tedavi olanakları dışındaki en önemli güç olan hasta yakınları, kendilerine özel ilk interaktif web sitesiyle tanışıyor. Novartis'in hayata geçireceği "hastayakini.com", sağlık ekibinin gizli kahramanlarının yaşamlarını kolaylaştıracak bilgi ve beceriler ile benzer durumda olan kişilerle dayanışma olanağı sunacak. Novartis'in, T.C. Sağlık Bakanlığı'nın onayı ve Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı danışmanlığında hazırladığı "hastayakini.com" web sitesi önümüzdeki hafta kullanıma açılıyor. Hasta yakınlarına yönelik bu sosyal sorumluluk projesiyle, Türkiye'de sağlık alanında önemli bir ilke imza atan Novartis, yeni web sitesiyle hem hasta yakınlarının sesi olmayı hem de onlara hizmet vermeyi amaçlıyor. T.C Sağlık Bakanlığı ve Marmara Üniversitesi Halk Sağlığı ve Aile Hekimliği Anabilim Dalları danışmanlığı ile Novartis'in hayata geçirdiği web sitesinde, ilk etapta 13 kronik hastalık ele alınıyor. Novartis, bu sitede hasta yakınlarının bakım sürecinde zarar görmesini önlemeyi ve yaş¤¤ kalitelerini artırmayı hedefliyor. Fransa'nın ödüllü sitesi Novartis Türkiye'nin hasta yakınlarının yanı sıra hasta ve hekimlere de yardımcı olmak amacıyla hazırlamış olduğu "hastayakini.com" web sitesi, Novartis Fransa'da geliştirilmiş web sitesinin Türkiye'ye uyarlanmış hali. Novartis Fransa'ya 2002'de Bichat Festivali'nde İnternet Siteleri Büyük Ödülü'nü getiren "Sanal Ev" projesi, sitenin en ilgi çekici alanlarından biri. "Sanal Ev"; Epilepsi, Alzheimer, Parkinson, KOAH (Astım) ve Maküla Dejenerasyonu (Yaşa Bağlı Görme Bozukluğu) hastalıklarında, hasta ve hasta yakınlarının gereksinimleri, rahatlığı ve güvenliğine katkıda bulunabilmeyi amaçlıyor. Novartis, hizmet alanı dışındaki hastalıkları da web sitesine alarak, "Önce İnsan, Önce Sağlık" felsefesi doğrultusunda hareket ediyor. |
Erkek kısırlığı tedavi edilebilir
-------------------------------------------------------------------------------- Kısırlık tarif olarak çiftlerin bir yıl boyunca korunmaksızın, istemelerine rağmen çocuklarının olmaması olarak tanımlanabilir.Toplumda görülme oranı yüzde 15 civarındadır. Bu oran Türkiye'de yılda yaklaşık 75-80 bin yeni çifte tekamül eder ki, oldukça büyük bir rakamdır. Erkek ve kadın arasındaki dağılımda; üçte bir erkek sorunlu, üçte bir kadın sorunlu, üçte bir ise erkek ve kadın birlikte aynı anda sorumludurlar. Yani yaklaşık yüzde 50'ye yüzde 50 bir dağılım gösterir. Erkek kısırlığı son yıllarda meydana gelen gelişmeler nedeniyle çok büyük oranda tedavi edilebilir, ya da sperm elde edip gebelik sağlanabilir konuma gelmiştir. Çocuğu olmayan çiftler tedavi için başvurduklarında erkek her koşulda ve bir ürolog/androlog tarafından muayene edilmeli ve tedavisi üstlenilmelidir. Muayenenin ilk aşaması hastadan bilgi alınmasıdır. Hastanın çocukluk çağına kadar geri gidip bilgi alınması, hastalığın nedenlerine ait detaylarla hekimi uyarması açısından çok önemlidir. Daha sonra cinsel organlara ait yapılacak muayene yine çok önemlidir. Görülebilecek gelişme bozuklukları ya da anomaliler, yine nedene yönelik olarak hekime fikir verecektir. Hasta incelemesinin ikinci aşaması yapılacak tetkiklerdir. İlk olarak semen analizi (meni tahlili) yapılır ve bu sonuca göre başka tetkikler sırasıyla istenebilir. Hormonlar, genetik testler gibi. Semen analizinde dikkat edilmesi gereken özellik; örneğin 3-4 günlük cinsel perhiz sonrasında klinikte ve masturbasyon yöntemiyle verilmesidir. Semen analizi hekimi yönlendiricidir, asla hastanın kısır ya da üretken olduğunu kesin olarak belirlemez. Öykü, muayene ve laboratuar analizleri sonuçları birlikte tedaviye esas olacaktır. Tedavide amaç ise doğal yolla gebelik için gerekli spermi verebilecek konuma hastayı getirebilmek, ya da tüp bebek yöntemlerinden biri kullanılacak şekilde hastadan sperm elde edebilmektir. Erkek kısırlığının en sık görülen nedenleri arasında ilk sırada varikosel yüzde 42'lik bir oranda bulunmaktadır. Daha sonra enfeksiyonlar, hormonal nedenler, genetik nedenler, inmemiş testis, testis yetmezliği, cinsel fonksiyon bozuklukları sayılabilir. Erkek kısırlığında tedavi planlaması nedene yönelik olarak düzenlenmektedir. Amaç, sperm sayı ve kalitesini normale yakın hale getirebilmektedir. Varikosel tespit edilen hastalarda, ameliyat mikroskobu altında ameliyat yapılmalıdır. Hormon yetmezliklerinde gerekli hormon takviyesi yapılabilir, ya da enfeksiyon varsa antimikrobik tedavi yapılmalıdır. Sigara ve yoğun alkol alımının olumsuz etkileri kanıtlanmış olduğundan kullanılmaları engellenmelidir. Semen analizinde sperm yok ise, doğrudan kaynağından, yani testisten sperm elde etmeye yönelik yöntemlerden biri seçilebilir. Hekim bu konuda en uygun kararı verecektir. Eğer testisten biyopsi yöntemiyle sperm aranacaksa, bugün artık kabul edilmiş yöntem mikroskopik TESE operasyonudur. Eski yöntemlere göre yüzde 50 daha fazla sperm bulma şansı verir. Elde edilecek spermler, bir daha bulunabilme güçlüğü nedeniyle çok kıymetli olduğundan, bu spermlerin dondurularak saklanabilecek olanakların olduğu klinikler, bu alanda daha yararlı olacaktır. Günümüz şartlarında tıp artık erkek kısırlığı alanında eskiye oranla çok az hastada çaresiz kalmaktadır. Bu nedenle bilgi birikimi çok iyi olan hekimler ve çok iyi donanımlı laboratuar olanakları ile oluşturulmuş tüp bebek klinikleri en iyi tedavi seçeneklerini hastaları için uygulamaktadırlar. Bu olanaklardan yararlanmak erkek kısırlığı olan hastalarımız için en uygun seçim olacaktır. |
'Şişmanlık' gelişmiş ülkelerin baş sorunu
-------------------------------------------------------------------------------- Dünya ülkelerinin korkulu rüyası haline gelen ve mücadele edilmesi gereken bir alana dönüşen 'şişmanlık' konusunda tehlike çanları çalıyor. Şişmanlığı, enerji alımının enerji tüketiminden daha fazla olduğu durumlarda, yağ dokusunun artışıyla ortaya çıkan sosyal, psikolojik ve ciddi tıbbi sorunlar yaratabilen önemli bir sağlık problemi olduğunu belirten hekimler, şişmanlık insidansının gelişmiş ülkelerde yüksek oranlarda görüldüğü gibi özellikle gelişmekte olan ülkelerde de yaş¤¤ koşullarının değişmesine bağlı olarak giderek arttığına dikkat çekiyorlar. Kalıtım, yanlış beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik gibi nedenlerden kaynaklanan ve modern toplumların problemi olan şişmanlık, beraberinde bir çok sağlık problemine yol açıyor. Şişmanlığın nedenleri araştırılarak bugün çeşitli faktörlerin şişmanlığı meydana getirdiği ortaya konuldu. Kalıtım, beslenme alışkanlıkları, hareket azlığı, endokrin veya metabolizma hastalıkları ve psikolojik nedenlere bağlı faktörler, şişmanlığa sebep olan nedenleri oluşturduğu kanısına varıldı. İŞTE ALTIN KURALLAR Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artık ciddi bir hastalık kategorisinde ele alınarak tedavi edilme yoluna gidilen şişmanlığın önünün alınabilmesi için çeşitli araştırmalar yapılıyor. Diyetisyenler, yaptıkları çalışmalar sonucunda şişmanların başta çok fazla yemek alışkanlığından kurtulmaları gerektiğini belirtiyorlar. 'Şişmanlıktan kurtulmak istiyorum' diyenlerin yapmamaları ve uymamaları gereken kurallar şöyle: - Hızlı yemek, büyük lokmalar almak, az çiğnemek, yemekte çatalı, kaşığı hiç bırakmamak. - Öğün atlamak, öğün aralarında sürekli bir şeyler atıştırmak. - Yemek yerken başka aktivitelerle uğraşmak. - Sıkıntılı veya stresli durumlarda aşırı yemek. - Ziyaret ve davetlere sık sık katılmak ve ikramları reddetmemek. - Akş¤¤ yemeğinden sonra yatıncaya kadar sürekli yemek. - Su içmemek veya az içmek. - Özellikle çalışan kişilerde, akş¤¤ eve geldikten sonra yemek zamanına kadar atıştırmak ve sonra tekrar yemek yemek. |
Uzun boylu olmak en ideali
-------------------------------------------------------------------------------- Bilim adamları; vücut şekli, boy ve yağ dağılımının "eskiye oranla" sağlık üzerinde daha çok etkisinin olduğunu ortaya çıkardı. İngiltere'den elde edilen veriler, sağlık riskleri göz önünde bulundurulduğunda, en ideal boyun uzun olduğunu gösterdi. Ancak uzun boylu olmanın da; göğüs kanseri, prostat, kolorektal, lösemi ve lenf kanserine yakalanma gibi kendine özgü riskleri bulunuyor. Bilim adamları, uzun boylu insanların daha çok yaşaması ile kanserin yaşlılık hastalığı olması arasında bir bağ olduğunu düşünüyor. Diğer taraftan, Bristol Üniversitesi Epidemioloji Profesörü David Gunnell'a göre kısa insanlar kalp hastalıkları ile felce yakalanma riskine sahipler. Gunnell, "Bu yıl yayınlanan ve 4 kadını inceleyenlerin de dahil olduğu birçok çalışma, kısa bacaklı insanların uzun bacaklı insanlara oranla kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Kısa boylu erkeklerin de aynı riskle karşı karşıya olduklarını biliyoruz" dedi. Bu ay başında New England Journal of Medicine (New England Tıp Dergisi), doğarken fazla kilolu ve 14 yaşında daha uzun olan kızların ileriki yaşlarda göğüs kanserine yakalanma riskinin çok daha fazla olduğunu öne sürdü. Vücut şekli ve sağlık riskleri arasındaki bağlantı, uzun bir süredir inceleniyordu. Örneğin, yağların kalçalarda ve yanlarda yoğunlaştığı armut şeklinde vücudun yağların belde yoğunlaştığı elma şeklindeki vücuda göre daha sağlıklı olduğunu biliyoruz. 20 yıldan fazla süredir devam eden araştırmalar, elma şeklinde bedene sahip olan insanların kalp ve şeker hastalığına daha çok yakalandığını doğruladı. 2 hafta önce İngiltere Ulusal Obezite Forumu'nda açıklanan yeni rapor, bel genişliği 89 cm'den fazla olan kadınlar ile 101 cm'den fazla olan erkeklerin şeker ile kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskinin 4 kat arttığını gösteriyor. Ancak kilo alımı, diyet ve egzersizle kontrol edilebilir. Uzmanlara göre, kilo verin sağlık sorunlarınız azalsın; boy ise, doğmadan önce belirleniyor. Avustralya'da yapı¤¤¤ bir araştırma, boy ile beslenme arasındaki güçlü ilişkiyi ortaya çıkararak, kısa ve geniş bir nesil büyüttüğümüz hakkındaki endişeleri açığa çıkardı. Sidney Üniversitesi okutmanlarından Dr Jenny O'Dea, Avustralya'nın birçok fakir bölgesinde yetişen çocuk ve yetişkinlerin boylarının 2 cm uzamasını engelleyen bir çeşit yetersiz beslenme ile karşı karşıya olduğuna inanıyor. O'Dea; bu çocukların çikolata, şeker, cips ve hafif içecekler gibi kendilerini şişmanlatan besinler tükettiklerini; protein, demir ve kalsiyum gibi potansiyel boylarına eriştirici besinler yemediklerini söylüyor. Sonuç olarak bu kişiler boylarına oranla şişmanlayarak ileride yakalanabilecekleri hastalıklara davetiye çıkarmanın yanı sıra Avustralya'yı saran obezite salgınına katkıda bulunuyor. Diğer incelemeler, anne sütüyle beslenmemenin, çocukluk döneminde yetersiz beslenmenin ve düşük sosyo ekonomik geçmişin boy uzaması üzerinde güçlü negatif etkileri olduğunu gösteriyor. ABD'nin Teksas Eyaleti'nde yapı¤¤¤ bir araştırma, kilolu ancak hareketli erkeklerin zayıf ancak hareketsiz erkeklere oranla daha sağlıklı olduklarını ortaya koydu. |
Grip ve soğuk algınlığı hakkında
Grip, influenza denilen virüsün bronşlar ve akciğerden oluşan solunum sisteminde meydana getirdiği, özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında salgınlara yol açan yüksek derecede bulaşıcı viral bir enfeksiyondur. İşgücü kaybı açısından bakıldığında tüm dünyada işe devamsızlığın %10'undan sorumludur. Dünya nüfusunun yaklaşık %10-20'si her yıl gribe yakalanmaktadır. Grip olan kişilerin aksırık, öksürük ve hatta konuşmaları ile üst solunum yollarındaki salgılardan yayı¤¤¤ virüs yüklü su damlacıkları havaya geçerek orada saatlerce asılı kalabilir. Bu damlacıklar nefes yolu ile alındıklarında, alt ve üst solunum yoluna yerleşirler ve orada hızla çoğalırlar. Kuluçka süresi 1-3 gün arasında değişir ve bu dönemde kişide hastalık belirtisi olmamasına karşın hastalık bulaştırıcı özellik bulunmaktadır. Bu özellik grip belirtileri başladıktan sonra 4-6 gün kadar da devam eder. BELİRTİLERİ NELERDİR? Başlangıcı genellikle anidir. Kişi kendini iyi hissediyorken, 1-2 saat içinde önce; üşüme, titreme, terleme, baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş (38°C-40°C) başlar, daha sonrasında ise burun akıntısı, baş dönmesi, öksürük, boğaz ağrısı, göğüste yanma, ağrı, gözlerin sulanması ve gözlerde ışığa hassasiyet şikayetlerinden bir ya da birkaç tanesi tabloya eklenebilir. Bu belirtiler 3-5 gün kadar sürse de genellikle 2-3 gün içinde düzelme başlar. EN ÇOK KİMLER RİSK ALTINDADIR? Küçük çocuklar ve 65 yaşından büyük olan kişiler, Şeker hastaları, Astım ve kronik akciğer hastalığı olanlar, Transplantasyonlu organ nakli yapılmış hastalar, Böbrek hastaları, Bakımevlerinde ve huzurevlerinde kalanlar, Bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi gören kişiler, Anne adayları, Bebekler, Türkiye'de bu gruplara giren yaklaşık 30 milyon kişi yaşamaktadır. GRİPTEN NASIL KORUNMALI? Grip virüsünün vücuda girmesi ile başlayan bu bulgular genellikle 5-7 günde iyileşme ile sonuçlansa da, bazen kulak (otit) veya akciğer enfeksiyonları (zatürre) gibi bazı ciddi enfeksiyonlara yol açabilirler. Bu nedenle korunma çok önemlidir. Korunma için; Dengeli beslenmeli: Vücudun ihtiyacı olan protein, yağ, şeker ve vitamin yeterli olarak alınmazsa, vücut direnci düşer ve solunum organları mukoza hücreleri de bu durumdan etkilenir. Özellikle besleyici değeri düşük, yağdan zengin hamburger gibi yiyeceklerin aşırı tüketilmesi grip hastalığına davetiyedir. Yeterli miktarda su içilmeli: Solunum mukoza hücrelerinin nemli olması, virüs taşıyan damlacıkların etkisine karşı direnci sağlar. Bu nedenle özellikle su içme ihtiyacının azaldığı kış mevsimi de dahil olmak üzere, her dönemde günde 8-10 bardak su içilmelidir. Düzenli spor yapılmalı: Yetişkin biri için haftada 3 gün, günde 1 saat olmak üzere spor yapılması gereklidir. Spor vücut direncinin arttırılması için çok önemlidir. Stresten uzak yaşamalı: Stres, vücut direncini azaltarak hastalıklara davetiye çıkaran en önemli etkenlerdendir. Sigara içmemeli: Sigara da aynı stres gibi vücut direncini azaltır. Ayrıca virüs yüklü damlacıklar, sigara içilen ortamlarda, dumana yapıştıkları için hastalık yapıcı özellikleri artar. Tokalaşmayın: Grip olan bir kişi ile tokalaşmak, salgın zamanlarında iş yerlerinde bir çok kişi tarafından kullanı¤¤¤ cihazları kullanmak ta bulaş yollarındandır. Çünkü virüs bu gibi yerlerde 2-3 saat canlı kalabilir. Bu nedenle temizlik önemlidir. Kalabalık yerlerden mümkün olduğu kadar uzak durun: Toplu taşıtlar, sinema, tiyatro gibi kalabalık yerlerde grip olan bir kişinin aksırması ile virüsler büyük bir hızla (160 km/saat) hareket ederek 3-4 metre uzağa yayılabilir. Düzenli uyuyun: Bir gece uykusuz kalındığında, virüslere karşı savaşan vücut hücreleri yarı yarıya azalmaktadır. Çıplak ayak dolaşmayın: Özellikle kış aylarında, zemin ısısı düşük olacağından, refleks olarak solunum mukoza hücrelerini de besleyen vücut damarlarında daralma olacak ve sonuç olarak kan dolaşımı yavaşlayacaktır. Mukoza hücrelerindeki nemlilik oranının azalması ile birlikte savunma gücü de azalacak ve virüslerin girişi kolaylaşacaktır. Sıcak ortamlardan kaçının: Özellikle kış mevsiminde daha çok kapalı ve sıcak ortamların tercih edilmesi de solunum mukoza hücre zarlarının kurumasına neden olarak virüslerin vücuda girişini kolaylaştırır. GRİP NASIL TEDAVİ EDİLİR? Her şeyden önce istirahat, mümkünse yatak istirahati önemlidir. Yatarken başın yukarıda tutulması (2 ya da daha fazla sayıda yastık ile yatmak) geniz akıntısının vereceği rahatsızlığı azaltacaktır. Yakınmalar düzeldiğinde hemen normal aktiviteye dönülmemeli, tam bir iyileşme için bir süre daha dinlenmeye devam edilmelidir. Bulunulan ortamın uygun ısıda olmasına ve iyi havalandırılmasına dikkat edilmeli, havanın kuruması engellenmeli, nemli olması sağlanmalıdır. Hastalık süresince, özellikle yüksek ateş varsa bol sıvı alınması çok önemlidir. Bu nedenle su içinde eritilerek kullanı¤¤¤ anti-gribal ilaçlar, sıvı alımının artırılması, hızlı etki sağlaması açısından önerilir. Hastalıkta; su, meyve suyu ve kafeinsiz içecekler tercih edilmelidir. Yeteri kadar sıvı alınması sinüslerdeki ve göğsünüzdeki ifrazatın daha az birikmesine ve vücuttan daha kolay temizlenmesine yardım eder. Hastalık dönemlerinde beslenmeye dikkat etmeli, iştahsızlık varsa enerji ihtiyacını gidermek için karbonhidrattan zengin diyet uygulanmalıdır. Antibiyotik türü ilaçlar, ancak viral bir enfeksiyon olan gribin üzerine bakteriyel bir başka enfeksiyon eklendiğinde ancak bir hekimin önerisi ile kullanılabilir. Grip sırasında aspirin kullanılmamalıdır. SOĞUK ALGINLIĞI NEDİR? Soğuk algınlığı; çeşitli virüslerin yol açtığı, üst solunum yollarında bazı belirtilere yol açan 'hafif' seyirli bir hastalıktır. En sık görülen virüsler: Rhinovirüsler %15-40, Coronavirüsler %10-20, Parainfluenza virüsü %5-10, Respiratuar sinsityal virüsler %6, Soğuk algınlığı kişiden kişiye bulaşır. Başlangıçta bu bulaşmanın aksırma, öksürme ile etrafa saçı¤¤¤ damlacıkların içindeki virüslerin havada kalması ile olduğu sanılmaktaydı. Ancak şimdi mevcut kanıtlar bulaşmanın virüsü almış hastanın elinden hassas insanlara geçmesi ve hassas bireylerin de ağız-burun mukozalarına sürmeleri ile olduğu yönündedir. Bu nedenle soğuk algınlığının bulaşmasını engellemenin yolu ellerin sık yıkanmasıdır. Yapı¤¤¤ araştırmalarda havanın soğukluğunun soğuk algınlığı hastalığının başlaması ve seyretmesi ile ilintili olmadığını, psikolojik stres, üst solunum yollarını etkileyen alerjiler ve adet dönemlerinin hastalığa yakalanma riskini artırdıkları saptanmıştır. Soğuk algınlığına bir çok virüs sebep olabileceği için de vücut hiçbir zaman bu virüslerin tümüne direnç geliştiremez. Bu sebeple her sene tekrar tekrar soğuk algınlığı geçirilebilir. Soğuk algınlığı belirtileri: Ateş, baş ağrısı, eklem ve kas ağrısı, yorgunluk hissi, akan ya da dolu burun, hapşırma, boğaz ağrısı, göğüs doluluğu, koku ve tat duygusunun azalması, kulaklarda basınç hissi ve ses kalitesindeki değişiklikler SOĞUK ALGINLIĞI TEDAVİSİ: Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur. Tedavi belirtilere göre yapılmalıdır. Su içinde eritilerek kullanı¤¤¤ ve soğuk algınlığına ait belirtileri gideren ilaçlar, sıvı alımının artırılması ve hızlı etki sağlaması açısından da önerilmektedir. Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder. Virüsler, mikrobun bulaştığı yerlerde (kapı tokmağı, telefon gibi) canlı kalabildikleri için, bu yüzeylere temastan sonra virüsleri rahatlıkla burnumuza veya gözlerimize transfer edebiliriz. Bunu engellemek için ellerimizi sık sık sabunlu su ile yıkamalıyız. |
Rahim ağzı kanserine karşı aşı umut verici
Rahim ağzı kanserine karşı geliştirilen aşının klinik deneylerinin umut verici olduğu bildirildi. Aşının, rahim ağzı kanserlerinin çoğundan sorumlu tutulan papiloma virüsüne (HPV) karşı işe yaradığı kaydedildi. Klinik deneylerin dört yıl süreyle 755 kadın arasında yürütüldüğü ve deneklerin yüzde 94'ünün HPV'den korunduğu belirtildi. Bu süre zarfında deneklerin sadece 7'sinin HPV ile enfekte olduğu, ancak hiçbirinin kanser belirtisi göstermediği vurgulandı. 750 kişilik karşılaştırma kümesindeki kadınların ise 11'ine papiloma bulaştı, bu kadınların 12'sinde de kanser öncesi semptomlar görüldü. Rahim ağzı kanseri, kadınlar arasında meme kanserinden sonra ikinci sırayı alıyor. |
Çikolata, her derde deva
-------------------------------------------------------------------------------- Evrensel bir tat olan çikolatanın, her derde deva olduğu bildirildi. Araştırmalara göre, çikolata beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. İnsan bedeni, çikolata yendiğinde aşık olunduğu zamanlardaki gibi hoş reaksiyonlar veriyor. Middlesex Üniversitesi uzmanlarından Dr. Neil Martin'in yaptığı araştırma sonuçlarına göre, çikolatanın kokusu bile insanı baştan çıkarıyor. Çikolata, beyni rahatlatıp gevşetiyor, mutluluk veriyor. Çikolata, beynin "endorfin" salgılamasına neden oluyor. Bu salgı, mutluluk duygusu duymamızı sağlıyor. Çikolata, beyin gibi bedeni de gevşetip rahatlatıyor. Çikolatanın içindeki "phenylethylamine" adlı bileşim, endorfin gibi fiziğimize mutluluk veriyor. Yani insan bedeni, çikolata yendiğinde, aşık olunduğu zamanlardaki gibi hoş reaksiyonlar veriyor. Çikolatanın aynı zamanda çok besleyici olduğu, içinde büyük oranlarda magnezyum, demir ve kalsiyum bulunduğu söyleniyor. Küçük bir parça çikolata, almamız gereken minerallerin en az beşte birini içeriyor. Harvard Üniversitesi'nde 8 bin erkek üzerinde yapı¤¤¤ araştırma, çikolatanın ömrü uzattığını da ortaya çıkarıyor. Çikolata yiyenlerin ömürlerinin en az 1 yıl uzadığını belirten uzmanlar, bunu içindeki antidiyoksidan maddelere bağlıyorlar. Çikolatanın içindeki yağ, 3 kaynaktan geliyor. Kakao yağı, bitki yağları ve süt içindeki yağlar. Kakaonun içindeki "stearic asit" içeren yağ, bir çeşit doymamış yağ. Doymamış yağların da sağlığa ve özellikle kalbe zararlı olduğu biliniyor. Ancak kakao içindeki stearic asit vücuda girince "oleic asite" dönüşüyor. Aynen zeytinyağı içindeki oleic asit gibi. Bu yağ türü de kalp için çok faydalı. Çikolatanın dişleri çürüttüğü ön yargısı olmasına rağmen, araştırmalar tam tersini gösteriyor. Kakao içinde bulunan bir bileşim, diş çürümelerini engelliyor. Kakao yağı içindeki bu bileşim dişi kaplıyor ve dışarıdan gelecek bakterileri engelliyor. Çikolata aynı zamanda uyarıcı bir madde olan kafeini de içeriyor. ÇİKOLATA HER ZAMAN YARARLI DEĞİL Elbette her şeyin azı karar, çoğu zarar. Çikolata da fazla yendiğinde insan vücuduna birtakım zararlar verebiliyor. Eğer bir oturuşta, koca bir çikolatayı yerim diyorsanız, uyuşturucu madde bombardımanına hazır olun. Çünkü bu kadar fazla çikolatanın içindeki maddeler, insanın beynini uyuşturuyor. Migren hastalarının da tercih etmemesi gereken çikolata, migrene bağlı ağrıları şiddetlendiriyor. Acaba çikolata kalp için zararlı mı? Bu sorunun cevabı, kilo aldırıcı bir özelliği olduğu için, ne yazık ki "evet." Çünkü çikolata, içeriğinde çok fazla şeker bulunduran, oldukça kalorili bir yiyecek. Tabii bu çikolatanın çeşidine de bağlı. İyi kalite çikolatalar kakao yağından yapıldığından, kullanı¤¤¤ diğer doymuş yağlara nispeten yaklaşık üçte bir daha az kalorili. Ayrıca doymuş yağlar kötü kolesterol (LDL) içeriyor, kandaki kolesterol miktarını yükseltiyor. Ancak tüm çikolataların kakao yağından yapılmadığını unutmamak gerekir. Emin olmak için çikolatanın içeriğini okumakta fayda vardır. Son günlerde her şeyin sahtesi çıktı. Çikolatanın da yapayı var. Ancak çikolatanızın gerçek olup olmadığını çok rahat biçimde anlayabilirsiniz. Gerçek çikolatanın görünümü kadifemsidir. İyi bir çikolata ne çok tatlı ne de çok acıdır. Ağzınıza aldığınızda hemen kırılmalı ve bu kırılma sesini duymalısınız. Ayrıca iyi çikolata damağa yapışmadan kolayca erimelidir. Ve dil çikolata üzerinde bir pürüz hissetmemelidir. Eğer çikolatanızın üzerinde beyazlaşma varsa, çikolatanızın tarihi geçmiş demektir. Aynı zamanda çikolata buzdolabında değil, oda sıcaklığında ve kapalı bir kutuda muhafaza edilmelidir. Türkiye'de 1860'larda başlayan çikolata üretimi, bugün yıllık 400 bin tonluk üretim kapasitesine ulaşmış durumda. Türkiye 500 trilyon liralık çikolata pazarına sahip. Kişi başına 1 kilogramın altında çikolata tüketiyor. Buna karşın dünya çikolata tüketim hacmi 6 milyon ton civarında. Dünya çikolata pazarının cirosu ise 54 milyar dolar. Çikolata kişi başına 11.5 kg'lık tüketimle en çok İsviçre'de tüketiliyor. |
Parmaklarda yanma veya karıncalanma
-------------------------------------------------------------------------------- Koldan gelen bir sinir ve kas bağları el ayasının tabanında, bilek bölgesinde dar bir kanal ya da tünelden geçerek ele ulaşır. Bu dar kanala Karpal Tünel adı verilir, karpal tünelin içinden geçen sinir ise Median Sinir olarak adlandırılır. Karpal tünel sadece median sinir ve kas bağlarının sığabileceği kadar bir genişliğe sahiptir. Kanal içinde yer kaplayan herhangi bir oluşum ya da şişlik içindeki dokuların sıkışmasına neden olur. Median sinirdeki bu sıkışma sinirin uyardığı bölgelerde uyuşma ve keçelenme şikayetleri ile kendini belli eder. Median sinirin karpal tünelde sıkışması ile ortaya çıkan bu tablo Karpal Tünel Sendromu olarak adlandırılır. Operatör Doktor Aybars Akkor, Karpal Tünel Sendromu hakkında şu bilgileri verdi. Karpal Tünel Sendromunun nedenleri nelerdir? Karpal Tünel içinde yada çevresinde irritasyona enflamasyona sıvı birikimine ya da anormal doku büyümesine yol açan aşağıdakilerden herhangi bir sebep Karpal Tünel Sendromunu oluşturabilir. Elin bileğin yada parmakların tekrarlayıcı hareketleri (Özellikle bilgisayar klavyesinin aşırı kullanımı, bazı müzikal enstrümanlar veya el aletleri) -Titreşim yapan cihazların kullanımı -Yapısal olarak Karpal Tünelin darlığı -Bilek hasarı -Yanıklar -Kemik kırıkları -Kazalar sonucunda ezilme -Artritler -Diyabet -Raynaud Hastalığı -Vücutta su tutulmasına yol açan gıdaların fazla tüketimi -Böbrek Hastalığı -Kalp Hastalığı -Hormonal sebepler -Gebelik -Laktasyon (Emzirme) -Menopoz -Hipotiroidizm -Cushing Hastalığı -Yükselmiş Büyüme Hormonu İlaçlar -Doğum Kontrol Hapları -Kortizon tedavisi -Bazı Hipertansiyon ilaçları -Karpal Tünel içindeki tümörler yada kistler Karpal Tünel Sendromunun belirtileri nelerdir? Karpal Tünel Sendromu bir ya da her iki elde kola da uzanabilen belirtilere yol açar. Belirtiler tünel içindeki sinirin sıkışmasından kaynaklanır. Bu sinir başparmak, işaret orta ve yüzük parmağının yarısının duyusunu sağlar. Aynı zamanda işaret parmağını küçük parmağa yaklaştıran ve işaret parmağını bir daire içinde hareket ettiren kas gurubunu uyarır. Belirtiler -İlk üç parmak ve dördüncü parmağın yarısında karıncalanma, yanma ve hissizlik -Aşağıdaki durumlarda artan bilek, el ve parmak ağrısı -Bilek, el veya parmak hareketi -Uyku (Semptomlar sizi uyandırabilir) -Aşağıdaki durumlarda iyileşme gösteren el katılığı ya da kramp -Eli sallamak -Sabah uyanmak -El hareketlerinde güçsüzlük ya da sakarlık -Yakalama gücünde azalma -Başparmakla küçük parmağa dokunmada güçlük -Eldeki şeyleri sıklıkla düşürme -Kola doğru yayı¤¤¤ ağrı Teşhis nasıl konulur? Teşhis EMG ile konur. Eğer ileri safhadaysa mutlaka ameliyat gerekir. Tedavisi nasıl yapılır? Karpal tünel sendromu varlığında değişik tedavi alternatifleri mevcuttur. Bandaj bunlar arasında en sık kullanı¤¤¤ yöntemdir. Parmaklar, el ve bileğin doğal pozisyonlarında hareketinin engellenerek dinlendirilmesi karpal tüneldeki basıncı azaltmada oldukça etkili bir yöntemdir. Bandaj ile ağrının azalmadığı durumlarda bilek içine küçük dozda kortizon ya da lokal anestezik enjeksiyonu yapılabilir. Ağrıyı ve enflamasyonu gidermek amacıyla çeşitli steroid olmayan antienflamatuar ve ağrı kesiciler kullanılabilir. Hamile kadınlarda bu ilaçlar mutlaka hamileliği takip eden doktorun önerisi ile kullanılmalıdır. Israrcı olgularda küçük bir cerrahi müdahale gerekebilmektedir. Bu işlem hastanede yatmayı gerektirmeyen, ayaktan yapı¤¤¤ bir müdahaledir. El ayasında bileğe yakın bir alandan yapı¤¤¤ küçük bir kesi ile sıkışmaya neden olan bağ dokusu rahatlatılır. İşlem sonrası hasta 4-6 hafta içinde tamamen normale döner Önlemler nelerdir? -Su tutulumunu azaltmak için tuz alımını kısıtlamak -El bileğinin uzun süre aynı pozisyonda tutulmaması -Düzenli aralıklarla el bileğini dinlendirmek -Uzun süre tekrarlayıcı karekterde hareketler yapmamak -Obesite karpal tünel sendromu için bir risk faktörü olduğundan kilo verilmesi -KTS'yi önlemeye yönelik egzersizler. ULNAR SİNİR BASISI NEDİR? El önkol kemikleri olan radius-ulna ile bilek eklemini ve birbirleriyle eklem yapan 2 sıra halinde 8 kemikten oluşan küçük karpal kemikler, 5 tarak kemiği, 14 parmak kemiğinden oluşur. Median, radial sinir ve ulnar sinir eldeki ana sinirlerdir. El hareketlerinin büyük kısmı önkolda bulunan ve tendonları ele uzanan adaleler aracılığı ile olur. Eğer 4. ve 5. parmaklarımızda uyuşukluk hissediyorsak ve dirseğimizden başlayan bir ağrı varsa ulnar sinir basısından şüphelenmek gerekir. Teşhis EMG ile konur. Eğer ileri safhadaysa mutlaka ameliyat gerekir. |
Katkı maddeleri hiperaktivif yapıyor
-------------------------------------------------------------------------------- İngiltere'de yapı¤¤¤ araştırmalar, yiyeceklerde kullanı¤¤¤ katkı maddelerinin çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktiviteye neden olduğunu ortaya koydu. 'Science' dergisinde yayınlanan habere göre, yarısı hiperaktiflik teşhisi konan 3 yaşındaki 277 çocuğu kapsayan araştırmada, içinde renklendirici boyalar ve sodyum benzoat gibi kimyasallar bulunan yiyecek ve içecekler bir ay içinde haftada bir çocuklara verildi. Çocukların hangisine katkılı hangisine katkısız içecekler verildiği söylenmeyen annelerden, çocuklarının davranışlarını bildirmeleri istendi. Sonuçta, hem hiperaktif, hem de normal olan çocukların deney sonrasında aşırı konuşkanlık, hareketlilik ve dikkat toplama güçlüğü sergilediği gözlendi. |
Tırnak yemek duygusal bir sorundur
-------------------------------------------------------------------------------- Tırnak yemenin duygusal bir sorun olduğunu belirten uzmanlar, özellikle aileleri tarafından azarlanan çocukların tırnaklarını daha fazla yediklerini kaydettiler. Tırnak yeme alışkanlığı sıklıkla çocuklarda görülmesine rağmen yetişkinlerde de görülen bir davranış. Tırnak yeme alışkanlığının çocuklarda 3-4 yaşlarında başladığını vurgulayan uzmanlar, "Bu aynı zamanda öğrenilmiş bir davranıştır. Ailesinde tırnak yeme davranışı olan bir çocuk bunu kopyalayabilir" dediler. Uzmanlar, tırnak yemenin diğer nedenlerini ise şöyle sıraladılar: "Ev ortamındaki aşırı baskıcı tutumlar ve kuralcı yapı sonuçta güvensizlik göstergesidir. Çocuğun azarlanması, toplum içinde aşağılanması, ona yaşına uygun sorumluluk verilmemesi (mesela odasını toplaması, kahvaltıyı hazırlaması, gibi basit ev işleri), kardeşler arasında taraf tutma, ana baba ilgisizliği, yaş¤¤ış olduğu korkular gibi nedenler çocukta tırnak yeme davranışını tetikler". Çocukta gerginlik ve huzursuzluk oluşturan nedenlerin titizlikle araştırılmasını öneren uzmanlar, sonuçta tırnak yemenin duygusal bir sorun olduğunun altını çizdiler. Azarlamak, korkutmak, başkalarını örnek göstermek veya çocuğu tehdit etmenin sorunu çözmeyeceği gibi daha da ağırlaştıracağını anlatan uzmanlar şu temel görüşü dile getiriyor: "Onları, korku ve kaygı oluşturabilecek film, video, atari gibi faaliyetlerden uzak tutmak gerekir. Ebeveynler cocuklarının önünde asla kavga etmemelidirler. Ederlerse bile bu bir alışkanlık haline gelmemeli anlaşmazlık nedenleri çocuga uygun bir dille açıklanmalıdır. Sorun uzun sürerse bir uzmanla yüzyüze görüşülmeli. Çocuklar yeni ortamlara ve yeni kişilere uyum göstermekte zorluk çekmezler. Ve çocuklarda bazı davranış biçimlerinin soruna dönüşmesine neden olan yetişkinlerdir". |
Çocukların dişleri neden çürür?
-------------------------------------------------------------------------------- Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerdikleri için daha kolay ve hızlı çürüyor. Bu nedenle ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat etmeyen çocukların süt dişleri çok çabuk çürümeye yüz tutuyor. Türk Dişhekimleri Birliği'nden (TDB) alınan bilgiye göre, çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir. Çocukların ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemediğini belirten uzmanlar, çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumunun diş fırçalama alışkanlığını belirlediğini söyledi. Özellikle annelerin emzik ya da biberonu şeker, reçel gibi gıdalara batırarak çocuklara vermelerinin çocuklardaki diş çürüklerinin nedenleri arasında yer aldığını belirten uzmanlar, bununla birlikte uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdaların içirilmesinin de çürüğü tetiklediğinin altını çizdiler. Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemediğini vurgulayan uzmanlar, "Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır. Bunlardan birisi; 'fissür örtücü' dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan 'fissür' adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığının sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir" diye konuştular. Çürüğü engellemenin başka bir yolunun da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmak olduğunu anlatan uzmanlar, şu bilgileri verdi: "Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır. Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeylerini) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur. Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5-3 yaşında ) başlanması uygundur. Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşı¤¤¤ yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra anne-babanın kontrolü iyi olur." |
Ihlamur deyip geçmeyin
-------------------------------------------------------------------------------- Özellikle soğuk kış günlerinde sıcak içecek olarak tüketilen ıhlamurun insan sağlığına birçok faydasının bulunduğu bildirildi. Yurdumuzda Marmara ve Doğu Karadeniz Bölgeleri'nde bol miktarda yetişen ıhlamurun çiçek, yaprak, kabuk ve ağacından faydalanılıyor. Hoş kokulu bir bitki olan ıhlamurun aynı zamanda iyi bir ev ilacı olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Kurutulmuş ıhlamur yaprakları, çiçekleriyle birlikte kaynatılarak hoş kokulu bir içecek elde edilir. Bu içecek sinirleri yatıştırır, bağırsak kurdunu düşürür, bağırsak sancısını giderir, öksürüğü keser, damar tıkanıklığını açar, gribi iyileştirir, hazımsızlığa karşı kullanılır, mide üşütmesini ve uykusuzluğu giderir. Ihlamur ayrıca idrar söktürücü, terletici, yatıştırıcı, göğüs yumuşatıcı özelliğe de sahiptir. Ihlamur çiçeği balla karıştırılıp içilirse mide ülserine faydalıdır. Kan dolaşımını düzenler" dedi. Ihlamurun içinde uçucu yağ, tanen, şeker, C ve P vitamini, reçine ve enzimler bulunduğunu açıklayan uzmanlar, ıhlamurla ilgili şu bilgileri verdi: "Mide şikayeti olanlar ıhlamuru tek başına kaynatıp içerse hazmı kolaylaştırır. Bunun yanısıra ıhlamurun içine biraz kekik, nane ve rezene katıp kaynatıp içerseniz hem mide yanmalarına, hem de kusma türü rahatsızlıklara iyi gelir. Cildinizde leke mi var? Hemen ıhlamuru suda kaynatıp sıvı sümüksü bir hal alıncaya kadar bekletin. Sonra bu sıvıyı lekelere sürün faydasını göreceksiniz. Yine aynı şekilde elde edeceğiniz ıhlamurla kırışıklıklara masaj yaparsanız iyi sonuç alacaksınız. Strese karşı ıhlamur çayı iyi gelir. İçine çok az karanfil atarsanız hem güzel bir tat elde etmiş olursunuz, hem de sizi sakinleştiren etkisini arttırırsınız. Grip ve nezle olunca ıhlamuru hiç eksik etmeyin. Bilinmelidir ki, bu tür hastalıklarda ıhlamur sadece terlemeyi sağlayarak değil, aynı zamanda vücudun direncini de artırarak tedaviye yardımcı olur. Göz çapaklanmalarında ıhlamuru kaynatın ve süzün. Pamuk yardımı ile gözlerinize kompres yapın. Hem çapaklanmaları önleyecektir, hem de gözünüzü dinlendirecektir. Gözlerinize kompres yaparken gözünüzü kapatmayı unutmayın. Ihlamuru kaynatıp elde ettiğiniz su ile ara sıra saçlarınızı yıkayarak saçlarınızın beslenip kuvvetlenmesini sağlayabilirsiniz. Bu işlemden sonra saçınızı durulamayı ihmal etmeyin. Bunların yanında ıhlamur kan dolaşımını düzenler. Kabızlıkta da ıhlamurdan yararlanabilirsiniz. Kramplar için de ıhlamurun iyi bir ilaç olduğunu unutmamalısınız. Sabah aç karnına içilmeye devam edilen ıhlamur zayıflamak isteyenlere bu hususta yardımcı olacaktır. Ihlamurun migren için de birebir olduğu bilinir. Ancak ıhlamuru uzun süre ve fazla miktarda kullandığınızda kalbinize zarar verebileceğini unutmamalısınız." |
Kış hastalıklarına dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- Kış mevsimi ile birlikte ülkemizde soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığının arttığı belirtildi. İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudun daha fazla enerji harcadığına dikkat çekiliyor. Bu enerji ihtiyacı karşılanmadığında da vücut direnci düşüyor ve enfeksiyonlara davetiye çıkartılıyor. Soğuk kış iklimde yaşayan ve yıllarını geçiren insanların soğuk havaya uyumuyla ılıman iklimde ve zaman zaman soğukta yaşayan insanların uyumunun farklı olduğu belirtiliyor. Soğuk, özellikle akciğerin akut veya kronik tüm hastalıklarını tetikliyor. Bronşit, astım gibi sağlık sorunları daha sık görülür. Ayrıca kronik böbrek ve diyabet hastaları, kalp hastaları, by-pass geçiren kişiler aşırı soğuklardan çok daha fazla etkileniyor. Kışın ortaya çıkan hava kirliliği de soğukla birleştiğinde sorun büyüyor. Kış mevsiminde artış gösteren ve iyi tedavi edilmediğinde ölümlere yol açabilen hastalıkların başında zatürre geliyor. Akciğerlerin iltihabi bir hastalığı olan zatürre ile birlikte akciğerlerin görevi olan oksijen alış veriş fonksiyonu bozuluyor ve kanda oksijen düzeyi azalıyor. Amerika'da bile halen ölüme yol açan hastalıklar arasında zatürre altıncı sırada yer alıyor. Kış mevsiminde enfeksiyonlar ağır geçtiği için korunma tedbirlerine özen gösterilmesi gerekiyor. Yaşlıların, çocukların, kalp, astım, diyabet gibi sağlık sorunları olan kişilere havanın çok soğuk olduğu günlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkmamaları gerekiyor. Kış hastalıklarından korunmak için uzmanlar şu önerilerde bulunuyor: "Giyime özen gösterilmeli, soğuktan koruyacak biçimde giyinilmesinin yanısıra aşırı terlememeye dikkat edilmelidir. - Kış ve soğuk diye fazla enerji almak iyi olur. Ancak aşırı yağlı yemek ve az hareket, kilo almaya neden olur. Bu yüzden öğünler muntazam yenilmeli. Sabah kahvaltılarına ve enerji verecek mevsim meyve ve sebzelerine de ağırlık verilmeli. - Soğukta özelikle hamileler, mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı, maske ile korunmalı. - Astımı olanların ilaçlarını düzenli almaları, mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları, hava kirliliğinden, soba ve kömür etkisinden sakınmaları gerekiyor. - Kalp hastalığı olanların çok soğukta yürümemelerini öneriyoruz. - Yüksek tansiyonu olanların da ilaçlarını titizlikle kullanmaları, direnç artsın diye diyeti bozmamaları, tuzlu yememeleri büyük önem taşıyor." |
CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar insanlık tarihi kadar eski olup gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en önemli halk sağlığı sorunlarından birini oluşturmaktadır. Başlıca bulaşma yolunun koruyucu bariyer olmadan penisin ağıza, vajinaya ya da anüse penetrasyonu ile gerçekleşen cinsel ilişki olduğu bir grup bulaşıcı hastalığa CYBH( cinsel yolla bulaşan hastalıklar) denmektedir. Bunun dışında anneden bebeğine bulaşma ve kan ve kan ürünleriyle bulaşma da CYBH ların bulaşma yolları arasındadır. Pek çok gelişmekte olan ülkede CYBH'lar yetişkinlerin sağlık kurumlarına başvurma nedeni olan ilk beş hastalık içerisinde yer almaktadır. Bu hastalıklar hem toplumlar üzerine ciddi ekonomik yükler getirmekte hem de çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri olan AIDS hastalığına yol açan HIV virüsünün yayılımını kolaylaştırabilmektedirler. CYBH'lardan bir kısmı belirtisizdir. Kişi herhangi bir rahatsızlığı olmadığı için sağlık kuruluşlarına başvurmaz ve böylece tanısı ve tedavisi gerçekleşemez. Yakınma ve belirti olduğu durumlarda da kişiler bazı önyargılar ve utanma ya da hizmete ulaşamama nedeniyle yine sağlık kuruluşlarına başvurmayabilir ve yine tanısı ve tedavisi gerçekleşmeyebilir. Sağlık kuruluşlarına başvuranlar ise her zaman doğru tanı ve tedaviyi alamayabilirler. Ayrıca bu hastalıkların tedavisi için standart koşullara uygun ve kabul gören sağlık merkezlerinin sayısı da oldukça azdır. Böylece toplumdaki CYBH ların aslında çok az bir kısmı doğru tanı ve tedaviye ulaşabilir. Ülkemizdeki CYBH sıklığı gelişmiş ülkelerdekinden çok daha fazladır. Ancak ülkemiz koşullarında prevelans ve insidans çalışmaları yapmak oldukça zor olduğundan gerçek rakamlar bilinememektedir. CYBH geçişini etkileyen davranışlar: Yakın zamanda cinsel eş değiştirmek, Birden fazla cinsel eşe sahip olmak, Cinsel eşin birden çok cinsel eşinin olması, Seks işçileri, onların müşterileri ile cinsel ilişkide bulunmak, CYBH belirtisi olanlarla cinsel ilişkiyi sürdürmek, CYBH olanların cinsel eşlerini tedavi olmaları konusunda bilgilendirmemesi. CYBH geçişini etkileyen biyolojik faktörler: Yaş: Genç kadınlar vaginal mukoza ve servikal doku özellikleri nedeniyle enfeksiyona daha duyarlıdır.Kadınların erken yaşta evlendirilmeleri de erken yaşta cinsel aktif olmaları nedeniyle enfeksiyon risklerini arttırmaktadır. Cins: Penetratif ilişkide daha geniş mukoza yüzeyi teması söz konusu olduğundan enfekte erkekten kadına CYBH geçme olasılığı enfekte kadından erkeğe bulaşma olasılığına göre daha fazladır. Sünnet: Sünnetsiz erkekler sünnetli erkeklere göre daha yüksek CYBH riski altındadır. CYBH geçişini etkileyen sosyal faktörler: Güvenli cinsel ilişki konusunda yetersiz bilgi, Kondom elde etme ya da satın almada güçlük, Kondomdan hoşlanmamak, Kültürel dinsel inançlar, Alışılmış, vazgeçilmesi güç cinsel ilişki davranışı, Yoksulluk. Yapı¤¤¤ araştırmalar 19 yaş üzerinde erkeklerde CYBH sıklığının kadınlara göre daha fazla olduğunu göstermektedir. Bunun nedenleri arasında erkeklerin daha fazla cinsel aktif olması, kadınlara göre daha fazla eş değiştirmesi, erkeklerin büyük kısmının paralı seks satın almaları, kadınlarda bu hastalıkların çoğu zaman belirtisiz olması ve kadınların bazı sosyo-ekonomik nedenler yüzünden sağlık kuruluşlarına başvurmamaları sayılabilir. CYBH'larda sendrom yaklaşımı: WHO tarafından önerilen bu yaklaşım hastanın yakınmalarına ait belirtiler ve muayene sırasında gözlenen bulgulardan yola çıkarak etkene ulaşmayı içeren bir yaklaşımdır.Bu yaklaşım aşağıdaki tablodaki gibi özetlenebilir: SENDROM BELİRTİLER BULGULAR OLASI ETYOLOJİ Vaginal akıntı Vaginal akıntı Vaginal kaşıntı Dizüri Ağrılı cinsel ilişki Artmış vaginal akıntı Vaginit: · Trikomoniyazis · Kandidiyazis · Bakteriyel vajinozis Servisit: · Gonore · Klamidya Üretral akıntı Üretral akıntı Dizüri Sık idrar yapma Üretral akıntı · Gonore · Klamidya Genital ülser Genital yaralar Genital ülser Büyümüş inguinal lenf nodülleri · Sifiliz · Şankroid · Genital Herpes Kasık ağrısı(pelvik ağrı, alt karın ağrısı) Kasık ağrısı Ağrılı cinsel ilişki Vaginal akıntı >38°C ateş Palpasyonla kasıklarda hassasiyet · Gonore · Klamidya · Anaerob etkenler Skrotal şişme Skrotal ağrı ve şişme Skrotal şişlik · Gonore · Klamidya CYBH'larda danışmanlık hizmeti: Danışmanlık hizmetten yararlanmak üzere başvuranın, konu ile ilgili özel eğitimi ve birikimi olan biri ile etkileşim sürecidir. Bu süreçte kişinin sorunu, nedenleri, sorunla ilgili neler yapılabileceği, hangi hizmetlerden nasıl yararlanabileceği, sorunun tekrarından nasıl korunulacağı konularında birlikte tartışılıp kişiye kendine en uygun seçeneği bulma konusunda yardımcı olunmalıdır. Bu süreçte kişi sorunuyla ilgili doğru bilgilere sahip olmanın yanında riskli davranış kalıplarının farkına varıp bunlardan kaçınma yollarını anlayabilmeli ve yaş¤¤ tarzına uygun çözümler bulup olumlu davranış değişikliklerine adım atmalıdır. Başarılı bir hizmet: Kişi haklarını bilip saygı göstermeyi, Duyarlı ve özenli yaklaşımla güven duygusu yaratmayı, Başvuranın katılımının güçlendirilmesi konusunda becerikli olmayı, Üreme sağlığı, aile planlaması, CYBH'lar konusunda bilgi ve önerilerini başvuranın koşullarına uyarlayabilmeyi, Başvuran kişinin dinsel, geleneksel ve kültürel durumunu anlayıp önyargısız davranmayı, Gerekli bilgi ve önerileri yalın bir şekilde kişiyi yönlendirmeden sunabilmeyi, Soru sorulmasına ve iletişime uygun bir ortam yaratılmasını Kişiye yararlı olunamadığı takdirde vakit geçirmeden uygun kişilerden yardım isteyebilmeyi içermelidir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi bilgi sahibi olunduğunda ve gerekli davranış değişiklikleri konusunda güçlenildiğinde hastalıklardan uzak kalmanın mümkün olduğu durumlarda etkili ve nitelikli danışmanlık hizmeti çok önemlidir. CYBH 'larda tedavi: Etkeni bakteri olan belsoğukluğu, bakteriyel vaginoz, başlangıç dönemindeki frengi ve etkeni mantar olan kandidoz antibiyotikler ya da antifungallerle kolay tedavi edilir. İlaçlar ağız yolu ile, şırınga edilerek veya deri ve mukozadaki lezyon üzerine pomat şeklinde sürülerek kullanılır. Trikomoniyaz, uyuz ve kasık biti bitlenmesi de kolay tedavi edilir. Hepatit B, genital herpes, genital siğil ve HIV enfeksiyonu etkeni olan viruslar üzerine kesin etkili ilaçlar bulunmadığından kolay etdavi edilemezler. Genital herpes ve genital siğil tedavi edildiğinde belirtileri iyileşir, ancak çok defa nüküs ettikleri (tekrarladıları) görülür. Hepatit B'de belirtilerin düzelmesi için bazı ilaçlar kullanılır ve hastalık zamanla iyileşmeye bırakılır. HIV enfeksiyonunun bugün için kesin tedavisi yoktur. Ancak HIV'li kişilerin daha uzun ve sağlıklı yaşamalarını sağlayacak bazı ilaçlar kullanılmaktadır. Antibiyotik tedaviniz bittikten sonra, laboratuvar muayenelerini tekrar ettirilip etkenin varlığı yeniden araştırılmalıdır. Tedaviden sonra yine de hastalık belirtileri varsa, aynı zamanda birden fazla hastalığın bulunduğu düşünülmeli ve tedavi buna göre şekillendirilmelidir. Ayrıca tedavi sırasında mutlaka cinsel eşlerinde tedaviye katılması sağlanmalıdır. Tedavi edilmezse belsoğukluğu, klamidiyoz, üretrit ve servisit kısırlığa, frengi çeşitli organlarda harabiyete sebep olur. Tedavi edilmeyen CYBH'larda hastanın yakınmaları devam eder. Bazen belirtiler kaybolur ancak hastalık kendiliğinden iyileşmez. Kişi taşıyıcı durumundadır. Hastalığı cinsel partnerlerine bulaştırmaya devam edebilir. Kişi tedavi edilerek bu taşıyıcılık durumundan kurtarılır. Başlıca CYBH'lar: HIV İNFEKSİYONU VE AIDS AIDS'in etkeni HIV "Acguired Immune Deficiency Syndrome" kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur ve "Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu" demektir. HIV girdiği vücutta enfeksiyon oluşturur. Özellikle CD4+T lenfositlerine yerleşir. Vücuda giren mikropları harap etme görevi olan CD4+T hücreleri artık bu görevi yapamaz ve vücudun bağışıklık sistemi giderek zayıflar. Bunun sonunda vücudun mikroplara karşı koyma yeteneği azalır ve ve yok olur. HIV enfeksiyonlunun ve AIDS hastasının kanında, sperm sıvısında veya vagina sıvısında HIV bulunur. HIV kan nakli ile, HIV'li kan bulaşmış kesici ve delici aletlerle, şırınga ve iğnesi ile bulaşır. En önemli bulaşma yolu cinsel ilişkilidir ve her türlü (vaginal, anal, oral) cinsel ilşki ile bulaşır. Sperm sıvısı, vagina sıvısı ve adet kanında bulunan HIV'ın ağıza girmeside bulaşmaya sebep olur. Gebelikte, doğum sırasında ve süt emzirmede anneden bebeğine HIV bulaşabilir. CYBH'ı olanlar AIDS'e daha duyarlıdırlar. Tanıda kullanı¤¤¤ anti-HİV testi ile kanında antikor bulunan kimseye "HIV pozitif" kişi denir. HIV taşıyıcısı enfeksiyonunu başkalarına bulaştırabilir. Antikorlar HIV vücuda girdikten 3 ay sonra oluşurlar. Şüpheli durumdan 3 ay geçmeden test yapılmamalıdır. HIV enfeksiyonu başladıktan sonra AIDS hastalığının oluşması için geçen dönem 5-15 yıl gibi çok uzundur. Bu süre içinde kişi hiçbir belirti hissetmeyebilir. Bu süre sonunda zayıflayan bağışıklık sistemi pek çok hastalığa açık hale gelir. HIV enfeksiyonunda HIV'e karşı antikorlar oluşursa da bu antikorlar CD4+Thücrelerinin içine yerleşmiş olan HIV'e etkili olmazlar. Direnci azalan vücutta, HIV'in etkisi yanında çeşitli mikroplar (bakteri,mantar, virus, protozon) deri, solunum, sindirim, merkez sinir sistemi gibi muhtelif doku ve organlara yerleşip hastalık oluştururlar; bunlara "fırsatçı enfeksiyonlar" denir. Ayrıca direnci kırılmış vücutta Kaposi sarkomu ve lenfoma gibi kanserler gelişebilir. HIV enfeksiyonu başladıktan sonra, kişinin yaş¤¤ koşullarına ve vücut direncine göre AIDS hastalığı belirtileri yılar sonra ortaya çıkar. AIDS'li hasta çok defa fırsatçı enfeksiyonların oluşturduğu komplikasyon sonucu ölür. .AIDS'in bugün için kesin tedavisi yoktur. Ancak tedavideki son gelişmeler hastaların daha uzun ve nitelikli bir ömür sürmelerini sağlamaktadır HEPATİT B Etken olan Hepatit B virusu karaciğer iltihabına( hepatit) neden olur. Kuluçka süresi 2-6 ay arasında değişir. Belirtileri yorgunluk, halsizlik, bulantı, karın ağrısı, bazen eklemlerde ağrı ve ateştir. Daha sonra sarılık belirir; gözlerin beyaz kısmı, bazen deri sararır. İdrarın rengi koyulaşır, dışkının rengi çok açılır. Belirtiler haftalarca bazen aylarca kalır. Hepatit B vakalarının %90'ında virus vücuttan tamamen yok olur ve belirtiler kaybolur; %5-10 vakada virus vücutta kalır, antikorlar meydana gelmez ve kişi taşıyıcı olur. Taşıyıcıda belirti yoktur ve sağlıklı görülür %1 hepatit B vakası iyileşmez ve ölümle sonu礤¤ır. Virus infekte kişinin kanında, sperminde vagina sıvısında, ve tükürüğünde bulunur. Özellikle kanla ve cinsel ilişki ile bulaşır. Son yayınlarda oral bulaşmadan da söz edilmektedir. Kan nakli için alınan kanlar test edilmekte ve kan yoluyla bulaşan hastalıklar konusudna taranıp öyle transfüzyonuna izin verilmektedir. Kişide hepatit B varsa kanı başkasına verilmez. Kanla bulaşmadan korunmak için viruslu kanla temas etmemelidir. Şırınga ve iğne, diş fırçası ve traş makinası bulaşmaya neden olabilir. Akut HBV enfeksiyonu tedavisinde etkene yönelik tedavi yoktur. Genellikle genel durumu düzeltmeye yarayan destekleyici önlemler kullanılır. Kronik enfeksiyonlarda ise viral replikasyon değerlendirilerek gerekirse interferon uygulanabilir. Vakaların %40 ında bu tedavi başarılı olabilmektedir. Bunun yanı sıra antiviral ilaçlar örneğin AIDS tedavisinde de kullanı¤¤¤ Lamivudine in HBV tedavisinde de etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır. Nadir olarak taşıycıda kronik karaciğer iltihabı ve daha sonra kanser oluşur. Hepatit B'den korunmanın en önemli yolu aktif bağışıklamadır. BEL SOĞUKLUĞU (GONORE) Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni gonokoklardır. Hastalığın kuluçka süresi 2-6 gündür. Üretra (dış idrar yolu), vagina, anüs, ve boğaz mukozası iltihaplanır. Erkekte üretra ağzından sarı yeşilimsi akıntı mevcuttur. İdrar yaparken yanma ve ağrı vardır, sık sık ve az miktarda idrara çıkılır. Bazen hiç belirti olmayabilir. Kadında çoğunlukla belirti yoktur. Normalde görülen vagina akıntısı artabilir, yeşil veya sarı renkte ve kötü kokuludur. İdrar şikayetleri bulunabilir. Kadında ve erkekte akıntı ağıza bulaştığında boğaz enfeksiyonu olur, ağız içi ve boğaz kızarır ve ağrı vardır. Anüs infekte olduğunda genellikle belirti olmaz, anüste yanma ve hafif ağrı olabilir, dışkıda müküs ve kan görülebilir. Gonokok göze bulaştığında göz iltihabı yapar. Doğum sırasında çocuğun gözüne bulaşıp iltihaplanmasına sebep olabilir. Belsoğukluğu kolay tedavi edilir. Kas içine uygulanan seftriakson ile birlikte doksisilin veya tetrasiklin türevleri ile tedavi yapılır. Hastanın cinsel eşine de tedavi verilir ve cinsel perhiz önerilir. Tedavi edilmezse, erkekte ve kadında infertiliteye neden olabilir. FRENGİ (SİFİLİZ) Frengi çok tehlikeli, kuluçka süresi 2-12 hafta olabilen bir hastalıktır. Frenginin etkeni spiroket cinsinden treponema pallidumdur.Kronikleşmeye eğilimlidir ve başlangıcından itibaren sistemik belirtiler verebilir. İlk yerleştiği yer penis, vagina anüs va ağız olabilir. Frengide bir veya daha fazla sayıda, üstü açık, bir cm boyutlarında sert ve ağrısız "şankır" denilen yaralar oluşur. Vagina ve anüsün içinde olduğunda şankır görülemez. Etken daha sonra kan yolu ile bütün vücuda yayılır. Kasık ve boyun lenf bezleri şişebilir. Tedavi edilmezse de şankır kendiliğinden iyileşir. Şankırın iyileşmesi hastalığın geçtiği anlamına gelmez, frenginin ikinci dönemi başlar; ellerde, ayaklarda ve vücudun diğer kısımlarında kırmızılıklar oluşur ve bir süre sonra geçer. Ayrıca baş ve boğaz ağrısı, ateş yorgunluk, saç dökülmesi, genital bölgede siğile benzer döküntüler olur. Tanıda serolojik testler ( VDRL, RPR) kullanılır. Gebelikte anneden çocuğa frengi geçer. Frengi penisilin tedavisi ile tamamen iyileşebilir. İlk ve ikinci dönemde tedavi edilmezse etken vücutta kalır ve hastalığın uyuyan dönemi başlar. Kişi hastalığın farkında değildir, ancak yapı¤¤¤ test hastalığı belirler. Yıllar geçince beyin harabiyeti sonucu akıl hastalığı, omurilik harabiyeti sonucu felç, kalp hastalıkları, körlük ve kemik iltihapları ortaya çıkar. BAKTERİYEL VAGİNOZ Vaginada, normalde bulunan laktobasillerin asit üretimi ile, ortam asit reaksiyondadır ve birçok bakteri vaginada üreyemez. Antibiyotik kullanımı gibi sebepler laktobasilleri etkileyerek reaksiyonunu azaltır ve bu ortamda çeşitli bakteriler, özellikle anaerop bakteriler ve mantarlar üreyebilir. Bakteriyel vaginoz etkeni olan Gardnarella vaginalis şartlar uygun olduğunda vaginada üreyip iltihap yaparak bakteriyel vaginoz oluşturur. Bu hastalıkta vaginadan kötü kokulu akıntı gelir, vaginada kaşıntı olabilir. Erkek infekte olsa da beliti görülmez. Belirti görüldüğünde tedaviye baş¤¤¤ır ve kolay tedavi edilir. Tedavide genelde metranidazol kullanılır. KLAMİDİYOZ Çok yaygın görülen bu hastalığın etkeni chlamydia trachomatis adlı mikroorganizmadır, hastalığın kuluçka süresi 1-2 haftadır. Kadında servisit ve üretrite neden olur. Erkekte peniste akıntı olur, çoğunlukla sabahları bir damla şeffaf akıntı,dizüri görülür. Kadında vagina mükopürü¤¤¤ akıntı,dizüri, vulva ve perinede hafif kaşıntı ve karın ağrısı olur. Klamidyozda bazen hiç bir belirti görülmeyebilir, fakat kişi bulaştırıcıdır. Bel soğukluğu ile birlikte bulunabilir. Doğum sırasında anneden bebeğine bulaşabilir. Klamidyoz kolay tedavi edilebilir. Tedavi edilmezse; kadında salpenjite, ektopik gebeliklere ve infertiliteye neden olabilir. Erkekte de infertiliteye yol açabilmektedir. Tedavide doksisilin, tetrasiklin, azitromisin ya da ofloksasin seçeneklerinden biri kullanılmalıdır. KANDİDA VAJİNİTİ Etkeni kandida cinsi mantarlar, özellikle Candida albicans'tır. Hastalık hafif seyirlidir. Cinsel ilişki olmadan da insana bulaşabilir. Fazla yorgunluk, stres, OKS kullanımı diyabet, gebelik, fazla ve uzun süreli antibiyotik kullanımı enfeksiyonu kolaylaştırır. Kuluçka dönemi 2-5 gündür. Kadınların çoğunda özellikle gebelikte hiç bir belirti yoktur. Kadınlarda disparoni, dizüri, vaginadan peynirimsi beyaz akıntı, vulvada yanma ve kaşıntı, vajen ve vulvada ödem ve hiperemi görülebilir. Erkekte çoğunlukla belirti görülmez, penisin ucunda kızarma ve kaşıntı olabilir. Tedavi kolaydır, antimikotik maddeler kullanılır. Belirtiler olduğunda tedaviye başlanmalıdır. ÜRETRİT VE SERVİSİT En sık görülen nedenleri Neisseria gonorrhoeae ve Chlamidia trachomatis dir. Servisiti olan kadınlarda anormal vaginal akıntı olabilirse de çoğu zaman semptom yoktur. Çoğu zaman farklı nedenlerle yapı¤¤¤ jinekolojik muayenelerde saptanır. Başlıca iki tip semptomatik servisit vardır: Enfeksiyöz: Servikal kanal epitelinde enfeksiyon vardır. Epitel serviksin dış ağzından vajene doğru dışa dönmüştür. Eğer tedavi edilmezse uterus ve adneksleri tutarak PID ye neden olur.İki ana nedeni gonore ve klamidyadır. Ektopik: Normal kanal epiteli vajene doğru kanal dışına dönmüşütr. 16 yşından küçüklerde ve oral kontraseptif kullananlardadaha sık görülür. 35 yaş üzeri kadınlarda çoğunlukla neden mekanik, kimyasal travmalar veya HPV gibi viral enfeksiyonlardır. Tedavi etkene yönelik yapılmalıdır. Tedavi edilmezse infertiliteye neden olabilir. GENİTAL HERPES Tedavisi olmayan tekrarlayan ülserlerle karakterize viral bir hastalıktır.Olgularda özellikle HSV-2 yanında az olarak HSV-1 ile enfeksiyonda sözkonusudr. Bulaşma cinsel ilişki ile olur.Kuluçka süresi 2-20 gündür. Hastalık kaşıntılı ve yanmalı lokalize eritemli bir plkala başlar. Daha sonra eritemli zeminde veziküller ve bu veziküllerin spontan rüptürü ile ortaya çıkan girintili çıkıntılı kenarlı ülserlerin görülmesi hastalık için tipiktir.Ateş, halsizlik, ağrılı LAP lar görülebilir. Primer enfeksiyondan sonra rekürren enfeksiyonlar görülür. Tedavide ilk epizodda ve rekürren epizodlarda asiklovir kullanılır.Cinsel eşde tedavi edilmelidir. GENİTAL SİĞİL (KONDİLOMA AKÜMİNATUM) Genital ve anal siğillerin nedeni human papilloma virüstür. Kuluçka dönemi 9-12 aydır. Lezyonlar tek ya da çok sayıda, yumuşak, ağrısız, karnıbahar görünümünde olup genelde anüs, vulvovajinal bölge, penis, üretra ve perinede yerleşir.Tnı tipik görünüme dayanır. Cinsel ilişki ile bulaşır. Tedavisi çok doyurucu değildir. Tedavide kriyoterapi, podofilin, veya trikloroasetik asitkullanılır. Servikal kanserlerle ilintilendirilmektedir. MOLLUSKUM KONTAGIOZUM Etkeni poxvirus grubundan Molluscum contagiosum dur. Cinsel ilişki dışında vücut teması veya ortak kullanı¤¤¤ havlu ya da eşyayla da bulaşabilir. Kuluçka süresi 1 hafta ile 6 ay arasında değişir. 2-4 mm çapında, bazen daha büyük, kül renginde inci gibi siğile benzer nodüller oluşur, tek tek ya da gruplar halinde görülür. Nodüller genital bölgede, kollarda, bacaklarda, ve saçlı deride bulunabilir. Kaşınma ve ağrı olabilir. Çoğunlukla kendiliğinden iyileşme görülür. Tedavide her lezyon sıkılıp içindeki peynirimsi madde çıkarılır ve içine fenol uygulanır. TRİKOMONİYAZİS Etkeni protozoon cinsinden Trichomonas vaginalisdir. Kdınlarda vajen ve serviksde erkekde üretra ve prostatda enfeksiyona neden Oldukça yaygın, hafif seyirli, kuluçka süresi 4-20 gün olan bir CYBH dır. Vücutta uzun süre bulunduğu halde belirti vermeyebilir. Erkekte belirti çok seyrek görülür. Bazen sabahları penisin ucunda hafif bir akıntı olur, idrar yaparken hafif yanma olabilir. Kadında da semptom olmayabilir ya da vaginal akıntı,vajen ve vulvada kaşıntı şikayeti olabilir. Akıntı köpüklü, sarı yeşil renkte ve çok kötü kokulu olabilir, bazen ağrı vardır. Tedavide metronidazol kullanılır. Eşlerin tedaviside önemlidir. UYUZ Uyuz hastalığını oluşturan parazit kene türü Sarcoptes scabiei dir. Dişi parazit deride incecik tüneller açarak yumurtalarını bırakır. 3-4 gün sonra yumurtalar açılır ve 18 günde parazit erişkin şekle geçer. Uyuz fazla kaşıntı yaparak rahatsızlık verir. Tipik olan parmak aralarındaki kaşıntılardır. Uyuz kişi ile yakın temasta parazitin geçişi sonucu bulaşır. Böcekler vücuda geldikten 3 hafta sonra vücutta çoğunlukla akş¤¤ ve gece kaşıntı başlar, kaşıntı yatakta çok artar, özellikle bilekte ve parmaklar arasında, kırmızı-mor nokta şeklinde tünellerin ağızları görülür. Genital bölgede de küçük morumsu noktalar görülebilir. Fazla kaşıntı derinin yaralanmasına sebep olur. Uyuz tedavi ile kolayca iyileşir. İlaçla ölen uyuz parazitleri deride allerjik reaksiyon yapabilir ve kaşıntıya sebep olurlar. Birlikte yaşayan kişilerin beraber tedavi olmaları gerekir. KASIK BİTİ Kuvvetli bacakları ile kıla tutunan kasık biti özellikle pubisteki, kasıktaki ve genital bölgedeki kıllara yerleşir. Vücudun ön kol, göğüs gibi diğer kısımlarına da yerleşebilir. Deriden kan emer ve kaşıntı yapar. Deride kırmızı morumsu lekeler görülür. Tedavisi kolaydır, bit öldüren ilaçlar deriye sürülür. Bir hafta sonra tekrar ilaç sürerek yumurtadan çıkan yavrular da öldürülür. Tedaviye başlandığında çamaşırlar, yatak takımları ila礤¤ıp yıkanmalı, kasık biti ve yumurtalarından arındırılmalıdır. |
Uykusuz kalmayın IQ dan olmayın!!
-------------------------------------------------------------------------------- Dr. Hüseyin Nazlıkul, *******i yetersiz uykunun zekâyı haftada 15 puan birden düşüreceğini belirtip, "İdeal uyku, 23.00 - 06.00 saatleri arasında olur" diyor... Dr. Hüseyin Nazlıkul, önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak "Hayatı Keşfet - Anti - Aging Yaş¤¤ Kılavuzu" adlı kitabında, düzenli ve dengeli beslenmenin yanı sıra uykunun da önemine değiniyor. 1 saat az uyumanın bile zekâyı olumsuz etkilediğini savunan Dr. Nazlıkul, 10 yıl genç görünmek için de "haftada 3 kez seks" öneriyor. İşte Dr. Nazlıkul'un genç görünmek ve zinde kalmak isteyenlere önerileri: Günde en az bir kez yeşil salata, sebze, bir kadeh şarap veya üzüm suyu, 3 kez yoğurt, 5 kez meyve, bitkisel çay, maden suyu ve meyve suyu, 12 tane fındık ya da badem yemelisiniz. Erkekler haftada, 100 - 150 gram tuzsuz kabak çekirdeği yemeli. Haftada bir kez kırmızı et, 2 kez yağlı balık, beyaz et, karaciğer, 3-4 kez de çiftlik yumurtası tüketmelisiniz. Haftada 3 kez, aynı kişiyle düzenli seks yapmak 10 yaş genç görünmeyi sağlar. Seks, spordan sonra genç görünmeyi sağlayan en önemli ikinci faktör. Uykusuzluk IQ'yu düşürür. 1 saat uykusuzluk dahi IQ puanında eksilmeye yol açar. 1 hafta süren uyku düzensizliği IQ'yu, 15 puan birden düşürebilir. Günde 6-7 saatten fazla uyumamalı. Gece 23.00-06.00 arası ideal uyku saatleridir. Düzenli koşmak, bir süre sonra istediğinizi yemeyi, hatta uykuda bile yağ yakmanızı sağlar. Ayrıca açlığı bastırır ve baş dönmesini önler. |
Yalnizken Kalp Krizi Nasil Atlatilir
-------------------------------------------------------------------------------- Diyelim ki saat 18:15 ve zorlu bir iş gününden sonra arabanızla yalnız başınıza eve dönüyorsunuz.Gerçekten yoruldunuz, sıkıldınız ve çileden çıktığınız bir gününüzdesiniz.Birden göğsünüzde başlayıp, Kolunuza ve çenenize doğru ilerleyen şiddetli bir ağrı. En yakın hastaneden sadece 10 km uzaktasınız, fakat o mesafeye bile ulaşıp ulaşamayacağınızdan emin değilsiniz. Ne yapabilirsiniz? Kalp masajı konusunda belki eğitimde almıştınız ama size öğreten şahıs, muhtemelen bu masajı kendi kendinize nasıl yapacağınızı öğretmedi. Son zamanlarda birçok insan kalp krizine yalnız başınayken yaklaşmaktadır. Yardım olmaksızın, normal kalp atışı bozulan ve baygınlık hisseden bir insanın bilincini yitirmeden önce 10 Saniyesi vardır. Bu durumda kalan şahıslar kendilerine,devamlı ve şiddetli bir şekilde öksürerek yardımcı olabilirler. Her öksürükten önce derin nefes alınmalı. Derin nefes alma ve öksürük, yardım gelene yada kalp normal ritmine geri dönene kadar , durmaksızın her iki saniyede bir olacak şekilde devam etmelidir. Derin nefes alma akciğerlere oksijen ulaştırırken, öksürük hareketi kalbi sıkıştırarak kanın dolaşımını sürdürür. Kalp üzerindeki sıkışma hareketi aynı zamanda kalbin normal ritmine dönmesine de yardımcı olur. Bu Şekilde kalp krizine maruz kalan kişi, kendisini bir hastaneye ulaştırabilir. Bunu elinizden geldiğinde daha çok insana ulaştırın, onların hayatını kurtarabilirsiniz. Bu makale Rochester General Hastanesinin " AND THE BEAT GOES ON." adlı bülteninden alınmıştır. Yeniden baskısı The Mended Hearts Inc 'in " Heart Response " adlı yayımında yapılmıştır. |
Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN
-------------------------------------------------------------------------------- Sizlere Cumhuriyet Gazetesinin Bilim Teknik ekinden sağlığımızla ilgili bir alıntı veriyorum; Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN Ukrayna muhalefet lideri Yuşçenko'yu zehirleyen dioksinler çok zehirli, belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en zehirli kimyasal maddelerden biridir.. Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden biri deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimlerdir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş, tanı da bunun üzerine konulabilmiştir. Murat Ozmen (*) Bir zamanlar Amerikanın ortasında bütün canlıların mutluluk içinde yaşadığı, uzaktan bir satranç tahtasını andıran çiftliklerle sarılmış bir kasaba vardı. İlkbaharda tahıl tarlaları, meyve bahçeleri ve yeşil tarlaların üzerinden beyaz bulutlar geçerdi. Sonbaharda meşe, akçaağaç ve huş ağaçlarının tutuşturdukları renkler uzaktaki 礤 ağaçlarının üzerinde alev gibi titrerdi. Tepelerde tilki sesleri duyulur, sabah sisinin gizlediği geyikler tarlalardan sessizce geçerlerdi. Sonra acayip bir afet yöreye gizlice yayılmaya başladı. Sanki kasabanın üzerine korkunç bir lanet çökmüştü. Tavuklar esrarengiz bir hastalığa yakalanmış, inekler ve koyunlar hastalanıp ölmüştü. Her yerde ölümün gölgesi vardı. Kuşlar artık uçmuyor, bahar geldiği halde kuş sesleri duyulmuyordu çevrede... Rachel Carson 1962 yılında "Sessiz Bahar" (Silent Spring) adlı kitabının başında çevre sorunlarına ilk kez böyle bir vurgu yaparak başlamıştı. Kitap 40 yılı aşkındır halen popüler ve biz çevremizi giderek daha çok tahrip etmeye devam ediyor, ekosistem dengelerini artık geri dönüşümsüz olarak daha çok bozuyoruz. Özellikle son 40 yıl içerisinde plastik malzemelerin ve organik klorlu pestisitlerin kullanımındaki artış, birçok çevresel sorunların yanında, dioksin sorununun da ortaya çıkmasına neden oldu. Günümüzde organik klorlu insektisit kullanımı tüm dünyada yasaklanmış olup, birçok organik maddelerin (örneğin DDT ve diğer türevleri) ve halen yaygın olarak kullanı¤¤¤ bazı herbisitlerin (zararlı bitki ve tohum öldürücü maddeler) dioksin adı verilen bir maddenin açığa çıkmasında başlıca sorumlu kaynaklardan olduğu bilinmektedir. Kâğıt sanayinde kâğıt hamurunun beyazlatılması esnasında kullanı¤¤¤ beyazlatıcıların, odundaki organik kimyasallar ile reaksiyona girerek de dioksin ürettiği anlaşılmıştır. Plastik maddelerin temel hammaddesi olan polivinil klorür (PVC) günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Şampuan şişelerinden duvar kağıtlarına, su tesisat borularından plastik poşetlere kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Çevremizde nereye baksak PVC'den mamul bir ürün ile karşılaşmamak artık olanaksız. EN ZEHİRLİ MADDE Dioksinler çok zehirli kimyasal maddelerdir, klorlu dioksinler ve furanlar klor içeren organik kimyasalların (çeşitli pestisitler gibi) ve plastik maddelerin üretimi, mikroorganizmalar tarafından yıkımı ve yanması sırasında istenmeden açığa çıkan yan ürünlerdir. Dioksinler belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en toksik kimyasal maddelerden biridir diyebiliriz. Aslında dioksin tanımı bu gruba dahil birçok kimyasal için kullanılmakla birlikte, bunların içinde en toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (kısaca, TCDD) olarak bilinen maddedir. Gelişmiş ülkeler dioksin hakkında yeterince bilgi sahibi değillerken, bu maddenin açığa çıkmasına yol açan kimyasalları daha yaygın olarak kullanıyorlardı, ancak günümüzde mümkün olduğunca bundan kaçınmaya başladılar. Dioksin'in ciddi olumsuz etkileri aslında Vietnam savaşı sırasında bitkileri öldürmek için kullanı¤¤¤ bir kimyasal maddenin (Orange Agent) insanlardaki toksik etkilerinin gözlenmesinden sonra anlaşılmaya başlandı. Dioksin ve dioksin-benzeri kimyasalların başlıca kaynaklarını dört ana grup altında toplamak olasıdır: 4 ANA KAYNAK 1- Yanma esnasında oluşan dioksin: Özellikle evsel katı atıklar ve artıkların yakılması, demir-çelik sanayiinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında kullanı¤¤¤ yüksek sıcaklık, kömür, odun ve petrol ürünlerinin yakılması olarak sıralanabilir. 2- Kimyasal üretim ve işleme sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler klorlu fenoller, poliklorlu bifeniller, fenoksi grubu herbisitler (örneğin: 2.4.5-T gibi yurdumuzda yaygın olarak kullanılanlar), klorlu benzenler gibi birçok kimyasal maddenin üretimi esnasında oluşabilmektedir. 3- Endüstriyel ve evsel atıkların işlenmesi sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler doğal olarak oluşan fenolik bileşiklerin klorlanması esnasında (örneğin: kâğıt hamurunda olduğu gibi) oluşabilir. 4- Su depolama alanlarındaki dioksin: Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünemedikleri ve kalıcı oldukları için, toprakta, sedimentte ve organik maddelerde birikebilirler. Su kaynaklarını kirleten bu maddeler daha sonra taşınarak başkaca su kaynaklarına kolayca bulaşabilir, ancak genelde bu bulaşma etkisinin çok yaygın olmadığı ve bölgesel olarak etkisini gösterdiği saptanmıştır. DİOKSİN VE ÇEVRE SAĞLIĞI Günümüzde dioksinlerin insan sağlığı bakımından ne denli ciddi etkilerinin olduğu daha iyi biliniyor. Birçok toksik kimyasal ile karşılaştırdığımızda, dioksinler onlardan yüzlerce hatta binlerce kez daha düşük dozlarda alındığında bile, daha toksik etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda yapı¤¤¤ araştırmalara insan ve çevre sağlığı bakımından büyük bir önem verilmektedir. Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu etkisini hormon reseptörlerine bağlanarak gösterir. Bu nedenle dioksinler bilinen tüm kimyasal kirleticiler içinde, "hormon bozucular" ya da "endokrin bozucular" dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Bu etkisi sonucunda, * hücrede genetik mekanizmaların bozulmasına yol açabilir, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kanserlere, sinir sistemi bozukluklarına ve doğumsal kusurların ortaya çıkmasına neden olabilir. Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dioksinler kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilmektedir. Ancak, insanların dioksine maruz kalmasına bağlı olarak, doğrudan elde edilen epidemiyolojik veri sayısı yeterli düzeyde olmadığından, olası etkiler deney hayvanları üzerinde yapı¤¤¤ gözlem ve araştırmalara dayanıyor. Özellikle embriyonal gelişim esnasında bu maddelere fötüsün maruz kalması sonucunda hücresel fonksiyonlarda belirgin şekilde ortaya çıkabilecek kusurlar ya da değişimler, gelişimin bozulmasına yol açabilir. Yapı¤¤¤ çalışmalar dioksin toksisitesi için belirli bir eşik dozun bulunmadığını ve vücudumuzda çok düşük dozlarda alınması sonucunda bile bu maddeye karşı bir savunmanın tam olarak geliştirilemediğini göstermektedir. Hayvanlar üzerinde yapı¤¤¤ çalışmalara bağlı olarak, insanların günde ancak 1 ng/kg (1 mg'ın milyonda biri) düzeyinden daha düşük dozlarda dioksine maruz kalması durumunda embriyonal gelişim bakımından önemli düzeyde bir riskin ortaya çıkmayacağı rapor edilmektedir. Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu (Chloracne) bildirilmektedir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş ve büyük olasılıkla dioksin zehirlenmesi şüphesine bağlı tanı da bunun üzerine konulabilmiştir. BESİN ZİNCİRİNDE Çevresel kirleticilere bağlı olarak tüm yaş¤¤ ortamlarında dioksin kirliliği görülebilir. Dioksin çevrede oldukça kalıcı ve yağda kolay çözünebilir bir madde olduğundan dokularda kolayca birikime uğrar. Bunun sonucu olarak özellikle besin zinciri yolu ile canlıdan canlıya taşınması ve her birinde giderek daha yüksek dozlara ulaşması söz konusudur. Örneğin dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklar aracılığı ile bunları tüketen insanlar, dioksin ile kirlenmiş çayırlıklarda beslenen hayvanların etini yiyen insanlar bu maddenin etkisine maruz kalabilir. Doğada oldukça kalıcı bir madde olduğundan, sürekli olarak kirlenen ortamlar bunun sonucunda hem ekosistem dengesini bozacak, hem de o ortamda yaşayan insanlar için ciddi bir sağlık sorunu oluşturacaktır. Daha sağlıklı bir çevrede yaşamak ve sağlıklı çevrenin gelecek kuşaklara bırakılmasını sağlamak açısından, Türkiye'nin AB kapısında iken çevreye daha fazla duyarlı olması kaçınılmazdır. Bu nedenle tüm çevresel kirleticiler ve özellikle dioksin ve benzeri kirleticilerin kaynaklarının en aza indirilmesi, dioksin kirliliğine neden olan atıkların mutlaka ön arıtımdan geçirilerek bu maddenin kökeninin ortamdan uzaklaştırılması, organik klorlu pestisitlerin kullanımından kesinlikle vazgeçilmesi ve halk sağlığının korunması için toplumun bu konularda daha fazla bilinçlendirilmesinin zamanı çoktan geçiyor. AB trenine binemesek bile, bizler bu topraklarda var olan muhteşem doğal zenginliklerimizle yaşamaya devam edeceğiz. Çevreye saygı, geleceğe yatırım demektir. (*) Prof. Dr. [email protected] İnönü Üniv. Biyoloji Böl. Öğretim Üyesi Kaynaklar: 1- Rachel Carson, Silent Spring, Mariner Books; 40th Annv ed.,400 sayfa, 2002. 2- EPA Dioxin Reassessment Health Assessment, Volume III: Risk Characterization 1994. 3- Cole P, Trichopoulos D, Pastides H, Starr T, Mandel JS. Dioxin and cancer: a critical review. Regulatory Toxicology and Pharmacology 38: 378-388, 2003. 4- Masuda Y. Health effect of polychlorinated biphenyls and related compounds. Journal of Health Science 49: 333-336, 2003. 5- Behnisch PA, Hosoe K, Sakai S. Combinatorial bio/chemical analysis of dioxin and dioxin-like compounds in waste recycling, feed/food, humans/wildlife and the environment. Environment International 27: 495-519, 2001. |
Aşı Takvimi
Doğumda: Hepatit B 1 Aylık: Hepatit B 2 Aylık: Polio (Çocuk felci), DBT Hib(menenjit) ve Hepatit B 3 Aylık: BCG (Verem, Tüberküloz) 4 Aylık: Polio, DBT, Hib 6 Aylık: Polio, DBT, Hib 9 Aylık: Kızamık 12 Aylık: Su Çiçeği, Hepatit B 15 Aylık: MMR 18 Aylık: Polio, DBT, Hib 5-6 yaşında: (İlkokul 1) DBT 11-12 yaşında: (ilkokul 5) Tetanoz |
İnme
Beyni besleyen damarların tıkanması sonucu ortaya çıkan tabloya inme denir. Meydana gelen hasar kalıcı olabilir, ki bu durumda kişi artık kalıcı olarak felç olup kolunu kullanamayabilir, yürüyemeyebilir veya konuşması bozulabilir. Geçici bir hasar oluşursa zaman içinde iyileşir, hasta eski haline döner. İnme geçirdikten sonra ne kadar erken müdahale edilirse kalıcı hasar oluşma olasılığı o kadar azalır. İnme nasıl anlaşılır? Bu semptomlardan herhangi biri olursa vakit geçirmeden doktora başvurunuz: Yüzde, kolda, bacakta güç kaybı, uyuşmalar, karıncalanma hissi, Konuşmanın bozulması, konuşmakta becerisizlik, söyleneni anlayamama, Aniden başlayan ve başka bir nedenle açıklanamayan şiddetli başağrısı, Görme kaybı, Yürüyememe, denge kaybı, Ani başlayan bulantı, kusma, Ani bilinç kaybı. Bazı kişilerde bu semptomlar çok kısa süre görülür, örneğin birkaç dakika, sonra geçer. Bu atağa "Geçici İskemik Atak" denilir. İhmal edilmemelidir. Geçici iskemik atak geçiren kimselerin inme geçirme riski çok yüksektir. Kimler inme geçirmeye daha yatkındır? Atherosklerozlular Kontrolsüz diyabet hastaları Yüksek tansiyonlular Yüksek kolesterolü olanlar Sigara içenler Geçici iskemik atak geçirenler Kalp hastalığı bulunanlar "Carotis" arterinde hastalık olanlar İnmeden nasıl korunulur? Doktorunuzla bu konuda görüşmeli ve tavsiyelerine uymalısınız. Bunun dışında alabileceğiniz diğer önlemler şöyledir: Kan basıncınızı kontrol altında tutunuz. Aşırı yağlı ve kolesterollü gıdalardan kaçınınız. Diyabet hastasıysanız kan şekerinizi iyi takip ediniz. Alkolü azaltınız. Sigara içmeyiniz. |
Riboflavin olarak da adlandırılan B2 vitamini enerji üretimi, enzim fonksiyonu, normal yağ asidi ve aminoasit sentezi için önem taşımaktadır.. Serbest radikallerin toplayıcısı olan glutathion un üretimi için gereklidir.
Riboflavin suda eriyen bir vitamindir ve vücutta depolanmaz. Karaciğer, böbrek ve kalpde sadece birkaç dakika kalır. Bu sebeple dışarıdan alınması gerekmektedir. Ağır Riboflavin eksikliğine nadir olarak rastlanır. Alkoliklerde görülebilir. Ancak çok ağır olmasa da tehlikeli düzeyde Riboflavin eksikliği yaşlıların yaklaşık yüzde 33 ünde görülebilmektedir. Riboflavin hücre enerji üretimini arttırdığı için migren tipi baş ağrılarının önlenmesinde etkili olabilmektedir. ( Migrenin kan damarlarında üretilen enerjinin azalmasıyla oluştuğuna inanılmaktadır. 1994 de yapılan bir çalışmada yüksek dozlardaki riboflavinin baş ağrılarının tedavisinde etkili olduğu gösterilmiştir.) Riboflavin ışığa karşı oldukça hassastır. Açık yeşil sebze ve meyvelerde bulunan bu vitamin özelliğini çok çabuk kaybeder. Boş mideye alındığında sadece % 15 i emilebilir. Fazla miktarda alınan Riboflavin idrar ile atılır ve idrarı hafif bir sarı yaşil renge boyar. Vitamin B2 kaynakları: Badem Bira Mayası Peynir Tavuk Sığır eti, böbrek Buğday FAYDALARI: Kanıtlanmış Faydaları: Besinlerden enerjinin serbest bırakılmasında rol oynar.A vitamini ile birlikte kullanıldığında solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sisteminin mukozasının sağlıklı olmasını sağlar. Sinir sistemi, deri ve gözleri korur. Normal büyüme ve gelişmeye yardımcı olur. Enfeksiyon, alkolizm, yanık, mide ve karaciğer hastalıkları tedavisine yardımcı olur.Antioksidan aktivitesinde gerekli olan Glutation un rejenerasyonunda gereklidir. Migren, katarakt, orak hücreli anemi tedavisinde kullanılır. Vücut dokularının nefes alması için gerekli flavin mononucleotide ve flavin adenine dinucleotide adlı iki koenzimin bir parçası gibi davranır. Vitamin ve minerallerdeki piridoxin i harekete geçirir. Kanıtlanmamış faydaları: Çeşitli göz hastalıklarını, deri hastalıklarını tedavi ederler.Kansere karşı önleyici olduğu iddia edilmektedir. Vücudun normal gelişimini arttırırlar. Kısırlıkta faydalı olduğu sanılmaktadır. Stresi engellerler. Görme duyusunu güçlendirir. Kimler kullanmalıdır: Yetersiz kalorili diyet alanlar, beslenme bozukluğu olanlar veya kalori ihtiyacı artmış kişiler. Gebe veya emziren kadınlar. Alkol veya diğer madde bağımlıları. Kronik hastalığı olanlar, uzun süreli stres altında olanlar, yakın geçmişte operasyon geçirmiş kişiler. Sporcular ve beden işçileri. Sindirim sisteminin bir bölümü operasyonla alınmış olanlar. Ağır yanık veya yaralanması olan hastalar. Doğum kontrol hapı veya östrojen kullananlar. Yararlı bilgiler: B2 vitamini idrarı koyu sarı renge boyayabilir. İşlenmiş yiyeceklerde B2 vitamini miktarları azalır. Soda ile birlikte pişirme yiyeceklerdeki B2 vitaminini ortadan kaldırır. EKSİKLİK BELİRTİLERİ: Ağız kenarlarında çatlaklar, dil ve dudaklarda iltihaplanmalar. Işığa duyarlı gözler. Ciltte kaşıntı. Sersemlik, uykusuzluk. Öğrenme güçlüğü. Gözlerde yanma ve kaşıntı.Kornea hasarı. Kanıtlanmamış Belirtiler.Hafif Anemi.Hafif uyuşukluk hali.Akne.Migren tipi başağrıları.Kas spazmları. Riboflavin eksikliği ile özofagus kanserleri arasında bir ilişki olduğu öne sürülmektedir. Herhangi bir B vitaminine karşı allerjik kişilerde, kronik böbrek hastalıklarında kullanılmamalıdır. Gebeler ve emzirenler doktorlarının tavsiye ettiği şekilde kullanmalıdır. B-2 Fazlalığı: İdrar renginde koyulaşma. Bulantı, kusma. Etkileşim: Trisiklik antidepressanlar, fenotiazinler, probenesid B-2 nin etkisini azaltırlar. B3 Vitamini Niasin, Niasinamid veya Nikotin Amid olarak ta adlandırılan B3 vitamini sindirim için gerekli olan hidroklorik asit üretimi için olduğu gibi , protein, yağlar ve karbonhidrat metabolizması için de tüm insanlar tarafından gereksinim duyulan zorunlu bir besindir. B3 vitamini kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur. Beyin ve hafızanın ileri fonksiyonlarını denetlemesinden dolayı şizofreni ve diğer zihinsel hastalıklarda tedavi edici rol oynar. Son olarak yeterli B3 düzeyleri insülin ile estrojen, progesteron ve testesteron gibi cinsiyet hormonlarının sentezi için hayati rol oynamaktadır. B3 vitamini eksikliğinde Pellegra adı verilen ve sinir sisteminde fonksiyon bozukluğu, mide barsak sistemi bozukluğu, ishal, zihin bulanıklığı, depresyon, ve ağır dermatit ve çeşitli cilt lezyonları ile karakterize bir hastalık oluşur. Son zamanlarda kan kolesterolunu ve trigliseritini yan etki olmadan emniyetle düşürebildiği için doktorlar tarafından bu amaçla sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak B3 vitamininin kullanımında doz ayarlaması mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır. Yüksek miktarlarda alınan B3 vitamini doğal bir allerjik reaksiyon olan ciltte kızarmalara neden olabilir. Bu kızarmalar yanma, kaşıntı ve ağrı ile beraber olabilir. Genellikle yüz, kollar ve göğüse yayılır.Genellikle zararsızdır ve 20 dakika ile bir saat arasında kendiliğinden geçer.Bir bardak su içilmeside yardımcı olacaktır. Gebelikte B3 vitamini dikkatle kullanılmalıdır. Yüksek dozlarda saf nikotinik asit mide ülserleri, gut, glokom diabet ve karaciğer hastalıklarında sağlık problemlerini arttırabilirler. Günde 1.000 mg ın üzerindeki dozlar için doktora tekrar danışmak gereklidir. B3 vitamini içeren doğal yiyecekler sığır eti, brokoli, karnabahar, havuç, peynir, mısır unu, yumurta,balık, süt, patates ve domatestir. B5 Vitamini Pantotenik Asit olarak ta adlandırılan B5 vitamini hem hayvansal hem de bitkisel kaynaklarda bulunabildiğinden dolayı yunanca "heryer" anlamına gelen "pantos" sözcüğünden kökenini almıştır. Vücutta depolanmayan ve suda eriyen bir vitamindir. Pantotenik asit karbonhidratlar, yağlar ve proteinlerin enerjiye çevrilmesinde bir katalizör olarak hayati rol oynayan Koenzim A nın üretiminde zorunlu bir parçadır. Asetilkolin gibi sinir iletimini sağlayan maddelerin üretimine katılır. Çeşitli böbrek üstü bezi hormonları, steroidler ve kortizonun oluşumunda hayati rol oynadığı için antistres vitamini olarak da tanımlanır. Depresyonla savaşmakta olan faydasının yanı sıra mide barsak sisteminin normal çalışmasına yardımcı olur; kolesterol, D vitamini, kırmızı kan hücreleri ve antikorların üretimi için gereklidir. Kanıtlanmış Yararları: Normal büyüme ve gelişmeyi destekler. Yiyeceklerin enerjiye dönüştürülmesine yardım eder. Birçok vücut materyalinin sentezine yardımcı olur. Böbrek üstü bezinin fonksiyonunu destekler, Enerji metabolizmasında gereklidir. Kanıtlanmamış Yararları: Yara iyileşmesini uyarır. Stresi yatıştırır.Depresyon tedavisinde yararlıdır. Alerjilerin tedavisinde yararlıdır.. Alkolizm, karaciğer sirozu tedavisinde yararlıdır. Kabızlık tedavisinde yararlıdır. Yorgunluğun giderilmesinde yararlıdır. Mide ülserlerinde yararlıdır. Osteoartrit, Romatoid artrit tedavisinde yararlıdır. B5 vitamini açısından zengin besinler: Dana eti, karaciğer, balık, tavuk, yumurta, peynir, fasülye, tüm tahıllar, hububatlar, karnabahar, bezelye, avakado, patates, mısır, kuru yemişler de bolca bulunur. B5 Vitamini eksikliği: Direkt olarak B5 vitamini eksikliğine bağlı insanlarda oluşan hiçbir hastalık belirtilmemiştir. Bunun sebebi her türlü besinde bolca bulunmasıdır. Ancak B5 vitamini eksikliğine bağlı bazı belirtilerin oluşabileceği kanıtlanmasa da varsayılmaktadır. Bunlar: Sinir harabiyetleri Solunum problemleri Cilt problemleri Artrit Alerji Doğumsal bozukluklar Zihinsel yorgunluk Baş ağrısı Uyku bozukluğu Kas spazmları, kramplar B6 Vitamini Pyridoxine olarak ta adlandırılan B6 vücutta depolanmayan ve suda eriyen bir vitamindir. Diyetle veya ek vitamin olarak mutlaka alınmalıdır. Vücutta diğer birçok vitaminden daha fazla hayati fonksiyonları destekleyici rol oynar. Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında yer alır. Hormonlar, kırmızı kan hücreleri, sinir hücreleri, enzimler ve prostoglandinlerin oluşumunda rol oynarlar. Ayrıca B6 vitamini iştahımızı, ağrıya karşı duyarlılığımızı, uyku düzenimizi, ruh durumumuzu etkileyen serotonin adlı maddenin yapımında da etkili olmaktadır.B6 vitamini eksikliğinde ani uykusuzluk ve santral sinir sisteminin çalışmasında bozukluklar oluşmaktadır. B6 vitamini bağışıklık sistemini güçlendirir, kolesterol birikimine engel olarak kalbi korur, böbrek taşı oluşumunu engeller. karpal tunel sendromu, adet öncesi gerginlik sendromu, artritler, allerjiler , *******i oluşan bacak kramplarının tedavisinde de kullanılır. Vitamin B6 eksikliği belirtileri: Depresyon, kusma, anemi (kansızlık), böbrek taşları, dermatitler, uyuşukluk, bağışıklık sisteminin zayıflamasına bağlı olarak sık hastalanma gibi beleirtileri olabilir. Yeni doğanlarda B& vitamini eksikliğine bağlı olarak aşırı sinirlilik, huysuzluk; bazende kasılma nöbetleri görülebilir. Ek vitamin B6 bulantı, sabah kusmaları ve depresyon tedavisinde kullanılabilir. Başlıca Vitamin B6 kaynakları arasında muz, avakado, tavuk eti, patates, ıspanak, bezelye, bira mayası, havuç, yumurta, balık ve bütün hububatlar gelmektedir. Önerilen günlük doz 2 mg dır. Vitamin B6 zehirlenme yapabilen ender vitaminlerdendir. Günlük 500 mg a kadar güvenli olabilir ancak günlük 2 gr lık dozla sinir sisteminde geriye dönüşü olmayan bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca beyinde L-Dopa nın etkisini azaltabildiğinden L-Dopa tedavisi gören parkinson hastalarında kullanılmamalıdır. B12 Vitamini Kobalamin olarak ta adlandırılan B12 suda eriyen bir vitamindir. Diğer suda eriyen vitaminlerden farklı olarak vücut dokularında depolanabilir. Bu yüzden eksiklik belirtilerinin ortaya çıkması yıllar alabilir. Vitamin B12 hayvansal gıdalarda bulunur.Karbonhidratlar, protein ve yağların işleme tabi tutulması için gereklidir. Özellikle sinir hücrelerinin büyümesi ve tüm hücrelerin tamirinde önemli rol oynamaktadır.Protein oluşumunda aminoasitlerin işlevinde rol oynamaktadır. Folic asit ile bileşimi sinir hücrelerinin kılıflarının korunabilmesi ve DNA sentezi için gereklidir; sinir iletilerini kolaylaştırır. B12 vitamini ince barsaklarda emilir. Diyetle yetersiz alınım, bazı hastalıklar sebebi ile ince barsaklardan yetersiz emilim B12 vitamin eksikliğini oluşturur. Hafif derecede B12 eksikliği çok sık görülür. Uyuşukluk, unutkanlık, sabahları yataktan yorgun kalkma gibi belirtiler verir. Ağır vitamin B12 eksikliğinde ise sinir fonksiyonlarının bozulduğu kronik hastalıklar ortaya çıkmaktadır. alıcı sinir harabiyetine yol açabilir. Yaş ilerledikçe vitamin B12 eksikliğinin görülme sıklığı artmaktadır. Araştırmalar 65 yaşın üstündeki kişilerin yaklaşık % 40 ında vitamin B12 eksikliği olduğunu göstermektedir. Bu yaşlarda görülen bazı zihinsel bozukluklar ve depresyonun bu nedenle oluşabileceği düşünülmektedir. Alzheimer hastalığına benzer belirtiler verebilir ve eksiklik uzun yıllar sürerse zihinsel bozulma geriye dönüşümsüz hale gelebilir. Asetilkolin üretimini arttırdığı ve beyinde sinir iletimini düzenlediği için Alzheimer hastalığında koruyucu rolü olabileceği düşünülmektedir. Folik asit ile birlikte doğum defektlerini önlemekte önemli rol oynar. Yine folik asit ve B6 vitamini ile birlikte kalp hastalıklarını ve damar tıkanıklığını önleyici rol oynamaktadır. Çocuklarda görülen astımların, depresyonun, şeker hastalığına bağlı nöropatilerin, düşük sperm sayısı ve spermlerdeki hareket yetersizliğinin tedavisinde de B12 vitamini kullanılmaktadır. HIV pozitif kişilerin % 35 inde vitamin B12 eksikliği olduğu bulunmuştur. Yararı tam olarak kanıtlanamasa da AİDS tedavisinde vitamin B12 eklenmektedir. Vitamin B12 Kaynakları: Dana eti, dana karaciğeri,böbrek,süt ve süt ürünleri, peynir, yumurta, midye, dil balığı, ringa balığı, uskumru, sardalya B12 vitamini içeren yiyeceklerdir. Sebzelerde ise B12 vitamini bulunmaz. Vitamin B12 nin kanıtlanmış yararları: Normal büyüme gelişmede olumlu rol oynar. Sinir hasarlarında tedavi edici rol oynar. Pernisiyöz anemi tedavisinde kullanılır, Mide barsak sisteminin bir kısmı cerrahi olarak çıkartılmış hastalarda oluşabilecek B12 vitamin eksikliğine bağlı belirtileri önler. Vejeteryanlarda ve birtakım emilim bozukluğu olan hastalarda oluşabilecek B12 vitamin eksikliğine bağlı belirtileri önler. Bağışıklık sistemini ve sinir sistemini güçlendirir. Vitamin B12 nin kanıtlanmamış ancak olası yararları: Akıl ve sinir hastalıklarında faydalı olabilir. Mikrobik hastalıklara karşı direnci arttırır. İştahı arttırır. Ortalamanın altındaki boy uzunluklarında yararlıdır. Öğrenme ve bellek kapasitesini geliştirir. Enerjiyi arttırır. A Vitamini A Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir.Balıkyağında, karaciğerde, tereyağı ve kremada, peynirde, yumurta sarısında bulunur.Sonradan A vitamini (retinol) ne dönüşecek olan Beta Karoten ve diğer karotenoidler ise yeşil yapraklı ve sarı sebzelerde ve tahıllarda bulunur.A vitamini karaciğerde depolanır. Isıya karşı sabit ve pişirilmeye dayanıklıdır.Yüksek miktarlarda alınması toksik reaksiyonlara (zehirlenme) neden olabilir. Vitamin A miktarı Retinol Equivalant ile ölçülür Vücuttaki Fonksiyonları: Sağlıklı deri ve saçlar için gereklidir. Diş, dişeti, ve kemik gelişiminde önemli rol oynar Normal iyi görme de ve gece görme de etkilidir. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Akciğer, mide, üriner sistem ve diğer organların koruyucu epitelinin düzeninde rol oynar. Eksiklik Belirtileri Gece körlüğü Xerophthalmia ( korneanın anormal kuruması ve kalınlaşması = göz kuruluğu) Bağışıklık sisteminin zayıflaması, enfeksiyonlara elverişli hale gelme Akne (sivilce) oluşumunda artış Yorgunluk Diş, diseti ve kemiklerde deformiteler Aşırılık ve Zehirlenme Belirtileri Karaciğer bozuklukları Mide bulantısı ve kusma Saç dökülmesi (saçlar çabuk kopar) Baş ağrısı Eklem ağrıları Dudak çatlamaları Saç kuruluğu İştah kaybı Beta Karoten Aşırılığı ve Zehirlenme Belirtileri Avuçlarda ve ayak tabanlarında ciltte sarı-kavuniçi renk değişikliği. Çocuklarda zehirlenme 300000 Retinol Equivalant A vitamini alımıyla oluşur. Yetişkinler de ise genellikle günde 100000 Retinol Equivalant A vitamininin aylar boyu alınması ile oluşur. Yetişkin Erkeklerde Vitamin A gereksinimi 1000 Retinol Equivalant Yetişkin Kadınlarda Vitamin A gereksinimi 800 Retinol Equivalantdır. D Vitamini D Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir. Daha çok iki şekilde bulunur.Bunlardan aktif ergosterol, kalsiferol ve D2 vitamini gibi adlarla da bilinen ergokalsiferol ışınlanmış mayalarda bulunur.Aktif 7-dehidrokolesterol ve D3 vitamini gibi adlarla da anılan kolesalsiferol ise insan derisinde güneş ışığı ile temas sonucu meydana gelir ve daha çok balık yağında ve yumurta sarısında bulunur. Isıya karşı sabit ve pişirilmeye dayanıklıdır.Yüksek miktarlarda alınması toksik reaksiyonlara (zehirlenme) neden olabilir. Vücuttaki Fonksiyonları İnce barsaklardan kalsiyum ve fosforun emilimini düzenleyerek kemik büyümesi, sertleşmesi ve tam üzerinde etkili olur. Raşitizmi önler Böbrek hastalıklarında düşük kan kalsiyumu seviyesini düzenler. Postoperatif kas kasılmalarını önler. Kalsiyumla birlikte kemik gelişimini kontrol eder. Bebekler ve çocuklarda kemik ve dişlerin normal gelişme ve büyümesini sağlar. Henüz kanıtlanmamış olası etkileri: Artrit, yaşlanma belirtileri ,sivilce,alkolizm, kistik fibrozis uçuk ve herpes zoster tedavisi, kolon kanserinin önlenmesi Vitamin D alınımına dikkat edilmesi gereken durumlar: Güneş ışığı bakımından yetersiz bölgelerde yaşayan çocuklar. Yetersiz gıda alan ve fazla kalori yakan kişiler 55 yaşın üzerindekiler, özellikle menapoz sonrası kadınlar. Emziren ve hamile kadınlar. Alkol veya uyuşturucu kullananlar. Kronik hastalığı olanlar, uzun süredir stress altında olanlar yakın geçmişte ameliyat geçirmiş olanlar. Mide-barsak kanalının bir kısmı ameliyat ile alınmış olanlar. Ağır yaralanma ve yanığı olan kişiler. Eksiklik Belirtileri: RaşitizmÇocuklarda D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık)Çarpık bacaklar, kemik veya eklem yerlerinde deformasyonlar, diş gelişiminde gerilik, kaslarda zayıflık, yorgunluk, bitkinlik Osteomalazi (yetişklerde D vitamini eksikliği ile oluşan hastalık) kaburga kemiklerinde,omurganın alt kısmında, leğen kemiğinde, bacaklarda ağrı, kas zayıflığı ve spazmları, çabuk kırılan kemikler.Aşırılık ve Zehirlenme Belirtileri Yüksek kan basıncı Mide bulantısı ve kusma Düzensiz kalp atışı Karın ağrısı İştah kaybı Zihinsel ve fiziksel gelişme geriliği Damar sertliğine eğilim Böbrek hasarları E Vitamini E Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir.Alfa,beta,gama ve delta tokoferolleri içerir. Bitkisel yağlar ve buğday tanesi en iyi kaynağıdır. Isıya karşı sabit ve pişirilmeye dayanıklıdır. Vücuttaki Fonksiyonları En iyi Antioksidandır.Hücre zarı ve taşıyıcı moleküllerin lipid kısmını stabilize ederek hücreyi serbest radikaller, ağır metaller, zehirli bileşikler, ilaç ve radyasyonun zararlı etkilerinden korur. İmmun sistemin aktivitesi için gereklidir.Timus bezini ve alyuvarları korur.Virütik hastalıklara karşı bağışıklık sistemini geliştirir. Göz sağlığı için hayati önem taşır.Retina gelişimi için gereklidir.Serbest radikallerin katarakt yapıcı etkilerini önler. Yaşlanmaya karşı koruyucudur.Serbest radikallerin dokular, deri ve kan damarlarında oluşturduğu dejenaratif etkiyi önler.Yaşlanmayla ortaya çıkan hafıza kayıplarını da önleyici etkisi vardır. Eksiklik Belirtileri Çocuklarda hemolitik anemi ve göz bozuklukları Yetişkinlerde Dengesiz yürüme, konsantrasyon bozukluğu, düşük tiroid hormonu seviyesi, sinir harabiyeti, uyuşukluk, anemi, bağışıklık sisteminde zayıflama. E vitamini eksikliğinde kalp hastalıkları ve kanser riski artmıştır. K Vitamini K Vitamini yağda eriyen vitaminlerdendir.Kan pıhtılaşmasında önemli rol oynar. Lahana, karnıbahar, ıspanak ve diğer yeşil sebzelerde, soya fasülyesi ve tahıllarda bulunur.Genellikle vücutta barsak bakterileri tarafından sentez edilir. Vücuttaki Fonksiyonları Kan pıhtılaşmasını sağlar. Bazı çalışmalar özellikle yaşlılarda kemkleri güçlendirdiğini göstermektedir. Pıhtılaşmada ve kemik yapımında kalsiyum'a yardımcıdır. Eksiklik Belirtileri Kontrolsuz kanamalara neden olan K vitamini eksikliği malabsorbsiyon hastaları hariç ender görülür.Doğumdan sonraki ilk 3-5 gün içerisinde barsak florası henüz tam gelişmemiş olduğundan K vitamini eksikliği vardır. Günlük Vitamin K ihtiyacı: Genellikle sebzelerle alınan günlük 60-85 mg. herhangi bir eklemeye gerek kalmadan yeterli olmaktadır |
B1 vitaminin uzun süre eksikliklerinde Beriberi adı verilen ve merkezi sinir sistemini yıkıcı ve bazen ölümcül olabilecek bir hastalık oluşabilir. Beriberi'ye beslenme düzeyleri yeterli olan ülkelerde pek rastlanmaz. Ancak alkol B1 i yıkıma uğrattığından uzun süreli alkolizm vakalarında bu hastalığa rastlanabilmektedir. B1 düzeylerini ağızdan alınan antibiotikler, sulfa grubu ilaçlar, antiasitler ve doğum kontrol hapları da etkileyebilir. Ayrıca karbonhidratı yüksek diyetle beslenen kişiler de B1 ihtiyacı artabilmektedir.
B1 vitamini açısından zengin besinler: Kuru fasulye, yumurta, bira mayası, bütün hububatlar, kahverengi pirinç ve deniz ürünleridir. Süt ve süt ürünleri, sebze ve meyveler B1 açısından çok zengin kaynaklar olmasalar da yüksek miktarlarda tüketildiklerinde yeterli B1 vitamini girişini sağlayabilirler. Besinler haricinde alınan ek vitamin preperatlarında B1 genellikle B2, B3, B6, pantetonik asid ve folik asit ile birlikte bulunur. Günlük B1 Vitamini Gereksinimi: 1,5 mg dır. B2 Vitamini Riboflavin olarak da adlandırılan B2 vitamini enerji üretimi, enzim fonksiyonu, normal yağ asidi ve aminoasit sentezi için önem taşımaktadır.. Serbest radikallerin toplayıcısı olan glutathion un üretimi için gereklidir. |
vitaminler ve vitamin ihtiyaçları
B1 Vitamini Thiamin olarak da adlandırılan B1 vitamini merkezi sinir sistemi sağlığını korumakta önemli bir rol oynar. Yeterli B1 düzeyleri zihinsel fonksiyonun korunmasında bize yardımcı olur. B1 düzeylerinde ki yetersizlik ise gözlerde güçsüzlük, zihin bulanıklığı ve fiziksel koordinasyonda bozukluğa sebep olur. B1 vitamini kan hücrelerinin oluşumu ve sağlıklı bir dolaşım sistemi için gerekli olan hidroklorik asit in üretiminde rol oynar. Ayrıca karbonhidratlardan enerji üretiminde, kalp ve sindirim sistemi kaslarının tonusunun korunmasında anahtar rolü vardır.Diğer B vitaminleri gibi B1 vitamini de suda eriyen vitaminler sınıfındandır ve vücutta depolanmaz. Bu sebeple her gün yeterli miktarda B1 vitamini alınması gerekmektedir.Diğer B vitamini kompleksleri ile birlikte alındığında tek başına yapacağı etkiden daha fazla etki oluşturur. B1 Vitamini Eksikliğinde Görülen Belirtiler: İştah azalması Sindirim bozukluğu Kabızlık Yorgunluk Baş ağrısı Sinir ve dolaşım sistemi hastalıkları Kas krampları Ödem |
vejeteryanlık vejeteryan diyeti
Vejeteryan diyetlerin çoğu dikkatli düzenlendiği takdirde besin ögeleri yönünden yeterlidir. Özellikle vejeteryan diyet az da olsa bazı hayvansal besinleri içeriyorsa tüm besin ögelerini bu diyetle karşılamak mümkündür. Süt, peynir ve veya yumurta yiyen vejeteryanlarda hiç hayvansal besin yemeyenlere oranla besin ögesi yetersizliklerine çok az rastlanır. Ancak veganlar, fruvitaryanlar ve Zen makrobiyotik diyet uygulayanlar protein, riboflavin, B12 vitamini, demir, kalsiyum ve çinkoyu yeterince alamayabilirler. B12 vitamini yetersizliği yönünden riskli gruplardan biridir. Bu risk özellikle hayvansal besinleri hiç tüketmeyen veganlar için önem taşımaktadır. Laktovejeteryanlar süt ve türevlerinden, laktoovovejeteryanlar da bunlara ek olarak yumurtadan yeterli B12 vitamini almaktadırlar. Veganlarda genellikle serum total B12 vitamini düzeyleri bir miktar düşük olmasına karşın beklenenin aksine klinik ve biyokimyasal yetersizlik belirtilerine sık rastlanmaz. Bunun nedenlerinden biri gelişmiş ülkelerdeki veganların düzenli olarak vitamin B12 içeren multivitamin ilaçlarının kullanmalarıdır. Az gelişmiş ülkelerde ise diyete kontamine olan bakteriler B12 vitamini sentezleyerek alıma katkıda bulunmaktadırlar. Ayrıca vejeteryanlarda B12 vitamininin enterohepatik dolaşımının daha etkin olduğu, ince barsaklara safrayla ve besinlerden bakteri kontaminasyonu ile gelen vitaminin geri emiliminin % 100 e kadar ulaştığı bildirilmektedir. Böylelikle yetersizliğin başlaması 20-30 yıla kadar uzamaktadır. |
Egzersiz programınızı aksatmayın
Egzersiz programına başlamak kolay, sürdürmek ise zordur. İşte size birkaç öneri: Gerçekçi ve kısa süreli hedefler belirleyin. Yeni başladığınızda iki hafta süreyle günde 10 dakika yürüyüş yapmak uygulanabilir bir egzersizdir. Bunu yapmayı başardığınızda yeni bir hedef belirleyebilirsiniz. Uzun vadedeki hedefleriniz mantıklı olsun. Uzun süreli egzersiz programınız planınızı uygulama konusunda sizi motive etmelidir. İlginizi çeken spor dalları yeterince kilo vermeniz için uygun olmayabilir. Egzersizi gerektiği gibi yapın. Bunu öğrenerek kendinizi sakatlama riskinden ve gereğinden fazla yorulmaktan kurtulursunuz. Egzersizden önce daima ısının ve kültür-fizik hareketleri yapın. Aktivitelerinize çeşitlilik kazandırın. Aerobik ve direnç egzersizlerini kombine etmeniz işin rutin sıkıcılığa bürünmesini önleyeceği gibi dayanıklılığınızı da artırır. Değişik egzersizler yapmayı deneyin, yürüyorsanız yolunuzu değiştirin. Kayıt tutun. Bir gün dönüp baktığınızda ne kadar iyi bir duruma ulaştığınızı görmeniz motivasyonunuzu artıracaktır. Önceden plan yapın. Gelecek haftalarda yapacağınız egzersizleri önceden belirleyin ve yaptığınız plana uyun. Destek arayın. Bir arkadaşınızla ya da grupla egzersiz yaptığınızda programa uymanız kolaylaşır ve egzersiz yapmamak için bahane aramazsınız. Durmayın. Ne kadar iyi göründüğünüzü ve kendinizi ne kadar sağlıklı hissettiğinizi düşünün ve kilo vermek için en önemli yöntemin egzersiz olduğunu unutmayın. Bu noktaya kadar getirdiniz, bundan sonrasına boş vermeyin. |
Jimnastik ve sağlık kulüpleri
Bir jimnastik kulübüne ya da grup aktivitesine katılmanız aktif olmanızı sağladığı gibi motive olmanızı kolaylaştırır ve çeşitlilik sunar. İşte size aklınızda tutmanız gereken bazı önemli noktalar: Sadece sizin için. Size uyan, yapmaktan zevk alacağınız ve en önemlisi yapabileceğiniz aktiviteler seçtiğinizden emin olun. Kulüp çalışanlarının herkesin özel gereksinimlerine duyarlı olup olmadıkları da önemlidir. Yeri: Kolay ulaşılabilir bir yerde değilse hiç bir zaman gitmezsiniz. Evinize veya işyerinize yakın bir yer olmasına özen gösterin. Zaman: Başlamadan önce gitmeyi düşündüğünüz saatlerde kalabalık olup olmadığını, bulunan insanların yanında kendinizi rahat hissedip hissetmediğinizi saptayın. Kolaylıklar: Diyetisyen önerileri ve yapısal kilo verme programları gibi ek hizmetler ilginizi çeker mi? Egzersizi daha eğlenceli hale getirmek için düşünülmüş şeyler var mı? Soyunma odaları temiz mi? Sauna ya da buhar odası ister misiniz? İlk gidişinizde yapmanız gerekenler: İlk gittiğinizde ilginizi çeken aletleri ve ekipmanları kullanın. İyi bulmadıysanız başka bir yer arayın. Hiçbir zaman unutmayın ki bir sağlık kulübüne kaydolmak sizi sağlıklı kılmaz. Bunun için kulübe düzenli olarak gitmek gereklidir. |
Sağlıklı yiyecek seçenekleri için öneriler
Genel olarak Her gün vitamin hapı alın, bu özellikle yeterli miktarda meyve ve sebze yemiyorsanız önemlidir. Gün boyunca 5-8 kez hafif yemekler yeyin. Öğün atlamayın ve ağır yemeklerden kaçının. Yemeklere saldırmayın. Daha az ve yavaş yerseniz daha çok tat alırsınız. İçki içmeden önce düşünün. Alkol kalori bakımından çok zengindir, besleyiciliği yoktur, yağ depolanmasını uyarır ve irade gücünüzü olumsuz etkileyerek yanlış seçimler yapmanıza zemin hazırlar. Günde 6-8 bardak su için. Yemeklerden önce içeceğiniz bir-iki bardak su daha çabuk doymanızı sağlar. Yemeklere yağsız sıcak bir çorba ile başlayın. Bu sizin yavaş yemenizi ve çabuk doymanızı sağlar. Tetikleyici yiyecekleri kontrol etmeniz son derece güç olduğundan bunlardan tamamen uzak durun. Elle yenen yiyeceklerden kaçının. Ne kadar yediğinizi kontrol edemezsiniz. Başka birinin tabağındakilere göz koymayın. Daha çok, balık ve derisini ayırarak kümes hayvanı eti yeyin, kırmızı et miktarını azaltın. Daha çok sebze ve hububat yeyin. Mümkün olduğunca yağdan fakir alternatifleri seçin. Annenizin ne söylediği önemli değil, tabağınızdaki her şeyi yemek zorunda değilsiniz. Alışverişte Alışverişe boş bir mideyle gitmeyin. Gördüğünüz her şeyi almak istersiniz. Bir alışveriş listesi hazırlayın ve bu listeye bağlı kalın. Sizin için uygun olmayan, sakınmak istediğiniz yiyeceklerin bulunduğu reyonlara gitmeyin. Paket etiketlerini okumayı öğrenin. İhtiyacınız olandan fazlasını satın almayın. Genellikle yağ ve kalori yüklü olan hazır gıdalardan kaçının. Satın almazsanız yemezsiniz. Yemek hazırlarken Yemekleri basit hazırlayın, sos eklemeyin. Yemek pişirirken yemeyin. Taze sebzeler bu kuralın dışındadır. Yemek pişirirken yağ gereksinimini azaltmak için yapışmayan tencereler kullanın. Yağ kullanmak zorundaysanız zeytin yağı veya susam yağı kullanmaya çalışın ve miktarını az tutmaya özen gösterin. Et üzerinde görülen tüm yağı ayırın. Bonfile yerine hindi etini tercih edin. Bir tam yumurta yerine iki yumurtanın beyazını kullanın. |
Fırında pişirilen yiyeceklerde, meyva püresi ve sosu yağın yerine kullanılabilecek mükemmel alternatiflerdir.
Bir parça rendelenmiş peynir yemeğe çeşni katar, verdiği kalori de çok azdır. Yağda kızartmak yerine tavuk suyu, tuzdan fakir soya sosu ya da su içine sote yiyecekler hazırlayın. Yemeği hazırlarken en iyisi fırında pişirmek ya da kaynatmaktır. Sos ve çorbalara krema yerine patates püresi eklenebilir. Yemek tarifinde 1/2 kaşık yağdan söz ediliyorsa siz onun da yarısını koyun. Tat tomurcuklarınız aradaki farkı anlamaz, fakat bel çevreniz bunu ayırt eder. Yağ yerine baharat kullanın. Taze otlar ve baharatlar kalori ya da yağ korkusu olmadan yemeklerinize çeşni katar. Çeşitli etnik yemekleri deneyin. Arta kalan yemekleri hemen dondurun, yoksa buzdolabına koyamazsınız ve kendinizi yemek zorunda hissedersiniz. Evde yemek Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Evinizde yağdan ve kaloriden zengin yiyecekler bulundurmak zorundaysanız kolayca ulaşabileceğiniz yerlerde olmamalarına dikkat edin. Televizyon ile yemeği karıştırmayın. Tabağınız yerine televizyona bakarsanız ne yediğinizi ve ne kadar yediğinizi anlamazsınız. Yemeği daima yemek masasında yemeyi bir kural olarak belirleyin, hiçbir zaman ayakta yemeyin. Hiçbir zaman paketten ya da kutudan yemeyin. Bir tabağa bir miktar alıp paketi ortadan kaldırın. Yemeği tabaklara koyarken porsiyonların çok büyük olmamasına özen gösterin ve bu işi mutfakta yapın. Masada sadece salata ve sebze gibi yararlı şeylerin bulunmasına izin verin. Dışarda yemek Evden asla aç karnınıza çıkmayın. Bir restorana gitmeden önce bir bardak meyve suyu için ya da bir parça meyve veya havuç gibi şeyler yeyin. Restoranda ekmek sepetinin masadan kaldırılmasını isteyin. Tüm sosların yemeğinizin üzerine değil, yanında servis edilmesini isteyin. Bunları çatalla alın. Garsona yemeklerin nasıl hazırlandığını sorun. Kızarmış yiyeceklerden uzak durun! Büyük porsiyon istemek en iyi fikir gibi gözükse de fazla kalori ve yağa değmez. |
Dengeli beslenme
Sağlıklı olmanın sırrı, yediklerimizin çeşitleri kadar miktarlarına da dikkat etmekten ve vücudumuz için gerekli olan besin öğelerini doğru tüketebilmekten geçiyor. Sağlıklı büyüme ve gelişme için 40’dan fazla besin öğesine ihtiyacımız var. Bu besin öğelerini 6 ana grupta toplayabiliriz. · Karbonhidratlar : Ekmek, makarna, pirinç, tahıl ürünleri ve kurubaklagillerde yüksek miktarda bulunur. Şekerler de karbonhidratlar grubunda yer alır. Şekerler, bildiğimiz çay şekeri ( sukroz ), meyve şekeri ( fruktoz ) ve süt şekeri ( laktoz ) olarak gruplara ayrılır. Karbonhidrat vücudumuz için iyi bir enerji kaynağıdır. Günlük alınan enerjisinin % 55-60’ının karbonhidratlardan sağlanması gerekir. Burada önemli olan şekerli besinlerden çok, diğer karbonhidrat kaynaklarını tüketmektir. · Proteinler : Et, süt ve ürünleri ile yumurta ve kurubaklagillerde yüksek miktarda bulunur. Hücrelerin gelişmesi, dokuların yenilenmesi için gereklidir. Günlük alınan enerjinin % 10-12’sinin proteinlerden sağlanması gerekir. · Yağlar : Et, süt, peynir, margarin, tereyağ ve kuruyemişlerde yüksek miktarda bulunur. Günlük alınan enerjinin % 25-30’unun yağlardan sağlanması gerekir. Burada önemli olan bu miktarın en fazla % 10’unun doymuş yağlardan ( et, süt, yumurta gibi hayvansal kaynaklı ürünlerde bulunur. Aşırı tüketimi kolesterol seviyesinin yükselmesine sebep olur.), % 10’unun tekli doymamış yağlardan( zeytinyağı, kanola yağında bulunur.) ve % 10’unun çoklu doymamış yağlardan ( ayçiçeği, soya fasülyesi, tahıl ürünleri, balık ve ürünleri, ıspanak, brokolide bulunur.) karşılanmasıdır. · Vitaminler, mineraller ve su diğer besin öğesi gruplarıdır. Bu besin öğelerinin toplandığı besin gruplarını inceleyecek olursak; · Süt ve süt ürünleri: Bu gruptaki besinler protein ve kalsiyumdan zengindirler. Ayrıca yağ ve bazı vitaminler içi iyi kaynaktırlar. · Et ve et ürünleri : Bu gruptaki besinler diğerlerine oranla daha fazla protein içerirler. Ayrıca demir, çinko ve B vitaminlerinden zengindirler. · Tahıllar : Bu gruptaki besinlerin önemli bir kısmı karbonhidrattır. Yine bazı B vitaminleri ve mineraller de vardır. · Sebze ve meyveler : Sebze ve meyvelerin önemli bir kısmı sudur. Ayrıca protein, karbonhidrat, vitamin ve mineral içerirler. Bu grup özellikle C vitamini içi önemlidir. · Yağlar ve şekerler : Şekerler vücuda enerji sağlarlar ve fazla miktarda tüketilmeleri dengesiz beslenmeye neden olur. Yağ tüketiminden tamamen vazgeçmek sanıldığının aksine sağlıklı değildir. Çünkü vücudun belli miktarlarda yağa da ihtiyacı vardır. Özellikle vücudumuz için oldukça gerekli olan A,D,E,K gibi ancak yağda eriyerek yararlı olan vitaminler açısından yağların günlük beslenmede yer alması çok önemlidir. Önemli olan yağları bir denge içinde tüketmektir. |
Egzersiz rehberi
Giriş Başarılı bir şekilde kilo veren ve indikleri kiloyu koruyan kişilerin değerlendirilmesi bir tek ortak faktör olduğunu göstermektedir: Egzersiz. Kilo verme biçimine bakılmaksızın en önemli başarı göstergesi egzersizdir. Kilo verdikten sonra egzersiz yapmayı bırakanların hiç şaşmaz bir biçimde yeniden kilo aldıkları, egzersizlerini sürdürenlerin ise yeni kilolarını korudukları saptanmıştır. Gerçekten de bu kadar basittir. Eğer kilo vermek ve ulaştığınız kiloyu korumak istiyorsanız egzersiz yapmak zorundasınız. Bu, yaşam boyu her gün kilometrelerce koşmak ya da bisiklet kullanmak olarak algılanmamalıdır. Fiziksel aktivitenizde orta derecede bir artış sağlamanız kilo vermeniz ve dolayısıyla sağlığınızın düzelmesi açısından yararlı olacaktır. Bu bölümde "egzersiz" kelimesi ile evi ya da arabayı temizlemek, yürümek gibi günlük işler yada spor, aerobik gibi fiziksel aktiviteler tanımlanmaktadır. |
Egzersiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Her bildirim için uygun olan seçeneği işaretleyiniz: Doğru - Yanlış Egzersiz iştahımı artırıyor. Egzersiz kilo almama neden oluyor. Egzersiz yapmak için vaktim yok. Egzersiz beni fazlasıyla yoruyor. Vücudumu bir şekle sokmak için çok yaşlıyım. Egzersiz yapmayı bırakırsam kaslarımın yağa dönüşeceğinden korkuyorum. Egzersiz bana sıkıntı veriyor. Sporda iyi değilim. Sadece çok efor gerektiren sporlar yarar sağlar. Yukarıdaki bildirimlerden her hangi birine evet yanıtı verdiyseniz egzersiz hakkında yanlış inanışlara sahipsiniz demektir. Gerçekte: Egzersiz iştahınızı azaltır. Kilo verirsiniz. Kas doku yağa göre artar ve daha sağlıklı olursunuz. Günde 30 dakika olsun ayırabilirsiniz. Egzersiz size ek enerji ve güç verir. Egzersizin getirilerinden yararlanmak için hiçbir zaman geç değildir. Anlamsız! Kas hiçbir zaman yağa dönüşmez. Pek çok aktivite tek başınayken yapılabilir. Yürümek özel yetenek gerektirmez. Kilo vermeniz ve sağlığınızın düzelmesi için hafif ve orta derecede egzersizler de etkilidir. Neden egzersiz yapmalısınız? Egzersiz tahmin edebileceğinizden daha çok yarar sağlar. En önemlisi kilo vermeniz açısından çok önemli olan çeşitli fiziksel ve psikolojik değişikliklere yol açar. |
Egzersiz kalori yaktırır.
Egzersizin en aşikar, ancak belki de en önemsiz etkisi budur. 1 saat koşu yaptığınızda, bir hamburger yemekle kazanacağınıza eşdeğer olan 600 kalori yakarsınız. Egzersizin kısa süreli etkileri sınırlı olsa da uzun vadede çok fazladır. Günde 30 dakika yürüdüğünüzde 200 kalori yakarsınız. Aldığınız gıdanın değişmediğini varsayarsak 6 ayda fazladan 36400 kalori yakar ve 4.5 kg verirsiniz. Sadece yürümeyle yılda 9 kg verirsiniz ve verdiğiniz kiloları geri almazsınız. Görüldüğü gibi, egzersiz kalori yaktırmanın dışında kilo da kaybettirmektedir. |
Egzersiz sağlığınızı düzeltir.
Egzersizin özellikle aşırı kilolu olanlarda kan basıncı, kan lipid düzeyi, plazma insülin düzeyi, kalp ve akciğerlerin normal çalışması üzerinde olumlu etkileri vardır. Kilo kaybından bağımsız olan bu yararlar orta derecede egzersizle bile sağlanabilir. Yeni çalışmalar egzersizin, yaşlı insanlarda bile osteoporozu, bazı kanserleri ve kalp hastalıklarını önlediğini göstermektedir. Egzersize başlamak için hiçbir zaman geç değildir. Egzersiz psikolojik sağlığınızı da olumlu etkiler. Fiziksel aktivitede artış kafanızın rahat olmasını, dolayısıyla vücudunuzun da rahat olmasını sağlar. Egzersiz konsantrasyonunuzu artırır, stresinizi ve gerginliğinizi azaltır, kontrolünüzü artırır, kendinizi iyi hissetmenize neden olur ve diyetinize uymanızı kolaylaştırır. Hafif ve orta derecede bir fiziksel aktivite ile sağlanan psikolojik yararlar uzun solukludur. |
Sizin için en uygun egzersiz hangisi?
Bu soruya verilebilecek en iyi yanıt, yapabileceğiniz ve yapmayı sürdürebileceğiniz her türlü aktivitedir. Sizin için en uygun aktiviteleri belirlemenize yardımcı olmak amacıyla hazırlanmış olan şu soruları yanıtlayın: Şu anki fiziksel durumunuz nedir? Şu andaki fiziksel sağlık durumunuza uygun bir aktivite seçin ve hafiften başlayıp giderek artırın. Egzersiz yaparken tek başınıza olmayı mı yoksa başkalarıyla birlikte çalışmayı mı tercih edersiniz? Bu tamamen size kalmış. Egzersizi yalnız kalmak ya da arkadaşlarınızla birlikte olmak için bir fırsat olarak değerlendirebilirsiniz. Kapalı bir ortamda olmayı mı dışarda olmayı mı tercih edersiniz? Mevsime ya da hava durumuna göre karar verebilirsiniz. Egzersiz yaparken yanınızda bir eğitmen olmasını mı yoksa kendi başınıza çalışmayı mı tercih edersiniz? Bazı kişiler kendilerini eğitmesi, motive etmesi ya da koruması için bir eğitmenin yanlarında bulunmasını uygun bulur. Günlük programınız içinde egzersiz için en uygun zamanı seçin. Sabahları mı yoksa akşamları mı daha aktif olursunuz? Öğle yemeğine ayıracak vaktiniz var mı? Egzersizlerinizi atlamamak için en uygun zamanı seçin. Nelerden zevk alırsınız? Değerlendirilmesi gereken en önemli nokta egzersizlerin eğlenceli olmasıdır. Kim sıkıcı aktivitelerde bulunmak ister ki? |
Ne kadar egzersiz yapmalısınız?
Pek çok egzersiz programı az miktarda bile egzersizin yararlı olduğu fikrinden yola çıkmaktadır. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, yeterli egzersiz düzeyini tutturamadığınızda başarısız olduğunuz hissine kapılmanızın ve programınızı bırakmanızın çok kolay olduğudur. Hafif egzersizlerin bile sağlığınız açısından çok yararlı olduğunu ve duygusal anlamda da sizi rahatlatacağını unutmayın. Gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler belirleyin, her başarıdan sonra yeni hedefler seçin. Amacınız her gün 30 dakika fiziksel aktivitede bulunmak olmalıdır. Bu iş için ayıracak 30 dakikanız yoksa günde 3 kez 10 dakika bulabilirsiniz. Başlangıç aşamasında 30 dakika boyunca spor yapmak gerçekten zor gelebilir, bu nedenle daha kısa süre ile başlayabilirsiniz. İdeal olanı her gün egzersiz yapmanızdır. Bu işten yarar görmeniz için haftada en az üç kez spor yapmanız yeterlidir. |
AKUPUNKTURUN FELSEFESİ
Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir. Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı’nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır. Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin’i, beyaz Yang’ı simgeler. Ancak, Yin’in içinde Yang, Yang’ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang’ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder. |
AKUPUNKTURUN TARİHÇESİ
Çin’de iğne ve ısı anlamına gelen “Chen-chin” ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı’da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, “akupunktur” olarak adlandırılmıştır. Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa’da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600’lü yıllara rastlar. 1972’de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin’e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete “akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon” izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı’da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır. |
AKUPUNKTUR VE ZAYIFLAMA
Şişmanlık Şişmanlık Nedir? Dünyada şişmanlık Neden kilo almak/vermek istediğimizde zorlanırız? Vücut-Kitle indeksi nedir? Akupunktur ve Zayıflama Akupunkturla neden daha kolay ve kalıcı zayıflanır? Şişmanlık (Obezite) Şişmanlık, vücutta yağ dokusunun normalden fazla olmasıyla karakterize bir hastalıktır. Şişman bir kişi ayrıntılı tetkiklerden geçirildiğinde, bazen hiçbir anormalliğe rastlanmayabilir. Bazen fiziksel olarak da bir belirti yoktur. Ancak, diğer yandan tip II şeker hastalığı tanısı konmuş hastaların % 60’ı şişmandır. Yine, vücuttaki yağ dokusunun artması ile, hormonal-metabolik hastalıkların ve kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkması ya da ağırlaşması arasında doğrudan bir ilişki olduğu bilinmektedir. Pekiyi, öyleyse neden gereğinden fazla besin tüketiriz? Şişmanladığımızı göre göre neden buna devam ederiz? Bu soruların yanıtları araştırılmış ve obez kişilerin yemek yeme konusunda daha çabuk uyarıldıkları, damak tatlarının daha gelişmiş olduğu, daha geç doydukları ve yemek yeme işinin günlük yaşamları içinde kafalarını daha fazla meşgul ettiği gözlenmiştir. Genetik, metabolik, hormonal ve sinirsel birçok karmaşık sistem şişmanlığın oluşmasında rol oynar. Aile yapısı, beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, psikolojik sorunlar bu karmaşık sistemin herhangi bir basamağında etkili olarak şişmanlığa giden yolu açar. Obezite bir hastalık olduğu için, bir diyet uygulayıverip bırakmakla ortadan kaldırılamaz. Yeni beslenme alışkanlıkları ve yeni bir yaşam şekli gerektirir. Obezitenin de, şeker hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi, yaşam boyu takip edilmesi gerekir. Şişmanlık sıklığı dünyada gittikçe artmaktadır. Ortalama sıklık % 25 olarak verilmektedir; bu yüzdeye şişman olmayıp ideal kilosunun üzerinde olanlar da katılınca oran % 50’ye ulaşmaktadır. Obezite sıklığının artmasının nedenleri: - Sosyo-kültürel faktörler, - Biyolojik faktörler, - Davranışsal faktörler, - Gıda çeşit ve alımının artması ve kolaylaşması, - Alkol tüketiminin artması, - Teknolojinin ilerlemesi ile günlük eneji tüketiminin azalması, - Özellikle çocukluk çağında bilgisayar ve televizyon karşısında geçerilen zamanın artması ile yağlı ve katkılı yiyecek tüketiminin artması. Yenilen besinler, vücudumuzda metabolik olaylar sonucunda yakılır ve bu yanmadan elde edilen ısı ve eneji, hayatsal fonksiyonların işlemesi için kullanılır. Metabolizma hızını, vücut kendisi ayarlar; Yani vücut az ya da çok enerji harcayabilme yeteneğine sahiptir. Ancak, harcanacak eneji miktarı vücudun alışık olduğu kilosunu korumaya yönelik olarak ayarlanmıştır. Bu nedenle kilo vermek amacıyla az kalori alındığında, metabolizma hızı düşer ve bünye kilo kaybetmemek için kendini korumaya çalışır. Vücudumuz, kendi alışık olduğu kilosunu koruma çabasındadır. Diyet yapan birçok kişi çok az yedikleri halde, çok yavaş zayıfladıklarından yakınırlar ve çoğu zaman da sabredemeyerek diyete son verirler. Bundan sonra da eskisi gibi yemeye başlayınca, verilen kilolar çok daha hızlı bir şekilde geri alınır ve eski kiloya ulaşılınca kilo artışı durur. Bunun benzeri bir durum kilo almak isteyenlerde de görülür; günlük gıda miktarlarının iki veya üç katını yeseler bile çok az kilo alabilirler. Vücudun kilo vermeye gösterdiği bu direnç, insanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde yaşadığı doğal afetler, savaşlar, hastalıklar nedeniyle aç kalmaktan ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, 20. yüzyılın sonunda bile dünyada açlık çeken bölgeler vardır. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Kilo vermek için çok aceleci olmamak gerekir. Haftada 15 kg. verdiren mucize diyetler son derece sakıncalıdır ve bu derece hassas çalışan bir metabolizmayı bozmaktan başka işe yaramaz. Günlük 1000 kalori altındaki diyetler kalp kasında hasarlara neden olacak ölümlere yol açabilir. Haftada 0.5-1 kg. vermeyi sağlayan diyetler güvenli olduğu kadar, kalıcı sonuçlar da sağlar. Daha hızlı kilo vermek isteyenler, bunu biraz egzersiz yaparak gerçekleştirebilirler. |
Pratikte şişmanlığın ölçümü için kullanılan çok basit iki yöntem vardır:
1. BMI (Beden Kitle İndeksi) = Vücut ağırlığı (kg.) / boy² (m²) <19 zayıf 19-25 normal 25-30 fazla kilolu 30-40 şişman (obez) >40 çok şişman (morbid obez) 2. Bel çevresi ölçümü: Erkeklerde 102 cm., kadınlarda 88 cm. üzeri riskli görülmektedir. Beden kitle indeksi ve bel çevresi ölçümü arttıkça, ortaya çıkacak tıbbi sorunların en önemlileri şunlardır: - Kalp-damar hastalıkları - Tip II şeker hastalığı - Hipertansiyon - Safra taşları oluşumu - Karaciğer yağlanması - Uyku ve solunum problemleri - Eklemlerde dejeneratif değişiklikler; özellikle bel, diz, kalça gibi vücut yükünü taşıyan eklemlerde kireçlenme. Akupunktur ve Zayıflama Bilindiği gibi akupunktur alışkanlık tedavilerinde kullanılır. Kilo verme de beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzının değiştirilmesi ile mümkün olduğuna göre, bu yeni alışkanlıkların edinilmesi sırasında, akupunktur hastaya çok büyük kolaylıklar sağlar. İştahı düzenler ve yemeklere saldırma güdüsünü ortadan kaldırır. Mide asiditesi kontrol altına alınarak, mide kazınması, yanması gibi sorunlar engellenir. Düşük kalorili beslenmeden dolayı yaşanabilecek halsizlik önlenir. Metabolizma hızını düzenler. Akupunkturla tedavi gören hasta, kendi kendine yaptığı diyetlerden daha kolay kilo vermeyi başarır. Akupunktur tedavisi sırasında, vücutta serotonin ve endorfin seviyeleri artmaktadır. Bu hormonlar diyet yapan kişiye huzur verir, sedasyon sağlar. Böylece diyet yapan kişi, eski yemek yeme zevkinin kısıtlanmasından dolayı huzursuzluk ve tedirginlik yaşamaz. 30-40 kg. fazlası olan hastaların tabii ki uzun bir zaman diyet yapmaları gerekir. Ancak, çoğu insanda böyle bir sabır olmadığı için, her pazartesi başlanan diyetler, her cumartesi sona erer. Böylece sık sık yapılan diyet denemeleri sonucu her geçen günkilo vermek daha da zorlaşır. İşte, bu gibi hastalarda akupunktur inanılmaz başarılar sağlar ve hasta 1 yıla kadar uzanan bir zaman diliminde onlarca kilo verebilir. Hastanın uzun süre diyete dayanabilmesinin nedeni, akupunkturun yarattığı sedatif ve trankilizan etkiden dolayıdır. Ayrıca hasta kilolarının eridiğini gördükçe daha çok motive olup, bu işe dört elle sarılmaktadır. |
AKUPUNKTUR VE SİGARA BIRAKMA
Akupunkturla Sigara Bırakma Tedavisi Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir? Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir? Akupunktur ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir? Sigarayı Neden Bırakalım? Sigara neden zararlı? Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur? Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir? Sigarayı bırakma yolları nelerdir? Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadığı tipik kaygı ve sorunlar nelerdir? Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir? Yapmanız gereken tek şey sigarayı bırakmaya karar vermektir. Bu, insanın yaşamında alabileceği en önemli kararlardan biridir. Bu kararı verdikten sonra, akupunktur, size sigarayı bırakmanızda büyük kolaylık sağlayacaktır. İnsanlarda serotonin ve endorfin adı verilen iki madde vardır. Bunlar beyinde bulunur ve rahatlık, hoşluk, keyif ve huzur gibi duygular ile ilgilidirler. Normalde insanlarda kahkaha atınca, mutlu bir haber alınca ya da çikolata veya güzel bir tatlı yiyince, bir yeriniz acıyınca serotonin ve endorfin düzeyi yükselir. Ancak sigara içenlerde serotonin - endorfin salgılama işini sigara üstlendiğinden vücut otonomisini kaybetmiştir. Hani keyiflenince de, dertlenince de sigara içilir ya, işte, açıklaması budur. Sigarayı bırakanlarda ilk hafta beyin serotonin salgılama işini gerçekleştiremediğinden vücut oldukça zor anlar yaşar. Beyin ancak 72 saat sonra eski görevini yapmaya başlar. Bu 72 saatlik süre içinde, hastanın yoksunluk belirtileri önlenirse, sigarayı bırakması çok kolaylaşır. Akupunktur ile tedavi, kişinin sigara içmemekten dolayı oluşabilecek şikayetleri ortadan kaldırır. Böylece sigara içmemeye karar vermiş olan kişi, bunu hiç zorlanmadan başarır; çünkü, akupunktur tedavisi beyni yeniden sigaraya gerek duymadan serotonin ve endorfin salgılaması için uyarır ve bundan sonra da beyin eski otonomisini kazanır. Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir? Üç gün üst üste 20 dk.lık 3 seans tedavi uygulanır. Toplam 1 saat süren bir tedavidir. Böylece 72 saatlik en zor geçen dönemde vücut kontrol altındadır. Daha sonra hastanın bağımlılık derecesiyle bağlantılı olarak ek seanslar yapılabilir, ama genellikle buna gerek kalmaz. Tedavi süresince tek bir sigara bile içilmemesi ve nikotin preparatları kullanılmaması gerekir. Aksi halde, başladığımız noktaya geri döneriz. Akupunktur tedavisi ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir? %90 - 95 gibi yüksek bir başarı oranı vardır. |
Sigara neden zararlı?
Tütün kullanımı yaklaşık 200 yıl öncesine kadar gidiyor. İlk zamanlarda tütünün sağlığa iyi geldiği düşünülüyordu. Sigaranın zararları 1950’li yıllara kadar çok fazla bilinmiyordu. Ancak, daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, sigaranın insan sağlığına gerçekten zararlı olduğunu ortaya çıkardı. Sigara dumanında sağlık açısından zararlı yüzlerce (bu sayı abartılmamıştır) madde bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bunların en çok bilinenlerinden birkaç tanesi ; amonyak, terebentin, kadmiyum, insektisitler, naftalin, aseton, arsenik, formal, hidrojen siyanür, radon, polenyum, deterjanlar... Bunların bir çoğu kanserojendir. Ayrıca tütün ve sigaranın sarıldığı kağıdın yanmasından dolayı açığa çıkan maddeler ve katran da yine konserojen maddeler arasındadır. Kalıp - Damar sağlığı açısından özellikle tehlikeli olan maddeler ise nikotin ve karbonmonoksittir. Nikotin kalp artışlarını hızlandırır, tansiyonu yükseltir, kan pıhtılaşmasını arttırır. Yani kalbin yükünü ve oksijen ihtiyacını arttırır. Bütün yanma olaylarında açığa çıkan zehirli bir gaz olan karbonmonoksit ise, kandaki oksijen ile birleşerek kanda bulunan oksijen miktarını düşürür. Sonuç olarak nikotin nedeniyle oksijene gereksinimi artmış olan kalp, kanda yeterli oksijeni bulamaz ve işi çok daha zorlaşır. Sigara kullanımı ile doğrudan ilişkisi olduğu kanıtlanmış hastalıkları şöyle sıralıyalım: Ağız kanserleri, sindirim sistemi kanserleri, solunum sistemi kanserleri, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, ülser, mesane kanseri. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 1 milyar 100 milyon insan sigara içiyor. Erkekleri %47si, kadınların %12’si sigara tiryakisi. Ayrıca, son yıllarda sigara içen kadınların sayısında nispeten daha fazla bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Bu da dünyaya yeni gelecek nesillerin sağlığını direkt olarak etkileyecektir. Son rakamlara göre, dünyada yılda 3 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmektedir. Şimdi hemen yeri gelmişken önemli bir konuya değinmek gerekiyor. Örneğin; akciğer kanserinin sigaraya bağlı olarak meydana geldiği heryerde söyleniyor. Fakat siz daha geçen ay akciğer kanserinden ölen bir tanıdığınızın hiç sigara içmediğini biliyorsunuz ve uzmanların biraz fazla abarttığını düşünüyorsunuz. Bunun açıklaması şöyle: Akciğer kanserinin 4 türü vardır; hatta bunların da alt grupları vardır. Bunların içinde sigara kullanımı ile doğrudan ilgili olanlar (%60) zaten en sık görülen kanser türleridir. Sigara ile ilgisi olmayan ise, çok daha az oranda görülen bir kanser türüdür. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre günde 20 sigara’dan fazla içenlerin %40’ı, daha emeklilik yaşına gelmeden ölmektedir. Oysa sigara içmeyenlerde bu oran %15’dir. Bir de pasif içici kavramı var. Sigarayı içen kişi, eğer filtreli sigara içiyorsa, bu filtre bir miktar zararlı maddenin geçişini engelleyebilir. Halbuki sigaranın ucundan havaya karışan duman hiçbir süzgeçten geçmediği için daha tehlikelidir. Yani uzun süre bu dumana maruz kalan ve pasif içici denilen kişiler de tehlike altındadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, sigarayı içen kişi de havaya yayılan bu dumanı yine solumaktadır. Sigara içilen evlerdeki küçük çocuklarımız bronşit ve zatürre gibi solunum yolu hastalıklarına daha sık yakalanırlar. Pasif içici olduklarından akciğer kanseri açısından risk grubundadırlar ve ileride sigara içmeye daha çok eğimli olurlar. Özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyuna yansıyan bu sonuçlar ve alınan tedbirler sonucunda sigara kullanımı %50 ye varan oranlarda azaltılmıştır. ABD, İngiltere, Kanada bu konuda başarılı ülkeler arasındadır. Öte yandan, aynı zamanda sigara üreticisi olan bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde edindikleri pazarlarını büyütme çabası içindedirler. Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur? 20 dk sonra tansiyon ve nabız normale döner. 8 saat sonra vücut kendini yenilemeye başlar. Kan oksijeni normal düzeye çıkar. 24 saat sonra kalp krizi riski azalmaya başlar. 1 yıl sonra yarıya düşer. 48 saat sonra duyu organları iyi çalışmaya başlar. Tat ve koku duyusu düzelir. Cilt kendini yeniler. 72 saat sonra Akciğer kapasitesi artar, solunum rahatlar. 2 hafta sonra efor kapasitesi artar (Yürüme, merdiven çıkma…). 1-9 ay içinde akciğer hücreleri yenilenir. Akciğer hastalıkları (zatürre gibi) riski azaltır. Öksürük, nefes darlığı düzelir. 5 yıl sonra ağız, boğaz, yemek borusu kanserleri riski %50 azalır. Pankreas, mesane, rahim kanseri riski azalır. Sindirim sistemi ülseri riski azalır. Sigara gebelikten önce ya da gebeliğin ilk 3 ayında bırakılırsa erken doğum riski ve düşük doğum kilolu bebek doğurma riski, içmeyenlerdeki düzeye iner. Koroner kalp hastalığı riski sigaranın bırakılmasından 15 yıl sonra sigara içmeyenlerin düzeyine iner. Aynı evde yaşayan küçük cocuklar ve bebeklerin, solunum yolu hastalıklarına yakalanma riski azalır. Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir? Sigaraya bağlı bir hastalığın ortaya çıkması. Fiyatın pahalı gelmesi. Sigaranın zararları hakkındaki yayınlar. Çevresi tarafından bırakmaya yönelik teşvik, kınama. Kapalı yerlerde sigara içiminin yasaklanması. Gelişmiş ülkelerde sigaranın zararları hakkındaki yazılar, sigaranın fiyatı, kınama ve yasaklamalar etkili olmaktadır; ancak, bizim insanımızı bir hastalığın ortaya çıkması daha çok etkilemektedir. Örneğin, kalp krizi geçirmiş veya by-pass ameliyatı olmuş hastaların sigarayı bırakma oranları yüksektir ve başarılıdır. Sigarayı bırakma yolları nelerdir? Akupunktur, Grup Terapisi, Hipnoz, Kişisel çaba ile bırakma, Farmokolojik tedavi. Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadıkları tipik kaygı ve sorunlar nelerdir? Sigarayı azaltmak mı, tamamen bırakmak mı? Yoksunluk belirtilerinin daha uzun sürmesine neden olur. Çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanır. Sigara miktarı yine arttırılır. Ara ara sigara içmek: Vücuda tekrar nikotin etkisini hatırlatır. Zamanla düzenli olarak içmeye dönüşür. Halbuki sigara içilmemesine alışmak daha kolaydır. Çevre baskısı: Sigarayı bırakanların çoğu çevresi tarafından adeta tekrar içmeye zorlanır. Bu, sigara içenlerin bir kişiyi daha kaybetmelerinden kaynaklanan ilginç bir psikolojik durumdur. Ancak kısa bir zaman içinde arkadaşlarınız da sigara içmediğinizi kabullenip sizi rahat bırakacaklardır. Katran ve nikotin düzeyi düşük (light) sigara içmek: Bu durumda genellikle günlük sigara adedi arttırılarak eski nikotin düzeyi tutturulmaya çalışılır. Zaten “tehlikesiz sigara” yoktur. Sorumluluğu başkasına yıkmak: Çoğu kişi sevdiği birisi onu desteklemezse sigarayy bırakmaktan kaçar. Hatta deneyip de başarısız olursa başkasını suçlar. Oysa sigarayı bırakmak öncelikle kişisel bir sorundur, mutlaka kendinize güvenmeyi başarmalısınız. Şişmanlama korkusu: Gerçekte sigarayı bırakanların sadece 1/3’ü kilo alır ve bu fark gerçekte 3-4 kg. kadardır. Bundan daha fazla alınan kilolar kendine güvensizlikten kaynaklanan, sigarayı elde ve ağızda tutmak alışkanlığının yerini alan, abur cubur atıştırma alışkanlığıdır. Oysa, gerçekte sigarayı bırakmaktan dolayı ilk günlerde açılan iştah, kısa bir süre sonra normale döner. Yoksunluk belirtileri: Şiddetli nikotin arayışı, gerginlik, kızgınlık, huzursuzluk, sinirlilik, uyku kalitesinin bozulması, iştah artışı ve benzeri belirtiler olabilir. Bu belirtiler geçicidir ve vücudun kendini onardığını gösterir. Örneğin, öksürük ve balgam artışı, solunum yollarındaki titrek tüylerin zehirli maddeleri atmak için görevlerini yerine getirmeye başlamasından kaynaklanır. Yoksunluk belirtileri sigara bırakanların 2/3’ünde görülür. Belirtiler, ilk 72 saat içinde şiddetlidir. 7-10 gün içinde azalarak ortadan kalkar. |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:00 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.