![]() |
Bir zamanlar, birbirine bitisik iki çiftlikte yasayan iki erkek kardes vardi.Günlerden birgün bu iki kardes arasinda bir anlasmazlik basgösterdi. Iki kardes arasinda o zamana degin ilk kez görülen anlasmazlik, giderek büyüdü ve kardesler arasinda ayriliga neden oldu.Iki kardes, birbirlerine yalnizca küsmekle kalmadilar, yillardir ortaklasa kullandiklari tarim makinelerine degin sahip olduklari tüm araç gereçlerini ve mal varliklarini da ayirdilar. Küçük bir yanlis anlama sonucu baslayan anlasmazligi izleyen ayrilik,giderek büyüyen bir uçuruma dönüstü ve en sonunda yerini, karsilikli kullanilan hos olmayan sözlere birakti.Bunun arkasindan da beklenenler oldu ve kardesler arasinda önce siddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yasanmaya basladi.Bir sabah, bu iki kardesten büyügünün kapisina bir usta geldi.Elinde büyük bir marangoz çantasi vardi.
Ev sahibinden geçici bir is istedi: -Yapilacak ufak tefek bir isiniz varsa, size yardimci olmak isterim,dedi. -Elimden hemen her is gelir. Birkaç gün çalisirim, isi bitiririm.Büyük kardesin aklina o an bir "is" geldi. -Evet, sana göre bir isim var` dedi ve küçük kardesinin çiftligini isaret etti. -Su derenin karsisindaki çiftlik, komsumundur. Daha dogrusu,benim küçük kardesime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftligimle onun çiftligi arasinda bir otlak vardi.Sonra o, buldozeriyle oraya irmak bendi yapti ve simdi aramizda, otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayiran bir dere var.Is isteyen adam, büyük kardesin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra sordu: -Benden ne yapmami istiyorsunuz? dedi.Büyük kardes önce kuskusunu, sonra da kararini açikladi:-Kardesim bunu, bana aci vermek için yapmis olabilir,dedi.-Fakat simdi ben, onun yaptigindan daha büyük bir sey yapacagim.Bunlari söyledikten sonra adami aldi, ahirlarin oldugu yere götürdü ve duvarin dibinde yigili duran kütükleri gösterdi: -Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasinda üç metre yükseklikte bir çit yapmani istiyorum , dedi. -Kaç gün çalisirsan çalis, nasil yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardesimin çiftligini artik görmek zorunda kalmasin.Is arayan usta, basini salladi:-Sanirim durumu anladim, efendim, dedi. -Simdi bana çivilerin, kazma küregin yerini gösterin ki hemen isime baslayayim.Büyük kardes ustaya kazma, küregin ve çivilerin oldugu yeri gösterdikten sonra, alisveris yapmak için kasabaya gitti. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek,çivileyerek sikı bir biçimde çalismaya koyuldu.Aksam günes batarken o isini bitirmis, çiftlik sahibi büyük kardes ise alisverisini tamamlamis, kasabadan dönüyordu. Çiftlige gelir gelmez ustanin yaptiklarina bakti ve saskinliktan gözleri, yuvalarindan firlayacakmis gibi açildi. Karsisinda, yapilmasini istedigi çit yoktu ama,derenin bir yakasindan öteki yakasina uzanan görkemli bir köprü vardi. Biri kendi çiftliginin topragina, öteki küçük kardesinin çiftliginin topragina oturtulmus saglam iki ayak üzerinde,yanlarindaki korkuluklarina varincaya dek tüm ayrintilariyla yapilmis ve tam anlamiyla "ustaisi" denilecek kusursuzlukta bir köprü uzaniyordu.Büyük kardes, hâlâ geçmeyen saskinligiyla bu köprüyü seyrederken,karsidan birinin geldigini gördü. Dikkatle baktiginda gelen kisinin, komsusu, yani küçük kardesi oldugunu anladi.Kardesi, kollarini iki yana açmis olarak köprünün karsi ucundan kendisine dogru yürüyordu.-Benim sana karsi yaptigim bunca haksizliga ve söyledigim bunca kötü sözlere karsin sen, bu köprüyü yaptirarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan oldugunu gösterdin,dedi agabeyine.-Simdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarini açarak bana gel...Köprünün iki ucundan ortaya dogru yürüyen kardesler,köprünün ortasinda bir araya geldiler ve özlemle kucaklastilar. Büyük kardes bir ara arkasina baktiginda,çantasini toplayip, oradan ayrilmakta olan ustayi gördü. -Gitme, dur, bekle, diye seslendi ona. -Sana yaptiracagim birkaç is daha var, çiftligimde... Usta gülümsedi;-Ben buradaki isimi tamamladim, gitmem gerek, dedi ve ekledi:-Yapmam gereken daha çok köprü var. Köprüleri kurabilecek gücünüz hiç eksik olmasin,Köprüleri kurduktan sonra da, yikilmamasi için sık sık bakimini yapin, yani sevdiklerinize zaman ayirin, o köprü yoluyla sık sık gönüllerini ziyaret edin." |
Burnu bir karış havada, gözü
yükseklerdeydi ben onu sevdiğimde. Hele hele benim aşkımı yerden yere vurup, nasıl kırmıştı kalbimi zalim. Dudaklarından dökülen acı sözleri; öyle ki, bugün bile unutamadım. Ne tebessümdü o, zehirden beter. Her olayda içim paramparça, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olurdu. Yorgun düşerdim onsuz geçen, onunla dolu, koyu siyah *******den. Pişmanlıktan kendime lanetler eder, sevgimi söylediğim günü düşündükçe, kaleme sarılıp yazardım ona nefretin aşkla kucaklaştığı o uzun mısralarımı. Derdim ki; alın yazımdı, onbeşimin çocuksu aşkıydı. Nasıl da gülerdi canı istedi mi... En anlamlı bakışlarıyla önce ümitlendirir, ardından bir uçurumun kenarına yapayalnız bırakır giderdi. Ben çaresiz, ben yorgun, ben bıkkın bu sevdadan. Ah bilirdi o insafsız, diri diri yanardım o böyle yaptıkça... Şubatın buz gibi kasvetli soğuğunda; onda ne bulduğumu bugün bile bilemem. Ama o günlerde hayatımın amacı, varolma gibi gelirdi bana. Çocukluk mu, yoksa gençliğimin safça tutkusu muydu bu kölesiye bağlanış, içten içe kopan fırtınalar, bu delice yakarış? Kimbilir, belki de sevilmeye muhtaç bir kalbin bitmek bilmeyen kaprisi... Ondan hiçbir şey istememiştim. Sadece sevgi... Evet, şimdi yıllar sonra ben, onu düşünüyorum ilk defa kucağımda resimler, hatıralarla. Hava yine soğuk, yine kasvetli gözleri gözlerimde yine sevgi, derin yüreğimde. Unuttum sanırdım, meğer aldanmışım, ağladım saatlerce. Bu onun "ölüm yıldönümü"dür. 17'sinde toprakla kucaklaşan, o zalimin hikayesidir anlatılan. Bir melodidir kırık, umutsuz... Doldururken sensizlik o an odayı gönlüm hala boş, kafam yine dumanlı. Bir feryat yankılanmıştı acı dolu tam 15 yıl önce bugün bomboş kırlarda. Deli gibi koştum sınıfa, sırası boştu. Benim kadar çaresizdi her köşe. Kendi kendime konuşarak yaklaştım sırasına; "Sen ölemezsin; canımsın, sevgimsin, emelimsin Dileğince nefret et, alay et duygularımla Kızmam sana Ama ne olur bir yalan olsun, acı bir şaka. Evet, evet beni üzmek için yapıyorsun. Herşeyini özledim... Allahım son defa göreyim yeter bana" Bu sensiz yakarış defalarca sürmüştü ta ki, ölümün o sinsi kokusunu içimde duyana kadar. Hıçkıra hıçkıra ağladım, sıraya kazıdığın ismini öptüm. Sonra, ona ait birşeyler bulmak için aradım her köşeyi... Yalnızca buruşturulmuş bir sayfa, rengi solmuş. Yazı, onun yazısı. Bir mektuptu, özenilerek yazılmış, belki de çok emek verilmiş her satırına... Çok şaşırdım, mektup bana hitabendi. Korkakça, kaybolmasından korkarak, acıyla okudum her cümleyi kalbimde büyüyen bir özlemle... Hele hele o ilk satırı... Öyle ki, bugün bile unutamam, okudukça ağlarım. "İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş bir tanem, AFFET BENİ !!!..." |
Hayatında bir çok sey görmüstü yasamıstı genç kız anne ve babasını küçük yasta kaybettiği için bu tecrübeleri annanesinin yanında kalırken edindi.
Hayatında sayısız insan tanıdı onun hem yetim hem öksüz olduğunu öğrenince erkekler yararlanmak bayanlar ise onu hayat kadını olması için çabalıyorlardı ama tüm bunlara rağmen temiz kalabilmeyi basardı 18 yasına geldiğinde çok güzel bir geç kızdı ve hayatını simit satarak kazanmaya çalısıyordu yaslı ananesi yatalak olmustu ona muhtactı o güzel yüznü erkek kılıklarına girerek saklamaya çalısıyordu. Bir gün genç bir adam onda simit aldı adam çokk yakısıklıydı . Kızcağız görür görmez içinden ona bir seylerin akıp gittiğini hissetti. Genç adam farkında olmadı ama ilgisinin, ilk önce onu bir erkek çocuğu sanmıstı. Genç kız 1 yıl boyunca her gün kendisinden simit almaya gelen bu adama asık oldu ve her gün aynı kösede onu bekledi. Bir gün yaslı ananesi yatağında vefat etti. O gün simit satmaya gidemedi genç kız. Acısı ik kat daha artmıstı. Genç adam kösede bekledi ama gelmedi boynu bükük işe gitti. Genç kız ertesi gün gözü yaslı ekmek parasını kazanmak için köseye döndü. Genç adam simit almaya geldi yine ve ilk kez ağzından - DÜn yoktun hayırdır gelmemezlik yapmazdın sen tatlı kız sözleri döküldü Ggenç adam utandı hayrret etti bu sözleri söyleyebildiğine Genç kız "Benim bir kız çocuğu olduğumu anladın mı dedi evet anladım duyunce genç adam kızın gözlerinin parladığını gördü ve devam etti böyle güzel eller ve böyle güzel gözler bir bayanda olmazda kimde olur. Genç adam elini elinin içine aldı genç kızın "Adım bahtiyar ve yanlız yaşıyorum bu kentte yanlızlığımı dindirirmisin dedi. Adım bahtiyar benide bahtiyar et dedi ve EVLENDİLER İKİ GÜZEL KIZ ÇOCUKLARI OLDU onlar da erkek gibi |
Renklerin ustası olarak anılan büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını,halktan beğenmedikleriyerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmesini istemiş.
Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş: "İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün.Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma." |
Bir istasyon kahvesinde rastlamıştım ona.Nedenini bilmediğim
ama pek çok defa kendime sorduğum tanıdık bir yanı vardı. Öylesine oturuyordu önündeki bir bardak çayıyla. Tıpkı benim gibi yolcusuzdu. Ne bir valizi,nede bileti vardı. Yağmurlu bir akşamdı. Sigara dumanı,insan nefesi ve çaydanlıklardan çıkan buharla buğulanmıştı istasyon kahvesinin camları. Gelirken bu buğunun yoğunluğu söylemişti kalabalık olduğunu kahvenin. İçeriye ilk girdiğimde üzerime çevrilen bakışlar ,kendimi sahneye ilk kez çıkan acemi bir şarkıcı gibi hissetmeme sebep olmuştu. Bir tek masa yoktu yalnızlıktan bana kucak açan. Bunca kalabalıkta bir tek o bakmamıştı bana ,orada değildi sanki. Bedenini yanına almadan bir vagona atlayıp gitmiş gibi,soluk alışı bile belli olmaksızın oturuyordu. Sessizce ve biraz çekinerek yaklaşıp yanına; "lütfen"der gibi bir ses tonuyla sormuştum "oturabilir miyim?" .Yıllar süren derin bir uykudan uyandırılmış gibi irkilerek , kaldırdı dalgın bakışlarını masadan. Gözlerimin öylesine içine baktı ki, bir an sanki görünmez oldum da arkamdaki birine bakıyor sandım. Cevabını duyamamaktan korkup kendimi çabucak toparlamıştım."Buyurun " dedi çok uzaklardan kopup gelen bir sesle. Sesindeki uzaklık ruhunun orada olmayışından kaynaklanıyordu sanırım. Usulca yerleşip bir sandalyeye;"Bakar mısınız" diye seslendim ,koşuşturmaktan yanakları kıp kırmızı kesilmiş çaycı çocuğa."Bir çay lütfen,pardon!sizde içer miydiniz?"diye sordum. Masayı paylaşmamıza karşılık bir şeyler borçluymuşum gibi. Bu kez kalkmadı bakışları. Duymadı mı acaba diye düşünecekken tam; kesik bir el hareketi ve belli belirsiz bir baş hareketiyle istemediğini belirtti. Sonra sıkıca kavrayıp bir yudumluk çay kalan bardağını,fon dip ediverdi ve düş molası yüzünden soğuduğu malum olan çayını bitirdi. İstasyon kahvesi insanlarının doğallığıyla sıcacık sarardı beni her gidişimde. Bir kitap alır ,ince belli bardaklarda gelen çayların arkadaşlığında bir köşeye çekilir rahat, rahat okurdum. Bazen kaçamak bakışlarla insanları izler ,hikayelerini okumaya çalışırdım; yüzlerinden,giysilerinden,tavırlarından,...Bird e kedisi vardı bu avuç içi kadar yerin. Sobanın başından ancak açlığını hatırlayınca kalkar,miskin miskin sürünüp bacaklarımıza; bir parça simit,tost,peynir dilenirdi. Karşılığında birkaç sevimli bakış atar, biraz mırıltı çıkarır kendince teşekkür ederdi. Yiyeceği bitene dek sevdirirdi kendini,ardından sıcacık sobasının kollarına dönerdi. Çayımı yudumlarken kediciğin bana doğru geldiğini fark ettim. Şaşırdım. Ne tost, ne simit, nede ona verecek her hangi bir şeyim yoktu. Fazla ümitlendirmemek için kitabımla ilgilenmeye karar verdim. Tam o sırada yerinden fırlayıverdi masayı paylaştığım adam. Nedense telaşlandım gidiyor sanıp."Ne saçma bir his" diye geçirdim içimden. Öyle ya bana ne oradaki herkes gibi tesadüfen bir araya gelmiştik ve bir dahaki tesadüfe değin-ki bu o an için gerçekleşme ihtimali imkansıza yakın görünmektedir-apayrı hayatlara dalacağımız gün gibi açıktı. Paltosuna uzanmayınca eli ,gitmeyeceğini anladım. Sanırım yalnızlığımı diğer insanlara karşı kamufle etmesinden hoşnuttum. Yaklaşmakta olan kediye yöneldi. Yere eğildi,kediyi incitmemeye özen göstererek usulca kucağına alıp masaya döndü. Sevgi dolu bir yüreği olmalı diye geçti içimden,zira kaç kişi farkında şu zavallı varlığın!Dikkatimi çekmişti ;kediyi okşarken elleri, kendi seviliyormuş gibi huzurlu bir tebessüm sarmıştı yüzünü. Yakışıklıydı dersem yalan olur sanırım ama düzgün yüz hatlarına sahipti. Doğal,sıcak bir görünüşü vardı. Zaten güzel insanlar hep uzak gelmiştir bana, özellikle de güzel olduğunun farkında olanlar! Şimdi biraz daha anlaşılır buluyordum ona yaklaştıran şeyi. Başı önde duruşu,o sessiz hali; gözleriyle görmekten çoktan vazgeçtiğini anlatıyor gibiydi. Şimdi bunca zaman sonra biliyorum ki haklıymışım; yüreğiyle bakıyor hayata,insanca bir şeyler arıyor;bir bakış,bir dokunuş,... Kitabın aynı sayfasında ne kadar takılı kaldığımı tam olarak bilemiyorum, ama çayım bitince utanıp hızla sayfayı çevirdiğimi anımsıyorum. Kitabımı masaya bırakıp gözlerimle çaycı çocuğu aramaya başlamıştım .Ilık ses tonu sarmalamıştı birden beni "bana da bir çay söyler misiniz?". Erkeklik taslayıp "usta bize iki çay "diye bağırmaması hoşuma gitmişti."elbette!"dedim ve iki çay işaret ettim çaycıya. Sanırım kediyi severken sıyrılmıştı hayal aleminden. Yalnızlığını aşma çabası gibi gelen ilgili bir edayla " klasikleri sever misiniz?" diye sormuştu kitabımı göstererek."evet özellikle Rus klasiklerini" demiştim aynı ilgili ses tonuyla yanıtlamaya özen göstererek. Yüzüme hiç bakmamıştı,kitaba bakıyordu derin, derin okyanusları andıran gözleriyle. Ara sıra tren sesiyle irkilip kaldırmasa başını fark etmeyecektim belki bu denli mavi olduklarını. İlk bakışında nasıl olduysa fark etmemiştim şaştım bu maviliklerine. İçimde bir sabırsızlık, tarifsiz bir telaş vardı. Kitabıma olan tüm ilgim uçup gitmişti. Lafı uzatmasını, aklımdaki tüm soru işaretlerinin bir trene atlayıp uzaklaşmasını diliyordum için için. Oysa o sustu sonsuzluk gibi. Çayını içti,parasını masaya bıraktı ve sessizce uzandı elleri elveda sözcüğünü yansıtan paltosunun bulunduğu sandalyeye. Masada bir ben, birde bilinmezliğini bırakarak gidiverdi. Ardından kalabalıkta kaybolmuş küçük bir kız çocuğu gibi tuhaf bir telaş içinde kapıya ve boş sandalyeye bakıp kalmıştım uzun süre.Bir bilinmezi kovalamaktan yorgun düşünce zihnim, kitabıma dönmeye çalıştıysam da nafile okuyamayacaktım. Çay paramı masada onun parasının yanına bıraktım. Ayrılmak istemez gibi ağırlaşmıştı kahveden çıkarken adımlarım. Yağmur yavaş, yavaş yağmaya devam ediyordu. Şemsiyemi açmak istemedim. Tenha sokaklardan geçtim ,peşimde hayallerim. Evin kapısında bir süre öylece durdum. Derin bir soluk aldım o geceyi hücrelerime not etsin diye. Zile bastım ,annem açtı kapıyı. Bir bana bir kapalı şemsiyeme baktı. Burnumdan sular damlıyordu. Gülecek sanmıştım,oysa hiçbir şey söylemedi. Bir bardak çay ve bir havlu bıraktı odama sadece. Kaç gün,kaç hafta geçti üzerinden hatırlamıyorum. Bir öğle vaktiydi. Yağmurlar bitmiş bahar gibi bir hava sarmıştı kollarına hayatı. Vapur iskelesindeydim, karşı kıyıdaki kitapçıya uğramaktı niyetim. Vapur jetonumu alıp bir bankın ucuna emaneten iliştim. Tam yaklaşan vapura dalmışken bakışlarım, arkamdan gelen sesle irkildim "selam!". Şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış gözlerle arkama döndüm. Tanrım o muydu? Fakat bu gülümseme bambaşka biri yapmıştı sanki ,yine de oydu evet işte o çok uzak ihtimal gelip dayanmıştı kapıya!. "Merhaba!"dedim ama sesim çıkmış mıydı emin olamadım bir süre. Yanıma geldi tüm doğallığıyla ve o gün akşama dek gitmedi ,yanı başımdaydı. Dilek tuttuğunuz yıldızı yakalamanın nasıl bir his uyandıracağını bir hayal ederseniz ,sanırım hislerimi de yakalarsınız bir şekilde. O günden sonra bir başka tesadüfü beklememeye karar verip, randevusuz ayrılmadık birbirimizden. Bir tesadüfler silsilesiyle başlayan arkadaşlığımız,her gün aynı kahvede; hatta aynı masaya oturmaya itina göstererek ,o sessiz ,o unutulmuş köhne istasyon kahvesinde pekişti. Geçmişinden hiç bahsetmiyordu. Belki anlatmaya değer bir şey bulamıyordu,belki de unutmak istediği şeyleri yenilemektendi korkusu kim bilir. Sormadım bende tüm meraklarıma inat,bekledim. Adım, adım yaklaşıyordu ruhlarımız .Aşk mı?! Hayır sanırım daha çok birbirimizde huzuru bulmuştuk. Hayalleri vardı bensiz. Hiç gücenmedim içindeki yokluğuma. Gitmekten bahsediyordu hep,göçmen kuşlar gibi. Ne aradığını biliyordum. Bende aramıştım bir zamanlar,aslında kim aramıyordu ki onun aradığı şeyleri? Biraz özgürlük,umut,unutup yeniden başlayabilme,hayatın amacı,sevgi,... Aradığı şey uzaklarda değil,içindeki o sessiz, sessiz atan yüreğindeydi oysa. Uzaklara dalmamalıydı boş yere gözleri, içinde aramalıydı. Sustum!Hiçbir kelimenin anlatmaya gücü yetmeyecekti biliyordum ,kendi sözcüklerini bulmalıydı,kendi dilini. Eve döndüğümde ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Odam eskidende bu kadar ufak mıydı yoksa o gecemi duvarlar üzerime yürümüştü bilmem. Yatağımın yanında diz çöküp bir kutu çıkardım saklandığı yerden. İçinde dedemin hatırası eski bir pikap ve kitaplıkla, daktilo almak için biriktirdiğim bir miktar param vardı. Bir yıldır biriktiriyordum ve çok az eksiğim kalmıştı onlara kavuşmak için . Ertesi gün ilk işim pikabı gizlice evden çıkarıp satmak oldu. Biriktirdiğim para ve pikabın parasını alıp mavi bir zarfa koydum.Üzerine "git ve mutluluğunu bul!" yazmıştım.Koşar adımlarla istasyon kahvesine gittim ve çaycı çocuğa sıkı, sıkı tembihledim "Bunu mutlaka almasını sağla!"diye. Uzun zaman uğramadım kahveye. Yine bir gün ve yine ummadığım bir anda kapım çalındı. Çaycı çocuk çıkı verdi kapının ardından karşıma. Şaşırmıştım doğrusu! Elinde mavi bir zarf vardı ve yüzünde tuhaf bir gülümseme. Zarfı uzattı ve büyük bir suç işlemiş gibi utanarak uzaklaştı daha ben zarfı açamadan. Döndüğünü anlamak için sanırım zarfı açmama gerek yoktu! Umduğumdan çabuk duymuş olmalıydı yüreğinin sesini ,yoksa dönermiydi hiç.Zarfta kısa ama çok şey anlatan bir not vardı. "Gitmem gereken yer o kadarda uzak değilmiş, görmeyi öğrettiğin için sağol. Seni akşam iskelede bekliyorum saat tam 8:00'de." Onunla bir anne gibi gurur duyduğumu hissettim içimde o an. İskeleye yaklaştığımda orda olduğunu farkedip, bir süre öyle uzaktan izledim. Sancılı bir bekleyiş içerisinde yerinde duramayan adımları zamanı kovalıyordu. Pek çok şey geçiyor olmalıydı kafasından peş peşe. Bir zaman diliminde mola verince hayalleri ayakları da duruyor,adeta taş kesilip rıhtımın kendisi oluyordu. Ayaklarını bağlayan ancak geçmişi olabilirdi bundan böyle. Sigarasından derin bir nefes çekti. Rüzgara teslim etti dumanını birilerine ,bir yerlere mektup yollar gibi. Bir martı havalandı iskelenin ucundan;o martıya takılı kaldı bakışları. Yeni açtığı bir sayfada geçmişini aklıyor olmalıydı şu an. Gözlerini kısmış,başı dimdik, martılarla uçar gibiydi. Dokunmak istedim o an omzuna ve söylemek istedim"her şey geçti!". O an aklımı uyardı kalbim; dokunmak ne mümkündü, artık o uçmayı öğrenmişti. Koskocaman bir yürek vardı karşımda ,sorularını cesurca kovalamış. Ve şimdi dilsiz bir denizin önünde arınıyordu yudum yudum. Kim bilir belki ağlardı bile " erkekler ağlamaz" lara inat. Nasıl dokunurdum bu en mahrem haline?!...İşte şimdi,tam şu an; insanlığının tadını çıkarıyordu. Elleri umarsızca iki yanına düşmüş ,gözleri asırlarca uzaktaki bir yıldızdan bakar gibi bakıyordu martılara,denize. Ne çok şey anlatıyordu şu dingin suskunluğu. Eğildi,sağ eliyle suya uzandı olmadı. İskele bu kadar yüksek miydi, o gece sular mı çekilmişti bilmem. İçinde başaramamanın hıncı birikti. Yüzükoyun yattı yere ve yarı beline kadar sarkıttı bedenini, suya dokundu. Su dokunuşuyla yüzüne bir tebessüm sundu. Anladım suya bir mektup yazıyordu parmakları. Başını kaldırdı, batmak üzere olan güneşin kızılı yaktı, ala buladı yüzünü. Ateş gibi yandı gözleri. Ansızın kalktı uzandığı yerden, biri gizlice kulağına fısıldamıştı sanki"orda, arkanda"diye. Uzun, sakin bir bakışla uzattığı elleri bana "gel" der gibiydi. Uzattığı elleri dokunmadan daha gözleri hoş geldin demişti. Uzun bir süre suskun bekledik bir şeyleri. Karşı kıyının ve ayın ışıklarının denizle özlem giderişini izledik bir süre. Ilık rüzgarın oyunuyla yüzümü gizleyen saçlarımı çekti yüzümden. Bilmez gibi sordum "buldun mu?" diye yeniden. Hafifçe kıvrıldı dudakları "yolu sen gösterdin "dedi. Sustum o konuşmalıydı bundan böyle."sırf gitmeyi çağrıştırıyor diye gitmiştim o kahveye, oysa orda bana kalmayı öğretecek biri varmış beni bekleyen."dedi."Uzaklarda yeniden başlamak yokmuş meğer. Uzaklar sordu durdu; kimsin,nereden geldin, niye geldin, kaçış yokmuş öğrendim." "Oysa ne rahatmışım yanında,sen hiç sormadın, gitme demedin,...Şimdi buldun mu diye soruyorsun. Bense az kalsın bulduğumu anlamayıp yitiriyordum. Erken değildi dönüşüm aslında gitmeden de başlamışım seninle yenilenmeye." Sustuk. Kocaman,derin derin sustuk sadece. Gelen ilk vapurun güvertesine atladı. O gece gördüğüm son yakamoz pırıltısı, git gide uzaklaşan huzur dolu gözleri oldu. |
Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini
aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı. |
Evliliğinin üçüncü yılında kocası Barry'yi motosiklet kazasında yitiren Sharon dünyaya küsmüş, hele hele aşktan elini eteğini iyice çekmiş. Büyük bir kozmetik firmasında çalışıyor. 25 yaşındaki Sharon, çok sevdiği Barry'nin olmadığı bir hayata henüz hazır değil.
Sharon: Barry'nin ölümünden bu yana bir yıl geçti. Ancak bir türlü onu unutamadım. Acaba son saatlerini hangi duygularla geçirmişti? Neler hissetmişti? Kazadan sonra kendime "yeni yaşamıma" çabucak uyum göstermem gerek diye düşündüğümü biliyorum. Ancak bunu başardığımı söyleyemem. Her şey anlamını yitirmiş gibi. Sanırım tekrar başka biriyle ilişki kuramayacağım. Tabii ki ciddi bir ilişkiden sözediyorum. Başka birini öpme ve onunla aşk yapma düşüncesi dayanılmaz geliyor bana. Hele hele evlenmek düşüncesi öyle uzak ki. Ancak diğer yandan da yaşamımın geri kalanını yalnız geçirme düşüncesi de korkutuyor. Öyle yalnızım ki. Sue: Belki de "ciddi" ilişki için daha çok erken, belki de henüz hazır değilsin. Ne dersin? Sharon: Evet sanırım öyle. Ancak belki de bir kez daha hiç sevmeyeceğim diye korkuyorum. Ne dersiniz? Sue: Ben bir daha sevmeyeceksin gibi bir sonucun geçerli olmasını gösteren herhangi bir şey görmüyorum. Ancak sanırım öncelikle çözmen gereken bazı sorunlar var. Son yılda çok ağladın mı? Sharon: Hayır, pek değil. Sue: Peki nedenini biliyor musun? Sharon: Tüm yaşamınızı ağlayarak geçiremezsiniz, değil mi? Sue: Görünürde bu kötü deneyi büyük bir cesaretle karşılamışsın. Ancak endişen tekrar ilişkiye geçemeyeceğin konusunda. Kendini serbestmiş gibi hissedemiyorsun. Çünkü içinde ifade edemediğin büyük bir üzüntü var. Ağlaman çok normal. Böyle duygularla yüklü olman da normal. Daha önce ailenden birinin ölümünü gördün mü? Sharon: Evet, babam ben 16 yaşındayken ölmüştü. Sue: Sen ve ailen yas tuttunuz mu? Sharon: Hepimiz babamı çok severdik. Elbette çok üzüldük. Ancak duygularımızı pek açığa vurmadık. Annem çok cesurdu. Eğer üzüntüsünü belli ederse bunun bizi üzmekten başka bir sonuç vermeyeceğini düşünüyordu. Erkek kardeşim ise 12 yaşındaydı. Ve olayı tam olarak anlamıyordu. Annem sırf bizim için kendini cesur olmaya zorluyordu. Sue: Sen de Barry'yi yitirdiğinde annen gibi cesur olman gerektiğini mi hissettin? Sharon: Evet. Ancak bunu annem kadar iyi başardığımı sanıyorum. Kendimi çaresiz hissediyorum. Anneme büyük bir umutsuzlukla doluyken nasıl bu kadar cesur görünebildiğini sormak istedim. Ancak onunla bu konu hakkında konuşamadım. Annemle gerçi çok görüşüyoruz. Barry öldüğünden beri çoğu haftasonlarını annemle geçiriyorum. Ancak duygularımız hakkında pek konuşmuyoruz. Ben bu konulardan annemin önünde söz etmekten özellikle kaçınıyorum. Ona kötü anılarını tekrar anımsatmak istemiyorum. Sue: Sanırım birbirinize açılmaya alışmalısınız... Barry'nin ölümünden sonra yine aynı evde mi kalmaya devam ettiniz? Sharon: Evet. Başka bir yere taşınmayı hiç düşünmedim. Oturduğumuz daireyi evlenmeden hemen önce almıştık. Bir yıldır çıkıyorduk. Ve daireyi almak için bayağı uğraştık. Balayımızı bile bu dairede geçirdik. Başka bir yere gitmeye gücümüz yetmiyordu. Ancak balayımız çok güzeldi. Burası bizim, sadece ikimizin yeriydi. Sue: Boş zamanlarında neler yapıyorsunuz? Sharon: Fazla boş zamanım olmuyor. Büyük bir kozmetik şirketinde müdürün özel asistanıyım. Bu nedenle çok çalışmam gerekiyor. İtiraf etmeliyim bu da benim işime geliyor. Beni meşgul ediyor. Ve üzülmeye fırsat bulamıyorum. Eve geç geliyorum. Birşeyler yedikten sonra, ya biraz televizyon seyrediyor ya da duş alıyor ve yatağa gidiyorum. Daha iyi birşeyler yapmak için pek zamanım yok. Sue: Olay olduktan sonra işe gitmemezlik ettin mi? Sharon: Birkaç gün. Daha fazla gitmemek beraber çalıştığım arkadaşlarıma karşı haksızlık olurdu. Zaten evde ne yapacaktım? Evde hep kendimi kederli hissedecektim. Ben de işe döndüm. Herkes bana karşı çok nazikti. Onlarla birlikte olmayı istiyordum. Sue: Arkadaşların sana yardımcı oldu mu? Sharon: Evet, ellerinden geldiğince. Ancak beni anlayabildiklerini sanmıyorum. Bana yeni başlangıç yapmam gerektiğini söylüyorlar. Ancak söylemek yapmaktan daha kolay. Arkadaşlarımın çoğu evli çiftler. Beni bekar erkeklerle tanıştırmaya çalışıyorlar. Ancak bu beni daha da kötüleştirmekten başka birşeye yaramıyor. Bilmiyorlar ki hiçbiri Barry gibi olamaz. Sue: Ya hafta sonları? Sadece anneni mi görüyorsun? Sharon: Çoğunlukla annemi görüyorum. Bazen Barry'nin ailesini de görmeye gidiyorum. Barry onların tek çocuğuydu. Barry'nin ölümü onları elbette çok etkiledi. Onları hep sevdim ve onları görmekten çok mutluyum. Onlarla Barry hakkında konuşabiliyorum. Barry'nin babası tıpkı Barry gibi. Ve bundan hoşlanıyorum. Sue: İdeal olarak nasıl yaşamak isterdin? Sharon: Sorun bu. Barry'siz bir yaşam çok zor. Kendimi başka biriyle düşünemiyorum. Annemin babamın ölümünden sonra neden bir daha evlenmediğini merak etmişimdir. Gerçi babamı yitirdiğinde benim Barry'i yitirdiğim yaştan daha yaşlıydı. Ancak hala çok çekiciydi. Şimdi onun neden tekrar evlenmediğini anlayabiliyorum. Bir bebeğim olmadığı için gerçekten büyük bir pişmanlık duyuyorum. Hep istedik. Ama çok gençtik. Ve önümüzde çocuk sahibi olmak için uzun yıllar olduğunu düşünüyorduk. Eğer bir bebeğim olsaydı, ondan bir parçam olmuş olacaktı. Ancak insan gençken kendini sanki ölümsüz sanıyor. Sue: Barry neden özel biriydi? Sharon: O sevdiğim tek erkekti. Önceden birkaç erkek arkadaşım olmuştu. Ancak Barry benim tüm yaşamımdı. Bazen onun ölümünde benim de suçum varmış gibi hissediyorum. Sue: Barry'nin ölümünden neden kendini suçluyorsun? Sharon: Barry ne zamandır bir motosiklet almak istiyordu. Ben de iş arkaşdaşlarımdan birinin motosikletini sattığını ona söyledim. Bunu söylemeseydim belki de Barry hala hayatta olacaktı. Ve hala akşamları evde beni bekliyor olacaktı. Bu beni kahrediyor. Sue: Böylesi bir olayı yaşayanlar genellikle "ah olmasaydı" diyerek kendilerini suçlarlar. Ancak tabii ki gerçekte böyle bir suçluluk duygusu mantıksızdır. Şimdi biraz zor bir soru soracağım. Öldükten sonra Barry'nin bedenini gördün mü? Sharon: Hayır. Ne ben ne de ailesi buna daynamadı. Amcam onu teşhis etti. Sonraları keşke onu son bir kez görüp "elveda" diyebilseydim diye hayıflandığım oldu. ÖZETLE SUE GOODERHEM: "Sharon çok sevdiği Barry'nin kaybıyla unufak olmuştu. Acısını bu denli arttıran nedenlerden biri de, babasının ölümünde de kederini dışa vuramamaktı. Birlikte birçok seans yaptık. Şimdi kendisine yeniden aşık olabilecek cesareti buluyor" "Toplum ölüm olayına bir tabu gibi yaklaşır. Her şey hakkında konuşulabilir. Ancak bu konuda konuşmak pek iyi karşılanmaz.Barry'nin ki gibi ani ve kötü bir yokoluştu. Sharon, bu ölümü kabullenmekte gerçekten büyük zorluklar çekti. Uzun süren bir hastalık, kişiyi ölüme hazırlaması için zaman verir. Ama ani ölüm bir şansı vermez. Üç adımda ölüm... Sevdiğini yitiren kişinin duygusal yaşamı üç aşamada farklılıklar gösterir. Öncelikle ölümü kabul etme durumunda kalır. O artık yoktur. İkincisi büyük bir üzüntü: Gözyaşları, öfke ve suçluluk duygusu... Ve üçüncüsü olarak yeni bir kimlik arayışı: Onsuz yeni bir yaşama başlamak...Bu aşamalar sevilenin ölümü ya da bir ilişkinin bitiminden sonra yaşanan duygulardır. Ve sağlıklı bir başlangıç için bu aşamalardan geçilir. Sharon'a Barry'nin bedenini öldükten sonra görüp görmediğini sordum. Çünkü görseydi, bu ona gerçeği kabullemede yardımcı olacaktı. Anlaşılan nedenlerle akrabalar cesedi yaralar içinde görmekten çekinirler. Ancak ceset onların görebileceği gibi hazırlanırsa girmelerinde bir sakınca yoktur. Ölü bedeni görmek psikolojik açıdan faydalıdır. Aksi takdirde her an geri dönebileceği takıntısından kurtulmak zor olur. Sharon da Barry'inn öldüğünü tam anlamıyla kabullenmiş değildi. Kederiyle yaşamak Sharon üzüntüsüne ifade etmekten büyük oranda kaçınıyor. Çünkü kendisini annesi gibi cesur davranmak zorunda hissediyor. Bu nedenle annesiyle duyguları hakkında konuşmuyor. Öte yandan arkadaşları da ona bu konuda pek yardımcı olmuyor. Oysa sorunlarını çözmeden cesur bir yüz takınmanın pek faydası yok. Kendisini Barry'nin motosiklet almasına ön ayak olduğu için suçlu hissediyor. Eğer biraz konu hakkında daha akılcı düşünürse Barry'nin istedikten sonra başka bir yerden motosiklet satın alabileceğini anlayabilir. Öte yandan, ağlayabilmek, duygularını kontrol altında tutmadan açığa vurabilmek için birini onu cesaretlendirmesini bekliyor. Duygularını içine atmadan bunları biriyle paylaşmayı denemek sorunun büyük bir bölümünü çözecektir. Çünkü bastırılmış duygular ciddi bir depresyon nedeni olabilir. Gelecek var mı? Sharon'un acısını daha zorlu ve derin yapan nedenlerden biri de kaybetmeyi ilk kez yaşadığı babasının ölümünde de kederini tam anlamıyla dışa vuramadığındandır.Birkaç seans sonunda Sharon geleceğe daha olumlu bir yaklaşım içine girdi. Hatta kendisini yeni bir ilişkiye girebilecek ve aşık olabilecek kadar serbest bile hissedebilirdi. Barry'i asla unutamayacak. Ve unutmayı da istemiyor. Ancak onun için artık şu olasılık geçerlidir: Yeni bir evde, yeni bir erkekle, yeni bir yaşam. |
Adam genç kadına seslendi:
- Bana gözyaşı borcun var! Genç kadın sordu: - Nasıl öderim? Adam gözlerini kırptı; - Haydi gülümse! Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp, borcunu sildi. Ve mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu. Bir demet mor sümbül vardı kadının elinde. İkisi de bahar kokuyordu... Biri ilkbahar, diğeri güz. Adam, seslendi yine; - Bana mutluluk borcun var! Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu: -Nasıl ödeyebilirim? Heyecanlandı adam - Haydi yat dizlerime! Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca. Adam, şefkatle saçlarını taramaya başladı kadının. Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret hiç yaşanmamış baharlara benziyordu. Çaresizliğini ördü sırasıra. Sonra saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam. Yetmedi, gizli düğüm attı... Ağladı. Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu delice. Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu. Genç kadının gözlerinin içine baktı; - Bana yürek borcun var! Borcunun farkındaydı sanki genç kadın, şaşırmadı. - Bu borcumu nasıl ödeyebilirim? Adam kollarını uzattı - Haydi tut ellerimi! Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın. Elleri öyle sıcaktı ki, eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde. Genç kadın gitmek üzereydi. Adam son kez seslendi; - Bana can borcun var! Kadın irkildi; - Can mı? Sigarasından derin bir nefes çekti adam; - Evet... Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni! Hoşuna gitti sözler kadının - Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun? Adam, biraz daha yaklaştı; - Yum gözlerini! Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini. Adam da yumdu gözlerini, masumca bir öpücük kondurdu kadının titreyen dudaklarına. - Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaslarını kadın... Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi. Kekeledi; - Hayat öpücüğüydü! Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle... Adam, şaşırdı; - Ya senin bu yaptığın neydi? Genç kadın kapıya yöneldi; - Veda öpücüğü! Kalan borçlarına karşılık, yürek dolusu çaresizlik ve bir de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın. Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına. - Ne olur iyi bak umut çiçeklerime, solmasınlar... Genç kadın sümbülleri aldı: - Merak etme, gün aşırı sularım çiçeklerini! Adam sevindi: - Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter! Kadın gözden kaybolurken haykırdı adam, - Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun! Haykırışı yağmura karıştı. Kadın, yağmuru hissetmeyen kalabalığa... |
Julia Dixon, kazayla anahtarını evde unutmuş ve sokakta kaldığı sırada
postacı ona doğru yaklaştı.? -Bayan Dixon! Üzgün görünüyorsunuz, bir sorun mu var? -Ne yapacağımı bilmiyorum. Kapıda kaldım. Anahtar evde ve yedeğini bıraktığım komşum şehir dışında. Kocamda anahtar var, fakat o da şehir merkezinde bir otelde konferansa katıldı.Ona ulaşabileceğimi sanmıyorum. Eve nasıl gireceğim?? Postacı kadını sakinleştirmeye çalıştı ve ona bir çilingir çağırmasını tavsiye etti. -Sanırım yapabileceğim tek şey bu, fakat doğruyu söylemek gerekirse, çilingirler dünya kadar para alıyorlar.Oysa şu anda üzerimde bir kuruş bile yok.? Postacı kadının derdine ortak oldu. Kadının başka çaresi yoktu.? -Gitmem gerekiyor, buyrun mektubunuzu. Kim bilir,içinde belki sizi neşelendirecek güzel haberler vardır.? Julia zarflara baktı. Kardeşi Jonathan'dan bir mektup vardı. Geçen hafta onları ziyaret etmiş ve birkaç gün kalmıştı. ? Neden bu kadar çabuk mektup yazdı acaba?? diye mırıldandı Julia. Zarfı yırtıp açtığında, avucuna bir anahtar düştü. Mektupta şunlar yazılıydı : -Sevgili Julia. Geçen hafta sizde kalırken, siz alışverişe gittiğinizde kazayla kapıda kaldım. Komşunuzdan yedeğini istedim ama geri vermeyi unuttum. Bu mektupta onu da gönderiyorum.? Kapalı bir kapıyla yüz yüze gelmiş ve kendinizi ümitsiz hissediyorsanız, bilin ki tüm kapılar zamanı gelince içeri girmeniz için ardına kadar açılacaktır. |
Zengin bir adamın kızı çulsuz bir delikanlıya aşık olmuş. Babası kızını vazgeçirmek için her yolu denemiş ama başaramamış. En sonunda damat adayı ile yüz yüze konuşmaya karar vermiş. Kızına sevgilisini eve çağırıp kendisiyle tanıştırmasını istemiş. Kızı mutluluktan uçarak sevgilisini alıp eve getirmiş. Babası damat adayıyla özel olarak konuşmak istediğini söyleyip kızını mutfağa göndermiş. Ve başlamış damat adayını test etmeye.
- Genç adam kızımı gerçekten seviyor musun? Genç: - Evet efendim hemde dünyalar kadar çok Adam: - Peki o zaman kızımın her dileğini karşılaman gerekecek. Benim kızım zengin bir ailede doğup büyüdü. Yani istediği her şeye sahip olmaya alıştı. Örneğin bahçesinde yüzme havuzu olan bir villada oturmak isteyecektir. Nasıl alacaksın? Genç: - Efendim ben asgari ücretle çalışıyorum. Dişimi sıkar daha çok çalışırım. Bir bankadan uzun vadeli ev kredisi çekerim, Tanrı'da yardım eder, alırım bir ev. Adam: - Peki benim kızım lüks otomobillere alışık. Ona bir otomobil alabilecek misin? Genç: - Efendim evi aldıktan sonra biraz daha fazla çalışırım, Tanrı'da yardım eder, alırım bir otomobil. Adam: - Benim kızım her yıl kürkünün değişmesine, her çıkan mücevhere sahip olmaya alışmıştır. Alabilecek misin bunları? Ganç: - Efendim ben otomobili aldıktan sonra biraz daha fazla çalışırım, Tanrı'da yardım eder bütün isteklerini karşılarım kızınızın. Demiş. Bu konuşmaların ardından kız odaya girmiş ve havadan sudan biraz daha sohbet ettikten sonra genç adam izin isteyerek ayrılmış evden. Kız hemen merakla babasına sevgilisini nasıl bulduğunu sormuş. Adam: - Kızım genelde iyi niyetli bir gence benziyor, ayrıca seni de çok sevdiğine eminim. Ama bir tek kusuru var; beni Tanrı sanıyor... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:05 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.