![]() |
Psikolojik Sorunlar..
Adet Öncesi Gerginlik
Bir çok kadının yaşadığı menstruasyon öncesi gerginlik aslında genel ruhsal yapımızın da bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Adet öncesi dönemde başlayıp mensin başlamasından sonraki birkaç güne kadar devam eden bu durum eğer tedavi edilmezse büyük ihtimalle bundan sonra da devam edip gidecektir. Hemen her hanım adetlerinden önceki birkaç günü gergin geçirir ancak bu durum günlük işlevselliğini çok etkilemez. Hastalık demek için aşağıdaki kriterleri bir kez gözden geçirin: En az bir yıllık süre içerisinde sosyal mesleki ve akademik işlevselliğinde belirli düşüşe sebep olması Duygulanımında donukluk, mantıkdışılık veya kayıtsızlık gibi negatif belirtilerde yavaş yavaş ortaya çıkma ve şiddetlenme Kişiler arası uyumda bozulma, kendini toplumdan yalıtma yada toplumsal çekilme varlığı. Bu belirtilerin varlığı ile son 12 aylık adetlerde belirtiler devam ediyor veya artarak sizi rahatsız ediyorsa adet öncesi gerginlik sendromundan bahsetmek gerekir. Her adet döneminizde kendinizi üzgün sıkıntılı veya duygulanımınızda hızlı oynaklık varsa ve zevk veren etkinliklere karşı ilginiz kayboluyorsa tedavi olarak bir ayınızın her gününü daha mutlu ve dolu dolu yaşayabilirsiniz. |
Cyrano Kompleksi
Kişinin kendi ihtiyaç, istek ve amaçlarının başkaları tarafından gerçekleştirilmesini tercih eden tutuma verilen addır. Bu komplekse sahip olan kişiler, başkalarının başarılarından, en az kendi başarılarından duydukları kadar sevinç duyarlar. Kişinin, kendisini bir başkasının yerine tam olarak koyabilme yeteneği bu kompleksin temelidir. İşin içine, suçluluk duyguları, kendi kendini cezalandırma tutkusu ya da mazoizm gibi şeyler karıştığı takdirde, Cyrano kompleksi bir hastalık halini alabilir. |
Depresyon
En az iki haftalık süre içerisinde aşağıdaki belirtilerden en az beşi sizde varsa DEPRESYON sorgulanmalıdır. *Çökkün bir ruh hali, ilgi kaybı ya da yaptıklarından zevk alamama, *Günlük iş ve gücünü yapamama,günlük işlere karşı isteksizlik, *Perhiz yapmadığı halde aşırı kilo kaybetme ya da kilo alma (Bir ayda vücut ağırlığının %5 inden fazlasını alma ya da verme) İştah kaybı ya da aşırı iştah. *Hemen her gün aşırı uyma ya da uykusuzluk, *Sıkıntı huzursuzluk yerinde duramama, *Kendini yorgun bitkin halsiz hissetme (enerjisi çekilmiş gibi hissetme) *Kendini değersiz aşağılık ya da suçlu gibi hissetme *Dikkatini bir noktaya toplayamama *Cinsel istekte aşırı azalma ya da istek kaybı. Halk arasında sıkıntı ile giden bütün hastalıklar depresyon olarak adlandırılmaktadır. Ancak depresyon bunların hepsinin ötesinde özel bir durumdur. Yukarıda saydığımız belirtilerin hepsinin herkeste görülmesi beklenmez. Önemli olan bu belirtilerin kişinin sosyal mesleki ve insani ilişkilerinin ne kadar etkilendiğidir. İş güç yapamayan insani ilişkilerini sürdürmekte zorlanmaya başlayan bir kişi hastalık sınırlarını zorlamaya başlamış birisi demektir. Çünkü depresyonun da kendi içerisinde basamakları vardır. En ağırından Majör depresyonla depressif yakınmaları olan bir kişi arasında dağlar kadar fark vardır. Ancak her ikisi de sonuçta birbirine dönüşebilir. Sayılan belirtiler içerisinde birbirine zıt görünen belirtiler olmakla birlikte depresyonun farklı alt tiplerinin ayrımı ancak uzman bir gözle ve belirtilerin tümü birlikte değerlendirildiğinde olacak bir iştir. Etrafınızdaki herhangi birinde bu belirtiler varsa ve günlük hayatını etkiliyorsa bu kişi depresyonda olabilir dikkatli olun. Bu belirtiler herkeste zaman zaman olabilir. Dikkat etmek gereken en önemli iki noktayı tekrar hatırlatalım. 1-Belirtilerin süresi 2-Günlük yaşamı ne kadar etkiledikleri. Tedavide iki ana prensip vardır. 1-İlaç tedavisi 2-Psikoterapi metotları. Bu iki yöntem birlikte uygulandıklarında eni iyi cevaplar alınır. Bütün hastalık belirtileri geçtikten sonra yapılması gereken şey en az 6 ay daha ilaç kullanımı ve belirli aralarla psikiyatristinizle görüşmektir. Unutmayın bir kez depresyon geçirmek ikincisinin daha kolay gelmesine işarettir. |
Depresyonun Tekrarı
Psikiyatrik hastalıklar doğaları gereği zaman zaman tekrarlama riskleri olan hastalıklardır. Ve daha önce depresyon gibi bir hastalık geçirmişseniz tekrarlar mı diye endişenizde haksız sayılmazsınız. Hiç hasta olmayan birinin hastalanması riski nasıl varsa daha önceden hastalanmış biri de hastalanabilir. Ancak risk biraz daha fazladır. Bunu depresyon için değerlendirelim. Geçirilmiş bir atak varsa ve bu ilk ataksa, ailede hasta kimse yoksa bir daha hiç hastalanmama şansı % 50'dir. Eğer daha önce geçirilmiş hastalık 2 yıldan uzun sürmüşse daha sonra hastalanma riskimiz yüksek demektir. Tekrarlayan her hastalık atağı riskimizi artıracaktır. 1.derece akrabalarda (anne,baba,kardeşler gibi) hastalık varsa daha fazla risk altındasınız demektir. Psikiyatrik rahatsızlıklar artık eskiye oranla çok daha iyi tedavi edilmektedir. Bu gerek ilaçların gelişmesi gerekse hastalıkların daha iyi öğrenilmesi ile alakalıdır. Yani artık hekimler bazı hastalıkları daha iyi öğrendiler ve daha iyi tedavi etmeyi başarabiliyorlar. Hastalıklar tedavi edilebilir risk altında olanlar daha dikkatli olursa tablo tam oluşmadan başvurduklarında daha kolay tedavi olurlar. Hastalık tekrarı için risk faktörleri: Ailede başka bireylerde hastalık varlığı Daha önceki hastalığın uzun sürmesi (2 yıl ve üzeri) ve zor tedavi edilmiş olması. Daha önce birden fazla kez hastalık geçirmiş olmak. Hastalık tekrarlamasını önlemenin en iyi yolu önceki atağı iyi tedavi etmektir. Bu yüzden tedavinizi kesmeden önce mutlaka hekiminize danışın. |
Hazan Mevsimi
Yaklaşan sonbahar hangimizi hüzünlendirmez ki? Düşen sarı yapraklar çoğunlukla insanın içindeki hüzün duygusunun harekete geçirir . İnsanlar hayatlarında da benzer Sonbaharları yaşarlar. Şarkı sözlerinde de sonbaharın hüzün verici özelliği hep dile getirilmiştir. Yalnız şarkı sözlerinde değil bilimsel araştırmalarda sonbahar ve ilk baharda Depresyon ve Mani gibi ruhsal rahatsızlıkların arttığını ortaya koymuştur. Özellikle çökkün duygulanım(Yani mutsuz ümitsiz ve halsiz hissetme), iş güç yapma isteğimizde azalma sabahları yataktan kalkmak istememe, iştahsızlık, keyifsizlik, yorgunluk hissi, cinsel isteksizlik, bazen hayatı yaşamaya değmez bulma hemen herkesin az çok hissettiği şeylerdir. Bu duygular hazan mevsiminde (Sonbaharda) kabarır. Bir çok insan bunu hisseder ama az bir kısmımızın günlük yaşamını etkiler. Eğer günlük yaşantımızı bu duygular etkilemeye başlamışsa, işimizi yapamıyorsak her zamankinden çabuk sinirlenip etrafımızı kırıyorsak ve 2 haftadır bu durum değişmemişse giderek de artıyorsa hazan mevsimi hüzne gebedir denebilir. Bu durum önceki yıllarda da olmuşsa bu yıl daha dikkatli olmalısınız. Bu sonbahar umarım 1999 yılı sonbaharında milletçe yaşadığımız felaketleri unutturur. Sonbaharla birlikte eskiden psikiyatrik sorunu olanlar biraz daha gerildiler. Bazılarınınsa eski rahatsızlıkları nüksetti. Yapılması gereken tedavisi devam eden hastaların kesinlikle aksatmamaları. Belirtileri nüksedenlerin de doktorları ile bir an önce irtibata geçmeleri gerekir. |
Mani
Depresyon en çok bilinen duygudurum bozukluğudur. Ancak yaşanılan çökkünlüğün zıttı bir şekilde duygulanımın taşkın bir hal aldığı bir psikiyatrik rahatsızlık vardır ki ona da mani diyoruz. Mani halk arasında pek bilinmeyen bir hastalıktır. Yaşam boyu görülme sıklığı % 1'dir. Yani 100 kişide bir kişide görülür. Oysa bu oran depresyon için %3-5 tir. Çok iyi bilinmediği içinde bu sorun bazen kişinin kendisine ve bazen de çevresine zarar vermesine yol açabilir. Bu nedenle iyi tanınmalı ve tedavisi ihmal edilmemelidir. Genel özelliği hastanın günlük işlevselliğinde belirgin bozulmaya sebep olan ve hastanın muhakeme yetisini bozan inatçı biçimde yükselmiş, kabarmış veya aşırı uyarılmışlık hali ile giden bir duygudurum bozukluğudur. Bu aşırı uyarılmış ve taşkın halin en az bir hafta sürmesi bu hastalığın tanısını koymak için gereklidir. Ancak bazen mizaç o kadar yükselmiş olur ki 1-2 günlük bir süre bile hastalığın tanısını koymak için yeterli olabilir. Bu duygudurum bozukluğu sırasında aşağıdakilerden en az 3 ünün varlığı gereklidir. 1. Kendine güvende abartılı ve aşırı bir artma olması. En güçlü benim benim her şeye gücüm yeter. (Bazen peygamber ya da tanrı olduğunu bile iddia edenler olabilir.) 2. Uyku gereksiniminde azalma ( Mesela sadece 2-3 saatlik bir uyku ile günlerce idare etme ve dinlenmiş hissetme halinin varlığı) 3. Her zamankinden daha konuşkan olma ya da etrafındakileri konuşmaya tutma hali. 4. Fikirle öylesine hızlı değişir ki zihnindeki u uçuşmayı konuşma hızı yakalayamaz ve daldan dala atlama olur. 5. Dikkatte aşırı bir dağınıklık olur ve basit ayrıntılar bile dikkatini dağıtabilir. 6. Motor faaliyetlerde aşırı bir artma vardır. Yaptığı işin amacına yönelik davranışlar ve hareketler artar. 7. Kötü sonuç verme ihtimali, yüksek zevk veren etkinliklere aşırı katılma (sonucunu hesap etmeden ani kararlar verip uygulamaya koyma gibi). Bu rahatsızlık uzun süre psikiyatrik tedavi gerektiren ve tekrarlama ihtimali olan bir rahatsızlıktır. Ve zaman zaman depresyonla seyreden dönmeler de görülebilir. İlaç tedavisine iyi cevap veren bir rahatsızlıktır. |
Sıkıntı Hissi
Sıkıntı insanlık tarih kadar eski bir histir. Bu his, hissedeni tarafından çoğunlukla iç sıkıntısı huzursuzluk, gerginlik, daralma şeklinde ifade edilir. Bu hisle hepimiz günlük hayatımızda tanışırız. Ancak gelip geçici olduğunda pek etkilenmeyi. Bazen sıkıntılarımız öylesine yoğunlaşır ki işimizi gücümüzü yapmamıza mani olacak bir hal bile alabilir. Sürekli gergin ve tedirgin olduğunuzu düşünün; Hayattan zevk almanız azalır, dikkatinizi toparlayamazsınız, işe gitmeyi canınız istemez eskiden zevk alarak yaptığınız bir çok işi artık boş ve anlamsız bulursunuz. Sıkıntının bariz ve yaşadığınız durumla uyumlu bir nedeni varsa bu doğal bir duygu yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak eğer bu anlamda bir sebep yokken siz kendinizi sıkıntılı ve gergin hissediyorsanız bunu biraz incelemek gerekir. Burada hemen şu soru akla geliyor sıkıntının normali var mıdır? Evet her insanın hayatında hastalık olmadan yaşadığı normal bir sıkıntı vardır. Ciddi kayıplar (para, sevilen birinin kaybı vs gibi) bir süre için kaybın kişi için anlamı oranında sıkıntıya sebep olabilirler. Ancak bu süre işimizi gücümüzü engelleyecek boyuta ulaşmışsa, sosyal ilişkilerimizi bozuyorsa artık eskiye kıyasla asabi olmaya başlamışsak sınırlar aşılmış normalin ötesine geçilmiş olur. En çok da depresyonda bu durumu yaşarız. Depresyonun en önde gelen belirtisi zaten duygu duruma hakim ola sıkıntı ve isteksizlik halidir. Sözün özü sıkıntınız 2 haftadan daha uzun bir süredir devam ediyorsa; sosyal mesleki ve aile yaşantınıza negatif yansımaları varsa sıkıntının normal sınırı aşılmaya başlanıyor emektir. Dikkatli olmalısınız. |
Işık Tedavisi
Depresyon çağımızın ruh hastalıklarının vebası gibi değerlendirilmektedir. Yaygınlığı ve tedavisinin başka psikiyatrik rahatsızlıklara oranla yüz güldürücü olması dikkatlerin hep üzerinde toplamasına neden olmuştur. Ve bu arada hekimler tedavi için hep yeni arayışlar içerisinde bulunmuşlardır. Tedavi için yapılan araştırmalar öncelikle depresyonun nedenine yönelik araştırmaların artmasına neden olmuştur. Yapılan beyin araştırmaları rahatsızlığın kaynağına yönelik bir çok farklı durumu tespit etmiş olmakla birlikte beyinde bulunan bir merkezin (corpus pineale) güneş ışığıyla uyarılması neticesinde beynin daha aktif ve canlı uyarı olduğu keşfedilmiş. Bu buluş özellikle kuzey ülkelerinde kış aylarında havanın kapalı olduğu zamanların çok fazla olması nedeniyle gün ışığından oldukça az faydalandığı tespit edilmiştir. Bu durum güneş ışığının suni olarak verilmesi ile tedavide fayda sağlanabileceği tezinin öne sürülmesine neden olmuş ve denemişlerdir. Bir süre sonra hakikaten faydalı neticeler alınmış insanlar daha az depresif bulunmuştur. Ancak yinede bu tedavi yeterince faydalı bulunmamıştır. Başka tedavi yöntemleri araştırılmaya devam edilmiştir. Bir süre önce gazetelerde gördükleri bir haber neticesinde depresyonlarını bu ampullerden çıkan ışıkla tedavi ettirmek istediğini söyleyen bir grup hastam oldu. Şunu hatırlatmakta fayda var. Bu ışık ne kadar iyi taklit edilirse edilsin güneş ışığının kalitesini asla yakalayamaz. Ve kaldı ki Türkiye en az güneş alan bölgesi olan Doğu Karadeniz bölgesi dikkate alındığında bile böyle bir tedaviye ihtiyaç göstermemektedir. Çünkü Türk insanı güneşten faydalanmak adına coğrafi olarak çok şanslı bir noktada yaşamaktadır. Bu anlamda ışık tedavisini dışlarken hatırlatma fayda var şu an depresyon için en etkili tedavi metodu ilaç ve psikoterapinin birlikte uygulanmasıdır. |
Histerik Bulaşma
Histerik bulaşma, okul, fabrika gibi kurumlarda veya köy, kasaba, mahalle gibi küçük yerleşim birimlerinde psiko-sosyal kaynaklı fiziksel rahatsızlıkların veya rahatsızlık belirtilerinin sosyal bulaşma yoluyla yayılmasını ifade etmektedir. Bu anlamda histerik bulaşma, sosyal bulaşmanın özel bir hali olarak değerlendirilebilir. Pratikte çeşitli örnekleri bulunan ve histerik bulaşma sonucu oluşan rahatsızlıklar, 'kolektif histeri' olarak adlandırılmaktadır. Kolektif histeri örneklerinin analizi, bu tür olayların, çoğu kez, sorumluluk düzeyi yüksek, karşılaştığı sorunu kurallar labirenti ve mevzuat içinde çözmekte güçlük çeken, fakat enformel kaçış yollarını da kullanamayan kişilerde ortaya çıktığını göstermektedir. Literatürde bilinen en ünlü kolektif histeri örneklerinden biri, ABD'nin güneyinde küçük bir kasabada bir tekstil fabrikası işçileri arasında meydana gelmiş ve Kerckhoff ve Back (1968) tarafından incelenmiş olan 'Haziran Böceğinin Sırrı' adlı vakadır. Ülkemizde de bunun ilginç örneklerinden biri 1967 yılında Aydın'ın Acarlar Köyü'nde yaşanmış ve S. Er (1969) tarafından incelenmiştir. Bu köyde kısa bir zaman dilimi içinde yayılan histeri vakasının temelinde, çeşitli psiko-sosyal faktörlerin bulunduğu saptanmıştır: Etrafı Sünnî köylerle çevrili bir Alevi köyü olan Acarlar köyü halkının töreleri, özel ten rengi, fakirlikleri nedeniyle kendilerini sürekli ezik ve baskı altında hissetmeleri, köyün uzun zamandan beri dışa kapalı ve kendine dönük bir yaşam tarzı sürmekte iken aniden dışa açılması ve dengesini koruyamaması, köy gençlerinin yeni yaşam modelleriyle temasa geçmesinin yarattığı kültürel şok, vb. |
Kalabalık Deneyimi
Kalabalık deneyimi (crowding), belirli bir mekânda istenen, beklenen veya uygun bulunandan daha fazla sayıda insanla birlikte bulunmanın yarattığı psikolojik bir gerilim durumu olarak tanımlanabilir (ve bu anlamda yığılma veya yığılma duygusu sözcükleriyle karşılanabilir). Kalabalık yaşantısı, yoğunlukla ilgili olmakla birlikte, aynı şey değildir; zira daha ziyade fiziksel bir terim olan ve belirli bir alanın büyüklüğüne oranla bu alanda bulunan kişilerin sayısına göre tanımlanan yoğunluktan (density) farklı olarak sübjektif değerlere göre ortaya çıkar. Duruma ilişkin olumsuz duyguların yanı sıra, durumla başa çıkmaya yönelik psikolojik tepkileri ve bunların psikolojik sonuçlarını içerir. Yığılma bireyin kendi ölçülerine göre fazla sayıda kişiyle birlikte bulunmanın yol açtığı strese dayanan olumsuz bir duygudur. Bu duygunun ortaya çıkmasında çeşitli faktörler rol oynamaktadır (Stokols, 1978): Bulunulan yer üzerinde kontrol eksikliği algısı, istenen şekilde hareket etme olanaksızlığına bağlı güvensizlik duygusu, vb. Bu açıdan bakıldığında kalabalık deneyimi, bazen bir özgürlük kaybı duygusu (Stockdale), bazen da bir şeylerin işgali veya kaplayıcı mevcudiyeti, rahatsız edici buradalığı, bazen da bir güvensizlik duygusu olarak belirmektedir. Çevre psikologları kalabalık deneyiminin ortaya çıkmasını açıklamak üzere çeşitli modeller Öne sürmüşlerdir: Aşırı uyarılma modeli, çevrenin aşırı yüklü olmasını temel almaktadır; kontrol modeli, çevre üzerinde kontrol eksikliğine bağlı güçsüzlük veya acizlik duygusunu vurgulamaktadır; ekolojik model, mekân tipi, bu mekândaki kişi sayısı ve bu mekânda oynanması öngörülen sosyal roller arası ilişkilerden hareketle yığılmayı analiz etmektedir. |
Kompleks
Kelime olarak "karmaşık" anlamına gelebilir. Psikolojide bilinçsiz olarak kişinin ruhsal yaşantısını etkileyen düşünce karışıklıklarına kompleks denir. Kompleks kavramını tanımlarken verilen en önemli ve güzel örneklerden biri Sigmund Freud'un açıkladığı "Ödipus Kompleksi"dir Hadımlık kompleksi, Anal (makat) kompleksi ve Narsizm kompleksi kişioğlunun yaşantısını etkileyen diğer önemli komplekslerdir. |
Laktasyon Psikozu
Çocuk emzirme zamanı ortaya çıkan ruhsal bir rahatsızlıktır. Bazen loğusalık sırasında başlar ve loğusalık psikozu adını alır. Çoğunlukla hasta kâbus görmeye ve sayıklamaya başlar. Genellikle hamilelik ve doğum sırasında meydana gelen hastalıklar yüzünden ortaya çıktığı gibi, emzirme sırasında ya da loğusalık zamanında kapılan bulaşıcı hastalıkların bulaşması ve göğüs iltihaplanmaları da laktasyon psikozunun doğmasına neden olabilir. |
Megalomani
Megalomani ya da büyüklük hezeyanı, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Megalomani, kendi başına bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir psikolojik durumdur. Büyüklük hezeyanları kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayanır. Megalomani, kendini önemseme duygusunun gerçekliğe dayanıp abartılı bir biçim alan, aşırı bir özgüven değildir. Nedenleri Megalomani, üç ayrı biçimde ortaya çıkan davranış tipine verilen addır. Birincisi, genellikle huzursuzluk, gevezelik, sinirlilik belirtilerinin eşlik ettiği, büyüklük inancı ve davranışlarıyla bir mani olarak belirir. İkinci tipte şizofreni belirtileri görülür: Hezeyanlar o ölçüde manik yapıda değildir. Kişi olağandışı niteliklere, güç ve zenginliğe sahip olması doğalmış gibi davranır. Bu tip megalomanide çoğu zaman başkalarının kötülükleriyle karşı karşıya kalındığı konusunda da hezeyanlar görülür. Üçüncü tipte megalomani, ilerlemiş frengi enfeksiyonu sonucu oluşan beyin hasarından kaynaklanır. Ne yazık ki, frenginin ilk belirtileri kimi zaman gözden kaçabilir ve başlangıç belirtilerinin hızla yok olmasına karşılık mikroorganizma etkinliğini sürdürür. Beyne yayılan enfeksiyon yargılama ve dikkati yoğunlaştırma yeteneklerini bozar, depresyona, megalomaniye ve başka türde hezeyanlara yol açar. Belirtiler Megalomanide, gerçeklikle kesinlikle ilgisi olmayan hezeyanlar söz konusudur. Sözgelimi, dar gelirli bir megaloman dünyanın en zengin adamıymış gibi davranabilir, tanıştığı herkese büyük miktarlarda çekler yazabilir. Tedavi Tedavi, megalomaniyi doğuran nedene bağlıdır. Mani ve şizofreniyle birlikte görüldüğünde, ilaç ve psikoterapiyle denetim altına alınır. Tam iyileşme garantisi yoksa da belli bir düzelme sağlanır. Nedeni frengi enfeksiyonu ise, genellikle penisilinle yapılan acil tedaviye başlanması zorunludur. Tedavi sonrasi tam iyileşme ya da en azından kalıcı bir düzelme elde edilir. |
Narsisizm
Narsisizm kavramı, kendini cinsel obje olarak alma şeklindeki fetişizm biçimini belirtmek üzere psikoloji literatüründe ilk kez 1887'de Binet tarafından kullanılmıştır. Ardından seksologlar tarafından cinsel bir sapma olarak; homoseksüellerde görülen bir öz sevgi biçimi olarak ve yüzyılın başında bir cinsel 'sapıklık' (perversion) olarak kullanılmıştır. Ancak terim, Eski Yunan mitolojisinde Narsis mitosunda, bir kişinin kendine aşkı anlamında zaten mevcuttur. Narsis mitosunun klasik versiyonunda, Narsis, çocukluğundan beri bir aynada kendi görüntüsünü hiç görmemiştir; Kahin Tiresias, Narsis'in kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını söylediğinden ana-babası (Lephisos ırmağı ve Liriopa adlı Nympha) onu yansıtıcı yüzeylerden uzak tutmuştur. Bir gün, Nympha Echos'un aşkını geri çeviren Narsis, tanrıların gazabını üstüne çekmiş ve başı boş bir gezgin gibi dolaşmaya mahkum edilmiştir. Susuz bir durumda oradan oraya dolaşan Narsis, bir su kaynağında su içmek isterken, kendi yüzünü görür, hayran olur, büyülenir. Önce onu bir başkası zanneder, tutmak için kollarını suya daldırır, ama imaj ellerinden kayıp gitmektedir. Bu imkansız aşkın işkencesi içersinde, aşkının objesinin kendisi olduğunu farkeder. Kendisinden sıyrılıp kopmak ister ve kendi kendine acımasızca vurur ve nihayet ölür. Matem içindeki kız kardeşleri saçlarını kestirirler, Narsis'in vücudunu odunlar üzerine koyup yakmak isterler, fakat Narsis'in bir çiçeğe dönüştüğünü farkederler. Narsis mitosunun Pausanius'a ait diğer versiyonunda, bir ikiz figürü vardır. Narsis suyun yüzeyinde kendi yüzünü ve bir bakıma kendi yüzünde ikizinin yüzünü görür. Burada kendine aşkı diğerinin aşkıyla karışır; bir tür ego-alter, ben-diğeri ilişkisi vardır; Narsis diğerinde kendini, kendinde diğerini sever. Bu anlamda kendi kendini sevme olarak narsisizm, kişilerarası ilişkilere gönderir. |
Nevroz
Çatışmaların yol açabileceği ruhsal hastalanma. Böyle bir hastalanmanın ruhsal olduğu gibi gövdesel belirtileri de olur: Baş ağrısı, yürek çarpıntısı, kusma, inme, kekeleme, cinsel soğukluk ile erksizlik gibi. Hallolunmamış yaşam kavgasının çoğu kere pek farkında değildir hasta. Tedavi için gövdede ortaya çıkan arazları gidermenin yanısıra, ruh tedavisine de başvurmak gereklidir. Freud'a göre sinir hastalıklarının çekirdekleri çocukluk çağının derinliklerinde yatarlar. Daha sonra, yetişkin bir insanda ortaya çıkan herhangi bir sinir hastalığı, o insanın zaten böyle bir illete eğilimli olduğunü gösterir. Ama aynı zamanda sinir hastalığının nedenlerinin yalnızca bireysel olmayıp toplumsal olduğuna da işaret eder: Toplum düzenleriyle çatışma, varoluş kavgası gibi. Demek ki sinirlice tepki göstermek, kişinin kendi istekleri ile çevrenin koyduğu sınırlamalar arasında olagelen bir sürtüşmenin sonucudur. Kretschmer der ki «sinir hastalığının ruhbilimi gerçekte insan yüreğinin ruhbilimidir.» Cinsel nedenlerde kaynağını bulan sinir hastalıkları (üreme organlarıyla ilgili bir hastalığa tutulmuş olma sanısı hastalık hastalığı, doğum yapmayla bağlantılı korku durumları, kıskançlık ile kıskançlık deliliği, erksizlik, cinsel soğukluk, kendi gövdesine hastaca tutkunluk —narsistlik— gösterme illeti, sadistlik, mazohizçilik, sinir illetine bağlı serüvenseverlik) cinsel isteklerin baskı altına alınması ile itilmesi ortaya çıkan cinsel gerginliklere dayanırlar. |
Okul Fobisi
Bazı çocuklar okula başlamadan önce çok istekli görünseler dahi okul zamanı geldiğinde bu istekleri kalmaz ve okula gitmek istemezler. Çocuklarda okulda oluşan yoğun sıkıntı ve huzursuzluk hissi nedeniyle okula gitmek istememe ve okulda yalnız kalamama ile karakterize duruma okul korkusu (okul fobisi) adı verilmektedir. Okul korkusunun çoğunlukla anneden ayrı kalma korkusu (bunaltısı) ile yakından ilgisi vardır. Çocuk anneden ayrı kalamaz ve annenin yokluğunda kendisine ve annesine zarar geleceği, kötü bir şeyler olacağı endişesini yaşar. Okul korkusu sıklıkla okula yeni başlayan çocuklarda görülür. Ancak daha ileri yaşlarda görülme olasılığı da vardır. Her sabah okula gitmek için evden çıkmak büyük sorun olur. Çocuk çeşitli bahaneler ile (karnım ağrıyor, başım ağrıyor gibi) evde kalmak ister. Okula gitmesi konusundaki zorlamalar çocuğun var olan sıkıntısını daha da artırır. Çocuğun anneden ayrı kaldığında duyduğu bunaltı bazen o kadar dayanılmaz olur ki çocuk sürekli ağlar, bağırır, hırçınlık nöbetleri gösterir. Okul korkusu sorunu ailenin tüm bireylerinin sorunudur. Ailenin her ferdinin problemin çözümünde katkısını bekleriz. Çocuğa içinde bulunduğu durumu anladığımız ve ona yardımcı olacağımız mesajını vermeliyiz. Eleştiren, aşağılayan, korkutan ve sindiren bir yaklaşım başarıya ulaşamaz. Başarıya ulaştı görünse dahi daha sonra oluşacak daha büyük sorunları peşinden sürüklemiş olur. Böyle bir sorunla karşı karşıya kalan ailelerin dikkat etmesi gerekli hususları şöyle sıralayabiliriz: Kendinizi çocuğunuzun yerine koyunuz ve duyduğu kaygı ve endişeyi anlamaya çalışınız. Çocuğunuzu okula gitme zorluğu nedeniyle cezalandırmayın, küçük düşürücü sözlerle aşağılamayın. Çocuğun bunaltısı ile oluşan belirtileri şımarıklık, ilgi çekme arzusu ya da sizi kızdırmak için yapılan davranışlar gibi yanlış yorumlamaktan kaçının. Sabırlı, tutarlı ve kararlı bir tavır içinde olunuz. Sorunu görmezlikten gelmek ve bir sonraki yıla havale etmek ancak çözümü zorlaştırır. Çocuğunuz okula gitmek istemediğini söylüyor ve okulda kalamıyorsa bir çocuk psikiyatristinden yardım isteyiniz. Okul fobisi hekim, aile ve öğretmenin işbirliği ile çözüme kavuşturulabilir bir sorundur. |
Okuma ya da Anlatma
İlkokul öğretmenleri öğrencinin dersi anlatmasının (recitation) öğrenmeyi oldukça kolaylaştırdığını bildiklerinden, sınıfta çocuklara sık sık soru sorarak, onlardan cevaplarını sınıfın önünde anlatmalarını isterler. Üniversite düzeyinde bu alışkanlık daha az yaygındır. Çok kalabalık sınıflarda ise, bunu yapmak olanaksızdır ve öğrenciler kendi hallerine bırakılır. Eğer öğrenci, anlatmanın ne kadar yararlı olduğunun farkına varmamışsa, sözel öğrenmede temel bir yöntemi kullanmıyor demektir. Buradaki temel fark, malzemenin edilgen (passive) bir biçimde okunması ile edegen (active) bir biçimde anlatılması arasındaki farktır. Kişinin herhangi bir şeyi anlatabilmesi için önce okuması gerekir. Fakat pek çok araştırma sonuçlarına göre, çalışma zamanı olarak verilen süre içinde malzemeyi tekrar tekrar okumak, okumaya ek olarak anlatma yöntemine kıyasla çok daha az verimli olmaktadır (Morgan ve Deese, 1969). Anlatmaya ayrılması gereken zaman süresi, çalışılan malzemeye göre değişir, öykü ya da iyi örgütlenmiş malzemeler için daha az anlatma zamanına ihtiyaç vardır. Ancak, yabancı bir dilde kelime öğrenmesi gibi birbiriyle bağlantısı olmayan malzemeler için, toplam çalışma zamanının % 80'ini anlatmaya ya da ezberden tekrarlamaya ayırmakta fayda vardır. Anlatma ya da ezberden tekrarlamada kullanılabilecek pek çok yöntem vardır. Örneğin, yabancı bir dilde kelime öğrenmeye çalışıyorsanız, çiftler halinde öğrenmeyi sağlayan kartlar kullanabilirsiniz. Bu kartların bir yüzüne kelimenin bir dildeki karşılığı yazılmıştır; siz bu kelimenin diğer dildeki karşılığını verirsiniz, sonra da kartın arkasını çevirerek cevabınızın doğru olup olmadığını kontrol edebilirsiniz. Ya da ders kitabındaki bir malzemeyi çalışıyorsanız, okuduktan sonra onu özetleyebilirsiniz. Bu özetleme de, eğer düşünerek yapıyorsanız, bir anlatma türüdür. Ayrıca bu özet size, daha sonra konuyla ilgili ayrıntıları yüksek sesle ya da içinizden tekrarlarken ipuçları da sağlayabilir. Sınav öncesi diğer öğrencilerle birlikte yapılan yoğun çalışma oturumlarında, bir öğrencinin soru sorup diğerinin cevaplaması da anlatma yönteminin bir başka kullanılış seklidir. (Buradaki tehlike bazen "körün köre yol göstermesi" durumunun doğmasıdır; yanı diğer öğrencilerin anlatılanların doğru olup olmadığını değerlendirecek kadar bilgili olmamaları olasılığıdır.) Sonuç olarak, başarılı olmanın belli başlı yolu, çalışma süresinin önemli bir kısmını şu ya da bu şekilde anlatmaya ayırmaktır. Kişilerin çalışma süreciyle ilgili olarak sık sık sordukları soru şudur: Okumak mı yoksa dinlemek mi daha iyidir? Bu sorunun basit bir cevabı yoktur. Bazı bireyler gözle, bazıları da kulakla daha iyi öğrenirler. Bu da, onların okuma ve dinleme işini nasıl yaptıklarına bağlıdır. Burada yine anlatma işi önemlidir, ister gözle ister kulakla olsun, kişiler aldıkları malzemeyi edegen bir biçimde örgütlüyor ve kendi kendilerine anlatıyorlarsa, öğrenmeleri daha verimli olacaktır. |
Orest Kompleksi
Orest Agamemnon ile Klütemnestra'nın oğludur. Kız kardeşi Elektra ile birlikte babasının öcünü almak için annesini öldürür. Orest'in en yakın arkadaşı, kardeşi Elektra ile evlendirdiği Pylades'dir. Orest kompleksi negatif bir Oepidus kompleksi anlamına gelir. Zaman zaman kıskançlık duygusu şeklinde dışa vurulan gizli bir homoseksüellik ile birlikte kendini gösterir. |
Otizm
Kişinin kendi kendini aldatarak gerçeklerden kaçması, kendini herkesten ve herşeyden uzak bir dünyada yaşamaya zorlaması, düş dünyasında yaşaması. Bu kişiler cinsel yaşantılarında düşler ve kendi yarattıkları konular ile. ilgilenirler. Bu ruhsal bozukluk histeri ve şizofreninin başlangıcı sayılabilir. |
Öz Farkındalık Depresyonu
Bu kavram, Pyszcznski ve Greenberg tarafından ortaya atılan bir teorinin temelini oluşturmaktadır. Söz konusu teori (self-awareness theory of reactive depressiori), insanların öz saygılarını önemli ölçüde yitirdiklerinde içine düştükleri fasit daireyi betimlemektedir. Öz saygı düzeyleri büyük ölçüde düşen, özel Öz farkındalıkları olumsuz bir renk alan kişiler, kendilerini giderek daha çok olumsuzlamakta, hemen hemen sabit bir özel benlik bilinci durumuna gömülmektedir. Bu durum, negatif duygulan yoğunlaştırmakta ve kişinin daha çok yıkılmasına yol açmaktadır. Bu kendine bakış stili, depresyonu artırmaktadır. |
Panik Atak
Endişe hali, tanımlanması zor olan davranış modelleri sergiler. Kaygı (Anksiyete), herkes tarafından yaşanan bir durumdur. Genelde korkuya benzer; ama sözgelimi saldırgan bir hayvanın yarattığı korkudan farklı olarak kaygıda bir korku nesnesi yoktur. Panik atak (panik bozukluk), günlük yaşamda sık karşılaşılan karmaşık bir kaygı türüdür. Bu durumdaki kişiler, birden başlayan ağır panik nöbetlerine tutulurlar. Panik atağın tipik belirtileri; kalp çarpıntısı, baş dönmesi, yönelim bozukluğu, soluk alma güçlüğü, kontrolünü kaybetme duygusu ve bulunulan yerden hemen uzaklaşma dürtüsüdür. Birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilir. Panik ataktan sonra, kişide yeni bir atakla karşılaşmaya ilişkin ikincil bir kaygı oluşur. Bu korku, kolayca ve anlaşılabilir biçimde yeni bir atak geldiğinde toplum içinde olma korkusuna dönüşür. Dolayısıyla kişi, toplu yerlerden kaçmaya başlar (agorafobi). Toplumun %2-4'lük bir kesimini etkileyen bu sorun, özellikle 15-40 yaş arasındaki kadınlarda sık görülür. Günümüzde panik atak ve agorafobinin ruhsal durumdan çok, genetik yapıdan kaynaklandığı kabul edilmektedir. Bu varsayımı destekleyen bulgular, aşağıdaki gözlemlere dayanmaktadır: Panik atak, bazı ailelerin bireylerinde daha sık görülmektedir. Tek yumurta ikizlerinin ikisinde birden görülme sıklığı, çift yumurta ikizlerine göre daha yüksektir. Panik atak, bazen sodyum laktat gibi özgül biyokimyasal uyaranlarla başlayabilmektedir. (Sodyum laktat, normalde aşırı çalıştırılan ya da kan dolaşımı yeterli olmayan kasların saldığı bir maddedir.) Kaygı giderici olarak kullanılan birçok ilaç, panik atakta etkisiz kalmaktadır. Geleneksel psikoterapi, panik atak tedavisinde yararlı olmamaktadır. Panik atakta ilaç tedavisinin amacı, kişide, ataktan sonra ortaya çıkan ve yeni atak beklentisine karşı oluşan ikincil kaygıyı gidermektedir. Bu tedaviden sonra kişinin topluluk içindeki etkinliklere katılmasını sağlayıcı sosyal rehabilitasyon da uygulanmalıdır. Ayrıca panik atakları başlatabilecek durumların üstesinden gelmede, kişiye yardımcı olmak gerekir. Panik atakların tedavisinde, ilaçları ya da davranışçı yaklaşımı üstün tutan görüşler arasında öteden beri süren bir tartışma vardır. Bununla birlikte ilaç tedavisini izleyen ruhsal tedavinin, bu hastalarda denenmesi gereken yol olduğu söylenebilir. |
Pasif-Agresif
Özel alanda veya iş alanında başkalarının isteklerine karşı genellikle bir direniş gösterirler. Emirleri sık sık tartışır, yetkeyi yani otoriteyi temsil edenleri beğenmez, eleştirirler. Ancak bunları genellikle dolaylı yoldan yaparlar. Kendilerine verilen işi savsaklar bitirmezler ya da bilerek sonuçlandırmaz, unuturlar. Anlaşılmamaktan veya nefret edildiklerinden yakınırlar. Kendilerine haksız davranıldığını ileri sürerler. İş yaşamında veya sosyal yaşamda bir işin ucundan sıkıca tutmayıp buna karşın onu bunu sürekli eleştiren böyle tiplere çok rastlanır. Okumuş, entellektüel kesim arasında da kültürel etkiden dolayı daha yaygındır. Dİğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi bu kişilik bozukluğundada karşımızdaki kişiye kötü biriymiş gibi yaklaşmamamız gerekir. Uygun yaklaşımlarla bu insanların sosyal, iş ve aile yaşamına katkıları hayli arttırılabilir. Bu tür insanlara karşı sevcen davranmakta yarar vardır. Mümkün olan her durumda görüşünü almalı ve kendini ifade etmesine yardımcı olmak gerekmektedir. Muhalefetini görmezden gelmemeli, anne baba üslubuyla da eleştirilmemelidirler. Bir tür karşılıklı misilleme oyununa sürüklemelerine izin verilmemelidir. |
Psiko-Nevroz
Yalnızca ruhsal yapı ve ruhsal yaşam ile ilgili olan hastalıklar psiko nevroz adını alır. (Sözgelişi isteriler, fobiler, tutkular. Anorexia nevrosa yani inzivaya çekilerek toplumdan ayrılma, toplumdan kaçarak kendini gizleme nevrozları da psiko-nevrozların kapsamına girmektedirler.) Psiko-nevrozlar kişinin özel yaratılışı ile ilgili olup, bir takım olayların ters etkileri ve hazmedilememesi sonucu bilinçsiz olarak ortaya çıkar. J. H. Schultz yabancıl, yan, yığılma (tabaka da olabilir) ve öz nevroz diye dört türlü psiko-nevrozdan söz etmiştir. Ruhsal yaşamdaki ilk rahatsızlıklar ve türlü anlaşmazlıkların yığılması yaşlılık yıllarında uydurmacılığa (palavracılık) ve yapmacık davranışlara yol açabilirler. |
Psikoz
Beyin rahatsızlıkları nedeniyle ortaya çıkan hastalıklara psikoz adı verilir. Psikozlar daha çok düşünce merkezi ve düşünce liflerinin (tellerinin) aksaması nedeniyle doğarlar. |
Sado-Mazoşizm
Sado-mazoşizm, bir tür cinsel sapkınlığı (perversion) belirtmek için, sadizm ve mazoşizm sözcüklerinden hareketle Freud tarafından türetilmiştir. Fransız yazarı (Marki de) Sade'ın adından esinlenerek türetilen sadizm terimi, diğerine acı vermeye bağlı bir cinsel doyum tarzını ifade etmektedir. Avusturyalı yazar von Sacher-Masoch'un adından esinlenerek ortaya atılmış olan mazoşizm ise, acı çekmeye bağlı bir cinsel doyum tarzını ifade etmektedir. Her iki terim de 1886'da von Kraft-Ebing tarafından ortaya atılmıştır (Roudinesco ve Plon, 1997). Freud bu iki terimi birleştirmiş ve sado-mazoşizmi, pasif olarak yaşanan, maruz kalınan acı ile aktif olarak başkasına verilen acı arasında karşılıklılık ve simetriye dayalı bir cinsel yaşam tarzının önemli bir yanı olarak ele almıştır. Freud, sadizm ve mazoşizmin aynı kişide birlikte bulunduğuna ve genel olarak sadizmin mazoşizme öncel olduğuna işaret etmiştir |
Saldırganlık
Saldırganlık (aggression), bir başka kişiye fiziksel veya psikolojik zarar verme niyetiyle sözlü veya fiziksel davranışta bulunma şeklinde tanımlanabilir. Saldırganlık, bazen eşanlamlı kullanılsa da, şiddet ve düşmanlıktan farklıdır. Şiddet terimi, daha ziyade fiziksel saldırganlıkla sınırlı olarak kullanılmaktadır. Saldırganlık, şiddet içermeyen yollardan da (Jestler. mimikler, eleştiriler, ironi, fantazmlar, vb.) kendini gösterebilir: Düşmanlık ise saldırganlığın daha ziyade tutumsal yanına tekabül etmektedir. Bir toplumda nelerin 'saldırgan', dolayısıyla 'suç' olarak niteleneceği, toplumun normlarına ve tolerans eşiğine bağlıdır. Saldırgan davranışlar amaçlan bakımından farklılaşırlar. Bir diğerinin korku veya öfke yaratan saldırgan davranışlarına karşılık olduğunda savunucu saldırganlık, diğerine doğrudan zarar vermek amacını taşıdığında düşmanca saldırganlık (veya içtepisel saldırganlık), diğerine zarar verme niyeti olmadan, belirli bir amaca (bir takım imkân veya kaynaklara ulaşma, belirli bir statüyü koruma veya elde etme gibi) ulaşmak için yapıldığında araçsal saldırganlık söz konusudur. Saldırganlık konusundaki sosyal psikolojik araştırmalar, kitle iletişim araçlarının etkisi, aile içi şiddet, günah keçisi arayışı, gruplar arası düşmanlık ve Önyargılar konularında yoğunlaşmış görünmektedir. Literatürde, saldırganlık konusunda çeşitli yaklaşımlar görülmektedir: Biyolojik veya içgüdü temelli yaklaşımlar, engellenme-saldırganlık modeli, Öğrenme teorisi, bilişsel yaklaşımlar gibi. |
Somatizasyon
Yaşanan psikolojik sorunlar, kişinin bedensel bir sorununun olduğunu ifade etmesini gerektirebilir. Bazen sıkıntınız daha somut olmak zorundadır mesela başınız ya da mideniz ağrımalıdır. Psikiyatride buna bedenselleştirme (Somatizasyon) denir. O zaman çevrenizden daha çok yardım görür daha çok ilgi alaka bulursunuz. Uzun yıllar boyunca geçmeyen bu tür bedensel hastalıkların altında psikiyatrik bir hastalık arama çoğu zaman hekimlerin de aklına gelmez. Ağrı kesicilerle bir türlü kesilmeyen ağrılar sıkıntı ve gerginlik veren durumlarda hastalık belirtilerinde eğer artma da varsa o zaman psikiyatrik hastalıklar düşünülmelidir. Daha çok kadınlarda görülen ve somatik (bedensel) ağrılarla giden somatizasyon bozukluğu ile hastalar doktor doktor dolaşır, çantalar dolusu ilaç alır ancak ciddi bir düzelme olmaz. Stressör faktörler devam ettikçe mevcut hastalıkta devam eder. Tarihte histeri olarak da bilinen bu rahatsızlık genellikle 30 yaşından önce başlar ve yıllarca değişik bedensel yakınmalarla devam eder gider. Psikiyatri literatüründe Somatizasyon bozukluğu olarak bilinen bu rahatsızlıkta bir çok bedensel belirti ile giden yakınmalar vardır. En az dört alanda belirti tanımlanır. Baş, karın, sırt, eklem ağrıları, mide, bağırsak yakınmaları vardır. Ağrı dışında en az bir cinsel yakınmada eşlik eder. Kadınlarda adet düzensizlikleri, ağrılı adet görme bulantı kusama ile giden gebelikler geçiririler. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu ve ejekülasyonla ilgili bozukluklar sıkça karşımıza çıkar. Ayrıca ağrının dışında mide barsak hareketlerinde bozulmadan tutunda bulantı kusma ve ishale varan belirtiler sıkça karşımıza çıkar. Ancak burada görülen belirtilerin zannedildiğinin aksine amaçlı olarak ortaya çıkarılmadığının bilinmesi gerekir. Gerçi amaçlı olarak belirtileri çıkaranlar da vardır. Onlara somatizasyon bozukluğu demiyoruz zaten. Bu çoğul bedensel yakınmalar bilinen herhangi bir tıbbi duruma bağlı değildir. Yani bu şikayetlerle başvurulan hekimler belirtilerin ardında herhangi bir hastalık bulamamaktadırlar. Bu hastalar genellikle yakınmalarını renkli ve abartılı kelimelerle dile getirirler. Etrafınızda tiyatral olarak bunu yaşayan insanlar olmuştur. Hiç böyle karın ağrısı tarifi duymamış oluğunuzu fark edersiniz. Bu hastalar genellikle aynı anda aynı hastalık için bir çok hekime başvururlar bu yüzden karışan tedaviler bazen hastalığın seyrini bile etkiler ve hastalık tablosu hekiminde kafasını karıştırır. Bu yüzdende uzayan ve bitmeyen bir tedavi süreci hasta için hem madden hem de manen bir yük olur. Mevcut bu yakınmalar sık sık film çektirmeye sık sık hekime müracaat etmeye yol açar. Mevcut yakınmalarla uyumlu bir laboratuar bulgusu ise çoğunlukla yoktur. Bu nedenle de hastalar hastalıklarının tıp tarafından bile keşfedilemediğinden yakınırlar. Bazen geriye dönüp bakıldığında bir yığın müdahalelerde bulunulduğu fark edilebilir. Hatta bazen ameliyat edilmiş hastalarla bile karşılaşırız. Bu hastalığın sıklığı %0,2'den %2'ye kadar değişen oranlarda verilmektedir. Uzun süren ancak dalgalı bir seyir gösterir yani belirtiler bazen çok ağırlaşır. Kişinin işi gücü aksar ama genelde hep halinden ve hastalıklarından şikayetçi insanlar olarak karşımıza çıkarlar. Bu durum kadınlarda erkeklerden daha sıklıkla karşımıza çıkar. Ancak nadiren de olsa görülebilen erkekler vardır ki bu hastalar genellikle çok daha dramatik seyrederler. İşleri bozulur. Üzerlerine düşen vazifeyi hastalıkları nedeniyle yapamazlar. Ve sosyal uyumları bozulur. |
Stres
Çağdaş yaşamın önemli sorunlarından biri olan stres, bireylerin özlemleriyle çevresel koşullar arasında bir uyuşmazlık durumuyla ilgilidir. Stres genel olarak bireyin çevresinden gelen uyaranlara uygun veya etkili bir biçimde cevap verememesidir. Stresin kavramsallaştırılmasında ortaya çıkan çeşitli yaklaşımlardan bir kısmı stres yaratan faktörlere odaklaşmış ve bunlardan bazıları fiziksel uyaranları (Cannon, Selye, vb.) öne çıkarmıştır; bu çerçevede stres 'uyaranlara spesifik olmayan tepki1 veya 'genel uyum sendromu' (Selye) olarak tanımlanmıştır. Diğer bazıları da psiko-sosyal uyaranları (Menninger, Lazarus, vb.) öne çıkarmıştır; bu çerçevede stres halinde organizma üzerindeki baskı ve bu baskıdan doğan gerilimde dış uyaranlar yanında bireyin içsel-psişik süreçlerinin rolü vurgulanarak (Lazarus) bilişsel bir açıklamaya gidilmiştir. Ancak stresin karmaşık bir olgu özelliği göstermesi ve pek çok bilim dalının ortak inceleme alanına girmesi, daha yakın yıllarda inter-disipliner yaklaşımlara yol açmıştır; örneğin Dolan ve Arsenaut'nun (1980, 1992) sentetik yaklaşımı. Bu yaklaşım stresi, dört grup değişkenle ilişkilendirmiştir. Birinci grup çevresel gerekler ya da daha somutçası işin özel koşullan; ikinci grup, bu gerekleri azaltıp çoğaltan bireysel özellikler; üçüncü grup ilk iki grup değişkenin etkileşiminin psikolojik, fizyolojik veya davranışsal planlarda yol açtığı sonuçlar ya da gerilim belirtileri ve semptomları (stresin kısa vadeli sonuçları); dördüncü grup önceki değişkenlerin etkileşiminin uzun vadedeki bireysel ve örgütsel sonuçları. |
Suçluluk Kompleksi
Vicdan azabı çekmenin en kötü biçimidir ve ne yazık ki insanların büyük çoğunluğunda bu kompleks vardır. Suçluluk duygusu ya da suçluluk kompleksi en aşırı şekliyle kişiyi kendi canını almaya kadar sürükleyecek ya da başka trajedilere yol açabilecek ruhsal bir aksaklıktır. Kişilerde suçluluk duygusunun doğmasında içinde yaşanılan toplumun ve çocukluktan beri yetiştirilme biçiminin de çok büyük rolü vardır. Her güzel şeyin günah ya da yasak, her zevk verici şeyin suç olduğu inancıyla büyüyen insan pek tabiidir ki ömrü boyunca suçluluk duyguları içinde kıvranacak, yaşantısının tadını alamayacaktır. |
Tecavüz ve Cinsel Taciz
Tecavüz gönülsüz bir kurbanı zorla cinsel bir eyleme katmaktır. Genellikle bu eylem cinsel birleşmedir. Bununla birlikte anal birleşme ve oral seks de tecavüz sayılır. Tecavüz, kurbanın hemen her zaman fiziksel zarar görmeyle tehdit edildiği yaşamı tehlikeye sokan bir deneyimdir. Tecavüzlerin %50 sinden fazlasının yetkililere bildirilmediği dikkate alındığında bu insanların da tedavi olmadıklarını düşünmek yanlış olmaz. Tecavüz temelde cinsel bir yaklaşma eyleminden çok vahşi bir aşağılanma eylemidir. Tecavüz edenle edilen arasındaki temel etkileşim ise fiziksel egemenlik ve boyun eğme ilişkisidir. Bu durumdaki kurbanın çektiği çaresizlik hissinden cinsel tatmin olma oranı aslında sanılanın ötesinde çok azdır. Bazen tecavüzcü cinsel anlamda yetersiz de olabilir ve bu gibi durumlarda tecavüzcüler şiddet dahi kullanabilirler. Tecavüzcülerin neredeyse tümü erkek ve mağdurların tümüne yakın bir kısmı kadındır. Hem tecavüz hem de cinsel taciz kurbanlarının tipik tepkileri utanç, aşağılanma, sıkıntı hissi, şaşkınlık ve öfkedir. Bir çok kurban yaşadıkları durumdan bizzat kendilerinin sorumlu olup olmadığını ve saldırıyı bir şekilde kendilerinin davet edip etmediklerini sorgularlar. Uzun vadede depresyon, travma sonrası stres bozukluğu ve sıkıntı ile giden bir çok rahatsızlık ortaya çıkabilir. Ancak yerinde psikolojik destek ve yardım bu durumları önlemek için önemlidir. Böyle bir duruma maruz kalan kişide aşağıdaki belirtilere dikkat etmek ve tedbir almakta fayda vardır. Yaşanılan deneyimin tekrar yaşanıyormuş gibi olması (flashback) Deneyimle aşırı zihinsel meşguliyet, Kendini bir türlü temizleyemediği korkusu, İzlenme yada yalnız kalma korkusu, Saldırırın olduğu yere geri dönme korkusu, Kabuslar, Uykusuzluk, Yeme alışkanlıklarında değişimler, Baş ağrıları Bulantı ve kusmalar, Hasta cinsel ilişkiye girmekten kaçınabilir veya vajinismus gelişebilir. |
Tik Bozukluğu
Bir kas grubundaki istemsiz, yineleyici hareketlerdir. En sık görülenleri göz kırpma, dudak oynatma, kaş kaldırma gibi yüz tikleridir. Boyunda, omuzda, gövde, kol ve bacaklarda da görülebilir. Boğaz temizleme ve öksürük şeklinde de ortaya çıkabilir. Büyük çoğunluğu çocukluk ve ergenlikte başlar.İleri yaşlarda başladığıda olur. Tipik hareketler olduğundan kolay tanınırlar ama öbür nörolojik istemsiz hareketlerden ayırmak için bir doktora başvurulmalıdır. Tiklerin önemli bir bölümü kendiliğinden geçer. Belirgin bir tedavisi yoktur. Antianksiyete ilaçlar ve haloperidol bir çok olguda yararlı olur. Aileye danışmanlık verilebilir, tiki olana ise davranış tedavisi uygulanabilir.Tikler karşısında yapılacak en saçma şey yapma demektir (ki bu en sık yapılan şeylerden biridir). Tik istemsiz bir harekettir, yapanı da sıkıntıya sokmaktadır, kişi istemediği halde bu hareketi yapmaktadır. Konuya yapma diye yaklaşmak olsa olsa gerilimi artıracağından tikleri azdırır. Tikler hafif boyuttaysa ve önemsenmezse genellikle kendiliğinden geçer. Görünür bir tiki görünmeyecek bir kas grubundaki (örneğin ayaklar) bir tike dönüştütürmekte kişilerin çoğu kendi kendilerine buldukları bir yöntemdir ki, işe yarar. Beş altı aydan uzun sürmüşse ve/veya şiddetli boyuttaysa bir psikiyatri uzmanına başvurulmalıdır. |
Tiyestes Kompleksi
Babayla kız çocuğu arasındaki cinsel birleşme eğilimi. Tıpkı Öidipus kompleksinde anayla oğul arasındaki (Öidipus-Jokaste) eğilim gibi. Tiyestes kompleksi deyimi ilk kez 1943 de N. N. Dracoulides adlı bir uzman tarafından Atriden araştırmaları sırasında kullanılmıştır. |
Travma
Travma, genel anlamda, bir kişinin maruz kaldığı ve psikolojik dengesini bozan bir olay olarak tanımlanabilir. Travma yaşayan birey, duygusal olarak derinden etkilenmektedir. Psikanalitik açıdan travma, entegre edilemeyen, özümsenemeyen ağır bir olay anlamında kullanılmakta ve Freud travmalara, fantazmatik bir nitelik yüklemektedir. Travma, bireylerin psikolojik direnç ya da toparlanma (resilience) kapasitelerine göre kolay ya da zor başa çıkılan bir yara olarak yaşanmaktadır. |
Utanma Duygusu
Larousse'a göre, cinsel bir anlam taşıyan şeylere karşı duyulan endişe ve korku duygusudur. Fakat utanma duygusu çoğunlukla cinsel bir anlam taşımayan gizlilik, ihtiyatlılık ve edeplilik duygularını da içerir. Ünlü cinsel bilim adamı Havelöck Ellis 1907 yılında cinsel içgüdü ve utanma duygularının işleyin! anlatan bir yazı dizisi yayımlamıştı. Daha sonra Max Scheler Ellis'in, hayvanlarda da utanma duygusunun var olduğu yolundaki düşüncelerini çürüttü ve utanmanın yalnız insana özgü bir duygu olduğunu ortaya koydu. İnsan olmayan hiç bir canlı utanç duymaz, tüm tehlikelere karşı insana özgü değerler taşıyan korunma ve karşı koyma iç güdülerini bilemez. Utanma duygusu incelenirken gövdesel ve ruhsal utanma duygularının birbirinden ayrılması gerekir. Normal gelişme durumunda olan canlılarda cinsel utanma duygusu ilk çocukluk yıllarında uyanır. Cinsel utanma duygusunun üç işleyiş şekli vardır: — Cinsel içgüdülerin oluşmasında, libido'nun düzenlenmesinde önemli bir rol oynar, kişiyi özcinsellikten kurtarır ve eş seçimi için gerekli bir öğedir. — Cinsel içgüdülerin doyurulmasını kişinin olgunlaştığı döneme kadar geciktirir yani diğer bir anlatımla bilinçli aşkın kaynağını meydana getirir. — Cinsel utanma duygusu —cinsel içgüdülerin şekillenmesinden sonra— cinsel birleşmeyi bir gerçek amaç olarak gören fahişeliği, düşüncenin cinsel organlara ve konulara saplanmasını önler. Kişiyi bir oranda içgüdü zayıflıklarından korur. Kişinin utanma duygusu, içinde bulunduğu toplumun değer ölçülerine göre şekillenir. |
Üstünlük Kompleksi
Adler'e göre üstünlük kompleksi "insan olarak kendini aşağı görmek ve buna dayanarak daha yüksek hedeflere ulaşmak demektir". Bu söz giderilmiş, tedavi edilmiş eski bir aşağılık kompleksinin sonucudur. Üstünlük kompleksinin en önemli belirtisi tanrıya benzeme hevesidir. (Tanrıya benzeme yönelişi) Genel bir açıdan bakılırsa Adler'in görüşü tüm insanların karakteristik özelliği olan üstün olma isteğini (zorlamasını) ruhsal yaşamın püf noktası olarak ele almaktadır. |
Yalnızlık
Sosyal psikologlar yalnızlığı, yalnız olma şeklinde değil, kendini yalnız hissetme anlamında kavramsallaştırmaktadır. Herhangi bir kişinin, yaşamının belirli bir anında ve belirli bir süre isteyerek diğer insanlardan uzaklaşması türündeki soyutlanmalar, bu tanıma dahil değildir. Yalnızlık istenmeyen, fakat acı veren bir sübjektif yaşantıdır. Bu çerçevede iki tür yalnızlık ayırdedilebilir. Birincisi, kişinin, diğer insanlarla çevrelenmiş olmakla birlikte, kendisi ile diğerleri arasında aşılmaz bir uçurum görmesine dayanan 'varoluşsal yalnızlık'tır, bu yalnızlık, ölüm ve yaşam karşısında duyulan derin ve başkaları tarafından yok edilemeyen kaygıyla sıkıdan ilişkili bir yalnızlıktır. Diğeri, kişinin, sosyal ilişkilerini nicelik ve nitelik bakımından yeterli görmemesi halinde hissettiği 'kişilerarası yalnızlık'tır; bu yalnızlık, kişinin belirli bir süre içinde diğerleriyle arzu ettiği düzeyde ilişki kuramamast ve bu bakımdan kendini kapasitesiz, yeteneksiz veya beceriksiz görmesi halinde hissettiği yalnızlıktır. Ayrıca bir kişinin, diğerleriyle özel, mahrem ilişkiler kuramaması halinde hissettiği 'duygusal yalnızlık' ve diğerleri tarafından reddedilme, istenmeme, itilme ve bir gruba ait olmama duygularının eşlik ettiği 'sosyal yalnızlık'tan söz edilebilir. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:43 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.