![]() |
Ateş Çiçeği-24
Belki bir alaşafakta bir hain kurşunundan Belki yazı masasının başında bombalanarak Çoğu zaman bir kavganın tam ortasında vurularak Bazan yargısız infazla insanlara sevdası suç sayılarak Kahramanlar da ölür Kimi zaman uğruna bir ömür zindan yattığı güzel günlere varamadan Ama inanarak sonuna kadar Kahramanlar da ölür Ve onlar İnsanlığın yüreğine gömülür …………………………………………………………………………… Demek ki suçsuz yere öldürülen makinalı tüfek erinin kardeşi Yarbay Arif Bey'i öldürmeyi kafasına koymuş, bunu hemen o gece karanlıktan yararlanarak yapıvermişti. Hasan İzzetin Dinamo, Kutsal İsyan 4. Cilt. Sf.380 Olayla ilgili tahkikat sırasında suikastın vukua geldiği saatlerdeki iki nöbetçi ile Arif Bey'in çadırının yanındaki çadırda yatan yaveri Üsteğmen İhsan ve Karakeçili Müfrezesindeki erlerin ısrarı üzerine de Kızılcahamam Müfreze Komutanı Binbaşı Rüştü'yü tevkif ettiler. Yarbay Arif Gerede'ye asilerin üzerine gönderilen ve müfrezeyi iyi idare edemeyen Binbaşı Rüştü'yü asmak istemişti. Araya giren bazı zatlar Yarbayı bu fikirden vazgeçirmişti. Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi yayınları, Türk İstiklal Harbi Serisi, 4. Cilt Arif Bey son derece haşin ve geçimsizdi. Bu yüzden herkes kendisinden çekinirdi. Arif, müfrezesi ile beraber Bolu'ya gitmek için ayrıldığı sıralarda, Rafet Paşa Afyon'a geldi. Ankara'dan Nazilli'ye Nazilli'den Ankara'ya sık sık gidip gelirdi. Her seferinde de Afyon'a uğrar ve bizimle görüşürdü. Bu defaki gelişinde Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey, Müdafaa-i Hukukçulardan Reşit Bey, ben ve Rafet Paşa akşam oturup konuştuk. Reşit Bey, Arif Bey’den şikayet etti 'kendisinin Afyon'dan uzaklaştırılmasının iyi olacağını, aksi takdirde müessif olaylar çıkacağını' söyledi. Tümen Komutanı da bu mütalaaya iştirak etti. Bunun üzerine Rafet Paşa- Merak etmeyin Arif Bey bir daha Afyon'a gelmeyecek dedi. Arif Bey'in Kızılcahamam da çadırında öldürülmesi, faili meçhul kalmakla beraber, kuvvetli bir ihtimalle Rafet Paşa tarafından hazırlanmış bir hareket olması gerekir. Maiyetindekiler Afyon'a geldikle-rinde, atını, silahını, parasını, eşyasını Müdafaa-i Hukuka teslim ederlerken Arif Bey'in en yakını Ali Çavuş'a bazı sorular sordum, 'Ben öldürdüm' demedi amma, yüzün-den onun öldürdüğü anlaşılıyordu. Nitekim Arif Bey'in bazı adamları da, Onu, Ali Çavuş'un öldürdüğünü daha sonra açıkça söylediler.. Sabahattin Selek, Milli Mücadele, 2. Cilt sf.76. …………………………………………………………………………… Gecenin en kör vakti Oturup fısıltıyla konuşmağa durdular İlk kimin aklına geldi içerdeki altınların hayali Şeytan ilk kimi dürttü Bozkır'dan yağmalanan altınlardan bir tek penez bile düşmemişti onlara Açlık çalıp - kıtlık oynar zamanda Çoğu dağlardan derlenmiş hırsız- eşkıya İlk kimin beynine düştü ihanet kurdu Halil Çavuş / Tatar Hasan / Abiloğlu / Püsküllü Esen yelden de gizli Gecenin en kör vakti fısıldaştılar Belki Rafet Paşa gizli emir vermiş idi Halil Çavuş'a O da onları düşürdü altın aşkına Bilinmez Bilinen Altınlar büyüdükçe büyüdü karanlıkta Gecenin kör zamanında Dört nöbetçi kavil etti Abiloğlu açtı çadırın düğmesini Silahını doğrultup Arif Bey'in başına Duyurmadan uyuklayan emir subayına Tetiğe basıverdi Derler ki Altınları aldılar / Sakladılar karmaşada Geriye dönerlerken eşkıyaya soyuldular İt gibi pişman oldular Yoksul sokaklarda yayıldı kara haber Bayat'tan Afyon'a ağlayıp söylediler Acı yüreğe döküldü / Dost ağladı düşman güldü Kuva-i Milliye'nin Çelik Pençesi para için öldürüldü …………………………………………………………………………… Hanı dediğimiz, beğ erenler Dünya menim diyenler, ecel aldı Yer gizledi, fani dünya yine kaldı Gelimli gidimli dünya, ahır sonu ölümlü dünya Şamil Cemsidov Kitab-ı Dede Korkud,Kültür Bakanlığı yayınları, Gel zaman git zaman oldu Çanakkale Savaş'ında gözünden vurulan Baba bir ana ayrı kardeşi Arif Bey'in Emekliye sevk edilmiş Yüzbaşı Mazhar Evlendi Zeynep Hanım'la.. Gel zaman git zaman oldu Ölümün korkusu duyuldu Bayat'ta Dediler ki o zamanın büyükleri Arif Bey dediğin ne vatanperver Öldürmüşse eğer bizim köylüler Hem de para için / hem de haince Sonları mutlak kötüdür Yaşayan görür dediler Gel zaman git zaman oldu Tatar Hasan yorgan dide dide öldü Püsküllü Kör oldu sokaklarda yede yede öldü Abiloğlu delirdi kesmeye yatırdı avradını Ölürken bar bar bağırdı Arif Bey'i ben öldürdüm Arif Bey'i ben öldürdüm öldürdüm! ... …………………………………………………………………………… Çok güvenilir dört nöbetçinin beklediği bir çadıra, onlara görünmeden gelip, çadırın bir kıyısından silahını içeri sokarak, Arif Bey'i öldürüp sonra nöbetçilere görünmeden bir insanın, ortadan yok olması, insan mantığı açısından mümkün görünmüyor. (Yazarın notu) …………………………………………………………………………… Dedi ki 'o çok uzak denizlere varsak orada gemilerimiz olsa..' Sustu hiç deniz görmemiş gözleriyle bir an bin yılmış gibi sarsak Dedi 'Nerede olursak olsak yüreğimizin demiri zehirli acıların örsünde narlanmış bizim zincirimiz yangınlara bağlanmış bir yol çileden çileye köprüler kursak gene de o çok uzak denizlere varsak Nice acılar var ki Nice insanı çökerten Yürek kızartan gönül karartan Çok gülüp geçmişiz onlara Direnmek kimliğimizdir Tarihimiz acının da tarihi Sevda bitmeyen yenilgimizdir...' Dedi ki 'Suyun hiç varmadığı çöller var Bir yanda gazel dökümü / Bir yanda çiçek sağnağı Bakma dudaklarımızın çöl olduğuna gün doğmadan neler doğar Ve yağmur bir yerlerde hep yağar...' |
Ateş Kuşu
Saat gece iki Ateşe verilmiş haziran Dili koparılmış cumartesi Saatleri ökçelerle ezilmiş kent Benim lanetim Günahkar çocuğu Arşpel'in Utancını saklamış *******e Kanayan akışımın tanığı *******e Şarkım Orman yangınlarından arta kalan Ateş çığlığı Bir yel eser seni düşündüğümde Bir sevda kuryesi soluğu serin Savrulur küllerim kanar giderim... Engerek ağusu değil yüreğimden gövdeme yayılan Akrep ağusu değil Acın senin-eldesizliğin dayanılmaz yokluğun Birikir de ciğerimi parçalar İçin için yanarım... Yaşamı yemyeşil gülen yapraklar Dökülmüş toprağa gazele dönmüş Susmuş derin akışlı sularda çağlayan coşku Yitirmiş sonsuzunu maviler Yokluğuna ölüm demem Acının dişleri geçmez ölüme Sana giden yolları kan bürümüşse Uçurumlar kesmişse bütün gelişlerini Neye yarar aşktır demek yaşamanın anlamı Saat gece iki buçuk Şimdi umutsuzluğun dünyanın tüm çölleri Yüreğim yokluğunun kum saati zamanda Ve her kum tanesi eldesizliğin Boşluğunda çırpınan sözcükler neye yarar Karanlıkta uyuyan acımın tanığı kent Varsın yıkılsın utancından... Kavgalar yaşadım-nice kavgalar Demiri hamur eden ateşleri dağladım Akkor oldu yüreğim ayrılığın örsünde Dudağımda yalanlanan türküler yarım kaldı Yarım kaldı yaşadığım onca kent Katliam alanlarında kurbanlık koyun gibi Vurulan arkadaşların acısına dayandım Kanla yarım kalmış sevdalardan sonra Bilek damarlarımı kesecek kadar Korkak biri değilim... Kanlı bir çeteleye dönse de yürek Çekmedim fitilini coşkusuz, kavgalarda Fırtınasız sevdalara hiç inancım olmadı Ondandır yangınlarda aradım seni ateş kuşu Seni okyanus kasırgalarında Ve bulduğum zaman kanlar içinde Yaralı bir kayıktın çırpınan dalgalarda Umut umut türküler yoldaş ettim yalnızlığına Ve yeniden doğmanın ömre bedelligini Tam yaşıyoruz derken Yarım kaldı dudağımda öpüşün Ellerin yarım kaldı avuçlarımda... Güneşin türküsünü karaya boyadılar Yüce dağın sümbülünü yoldular Zulüm dendi adına Yağan kar-buz tutan su Gün gelir de erir gider sel olur Yüreğe çarpan buz dağları Erimek bilmez Bu da zulüm değil mi... Coşkulara vatan olan bir yürek Nasıl dağı kesilir acının Küllenmeyen ateşlerin cehennmeden geldiğini Kim inkâr edebilir! . Ey sert kayanın bağrına Zamanı çizen rüzgâr Türküm Yanmış ormanlardan kalan Küllerin çığlığı Savur sevdamı kanatlarınla ona Yaralarına bassın beni Ateşimle acısını dağlasın Ve ona sevdamı anlatsın acı çığlığım Anlasın sevdiğim Hep onu sevdiğimi Ve artık ağlamasın Ve artık ağlamasın... |
Ateş Şarkısı
Dizeler dile dökemez Oğulları öldürülmüş anaların yasını Cellat çizmeleri altında şafak gül gibi sökmez Ay paklamaz zulümden gecenin karasını Irzına geçilen çocukların Yakılmış cesetlerin yüzüne akşam düş gibi çökmez Hangi söz anlatabilir Kolları kopmuş askerin yürek yarasını Ve tam vardiya ölüm fabrikaları Silah simsarları haykırdı İnsan hakları hayvan hakları! Vay anasını be! Vay anasını!... Ey Bosna Yaşamın anlamı kalmayan zaman Zaman zaman Yalnızca ölüm anlamlı olan Bosna Boğazlandın bir dağ gibi Dünyanın tam ortasında Ve barış tellalları-uygarlık vampirler Bu insan kıyımına utançsızca baktı da Göremedi be! Göremedi be! Göremedi!... Akşamların coşkuyla karşılandığı evleri yaktılar Evlerin ne suçu vardı Kahvaltı masalarınıDuvardaki resimleri Oyuncak bebekleri yaktılar Oyuncak bebeklerin ne suçu vardı Anaları çocuklarına hasret Gençkızları düşlerinde yaktılar Onların da anaları yok muydu Bebekleri yok muydu- bağırlarına basıp adına mutluluk dedikleri Ve ağıtlar yükseldi Tüm yoksul sokakalarında yer yüzünün Ruhuna kadar sömürülmüş milyonlar Su ve ekmek sundular gözyaşlarından Bosna yaşasın diye Bağdaki üzümünü gözleyen Topraktaki petrolü izleyen uydular Ne ayyuka çıkan ceset kokularını Ne dünyayı sarsan kıyım çığlıklarını Bir onlar duymadı be! Duymadı be! Duymadı!... Mostar köprüsünün üstünde Aşıklar dolaşırdı akşamları Gök lacivert bir şarkıydı Bir peri masalında ay akardı tüller içinde Masmavi bir coşkuydu aşk Yıldızlar bir pembe bir sarı Akardı Mostar güller içinde Mostar köprüsü’ nün üstünde Kaçıncı yakılışıdır Roma’ nın Kudüs’ ün kaçıncı işgâli Kaçıncı cehennemdir Srebrenica Sen kaçıncı Hitlersin Sloban Miloseviç İnsan kasabı, piç oğlu piç Orada ırzına geçildi Gözyaşlarının bile Yeniden çarmıhlandı Spartaküs Nesimi’ nin derisini yüzdüler Bedreddin’ im bir ağaca asıldı Kaçıncı kez kirlendi Barış simsarlarının kof sözleri orada Masallardaki iyiler Yıldızlı göğün sırları Yorulmuş yaşamların çiçeklenen kırları Yamaçlarda dinlenen Eski zaman yatırları Katledildi orada Annelerin parçalanmış memelerinden Sütleri toprağa damlıyor Öldürülmüş çocukların oyulmuş gözlerinden Anneleri kanıyor Artık ellerimi tutamazsın anne ellerim yok Bir daha sevinci koşamam sokaklarda Bacaklarım kopuk Sokaklar yıkık Bir sesim vardı Gülüşüme şarapneller düştüğü anda Bütün çocuk sesleriyle birlikte İnsanlığın suratına haykırdı Misketime benziyordu öldüğüm kurşun Yağarken gökyüzünden yanık et-kopuk bacak İnsanlık kördü anne İnsanlık sağırdı Bir çığlığım kaldı benden Tarihin vicdanında yargılanacak Gayrı gözyaşlarını biriktirirsin Dünyanın dört yanında yalnızca ağlayanlar Sonra da oturup içsin Senin yazdığın yaldızlı dizeler Öfkeye- kınamaya- yasa dair Artık durdurmaya yetmez Bitmiş bir soykırımı ey şair İsyana kesmedikçe kederin Kalemin yüreğine saplanıp Ateşle yazılmadıkça dizelerin daha çok Vampirler sokaklard uluyacak Başka bosnalar kanayacak İnsanlık zulüm soluyacak Çocuklar soracak ey insanlık Çocuklar sizden soracak Sevinçler ne kadar az Azrail ne kadar çok Artık ellerimi tutamazsın anne Ellerim yok!... |
Ay Sancısı
yorgunum uçurum diplerinde zirvelerinde yıldızlar dökülür bir yanıma bir yanım çığlık çığlık girdaplardında söyle cılız gülüşün mü hoyrat uysallıkların mı girdi kanıma bu gecedir karanlık şüpheyle dolaşır ayrıntılarda an olur ruhunu neşterlersin kanlar içinde sönmüş bir küçük ateşin küllerinden türküler yakasın delice bu gecedir yıldız basar- bulut sarar yarana kısır bozkırlar acır gözbebeklerinde ananın kavruk yazgısı bir de nafile zamanlar saplanır yüreğine isyanla gecedir bu... yorgunsun karaya boyanmış kentlere gidip gelmekten kirli bakışlardan kör dostluklardan bazan kar da kara yağar karanlık sokaklara nasıl tükürük gibiyse gülüş namussuzun suratında gecedir parmak uçlarım diken kesilir bir an dokunsam tenin acır gövdemden dörtnal geçen bir deli tay olursun bazan yangınlar ertesinde baharlar ucundasın... değmeyin yüreğim acılı anlatamam kollarımda ay sancılı... |
Ay Yiyen Yalnızlık
yalnızlığım benim gemisiz korsanım bir sal yap düşlerini bütün denizlerde yurdunu ara yalnızlığım benim sevgilim ve celladım sal beni denizlerin en derinine şimdi yarasalar barınan yürek hiçlik uğuldayan dipsiz mağara özlemin iğne geçmez gecesi yırtık dalgaların kitabında mor menevişler yalnızlığım benim çöllere atılmış teknem bekleyişin yelkenleri rüzgarsız ayın gülüşü yara öyle bir çöl denizi zaman ölümden sonrası-candan öncesi çırıl çıplak teninden kalan yankılar çınlar kum ve rüzgar gitmiş şahbaz atlar köpük köpüğe kendini bu taştan boşluğa çarpar başka zamanlardan haykıran sesim gitme beni bekle gitme ünledim ay da gördü ün ettim ünümü yetiremedim yalnızlığım benim geç kalmış yağmurum soldu sabırlarım bekleyişlerim şimdi sen yağ beni kurak sulara kumlarda yankılanan gövdenin şarkısına kıyıda boncuk satan boncuk gözlü çocuklara deniz masalları anlatan ihtiyara evine mutlu dönen balıkçının gülümseyişine liman işçilerinin kalabalık sesine yıldızlara yağ beni sabırsız kumlara ve ille dalgalara beni yağ ey yalnızlık belki sular karışmıştır yarin terine çapulcular ayartmış ay düşlerini çünki ben gelmeden eksikti mavi yırtıktı bulut kırıktı ayın kalbi uzak adalarda kösnül bir gece şehvet ateşleri yakmış ayyaş tayfalar oynatmışlar deniz perilerini zaman ölü martılar gibi sularda kusmuk bulutlara küskün sabah gözlerinde yıldızları saymadan yatağına sularımı yaymadan bir bergüzar telek bile koymadan gitmiş mor balaban benden öncesi yalnızlığım benim yurtsuz albatrosum yolsuz belsiz gökyüzünde bulutun buhar olmuş yankısız çığlığımın yarası sesin bulutta mı suda mı saklı özlemin yolları beladan büklü sensizim sırtımda zamanlar yüklü gayri buradan öte götüremedim bekleyişin ışık sızmaz gecesi yelkenler paramparça direklere ağ kurmuş örümcekler güvertede tüm ufuklar kapalı birkaç günahkar tanrı gemi ambarında kafayı çeker seslenmişim gitme bekle beni geri dön ellerimde hiçlik küskün gözlerinden mi başlar insan gücendiren nedir insan yüzünü sonunda kustum kalbimi suların suratına yukarda ay uzattım elimi aldım ısırdım ağzım yüzüm ışık kesti işte tam da orada beni sapkın ilan etti bütün ahali gül düm gecenin sonunda-günden öncesi |
Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-1
gece demlenirken uykularda beton yığınlarında ay bedirlenirken yıldızlar ürperirken sularda yalnızlık nemlenirken yaslanıp yalnızlığa beni anımsayacaksın ıssız dehlizlerinde gecenin acının ayak sesleri soluğundan bile sakladığın giz dipsiz kuyularda açılacak yüzün hüzünler mezrası ıssızında biz kanayacaksın... esip esip giden yaşamın dallarında taze güller gibi solarken her gün içindeki kadın saçlarını yolacak düşlerini yağmalayan kan rengi sonbahara orada yalnızlıklar delirir en olmadık zamanlarda beni soracak - o şimdi kim bilir... ıslanmış akşamların kıyısında saçak altlarında kederin sancılanmış yüzümde gözlerim köz bazan pastacı geçerken bazan telefon zilinde zamanın çaldığı o kırık lir ansızın gülüşünün yakasına yapışıp soracak içindeki hummalı kadın - o şimdi kim bilir... kim bilir hangi kentte hangi yangınlardadır belki dalgın gözleri ürperir dalgalarda küskündür-yaralıdır-yapa yalnız kuytularda kıvranır bin yerinden bıçaklanmış uykularda sızlar her dakika seni düşünüp belki de kollarında bir kadın ona şiirler okur-dizeleri kan gözleri her yerin acemisidir kırık kanatlı coşkular ne zaman kapaklansa seni isyanla anardır - o şimdi kim bilir... |
Ayrıldıktan Sonra Anlayacaksın Nasıl Sevdiğini-2
kavgalarımız gelecek aklına akılalmaz basitlikte küsüşme nedenlerimiz gülden- buluttan- yumuşamış taştan kaç kez tuz-buz ettik yüreklerimizi fakat tek bir sözcükle kaç kez kaç kez bir bakışın taşıdığı öpüşle dirilttik yeni baştan... anlaşılmamış insanların küskünlüğüyle yalnızlık kandilleri gibi yanan yaralı kuş bakışlarım düşecek aklına bazan sancılı susuşlarım insanların acısında susuz balıklar gibi çırpınan... ve sağanaklarca sevişmeler sevgide kanatlanıp uçtuğumuz sonsuzluk el ele- soluk soluğa tüketemediğimiz güzel hasret örtündüğümüz keder ve ansızın coşkuların kanadına saplanan hançer aşkları tomurcukta koparan nefret... savaş alanlarına da ilkyaz yeniden gelir acıların üstüne de güneş doğacak ama zamanın yüzünde aşkların izi kalır ayrıldıktan sonra anlayacaksın nasıl sevdiğini işten geçmiş olacak... |
Ayrılığa Gazel
o yırtıcı sessizlik ki acının sesidir aslında her ayrılık ölüm denemesidir yarılır yürekler yerle bir olur her şey o bir felaket kuşu azrail kuryesidir kendini terkedersen çürürsün her şey gibi sırtın hüzün abası altın yalnızlık şiltesidir her candaki ölüm gibi büyür aşklarla birlikte gülde diken “ayrılık ümitlerin ötesinde bir şehir” kemirirse insanlar birbirinin yüreğini ayrılık ertelenmiş bir ömrün mavisidir |
Ayrılıklar Adresin
Müstezat bir yangın soluğu uykusuzluklarda nefesin gecenin neresindesin bir ayrılık mevsiminde durmadan gazel dökersin ağlarsın duyulmaz sesin kaç insan geldi geçti- kaç ayrılık- kaç hasret sevginin arkası nefret şimdi yaşanmadan yakılmış şiirler ertesindesin kederlerdesin terkedilmek durmaksızın- çarpılmak duvarlara bir yürek dolusu yara yağmalanmış bir yaşamın biıinmezliklerindesin ayrılıklar adresin |
Ayrılıklar Yürek Söker
giderim öksüz kalırsın ararsın beni bir gün ağlarsın bu hüzün akşamlarda bir deniz kalır keder kanar dalgalarda yüreği köpük içinde şarkıları haşarı her gün başka bir yol keser bu kentte gök akşamları imbatı hicrandan eser bir başka hüzzam sapsarı gün olur bir yaprak gibi kurur yüzüm zamanda aşkyeşil hâreli gözlerinden dökülür incecik bir an olur gülüşüne yağarım kuytu limanın olurum sığınırsın dalgınlıklarında bakışından silindikçe ışığım benden bir şeyler ölür sende adımı söylersin bazan duyarım bir yerlerde ve kanarsın ıssızımda ayrılık bu yürek dağ olsa sökülür giderim ak bir lale gibi boynun öksüz bükülür |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:47 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.