![]() |
uzun zamandır yalnızlıgımı paylaşıyorum kendimle.. çocukuluğuma dönüyorum zaman zaman. hatırlarsın sana göztermiştim eski sokaklarımı.. ben onlarda büyüdüm, onlarda öğrendim hayatı... güneş açtığında yaz günleri, oturur bir kola kasasının üstüne gözlerimi kapar ve güneşe bakardım, öyle huzur bulurdum ki, bir yanda arkadaşlarımın sesleri, bir yanda kuşların cıvıltısı... ben taksimde büyüdüm taksimde bende... aşkı ilk onda yaşadım, istiklale aşık oldum ilkdefa gün batımında ve seni de ilk onda gördüm onda sevdim... """""Beni koyup gitme
Ne olursun Durduğun yerde dur.. Kendini martılarla bir tutma Senin kanatların yok Düşersin, yorulursun Beni koyup gitme Ne olursun..."""" o bende ben sende bitene kadar, sen bende bitmeyeceksin, tükenmeyeceksin asla... |
Biliyorum, çok şey söyleyecektin bana. Bunu da çok istiyordun.
Hayatının sırlarına ortak edecektin beni. Kendini anlatacaktın. Özlemlerinden, beklentilerinden, yaşantından, meraklarından, beğenilerinden, umutlarından söz edecektin bana... Ama sen sustun... Sen anlatacaktın, ben dinleyecektim. Gözlerim gözlerinde, hiç bıkmayan bir dinleyici olacaktım karşında. Ne kadar konuşursan o kadar mutlu olacaktım. Ağzından çıkan her cümleyi beynime kazıyacaktım ve sonsuza kadar çıkmayacaktı oradan o sözlerin... Ama sen sustun... En sevdiğim şarkıyı söyleyecektin, ben sana eşlik edecektim. Şerefime kalkan kadehine gülümseyerek bakacaktım. Önce "rakı şişesinde balık olacaktık", sonrasında, her şerefe kalkan kadehte "Ümit Yaşar"ı anacaktık; "Şirim senin ağzında dualaşır Ses ahenk olur söz manalaşır Aşığım diyerek hor görme beni Seni seven ölmez evliyalaşır." Ama sen sustun... Hayallerini anlatacaktın bana. Bense anlattığın her hayalinin baş rolünde olacaktım. Yağmur yağacaktı, senin şemsiyeni saklayacaktım, koşacaktın peşimden. Yakalayınca beni sırılsıklam sarılacaktın. "Gidelim buralardan" diyecektin, git git bitmeyecekti çıktığımız yollar... Ama sen sustun... Bana sevdalarını anlatacaktın, yüreğim heyecanla çarpacaktı. Bir sevgiliye sunuş gibi sözcüklerin kalbime işleyecekti. Konuşsaydın sözcüklerine sarılacaktım. Gözlerimi kapatıp ısını pervasızca hissedecektim tenimde. Kokunla sarhoş olacaktım... Ama sen sustun... Kelimeler tutuldu sende. Ben de gözlerinle konuştum. Daldım sonsuz derinliğine. O derinliklerde sakladığın her ne varsa çıkardım gün ışığına. Utandın, kaçtın, saklandın ama ilk kez inatçılığımla gurur duyum.Tutuldu kelimeler belki sende ama, gözlerin konuştu benimle. Sen sustun, gözlerin açtı ruhunu bana. Ama konuşsaydın, bir de konuşsaydın, ah konuşsaydın... Amaçsızca çıktığı seferlerden yorulmuş köhne bir tekne olurdum kıyılarında ben... sen benden hiç bitmeyensin yosun gözlüm.. |
ben hiç susmak istemedim ki...
hep konuşmak hep analatmak istedimm... ama izin vermediki gece, izin vermediki karabasanlar.. her gece göğsüme düğümlediler adını ve her gece karanlıkla bağladılar gözlerimi... ben çok istedim seni ve bu yüzden korktum sana yaklaşmaktan... demiştin ya: "kadınlar çok hassastır bebek gibi yaklaşmak gerek onlara" diye. bu yüzden dokunmaktan korkuyorum yüreğine... seni incitmek bana ölümlerden beter gelecek çünkü.. ben kimseden bu kadar kaçmadım, ben kimseden bu kadar korkmadım yağmurum... |
Bir özet...
Unutamadım.Belkide unutulmuşluğun acısını atamadım ama Her güne yeni bir umutla başlamaktan vazgeçmiş değilim.Satırlarımda,sözlerimde onu ansam bile o umursamaz,o önemsemez bilirim.Kim suçlu kim haklı bunu kavgasınıda hiç yapmadım.Ama bir burukluk kaldı içimde.Yaşayamadığım günlerimin özleminde.En çokta onun gözünde bir insan olarak bile bir değerim olmadığını bilmenin burukluğu.Hiç değilse benim hala şu anda hissettiğim gibi onunda bir zamanlar hissetiği yalan değildi.Bununla avunuyorum bazen.Bu rüya olan dünyada ne yalan,nede yalanlarla kalan.Yoruldum.Köşeme çekildim ve çömeldim.Bekliyorum.Kim bilmiyorum ama umutla bekliyorum... Bundan uzun seneler önce ben 5 yaşımdayken başladı aşk hikayem.Annem çocukken bırakacak kimse olmadığı için benide yanında götürürdü gittiği yerlere.Çok hareketli bir çocukmuşum sürekli kaybolurmuşum.Evin içindeyken bile kaybolduğum olurmuş.Yani dışarı filan çıkarmışım.İşte o yüzdende annem beni kimseye bırakmak istemezmiş.Annem beni aldı ve misafirliğe gittiğimizi söyledi.ORada yaramazzlık yapmamam için bana sürekli tembih etti.Yolda giderken bile.5 katlı bir eve gelmiştik.Hemen yanında basket sahası vardı.Bahçeli bir evdi.Daha doğrusu bahçeli bir apartman.Eve ilk girdiğimde tek dikkatimi çeken oydu.Üzerinde yeşil fitilli bir mini etek onu süsleyen bir çeket vardı.Mini eteğin altında beyaz çoraplar,Cekerin içinde ise beyaz değişik bir gipürlü gömlek vardı.Gözleri yemyeşildi.Çok tatlı bir gülüşü vardı.Ben girdiğim gibi bana bakar gülüyor ve yüzündeki gamzeler ona daha sıçak bir güzellik katıyordu.Birde burnu çok tatlı idi.Sarıya dönük kumral saçları omuzundan beline kadar uzanıyordu.İşte ben onu ilk orada gördüm.İlk görüşte aşkı ilk orada tanıdım.Ve bu ilkin bir son olacağını bilmeden... 2-3 yıl böyle devam etti.Hep annemlerin onlara gideceği günü 4 gözle beklerdim.Bu 3 üncü senenin sonunda nedendir bilimez onlara artık gitmiyorduk.Ben artık ilk okul 2 deydim zaten.Oraya buraya götürelemiyecek kadarda büyümüştüm.Yıllar böyle bir birini kovaladı.Bir tuana diye bir kıza ilgi duydum yaz tailinde o kadar.Oda sadece bir ilgiydi.Ben orta okul 1. sınıftayken bizimkiler onlara ailece yemeğe gideceğimizi söylemişlerdi.Tabi ben sevinçten havalara uçmuştum.Saçımı bile taramıştım.Bu bir devrimdi.Şu yaşımda bile neredeyse hiç saçımı taramam.Ya jöleyi sürer çıkarır şekil vermeden yada şapka takarım.Onlara gidiyorduk çok sevinçliydim.Çokta heyacanlı.İkimizde büyümüştük artık acaba nasıl olmuştu.Bana özgü olan eski güzelliğini taşıyormuydu hala.Arabada; onların şehrin karşısındaki dağın eteklerinde olan evlerine giderken aklımda hep o vardı.Sonunda kapı açıldı ve ailece bizi kaşıladılar.Bir yemek yedik ve ben hemen melisle muhabbet etmeye başladım.Gerçi çocukca bir muhabbetti.Oturma odasına gittik oradada eğlendik.Kısacası onla birlikte çok güzel bir gece geçrdik.Sonunda gitme vaktimiz gelmişti.Ben giderken bana bakıp gülmüştü.O çocukluğundaki sağ yanağındaki gamzessi hale duruyordu.O bir elveda olan gülüşü hiç unutmadım. Aradan gine yıllar geçti.Ben hiç bir kıza bakmıyordum yada pek ilgilenmiyordum.Orta okul sonda sırf bir kızla çıkmak nasıl bir şey diye öğlesine bir kızla çıkmıştım.Lise yılları çok güzeldi.Tabi 2 sene çok güzeldi.Hele o ilk seneyi ömrüm boyunca unutamam.Çok güzel bir ortamımız vardı.Gır gır şamata.O yıllarda bile bana sürekli bir kız ayarlayıp duruyolardı ama ben o kızların yanında genellikle bir put gibi duruyordum.Çünkü istemiyordumHep arkadaş zorlamasıyla oluyordu.Gerçi aklımda o olduğu için böyleydi.Lise ikide de daha bir popüler olmuştum.Kızların kız arkadaşları bana sürekli birlerini ayarlamaya çalışıyorlardı.Sırf başım şişmesin diye çıkıyodum onlarla.Bazılarında ise belki severim diye.Şöyle komik bir durumda vardı lisede.Benim lakabım Sapıkcandı ama bu sırf konuşmam yüzündendi.Sırf küfürlü konuşarak kız erkek ayırt etmeden herkesi G.t ederdim ve makara ortamı oluşurdu.Zaten beni bu kadar popüler yapan iki şey vardı.1. tip 2. espirilerim.Bana hep soruyolardı sen hiç semedinmi aşık olamdınmı diye.Bende espirili bir şekilde zaten aşkığım deliler gibi seviorum diyordum.Peki biz neden göremiyoruz diye sorduklarınmdada "İlk önce ben göreyimde sonra siz görürsünüz" diyordum.Nerede diye sorduklarında ise "Hem karşıki dağlarda hemde kalbimde" diyordum.En sonunda dayanamadım.Tam zamanını hatılamıyorum ama Lise 1-2 zamanlarında.Hatırlamamamın nedenide lise yıllarım çok karışık geçti.Çok dolu yaşadım.Herneyse o zamanlarda en sonunda ablama durumu söyledim.Onu çok sevdiğimi ve bu yüzden hiç bir kıza ister istemez ilgi duyamadığımı.Ablam çok şaşırmıştı.Çünkü onla kedi köpek gibiydik ve ben kızlarla hiç ilgilenmiyen bir insandım.İşim gücüm P.çlik makara falan filandı.birde ablamla çok fena kavga etmiştik ve o kavganın arkasına bunu söyleyince biraz yüzü gülümsedi.Çok sevindi.Ablamla ablası nadiren görüşüyorlardı.Ablam biraz düşünde ve onun ablasına söylemeye kara verdi.Buluşucaktık hep beraber ve birbirimizi görecektik.Ablam sağolsun.Belki o olmasa bu bile olmayacaktı.Her neyse ablam telefonu adlı,durumu anlatı ve bir hafta sonrasına görüşmek üzere kappatıı.Bana oldu deyince sevinçten havalara uçmuştum ama her zamanki gibi duygularımı belli etmemiştim.Sadece yüzümde ufak bir gülümseme vardı.Sadece bir gülümseme ile içimde kopan büyük sevincimi ifade edebildim.Arkadaş eve geldi kavga var gel dedi.Gittim.Hiç heycanlanmadanDayak atarken dayak yedim ama umurmda bile değildi.Hala mutluydum çünkü 1 Hafta sonra onla yani Melisle görüşecektim.İyiki suratımda yediğim darbelerden fazla iz kalmıyordu.Kalanlarda kısa sürede geçiyordu.Sonunda hayal kura kura beklediğim gün geldi.O zamanlar daha yeni yeni saçıma jöle sürmeye başlamıştım.O gün daha bir özenli idim.Üstüme başıma dikkat etmiştim.Ablam benim özene bözene hazırlanmama ikide bir bakıp gülüyordu.Çünkü hiç alışmamıştı.Garip geliyordu normal olarak.Annemede garip geliyordu.Nereye gidiceksiniz diye soruğ durdu.Bende en sonunda cevap verdim"Birbirleriyle sürekli kavga eden abla kardeş toplantısına gidecez.".Bunu dedikten sonra annem bir daha bir şey sormadı.Sonunda bir dondurmacı ve hemde kafe olan bir yerde görüştük.Biraz sosyetik bir yerdi.Gene her zamanki gibi çok güzeldi.Heyecandan konuşamamıştım bile.Şimdi kekeledim filan diye düşüneceksiniz ama kekelemedim.Naber nasılsın,ne yapıyosun,Hala o okuldamısın dedim tıkandım.Çok kötü bir durumdu sonra ablamın sayesinde açıldım ama yanlış yerden.Kendimden bahsetmeye başladım.Başından geçen komik olaylardan.Onu güldürebiliyordum ve oda gülüyordu.Yanlış yerden başladım demekle bunu diğer buluşmlarımızdada sürekli yaptığım için yanlış oldu.Gün çok güzel geçti ve ayrıldık tabi ben onun numarasını aldım ve haftayada görüşmek için randevu.Tekrar buluştuğumuzda ise günün sonunda ona çıkma teklif ettim.ODa zaten çıkıyo gibi değilmiyizdedi.Bende resmiyete vursun dedim ve 2-3 gün sonra kabul ediyorum diye bir cevap geldi.Onun kuzeni ile bazı sabahlar birlikte okula giderdik.Oda çok güzel bir kızdı.Hatta baya güzel bir kızdı.Ben melise her gün aşk mesajları gönderiyordum.Arasırada onun bilmediği şarkı sözleri.Bazende onun kuzenini arayıp sorular soruyordum.Bir kere ağzımdan çok yanlış bir soru kaçmıştı.O soruyu sorduğuma hala pişmanım.Her neyse.Bir buçuk ay melisle çıktık.(Şu çıkma teklifinden ve çıkmaktan nefret diyorum.Daha doğrusu bir bilikteliğe çıkmak denilmesinden)Çok güzel bir sabatı.Gerçekten o sabahın anlatamıyacağım ayrı bir güzelliği vardı.O sabah Melsin kuzeni beni uyandırmıştı.Bana söyliyecekleri varmış.MErakla onu kapısının önünde beklemiştim.Sonunda gelmişti.Hadi yürüyelim demişti.Ben ne diyecek diye bekliyordum.Bana naber nasılsın bu gün sınavın yada sözlün varmı gibi sorular soruyordu.Bende cevap veriyordum.En sonunda "sen bana bir şey söyliyecektin okulana gelmeden söylesen" dedim.Yüzünde değişik bir gülümseme vardı.Çantasından telfonunu çıkarttı "MElis söylememi istemişti ama ben sana onun mesajını okutayım"dedi.Bende telfonu aldım ve mesajını okdum.Tam hatırlamıyorum ama mesajta şöyle yazıyordu "Ondan ilk başta hoşlandım.aşık olacağımı düşündüm ama olmadım.Ona arkadaş kalmak istediğimi söylermisin.".MEsajı okuduğumda Şok olmuştum.Kuzenin suratına baktım gülümsüyordu.KAfam karışmıştı.Bana " eeee ne diyeceksin"dedi.Bende "onu arkadaş olarak göremem"dedim.ODa "tamam ben ona söylerim"dedi.KAfam cidden çok karışmıştı.Yolda yürüyordum ama yolda yürüdüğümün fakında değildim.Bu kadar kısa sürede bağlanmak?1.5 ayda daha 4 kez bulaşabilmiştik.Neden böyle bir şey söylemişti anlamamıştım.MEsaj attım cevap gelmedi yada ben öyle hatırlıyorum.Bilmiyorum?Sadece sonraki mesajlarıma olumsuz cevap veriyordu.Bu konu hakkında görüşmek istedim binllerce kez.Coğuna cevap vermedi bile.Birden bire neden böyle olmuştu anlamamıştım.Sonra bu mesajlar hüzün kokmaya, acı, feryat ve bitmeyen bir haykırışa dönüştü.Ona sürekli yanlışım varsa beni affet gibilerinden mesajlar yolluyordum.Ama cevap gelirse bile olumsuz cevaplar geliyordu.En sonunda onun kuzeni ile konuştum.Bunun nedeni nedir biliyormusun diye.Benden neden ayrıldı ve neden konuşmuyo diye.Oda"Sen çok havalardaymışsın.Sürekli kendinden bahsetip duruyormuşsun ve sürekli onu onun sevmediği yerlere götürüyormuşsun."dedi.Karışıcak kafa kalmamıştı bende.Çok soralardan ise başka bir şey öğrendim.MElisin kuzeni benim dediğim "Onu arkadaş olarak göremem"lafını ona değişik bir şekilde iletmiş vede oda yanlış anlamış.Ben onu arkadaş olarak göremem derken onu hep sevecem demek istemiştim o ise birdaha onla konuşmayacam şeklinde iletmiş.Al birde burdan yak... Bir gün okuldayım mesajlarıma devam ediyorum.Ayrıldığımızdan ne kadar gün geçmiş bilmiyorum bile.MEsajlarıma cevap vermeye başladı.Araya tenefüs girdi.Tuvalette gittim falan filan.Geldiğimde ise ister istemez cacola mesaı diye iğrenç bir mesajın melise gittiğini fark ettim.(çok büyüktü.Elimde tutamıyordum.Yacaşça aşağı yukarı salladım.Fışkırmaya başaldı.Ben büyük bir zevkle ağzıma dayadım.Hayatın gerçek tadı CoCa Cola)O günden beri cola ve onun gibi şeyler içimiyorum.Bana bir mesaj atmıştı ne kadar iğrençsin senden tiksiniyorum içerkli idi.Bende hemen cevap yazdım.Sürekli mesajlaştık en sonunda.Seni gerçekten çok seviyorum dedim ona.Hiç unutmuyorum şöyle bir cevap geldi "Sen yalancısın.Düzenbazın tekisin".Şalterlerim atmıştı.Yalancı kelimesinden nefret ederdim.Yemin etmiştim bir daha yalan söylemiyecem diye çünkü geçmişte bundan çok çekmiştik.Onu uyardım" ben bu kelime yüzünden Almanyadaki kuzenimle 2 sene konuşmadım lütfen bana bu lafı kullanma.Yalan söylemem ye Yeminliyim! ".ODa bundan yaralandı tabi" yalancısın sen yalancı!hiç bir sözüne inanmıyorum!".Buna benzer bir laf söylemişti ama gerçekten çok sinirlendiğim için ne dediğin tam olarak hatırlamıyorum.Bende hemen karşılık verdim"Seni seviyorum.Hayatıma son verirsem yalan söylemediğimi isapatlamış olurmuyum "dedim.ODa "Sen yalancısın.Erkek bile değilsin.Yapamazsınki güldürme beni haha".Telefonu elimde parçaladım.Bir kaç kesik oluştu.Bu arada telefonu elimde sıkarak parçaladım.Takoz bir motorolaydı.Yanımdaki sra arkadaşım bunu fak etti.Kızdı.Kötü bir mesajlaşmaydı boş ver gibilerinden beni avutuyordu.Yüzümdeki gülümsemeyi görüncede gene gdalga geçiyosun benimle galiba gibilerinden konuştu.İyi ve saf bir kızdı.Sinirden güldüğümü anlamış değildi.Gözümden gelen bir kaç damla yaşı sildim ve arkadaşın telefonu aldım.Tek bir mesaj attım "Sen sorumlusun" diye.Okuldan çıkmıştık.O zaman buz hokeyi ile ilgileniyordum.Oradan bir arkadaşla bizim eve doğru gidiyorduk.Bu arkadaş ayryettende okuldandı.Bana bu gün ne yapacan diye sorduğunda espiriyle karışık ama gülerek "Ne yapayım.Can sıkıntısından bir şeyi ispat etmek istedim.O yüzden eve gidince intahar etmeyi düşünüyorum.Senin daha iyi bir fikrin varsa onu yapalım."dedim.Arkadaş güldü "Bu gün gerçekten çok önemli bir işin varmış.Ben seni işinden alı koymak istemem."gibilerinden bir şeyler dedi.Bize gittik biraz yemek yedik.Ben biraz daha espiri yaptım intahar üzerine.Bubir ara ciddimisin gibilerinden oldu.Sonra giderken böyle bir şey yapmamam için bana söz verdirtti.Verdiğim sözü tuttuğumu bildiği için söz verdirtti.Ama bir söz tutmamışız ne olacaktıki?O gittikten sonra ilaç kutusunda ne kadar ANTİBİYOTİK varsa içtim ve üstüne evdeki dolapta ne kadar içki varsa onlarıda içtim.Bir üre sonra başım Dönmeye başlamıştı.Yere düştüm.Gözlşerim kararıyordu.Miğdem bulanıyor ama kusamıyordum.Başım felaket ağrıyordu.Kısa bir süre sonra damarlarımdan akan kanı bile acıyla hissetmeye başlamıştım.Ayağa kalkamıyordum.Çok acı çekiyordum.Mutafağa gitmeye çalışıyordum.Aklımda mutfaktan bir bıçak alıp bileklerimi yada boğazımı kesmek vardı.Çünkü bu ölüm fazla bir işkenceye dönüşmüştü.Artık bir an önce ölmek istiyordum.En son aklıma gelen şey onu seven bu kalbe bir bıçak sokmaktı.Gözlerim tamamen kapandı... Gözlerimi açtığımda ağzımda bir boru.Kolumda Sarı bir serum.Diğer kolumda bir makineye bağlı bir boru.Borunun içindede kan.Biraz etrafıma baktıktan sonra tekrar acıdan bayıldım.Gözlerimi tekrar açtığımda perdeler kapanmıştı ve hava aydınlanmak üzereydi.Hemşireye seslendim.Artık ağzımda bir boru yoktu bu iyiydi.Hemşire gelince ilk önce ölümüyüm canlımıyım diye sordum.Evet cevabını aldıktan sonra bir cep telefonu iistedim.Oda yanında telefon var ara istediğin yeri dedi.Ben ısrar ettim cep telefonu istedim.Cep telefonunu elime alınca zar zor bir mesaj attım "İntahar ettim ama istemedem kurtulmuşum.Başarısız olup ispatlayamadığım için üzgünüm.En yakın zamanda ispatlyacam".İçeri başka bir arkadaşım geldi.Neden yaptın diye sordu.Kısa bir ceevap verdim.Bu kısa cevap onun anlamsına yetmişti.Ben konuştuktan sonra ikimizde sustuk.Yataktan kalmakla birlikte suratıma yumruk yememde bir oldu.Bir şey demedim.Zor zar nasıl kurtuldum diye sordum.Oda "Sizin kapınıza geldim zili çaldım açan olmadı.Senin bu saatlerde eve gldiğini biliyordum.İçerdende televizyon sesi geliyordu.Tekrar tekrar çaldım ama ses gelmedi.Banyodasın diye düşündüm.Anahtarıda kapının üstünde unutmuşsun.İçeri girdim ve soluma baktığımda yerde seni gördüm.Yanında bir sürü içki vardı.Alkol komasına girdiğini sandım ilk başta ama mutfağa soğuk su almak için gittiğimde ilaç kutularının etrafta ve boş olduğunu gördüm.Senide heme hastahaneye götrdüm.Daha şimdi ailene haber vermek aklıma geldi.Onlara bir şey söylemedim ama öğreneceklerdir".Hastaneden o günün öğle vaktinde taburcu oldum.Benimle arkadaş rüşvet verdiği için tam 3 doktor uğraşmıştı.Resmen ölümden dönmüşüm.Öyle demişlerdi.Vucudumun içndeki bütün sıvıyımı değiştirmişler öyle bir şey yapmışlar... Mesajlarıma devam ettim ve birden kestim.Kestiğimde ise kışın ortasında antlayaya gitmiştim.Ailemle birlikte gitmiştim.Yılbaşı ile bayram tatili birleştirilmişti.Beni kurtaran arkadaştan telfon geldi.MElisin erkek arkadaşı ve melisin kuzeninin erkek arkadaşı beni arıyolarmış dövmek için.Tatilim mahvolmuştu.Evime döndüğümde ise erkek arkadaşlarının gözüne gözüküyordum ama bana bir şey yapmıyorlardı.En sonudna dayanamadım.Okulda başlamıştı.Bir sabah erken çıktım Kuzeninin erkek arkadaşıda kuzeni ile aynı liseye gittiği için onu yaklamaya çıkmıştım.Başka bir arkadaşta aynı niyetle evden erken çıkmıştı.Onla karşılaştım ve bu saatte ne işin var deyince anlamıştım aynı niyetle erken çıktığımızı.O ilk gün hiç bir şey olmadı.Çocuğu gördük ama bize bile bakmadı.Kız arkadaşı yani melisin kuzeni ile buluşmuştu ve okulları aynı olduğu için birlikte yürüdüler.Ertesi sabah ben daha erken çıktım.Bir eczanede gazete okuyordum kapı dibinde gelmesini bekliyordum.Sonunda yolun başında gözükmüştü geliyordu.Eczaneye 10 metre kala durdu ve beklemeye başladı.Normal kız arkadaşı alacakmış meğersen bilmiyorum.Yani sevgilisi değil.Biraz bekledikten sonra arkadaşı ile birlikte eczanenin önünden geçiyorlardı.Bunlar aşırı metalciydi ve bende tamda gazatede satanistlerle ilgli bir haber okuyordum.Bunlar tam önümden çekerken yüksek sesle "Ya bu tüm satanistlerin kafasını kesmeli.Bak bir kız çocuğunu kurban etmişler.Oro.pu çocuğu bunlar hepsi Oro.pu bunların."Dedim ve çocuk hiç bir şey demdi ama yanındaki kız dayanamadı döndü arkasını "sen ne diyosun ya" dedi.Bende gayet sakin bir şekilde "Kusurabakma sen Oros.pumusunda alınıyosun"dedim.Çocuk tam ne var lan diyecekken "Ne"diyip elini kaldırmasıyla birlikte bir tane yumruk attım."Hadi ne söyliyecen söylesene.Arıyodunuz ben idövmek için hadi bekliyorum."dedim.Oda beni tuttu ve tekme filan atmaya çalıştı.Onu tek elimle çektim.(Bu arada çocuk benden 2 yaş büyük)Geri çekiyormuş gibi yaptım kafamı arka tarafıma döndürdüm.Aslında gerildim ve onu kendime çekerek hayatımdaki ilk kafamı atmış oldum.Ağzı burnudarma dağın olmuştu.Çok sinirliydim kndimi kaybetmiştim.2 adım attım ve bir tanede tekme indirdim.Kız aramıza girdi yapma diye.Bende sakin bir şekilde "Lütfen sen araya girme.Onla bizim aramızda.Olayları bilmiyorsun "dedim.Çocuk o anda küfür etti ve bende seri bir şekilde kıza dokunmadan yanındann geçip hedefime Havada iki tane tekme geçirdim.(Nası yaptığımı bende bilmiyorum?).3 metre geriye uçtu resmen.Yere düştü.Yerde bunu tekmelemeye başladım deliler gibi tekmeliyordum.Bir süre sonra arabayı tekmelediğimi fark ettim.O kadar sinirlenmiştimki kendimi kaybetmiştim.Çocuğu arabanın altına sokmuşum farkında değilim.Arabanın kapsı resmen içe çöküp delinmişti.İlk başta arabanın altına girdiğini farkına varamadım.Arabanın altına baktım.NEreye gitti dermişcesine.ORada gördüm onu ve tutup çıkardım.Üstünü sildim.Kimsenin oyununa alet olma dedim.Bir tane daha vuracaktımki.Eczanede duran İ. Abi beni tuttu ve geri çekti.Yeter dedi.O andada kıçıma bir sakinleştirici yaptı.Küdür etmiştim biraz sessiz sesiz.Bu 10 sn içerisinde kızın annesi aşağıya indi.Beni tuttu ve iki tane tokat çaktı.Boğazımı tırmaladı.İ. abi aramıza girmişti.KAdın o arada "Sen okullu çocukları yollarından alı koymaya utanmıyomusun " dedi.Bende heme cevap verdim "Benim üstümdeki ne?Hapisene uniformasımı.Çocuk dediğin kıllı herifde benden 2 yaş büyük teyze" dedim.Sonra kadın baygınlık geçirdi.Bende okuluma kaçtım.Hoca ne oldu diye sorduğundada anlattım.Günün alay konusu olmuştum.Bunu bir övgü şeklinde anlattıysam okuyanlardan şimdiden özrü dilerim. Böylece bende daha çok nefret etmiş oldu. Birkaç ufak tefek şey daha yaşandı ama ben İntahar sözümü tutmadım.Yapıpta dönmekte bir ispattır sonuçta.Bu olaylardan bir sene sonra icq da konuşmaya başladık bir arkadaş sayesinde ama beni 4 kere ektiği için posta koydum gibi bir şey oldu.Zaten oda çok meraklıydı bana. Şimdi ise unutmadım demek için her sene 19 mayısta ona doğum günü mesajı atıyorum.Bu seneki doğum günü hariç.Telefonunu bulamadım.İyiki varsın diyorum.İyiki varsında senin sayende biraz olgunlaştım.ACıyı,hüznü,aşkı en güzel şekilde tattım. İnsanların içinde bir hayalet olarak sahte gülücükler vermeyi tattım ve Öğrendim... Her şey mükkemmel olsa ve beni sonsuza kadar seveceğini bilsem bile onla bir daha birlkte olmam.Zaten böyle bir şeyde olamaz.Benim hatalrım çoktu.Ama ben hiç bir insanı ölüme sürükleyecek kadar büyük bir hata yapmadım ama bilirimki özü iyidir.Bilirimki başkalarının etkisinde kalmıştır.Şimdi ise niçin yaşadığımı biliyorum.Allah bizi bu hayat denen sınavdan geçiriyo ve bizde bu sınavı aşkıyla yokluğuyla varlığıyla acısıyla tatlısıyla doğrusuyla yanlışıyla en iyi notla geçmemiz lazım.Ama hayatta bir amacın varmı derseniz yok.Niçin yaşıyo derseniz İlk nedeni Allah öyle emrettiği için.Benim için intahar büyük bir deneyim oldu.Eğer aklında bunu geçirenler varsa lütfen yapmasınlar.Benim gibi köşesine çekilip beklesinler.Hayatın bizi nereye götüreceği hiç belli olmaz.Belki beklemek ya aramak yada çabalamak gerekiyor.Sadece aşk değil... BU YAZDIKLARIMI BAŞTAN SONA KADAR OKUYAN HERKESE SAYGILARIMI VE TEŞEKKÜRLERİMİ SUNRARIM!!! Bir zamanlar olan bir şey için Bojo ve yirmisekizzz özürlerimi kabul edin. ;) |
Yine Sensiz Bir Gün Geçti Ömrümden
Yine sensiz bir gün geçti ömrümden. Tıpkı dün gibi ve ondan önceki gün gibi… Bu böyle geriye doğru aylarca uzayıp gidiyor işte. Ah şu zayıf ümitlerim de olmasa… Belki yarın sana ulaşırım, belki bir gün ikimiz de bir şekilde gerçek mutluluğu bulabiliriz ümidiyle takvimden bir yaprak daha kopardım bugün. Birlikte olamasak da kendi dünyalarımızda bir şekilde mutlu olabilmeyi başarabilecek miydik? Bilmiyorum, belki sen çok mutlusun, zaten bunun olmasını ne kadar çok istiyorum bir bilsen. Sen mutlu ol yeter, gerisi hiç önemli değil… Belki bir gün bu satırları okursun, bilmiyorum sana ulaşır mı ama belki okursun diye yazıyorum tüm bunları. Beni sev demiyorum, diyemem de. Ne hakkım var ki buna. Böyle bir şey akla mantığa da sığmaz zaten. Gerçek olan bir şey var ki o da seni çoook çok seviyorum. Kimsenin seni bu kadar çok sevebileceğini zannetmiyorum. Beni sevmen gerekmez, bunun bi dakika olması için canımı bile seve seve verirdim ama hayatta her şey istediğimiz gibi olmuyor maalesef. Ama sakın benden nefret etme ne olur. Bana sakın acıma, ben acınmaktan nefret ederim. Unut dedin, unutursun dedin… Unutamadım anlıyor musun, unutamadım ve unutamayacağım da. Bence nasıl biriydin biliyor musun? Mükemmel olmasan da tek kelimeyle harika biriydin. Zaten kim mükemmel ki sen olacaksın. Biraz şımarık ve nazlıydın ama bunlar seni daha harika yapıyordu. Sık sık kullandığın argo kelimeler seni hiç kaba yapmıyor, aksine daha bir sevimli hale getiriyordu. Oldukça bilgili ve zekiydin. Hem okuyor hem de kendince bir şeyler karalıyordun. Ama öyle güzel karalıyordun, öyle içten ifade ediyordun ki kendini… Bir benzerini başka hiç kimsede görmedim, görebileceğimi de zannetmiyorum. İnsanı çileden çıkarırken bile gülümsetecek tatlı bir cadıydın sen! Kalbin yaralıydı ve en azından teselliye muhtaçtın. Gerçek mutluluğu arıyordun. Sık sık hatalar yapıyordun bu sırada ama hangimiz hata yapmıyorduk ki. Hani bir söz vardır ya, gülü seven dikenine katlanır diye. Ne katlanması, ben senin dikenlerini bile birçok kişinin gülü sevdiğinden çok daha fazla sevdim. Geçmiş ve gelecek tüm kusurlarını affettim. Son nefesime kadar senin mutlu olman ve yüzünün gülmesi için çaba göstereceğime kendi kendime söz verdim. Senin bunlardan haberin bile olmadı hiç. Hiç dinlemedin beni, hiç inanmadın ki bana. Ah bu bana ne kadar acı veriyor bir bilsen. Hak vermesen de keşke dinleseydin bir defa. Zorla güzellik asla olmaz. Ama aşkın mukaddesliğine biraz saygı gösterseydin ve benden nefret etsen veya korksan da bir defa bile olsa arayıp sorsaydın ne kaybederdin ki. Üstelik benden niye korkacağını anlamış değilim. Seven insan sevdiğini bile bile üzemez, üzüyorsa sevmiyor demektir. Seni üzdüysem kasıtlı yapmadım inan ki. Ama sen beni öyle üzdün ki, acıdan hüngür hüngür ağladım bu yaşta bu erkek halimle. Ama sana kızgın değilim ve varsa bi hatan ben zaten çoktan affettim. Çünkü seven insan kin tutmaz, seven insan beklentisiz sever, seven insan fedakar olur… Böyle sevgi mi olur deseniz de ben seni işte böyle sevdim. Ne hayaller kurmuştum seninle ilgili. Şimdi her biri bir hançer olup kalbime saplanan hayaller…Allah’ım neden ben bu acıları çekiyorum. Belki de hak ediyorum. Belki böylesi daha iyidir. Kimbilir. Bir çocuk ne kadar çok şımartılabilirse ben de seni öyle şımartacaktım. Seni üzebilecek her şeye tüm gücümle engel olacaktım. Hiç bıkmadan saatlerce gözlerine bakarak tatlı tatlı konuşmanı dinleyecektim. Üzüldüğünde ne yapacağımı şaşıracak, ağladığında başını yaslayacak omuz olacaktım. Gözyaşlarını parmaklarımla silecek, sana sevgiyle sarılıp teselli edecektim. Senin mutlu olduğunu görmeden bilmeden benim mutlu olmam da imkansız. Seninle bir ömür böyle geçsin istedim ama olmadı. Ben senin için bir hiç olsam da sen benim için hep varsın ve olacaksın. Her şey senin mutluluğun için… Senin bir sevdiğin var ve gözün ondan başka bir şey görmüyor. Keşke bir sevdiğin olduğunu en başta söyleseydin de bana bu acıları çektirmeseydin. Her nerede nasıl ve kiminle mutlu olacaksan öyle ol. Senin mutluluğun için birçok şeyden vazgeçmeye çoktan hazırım zaten. Bu dünyada hiçbir şey senin yüzünün gülmesinden daha önemli olamaz benim için. Seni ne kadar çok sevdiğimi bir bilseydin hiç sevmesen de en azından saygı duyardın. Ayda yılda bir de olsa bir defa nasılsın diye arayıp sorardın. Elimden şimdilik hiçbir şey gelmiyor. Çaresizlik içinde eli kolu bağlı oturuyorum. Senin için dua etmekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok şimdilik. Duanın gücüne inan ey ulaşılmaz sevgili. Allah şeytanın bile duasını kabul etmiş, bizimkini neden etmesin. Dua ile dağlar ova, çöller vaha, imkansızlar mümkün olur. Hep senin mutluluğun için dua ediyorum. İkimiz de bir şekilde mutlu olalım ama eğer benim mutluluğum seninkine engel olacaksa ben her şeyden seve seve vazgeçtim. Yeter ki sen hiç üzülme. ... Eğer bir gün biri size sizi sevdiğini söylerse sakın tüm kapıları yüzüne kapatıp çekip gitmeyin. Kendinizi onun yerine koyun bakalım. Sizin sevdiğiniz biri size böyle bir şey yapsa ne halde olurdunuz. Sevin demiyorum ama saygı duyun ve terk etmeyin ne olur. Geride bir harabe ve ömür boyu sürecek acılar bırakabilirsiniz çünkü. Aşk için neleri göze almadık ki. Canımızı bile feda etmeye hazır olduk kimi zaman. Neydi aşkı bu kadar vazgeçilmez ve değerli yapan? Biz mi aşka çok değer veriyorduk yoksa aşk gerçekten değerli miydi? Üstelik bir de aşktan kimin ne anladığı var. Herkesin zihninde başka bir aşk anlayışı mı vardı? Çok sever hiç sevilmeyebilir miydik? Yada hem sever hem sevilir fakat bir türlü umduğumuzu bulamayabilir miydik? Bunca yıl geçen uykusuz *******, kaleme alınan onlarca yüzlerce yazı bunun için miydi der miydik? Sahi aşk bir ömürlük müydü? Yoksa yanıp sönen bir ateş gibi küllenip yok olmaya mahkum muydu? Sorular sorular, ah sorular… Beynimi kemiren sorular… Emin olduğum bir gerçek varsa o da şudur ki AŞK ACISI ÇOK ACI ÇOOOK… İnşallah bir gün son bulur. Şunu daha iyi anladım ki senin için yazılan bu yazılar da, senin bir başkası için yazdıkların da hepsi boş şeyler bunların. Aşk parlayan ve uzun veya kısa yanıp sönen bir ateş. Sönmeyen sevgidir ey ulaşılmaz sevgili. Beni seni öyle çok sevdim ki… Ama ellerim bomboş kaldı. Ama seni yine de seviyor ve bu hiçbir önemi olmayan yazıyı belki sen okursun diye yazıyorum. İnşallah seni hiç üzmeyecek gerçek mutluluğu bulursun, inşallah bulursun… Karşılığını bulan beklentisiz sevgilerle dolu bir ömür geçirmeniz dileklerimle… |
>Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et. Aradaki
>çizgi çok incedir.. > > >* İyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.. Unutma; >gerçek sevgi tanıdıkça büyüyen sevgidir. > > > >* Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken >sen olursun. > > > >* İyice soruşturup diğer insanların da haklı >olabileceğini düşün. > > > >* Güvenmediğin biriyle asla flört etme. > > > >* Yanlışını yakaladığın kişinin düzelebileceğini >düşünme. > > > >* İnsanlara doğru değer ver, hak etmeyenleri sil. > > > >* Sır tutmasını bil. > > > >* Dostlarının yeri ayrı, sevgilinin yeri ayrı. >Sevgilin için dostlarını, dostların için sevgilini >satma. > > > >* Hak ettiğin sevgiyi alamadın mı? Kendini üzme, sorun >sen değilsin. > > > >* Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir >köşesinde de tut. > > > >* Bir ilişkiyi kafanda bitirdikten sonra iki çift >tatlı söz iki damla göz yaşı için asla yumuşama. > > > >* Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma. > > > > >* Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme. > > > >* Kendini öven insanlardan kaç. Seni öven insanların >samimiyetini gözden geçir.. > > > >* Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma. > > > >* Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey >yapma. > > > >* Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni >dinliyorlarsa onların öğütlerini gözardı etme. > > > >* Göz göre göre su birikintilerine taş atma, mutlaka >üstüne sıçrar. > > > >* Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma. > > > >* Sen istemediğin sürece tanrı dışında kimsenin seni >üzemeyeceğini aklından çıkarma. > > > >* Göz yaşlarının değerini bil. Onları hak etmeyenler >için harcama. > > > >* Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına >uğratma. > > > >* Kendini sev. > > > >* Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma. > > > >* Dışarıdaki güneşe bakarak gülümse ve önünde >koskocaman bir gelecek olduğunu unutma. > > > >* Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık >yapma. > > > >* İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama >kazandığın insanların değerini bil. > > > >* Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla >övünmesine fırsat verme. > > > >* Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanabilecek hiçbir >koz verme. > > > >* İstediğini almak için hiçbir zaman duygu sömürüsü >yapma. > > > >* Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme. |
Ne yardan geçtik ne serden… Ne kadar haklısın. Bunu biz mi istedik? Oda belli değil. Yar nerede, sere ne oldu şimdi? Kim aşabildi uçurumun üzerinden, hangi çılgın aşıklar buluşturabildi yarı ve seri. Olmuyor işte sevgili olmuyor… Onların istediği gibi yapsak biz kaybediyoruz, bizim istediğimiz gibi yapsak onlar kazanıyor. Tuhaf bir tecelli bu.
Kaybeden kazanıyor halinin tam tersi… Zıtlıklarımızla ayakta duruyoruz, benzeşenlerimizle ise yan yana. Hangisini tercih etmemi bekliyor bu aklıevveller. Kendilerini her şeyi bilen ilan edenlere, ben sadece aşkı biliyorum ile çıkmak. Biz bunu yapıyoruz işte. Şatolarının, kehkeşanlarının, şatafatlarının arasında yardan da, serden de geçmeden ayakta kalmanın yollarını arıyoruz ikimiz. Biz, sevmediklerimizle değil, sevmeyenlerimizle birlikte ayakta kalmaya devam edeceğiz. Aşkın ve hüznün gelgitleri arasına katılan metafor ağında ellerimizle tutunacağız hayata. Ellerimiz kanayacak; ama yüreklerimiz rahatlayacak. Soğuk bir esinti ile irkileceğiz ve omuriliğimize aşağı akan hislerin karşılığını anlamaya çalışacağız. Senin ellerin ne kadar çok üşümüş böyle? Benim yanımda senin ellerinin ısınması lazım biliyorsun! Parmaklarının arasına aldığın çiçeklerin, ellerinden soğuk almasından korkuyordum ya; artık geçti. Demek ki sen onları yüreğinin sıcağı ile, bakışlarınla ısıtıyormuşsun. Isınalım sevgilim. Bu soğuk yüzlerin, devasa hesap kitaplarına inat, sadece aşkımızın dolduracağı dünyamızda; hesapsız, arka plansız, art niyetsiz, yarı da seri de anlayarak ısınalım. Belki geriden gelenlere iz bırakırız da birileri onu takip ederek ışığa ulaşır. Işık nolur ışık! Başka bir şey istemiyoruz zaten sizden. Seri yarsız, yari sersiz sevmenin ne anlamı var diye söyle onlara. Bilsinler ki ayrı düşünmek bize ait değil. Bizim dünyamızda bunun yeri yok. Sadece kendi dünyalarını inkar edip, yeryüzüne dağ kurmaya çalışanlarındır bu düşünce. Yola çıktık, aşk dedik, yolu yarıladık yine aşk diyoruz.. aşk dediğimiz için hiç pişman olmadık, aşık olduğumuz da bizi pişman etmedi. Aşıka ve maşuka selam olsun. |
‘’Tanrı kuşları sevdi ağaçları yarattı
İnsan kuşları sevdi kafesleri yarattı’’ Jacgues Deval Bir varmış bir yokmuş, adı sanı bilinen zamanın birinde, dağlardan kopup gelen çağlayanların arasında şirin mi şirin küçük bir köy varmış. Her bahar geldiğinde bir başka güzel olurmuş buralar. Doğaya binbir canlılık gelir, bir başka güzel akarmış dereler. Arılar, kadife kanatlı kelebekler çiçek çiçek gezer, daldan dala uçuşurmuş türkü gözlü kuşlar… Bir efsaneye göre güneş en güzel orada gülermiş çocuklara, oraya dökermiş ışığının en güzel renklerini. Yeryüzünün en güzel bitkileri, çiçekleri, hayvanları da oralıymış. Gökyüzünde her gece yıldızların düğünü olur, her sabah bir sevincin şöleni başlarmış. Düş mü? gerçek mi? pek ayırt edilemezmiş, etrafını çevreleyen dağlar öylesine görkemli dururmuş ki, doruklarında gökyüzü hep mavi ve engin bir denizi andırırmış. Eteklerindeki derin vadiler boy boy hayvanlar barındırır, onlara analık eder ve ! bütün kötülüklerden korurmuş… En vahşi hayvandan, en sessiz böceğe kadar tüm canlılar kardeşce geçinirmiş. Bir yeşil halı gibi yerleri kaplayan çimenler, nereden çıkıp, nerede tükendiği bilinmeyen pırıl pırıl sular, rengarenk çiçekler ve türlü boyalı kuşlarla bu eşsiz yer, bir başka yaşama sevinci verirmiş insanlara. İşte bu yörede zeki mi zeki, akıllı mı akıllı küçük bir çocuk yaşarmış. Deniz adındaki bu sevimli çocuk insanları, hayvanları, kuşları, çiçekleri, ağaçları yani doğadaki güzel olan her şeyi ve birde herkesin masal anası ismini verdiği bilge ninesini çok severmiş. O bu sevgisini lafta bırakmaz, gereğini her fırsatta yerine getirir, insanların, hayvanların, canlı cansız, doğadaki tüm varlıkların haksız saldırılara hedef olmaları karşısında, içinde sınırsız bir öfke ve acı duyarmış. Bu yüzden hep güçsüz ve haklıdan yana çıkarmış. Çünkü Deniz ninesinden hep emeği, yardımseverliği, me! rhametli olmayı, sevgiyi, iyiliği, dürüstlüğü, doğruluğu, temizliği, ahlaklı ve adil olmayı öğrenmişti. Deniz gün boyu çiçeklerle söyleşir, kelebeklerle uçuşur, bilge ninesinin ardında koşuşup dururmuş kırlarda. Onun geçtiği yerlerde güller gülümser, sümbüller pembeleşir, kuşlar şarkı söyler, dağlar taşlar dillenirmiş. Hafif hafif esen rüzgarlarla ağaçlar eğilip eğilip birbirini selamlarmış. Deniz nerede solmuş sararmış bir çiçek görse, koşar su getirir, koklayıp okşayıp yeşertirmiş. Her şey öylesine ona alışıkmış ki, bir gün ortalıkta görünmese, çevreden iniltiler duyulur uzun narin kavaklar bile boynu bükük bakarmış. Öyle ki, çiçekler üzülüp büzülür, kelebekler uçmaz, kuşlar türkülerini söylemez, sular hışırtısız akarmış. Deniz sadece kuşlarla konuşmazmış. Köylülerin söylediklerine göre, o bütün hayvanların dillerinden de anlarmış. Onlarla saatlerce söyleşir. Birbirileriyle iyi geçinmelerini öğütlermış. İşte Deniz, bu gizemli doğanın koynunda doğmuş, orada büyümüş orada tanımış çiçekleri. Kuşlarla dostluğu, arkadaşlığı da orada başlamış. Küçücük yüreği dünyayı içine alacak kadar geniş, sevgisi dünyayı ısıtacak kadar sıcakmış. Bu güzel çocuk yaşamına renk veren, anlam katan sevgisinin sesini de orada bulmuş. Hiç bir canlının başka bir canlıya haksızlık etmesine gönlü razı olmazmış. Onun bu sesini duyan her canlı bütün kötülükleri unutur, sadece iyilik düşünürmüş. Ve bir gün Deniz bu güzelim köyünden ayrılmak zorunda kalmış. Kuşların ötüşü, serin suların çağlayışı kulakları okşayıp yüreklere dökülürken, çiçekler solumalarını sıklaştırmış. Bütün köylüler gediğin tepesini aşıp, Deniz’ i uğurlamışlar ; iyi yolculuklar dilemışler. Ninesi o kadar çok üzülmüş ki, sözcükler onun ayrılık acısını anlatmaya yetmemiş. Hiç bir canlının başka bir canlıya veremeyeceği ve hiç bir canlının anlayamayacağı bir şefkat ve sevgiyle basmış bağrına. İçi ılık ılık duygularla dolup kabarmıs, o yaşlı yüreğine ince ince çağlayanlar akmış da, yangısını söndürememiş. Torunu uzaklaşıncaya dek çırpınan yaralı bir kuş kanadı gibi, yaşlı gözlerle el sallamış ardından, dualar mırıldamış. Deniz uzaklaşır. Uzaklaşmaz hemen bütün köylüler onu özlemeye başlamışlar. Bu sevginin kaynağı neredeymiş, neymiş kimse akıl erdirememiş. Deniz şehirler geçmiş, trenler, otobüsler, vapurlar, otomobiller ve uçaklar görmüş: görünce de ağzı bir karış açık kalmış, zira köyünü çevreleyen dağların ötesini hiç mi hiç bilmezmiş. Deniz uygarlığın teknolojik nimetlerinden uzak, fakat bozulmamış, kirlenmemiş, temiz ve bakir bir doğa ortamında yaşarken, babası onu alıp uzak bir ülkeye götürmüş. Bu ülkenin renk renk lale bahçeleri, yel değirmenleri, altın saçlı gökgözlü güzel çoçukları varmış. Ancak getirildiği kent beton yığınları ile kaplı, soluk alımayacak derecede kalabalık, gürültülü ve telaşlıymış. Doğup büyüdüğü yerlere hiç benzemediği gibi, her akşam kocaman fabrika bacalarından çıkan, kirli kara bir duman abanırmış kentin üstüne. Kent soluk alamazmış. O zaman gökyüzü ışığını yitirir, sokak lambaları bile zar-zor ışıldarmış. Burada insanlar kendilerini kalın beton duvarlar arkasına, kuşları kafeslere, çiçekleri özgür doğadan koparıp saksılara koymuşlar. Kafesteki kuşlar aç değilmiş ama özgürlükleri yokmuş. Saksıdaki çiçekler susuz değilmiş ama doğal güzellikleri kalmamış. Çiçeklerin renkleri ve kokuları, kuşların ötüşleri yapaymış. İnsanların neşeleri gülüşleri ve ağ! layışları da . Okula başlamış Deniz. Sınıflar çocuk doluymuş, ancak Deniz yalnızmış, bir türlü alışamamış kalabalıklara, kent yaşamına… Yitirdiklerini ararmış Deniz, gözünde tütermiş insiz köyü, yemyeşil dağlar, serin pınarlar, kuşlar,yeleleri rüzgarda savrulan atlar, koyunlar, kuzular, bir de dünya tatlısı nineciği. Onca kalabalığın orta yerinde yapayalnız kalmış; ne o anlatabilmiş kendini başkalarına, ne de başkaları onu anlamak istemiş. Bir tren geçermiş Deniz’in özlemlerinde, bir kuş ötermiş, o kuytu bir köşeye çekilip ağlarmış. Kimi zaman özlemi dayanımaz bir hal alırmış, yakıp tutuştururmuş yüreğini. Deniz’in bu durumuna öğretmeni çok üzülürmüş. “ Sen zeki ve yetenekli bir çocuksun bu günler çabuk geçer buraya da alışırsın” diyerek Deniz’ i teselli etmeye çalışırmış. Ama o dalgınmış, bilincini yitirmişçesine boş boş bakarmış etrafına. Artık düşüncelerinin içinde öyle eriyip yitmiş ki, bu ona sonsuz derece acı verirmiş. Bir de Deniz’ in kafasını sürekli yoran bazı sorular varmış. Neden kuşların, çiçeklerin özgürlüklerini kısıtlayıp, kafeslere ve saksılarda tutsak olarak yaşatırlar? Kuşlar ve çiçekler evlerdeki saksılar ve kafesler için yaratılmamışdı ki? Acaba bütün bu haksızlıklar ve acımasızlıklar geçici ve basit bir doyum duygusu için miydi? Peki, kocaman adamların bu tutumuna karşı, ya çocuklar niçin kayıtsız kalıyordu? Onlar, kuşların ve çiçeklerin özgürlüğü için neden bir çaba harcamıyordu? Deniz bu sorunları günlerce düşünmüş; çiçeklerin saksılara, kuşların kafeslere konulmasına bir anlam yüklemeye çalışmış, ama becerememiş. Gün geçtikç suskunlaşmış, konuşmaz gülmez olmuş ve yemeden içmeden kesilmiş. Sanki uzak diyarlarda dilsiz, kolsuz, kanatsız kalmış. Gitgide içine kapanmış, yapılan bu haksızlıklara öfkelenmiş,ancak bağırıp çağırmamış,suskunlukla direnmiş. Derken bir gece hastalanmış Deniz. Günlerce ateşler içinde yatmış, yatarken de köyünü sayıklamış, uyanıkken Perihan ninesini hayal etmiş. Ninesi yine ona öğütler vermiş, destek olmuş yalnızlığında , yol göstermiş. Ninesi Deniz’e “ Konuş Deniz’im , yine göz kırp yıldızlara, çiçeklere gülümse, gülücükler dağıt, göster sevgi dolu yüreğini herkese. İyi olmalısın sen, hastalanırsan üzülürüz. Yaşlı yüreğim dayanamaz acına. Sonra bütün kuşlar da üzülür; dağlar, taşlar başlar ağlamaya. Yerin kulağı duyar olup biteni, bütün ormanlar yas tutar. Menekşeler sulara döker kirpiklerini, sular acı keser, acı yolları…” dermiş. Sonra bir an duraksar, yorgun ciğerlerini soluklandırır ardından Deniz’in saçını okşar, konuşmasını yine sürdürürmüş. Ama Deniz onun söylediklerinin çoğunu duymaz, atların kişnemeleri, kuzuların melemeleri arasında rüyalara dalarmış. Köyünde iken her akşam yatmadan önce, ninesi Deniz’e kuşlar, çocuklar ve çiçeklerle ilgili masallar anlatırmış. Sonra. “o yıldız senin, bu yıldız benim” diye ninesiyle yarışır, gökyüzünün sonsuz ışıltısına bakar, uyurlarmış. Oysa Deniz bu kente geleli bir yıldız bile görememiş. Günler sel gibi haftalar yel gibi geçip gitmiş. Deniz iyileşip eski sağlığına kavuşmuş,ama özlemi hiç mi hiç dinmemiş.Nereye gitse özlemini de oraya götürmüş.Zaman zaman özlemi içinde onulmaz bir sızı olur depreşir.Ne yapsa ne etse önüne geçemezmiş. Deniz zeki, enerjik, başarılı ve itinalı bir çocukmuş. Ögretmenleri onun bu niteliklerini yararlı bilgi ve sağlıkli bir çevre bilinciyle dengede tutmak için yoğun bir çaba içine girmişler. Deniz de yavaş yavaş okul yaşamına alışmış. Bu nedenle öğretmenleri iyi bir şey başarmış olduklarını düşünerek gönenmişler, kıvanç duymuşlar. Çünkü Deniz en zor meseleler üzerinde bile inanılmaz ölçüde düşünceler üretir, günlük ders ve ödevlerini büyük bir istekle hazırlar, olumlu taraflarını geliştirmeye çalışırmış. Deniz her zaman sevimli, duygulu, insanları kırmamaya özen gösteren, herkesin yardımına koşan bir çoçuk olduğunu göstermiş. Onun doğa sevgisi ve bilgisi de herkesin dikkatini çeker ve bu güzel nitelikleri çevresinde sevilmesini sağlarmış. Hatta, onun bu özelliklerini öğretmenleri diğer çocuklara anlatıp, örnek gösterirmiş. Anne ve babası da Deniz’ i bu meziyetleri nedeniyle dünyanın en akıllı çocuğu olarak görürlermiş. Deniz bir yandan çevresine uyum sağlamaya diğer yandan da kendine yeni uğraşlar edinmeye çalışıyormuş. İşte o günlerde, evlerinin önüdeki küçük bahçeyi düzenlemek aklına gelmiş ve şimdiye kadar bunu düşünemediği için de kendine kızmış. O günden sonra en büyük uğraşı bahçesi olmuş. Oraya çeşitli bitkiler dikip, çiçekler ekmiş. Bahçesindekiler de boy verip renklenince bütün boş zamanlarını onlara bakmakla geçirir olmuş. Çiçeklerin yanında mutlu olurmuş ya yine de içten içe hüzünlenirmiş. Çünkü, Deniz bu insanları anlamıyormuş. Onlar, kendilerini doğadan uzak, beton duvarlar arkasına kapattıkları yetmiyormuş gibi kuşları da kafeslere tıkmışlardı… Her şey bir yana da ya o büyük kentlerin meydanlarında gördüğü sürü sürü tembel güvercinlere, kirli kanal sularında nazlı nazlı yüzen kuğulara ne demeliydi? Böylesine kanatları olur da, kentlerin o pis havasında, suyunda nasıl dururlardı? Uğuldayan iş makineleri, göğü kirleten fabrika bacaları, araba sesleri, eksoz dumanları, müzik diye zangır zangır bağıran hoperlörler ve estetikten uzak, çirkin apartmanların arasında nasıl yaşanır? Deniz bu soruları durmadan sormuş kendine, ama yanıt bulamamış. Çocuk aklı anlamaya, yanıtlamaya yetmemiş bu soruları. Ve günün birinde öfkesi öylesine büyümüş ki, gidip babasının onarım işlerinde kullandığı keskin mi keskin testereyi alıp, fırlamış sokağa. Kafes gördüğü ilk eve dalmış ve buradaki kafesi kesmiş. Ve günden sonra, her gece evlere girip, kafeslerin çubuklarını keserek kuşlara özgürlüklerini vermeye başlamış. Deniz’ in bu yaptıkları kafes sahiplerini çılgına çevirmiş tabi. Günlerce gazetelere ilanlar verilip, duvarlara afişler asılmış. Radyo ve televizyonlarda duyurular yayınlanmış. Bu yayınlarda, “Korkunç ve affedilemez suçu işleyen canavar” hakkında bilgi verenlerin ödüllendirileceği açıklanıyormuş. Ancak Deniz yılmamış. Yine her fırsat bulduğunda evlere, bahçelere girip kafesleri kesmeye devam etmiş. O ülkeyi yönetenler çok kızmışlar bu işe, kentin bütün polisleri bu kafes canavarını yakalamak için yarışa girişmiş, günlerce pusu kurup beklemişler. Ama bu bir sonuç vermemiş. Bir defa polis, asker bütün ülke düşmüş bu kafes canavarının peşine. Yine ! günler, haftalar, aylar geçmiş ama yakalayamamışlar. Deniz, bir akşam yine elinde testeresiyle büyükçe bir eve girmeye çalıştığı sırada pusu kuranlar tarafından yakalanmış. Ve bu haber ülkenin her yanında bomba gibi patlamış. Gazeteler Deniz’in boy boy fotoğraflarını basmış, televizyonlar çeşitli görüntüleri getirmiş ekranlarına, radyolar ise her haberinde duyurmuşlar. İlgililer ise bu “canavarın’’ yakalanışına müthiş sevinmişler. Günlerce süren şölenler düzenlenmiş, bayram gibi kutlamışlar bu başarılarını. Ama bu sevince katılmayanlar da varmış: ülkenin altın saçlı, gökgözlü, güzel çocukları DenizIin yakalanışını üzülerek karşılamışlar. Topluca göşteriler düzenleyip yönetimi protesto etmişler. Özgürlük istemişler. Deniz özgür olsun demişler. Ancak çocukların bu çığlıklarını sağır yürekler duymamış. Mahkemeler kurulmuş, kurullar toplanmış, dünyanın dört bir yanından pedagoglar, psikologlar, bilim adamları çağırılmış. Herkes Deniz’in işlediği suçun nedenini araştırmaya koyulmuş. İlk gece, polis merkezinde, üşüyüp ağlayan Deniz’in gözünü uyku tutmamış. Yaptıklarını ve kendisine yapılanları düşünmüş. Kendince suç kavramını sorgulamış ve “kim suçlu?” sorusuna yanıtlar aramış. Kafeslerini kırdığı ev sahiplerini düşünmüş, özgür kalınca kanatlarını sevinçle çırpan minik kuşları… Sonra arkadaşlarını, öğretmenlerini, anasını ve babasını, ninesini düşünmüş. Yüreği sızlamış Deniz’in hepsini de özlediğini anlamış. Ertesi gün ziyaretçileri olmuş Deniz’in. Öğretmenleri ve okul arkadaşları gelmiş, renk renk çiçekler, çeşitli hediyeler verip onu teselli etmeye çalışmışlar. Ziyaret saati bitince de boynu bükük gitmişler. Ardından bütün ülkenin sarı saçlı, gökgözlü çocukları Deniz’e üzüntülerini belirten kartlar, mektuplar göndermişler. Ama kurulan mahkeme çok acımasızmış. Çocukların protestosunu da hiç önemsemiyormuş. Deniz’i diğer çocuklara da kötü örnek olmasın diye cezalandımak istiyormuş yargıçlar. Deniz, uykusuz geçirdiği bir gecenin verdiği yorgunlukla hemen uykuya dalmış ve dalar dalmaz da başlamış rüyalar görmeye. Rüyada yaşlı bir ninecik oturmuş bir pınarın başına, Deniz’ e “körler ülkesi” masalını anlatıyormuş, ama bu bilge ninesi değilmiş. Rüyadaki ninenin anlattığı masal şöyleymiş; ‘’Evel zaman içinde, kalbur zaman içinde, dünyanın bir yerinde, bir baba ile oğul varmış, bunların fazlaca bir dertleri yokmuş; işleri, aşları onları kimseye muhtaç etmezmiş. Ama babanın bir sorunu varmış; oğlunun eğitimsizliği ve cehaleti. O devirlerde ne oğlunu gönderebileceği bir okul ne de ders verebilecek ögretmenler varmış. Okul ve öğretmenler yokmuş ama çocuk dünyayı tanımalı ve bilmeliymiş. Çünkü babanın inancı, “Alimler gözlüdür, Cahiller ise kör’’ biçimindeymiş. Sonuçta baba karar vermiş; oğlunun gözü açılmalı, dünyayı görüp tanımalıymış. Baba ile biricik oğlu bilinmeyen ülkelere doğru yola çıkmışlar. Az gitmişler uz gitmişler,sonunda bir de bakmışlar ki,körler ülkesi diye bir yere gelmişler. Olacak bu ya, tam körler ülkesine geldiklerinde, çocuk bir hastalığa yakalanmış.Eli ayağı tutmaz olmuş. Baba şaşkın, çocuk bitkin uçan kuştan medet ummuşlar. Tam o anda “korkma” diye yüreklendirmişler. Babanın etrafına toplananlar. Ve, “siz bura! nın körler ülkesi dendiğine bakmayın, buranın öyle becerikli bir hekimi var ki kime dokunsa hastalıgından iz kalmaz” demişler. Böylece baba yatıştırılmış ve çocuk tezelden hekime kavuşturulmuş. Hekimbaşı usta parmakları ile hastasını tepeden tınağa bir güzel yoklamış. Hemencecik de illetin nedenini bulmuş; Sorun çocuğun gözlerinde imiş. Burnun ile alnın birleştiği noktanın sağında ve solunda bulunan çukurlara gömülü, bıngıl bıngıl devinen oval iki cisimcik. Açılıp kapanan birer deri kapakla örtülü…. işte hepimizin bildiği insan gözü, illetin nedeniymiş. Hekim böyle söylemiş, teşhisi böyle koymuş. Operasyon kısa sürede bitmiş, dışarıya çıkarmışlar çocuğu. Baba bir de ne görsün, çocuğun dünyayı görüp tanıyacağı gözlerinin ikisi de yerlerinden çıkarılmış. Çünkü körler ülkesinde herkeste göz düşmanlığı varmış. Körler bilginin ışığın, aydınlanmanın en önemli aracı olan göze düşmanmış. Daha o çağlarda “aydınlık ile karanlığın, bilgi ile cehaletin” savaşı varmış. Ancak baba ve oğul geç anlamışlar bu gerçeği ve ağır ödemişler bedelini. Ve bu sonuç karşısında sanki dünya bir anda başlarına yıkılmış baba ile oğulun. Yaşam zindan olmuş, ama ne acı duyacak halleri kalmış, ne de acıya dayanacak güçleri. Acıyı acıla bastırmışlar boynu bükük’’… Deniz gördüğü düşün etkisiyle ter içinde uyanmış. Bir korku sıkıca sarılmış boğazına. Kendini o hekimin elinde imiş gibi hissetmiş. Sevdiği onca yüzü düşünmüş, ama hiç birisini anımsayamamış, sisler arasında yalnız kalmış. Bir yerlerden ince bir ezgi çarpmış kulaklarına, çoğalan, delirten bir ezgi….Usuna babasının üzgün, perişan yüzü gelmiş, bir güvercin uçuvermiş yüreğinden, acıyla ürpermiş. Deniz’in ağzından “Baba” diye bir inilti çıkmış. Sonra gördüğünün korkulu bir düş olduğunu fark edince derin bir oh çekip rahatlamış. Derken duruşma günü gelmiş binlerce çocuk yığılmış mahkemenin önüne, onlarca polis otosu eşliğinde Deniz mahkemeye getirilmiş. Yargıçlar sertçe bakmışlar Deniz’e Savcı iddianamesini okumuş, yargıçların en yaşlısı korkutucu bir sesle “bütün bunları neden yaptın?” diye sorular yöneltmiş. Yargıçların bütün sorularına Deniz susarak yanıt vermiş. Yargıç öfkelenmiş dağlar kadar. Deniz’i azarlamış. “Sende hiç acıma duygusu yok mu, kalp yok mu?” demiş. Deniz ise “Ben kalbimi kuşlara verdim.” Diyerek ilk ve son yanıtını vermiş. Yargıçlar kendi aralarınada fisıldaşıp, konuşmuşlar. Sonuçta Deniz’in bir kuş gibi, demirden bir kafese konulup uzak ve ıssız bir ormana bırakılmasına karar verilmiş. Bu haber dünyadaki bütün kuşlara yıldırım hızıyla yayılmış. Bir çok kuş toplanıp, kanat çırpmışlar, dönmüşler gökyüzünde, sonra da hep birlikte saldırmışlar kafese, günlerce gagalamışlar ama nazlı gagaları parmaklıkları kırmaya yetmemiş. Kafesi parçalayamamışlar. Pa! rçalayıp da Deniz’ i özgürlüğüne kavuşturamamışlar. Günlerce düşünmüşler ve sonuçta hepsi gücünü birleştirerek. Deniz’i köyünün güzel ormanına götürmeye karar vermışler. Bütün kuşlar kanat açıp, kırk gün kırk gece, dağ demeden deniz demeden uçmuşlar. Deniz’in o güzelim köyünün ormanına ulaşmışlar. Yağmur yağdığında hepsi birden kanatlarını kafesin üstüne gerip korumuşlar. Güneş açtığında sevinmişler. Dünyanın her yerinde türlü türlü yiyecek ve çeşit çeşit kitap taşımışlar. Kuşlar her akşam kafesin etrafında toplanıp ötüşerek Deniz’i teselli etmişler. Cıvıltılarla uyutmuşlar, her sabah yeniden en güzel sesleriyle uyandırmışlar. Beraberce gülüp, oynayıp, şarkı söylemişler. Deniz onlara şiirler okumuş, bilge ninesinden öğrendiği masalları anlatmış, kuşlar Deniz’i anlarmış Deniz de kuşları…… İşte o gün bu gündür dünyanın bütün kuşları yavrularına kuşlara kalbini veren çocuğun masallarını anlatırlarmış. Ve onun içindir ki, dünyanın her yerinde kuşların yalnız bir sabah bir de akşam öttüğü söylenir…….. |
Suçlu vaktin sevgilisiyim bu akşam. Geleneksel bir kutsayışa sunulan kutlu bir güne soyunmalıyım bugün. Doğum günün! Her günkü sevgi vaktinin alışıldık bekleyişine bu defa hiç benzemeyen bir huzursuzlukla geldim. Korkuyorum bu akşam. Bekleme alışkanlığının tutsaklığına karşı koymanın utancı var içimde. Başka türlü olabilme özlemi kadar her türlü yenilenme imkanını ortadan kaldıran yıkıcı bir itki var yüreğimde. Kutlu bir günde seni armağansız karşılayabilecek kadar cesur ve hazır görünmeme şaşıyorum. Yoksulluk, düne kadar sevgimizin bir sermayesiydi belki. Ama bugün, kendimi sevgimizin bir ayıbı olarak görüyorum. Kuşkusuz, her zamankinin aksine bugün gecikmeyeceksin. Benim ise gecikmek ya da beklememek için –ne yazık ki- hiçbir nedenim yok.
Sevginin suçluluk vaktinde bekleyişin uzun sessizliğini, şimdi olsa olsa SARI GÜL’ün yaylı kapısından açılıp kapandıkça çıkan ezberlenmiş umut sesleri bozabilir. Bilmem bu kaçıncı akşamdır, hep böyle beklerim seni. Her bekleyişin denenen o esrik hazırlığı, gün boyu özlenen gül yüzüne ulaşmanın parıltısı ile dolu. Sessizlikte sensizken nasıl da derinleşir düşünceler nasıl da büyür bekleyişler; yüreğimden geçeni durmaksızın buruşturan yanıtsız sorular nasılda ısırır beynimi... bilmezsin. Gözlerim, bozuk yaylı kapının camında arada bir şekillenen görüntülere kaymakta, iki de bir açılıp kapanan kapının periyodik gıcırtıları ve beklenen siluetin yerini alan yabancı gölgeler. Yüreğimde çöreklenen utanç. Camda şekillenen gölgelerin tam sana benzemek üzere iken birden yerini başka gövdelerin çizgilerine bırakması. Korkuyorum! Biraz daha gecik lütfen. Gergin bekleyişin içinde kendimi, bilinmezi sürdüren bir iz’in avcısı gibi görüyorum. Bilinmezi bilinire dönüştürecek giz bu izlerde, bu izlerin şifresini çözmede. Anıların izinde yürümek belki biraz avutabilir beni. Yaşadıklarımızı yeniden toplayabilirim orada. Kaybolan zamanın “seni seviyorum”larını, şimdiki zamanın “seni seviyorum”larına ekleyip yepyeni bir “seni seviyorum”u yaratabilirim belki. Yalnızca duygusal hesapların yapıldığı bu masalarda herkes, kendisine yorum yapılmasından korkar. Ancak yapanların da, karşısındakini incitmeden yorumlamaya çabaladıkları her halinden belli. Turuncu-kırmızı ışıkların ölü aydınlığında bir çay daha söylüyorum. Geciktin canım. Teşekkür ederim. Ama, her an gelebilir, armağansız ürkek yüzüme çekinmeden bakabilirsin sevinçli, değil mi? Of!.. Hadi öyleyse, gel. Gel de bitir bu utancı, ez bir an önce içimdeki mahçup “yoksul sevgili” duygusunu! Sesler azaldı. Bir grup kalabalığın titrek gölgesi masamın önünden geçerek kapıya doğru uzaklaşıyor, uzaklaşan gölgelerin yerini çok geçmeden yenileri alıyor. Üçüncü çayımı içiyorum. Arasıra bacak değiştirerek oturuyorum. Özledim şimdi seni. Utancıma karşın gözlerini gözlerimin içine alabilirim şu an. Fakat, nedir, gözlerin bir tuhaf bakıyor bana. Dargın mı desem, sitemce mi, suçlayıcı, ah, ne olur kızarmış mor koyuluklar içerisinde bakma bana öyle. Ses yok, anlatı yok, yalnızca kırılan bir ayna gibi yüzün duruyor karşımda. Anlam veremiyorum. Gözlerindeki camlar mı saklıyor bendeki duygularını? Yüreğinde açtığım onmaz hüzün, yerini uçarı sevinçlere ne zaman bırakacak? Yoksadığım sevinçler şimdi elgin bir duyarlıkta yeniden gizil bir güç diliyor şimdi benden. Utanç duygusu anlam değiştirmek zorunda barışık istemlerle... Konuşmanın artık çok geciktiği tedirgin susuşlarımız arasında gözlerime bakmanı, dilimin değil gözlerimin anlatısına katılmanı şimdi ne kadar isterdim. Yoksunluğa sızlandığım şu sırada titrek parmaklarıma dolanan avuçlarının ılıklığını ve dört sevi yılı boyunca kulağıma fısıldayarak türkülediğin “seni seviyorum” melodisini duymayı ne kadar isterdim... Güzelliğin ne olduğunu hiçbir zaman bilemedim ben. Bilememekten dolayı da hiçbir zaman rahatsızlık duymadım. Beni rahatlatan bir güzellik buluyorum sende. Bu bana yetiyor. Mutsuz bir zamanın, mutsuz bir kentin aykırı duyuşlarıyla yüklüyüm. Seni tanıdım bu çamurlu kentte. Seni sevdim bu eskikentte. Ne, üstünde taşıdığı bütün pisliği, gözler önüne seren Porsuk’un nazlı akışı, ne Yalıman sevdalılarına romantik döşekler seren Adaların kamelyeleri, ne de Yediler’in, Bademlik’in insanı dinlendiren yeşil doğası SENSİZKEN beni bu kente bağlayamazdı. Bekleyişin ölümcül rahatlığına yeni yeni ulaşıyorum. Bugün, günü bölüşmenin sevincini yaşamadık daha. Gün yükselmeden kavuşmalıyız. Yaşam, neredeyse sevgi vaktine biriktirilen bekleyişlerin arasında elimizden kaçacak. Korkmuyorum. Gelebilirsin artık. Tümcelerimin yatağına alabilirim seni. Birazdan sevgime eklenen suçu sevgin eleyecek. Biliyorum. Harflerden ve sözcüklerden bir ÇİÇEK yaratıp göğsüne takmak istiyorum bu akşam. Sonra da yumuşak, yorgun saçlarını virgül virgül okşamak... **************************************** Ne yazilmali ki silinip gitmesin, ne söylenmeli ki unutulup bitmesin. Sessizlikle baGlayan bir hikaye bu. Eger bagladigi gibi bitecekse sonu, yasanan her ne varsa sil, gitsin.Hayallerde gerçek gibi yasarken seni, umutlarda bitti bir zaman, sevgiler de. Seni seviyorum çünkü ne zaman siir okusam, misralarindan sen akiyorsun, gözlerimden yaslar süzülüp resmine damliyor, sessizlik sarariyor içimde, susuyorum. Tam buldum dedigin anda kaybetmek nedir bilir misin? Atilmisligi hissettigin oldu mu? Hayaliyle yasamayi ezberledin mi? Delicesine sevdigin ama onun seni sevmedigini ögrendigin o ani hiç yasadin mi? Onun eksik yanlarini bile sevebildin mi ? Terkedilice ilk defa görüyormus gibi baktinmi? Elvedasiz ayriliklar acitti mi içini? Göz kapaklarina inat, uyumadigin oldu mu *******ce? Sadece mum isiginin aydinlattigi odanda onu düsündügün oldu mu saatlerce? Ellerin onsuz kaldiginda üsüdün mü? Duyuyorum susuyorsun, yine susuyorsun, tipki o zamanki gibi söylemiyorsun. Seni seviyorum çünkü hergün biraz daha tükenirken hersey, benligim sesizce inliyor ben susuyorum. Bir an elinden tutuyorum, biran sonra belkide tamamen elimden kayip gitmis oluyorsun, anlayamiyorum.Yine sensiz kaliyor kollarim, yine islaniyor gözlerim. Yasamam için tek nedenimdin sen. Fakat binlerce sebep vardi seni sevmem için. Seni seviyorum çünkü yasanacak bütün imkansizliklarda sen varsin. Biryerlerim aciyor durmaksizin. Sessizligin çok sey söylese de bazen susmanda incitir beni. Bilirim, belkide en iyi ben bilirim ki, susmasini bilmek, bildigini söylemekten daha zor. Bir uçurum gibi derinlesen sessizlik, bizi birbirimizden ayirdi bile. Yenildik dostlugumuza, zamana, yalnizliga, yenildik iste! Sinsice sardi sessizlik, böyle birdenbire, ansizin... ve ben hala unutmam gerektigini söyleyenlere inanmiyorum. Hissettiklerimi söylemektense dost kalmayi, seni sensiz yasamaktansa susmayi tercih ederim. Senin beni sevme fikri bile beni mutlu edebilecek kadar güzel ve asil! Seni seviyorum çünkü sen benim siyah beyaz dünyami renklendiren o çok az seyden birisin. Sensiz her andan korktum, korkuyorum. Alip gitme ellerini, alip gitme gülüslerimi, götürme düslerimi. Sen benden gittin gideli öyle biktim ki sensiz kendimden. Seni seviyorum çünkü hala birseyler var vazgeçemedigim. Ben herkes için siir yazmazdim, bu hep tuhaf gelmisti. Fakat simdi senin için siir yazmamak tuhaf geliyor. Bu yillarca sürecek ve de hiç dinmeyecekmis gibi düsünürken görüyorum ki anlamini yitiren birseyler var aramizda. Seni seviyorum çünkü tam herseyden vazgeçmistim ki, karanligimin perdesini yirtti ellerin. Ama yine direndik sessizlige, hala konusulmadan kalan öyle çok sey varki! "Sustugun yerde birseyler kiriliyor" Nasil söyleyecegini sende bilmiyorsun besbelli.. Susman gerekiyor diye susuyorsun belkide, dostlugumuz için.. Kalbim sendeyken her adimda, aklim sendeyken her dakika, unutmadim, unutamadim iste! |
Üşümüştü...
Titriyordu.... Kalabalık caddenin bir köşesinde, bir elinde satacağı kart postallar diğer eli yırtık pantolonunun cebinde gözleri durgun, umutsuz bir çocuk, duruyordu öylece.. Düşünürken çok sevdiği annesini; hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu! Giderek nemleniyordu gözleri... Gizlice yetimhaneden kaçıp, Annesinin mezarını ziyaret ettiği zaman Hissedebiliyordu sevgiyi ve sıcaklığı Artık sadece!... Kalbine gözyaşı yağıyordu, küçüğümün... Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu Ama hep soğuktu ve üşütüyordu..... Üşümüştü... Titriyordu... Caddede dalgın ve suskun Yanlızlığı yanı başında Yavaş adımlarla yürüyen bir kadın... Arada sendeliyordu yaşlılıktan.. Kart postal satan çocuğu gördü aniden Yaklaştı ve uzattı elini O’na Düşünürken çok sevdiği o yaşlardaki çocuğunu Hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu! Ateş gibi yanarken çocuğunun küçük vücudu Çaresizce koştururken hastanede Bir anda soğuyuvermişti ya küçücük beden İşte kart postal tutan bu eller de soğumuştu.... Birden az da olsa toparlandı Çünkü kocasından gizlice gittiği mezarda Hissettiği sevgiyi Şimdi hissedebiliyordu biraz daha... Kalbine gözyaşı yağıyordu, kadıncağızın.. Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu... Ama hep soğuktu ve üşütüyordu.... Üşümüştü... Titriyordu... Kalabalık caddede Kendinden emin, sert adımlarla Ama kendi yanlızlığıyla İlerliyordu bir asker... Arada etrafına bakıyordu Sonra sabit fakat boş gözlerle karşıya bakarak yürüyordu... Kafasını çevirdiğinde, Kart postal satan çocuğu Sevgi dolu gözlerle, ağlamaklı seven kadını gördü birden. Onlara bakarak ve iç çekerek yürüdü önlerinden. Düşünürken çok sevdiği annesini... Hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu! Kendisi nöbette korurken vatanını Bir anda kalbi yenilmişti ya yanlızlığa annesinin Birden az da olsa toparlandı Çünkü dua etmek için gittiği mezarda Hissettiği sevgiyi Şimdi hissedebiliyordu kadının bakışlarında... Kalbine gözyaşı yağıyordu, delikanlı askerin.... Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu... Ama hep soğuktu ve üşütüyordu.... Üşümüştü .... Titriyordu... Kalabalık ve gürültülü caddede Yalnız ve sessizce Elinde evrak çantası Ağzında dumanı rüzgara karışan bir sigara... İlerliyordu bir genç delikanlı... Arada etrafına bakıyordu Anlamsız bakarken karşıdan gelen ifadesiz yüzlere Askeri gördü ve dondu kaldı bakışları Askerin gizlemeye çalıştığı gözyaşlarına... Durdu ve erkekler de ağlar, dedi... Düşünürken çok sevdiği dostunu Hani kaybetmişti ya geçen yaz O’nu! Kendisi kız arkadaşı ile sahildeyken Bir an da kahpe bir kurşunla Çatışmada yığılıvermişti o güçlü beden... Biraz duraladı, iç geçirdi ve bir nefes daha çekti sigaradan Bayrağa sarılı gelen tabutunu hatırladı arkadaşının Bir anda sarılası geldi askere... Geçti yanından ve uzaklaştı... Kalbine gözyaşı yağıyordu, delikanlının Bazen çiseliyor, bazen sağanak oluyordu... Ama hep soğuktu ve üşütüyordu.... Bir çok insan vardı ya çevrede Kalbine gözyaşı yağıyordu elbette... Kaybettikleri sevgi İstenilen şefkat Korkulan gelecek için... Kalbime gözyaşı yağıyor şimdi düşününce onları ve düşününce seni kaybettiğimi.... Benim yerime, beni korumak için erkenden, bu dünyadan çekip gidişini... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:30 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.