![]() |
Hüsrev Hatemi
Karabağ Şikestesi-1
I. Bilirsin kırık dökük hayatımız bizim, Karabağ şikestesi gibidir. Bir çığlık fışkırır birden, Neşeli ara nağmelerden. Ben, ara nağmeler sürerken Anlıyorum ki, gitmeliyim... Düşsel bir kervanın dev develeri, Evin önünde çökmüş Kapıcıyla lafa dalmış kafilesalar Artık tereddüde mahal mi var? Sevdiklerimin anılarından döktürdüm Kervana armağan bir çan, Melamet hırkasını giyerek eynime, Ne yüreğime ne beynime Ne de ardıma bakmalı, gitmeliyim Kişi ardına bakmadan gitmelidir Orfe'den beri malumdur ki, Geriye bakmak tehlikelidir. |
Karabağ şikestesi-2
I. Yöntemsiz ve düzensiz bir şekilde, Hüzün damıttım durdum ömrümce Dağınık bir ambarda bulduğum Tozlu, eski bir imbikle -İlk sahibinin Şeyh Galip olduğu söylenirdi- İmbiği ambara bırakıyorum, Ne cevabım var bundan böyle ne sorum Silinirken ülkeler ve ormanlar Birey yokoluşlarının ne önemi var? “Ah şahım” yazılı duvar, Umarım bana da bir yer bağışlar Cemiller silindi, ortada Cemal, Mestler nerede, ortada Elest... Nasıl olsa onlar da yorumlayacak, Yorgun yorumlarımı söylemeden Her taze güle; Onların gönlünü boğmadan toza, küle Salmadan köhne kente velvele, Gitmek göründü, gitmeliyim... Söndü ocak yok şule. |
Karabağ Şikestesi-3
Ey nevnihal senin misalin, Hayalde düşte bile görülmez... En az yüzyıldır Beyoğlunda, Gezer ve süzersin gözlerini. Sonra eve nasıl dönersin? Sarıyer minibüs durağında Gören olmamış seni Ne de güller arasında bensiz... Niçin beni üzersin? Benden çok yaşlı hayal sen... Ey hayalet yavrucağım Bostan ıssı kakıyıp Bana bunu soracak. Şimdi hala Kayseriyle Sivas arasında Dağ başlarına Yunus bulutları asılı, Kimlik sormadan “zifin”ler sunan Yeşil tepeler Trabzon'da. Sen aynı güzellik değil misin? Görüp kaçırdığımız neşe sen, Görüp kaybettiğimiz mutluluk. Tanık mısın Edirne minaresi? Narin parmağı kurşun kubbenin Tanık mısın? Bostan ıssı kakıyıp Bize soracak ihtimaldir. |
Karabağ şikestesi-4
IV. Yunus bulutları hâlâ Anadolu'da Ben ne yazık ki ben, seni yitirdim Seni yitirdim; Cevahir Bedesteni'nde Esham ve tahvilata mı değiştirdim? Ellerini erkek gibi arkada kavuşturmuş -Aslında bükük beline destek- “Benim tecellim böyleymiş” diyerek Yürüyen bir kadın belirdi. Siyah ve eski mantoluydu Beyaz iplikler yapışmış arkasına Faydasızdı, biliyorum önceden Ondan sormadım seni, bilemezdi Sen söyle ey Kıztaşı en yaşlısı Muhtedi İstanbul sütunlarının |
Ölümün İlk Anları
Siyah madendendir ölümün jeti, Tekerlekleri pistten kesilir. Kesilmesiyle birlikte yolculuk biter, Havalimanı karşıda belirir. Dünyada –henüz unutmadınız- Karanlık siyahtı, burada aksi İşte sizi almağa gönderilmiş; Farları siyah yanan bir taksi. -Eve bir telefon mu? ... Hayır, yarın nasılsa onlar da Buradadır. Otel mi? Yok devenin ayağı! “Yolcunun burası sürekli durağı.” |
Yedikule Saz Semaisi
Bu ne eskimiş Yedikule ve bu hız niye? Bu ne anı yoğunluğu, anı bölü saniye Olmadı ağabey, olmadı, olmadı bu hiç… Gül yapraklarının hışırtısı mı bu gulgule? Gidenler siniyorlar, çöküp zaman duvarlarına Sürdürmeğe, bitmez tükenmez bir saklambacı Burada gözyaşı, katran ve incecik bir acı, Karışıyor kışın savrulan karlarına. Yürek çölünün sessiz develeri girin içeriye! Surlarda kim otlayın dedi size? Ne bankalar değiştirir seni ne sinemalar ey Yedikule, Sen, Verem Hastahanesinden önce de hun-i ciğer kenti Ben de gülgun şarabı, kanla değiştirdim şimdi Aykırı zaman dolayısı ile… Gül yaprakları hışırdar mı ki ağabey? Lastik ve motor uğultusu olmalı bu gulgule. Hüsrev Hatemi |
Yedikule'de Akşam
YEDİKULE’DE AKŞAM Yürekte bir çöküntü, bir kahır İsa ve “lime terekteni”… Refikasına ağlamaktadır, Düşük pantolonlu bir efendi. Kim hüznü onun kadar benimsedi… Yalnız bayramlarda hatırlanır. Acının kendince bir anıtı şimdi… Hangi anıt zaten ebedi kalır? Düşük pantolonlu bir efendi, Kendi görüntüsünün farkındadır. Kim zevki onun kadar garipsedi… Yedikule’de yüzyıllardan beri Akşam, hep bu akşamdır. |
İSTİKBAL DİKEN TERZİ
Sus, lütfen sus, sessiz olmalıyız; Sisler içinde sis atlarına…. Seyislik eden sis adamı, Dağılınca sis vedalaştı, Çekildi dağına yapayalnız. Sen ve ben şimdi başbaşayız… Berrak, güneşli bir ikindi, Birikinti ardımızda mazi. İstikbal diken gündelikçi terzi, Bugün bizim evde mesaide, Dalgın mesaya kadar hem de. Sek sek oynuyor bahçede sükut… Eski arkadaşı ıssızlıkla. Oynasın nasılsa uyanmıştı… Çaylak çığlık attırınca serçelere Uyuman mümkün mü sevgili çocuk? Seni yanımda tutmak muhal; Çaylak uzaklaşır uzaklaşmaz, Sen de bahçeye çık derhal. Yanında ben olmasam da olur… Sen gül bahçelerinde ebedi kal. Tepelerde bir bulutum ben, mağmum, Hep sisli dağlara mahkumum, Rüzgarın beni dağıtması yakın, çocuğum. |
ÇUKURBOSTAN KAPLUMBAĞALARI
Bende rağbet aramayın rindan-ı meyaşama Çünkü onlar ters düşünce yaşama, Hiç bozmazlar istiflerini. Oysa kaplumbağalar ölür ters düşünce. Nitekim Çukurbostan kaplumbağaları, Langa’nın ve Cerrahpaşa’nın Haki cübbeli ve vakur ağaları, Kaportacılar arasında yaşamaktansa, Taşkasap bostanları sokaklaşırken Taşkesildiler. Son anka kuşu terkederken Benim jülide saçımı, Son kaplumbağanın üzgün bakışı Asılı kaldı Sümbülsinan kitabesine Kim unutturacak bu acımı? Doldurulmuş kuşlar ağlasın şimden geri; Paslanmış tel kafeslerde. Fesleğen ektim gül bile bitmedi, Dibinde kaplumbağalar sustu sadece, Hepsi ters dönük. |
KISIRDÖNGÜ
Nereye götürür bizi bu sevda? -Ölüme, ancak ölüme..... Sevdayı terkettim gitti. -Eyvallah akıllı adem. Nereye götürür bizi bu akıl? Mutsuzluğa, ancak mutsuzluğa Aklı da bıraksam gerektir -Eyvallah gönüllü adem. Nereye götürürsün beni gönlüm? -Sevdaya oradan ölüme. Tez ırak olasın benden -Eyvallah ölümlü adem. |
Berlin 1969
BERLİN 1969 Şimdi Giritli Aziz Efendi’nin ruhu Berlin İslam mezarlığından, Der ki: Her türk benim kitabımdan bir Cevat’tır. Çünkü her türk kendi yüreğine Acılar dokuyan bir tezgahtır. Bizler birer Sadullah Paşa’yız yurt dışında; Bizi sadece acı bekler zira, Kalbimiz hüzün oklarına açık Delik-deşik bir nişangahtır. Bizde sevgi elemdir ve “türk hüznü”nü “Alman hüznü”ne çeviren Hiçbir kambiyo bürosu yok henüz. Hepimiz dertli büyürüz, hayat bizim için, Kederle kurtuluş arasında bir berzahtır. Ah biz de “Die schöne Zeit ist vorbei” diyerek Bira ve sosisten sonra uyumağa gidebilsek. Oysa biz başka ulusların da elemlerinin İzini sürer dururuz Berlin’i otobüsle geçerken -İki dilde anlatan rehber- Le Corbusier evinden de büyük, Bir keder dolduruyor içimi, Süleymeniye heybetinde bir keder. Bu kadar çok ve görünmeyen mezartaşı, Hayal gözüme çarpmamıştı hiçbir kentte; Kalbimse bugün nasıl söylesem..... Blumental Biraderlerce doldurtulup, Darütta’lim-i Musiki pulu yapıştırılmış, Bir taş plak. Sen ey zamanın “Seda izlerine göre bilenmiş Mahruti ala platin iğnesi! ” İnletme onu bırak. |
1943 ABLALARI
“Ey gözlerinin rengi kadar kalbi güzel kız”lar Geçip gittiler... -Zaten çok güçsüz idiler- Ne savaşı durdurabildiler, Ne de pahalılığı. Gece Kısıklı’da projektörler. Yarıp dururlarken karanlığı Vefasız böcekler zikri bırakıp Batı usulü terennümdeyken (Aziz Mahmud Çilehanesi civarında) Benim, Simkeşhane-i Amire’de, Çekilmiş bir gümüş telden ibaret hüznüm Nasıl anlatır kırküç ablalarını... Ey ölüler ülkesindeki Istabl-ı Amire’nin ölü atları, götürün beni kırküç yılına. Bulmalıyım Ahmet Haşim’den öksüz kalan, o yılların kızlarını,onların ki hançer-i ebruları dile saplanırdı efsus Kimine hançer-i kaza saplandı kimine infarktus Ve o yılların kızları Geçip gittiler Hüsrev Hatemi 1979 |
ŞARKI-TÜRKÜLERLE HESAPLAŞMA
I. Urfali sayılmam ezelden Ömer Beyefendi; Fakat güzelden de sarfınazar edemem Gözü mü çıksın buyurdunuz gönlünüzün? Hayır, bunu temenni edemem. Pederim mi validem mi olacak, Yoksa yetim mi kalacaksınız? Ah zalim zaman ve kibritsiz… Kibritsiz ateş yakan duhteran… Kar düşüyor şimdi muttasıl, Kar musukisini de kalmadı duyani Karar verdiniz mi? Elli yıl oldu. Pederim mi valdem mi olacak? Yoksa yetim mi kalacaksınız… Karlar düşer düşer muttasıl, Giryanım ben ey Gece Giryanım ben Adamo II. Geldin mi, bekleniyordun da diyemem Beklenmiyordun da… Gidelim, pekala, düşelim yola Kontakt anahtarını çevirme sakın Sigara ve çakmağı da yakma Tek kişinin yüreğinde bir sızı Varsa eğer ardımda. Bana yeter ve bu da olmazsa olur Ardına düştüğüm şu anda, Yüreğimde bir huzur Ve ötelere bir merak, İçimde kaldıysa bana elverir. Folklora uymayı bırak lütfen, Yani yakma sigara ve çakmağını; Çağdaş davranma helikopterle gelerek, Bütün zamanlarda yaptığın gibi, Karşıma birdenbire çık. |
Şeb-i Arus
ŞEB-İ ARUS Bugün sebepsiz kederi unutmak gerek Ve “komparsita” çalmalı felek, Düğün gecemizde. Dilsiz mağaralarına yeraltının, Çiçekler saçarken bahar, Varsın ben-pencere, Olmadan seyretsin güzellikleri, Canlı-küre, insan-küre; Şen ola artık bütün Halepler, Sanmam ki bu ateş küllenecektir, Benim sana sevgim dillenecektir. Daha nice insanlar şekillenip yürüyecektir, İki yanlarında kıymeti az bilinen elleri, Bulunanlarla bebeler büyüyecektir. Unutmuş belki varlığını, Mesela sincapların, kuşların, Ayçiçeği tarlalarının, Sıcakta serin görünüşünü, Bir sevindirilenin gözlerinde Gelecek sevinçlerin düşünü. Yüreklerde kinler döllenecektir, Ayrılık gözyaşı göllenecektir. Gözler tavana perçinli, açık… Külümüz un-ufak savrulacaktır, Liman ne bilmeyen dalgalarına, Denizin yahut hiç görmemiş deniz Çorağına çöllerin ıssız-sessiz. Yine O fermanı dinletecektir Aşk yeni canları inletecektir. 1970 |
UMMAN
(Saz eseri) Dar bir sokaktı, iki kıyıda evler İnsan ömürlerinin aktığı Bir dere yatağını sınırlardı Akan insanlar hep değişirdi. Hangi dere böyle değildir ki? Kutup yıldızını, çoban yıldızını Göklerde arayan çocuklara Büyükler hep akan dere, Kendileri kenarda kaya Görünürdü bir süre. Dereler ırmağa ulaştıkları gibi, Kuruyabilirler de. Dereler deryayı hiç bulmayabilir, Umman bir umuttur sadece Ah, umman bir umuttur sadece. 1986 |
SERVİSTAN II
Özeleştiri Çâkeri miydim ki ben gamın? Çökerdi yüreğime dembedem, Fakir bir de gam yükünü, Bir de elemin yükünü, Çekerdim. Divâne miydim ki devâsâ dertler, Yetmezmiş gibi yüreğime, Başka yüreklerin dertlerini düşünür, Deşerdim. Serveri miydim ki servistânın? Hayatın huysuz atında süvari, Olan ben, Akıbet buraya gelecek birini Esrik, çılgın ama sessizce Severdim. Onu sevmemek mümkün müydü? “Kün” emri onda yinelenmiş gibiydi, Ben ise gözlemci bir rüzgâr, Durup eğlenmeye vakit mi var? Eser ve giderdim. |
MEDHAL
I. Musikicibaşı, sen iyi bilirsin Sudan olduğunu her dirinin; Kederler ki gözyaşlarından can bulurlar, Sevinçlerden daha diridir onlar. Şimdi var olmayan o bahçeler, Bir de yer altı suları izlensin; İzlenmelidir de nedendir, Çekildi köşeye arzular... Elem demidir ve bu bezmin, Dağılması yaklaştı, bu hazin; Her dirinin, bahçelerin ve kederin, Göğe yükseldi suyu, bulut yok. Geri dönmez o su ey mutrip, Dönse de göremem ki ben... Güllerin şevki yok ey mutrip, Sadece hakkı var kederin. II. Bir tavus becerisiyle renkleri, Sermesin önüme artık Mâzi, Nağmeler yayılsa hemen şimdi, İsfahan perdeleri isterdim... Ağaçlar ve ağulu bir ağıt, Günlerden derlenmiş bir ahenk. Kader ve Çengelköy’de bir çeng... Göklerin dürülmesi yakın mı ki? Yırtılmasın mı yıpranmış yürek, Ümit Alpertunga’sını sırladık... Arzuları attık kuyulara; Neden kendimizi daima Gelecek elemlere hazırladık. |
Basel'de Gece
Yağmurda ve gece parke taşları, Yalnızlık zehrinin tabletleridir; Gece, yağmurda yad elde Bütün şehirlerde hele Basel'de. Fifre ve davul sesleriyle Tarihine kapanırken kent, Neylesin bir yabancı bilemez. Adına dikilen katedralde, Çok önce yaşamış bir yalvacın Duyar iç acısını,yürür hep yürür Islanmış, parlayan parkelerde, Otel, o yalnızlık mabedinde biter gece. |
Mecdelli Meryemsiz Batı
Sen, orada duran, yoksa Mecdelli Meryem misin? Ne kadar uzakta kaldı değil mi günlerin? Sen ki inandığının-belki de sevdiğinin- Ayaklarını saçlarınla kurulamıştın. Alabildiğine kudretli Roma'nın Ve Kral Hirodes'in günlerinde Soğuk ve fakir kulübende onu Kaybettiğine nasıl da ağlamıştın... Duydun mu rivayet ederler ki son yıllarda Batıya bir kere uğramış İsa, Ve karşılaştığı ilk kadın ona 'Bay İsa demiş alın şu elli fenig'i Atın şu otomat'a, bir sabun bir havlu Düşecektir kusura bakmayın çarşıya, Çıkıyorum ben' Sonra çok müzikal bir sesle 'Auf wiederseheeeen' Demiş ve uzaklaşmış. Derler ki rivayet ederler ki Hazret-i İsa Mecdelli Meryem'siz bu dünya yüzünde 'Beni niçin terkettin İlahi' dedirten, Yalnızlığı bir daha duymuş yüreğinde. |
Otogarda Gece
Kaz adımıyla yürür içimde karamsarlık, Ve hayâlin salınır onunla karşıt yönde; Gittikçe uzaklaşan şarkı gibisin artık, Yalnızlık hükmediyor bu çok bulutlu günde. Sevdâ sırlı sularla sürüklendi sâhile... Kara kumudur kalan kalbimde bozkırların. Ümitsizdi yolculuk ve dağıldı kafile, Benim içimde çamur ve kar’ı otogarın, Sen güzel günlerini şarkılaştırdın bile. İnsanlar ne ki, çoğu kalpler ezen birer tank Senin de çevren yalnız kuş ve çiçek değil ki... Yerler makine yağlı, izmaritli ve çorak. Uzaktan şarkıların duyulurken sâdece Sırtlanlar arasına konar bir küçük serçe Tuzlu göller, dikenler arasında bir kaynak, Kaz adımıyla gelir şimdi yıldızsız gece Âh ömrüm, sen elimde onarılmaz bir sırça. |
İntiha
Sen de bilirsin hüznün incelmişliğini, Fırınında değil, mezecilerinde bulunur kalbimizin, Oysa keder, kara ekmek gibi zorunlu neredeyse... Senin verdiğin hüzün kedere dönüşüyor gitgide. Sabah güneşi vuran doruklardan, Pembe rengi sildim şimdiki halde... Tipiyi çağırdım göz gözü görmesin yine. Gözlerime ilgisizlik bulutları ardından, Kış güneşi gibi soluk,serin bak. Her zamanki bakışınla muhakkak, Özlem buzulu çözünür, taşkın olur. Sabah güneşi vuran doruklardan, Pembe rengi sildim bugünlerde; Dağdan kereste kesemem bunu bekleme, Kafeste kuş beslemek de değil bana göre Son nefesine yetişmeyi düşler miyim, -Tanrı beni korusun- İlgisizlik bulutları ardından, Kış güneşi gibi soğuk bak gözlerime. Tipiyi çağırdım göz gözü görmesin yine; O güzelim bakışın kesinlikle Eritir buzulları taşkın olur. Ömür vadisinin sona erdiği uçurumda, Duygu nehri çavlanlaşır ve korkunç coşkun olur. |
Ey Sevda
Son İstanbullu anneanneyle beraber, 'Kumpanya'sözcüğü de öldü... Biri Karacaahmet'e,diğeri Feriköy Latin Katolik Mezarlığına gömüldü. Ey Sevda Yaşayamazsın,Öl bari Al yanına Aşk'ı,Muhabbet'iYar'i Git 'Ölü Sözcükler Gömütlüğü'ne, Ben çılgın,ben esrik,ben gerçeklerden firari Ardıma kalmanı istemem bir gün bile Öl bari |
Aşık Garip Coğrafyası(2) Anneler günü
Birçok kentimizde uzun kavak kalmadı ki gıcırdasın, Ama benim sol yanımda sancı baki Anne! Ne olur ki? Sıram gelmiş olsun varsın 'Ben ölürsem benden daha genci var' tabii Ama Aşık Garip değil hiçbiri... Ben de olamadım, yokmuş kısmette Yaşadıkça Şah Senem'i hissettim, Gerçi Tiflis'e Tebriz'e hiç gitmedim Gitsem de bulamazdım, eminim Anne! Yunus ne dediyse hep çıktı.. 'Şeytanlar'semirdi kuvvetli oldu Zayıf olsalar ne farkederdi? Nasıl olsa onlar galip gelecekti Bundan sonra Aşık Garip olunur mu ki? Sen onu söyle Anne... |
Kanlıca Vasfında Elektrobağlama eşliğinde Yozlaşma Gazeli-Oyun havası
Çöplü sulara dalsın gözlerin, sana ney dinletemem Plastik torbalar açılıp kapanır meduzalar yerine Geçmiş *******in hepsi battılar derine Son uykuyu cümle yosunlar uyusunlar Bu cehennemde hasret kalsan da serine Sana bir tek fidan gösteremem İmkansız ey çocuk, sana senden başka fidan gösteremem... Sana gazel dinletemem ki 'ömrüm ömrüm' Betonlaşmış tepelere bak ve gazoz iç istersen Bize 'gel' oldu gidiyorum, gelme burda kal sen Başka bir Beykoz bul kendine yeryüzünde İstanbul'dan Mihrâbâd gitti dostum Çoktan gitti gülüm 'vah ömrüm, ömrüm' İmkânsız ah çocuk sana bundan böyle Sana senden başka fidan gösteremem |
Ağıt (1)
Ürkekti, ürperirdi üzüntüsü sürekli Dal gibiydi, dalgındı, derindeydi, düşteydi İnceydi bir İmgeydi İzlenimdi, Simgeydi Ak kuğuydu ve keder buğuydu gözlerinde Yeşil yağmurlar yağar, yine kalırdı orda, Yazısıydı, yazgıydı, mevsim de yazdı...Sonra, Suskun bir kara tümsek özdeşleşti onunla İstanbul 1988, |
Derviş ve Ölüm (2) Rumeli rüzgarı
Çocuğum, bana gel emri var Duyuyorum kapıda bir rüzgar Grebene'den, Koniçe'den Üsküp, yahut Prizren'den Gelmiş olabilir belki, Yani Tanrı misafiri Bizim gibi rüzgar da muhacir Abe aç kapıyı girmelidir; Varsın ev soğusun azıcık Rüzgar da bizim gibi bir kul, Isınmalıdır kızancık Çocuk, bu daha yükseklerden Bulgarya Musalla Tepesinden Gelen bir rüzgar olmalı İçeri girdi namaza durdu Namaza durdu be yahu... İstanbul 1990 |
Derviş ve ölüm
Eser kalmasın esrikliğinden, Güz geçti vedalaş güzelliklerle Martifal mi okuyorlar martılar? Ben hiç martı görmemiştim Priştine'de... Sualler su altında kalsın abe çocuğum, Soğuracak sorunlarını ergeç Çelik duvarlı zindanı hiçliğin Eser kalmasın esrikliğinden Geçti bu tenin demi, yıprandı beden Soba söndü tükendi mum Hadi git yat abe çocuğum Abe abe abe çocuğum Abe ço..cu..ğum! ... |
Zamanın Sesleri(IV)
Hışırtılı plakların çalındığı Çamurlu bir çarşının ortasında, Sen Bütün insanlarsız kalmayı bilir misin? Bir kişisizken. Bir sıfır, , Bir sıfır çöreklenmiş yüreğine, Ve burgu burgu bir sual: Başı neydi, sonu ne? Olsun, biz sevsek de ne olur ki? Düşünmeden sonu nedir Haykırsam o zaman hakkım değil mi? Heeeyy, ölüme mani ne gelebilir.. Haykırsam ve kapkara gözlerinden, Çocuksulaşıp yansısa sevincim, Masmavi bir gülüşle dolar içim. Bu kapkara ve sınırsız uzayda Değil mi ki bütün ikiler bir, Sen ve ben olarak ikimiz ancak Bir göz kırpma zamanı beraberiz, Olsun, madem yanyana serpilmişiz Düşünmesek de olur sonu nedir Haykırsam o zaman hakkım degil mi Biir:Ölüme mani ne, ...Gelebilir İkii:Kişi, düşünmeden de sevebilir |
Zamanın Sesleri (I)
Bir ses dolduruyor kulaklarımı, Ne kadar da Deniz kızı Eftalya, Borulu gramofonlar inlerdi, En tramvaylı 1935 Istanbul'unda Ve en yalnız, en bitik bir İstanbullu Anardı Yemen'de gömülü olan 1916 lı yaz günlerini Sen yine bildiğin gibi tara saçlarını Takmayı da unutma bir karanfili Bırak bana düşünmeyi eski saçları Bırak bana düşünmeyi eski günleri, -Böylesi daha iyi- Ah o ses Tanrım yine o ses Ne kadar da Adamo, Animals, Beatles Bu sesle de gömüldü çoğumuzun, 1966 lı yaz günleri......... |
Zamanın Sesleri(VII)
'Ben ölmeynen kahpe dünya yıkılır' Demekte üç kerre bencillik var, Birinci bencillikten kurtulur, çocuklarında yaşayan Ve imdi, çocuklarında yaşamak de bencilliktir, Bir bencillikten daha kurtuluştur, Yaşamak başkalarının çocuklarında Bencilliktir yine de çocuklarda yaşamak, Kurtuluş:yaşamaktır her canlı her bitkiyle ve karşısında Tanrı'nın... |
Dertli Yırlar(III)
Sefil bir sefinede gider sevincim, Kalbimse kıyıda kaybolur, yiter Onu Nakkaştepeye nakşeylemeyin Defnedilsin...belki yeniden biter Beni ey damıtılmış güzellik! Beni ey hüsnün çehreleşmişi Beni en dertli yırlarla çağır Çünkü çirkâb ve çamur çoğalmıştır |
Dertli Yırlar(II)
İnceldi keder inceldi, inceldi Geçti iğnesine günlerin Ve oyasını işledi kalbimize. Tez silindi tezhibi, lâciverdi, Ümidin, neş'enin, bahtın Bilmem saadeti resmetti mi Abidin Bey? Hayyaaam, sen, elemin takvimini yapar mısın |
Zamanın Sesleri (III)
Evvel Zaman içinde değil şimdi, Masallarımdan'bir varmış'silindi. Bir gün ümitlerim de beni bırakırsa , Ne demir çarık isterim ne asa.. Anılar cirit oynarken eski odam içinde Ne Hint'te ararım seni ne Çin'de Çünkü bileceğim nerdesin, -Acı olan da bu ya- O gün de bileceğim bu gün gibi Onulmazlığını bu derdin, Ama o gün, biraz daha çaresiz Biraz daha derin. Sessizlik sussun artık yetişir Ben de bilirim ki sonu gelmiştir Bu eski hikayenin Evvel zaman içinde değil şimdi, Anılar cirit oynarken eski odam içinde, 'Bir varmış'ı siliyorum işte bak Bir zamanki o gökyüzü, o berrak O çepçevre mavilikler 'bir yokmuş' |
Kovulmuş Vak'anüvis
Zaman adında o kadim Sultan'ın 'Hisar'tesmiye olunan sarayından, Muhtelif seciyeli şehzadegân, Arz üzerine dağılmışlardır. Garp pâyitahtlarına hükmeden büyüğü Mermer ve çelik seciyeli olmağla, Onun mülkünde asırlarca, Bina ve meydanlar aynı biçimdedir.. İkinci Şehzade ahşap ve erguvan seciyeli . Benim Çocukluğumda Boğaziçi O Şehzadenin hükmündeydi Son yılların birinde, Amcazade yalısında sanırım, Hâl-i nez'inde görmüştüm o genci Daha sonra üvey kardeşi-çürük beton ve plastik seciyeli- Onun yerine geçti... Kimi şairlerin ömrüne Hükmü geçen Şehzâde Bir kelebek uçarılığını taşır, Âkif ve arkadaşlarının günlerine Hükmeden Şehzade ise 'Bu din garip geldi garip gider' Sırrına mazhardır. Ah Çocuk, bunları sen nerden bileceksin? Ben Zaman Sultanı'nın sarayından Ve vak'anüvisliğinden kovuldum Adlarını şimdi anmadığım, Başka Şehzadeler de tanımışken, Halk arasında seni, 'Zaman Prensesi'ni buldum... Şiiri bırakırdım bilsem Şimdi nerelerde olduğunu, Ümitsiz de olsa bekleyişim, Seni düşünür sadece ve susardım |
Kırgınlık Şiiri
Kırgınlık Sanki başka bir his Hiç ama hiç Yaşamamış gibiyim. Kırgınlık Beyoğlunda bir ara sokakta Yapıldığı yıllarda muhteşem Şimdi küf ve soğan kokan Bir bina gibi Kime ne sitem etsem veya yakınsam Bütünü sana gibi Bir yol tutturup kendiliğinden Hepsi sana yöneliyor Bedenim Toprak üstünde kaldıkça Benden ne selam ne sitem Ne de yakınma Bekleme, yollara bakınma Son gün Yeraltına gidişte, Ben ve yüreğim Tanrı'ya Döneceğiz ve kırgınlığım Yani o soğan kokulu apartman Sana döndürülecek unutma |
Çok Şey Var ki Geride Kaldı
Çok şey var ki, geride kaldı Dönüş yolları kapalı, Kara otağ içindeyim; Yerde de kara bir halı... Çok şey var ki geride kaldı Nice sisli-sevgili yüz Her biri bir yönden öksüz Kiminin ardında kalınır, Kiminden önce ölünür Zamanla herşey silinir, Bir gerçek yalnız bilinir: Tanrı verdiydi, O aldı.... Ne çok şey geride kaldı Ne çok şey geride kaldı |
Çeşmibülbül
Kalbler sırçadan yaratılmış bir kere, İmkân yok sağlam yürekle ölmeye. Her yer cam kırığı her yer... Ve sırçaları toplayan kişiler, Camdan bilyalar yaptırıyor; Tokuşturmak için zevkle, Dedikodu meclislerinde. Oysa yüreklerin kırıkları, Katılarak birbirine Çeşmibülbül kadehler üflenmeliydi, O zaman işte Çocuk, âh o zaman, Benim kalbim senin, Menderes'in kalbi İnönü'nün Fikret'in kalbi Âkif'in kalbiyle Renklenir ve kıvrılır giderdi, Bir Çeşmibülbülün hârelerinde. Sert ve kaçınılmaz içkisini ihtilâfların, Veyâ sevdâ acılarının, Buruk, is kokulu çayını, İçenler hüzünlenirdi Kulaklarında senin şarkın, Gözleri hârelerde. |
Haydarpaşa Garı
ı. Bizim diyarda Sen, Sokakta satılır gibisin ey elem, Bir eşek sırtında ve eşeği, Kuvvetle muhtemel yakında öleceği, Bir ihtiyar çekiyor, yürütüyor. Ey elem, onunla seni paylaşmak Dışında bir ilişkimiz kalmadı... Oysa, bizden öncekiler için, O adam bir Hak aşığıydı. Ben çok sevinci uğurladım, Dönen var mıydı yok hatırımda. Sevinçler, yüreğimin Garında, Uğurlanırdı daima -Şemsiyeli ve uzun paltolu- Hatırlamıyorum hangisi döndü, Uğurladıklarım, gözümde hala. ıı. Bir gündü o Beykoz akşamında, Bulutlar, alçalma yarışında, Omuzlarımızdaydı bulutlar... İç ürperten bir serinlikle, Sulardan göğe, gökten sulara, Ve insanlara çarpıp duran, Küçük Çocukları korkutan Alıcı kuş gibi bir akşam, Gökten bizi süzüyordu. Fakat hangi yıldaydı bu? Yıllar ve günler karıştı... Şimdi uğurladığım sevinçler, -Şemsiyeli ve çok uzun paltolu- O gençlik görünümleriyle Kaldılar hayalimin Haydarpaşa Garı'nda. |
İcadiye Tepesi'ne Rokoko Hitap
Kandilli Bahçe civârında, Hicran nâmına inşa olunmuş, Nev-icâd kasrın kandilleri Bir anda yandı idiler... Yüreğimin doruğundaki rasathane, Bir bulut şekline girerek sizin, Gitiğinizi henüz kaydetmişti ki; Bir Frenk Madam, şapkası siyah tüllü, ''Monte Griso'da neler oluyor Tanrım'' dedi Uzun, soluk yüzünde, Birer faltaşıydı gözleri... İcadiye'de birşey olduğu yoktu O gri dağda âh Grili Çocuk, Fatin bir râsıt gibi elem, Sizi izlemekteydi, hâdise bu. Siz epeyce mesafe katetmişken, Elem, rasat mahallinde, mağrurdu. Bense tırmanıyordum ona doğru. Tek gerçek, tepedeki hindibalar, Plantagolar, çamlardı bir de Siz bile gerçek değildiniz.... Ey Azizem niçün halkedildiniz? Hem, affınızı reca ederim ama kimdiniz? Sinâ-yı kahra ayak basmamışken Hâşim Bey, henüz Monte Griso'ya doğru yükselerek, Oradan... Oradan kaybolmayı, Kimden öğrendiniz? Dağlara dayanmazken eninime, İcadiye nasıl tahammül eder Çocuk? Cevabı mümkünse lütfediniz. |
Kasımpatı
Göl çevresinde bir tek kasımpatı... Ölüm eğrisi tırmanışta şimdi, Hergün gözlerinin ekranında, Tavan çizerken güzellik eğrisi. Her ikisini de yaşadığından, Farkında güzelliğin ve ölümün. Beyaz, lekesiz bir kasımpatı... Göl kıyısında toz ve çalılar... Bâtın gölünde oynaşan balıklar, Belki de böyle bir göl yok, Çamur ve çalılar da hayâl. Yalnız varolan Kasımpatı... Göl kıyısında kaynaşarak, Karışmakta ümit, sevinç ve melâl. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:14 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.