![]() |
Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana rastlamış. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an göz göze gelmiş. Yaratana olan aşkı "yılan bile olsa"yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş."Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim"demiş. Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş. Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış."Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni
anlatmamış, ailesi dâhil. Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş. Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile buluşmuş ve altınını almış. Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Birkaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış."Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek" demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış. Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikâyenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kim bilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş. Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş. Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış. Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor.Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde.. Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı... Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım demiş... Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama... Sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız. |
Evin minik faresi, duvardaki
Çatlaktanbakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü. Kendi kendine: - "İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü. Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı Olduğunu anladığında yıkılmıştı. - "Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı. Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: - "Zavallı farecik...Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi. Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer Telaşla domuzun yanına koştu ve, - "Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" Diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama, - "Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol" dedi. Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve - "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!"dedi. İnek ; -"Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama Beni ilgilendirmiyor." dedi. Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı. O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için Yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve Aniden çiftçinin karısını ısırdı. Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi,yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli Olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi. Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti. Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli Et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı. Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki Deliğinden izledi. Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlayalım. Hepimiz yaşam denilen bu yolculukta yer alıyoruz. Diğerimiz için bir gözümüzü açık tutmalı ve diğerlerin cesaretlendirmek için çaba harcamalıyız. |
Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. (O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.) Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helâl değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır, Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama Onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der: - Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama O kabul etmeyebilir... Bunun üzerine adam üşenmez ve kalkar tekrar Hacı Bektaş Dergahı'na gider. Hacı Bektaş Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar. Hacı Bektaş da şöyle der: - Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama Onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir. |
Mehmedin Babası, Misafir odası için yeni bir avize almış. Yeni olduğu için ev halkı avizeyi devamlı açık bırakıyormuş. Mehmet bir akşam üstü Ev halkını bir arada görünce babasına dönüp
-Baba, iyiki dış kapıyı değiştirmedik yoksa eve hırsız girerdi kesin. |
Sevgi dolu, ancak sevginin yürekte saklandığı bir ailede yetişmişti genç kız. Sevginin dile vurulması gerektiğini düşünmemişti hiç.... Seviyorum demeye ihtiyacı varmıydı ? Babası zaten biliyordu, minik kızının kendisini sevdiğini. Kendisi de duymamıştı babasından. Sevgisi hep içindeyi, hareketlerindeydi ama dilde değil. Bunun eksikliğini duyduğunda ise çok geç kalmıştı. Utanıyordu artık. İnsan babasına seni seviyorum diyemezdi. SENİ SEVİYORUM; bu aileden olmayan birine , belkide haketmeyen birine kolay söylenebilirdi ama insanın babasına söylemesi utanılacak bişey olduğunu düşünüyordu.Utanıyordu; ah bi bir kere deseydi babasına , gerisi gelecekti biliyordu... Seni seviyorum dedikleri tek tek yok olmuştu hayatından. Haketmemişlerdi bu sevgiyi, hatta seni seviyorum kelimesini. Anlamı bile basitleşmişti bu kelimenin. Oysa hep yanında olan canı gibi sevdiği babasına söyleyememişti. Sırf söyleyememek değildi hırsı. Dokunamıyordu babasına .Sadece bir kere elini tutmuştu babası. Çok acı çekiyordu genç kız, ufak bir operasyon sırasında babasını yanında istemişti.Elini tutmuştu babası,sıkıca. Sanki eli kuvveti olmuştu kızın. Acısını hafifletmişti.... Bir kez tutmuştu elini.... Her gece dua etti genç kız; Tanrım babamın elini tutmam için, ona sevgimi haykırmam için yardım et. Onun kolunda, gururla yürümek istiyorum. Kimi zaman unuttuğuda oluyordu bu duayı ama tanrı biliyordu ve bir fırsat yaratacaktı onun için. buna emindi.... Ve bir gece babasının hastalanmasına şahit oldu genç kız. Birden bire değil yavaş yavaş hastalanmasının her anını gördü. Babasının kolunun uyuştuğunu farketti önce, hastaneye götürene kadar yavaş yavaş gelen felcin her dakikasına şahit oldu. Hıçkırarak ağlarken, babasının koluna girdiğini ve onun elini tuttuğunu hatırlıyordu...... Hastaneyi inletircesine ağlamaları engellememişti felci. Neden Tanrım, neden şimdi, neden böyle bir zamanda? Haykırışlarını duyanlar ettiği duayı bilemezlerdi ki..... günler boyu ağlamaları dinmedi. Seni seviyorum demesini duymadı babası belki ama Tanrı duymuştu ve babasını genç kıza bağışlamıştı belli ki.... bundan sonra babasına, hakeden kişiye söyledi genç kız sevdiğini. Utanmadan, grurula söyledi. Babam bu duygularımı belki hiç bilmedi. Ama ben herkesten çok hakediyordum ona sevgimi söylemeyi. Ve en çok o hakediyordu benim sevgimi :(
|
Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten bir kralın dörtte eşi varmış.Kral en cok dörtüncü eşini severmiş, bir dedigini iki etmez , her şeyin en güzelini en iyisini ona verirmiş. Kral üçüncü eşinide çok severmiş bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktugu için onu kıskanır üzerine titrermiş. ikinci eşini de çok severmiş. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş.Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın onu karşılık beklemeden en çok seven,sağlığına ve hükümdarlığına en çok katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen kral birinci eşini sevmez ve onunla hiç ilgilenmezmiş. Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapa yalnız kalmaktan korktuğu için eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisiyle paylaşmak isteyebileciğini öğrenmek istemiş.En çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendisine eşlik edip edemeyeceğini sorduğun da aldığı yanıt ''mümkün değil!''olmuş...''Hayatım boyunca seni sevdim sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin?''sorusuna üçüncü eşi de''hayır,hayat çok güzel sen ölünce ben yeniden evleneceğim...''diye yanıt vermiş. Kral bir kez daha yıkılmış.Bu defa her sorununda,her zaman yanında olan bana yardım eden sendin bu sorunumda da bana yardımcı olur musun?sorusuna karşı ikinci eşinden :
''bu sorunun için hiç bir şey yapamam olsa olsa sana mezara kadar eşlik eder güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım''karşılığını almış. Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş: ''nereye gidersen git seninle olurum,seni takip ederim'' ''ahh...''diye inlemiş kral ''keşke bir sansım daha olsaydı'' hikayemiz böyle hayatta hepimiz dört eşliyiz aslında dördüncü eşimiz vücudumuzdur...onun güzel görünmesi için ne kadar zaman kaynak ve çapa harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir... üçüncü eşimiz;sahir olduğumuz servetimiz ve statümüzdür. ölür ölmez başkalarına yar olacaktır. ikinci eşimiz ise; ailemiz ve dostlarımızdır. tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey,dünyadan gözleri yaşlı uğurlamak olacaktır birinci eşimiz ise ruhumuzdur. o her zaman bizimledir ve biz nereye gidersek gidelim bizimle gelir. UNUTMAYIN!!! yediklerimiz değil hazmettiklerimiz bizi güçlü yapar. kazandıklarımız değil biriktirdilerimiz bizi zengin eder. okuduklarımız değil hatırladıklarımız bizi bilgili yapar. başkalarına verdiğimiz öğütler değil bizzat uyguladıklarımız bizi insan yapar. |
ATATÜRK'ÜN BIR ANISI ! KEYIFLE VE DUYGULANARAK OKUYACAKSINIZ........
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu -Merhaba nine Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle - Merhaba dedi - Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp, - Neden sordun ki, dedi. Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır.Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı -Tabii söyleyeceğim,ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim - Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? - Gazi Paşamızı görmem için.Başını pek ağrıttım da Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca,o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey - Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti - Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki O bizim Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı.Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi Bana dönerek, - Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır. Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu.Ikisi de ağlıyordu. Iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı - Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi "Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin.Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun." |
Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş,az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini iziliyorlardı.Biri köpeklerden siyah biri ise tam tersi zıt beyazdı ve oniki yaşındaki çoçuk kendini bildi bileli o köpekler sürekli dedeisnin kulübesinin önüde boğuşup duruyordu.Dedesinin sürekli göz önünde tutugu,yanından ayırmadığı iki kurt köpeği idi bunlar.Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olabilecegini düşünüyor,dedesinin iki köpeğe niçin ihtiyacı olduğunu ve renlerinin neden illada siyah ve beyaz iki zıtlıkta oldugunu merak ediyordu.Artık bunu anlama zamanı gelmişti ve merakla sordu dedesine .Yaşlı reis,bilgece gülümsemeyle torunun sırtını sıvazlayarak ...
"onlar benim için iki simge evlat" dedi "Neyin simgesi" diye ,sordu çocuk yine merakla... "İyilik ve kötülüğün simgesi.Aynen şu gördüğün köpekler gibi,iyilik ve kötülük içimizde devamlı mücadele eder dururlar.Ben bunları seyrettikçe hep bunu düşünürüm.Onun için yanımda tutarım onları "dedi yaşlı reis Çocuk sözün burasında''mücadele varsa kazananı mutlaka olmalı diye düşündü'' ve her çocuga has ,bitmeyen bu sorulara bir yenisini daha ekledi; "Dede:!!!" Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi iyilik mi?? kötülük mü??" "Hangisi mi?? Evlat. Ben hangisini iyi beslersem." |
Kirli sarı duvara çivilenmiş gri asık suratlı posta kutusuna baktım,
Soğuk metal kutudan gökkuşağı fışkırıyordu sanki. Loş bir boşluğun içinde, hem de yıllardan sonra minik posta kutumda sarı bir zarf... Üzerinde pul. Özlemişim! El yazısı görmeyi özlemişim meselâ... Adımın, adresimin sevdiğim bir dost tarafından yazılmasını özlemişim. Çocuk gibi sevindim. Bir süre açmaya kıyamadım zarfı, öylece bekledim. Gözlerimi el yazısından almadım, alamadım. Seyrettim. "s" biraz yamuktu, "b" desem sanki kelimeden ayrı gibi, bir başına. Belli ki aceleyle yazılmıştı. Ama her harf bir dokunuştu. Sarı zarfa dost eli değmişti, dost yüreği gezinmişti üzerinde. İstanbul'un göğü grilere teslimken, sabah kuşları taze, yeşilli yaprakların arasında kuru dal ararken, gün bulutlu, rüzgârlı ve gitgide sessizken gelivermişti. Apartmanın girişindeki asık suratlı gri posta kutusu bana göz kırptı sanki. Konuştu... Duydum! Ne zamandır hep ince uzun, dikdörtgen zarflar alıyordum. Bankalardan, taksitli kartların ekstreleri. Bir de telefon ve elektrik faturaları. Mektup almayalı ne çok olmuş. Ne çok özlemişim el yazısıyla yazılmış zarfları. Her biri aynı karakterde yazılmış, puntoları bile değişmeyen zarflar hayatımı ne zaman işgal ettiler? Ya, el yazılı zarflar nasıl minik ve çelimsiz adımlarla uzağıma nasıl düştüler? Ve ben buna nasıl izin verdim. Başka zaman olsa kendime kızardım. Bu kez öyle olmadı. Kendimi anlamaya çalıştım. Affettim. Zarfı yavaş, yavaş açtım. Sindire, sindire. Çizgisiz kağıda yazılmış, kat yerleri özenle ayarlanmış mektubu şaşkınlıkla okşadım. Sadece iki satırdı mektup: "Her gün mailleşmek yetmedi birden. Ekrandan ekrana yaptığımız yazışmalar yetmedi. Yıllar önceki gibi olsun istedim. Biliyor musun, sana mektup gönderirken ben aslında kendimi tazeledim." Yüreğim pır pır etti, gülümsedim! |
Üç adam ölür ve cennete giderler. Sorgu meleği birincisine sorar, "Seni cennete yollamadan önce sana bir sorum var: Karına karşı sadık oldun mu?" Adam yanıtlar; "Evet, asla bir başka kadına bakmadım." Sorgu meleği, "Şuradaki Rolls-Royce'u görüyor musun? O senindir. Cennetteyken kullanabilirsin.." Sorgu meleği ikinci adama da aynı soruyu sorar ve şu cevabı alır; "Bir kez karımı aldattım ama bunu ona itiraf ettim. Beni bağışladı ve mutlu yuvamızı kurtardık." Bunun üzerine sorgu meleği, "Şuradaki Mercedes'i görüyor musun? Cennetteyken onu kullanacaksın.." der ve üçüncü adama da sorar, "Karını hiç aldattın mı?" Adam yutkunur ve şöyle der; "itiraf edeyim ki; bulduğum her kıza asıldım ve her fırsatta onlarla yattım, birçoğu ile beraber oldum. Üzgünüm." Sorgu meleği; "Ehh" der, "Ama temelde iyi bir adamsın. Şuradaki eski vosvos'u görüyor musun? Cennette onu kullanacaksın." Bunun üzerine üç adam vedalaşır, arabalarına atlar ve kendi yollarına giderler. Birkaç hafta sonra ikinci ve üçüncü adam birlikte gezerlerken barın önünde birinci adamın Rolls-Royce'unu görürler. Bara girdiklerinde adamın perişan bir halde, etrafındaki boş şişelerin arasında salya sümük oturduğunu görürler ve şaşırırlar. "Heyy! ne oldu sana?" der ikinci adam, "Cennettesin, altında bir Rolls-Royce var, hersey mükemmel ama sen niye bu haldesin?" "Bugün karımı gördüm!" der birinci adam. Diğerleri; "Aaaa! ne kadar güzel, peki derdin nedir?" diye sorarlar. Adam içini çekerek konuşur, "Kaykay'la dolaşıyordu..."
|
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:45 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.