![]() |
Işık 2
“ah sevgili gölge benim misin sahiden”* iyi bir duygu anlaşmak anlaşılmak konuşmak yazmak olmasa olur cümle gereksiz sözcük de harf imlemek kafi ışıldak kondurur tene beyazda iz bırakmak iyidir ışık karanlığı anlatır : ruhu sürmeleyen sır gölgeyi yakalamak göğün bağrında en iyisi sınırları aşmak en… (*) Bejan Matur: “Temmuz Meleği” – Rüzgar Dolu Konaklar, s. 49 (23 Nisan 2004) Naime Erlaçin |
Işık 3
hüzün ağır geliyor kalbe bu boşluk duygusu solması goncanın üşürken yüreğim soğurken beden hastayım ağır kanamalı yüreği çivileyen sözler gök delinir de elbette iner birer birer yıldızım şiirden olsun koynumda uyuturum dizeleri bir ışık yansın yeter! (5 Mayıs 2004) Naime Erlaçin |
Işık 4
şiirim bilinen bilinmeyen hem uzakta bir ömür boyu hem yanımda bekleyen ışığı görünce sele döner dizeler nefesim beni karanlıkta terk eder uzan bana ölüm ve doğum ey! suskunluğuma yanılma yaratılışı gizler yılların kuytusunda tende güllerle danseder dil kadife ellerle Şehrazad ıssızda ışık bekler (17 Mayıs 2004) Naime Erlaçin |
Işıldak
hani derler ya herkesin bir topuğu var Aşil’den söylence ne denli gerçek bilinmez masallar taşıdık sırtımızda sanki kambur! yitirildi sadelik ve varsıllık vurulsa mıydık topuktan vurulduk mu yoksa gülümsedi erk işlemez garip sinsice zayıflıktı susmasının nedeni ve yoksulluk korumadı korunmaya değmezi aldanmadı topuğuna Aşil’in biz bezirgan hesabına düştük aşkın hesap bilmeden ağır vaka idik defterde hayal göllerinde mayalar tuttuk bir kez kırılınca ayna ne yapılabilirdi yazmaktan başka! biz rüzgara tutsak fırıldak gariban deniz fenerinde ışıldak! (12 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
İçimdeki Çocuğu Arıyorum
yüreğimde bir çocuk vardı benim özenle gizlemiştim oraya korurdu canımı örselenmekten yaşamca hırpalanıp berelenmekten belli ki yeni doğmuş taptazeydi yüzünde masum gülücükler bakışları bayramlık giysiler uzanırdı pamuk elleri bana doğru ellerinde fesleğen kokusu olurdu ürkerdi bazen korkardı bedenime sarılırken titreyerek saf gözlerde ipeksi yaşlarla ürpererek yakardı yüreğimi derinden kim gömdü o çocuğu boşluğa ve yokluğa dönmemecesine kim çaldı onu benden kim vurdu kahpe bir kurşunla kim gerdi benim ruhumu tarih kadar eski bu çarmıha biline ki içimdeki çocuğu arıyorum şairlerim aklınızda bulunsun giden çocuk değildir uyanın giden biziz benden söylemesi haberiniz olsun! (04 Nisan 2003) Naime Erlaçin |
İçimize Vuruyor Sıcak!
soluyor akasya düşler ağlayarak kuruyor ilk yaprak hüzün kaynıyor kanımızda zifir akşamlarda geceye asılıyor tozlu hayaller acı bir rüzgar savruluyor potasında beynin çölleşiyor yaşam giderayak yeniden sorguluyoruz hayatı günahları bizde gizli gök kubbenin sıkı sahiplenin ateşinizi ey tanrılar! varoluş doğurganlığında taptaze bir diriliş isteriz ve kendimizde rehin kaldık bunca köprüyü yıkarak fidye ödenmeyecek! önce ölüm sonra dirim çekilecek bu ip kan asi yürek ahraz kanımız koyu kanımız buz içimize vuruyor sıcak! (24 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
İçinden Cehennem Geçer
ne zaman çiçeğe durduğunda yel değse badem ağacına bir kasırga göçer yüreğime zamansız çalınsa kapılar canhıraş feryatlarla bütün manolyalar pıtrağa döner ne zaman kara bir deliğe çekilse şair kartal gözlü infazcılar elinde hükmünü aşsa sözler sirene benzer kalbimdeki cayırtı dizelerim küser tutunmalıydım oysa baharın ipine yeniden doğuşu yazmalıydım -çil çil göveren sevdaları- olmuyor işte! burulurum böyle zamanlarda sehere gece düşer gündüze keder hırsızları var oyunların yeraltında ölüm üretir nifaktan adları Hades* olmasın sakın! ademden kan çiçekleri havvadan siyah libaslar biçer ne zaman acılı bir rüzgar esse buralarda suskun bir şiire döşenir yolum içinden cehennem geçer… (*) Hades – Cehennem ve karanlık yeraltı aleminin tanrısı. (8 Nisan 2004) Naime Erlaçin |
İçinden Çıkılmaz Kentler
kimileri bir kenti ziyaret eder ara sıra kimileri asla çıkamaz ordan “yazı, kışı, envai çeşit derdiyle gelsin” der ne gelirse! ölümsüzdür sevgi kimilerinde acı da ayrılık gibi aşırılır dibi delik kovalardan dayancını sevdalı bir çift gözden alan kalbin tutkuya adanmış bakracına bütün sokakları benim bu kentin kirli temiz bütün sokakları! (13 Ağustos 2005) Naime Erlaçin |
İHANET Nereye Düşer? ...
kimisi güç kuşanır kimisi düş kimi dişiliğini kimi erkekliği -at avrat silah- diyerek ihanet nereye düşer peki sorulmaz cehennem zebanisinden ademoğlu sabıkalıyken ihanetten! biter sorgu sual aşk indiğinde beyazdan erguvana her bir dönüşte geç saat yokuşlarında suskun çığlıklar yükselir gülün dikeninden silah susar mengene sıkışır yalnızca tuzaklara düşülür düşülür süngülenircesine kara yele vurduğunda gece tutuşan kıyamettir artık sunturlu bir sevdadır yapışan ve fışkıran yürek çeperlerinden tanrının kutsal emaneti bu azgındır yağmur bereketinden! ihanet nereye düşer peki sorulmaz mahşerin dört atlısından aşkın küheylanı yazılmamış kitapta yoksa sadakatten mi sorulur? sorulur elbet! yürekliler gezegeninde ancak yüreğin kuşanıldığı yerden! ihanet mahşerin beşinci atlısı... (02 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
İki Masa (Yorum)
Bölgemizdeki sorunlar yeterince ciddiydi zaten. Yıllardır kanayan Kıbrıs sorunsalı, Filistin-İsrail çıkmazı; topraklarımızda yuvalanan, dışarıdan beslenen dipsiz terör ve burnumuzun dibinde göz göre göre desteklenen yapılanma hareketleri konusunda en ufak bir ilerleme kaydedememişken; ayrıca dört bir yanımız ateşle çevriliyken başımıza bir de Irak derdi sarıldı. Her zamanki gibi katlanmaya, yeniden kurulmakta olan dünya dengelere uyum sağlamaya çalıştık. Üzülerek söylüyorum; bize dayatılan koşulları sorgusuz sualsiz kabullendik. Üstelik susarak her şeyin yolunda gideceğini düşünen yöneticiler seçmiştik kendimize. Kapı komşumuz İran tüm dünyaya tek başına kafa tutarken basit bir sınır ötesi harekâtını dahi göze alamadık. “İcazet alma” anlayışıyla her geçen gün bölgedeki üstünlüğümüzü biraz daha yitiriyorduk. Ebu Garip, Guantanamo, Samarra, Felluce, Gazze ve daha niceleri yanıyor, yıkılıyor, telef oluyordu. Ve biz susuyorduk… Bu ülkenin aydınları, AB’ye alkış tutmaktan, kilitli kapılar önünde kendilerini aşağılatırken mazoşistçe bir haz duymaktan ve birilerine Nobel ödülü yollarını açmaktan başka ne işe yarıyor Allah aşkınıza! Bir oyun kurallarına göre oynanır. Ancak oyuncu olmak kaydıyla! Oyun için bir de masa şart. Şu masayı adam gibi kuralım diyorum artık! “Novus Ordo Seclorum” projesi (“yenidünya düzeni”) coğrafyamızda, bizim geleceğimizi de hiçe sayarak, bildiği gibi at koşturuyor. Ve öyle görülüyor ki, koşturmaya da devam edecek. Dikkatinizi çekerim, sular bulanmadan önce 20 dolarlarda seyreden petrol fiyatı 75 dolara fırladı ki batı ekonomisi bu kaynağa kan gibi muhtaç. Elbette alternatif çözümler üretebilir ve üretiyor da ama maliyeti düşürmek için zamana ihtiyacı var. Bu durumdan çıkan sonuçlar yalnızca piyasa ve kur dalgalanmaları olmayacaktır. İşin o kısmı ülke ekonomisini biraz daha yaralayacak olan ikincil (seconder) etkilerdir. Tıpkı ihracat - tarımsal ve sınaî üretim - turizm gibi servis sektörlerinin derinden sarsılması, işsizlik oranlarının yükselmesi, sürekli artacak olan sosyal rahatsızlıklar gibi… Ancak daha da önemlisi, batı dünyası ve neo-con zihniyeti bu fiyat artışı karşısında kesin bir sonuç almak isteyecek, bölgeyi yeniden şekillendirecektir. Dolayısıyla tüm coğrafyayı bütünüyle kontrol altına almaya çalışacaktır… Manzara şimdilik böyle görünüyor. Bu demektir ki, bir başka masa daha kurulmuştur! Karar masası… Kader masası! O halde, okkanın altına gitmemek için, ne yapıp edip o masada da yerimizi almanın bir yolunu mutlaka bulmalıyız. Ve kendi gücümüzle! Ödünç alınmış, icazetli bir kudretle hiçbir gelecek şekillendirilemez! Güç dediğimiz olgu sadece özünden kaynaklanır. Kendimize dönmenin ve onu yeniden keşfetmenin zamanıdır şimdi. Aydın sorumluluğum böyle buyuruyor ey milletim! (19 Temmuz 2006) Naime Erlaçin |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:50 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.