www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Eskiler (Arşiv) (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=188)
-   -   Komik Yazı Ve Hikayeler (https://www.cakal.net/showthread.php?t=82687)

GooD aNd EvıL 08-23-2007 12:39 AM

Bay Tutturmayan'ın yaptığı bir seyahat sırasında Londra hava limanında başına bir sorun gelir. Elinde New York dönüş bileti olduğu halde, havayolu şirketinin bilgisayar sistemi uçak biletini iptal etmiştir.
Havayolu şirketi yetkilileri, sorunun kendi hataları olduğunu kabul etmektedir. Bununla birlikte Bay Tutturmayan'ın binmek istediği uçakta yer kalmamıştır. Bay Tutturmayan'ın insanlarla ilişkisi çok iyidir ve insanları nasıl harekete geçireceğini, nasıl onların kalplerini kazanacağını çok iyi bilmektedir. Bay Tutturmayan, havayolu şirketi yetkililerine hiç bağırıp çağırmadan;
"Sizin için de, benim için de çok zor bir durum. Ama sizler çok yetenekli insanlarsınız ve bir şekilde bu problemi çözeceğinize inanıyorum. Beni ne yapıp edip New York'taki toplantıma yetiştireceksiniz sonunda." der.
Bu arada beş dakika yetkililerin yanından ayrılır ve iki buket gül almaya gider. Aldığı iki buket gülü, kendisinin sorunuyla ilgilenen iki kadın yetkiliye verir. Amaçları, onların tüm enerjilerini ve yüreklerini kendi sorununun çözümü için kullanmalarını sağlamaktır. İki kadın yetkili, bu zor durumda Bay Tutturmayan'ın tavrı karşısında hem sevinirler hem de mahcubiyetlerinden yanaklarına kadar kızarırlar. Ama ne var ki, sorun çözülememektedir. Uçağın yolcuları birer birer gelmektedir. Aslında hemen her zaman bir-iki yolcu uçağı kaçırır ya da gitmekten vazgeçer... Ama bu uçağın yolcuları inatçı bir şekilde gelir.
Bay Tutturmayan, uçağa binme şansının azaldığını fark ettiği için son gelen yolculara 12 saat sonraki uçağa binmeleri için 100 dolar teklif etmeye başlar. Ne var ki, kimse beklemek istemez. Uçağın yolcularının tamamı gelince, havayolu şirketinin yetkililerine döner ve pilot kabininde de olsa gidebileceğini söyler. Ancak 11 Eylül olaylarından sonra güvenlik açısından bu imkansızdır. Bay Tutturmayan, o zaman hosteslerden birinin kalabileceğini ve kendisinin yardım edebileceğini söyler. Ancak bu da olmaz. Bu arada problemi çözmek için hava limanındaki yetkililer, ulaşabildikleri en üst düzey yetkililere kadar yardım isterler. Ancak dolu bir uçağa binmenin tek yolu, uçaktaki yolculardan biriyle yer değiştirmektir.
Bay Tutturmayan'ın tüm bu çabası ve zarafeti karşısında havayolu yetkilileri, ona ücretsiz ayrıca bir uçuş vereceklerini belirtirler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar mevcut uçakla uçuramayacaklardır. Bay Tutturmayan, aslında o ana kadar uçağa binmek için "tutturmuştur". Yani isteğinin olması için elinden geleni yapmıştır. Ama istenmeyen sonuçla karşılaşmıştır. Uçak o olmadan uçmuştur. Havayolu şirketinin yetkilileri, bu zarif adamın sabrının son noktasına geldiğini düşünmektedir. Bu zarif ve son derece rahat bir ses tonuyla, sesinin her tonunu kontrol edebilen adam artık öyle bir patlayacaktır, öyle bir bağırıp çağıracaktır ki, tüm hava limanı onun sesiyle çınlayacaktır. Ama ne var ki, öyle olmaz.
Tutturmayan adam, görevlilere der ki;
"Ben Allah'a teslim oldum. Belki Londra'da bir gece daha kalmam, burada birisiyle tanışmama neden olacak. Ya da New York'a bir gün geç gitmem orada daha uygun koşullara ulaşmama neden olacak ya da New York'taki işi kaçıracağım ve belki daha iyi bir iş alacağım. Sonuç olarak uçabilseydim bu, bana Allah'ın bir hediyesi olacaktı; ama Londra'da bir gün daha kalmak da Allah'ın başka bir hediyesi. Her halükarda ben hediyemi aldım."
Bay Tutturmayan, yaşamda istediklerinin olması için tüm enerjisini, bilgisini, zekasını kullanarak elinden gelenin en iyisini yapmayı da, istedikleri olmadığı zamanda onların hepsini kucaklamayı ve tutturmayı öğrenmişti. Kalbi ve kafası bu kadar iyi çalışan ve dünyayı da olduğu gibi alabilmeyi/kucaklayabilmeyi başarabilen ender insanlardandı. Havayolu şirketinin yetkilileri, Bay Tutturmayan'ın tavrına şaşırdılar ve hayran oldular. Kendisine ayrıca bir ücretsiz bilet vermekle kalmadılar, bir sonraki uçuşta da kendisine Business Class'tan bir yer verdiler.

GooD aNd EvıL 08-23-2007 12:39 AM

Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya
daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,
kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...
Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.

Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...
Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine de
engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına,
fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor,
anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...

"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti
delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,
sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte,
dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş,
onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi...
Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...

Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,
her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini
kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı
bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...
Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,
bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini
seyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş,
koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.
Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,
kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda
değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...

Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa
yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...
Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek
istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek
istemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseyle
paylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini
silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir
ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha
ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada...
Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.

Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler
içinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü
bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı...
Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...

O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve
görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini
açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti...

Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir
türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...
Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.
Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu
uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...
Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı ama
ameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.

Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün
onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kan
kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.
O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi
görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine
dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...

Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.
Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne
olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.
Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı
atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı.
Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği
sevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip
oturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri titreyerek okumaya başladı.

"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını
bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her
günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...

Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da
hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce
ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında
olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime,
sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek
bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim.
Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye...
Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık...

Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardan
gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken
yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi
bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi
sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın da
sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak
olur mu? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir
sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma olur mu?
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim...

SEVGİLİN

GooD aNd EvıL 08-23-2007 12:39 AM

Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar'ıyla bir mahalleden
hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmiş arabaların arasından yola
aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey
gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavasça geçerken
hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını
farketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü.

Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu parketmiş
bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı; "Bunu neden yaptın?
Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?" İyice sinirlenerek devam
etti: "Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya
malolacak. Bunu neden yaptın?" Çocuk yalvararak cevap verdi:
"Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum.
Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı" Parketmiş bir arabanın
arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu.

"Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli
sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli
sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için
çok ağır." Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici,
bogazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki
genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik
ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti.

Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek "teşekkür ederim efendim, Tanrı
sizden razı olsun" dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini
kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına
geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.

Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü,
hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı
yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.

Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazan,
dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size
bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin.
Tercihi siz yapın...

GooD aNd EvıL 08-23-2007 12:39 AM

cemildi adı, herkes gibi deli kanlı annesi ölürken hayatın başındaydı
daha beş yaşındaydı çok zaman oldu cemildi adı, 17 yaşındaydı
kalbi temiz, biraz fakir bir delikanlıydı seviyordu, sevgiyi biliyordu seviyordu güzeller güzeli cennet kızını
köyün en güzel kızı, ve en akıllı gözleri yakıcı ateşti, bakışı kalpleri delen ışık cemilin aşkı bir cennet kızı
cennetten gelmiş kadar güzel aşk bu ne ferman dinler ne de kanun
gel zaman, git zaman aşk büyüdükçe büyüdü alevleri gökleri, haberi köyü sardı direnmek zordu, aşk ateşti, kalp ise ateşin yeri
kızda aslında onu seviyordu ama ne fark eder onunla evlenmeyecektiya
nede olsa ailesi karşıydı yasemin ailesine karşı gelemezdiya
Cemille evlenemezdi ailesi şehirliyle evlenmesini istiyordu
şehirliyle evlenip onunla hayat kuracaktı şehirli zengindi de ha
apartmanları, lüks arabası birde fabrikası vardı biraz yaşlıydı ama
zengin bir adamdı cemil sahip olduğu kalbi satıp bunları alamazdıya
zaman hızlı geçti, ve yaseminin nişan hazırlıkları başladı
Cemil in ise bitmeyen uykusuz *******i yasemini seviyordu
sevdiği ise elden gidiyordu denemeliydi şansını bir kez daha

Cemil, yasemini kaçırmak istiyordu cemil çiçeklerin güzelliğini yaşatmak çiçeği kıştan kaçırmak istiyordu yasemini istiyordu
bir gün yasemine söyledi onu sevdiğini yasemini, kaçırmak istediğini
yasemin ümit vermemeliydi dedikya, akıllı kızdı, ve şehirliyle evlenecekti babasının sözünü dinleyecekti maalesef yasemin cemille gitmeyecekti Şahini sevdiğini söyledi aslında bu yalana ne kendisi, nede cemil inanmadı ne yapsın cemil, çaresizlikti, gururdu, aşktı bunun adı sevdiğini incitemezdi zaman çabuk geçti yasemin evlenip gitti cemilin ise hayalleri cemil duramazdı artık, köyü terk etmeliydi gitmeliydi kimsenin bilmediği uzak yerlere
aslında oda bilmiyordu nereye gideceğini belki kaderin sürüklediği bir yolda ilerleyecekti yasemini unutacak, aşkın bittiği yerde, yeni bir hayat kuracak orada başka biriyle evlenecek mutlu olacaktı
nede olsa daha gençti yasemini unutacaktı yasemini sevdiğini unutacaktı gitmek çözüm olmadı yasemini unutmaya aşk büyüdü, büyüdü, büyüdü, yangın ağaçlara, kalpteki ateş akla ulaştı sevgiliyi unutmak, sevgiden kaçmak ne zordu ne zordu, sevdiğinden kaçıp, sevdiğini çöllerde aramak bir yaz günüydü, hava sıcaktı cemil yasemini unutacaktı unutana kadar dolaşacaktı cemil yavas yavaş bilincini kaybetmeye başladı kendinden geçmiş bir halde geziyordu
dağlarda, ovalarda çöllerde yalnızlığın, aşkla buluştuğu yerde
aklını kaybediyordu deliriyordu galiba hatta delirmişti aradan aylar geçti, cemili bulduğumda akbabalar cemilin ölmesini bekliyordu
vücüdu kan içindeydi akbabalar, kan içinde bırakmışlardı cemili

ölmek üzereydi, aç susuz, sıcak bir yaz gününüydü aldık götürdük cemili, canlıydı hala nefes alıyordu sadece bir hafta boyunca
sonra yasemin adını duyduk dudaklarından yasemin, yasemin, yasemin
adam sen kimsin, nereden geldin yasemin, yasemin yasemin sevdiğinin ismiydi cemil ise bir deliydi Komşu köyde bir Hoca vardı. Genelde dağlarda yaşayan bir hoca. Aslında insanlar bu hocaya da deli derlerdi ama ben ondan o kadar hikmetli sözler duyardım ki onun dünyadaki en zeki en bilgili insan olduğuna inanırdım. Herkesle konuşmayı sevmeyen, aslında az konuşan biriydi. Hikmet sahibi, bilgili bir hocaydı işte. Ben çocukken çok kötü hastalanmıştım. Ölmek üzereyken hastalandığımı duymuş ve gelmiş. Odadan herkesi çıkarmış ve yarım saat kadar yanımda kalmış. Ne yaptığını bende hatırlamıyorum ama bazı dualar okuduğunu hatırlıyorum ve sonrada uyuduğumu. Uyandığımda Hoca gitmişti ve ben kendimi çok iyi hissetmiş ayağa kalkmıştım.

Cemili Hocanın yanına götürdük ve hoca cemilin yanında kalmasını istedi zaten biz gitmeden onun rüyasını görmüş, onu bekliyordu. Hoca her gün cemille konuşurdu fakat, cemil hiç tepki vermeden gözleriyle boş boş bakar ve dinlerdi. Cemil deliydi ama hoca ona sürekli telkinlerde bulunur, kainattaki mükemmel nizamdan, kainatta her şeyin hikmetli olarak yaratıldığından, kainatın bir mektup olduğundan bahsederdi. Birlikte bazen bir katran ağacının tepesine çıkarlar *******i yıldızlar izlerler, dağlarda *******i esen rüzgarın sesini, dua eden, zikir çeken böceklerin seslerini dinlerdi. Kainatla birlikte hocada dualar ederdi. Gündüzleri cemil için bitkilerden ilaç yapar ve içirirdi.
Aradan aylar yıllar geçti cemil artık sağlığını ve bilincini tekrar kazanmıştı. Nasıl oldu bilmiyorum ama cemil artık tamamen iyileşmişti ve vücudunda hiçbir yara izi kalmamıştı.

Cemil bir gün bana isteği zaman yasemini görebildiğini, yanındaymış gibi onu hissedebildiğini söyledi. Anlattığına göre yasemin her gün kocasından dayak yiyor ve ağlıyordu. Şahin hep içki içiyor başka kadınlarla geziyor, hatta kadınları eve getiriyordu. Bu dayanılacak bir şey değildi, yasemin için bu hayat yaşanacak, katlanılacak şey değildi. Evlendikleri ilk hafta iyi görünüyordu. fakat daha sonra yayaş yavaş Şahin gerçek yüzünü göstermeye başladı. Hergün bir bahane bulup yasemine hakaretler yağdırıyor, onu dövüyordu. Yasemin ise hergün ağlıyor, ve Allah'tan yardım istiyordu. sürekli dayak yiyor ve ağlıyordu. En büyük acısı Cemili hala sevmesi ve onunla evlenmemiş olmasıydı. Yapacak hiçbirşeyi yoktu, eve dönemezdiya, dönse de cemil olmadan dönmesinin anlamı olmayacak mutlu olamayacaktı. Yaşadıkları dayanılacak bir hayat değildi fakat her şeye rağmen yasemin bütün acılara dayanıyor, bu çektiği işkenceli hayatta arınıyor, sabrı isyana meydan okuyordu.

Cemilin yaşadığı aşk, aşkın büyüklüğü cemile yasemini görme onu duyma yeteneğini kazandırmıştı. Cemil yaseminin çektiği ızdırabı hissedebiliyor, ve zamanı gelince gidip yasemini kurtaracağını söylüyordu

Cemili bulmamın üzerinden 4 yıl geçmişti. Cemil, birgün yaseminin kendisine ihtiyacı olduğunu söyledi ve bizimle vedalaşarak ayrıldı. Cemil giderken hoca ile onu birlikte uğurladık. Cemile alışmıştık ama gitme dememiz mümkün değildi.

Yasemin aradan geçen onca yılda mutluluğu hiçbir zaman tadamamış, kocasından ne sevgi nede saygı görmemişti. Yaseminin duyduğu hep hakaret, gördüğü kendisi ile hiç ilgilenmeyen kocası oldu. Annesini, babasını, köyünü özlemişti. Evlendiğinden beri çocukluğu ve ailesi aklına geldikçe hep ağlardı. Yasemin ailesini, ailesindeki sıcaklığı özlüyordu. Yasemin baharı, baharlarda kardeşleriyle papatya kokulu tarlalarda, çiçeklerin arasından koşarak oynadıkları köyünü özlüyordu. Yasemin köyünü, sonbaharda ekinler biçilirken insanı büyüleyen rüzgarın uzaklardan getirdiği kokuyu özlüyordu. Yasemin cemili özlüyordu. Cemilin sevgi dolu bakışını, insana güven veren ses tonunu, kendisine verdiği değeri özlüyordu. Cemilden ayrıldıktan sonra cemili ne kadar çok sevdiğinin farkına daha iyi varmış, onu unutmanın mümkün olamayacağını anlamıştı. Cemilin şu anda nerede ne durumda bilmiyordu ama ümitliydi. Çekilen bunca acılara rağmen kendisini hayata bağlayan bir şey vardı, bu yüzden ümidini kaybetmeden hep Allah'a dua ederdi. Allah'tan istediği cemili birkez daha görebilmekti. Onu gördüğünde sevgisini ona anlatacaktı.

Bir cuma günüydü, şahin yine içki içmiş başka kadınların yanından geliyordu. Yasemin artık dayanamıyacağını bu yaptıklarının insanlığa sığmadığını söyledi. Yaseminin aldığı cevap yine kocasından duyduğu hakaret dolu sözler oldu. Şahin yasemini sevmediğini, defolup gitmesini söyledi. Yaseminde bu hayattan kurtulmak istiyordu, ama tekrar annesinin babasının yanına gidip ne diyecekti. Onlara nasıl anlatacaktı olanları.

Yasemin dayanamadı ve şarhoş kocasına artık katlanamayarak, kapıyı çarptı ve çaresiz bir şekilde ağlayarak dışarı çıktı. Dışarıda yağmur yağıyordu, bardaktan boşalırcasına. Yağmur sokak taşlarında parçalanıyor, ve yağmurun sesi yaseminin ağlamasının sesini bastırmak istiyordu. Yağmur yağıyor, yağmurla yaseminin gözyaşları birbirine karışıyordu. Kalbinde bir sızı vardı, kalbi ağlıyor, gözleri ağlıyordu. Yaseminle birlikte göklerde ağlıyordu. Soğuk bir Cuma günüydü. Üşüyordu.

Cemilde oradaydı. Yasemini arıyordu. Saatlerce dolaştı, dolaştı. Tam bir haftadır yoldaydı ve hiç dinlenmeden yasemin arıyordu. Onu bulacağını hissediyordu. Cemil sokaklarda dolaştı, yağan şiddetli yağmura o da aldırmıyordu. Kalbi nereye isterse oraya doğru gidiyordu. Rüyasında yağmurlu bir havada bankta oturan bir kadın görmüştü. Rüyasındaki bu kadın ona yaseminin yerini söylüyordu. Bu yüzden bankta oturan gördüğü ilk kıza yasemini soracaktı.

Yasemin ağacın altında bir banka oturdu. Yağmur yağdığı için parkta kimse yoktu, yalnızdı. Dua ediyordu. Sonra karşısına baktı, uzakta bir adam belirdi. Adam yavaş yaklaştı. Sonra yaseminin önünde durdu. Yaseminin önünde durdu, göz göze geldiler ve bir süre sessizce bakıştılar. Sonunda adam ona yasemini sordu. Yaseminin yaşını, köyünü, evlendiği adamın adını, babasının adını, söyledi. Hatta yaseminin nasıl bir kız olduğunu da tarif etti.

Cemil yasemine, yasemini soruyordu!

Cemilin yasemine olan aşkının büyüklüğü, ondan ayrılmanın acısı onun deli gibi dağlarda dolaşması, hatta delirmesi ne anlama geliyordu.
Uzaklardan yasemini gören, onunu yaşadıklarını, duygularını uzaklardan hisseden adam, karşısındaki yaseminden habersizdi. Onu tanımamıştı bile.

Yasemin cemili tanımıştı, ama yasemin benim diyemedi.
Yasemin onu hala çok seviyordu, ama onu sevdiğini söyleyemedi. Cemile sorusuna tek kelimeyle cevap verdi. Bilmiyorum.

Nede olsa cemille evlenmemiş, şehirliyle evlenmiş, cemili terk etmişti. En azından, kendisine deli gibi aşık fakir bir genci hayal kırıklığına uğratmış, onunla evlenmemişti. Yasemin kendisinin şuçlu olduğuna inanıyordu. Hem de idam edilecek bir şuçlu.

Sonra Cemil boynunu büküp, yasemini aramak üzere oradan ayrıldı, bir daha hiç kimseye yasemini sormadı ve yine dağlara doğru yola çıktı. Yasemin ise kalktı ve kocasının evine tekrar dönmeye karar verdi. Keşke cemil, onu tanısaydı belki o zaman onu alır götürürdü. Yasemin hiç birşey söylemedi, söyleyemedi. Söylemek istedi, cemil dönüp giderken arkasından bağırmak istedi, yasemin benin demek istedi. Dili tutuldu, kelimeler boğazına takıldı. Ölmek istiyordu yasemin.


hava soğuktu üşüyordum
yanmayı istiyordum ısınmak için
seni buldum bir gün
sen bana ateş gibi geldin
yanmayı düşündüm ateşte
hava soğuktu üşüyordum

yağmurluydu hava, yağmur yağıyordu
ıslanmıştım bende
ıslanan gözlerinde

bir gün seni buldum, saçların ıslaktı
saçlarını yağmur ıslatmıştı
bakışların hüzünlüydü, buğuluydu gözlerin
damlalar iniyordu gözlerinden

sonra
göklere çıkıp dumanlar bulut oluyordu
insanın ağlaması; gökten, rahmet yağdırıyordu
damla damla suluyordu toprağı
damlalar sadece toprağı suluyordu
göz yaşlarıyla karışıyordu

ümitlerin tükendiği, senin gittiğin gündü
cuma günüydü
yağmurluydu hava, yağmur yağıyordu

Aradan haftalar aylar geçti. Soğuk bir kış günüydü. İkindi vaktiydi. Cemil yine dağlarda dolaşmaktan iyice yorulmuştu. Cemil kendi köyüne oldukça yakın bir yerdeydi, fakat köye girmek istemiyordu. Vakit akşam üzeriydi ve hava gittikçe daha çok soğuyordu. Cemil rüzgardan korunmak için iki kayanın arasına paltosunu serdi ve uyumaya başladı.

Yasemin ise o aralarda köyüne dönmeye karar vermişti ve tek başına yola çıkmıştı. Akşam yaklaşmıştı ve acele etmeliydi. Kestirmeden tepenin etrafından dolaşmadan, karşıdaki kayalıklara tırmanıp, karşıya geçmeye karar verdi. Kayalıklara kadar tırmandı.

Ve o an. Zamanın durduğu, cümlelerin boğazlara takıldığı an. Cemil orada gözleri kapalı uzanmış yatıyordu. Yüzü bem beyaz olmuş öylece uzanıyordu. Yasemin cemili tanıdı ve yanına geldi. Cemil maalesef donmuştu ve nefes almıyordu. Yasemin cemilin elini tutmak istedi, ve o an cemilin elinde sım sıkı tuttuğu mendili, yere düştü. Cemil mendilin üzerinde bir kalp çizmiş ve kalbin içersine "seni seviyorum yasemin" yazmış, yaseminin geleceğini biliyormuş gibi bekliyordu. Kaskatı bir buz parçası olmuş bedeni, orada uzanmış, yasemini bekliyordu. Ölmüştü. Yasemin ağladı, ağladı, ağladı. Köye dönmekten vazgeçip cemilin yanında kalmaya karar verdi. Yasemin cemilin yanına uzandı, ve bir yandan gökte yeni belirmeye başlayan yıldızları izliyor, bir yandanda ağlıyordu.

umudum tükenirse sana kavuşmaya
nasıl düşüneyim, nasıl göreyim seni
uzaklardan eserse bir gün ayrılık rüzgarı
nasıl söyleyeyim, seni sevdiğimi

mevsimler değişir kış olursa
gömerlerse bir gün beni toprağa
elini tutmadan, dokunmadan sana
nasıl gideyim, nasıl unutayım seni

Sabah cemille yaseminin donmuş bedenlerini, bir çoban buldu. Donmuş bedenlerini soğuk bir kış gününde, yan yana defnettiler. Toprak yasemin ve cemili ayrılmamak üzere kavuşturmuştu.

GooD aNd EvıL 08-23-2007 12:40 AM

Evvel zaman içinde batıda Yotan diye bir köy varmış. Köyde
pek namazı niyazı olmayan Ali Mahmut diye bir köylü yaşarmış.
İşin doğrusu Ali Mahmut dönemin sayılı ateistlerindenmiş.
Köyün imamı da, cemaat de bu durumdan pek hoşnut değillermiş.
Gel zaman git zaman bizim ateist Ali Mahmut bir gün Hakk'ın rahmetine kavuşmuş.
Köyün imamı:
-"Ben bu adamın cenaze namazını kılmam" diye diretmiş.
Köy halkı da:
-"Allah'a inanmıyordu biz bu herifi gömmeyiz" diye
tutturmuşlar. Durumu gören köyün yaşlılarından Müzeyyen Hanım, köyün
dışındaki tepelerden birinde, tek başına yaşayan,
köylülerin "İşdeli İsmail" diye
andıkları köylüye haber vermiş.
İsmail'in de pek namazla ilgisi yokmuş ama yine de o köye
gitmiş cenazeyi almış ve kendi evinin yakınlarında
bir yere gömmüş.
O akşam imam Nazmi efendi, müezzin Mustafa efendi ve tüm cemaat uykularında aynı rüyayı görmüşler.

Ali Mahmut cennette çok iyi bir yer de keyif yapıyormuş.

Sabah herkes birbirine rüyayı anlatmış.
İmam, müezzin yanlarına bekçi Şinasi Efendi'yi de alıp
Sabah karanlığında yola çıkıp öğleye doğru İsmail'in yanına gelmişler.
İmam sormuş:
-"Kardeşim sen nasıl bir dua ettin ki bu imansız Allah
katında bu kadar iyi bir yere gitti?"
İsmail Efendi:
-"Vallahi ben bir şey yapmadım, rahmetliyi gömdüm. Sonra da
yüzümü gökyüzüne çevirip;
- Allah'ım bazen soğuk kış *******inde,
bazen sıcak yaz günlerinde insanlar kapımı çaldı ve
biz "Tanrı misafiriyiz" dediler. Ben de senin
misafirlerini en iyi şekilde ağırladım.
Misafirleri güvenip bana gönderdiğin için onlara da neyim varsa yoksa
yedirdim.
Ben sana ilk defa bir misafir yolluyorum, sen de benim
güvenimi boşa çıkarma olur mu?" dedim.

GooD aNd EvıL 08-23-2007 01:05 AM

Tatarlarin inandigi gök tanri Ülgen, bir gün 7 erkege 7 agaç vermis ve
Altay daglarinin yamaçlarinda yasamalarini buyurmus. 7 erkek 7 agaci dagin
yamaçlarina dikmisler ve yagmur sulariyla büyüyen agaçlarin meyve tohumlari

sonbaharda topraga dökülünce agaç sayisi çogalmis, Altay daglarinin
yamaçlari orman haline gelmis.

Aradan uzun zaman geçince gök Tanri Ülgen meleklerinden birisini Altay
daglarina gönderip 7 erkek ve 7 agacin ne durumda olduklarini ögrenmesini
istemis. Tanrinin melegi dag yamaçlarina vardiginda erkeklerin sayisinda
bir degisiklik olmadigini ama agaçlarin çogaldigini tanriya rapor etmis.

Tanri da melege erkeklerin bulundugu dag yamaçlarina kadin götürmesini ve
erkeklerin bu sayede çogalmalarini buyurmus. Melek ilk kadini yanina alip
dag yamacina geldiginde erkeklerin tamaminin agaçlarin bakimi ile
ilgilendigini görmüs ve kadini orada bulunan bir köpege emanet ederek
erkeklere haber vermeye gitmis.

Kadini dag eteklerinde tek basina gören seytan köpegi bir kemikle kandirip
hemen yanina yaklasarak elindeki flütle kadinin burun deliklerine 7 ayri
müzik nagmesi üflemis, kulaklarina da 9 ayri telli saz melodisi göndermis.
Iste seytanin gönderdigi 7 flüt melodisi kadinlarda 7 ayri ruh hali, 9
telli saz melodisi 9 ayri huy yaratmis.

O zamandan sonra kadinlarda beliren 7 çesit ruh hali ile 9 çesit huy
sayesinde erkekler kadinlarin ne zaman ne yapacaklarini bilemez olmuslar.
Bir bakmislar çok neseli iken birden bire asik suratli olmus, bir gülmüs
bir aglamis, bir küsmüs, bir barismis. Kadinlarin ne zaman ne yapacaklarini

kendileri dahil kimseler bilemez olmus.

GooD aNd EvıL 08-23-2007 01:06 AM

Delikanlı kızı çok seviyordu. Evleneceklerdi. Ama sorunları birden
artmıştı.. işte ve evde.. Asabileşmiş sevgilisini üzer olmuştu.
Hatta ağlatmıştı bir keresinde.. Bir gün...Mutlu bir gün.. Birbirlerine sarılmışken, delikanlı sordu:
- "Bana neden katlanıyorsun?..Ama hemen cevap verme..iyi düşün!..
- "Ben aynı soruyu senin için kendime sordum ve cevabı buldum. Bakalım sen ne cevap bulacaksın?"
Kız düşündü ve yanıt verdi:
- "Seni sevdiğim için"
Delikanlının suratı asılır gibi oldu. Kız beklenen yanıtı
vermediğini hissetti. Bakalım doğru cevap neydi?.. O da sordu:
- "Peki sen bana neden katlanıyorsun ?.."
Delikanlı sımsıkı sarıldı kıza...
- "Ben sana katlanmıyorum ki!!!.."

GooD aNd EvıL 08-23-2007 01:06 AM

John Blanchard banktan ayağa kalktı, askeri üniformasını düzeltti
ve ana terminale giden insan kalabalığını inceledi. Yüzünü değil, ama
kalbini- tanıdığıve üzerinde gül olan kızı aradı. Ona olan
ilgisi 13 ay önce, Florida kütüphanesinde başlamıştı.

Raftan aldığı bir kitabın içindeki yazılar değil ama kenarında gördüğü,
kurşun kalemle yazılmış bir not onu etkilemişti.Yumusak el yazısı
düşünceli bir ruhu ve akıllı bir zekayı yansıtıyordu. Kitabın ön yüzünde,
ilk sahibinin adını farketmişti: Miss.Hollis Maynell. Uzun zaman çaba
harcayarak adresini bulmuştu. New York'ta yaşıyordu. Ona kendini tanıtan
bir mektup yazdı ve yazışmayı teklif etti. Bir sonraki gün II. Dünya Savaşına
katılmak için denize açılmıştı. Sonraki bir yıl ve bir ay boyunca her ikisi
de posta yoluyla birbirlerini daha iyi tanıdılar. Her bir mektup, verimli bir
tarlaya atılan tohum gibi, kalplerinde bir aşk doğurdu. Blanchard bir resim
göndermesini rica etti, fakat o göndermeyi reddetti. Eğer gerçekten kendisi
ile ilgileniyorsa, neye benzediğinin önemli olmayacağını düşünmüştü

Avrupa'dan dönme vakti geldiginde, ilk bulusmalarını kararlaştırdılar:
New York Ana terminali saat: 19:00. "Beni üzerimdeki gülden tanıyacaksın.
" diye yazmıstı kız. Böylece saat 19:00'da kalbini sevdiği fakat yüzünü görmediği
kızı arıyordu. Size Mr. Blanchard 'ın ağzından neler oldugunu yazıyorum:
Genç bir bayan bana doğru geliyordu. İnce ve uzun boyluydu. Sarı saçları
mükemmel kulaklarının arkasından dalgalar halinde sırtına uzanıyordu.
Gözleri çiçekler gibi maviydi. Dudaklarının ve çenesinin narin bir sertliği
vardı ve soluk yeşil elbisesi içerisinde canlanan ilkbahar gibiydi. Gül taşıması
gerektiğini unutarak ona dogru hamle yaptım. Hareket ettiğimde, dudaklarında
küçük kışkırtıcı bir gülümse belirdi ve "Benimle mi geliyorsun, denizci?"
diye mırıldandı. Tamamen iradem dışında ona doğru bir adım daha attım ve
o zaman Hollis Maynell'i gördüm.Tam olarak kızın arkasında duruyordu.
Kırk yaşını geçmis, gri saçlarını yıpranmış bir şapka altına saklamış
bir kadındı. Şişmandı ve kalın bilekli ayakları alçak topuklu ayakkabıların
içine zor girmişti. Yeşil elbiseli kız hızlı bir şekilde uzaklaşıyordu.
Kendimi ikiye bölünmüs gibi hissettim. Onu takip etme arzum çok güçlüydü
ve aynı zamanda ruhu benimle arkadaşlık etmiş ve destek vermiş kadına karşı
duyduğum özlem de çok derindi. Ve orada duruyordu. Onun soluk, şişman suratı
kibar ve duyguluydu. Gri gözleri sıcak ve parıltılıydı. Tereddüt etmedim.
Parmaklarim onu bana tanitan küçük, mavi eski kitabi sıkıyordu. Bu ask
olamazdi, ama özel bir sey olabilirdi. Belki asktan daha güzel birsey,
mükemmel bir arkadaslik olmaliydi bu. Duydugum hayal kirikliginin
sesimi bogmasina ragmen, omuzlarimi kaldirip, onu selamladim ve kitabi
uzattim. "Ben Lieutenant John Blanchard, ve siz de Miss. Maynell
olmalisiniz. Benimle buluşabildiğinize çok sevindim. Sizi yemeğe
davet edebilir miyim?"Kadının suratı toleranslı bir gülümse
ile genisledi. " Bunun ne oldugunu bilmiyorum, oğlum."
Diye cevap verdi."fakat demin yanından geçen yeşil giysili kadın,
bu gülü yakama takmam için ısrar etti. Ve eğer beni yemeğe davet
edecek olursan, caddenin karşısındaki büyük restaurantta seni
bekliyorolacağınısöyledi. Bunun bir çesit test olduğunu da söyledi".

GooD aNd EvıL 08-23-2007 01:06 AM

Yaşlı Fred, hastaneye kaldırılmış.Yoğun bakımda. Ailesi, aile papazını da kendilerine eşlik etmesi ve gereği halinde görevini yapması için çağırmış.
Papaz ve aile efradı yatağın etrafında beklerken,
Fred'in durumu aniden kötüleşmiş. Yatağından yarı doğrularak,
el işaretleri ile yazacak bir şeyler istemiş.
Papaz, anlayışlı bir şekilde, Fred'e bir kağıt ve bir kalem uzatmış.
Titreyen ellerle hızlı hızlı kağıda bir şeyler yazıp kağıdı papaza
uzatmış ve aniden ölmüş. Papaz, böyle acılı bir anda kağıttakileri
okumanın doğru olmayacağını düşünerek kağıdı cebine sokmuş.
Birkaç gün sonra, Fred'in cenazesi sırasında, Fred'in verdiği
kağıdın cebinde olduğunu hatırlamış. Cenazenin gömülmesinden hemen önce,
Papaz ileri çıkarak: "Sevgili Fred, ölmeden hemen önce benden kağıt
isteyerek bir şeyler yazdı. Zamanı uygun olmadığı için o anda
bakmadım fakat şimdi, hepinizin önünde bu notu okumak istiyorum"
demiş ve cebinden kağıdı çıkararak yüksek sesle okumuş:
"Lütfen bir adım sola çekil. Oksijen hortumuma basıyorsun"

GooD aNd EvıL 08-23-2007 01:06 AM

Hikayeye göre;İtalyan yazar Lucianno düşünce suçlusuydu.4 metre karelik
bir
hücreye mahkum oldu,hem de tam 17 sene için ! O kahrolası hücreye
yerleştiği birinci gün,her şey normaldi.Aradan birkaç hafta
geçti.Lucianno
düşünmeye başladı.Burada 17 sene nasıl geçer...
Aradan aylar geçti.Sanki her geçen gün biraz daha mahkum oluyordu
zavallı
hücresine.Bir sabah bir karıncanın burnunu ısırmasıyla uyandı
Lucianno.Onu
büyük bir titizlikle parmağının ucuna alıp 'acaba ' dedi. ! 'Acaba bu
karıncayı yetiştirip kendime bir dost yapabilir miyim? '
dedi.Kaybedecek
bir şeyi yoktu ve bu denemeye değerdi.Karıncayı yanı başında duran
küçük
sehpanın üzerine koydu.Karınca karıncalığını yapıp,kaçmaya çalıştıysa
da
Luci bırakmadı onu.Etrafını çevirerek karıncanın kaçmasına engel
oldu.Onunla konuşmaya ve onu eğitmeye kararlıydı.Başarabilirse
yalnızlığı
sona erecekti.Karınca ile tam üç sene uğraştı.Karşılıksız olsa da
konuştu
ve dertlerini anlattı ona.Birde isim taktı karıncaya.Tito...
Bir sabah Tito' sunun ona günaydın demesiyle uyandı Lucianno.Bu
duyabileceği en muhteşem sesti.Büyük bir heyecanla yatağından dışarıya
fırlayıp bağırmaya başladı:Konuştun,Tito sen konuştun.Nihayet
konuştun.Günaydın,günaydın,binlerce günaydın dostum...
Artık bir dostu vardı Lucianno'nun ve bunu hiç kimse
bilmiyordu.Tito'nun
varlığı yazarın en büyük sırrıydı.Kimse duymamalıydı.Gardiyan duymamalı
bu
rüya bitmemeliydi.Bu büyük dostluk tam 17 sene sürdü.Hiç kimse bilmedi
Tito'yu.Lucianno,Tito'ya tüm bildiklerini
öğretti.Konuşmayı,okumayı,yazmayı,dans etmeyi,şarkı söylemeyi,fikir
üretmeyi...Bildiği her şeyi öğretti.Kah ağladılar,kah güldüler...
Aradan tam 17 yıl geçti ve bir gün asık suratlı soğuk yüzlü gardiyan
demir
kapıyı araladı.Hazırlan yarın çıkıyorsun,dedi beton sesli
gardiyan.Gardiyan
gittikten sonra Lucianno ağlayarak karıncaya döndü. 'Bitti Tito.Bitti
büyük
dostum.Yarın çıkıyoruz,yarın özgürüz.' dedi.Tito'da ağladı.Yazar Titoya
sordu,'Söyle dostum yarın çıkar çıkmaz ilk ne yapalım ?'Tito:'Gidelim
bir
bara ve hayvan gibi içelim' dedi Gülüştüler.Sabaha kadar
uyumadılar.Hayal
kurup bu bu fare kapanından farksız, lavabolu dikdörtgenin ilk defa
tadını
çıkardılar.Bir anda sanki hücre genişlemiş gibiydi...
Sabahın ilk ışıklarıyla son kez açıldı demir kapı.Kapıdan çıkarken son
kez
geri döndü ve ranzasına baktı italyan yazar.Sadece şu iki kelimeydi
ağzından dökülen:'Vay be...'Dışarı çıktılar...
Tito Lucianno'nun omzundaydı.Sabahın körüydü ve mevsim kıştı.Kar lapa
lapa
yağıyordu.Lucianno bavulunu havaya fırlattı ve 'özgürlük' diye
bağırdı.Tito
da bağırdı.Yağan kar umurlarında değildi.Yürüdüler kara inat
yürüdüler.Özgürlük sıcaklığına kar mı dayanır kış mı...
Nihayet bir barın önüne geldiler.Tito sordu "Şimdi biz buraya
girebilecek
miyiz?" Avazı çıktığı kadar 'biz artık özgürüz 'diye bağırdı
Lucianno.İçeriye girdiler.İçeride sızmış kalmış üç beş adamla kasanın
başında uyuya kalan barmenden başka kimse yoktu.Bir masaya oturdular...
Bir ara Lucianoo'nun gözü masanın yanındaki aynaya ilişti.Hapisten
çıktığında yaptığı gibi yeniden mırıldandı 'vay be 'Saçları bembeyaz
olmuştu,yüzü buruş buruştu.Yaşlanmıştı Lucianno.Tebessümüne aradan
sızan
birkaç damla göz yaşı karıştı. !Barmen bize iki bira getir ' diyebildi
titrek bir sesle.Barmen yerinden fırlayıp biraları getirdi.Bir adamın
iki
tane bira istemesinin sebebini bilmiyordu.Bilmesi de
gerekmiyordu,bilmekte
istemiyordu zaten.Biraları bıraktı ve kuş tüyü kasasına geri döndü...
Lucianno omzundaki dostunu bardağın içine attı.İçtiler.Tito da
içti.İçtikçe
keyiflendiler.Bir ara Tito bardaktan fırlayıp masanın üzerinde dans
etmeye
başladı.Elini yüzüne koyup masanın üzerine yaslanmış olan Lucianno
büyük
bir gururla kendi yetiştirdiği dostunun dansını izledi.Bir an durdu ve
'ne
günlerdi be Tito ' dedi.Dertleştiler,biraz sonra yine dans etmeye
başladı
Tito...
Tito dans ediyor.Lucianno korkunç bir keyifle bu muazzam manzarayı
izliyordu.Bunu mutlaka birilerine anlatmalıydı.İyi bir şey yapmanın
belki
de en keyifli yanıydı onu biriyle paylaşmak.Ama Lucianno bu keyfi 17
sene
hiç yaşamamıştı...
Özgürlüğünün bu birinci gününde,yıllarca gizli tuttuğu bu büyük ve onur
verici sırrı birileriyle paylaşmalıydı.Etrafına baktı,barmenden başka
kimse
yoktu.'Barmen,barmen !'diye seslendi.Barmen yarı uykulu,Lucianno'nun
masasına geldi.Lucianno dans eden Tito'yu işaret ederek ,büyük bir
heyecanla 'Barmen şuna bir baksana,şuna bir bak...'dedi.Barmen sessizce
parmağını Tito'nun üzerine götürdü.'Çok af edersiniz beyefendi
!'diyerek
Tito'yu ezdi...
Lucianno için Tito,en büyük dosttu,17 yıllık emekti.Barmen içinse
öylesine
bir böcekti...


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:51 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.