![]() |
Yanarım
-Yalnız Dostuma- Ağlama dostum için için, Yanarım, yanarım senin gibi, Sen geçtikçe kendinden Ben de gelirim izinden. Ağarmış saçları ruhunun, Neden, neden böylesin? Bir şey gelmez elimden, Utanırım bu halimden. Bırak, bırak acıyı, Gelsene artık huzura, Bahsetme şu ölümden, Düşsün o, tatlı dilinden. Sen kimin bendesisin? Hep ona ağlarsın. Alıyor seni senden, Geçiyorsun özünden. Yanarım, yanarım senin gibi, Sen geçtikçe kendinden. (Çarşamba,22.10.1997/Fatih Sonuvar'a) Rıfat İlkaya |
Yarım Kalmış Yazılar
Çiçekler topladım, gül, bahar iken, Salarım sana yar, sen görür müsün? Soğuk bir sevgiyi içime alırken Bırakın öleyim, zaten öksüzüm! ... Çıkıp da sokağa eğer baksaydın, Her gece yıldızlarla selam salsaydın, Sana aşkımı verdim, dönüp alsaydın; Neşen mi kaçardı gülüm olsaydın? Terk ettim maziyi, soracak olursan, Gelsen, efkâra kapılmış bir ben bulursun; Duyarım, ben sen hiç sevmemişsin, Bensiz her yerde çok mutluymuşsun. Ne acı, değil mi, sevgi bilmemek? Bilip de yanlış bir kardeş edinmek? Sevmeyi dost bildim, bunu bilmemek? Bilip de yanlış bir kardeş edinmek? Yazmıyor ellerim sensiz bir şeyi, Yanında bulurdum ben hep neşeyi, Yanıla yanıla, işte, buldum köşeyi; Artık ben o yari görmek isterim! Yanayım, yanayım durduğum yerde, Ne sen ver cevabı... Yalnızca açılsın perde! Uykusuz gözlerim yine siperde, Bir seni düşünür, 'Bir' de... (Perşembe,19.03.1998/22:43) Rıfat İlkaya |
Yıldızlara Çekilmek
Acılarımı yıldızlara sorun, Hasretimi yıldızlara. Yüreğim azaplarla kavrulur, Şeytanın nefesi kötü bir zehir, Bastığım yer buz kesilir/sancımdan, Karanlıkta pusulasız sürüklenirim. Aşkla hasreti buluşturan yokluk, Kargaşayla kucağını açar, Tonlarca yükün eziciliğiyle Tedavisiz uykularla... Binlerce sorgunun bitmesini bekledim Zamanın gelmediği duraklarda. Pervasız yangınlar olmasa yüreğimde... Yine de, güzel, diyorum, Elektronik aşkların kapanından. Yollar çok uzak, Bir damla tebessümünü kucaklamak, Bir kucak umuda sarılmaktan iyi. Yalnızlar kadar kalabalık olsaydım, Kendim gibi tek başıma kalmazdım belki. Nefes gibi kutsal olsaydım Yıldızların boşluğuna çekilmezdim belki. Aşkım kadar tutsağım sana; Uyuduğum *******de Rüyalarım kadar yakınsın. Ruhumun hesabıyla Yıldızlar kadar uzak, Yokluğun karanlık, Yokluğun ızdırap, Gölgem karaya çalar, Saçlarım aka. Başladığı gibi sürmeyen Bir öyküdür sevgiler. (Pazartesi,06.12.1999/00:55) Rıfat İlkaya |
Yıllar Eskiyor
Seninle yaşadığımız Günler çürüyor, Beraber kokladığımız Güller soluyor. Eskiyor yıllar, acımadan, Ümit kalmıyor içimde, Tatlı tatlı anılar, durmadan, Gidiyor bir acı denizinde. Ah, diyorum, tekrar buluşsak! Sen canlı, heyecanlı olarak, Hem sevinsek hem ağlasak, Güzel güzel yaşasak. Neredesin şimdi, nerede? Elim, dilim, gözüm boş kaldı, Eski günler senle doluydu, Süren bitti, mezar yuvan oldu. Yıllar eskidi sensiz, Ben eskidim sensiz, Sen mezardasın kimsesiz, Ben dünyadayım, uykusuz. Eskitin yıllar beni de eskitin, Hemen, aradığıma götürün. Siz eskidikçe yenilenin, Parça parça beni öldürün. (Eylül-Ekim 1995) Rıfat İlkaya |
Yine de Seni Sevdim
Tutuştuğum *******de yolların soğuk bir tuzaktı, İsyanın sipahileri dörtnala ve benle baş başaydı, Sen uzaktın benden, ben ümitlerimle kanlıydım, Düşünmeden karanlıklara attım kendimi; Kurşunlar üstümü örttü, ben yine de seni sevdim. Bitsin mi bu oyunlar, dediğin, çalkantımdaki? Yoksa bitsin mi dalgalanmalar? İtilirim tekrar tekrar geceye Savursam da ruhumu, kavuşsun, diye bedenime. Ben, yine de seni sevdim! (Salı,27.03.2001/00:20) Rıfat İlkaya |
Yokluğunda Ölmek
-Her gelişinde beni ölü bırakır gidersin, Kayıp yine yürekler...- Yalnızsın... Ağladığında gözyaşlarını göremeyen ben... Ben Bir feryad içinde kuşkusuz hüzün doluyum, Bir adımcık yanına gelemeyen Mahkûm, mecbur, meşgul Müteessir ayağım sancıda, yalnız ve masumsun çiçeğim oralarda, Yalnızsın. Hasret senden bana yükler bekleyişleri, Şu dağın eteğinde bir koca taş Ki yosunlarını sarmış zehir, Seni saramamışım, diye, ah, oturturlar o koca taşa! Beni yokluğunun zehri sarmış, Mahkûm, mecbur, meşgul Ve yaş dolu, Bu hal bana seni sevdiğimde oldu, Yalnızsın ve masumsun çiçeğim oralarda, yalnızsın. Ben çiçeği koklarım da yüzüm güler, Çiçek beni koklayınca birden solar. Sen bilirsin çiçek, hasretin ne demek olduğunu, Dalga dalgadır yürek... Ve med-cezirler, Ağaçlar köklerinden koparlar ve tüy gibi uçuşurlar, dağılırlar, ******* en karanlıklarını basar gökyüzüne, Bilemezsin ki sırtından bu ağırlık ne zaman iner. Beklersin, belki sabah olur da Bir gül yaprağındaki çiğ damlalarında bulurum ışığı, diye; Hayır, kör olmak da var bu derin çukurda! Gözlerim ışığa bakar, burnum çiçeği koklar; Işığından sarhoşum, hasretinden solgun. Yalnızsın ve masumsun çiçeğim oralarda, Yalnızsın. Bu bina benim değil, içinde kırık sandalyeler var, Kırık masalar, camlar, koltuklar var: Parmağına taktığı altının ayarı kadar Bana değer vermeyenlerin evi burası. Sana kolumdaki saatten bir dakika geri gözüyle bile bakmadım, Bütün zamanlarımı adadım yoluna, bütün! Ne bileyim, gelemiyorum, sensiz de edemiyorum, Kalbim kalksa da kırılsa bir sitemine, canan, nerede! Ve neden yokluğun beni bu hallere soktu? Yoksa esirin miydim bunca zamandır? Esirsin, esirsin, ah, şu sıkıştıran, bunaltan duvarlara! Yalnızsın ve masumsun çiçeğim oralarda, Yalnızsın. Yüreğim ismini yazmış, dilim okur adını, Kardeş gibi kardeşiz, bunu bilmezler, Firkat kıskacına sokarlar, sıkıştırır, yakarlar. Susayım, ölene kadar, olmaz mı? Hem de yokluğunla yanayım. Her şeyi, her şeyi unutup bir seninle kalayım. Kanıma ne oldu, gözlerimden akmaya başladı böyle, bir anda! Saplanan hançer bu kadar keskindi de niye acıtmıyor bedenimi? Acın beni yok etti; acı, acıya bal, değil mi? Açın şu pencereyi, kapıyı, ne olur, boğuluyorum! Patladı patlayacak damarım, adın silinmesin! Niye koşuşturuyorsunuz öyle, neden başınızı vuruyorsunuz duvarlara? Bilmiyor musunuz bunalıyorum, açın şu pencereyi, bağrışmayın! Esirsin, esirsin, ah, şu sıkıştıran, bunaltan duvarlara! Yalnızsın! ... Yalnızsın! ... Gözlerim ışığa bakar, burnum çiçeği koklar, ışığından sarhoşum, hasretinden solgun, Yalnızlığın diyarında ben, İçimde sen. (Perşembe,29.10.1998) Rıfat İlkaya |
Yoksul Sokakların Masumları
Yoksul sokakların masumları Dilencilerinden para dilenmeye başlamış, Nerde sefalet bizim yoksullar orda, Ordu(*) ordu bankalara saldırmış, Ordu ordu dövizlere saldırmış. Bir talan var açlıktan ağız kokutan, Kuru ekmeklerle sofraya oturtmayan, Balsız, etsiz karın doyurmayan, Bir yalan var, açlıktan ağız kokutan. Nerde sefalet bizim yoksullar orda, Ordu ordu marketlere saldırmış. Yoksul sokakların yurtsuzları... Ker*** evlerinin sıvaları dökülmüş, Damları yıkılmış, çatılar dizilmiş, Her sokağına bir iskele kurulmuş; Nerde sefalet bizim yoksullar orda, Ordu ordu inşaatlara saldırmış. Sonbahar bu, geçiverir aradan, Yine kış gelir, donar dizler, bacaklar, Birbirini ezer, kömürleri sıkışmış, Yer yok ki, avlusuna da odunları yığılmış; Nerde sefalet bizim yoksullar orda, Ordu ordu şöminelere saldırmış. Yoksul sokakların masumları Dilencilerinden para dilenmeye başlamış, Nerde sefalet bizim yoksullar orda, Ordu ordu bankalara saldırmış, Ordu ordu dövizlere saldırmış. (Cuma,13.08.1999/01:25) (*) Ordu, kelimesi ile Ordu ilimiz ve MSB bağlı birimlerimizi işaret eden hiçbir kasıt yoktur. Bilakis, bıraksalar onları bile yiyip yutacak olan rant düşkünleridir, ordu. Belki de... Belki de, daha başka, bilemediğimiz uyanıklardır. Kimbilir... Biraz da okuyucaların yorumuna bırakıyorum, orduyu. Rıfat İlkaya |
Yoktun
Aslanların pençeleri arasında gibi boğuşuyorum Yalnızlığının kalabalığında, Seni aradım kalbimi söken zamanlarda. Yoktun! Resmini çizerken kara sayfalara Ve boğuşurken pençelerin arasında Her şey parmaklıklarının soğuğundan inmeydi meyhanelerde. Ruhumun titreyişiyle uyandım bir ağustos sabahı, Sen yoktun kollarımın arasında! Zalimdin, haindin! Perdeleri yırtık, gül kokulu odamda Seni bekledim asırlarca; Gelmedin! Nasırlaşmış ayaklarını koyuvermedin kapıma. Bir çekimlik yokluğunla öldüm Dört duvar arasında. Görseydin, Görseydin, ah, pençelerin yırttığı yüzümü! Ve yüreğimden topuklarıma kadar inen kanı, Gövdemi yiyen kurtları... Şekiller soluyor şimdi şimdi gözümde, Hiçbir şeyin adı ve manası yok! Yavaş yavaş kimsesizliğe gidiyorum, Bilinmelerle, silinmelerle; Görseydin bir dağın nasıl yıkıldığını meyhanelerde! Ben, ben değilim içimde, Ben olamadım: Sen, diye başlayan değişmelerde Ve hep seni arayan zeminlerdeydim; Kendimle başlayan savaşlarda, yenilgilerde yine ben yıkılmışlığın temelindeki bir taş Ve yanılgının duvarıydım. Benim binam çökmezdi sen olmasaydın İhanet kemirmelerinde! İçen de benim bu zehri, bu kanı, İçirtenlerin meyhanesinde. Yoktun ve hiç olmadın bitişlerimde! (Pazartesi,21.06.1999/01:03) Rıfat İlkaya |
Yol
Gözlerinden süzülen alevlerle Kor ateşlerin yansın yüreğimde, Ruhumda dolaşsın sözlerin, elinle, Haydi, şimdi kalkıp yola düşelim! Bul beni bulabilirsen bu baharda, Sonbaharda poyrazla yarıştayım, Samyelinin sarmasıyla koynumda, Haydi, şimdi kalkıp yola düşelim! Sen ateş selimsin, çağları aşan, Benginde esrar, mihvalinde deva'm, Sığ bu -gönlümden çıkan- duman duman, Haydi, şimdi kalkıp yola düşelim! Sende bahar sende çiçek her mevsim, Ateşin sönmesin filizlerimde, Er devinsek, düşüp çiğnenmeyelim, Haydi, şimdi kalkıp yola düşelim. (Çarşamba,20.03.1999/23:00) Rıfat İlkaya |
Yolcu
Kafdağı'nda bir yolcu bekler seni, bu handa, atı eyerli, beli kuşaklı, toprakla dost, suyla, havayla ve sevgiyle dost, yol çok, vakit yok, sen hiç Kafdağı'nda bir yolcu bekler seni, bu handa, zamansız ve yalnız. gözlerini maziye iten yalnızlık, iğneyi samanlıkta bulduran. derli toplu olamaz yollarda, Kafdağı'nda, hep seni bekler yolcu karanlıklarda, çarığı ayaklarını kucaklamış, taşlar çarığını. güneşin battığı yerde ordusu yolcunun, doğsun, diye, umutlar. alemindeki savaş kendisiyle ve sılasıyla. Kafdağı'nda bir yolcu bekler seni, bu handa. (Pazartesi,12.07.1999/03:10) Rıfat İlkaya |
Yolcu II
-Yol Vermedi Cihanım- Yürüdüm günler boyu hasretle, Yol vermedi cihanım, Soldu avuçlarımdaki çiçekler, Soldu avuçlarımdaki güller, Zaman düşünü düşüne düşüne bitti, Ben de bittim, güzel, bir kerecik elinsiz. Yol vermedi cihanım, Aleme yolunu sordum, Sırtını döndü cümle can, bana. Ey, hayranı olduğum, çiçek! Yerini kimse bulamadı, İzini Bir aşk esirleri Ayıkken gösterdi Bir de benim gibi Dert sefirleri. Şu dağları aşmak için vadilere indim, İndikçe mahlûktaki güzelliği bildim, Bildiğim doğrularla ilk basamağa geldim. Yol verdi de cihanım Dirildi soluk çiçeklerim. Vuslata yıllar kala Düştüm uzak yollara, Çıplak ayaklarımla... Aşk sensin, gerçek sen, Kâh yârini Kâğıt gibi kesen Kâh ince damarlarında gezdiren; Her adım bir dava/adı 'aşk' olan, Her çıkış yükseliş -kalbine varan- Varsın beni bu dağlar çürütsün, Yürüdüm aylar boyu hasretle. En büyük noktasında Şimdi ayaklarım, Ayağımın altında aşkım kantarı dağların, Ey, hayranı olduğum, çiçek! Nerdesin? Cismin hayal, tepelerde! ... Yüreğimde Yeni yeni hasretler doğar; Soldu hayalimdeki güller, İzini yanlış mı gösterdi Sarhoş aşk esirleri, Sarhoş dert sefirleri! Şu dağları aşmak için vadilere indim, İndikçe mahlûktaki güzelliği bildim. Yol verdi de cihanım Dirildi soluk çiçeklerim. Senin dağın büyüktür Çıktığım nice dağlardan, 'Tırmanmak' 'Sen' demek, 'Aşkın' demek 'Aramak' İşte, seni bulduğum cihan: 'Kalp' denir, küçüktür! Yollar buradan başlar, Burada biter; Dönülür nice sevdalardan, Nice yollardan. (Çarşamba,18.08.1999/00:38) Rıfat İlkaya |
Yorgunum
Unutamıyorum seni Bırakamıyorum İstediğim sen misin Aşkın mı Bilemiyorum Karmakarışığım Durgunum kırgınım Seni sevdiğimden beri Yorgunum Yine demek istiyorum Yüz defa bin defa Seni seviyorum Seni seviyorum Hala seviyorum Yanıyorum Nazar ediyorum Durmadan arıyorum Yorgunum Hayır! Hayır! Hayır! Yanılmıyorum Seni de sendekini de Ölesiye seviyorum Her vakit Allah'tan Aşkını istiyorum Gelmeni istiyorum Yollarda kalıyorum Yorgunum (1998) Rıfat İlkaya |
Zat-ı Muhterem
Zindanı da olsa aşkının şu son demlerinde verdiği, Dikeni kanatmaz, gül gibi sunduğun sevdanın beni. Sızsa yaramdan her çile, çiğnesen gururumu bile Kor ateşler ciğerimi çürütse, çürümez aşkım, gider ebede. Dinmez, dindiremez en zehirli okların sevda rüzgârımı, Eser de eser o, sen söndürmek istesen dahi yangınımı. Ki müterakkibim ağı olsa ne yazar! İçmişim zehri elinden, Sinem açık ölüme, bil seni nasıl sevdiğimi, cesedimi çiğnerken! Değilmiş zincirler tutacak da ayıracak beni cananımdan, Can çıkar mı ki canan gönül camımı kırmadan. Kırsan ne yazar; sevmişsem ben seni sevmişim, değil yüzünü, Tükürdüğün her yanım selle dolu, dinler mi acep sözünü. Ve dahi bilsen de kendince refikini, bilmezden beni evvel, Yaratan'dır silsileyi götüren; verilmiştir karar ve budur kavil. Düşsek dostlarla pazara, yiyelim birbirimizi, diyerek, Hak ortada, olan ola, sıra kadere gelecek! Gitsin sevdiğim kendi başı buyruğunca, bugünkü karar budur, Bulduğunda yarını, bulmalı karşında beni, Hakk'ın buyruğudur. Ben canımdan geçerim, yar bana vere gönlünü köle Hatta zehrini aşkın içerim, anda sırası gele. Zat-ı muhterem ömür böyle geçer bu yıllık, Yıl ki asırlardır çeker önüme seti, o da kiralık. (Perşembe,21.05.1998) Rıfat İlkaya |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:38 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.