www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Eskiler (Arşiv) (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=188)
-   -   İslam fıkıh ansiklopedisi(A'dan Z'ye) (https://www.cakal.net/showthread.php?t=70954)

Spy_MasteR 06-02-2007 07:00 PM

İslam fıkıh ansiklopedisi(A'dan Z'ye)
 
ABDEST
Islâm'da bazı ibâdetlerin yerine getirilmesi için yapılan ve bizzat kendisi ibâdet olan temizlenmeye Abdest denir. Abdest kelimesi Farsça'da su anlamına gelen "âb" ile el anlamına gelen "dest" kelimelerinden oluşmuş birleşik bir isimdir. Arapça karşılığı olan "vudû" kelimesi Hadislerde kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de ise temizlik anlamında "tahâret" ve "zekâ" kelimeleri geçmektedir. Vudû' kelimesi güzellik ve temizlik anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ibâdete başlanmadan önce insanın iç dünyasını güzelleştirmesi ve dışını da iyice temizlemesi gerekir.
Islâm'da abdestin farziyetine "Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın)..." (el-Mâide, 5/6), âyeti delâlet etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in abdest almadan hiç bir iş yapmadığını görüyoruz (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1583). Ancak abdest her amel ve ibâdet için değil başta namaz olmak üzere bazı ibâdetler için farz kılınmıştır. Fakat müslümanın sürekli abdestli bulunması sünnettir.

Abdest her şeyden önce her türlü pislik ve kirlilikten kurtulmak, yani maddî ve manevî bütün pislik ve mikroplardan uzak kalmak için İslam'ın emrettiği önemli bir ibâdettir. Mikrobun en kolay ürediği yer ağızdır. Ağızdan başlayarak el, yüz ve ayakların günde beş defa temizlenmesi İslam'ın temizliğe verdiği önemi gösterir. Böylelikle Islâm yüzyıllar önce temizliğin üzerinde durup insanoğlunu maddî-manevî her türlü pislik ve mikroptan korumayı hedeflemiştir. Bunun yanında abdest alan bir insan, kendini manen temiz ve rahat hisseder ve bu güzel his ve temiz duyguyla Allah'a ibâdete durur. Bu da ruhun temizliğini sağlamaktadır. Insanın yaratılış gayesi olan Allah'a kulluk böyle bir temizleme ameliyesi ile başlayınca insanoğluna vereceği zevk ve rahatlığın değeri sonsuzdur.

Insan abdestle bedenen ve mânen temizlendikten sonra Allah'ın huzuruna çıkar. Böyle bir temizlenme ile günlük bütün yorgunlukları ve yükleri geride bırakır.

Abdest almakla, dünyevî ve uhrevî birçok fazilet ve güzellikler elde edilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) abdestle ilgili olarak şöyle buyururlar:

"Bir müslüman abdest alıp yüzünü yıkadığında, yüzündeki âzaların işlediği bütün günahları; el ve ayaklarını yıkadığında el ve ayaklarıyla işlediği bütün hata ve günahları, su damlalarıyla beraber akıp gider ve kendisi de tertemiz olur. Hatta kirpik ve tırnak diplerindeki günahlarından eser kalmaz. Âdâp ve erkânına uymak suretiyle abdest alıp kıbleye dönerek: "Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlühü" diyen bu kul için cennetin kapıları açılmıştır; o, cennet kapılarının dilediğinden içeri girer."(Müslim, Tahare, 32, 33; Tirmizî, Tahâre, 2).

Spy_MasteR 06-02-2007 07:01 PM

ABDEST NASIL ALINIR?
Farz, sünnet ve edeplerini yukarıdaki maddelerde verdiğimiz abdesti tertip ve usûlüne göre ancak şöylece alabiliriz:
Abdeste başlarken şu dua yapılmalıdır:

"Bismillâhilazîm ve'l hamdülillâhi alâ dini'l Islâm" .

"Yüce Allah'ın ismini anarak başlarım. Beni Islâm dini ve akidesi üzere yarattığı için hamd ederim."

Abdest almaya niyetlendikten sonra, eûzü besmele çekilerek eller bileklere kadar yıkanır. Parmakta yüzük varsa, kımıldatılır. Altına suyun geçmesi sağlanır.

Uzuvların yıkanması sırasında bizden öncekilerden nakledilen şu duaları okumak abdestin edeplerindendir.

A- Mazmaza=Ağıza su verme sırasında: "Allâhümme einnî alâ tilâveti'l Kur'ân ve zikrike ve şükrike ve hüsn-i ibâdetike."

"Allah'ım, Kur'ân-ı Kerimi okumada, seni zikretme, sana şükretme ve sana güzel şekilde kulluk etmede yardımını istirham ederim."

B- Istinşak = Buruna su verme sırasında: "Allâhümme, erihnî râyihate'l Cenneti verzuknî min neîmihâ."

"Allah'ım, bana Cennetin kokusunu koklat. Cennet nimetlerinden beni rızıklandır."

C- Yüzü Yıkama Sırasında

"Allâhümme, beyyid vechî binûrike yevme tebyaddu vücûhun ve tesveddü vücûh."

"Allah'ım, bir kısım yüzlerin ağarıp nurlandığı, bir kısım yüzlerin ise karardığı gün, benim yüzümü nurlandır, ağart."

D- Sağl Eli Yıkama Sırasında

"Allâhümme, a'tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hisâben yesîrâ."

"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi- sağl elime ver ve hesabımı kolaylaştır."

E- Sol Eli Dirseklere Kadar Yıkama Sırasında

"Allâhümme, lâ tu'tinî kitâbî bisimâlî velâ min verâi zahfi."

"Allah'ım, kitabımı -amel defterimi- sol elimden ve arkamdan verme."

Sonra sıra başı meshetmeye gelir.

Kaplama mesh için, eller ıslatılır, küçük parmakla üç parmak uc uca getirilir. Önden başlayarak başın üstü sıvazlanıp arka ve yan taraflarda böylece meshedilir.

F- Kulakları Yıkarken

"Allâhümmec'alnî minellezîne yestemîune'l-kavle feyettebiûne ahseneh."

"Allah'ım, beni hak sözü dinleyenlerden ve onun en güzeline uyanlardan eyle." denilir ve kulaklar yıkanır.

G- Boyuna Mesh Etme Sırasında

"Allâhümme a'tik unuki (veya rakabeti) mine'n-nâri."

"Allah'ım, boynumu Cehennem ateşinden azad buyur."

H- Ayakları Yıkama Sırasında

"Allâhümme, sebbit kademeyye ales'sırâtı yevme tezûlü Fhi'l-akdâm."

"Allah'ım, Sırat köprüsünde ayakların kaydığı günde ayaklarımı kaydırma, sabit eyle..."

Abdest alıp bittikten sonra Rasûlullah (s.a.s.)'e salavât getirilmeli ve şu dua okunmalıdır:

"Allâhümmec'alnî minettevvâbîne vec'alnî mine'l-mütetahhirîn."

"Allah'ım, beni, tevbe eden ve günahlarından temizlenen kullarından eyle. . ."

Spy_MasteR 06-02-2007 07:01 PM

BDESTSİZ OLARAK YAPILMASI YASAK OLAN HUSUSLAR
1- Namaz kılmak.
2- Kur'ân-ı Kerim'e el sürmek.

3- Tilâvet secdesi yapmak.

4- Cenâze namazı kılmak.

5- Kâbe'yi tavaf etmektir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:01 PM

ABDESTİ BOZAN DURUMLAR
1- Idrar veya dışkı yollarından yani ön ve arkadan herhangi bir şeyin çıkması. Mâide sûresi 6. âyetinde "...sizden birisi abdest bozmaktan geri dönmüşse..." ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e "Hades nedir?" diye sorulduğunda; "Her iki yoldan çıkandır" cevabını vermeleri, ön ve arka yollardan birinden çıkan idrar, dışkı, yel, vedi, mezi, meni, kurt ve diğer hususların abdesti bozduğunu ifâde eder.
2- Aklın idrak gücünü gideren hususlar; uyumak, bayılmak, delirmek, sarhoş olmak vs.'dir. Ancak oturduğu yerde kıpırdamadan uyuyan kimsenin abdesti bozulmaz. (Müslim, Vudû', 2; Ahmed b. Hanbel, 1, 256).

3- Vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya sarı su çıkması ve etrafına yayılması. Ağızdan akan kana bakılır, şâyet bu kan tükrük kadar veya tükrükten fazla ise abdesti bozulur.

4- Ağız doluşu kusmak. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) "Kusuntu abdesti bozar" (Tirmizî, Tahâre, 64) buyurmaktadır. Kusma ağız doluşu değilse abdest bozulmaz.

5- Cinsî münasebette bulunmak.

6- Tam olarak cinsî ilişki olmasa bile kadın ve erkeğin çıplak veya ince bir elbise ile vücutlarının veya tenâsül uzuvlarının birbirine değmesi.

7- Teyemmüm yapan kimsenin su bulması .

8- Namazda sesli olarak gülmek. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Sizden biriniz namazdayken kahkaha ile gülerse abdesti ve namazı birlikte iade etsin. " Kahkaha namazın dışında olursa abdesti bozmaz.

Bir kimse abdest alırken bazı organlarını yıkayıp yıkamadığı konusunda endişe ederse, şayet bu ilk defa karşılaştığı bir şüphe ise o organını yeniden yıkar, yok eğer sürekli şüpheye düşüp duruyorsa bu şüpheşinin önemi yoktur. Abdestini tam almış sayılır. Abdestinin bozulup bozulmadığını tam hatırlayamayan kişi kesin olarak abdest aldığını hatırlıyorsa abdestli demektir. Çünkü kesin olarak bilinen bir husus şüphelerle yok olmaz.

Ayrıca namaz haricinde abdestinden şüpheye düşenin abdest almasının takvaya daha yakın olduğu; fakat namaz içinde bulunan kimsenin ise abdestinden şüpheye düşmesi hâlinde namazını bozup abdest alması gerekmediği âlimler tarafından ifâde edilmiştir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:01 PM

ABDESTİ BOZMAYAN DURUMLAR
1- Kişinin ön veya arka yollarından başka vücudunun herhangi bir yerinden kan çıkıp, bir damla halinde kalması.
2- Kabuk bağlamış bir yaranın kan çıkmadan kabuğunun düşmesi.

3- Yaradan, burundan yahut kulaktan bir vücud kurdunun düşmesi.

4- Tenâsül uzvuna (cinsî organına) el sürmek.

5- Kadın vücudunun herhangi bir yerine dokunmak.

6- Ağız doluşu olmayan kusuntu.

7- Ağızdan çıkan balgam.

8- Oturduğu yerde veya namazda uyumak .

9- Ağlamak.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:02 PM

ABDESTİN ÇEŞİTLERİ
1-Farz Olan Abdest
Namaz kılmak, Kur'ân-ı Kerim'e el sürmek ve tilâvet secdesi yapmak için abdest almak farzdır. Cünüp veya abdestsiz olan kimsenin Kur'ân-ı Kerim'i eline almasının helâl olamayacağı hususunda Islâm bilginleri arasında ittifak vardır.

2-Vâcip Olan Abdest

Kâbe-i Muazzama'yı tavaf* etmek için abdest almak vaciptir. Bir kimsenin Kâbe'yi abdestsiz tavaf etmesi vacibi terk ettiğinden dolayı sorumlu olmakla beraber yaptığı bu tavaf câiz ve geçerlidir. Ancak bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

"Tavaf, namaz gibidir. Fakat tavaf sırasında konuşmak câizdir. Tavafta konuşan kimse hayırlı söz söylesin." (Tirmîzî, Hacc, 112; Nesâî, Menasik, 126) .

Farz olan tavaf abdestsiz olarak yapıldığı takdirde bir küçükbaş hayvan kurban etmek gerekir. Cünüb olan kimsenin ise böyle bir farz tavafı yapması hâlinde bir büyükbaş hayvan kurban etmesi lâzımdır. Ancak bu farz tavaf, abdest alınarak yeniden yapılırsa böyle bir kurbana gerek kalmaz. Fakat farz günler dışında tekrar yapılması hâlinde geciktirilmiş olduğundan dolayı kurban kesmek gerekmektedir .

Yapılması vacipolan vedâ tavafını abdestsiz olarak yapan kimse bir miktar sadaka vermelidir. Fakat vacip olan tavafı cünüb olarak yapanın bir küçükbaş hayvan kurban etmesi lâzımdır.

3-Mendup Olan Abdest

Uykudan önce veya uykudan kalktıktan sonra, cenâze yıkamak, cenâze taşımak, cenâzeyi yıkadıktan sonra, cinsel temastan önce, ezberden Kur'ân okumak, hadîs okumak, Cenâb-ı Allah'ı ta'zim veya tesbih etmek için veya kızgınlık sırasında kızgınlığını gidermek gayesiyle abdest almak ve sürekli abdestli olmak niyetiyle abdest almak menduptur.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:02 PM

ABDESTİN EDEPLERİ (ÂDÂBI)
Edeb; nezâket, zarâfet, insanlara sözle ve davranışla yardımda bulunmak, gönüllerini okşamak demektir. Abdestin edepleri ise yapılması halinde sahibine sevap kazandıran hususlardır. Yapılmamaları halinde ise kişiye günah yazılmaz. Abdestin edepleri şunlardır:
1- Abdest alırken başkasından yardım istememek.

2- Abdest alırken suyun sıçramaması için dikkatli davranmak.

3- Kıbleye doğru yönelmek.

4- Gereksiz yere konuşmamak.

5- Niyet ederken dil ile niyet etmek.

6- Her uzvu iyice ovmak.

7- Abdest dualarını okumak.

8- Kullanılmış bir su ile abdest almamaya dikkat etmek.

9- Her uzvu yıkarken niyeti korumakla birlikte "Bismillâh" demek.

10- Kulağını meshederken serçe parmaklarının uçlarıyla kulak deliklerini meshetmek.

11- Burna ve ağıza suyu alırken sağl eli kullanmak.

12- Sol el ile sümkürmek.

13- Özür sahibi olmayan kimsenin namaz vaktinden önce abdest alması.

14- Abdest bittikten sonra kıbleye karşı ayakta kelime-i şehâdet getirmek ve dua yapmak, biraz su içmek.

15- Durgun veya akarak yer değiştiren sular ile birikinti hâlindeki sulara ve Kıble'ye karşı abdest bozulmaz.

Abdest Namazı

Abdest namazı abdest aldıktan sonra abdest âzaları henüz yaş iken iki rek'at nafile namaz kılmaktan ibarettir

Spy_MasteR 06-02-2007 07:02 PM

ABDESTİN FARZLARI
1-Yüzü Yıkamak
Yüzün bir defa yıkanması farzdır. Yüzün sınırları, saçın bittiği yerden sakal veya çene altına, kulakların köklerine kadar olan bölümdür. Gözlerin içine suyun ulaştırılması gerekmez. Ancak abdest alırken gözler sıkılmaz, tamamen açık bırakılmaz. Normal bir şekilde yüz yıkanır. Dudaklar yumulduğu zaman, dışarda kalan kısımlar yüzün sınırlarıdır. Sakal, bıyık ve kaşın altına suyu ulaştırmak gereklidır.

2-Kolları Yıkamak

Parmak uçlarından kol dirseklerine kadar -dirsekler de dahil- olan kısmı bir defa yıkamak farzdır. Eğer iğne ucu kadar kuru bir yer kalırsa veya tırnağının altına suyu geçirmeyecek (hamur, boya, çamur vb.) bir madde bulunursa, abdest alınmış sayılmaz. Ancak boyacıların tırnaklarındaki boyalardan kaçınmanın mümkün olmamasından dolayı bunlar abdeste zarar vermez. Tırnaklar parmak uçlarından dışarı taşacak kadar uzamış olursa o fazlalığı da yıkamak gerekir. Bir kimse abdest aldıktan sonra bu uzamış tırnağı keserse abdestini yenilemesi gerekmez. Parmakta yüzük var ve bu geniş ise abdest alırken bunu oynatmak sünnet, eğer yüzük dar ve altına su geçirmeyecek kadar parmağa oturmuşsa onu oynatmak farzdır.

3-Başı Meshetmek

Mesh, sözlükte eli bir şeyin üzerinden geçirmek demektir. Ibâdet hukukunda ise suyun bir vücut organına isâbet etmesidir. Başın meshedilmesindeki farz oranı alın miktarıdır. Bu miktar ise başın dörtte biridir. Meshederken üç veya daha fazla parmağı kullanmak gerekir. Iki parmakla yapılan mesh câiz değildir.

Başa giyilen sarık veya takke üzerine meshetmek geçerli değildir. Kadınlar da baş örtüleri üzerine meshedemezler.

4-Ayakları Yıkamak

Sağlam ve çıplak ayakları topuklarıyla birlikte bir defa yıkamak farzdır. Yaralı veya mestle örtülü ayakları yıkamaya gerek olmayıp sadece meshetmek yeterlidir. Mâide Sûresi 6. âyette geçen topuk = ka'b, ayağın iki tarafından inak kemiğine bitişik kemiktir. Rasûlullah (s.a.s.): "Vay ateşten o topukların haline... " (Buhârı, Ilim 30; Vudû', 27,29; Müslim, Tahâre, 25-28,30; Ebû Davud, Tahâre, 46) buyurduğu ve ayakların tamamen yıkanmasını emrettiği bilinmektedir.

Bir kimsenin ayağında yarık varsa ve o yarığa su sızdırmayan bir ilaç sürülmüşse, o kimse ayağını yıkadığı zaman, su yarığın altına geçmezse bu durumda su, ayağa zarar verecekse abdest yerine getirilmiş sayılır ve bu câizdir. Ancak su zarar vermiyorsa abdest tam olarak alınmış sayılmaz. Dolayısıyla zarar vermediği takdirde yarıklara su ulaşacak şekilde yıkamak gereklidır .

Spy_MasteR 06-02-2007 07:02 PM

ABDESTİN MEKRUHLARI
1- Abdest alırken gereğinden fazla suyu boş yere tüketmek.
2- Gereği yokken suyu âdetâ âzaları mesheder gibi çok az kullanmak.

3- Suyu abdest âzalarına hızlı çarpmak, etrafa su sıçratmak.

4- Abdest alırken gereksiz yere konuşmak.

5- Ihtiyacı olmadığı halde abdest almak için başkasından yardım ve su dökmesini istemek.

6- Temiz olmayan pis ve kirli bir yerde abdest almak.

7- Abdestin sünnetlerini bilerek terk etmek.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:02 PM

ABDESTİN SÜNNETLERI
1-Niyetle Başlamak
Niyet, bir şeyi yapmayı kalbinden geçirmektir. Kalpden niyet etmeden, yalnız dil ile niyeti söylemek yeterli değildir. Abdest için niyet müstehap bir sünnettir. Ancak Şâfiî mezhebine göre niyet, başlı başına bir ibâdet olduğundan abdeste niyet de farzdır. Bu sebeple niyetsiz abdest olamaz.

2-Abdeste Besmele ile Başlamak

Abdeste başlarken Allah'u Teâlâ'nın ismiyle yani besmele ile başlamak sünnettir. Rasûlullah (s.a.s.): "Allah'u Teâlâ'nın ismini zikretmeyen kimsenin abdesti yoktur." (Ebû Davud, Tahâre, 48; Tirmizî, Tahâre, 20; Ibn Mâce, Tahâre, 41) buyurarak besmelenin faziletini belirtmiş olmaktadır. Besmeleyi abdeste başlarken okumak esastır. Çıplak bir hâlde iken veya tuvalette besmele okunmaz. Bir kimse abdestin başında "Lâilâhe illallah" veya "Elhamdülillah" dese besmele yerine geçer (Fetevâyı Hinddyye, 1,7).

3-Önce Bileklere Kadar Elleri Yıkamak

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): "Sizden birisi uykusundan uyandığı zaman, kat'iyyen elini yıkamadıkça su kabına daldırmasın. Çünkü o, eli nerede gecelemiştir bilemez" (Buhârî, Vudû', 26; Müslim, Tahâre, 87-88; Ebu Davud, Tahare, 49) buyurmuştur. Ayrıca insanın eli, temizleme hususunda bir araçtır. Dolayısıyla ilkin onu temizlemeye başlamak sünnettir. Bilindiği üzere, elleri, dirseklere kadar yıkamak (dirsekler dahil) farzdır. Fakat önce bileklere kadar yıkamak tertip olarak sünnettir.

4-Misvak Kullanmak

Rasûlullah (s.a.s.): "Eğer ümmetime zorluk vereceğinden çekinmeseydim, her namazdan önce onlara misvak kullanmayı mutlaka emrederdim." (Müslim, Tahâre, 15; Ahmed Ibn Hanbel, II, 250, 400) buyurmaktadır. Dişleri parmakla yıkamak misvağın yerini tutmaz. Ancak misvak bulunmazsa sağ elin bir parmağı ile dişleri temizlemek misvak yerine geçerli olabilir.

5-Ağzı Yıkamak

Abdest alırken Rasûlullah (s.a.s.)'in ağzını üç defa yıkadığı (mazmaza yaptığı) bize ulaşan bilgiler arasındadır. Bunun sınırı, suyun ağzın tamamını kaplamasıdır. Ayrıca her seferinde suyu yenilemek de sünnettir.

6-Burnu Yıkamak

Yine Hz. Peygamber (s.a.s.)'in abdest alırken burnuna da üç defa su çektiği bilinmektedir. Burna su çekerek sol eli ile suyu dışarıya verip yeniden su çekerek burnu sol el ile temizlemek sünnettir.

7-Kulakların Meshedilmesi

Baş meshedilirken kulakların da aynı şekilde sayılarak meshedilmesi sünnettir. Ayrı bir su ile meshedilmesini sünnet olarak kabul edenler de vardır.

8-Yıkanması Gereken Uzuvları Üçer Defa Yıkamak

Yıkanması farz olan yüz, eller ve ayaklar gibi organlarımızı üçer kere yıkamak sünnettir. Bu organlarımızdan her birini yıkamaya başlayınca ilk yıkama farzdır. En sağlam ve geçerli görüşe göre ikinci yıkama ise sünnettir. Abdest alırken, yıkanmakta olan organa su ulaşır ve ondan damla damla dökülüp akarsa, yıkamanın tamam olduğu tam anlamıyla anlaşılır.

9-Parmakların Arasını Yıkamak

"Parmaklarınızın arasını hilâlleyiniz ki onların arasına Cehennem ateşi girmesin ve onları hilâllemesin" (Ebu Davud, Tahâre 56, 59; Tirmizî, Tahâre, 30; Savm 68; Nesâî, Tahâre 91) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu buyruklarıyla belirtilen işi yapmak sünnet olmaktadır. Bu aynı zamanda, farz olan yıkamanın da kâmil anlamda gerçekleşmesini sağlar.

10-Sakalı Ovmak

Abdest alırken sakalı bulunanların sakallarını, parmaklarını sakalın içine sokarak alt taraftan üst tarafa doğru hareket ettirmesi hilâllemek olarak tanımlanmaktadır. Rasûlullah (s.a.s.): "Müşriklere muhâlefet edin, bıyıkları kısaltın, sakalı uzatın." (Müslim, Tahâre, 56; Ebû Davud, Tahâre, 29; Tirmîzî, Edeb, 14; Nesâi, Zinet, 1, 56) buyurarak mü'minler için sakalın gerekçe ve önemini belirtmiş olmaktadır. Dolayısıyla mü'minler sakallarını sünnete göre uzatmak ve sakal bırakmak konusunda duyarlı olmak zorundadırlar.

11-Abdest Almaya Sağ Taraftan Başlamak

"Şüphesiz ki Allah'u Teâlâ, her şeye sağldan başlanmasını sever. Hattâ ayakkabılar giyilirken ve çıkarılırken dahi" (Buhârî, Vudû', 31) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu uyarısına göre de abdeste sağldan başlamak sünnettir.

12-Tertibe Uymak

Abdest alırken, Mâide Sûresinde beyan buyurulan sıraya uymak ve bu sıraya göre abdest almak da sünnettir. Yani önce elleri ve akabınde yüzü yıkamak, ardından da başı meshetmek ve en son olarak da ayakları yıkamaktır. Imam Şâfiî (rh.a) bu sıraya uymanın farz olduğu kanaatindedir. Şâfiî'nin bu içtihadı ile âlimler abdestin farzının altı olduğunu tesbit etmişlerdir ki bunlar şöylece sıralanmaktadır: Niyet, ellerin yıkanması, yüzün yıkanması, başa meshedilmesi, ayakların yıkanması ve tertibe uymaktır.

13-Başın Tamamını Bir Defada Meshetmek

Abdest alan bir kimse, iki avucunu ve parmaklarını başının ön kısmından başlayarak arka kısmına kadar, başın tamamını kaplayacak bir şekilde arkaya doğru çekerek mesheder. Bu sünnettir. Başın tamamını devamlı olarak meshetmek ve özürsüz bir şekilde terk etmek günah olur.

Muvalât ise, organları ara vermeden birbiri ardında yıkamak demektir. Öyle ki ılıman bir havada ilk yıkanan organ, abdest tamamlanmadan kurumamalıdır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:03 PM

ADAĞIN KISIMLARI
Nezir'in şarta bağlı olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrıldığı gibi bu türler de ayrıca kendi aralarında çeşitli kısımlara ayrılmaktadırlar.

A- Şarta bağlı olan adaklar

Bunlara ıstılâhî olarak "Muallak Adaklar" denir. Muallak adaklar ikiye ayrılır:

1- Bazı hususların gerçekleşmesine ve yapılmasına bağlanan adaklar. Meselâ 'Hastalığım geçer ve iyileşirsem şu kadar oruç tutacağım' veya 'Şu kadar kurban keseceğim' şeklinde yapılan adak gibi. Bu hastalığı geçerse bu ibâdeti derhal yerine getirmek gerekir. Böyle bir adağı daha sonra yapmak her ne kadar câiz ise de hemen yerine getirilmesi daha sevaptır.

2- Bazı iyi ve güzel hususların gerçekleşmemesi ve yapılmaması için adanan adaklar. Örneğin, 'Falan kimse ile konuşursam şu ibâdeti yapmak üzerime vâcip olsun' şeklindeki adaklar gibi. Burada koşulan şart falan kimse ile konuşmamadır. Bu şarta rağmen o kimse ile konuşulursa adağı yerine getirmek yahut bunun yerine yemin keffâreti ödemek gerekir.

Genel olarak belli bir şarta bağlanan adaklar belirtilen şartın gerçekleşmesinden önce yapılmazlar. Örneğin 'Falan işim olursa şu kadar oruç tutacağım' diye adak yapılıp o işi gerçekleşmeden adadığı orucu tutarsa adağını yerine getirmiş olmaz. Adı geçen işi gerçekleşince yeniden o orucu tutması gerekir.

Aynı şekilde bu tür bir adak belirli bir zaman, yer ve kişilere yahut belli bir şekle bağlanırsa mutlaka bu belirlenen şekilde yapılması şart değildir. Meselâ 'Falan işim olursa falan gün veya falan ay oruç tutacağım, şu parayı falan adama vereceğim', yahut şu kadar namazı falan camide kılacağım' dese belirtilen işi gerçekleşince belirttiği gün veya ayda oruç tutması şart değildir. Zikrettiği kişiye belirlediği parayı vermesi yahut söylediği camide namaz kılması şartı aranmamaktadır. Orucunu istediği bir zamanda tutması, sadakasını istediği kimseye vermesi, namazını istediği herhangi bir camide kılması mümkündür.

B- Şarta bağlı olmayan adaklar

Bunlara da "Mutlak Adaklar" adı verilmektedir. Bu tür adaklar da ikiye ayrılmaktadır.

1- Belirli olan yani muayyen adaklar: Şarta bağlı olmadan yapılan adaklardır. Meselâ 'önümüzdeki perşembe günü oruç tutmayı adamak' gibi.

Belirli olmayan adaklar. Bunlara da 'Gayr-i Muayyen Adaklar' denir. Bu tür adaklar da hiçbir şart ve zamana bağlı olmayan adak türleridir. Meselâ "Şu kadar gün oruç tutacağım" diyerek hiçbir şart ve zamana bağlamadan bir müddet oruç tutmayı adamak gibi.

Bütün bu hükümlere göre Mutlak * yani bir şarta bağlı olmadan adanan oruçların kesin olarak yerine getirilmeleri gerekir. Belirli bir zamanda yapılması adanan adak başka bir günde kaza edilmelidir. Aynı şekilde bu tür mutlak adaklarda belirli bir yer ve kişi ile belirli bir miktar da önemli değildir. Mühim olan bu adakların yerine getirilmesidir. Belirlenen yer, kişi ve miktarlar değiştirilebilir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:03 PM

ADAĞIN ŞARTLARI
Adağın İslâmî hükümlere göre geçerli olabilmesinin çeşitli şartları vardır:

1- Adanan ibâdetin cinsinden mutlaka bir farz veya vâcibin olması gerekir. Örneğin "üç gün oruç tutacağım.", "Şu kadar namaz kılacağım", "Kurban keseceğim", diye adamak câizdir ve böyle bir adak sahihtir. Fakat "Filan hastayı ziyâret edeceğim", "Aldığım malları sermayesine satacağım", demek adak olmuyor. Dolayısıyla Allah rızası için adanan ibâdetin cinsinden farz ve vâcip olmayan hattâ İslâm dininde yapılması uygun olmayan, İslâm'ın emretmediği kötü geleneklerden ibaret olan türbelere, yatırlara mum yakmak, bu yatırların uğruna bir şeyler yapmak, yatırlara bazı eşyalar adamak câiz değildir. Hattâ bu gibi adaklar kesinlikle haramdır .

2- Adayanın akıllı, bülûğa ermiş yani ergin olması gerekir. Adağı yapan kimsenin aklından hasta olmaması, çocuk yaşta bulunmaması gerekir. Erginlik çağına ulaşmamış olanlarla delilerin* yaptığı adakların yerine getirilmesi zorunlu değildir.

3- Adanan ibâdet o anda veya gelecekte yapılması farz olan bir ibâdet olmamalıdır. Meselâ 'şu işim olursa öğle namazını veya yatsı namazını kılacağım', yahut 'Ramazan'da oruç tutacağım', veya zengin olduğu halde 'Kurban bayramında kurban keseceğim' gibi adaklar sahih değildir. Çünkü bu gibi ibâdetler zaten farz veya vâcip ibâdetler olup yerine getirilmesi gereken ibâdetlerdir. Buna göre bu tür adaklar geçerli değildir.

4- Adanan ibâdet ayrıca bir farz veya vâcip bir ibâdete sebep ve zemin türünden olmamalıdır. Örneğin abdest almayı veya tilâvet secdesi yapmayı adamak da sahih bir adak değildir. Zira bu gibi ibâdetler farz olan ibâdetlere vesiledir, onun için adanmaz.

5- Adanan şey Allah'ın razı olmayacağı, günah özelliği taşıyan türden de olmamalıdır. Meselâ "Şu işim olursa kendimi Allah rızası için kurban edeceğim" diye bir adak yapmak geçerli olmadığı gibi haramdır. Fakat aslında İslâm'ın emrettiği bir ibâdet iken yine İslâm'ın başka bir sebepten dolayı yasakladığı bir ibâdet türü ise geçerli olur. Meselâ bir kimsenin Ramazan Bayramı'nın birinci gününde veya Kurban Bayramı'nın ilk üç gününde oruç tutmayı adaması sahih bir adaktır. Ancak bu günlerde oruç tutmak haram olduğu için, başka bir zamanda bu adağını kaza eder.

6- Adanan şeyin yerine getirilmesi mümkün olmalıdır. Meselâ geçen falan günde yahut falanın geleceği günde oruç tutmak gibi. Geçen bir gün geri gelmeyeceği gibi, falan kimsenin gece veya gündüz zeval vaktinden sonra gelmesi halinde artık oruç tutulamayacağı bellidir. Çünkü oruç gündüz tutulduğu gibi fecirden başlanması gerekir. Dolayısıyla böyle bir adak olmaz.

7- Adanan şey bir malın sadaka* olarak verilmesi ise, adanan mal adağı yapanın malından ve servetinden fazla olmamalıdır. Çünkü adağı yapan kimse ancak mal varlığı kadar bir tasaddukta bulunabilecektir. Ayrıca başkasının malını tasadduk etmeyi adamak da câiz değildir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:03 PM

ADAK (NEZIR)
Allah'u Teâlâ'ya ibâdet maksadıyla mükellef olmadığı halde mübah olan bir işi yapmayı kararlaştırmak, kişinin öyle bir ameli kendisine vâcip kılması ve bunu yapacağına dair Allah'a söz vermesine Adak denir.

Allah rızası için yapılan adaklar Allah katında geçerlidir. Yalnız Allah'ın rızası gözetilirse böyle bir ibâdetten sevap elde edilir. Sırf Allah rızası için oruç tutmak, sadaka vermek, Kur'an okumak namaz kılmak gibi. Ancak sırf dünyevî bir maksat uğruna yapılan adaklar geçerli değildir. "Falan bir işim olursa şu kadar oruç tutacağım", veya şu kadar sadaka vereceğim demek gibi. Buna benzer dünyaya yönelik isteklerin olması halinde yapılan adaklarda sırf dünyevî bir arzu taşıdığından ibâdetlerde aranan ihlâs* ve Allah rızası özelliği kaybolmuş oluyor. Aslında böyle bir adak Allah'ın takdirini değiştirmez. Mukadder ne ise o olur. Fakat her ne olursa olsun "falan işim olsun, şöyle böyle oruç tutacağım, sadaka vereceğim..." gibi adakları yaptıktan sonra mutlaka yerine getirmek vâcip olur.

Allah'ın rızasını ve yardımını istemek maksadıyla yapılan bu ibâdet genellikle bütün semâvî dinlerde vardır. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Meryem ile ilgili olarak anlatılan kıssada annesinin şöyle dediği ve adakta bulunduğu ifade edilmektedir: "Hani İmran'ın karısı şöyle demişti: 'Rabbim' karnımda taşıdığım çocuğu sadece sana hizmet etmek üzere adadım. Bunu benden kabul buyur Allah'ım sen her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilensin. " (Âl-i İmrân, 3/35). Ve yine Hz. Meryem'e şöyle hitab edilmişti: "İnsanlardan birini görürsen "Rahman olan Allah'a konuşmama orucu adadım bugün kimseyle konuşmayacağım" de." (Meryem, 19/26). Yalnız Semâvî dinlerde değil, kısmen semâvî din özelliği ve kalıntıları taşıyan bazı toplum ve dinlerde de adak inancına rastlanmaktadır. Yahudi ve Hristiyanların yanısıra eski Çin, Türk ve Arap toplumlarında adakların yapıldığı bilinmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de adak ile ilgili olarak bazı hususlar zikredilmişse de bu konuda herhangi bir emir veya nehiy mevcut değildir. Fakat ileride de ele alınacağı gibi adaklar yapıldıktan sonra mutlaka yerine getirilmesi gerekmektedir.

Bazı Hadislerde Rasûlullah (s.a.s.), yapıldıktan sonra Allah'a itaat kabılinden olan adakların yerine getirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. (Tecrid-i Sarih Tercüme ve Şerhi, XII, 226 vd.) Adağın Hz. Peygamber tarafından yasaklandığını ileri sürenler olmuşsa da, bu adaklar insanı kaderden müstağni kılmaya sürükleyen anlayışlara dayalı olan adaklardır. Çünkü yapıldıktan sonra mutlaka yerine getirilmesi kesin olarak emredildiğine ve bu konuda gayet açık hükümler bulunduğuna göre, yasaklanmış bir hususun yapıldıktan sonra yerine getirilmesi isteniyorsa bu yasak ne ile izah edilebilir?

Adak, yemin keffâreti*nde olduğu gibi yerine getirilmesi kişinin İslâmî hükümlere olan sadakatine bağlıdır. Böyle bir adağı yaptıktan sonra onu yapmaması halinde İslâm devleti yetkilileri ibâdeti ihmal ettiğinden dolayı onu bu konuda zorlayamazlar. Ancak Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de "Nezirlerini edâ etsinler" (el-Hacc, 22/29) buyurmaktadır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:03 PM

ADAK KURBANI
Adanılan şey bazen kurban olabilir. Bu durumda şu iki hususa dikkat edilmelidir:

1- Kurban davar, sığır ve deve gibi dört ayaklı hayvanlardan olur. Tavuk, kaz ve hindi gibi iki ayaklı hayvanlardan kurban olmaz.

2- Kurbanın etinden onu adayan kimse ile usûl ve füru* yiyemezler. Kurbanın eti fakirlere tasadduk edilir. Şayet yerlerse yedikleri miktarın değerini fakirlere vermeleri gerekir

Spy_MasteR 06-02-2007 07:03 PM

ADAK KURBANI ETİ
Bir baba, çocuğum şu okulu bitirirse kurban kesecegim der, fakat çocuğu o okulu bitiremeden baba ölürse, daha sonra okulu bitiren çocuk, ya da annesi onun bu adağını yerine getirmeli midirler? Keserlerse etinden kimler yiyemez?

Ölen Için Kurban ve Kurbanda Çok Yönlülük Önce, dünyevi bir nimet için adak yapmanın mekruh, yani çirkin bir iş olduğu, ama buna rağmen adağını yerine getirmesi gerektiği bilinmelidir. Bir şeyin olmasına bağlanan (muallak) adak, o şey olmadan önce yapılmaz. Sözünü ettiğiniz baba oğlunun okulu bitirdiğini görmediği için bu adak onun üzerinden düşmüştür. Çocuğun bu kurbanı kesmesi ve sevabını ona göndermesi güzel bir şeydir.Adak olmadığı için etinden herkes yiyebilir. Ancak adak sahibi, varislerinin kesmelerini emretmişse kesenin kendisi yiyemez. ( Nemenkânî; age. N/362 (Raddü'I-muhtâr'dan))

Spy_MasteR 06-02-2007 07:04 PM

ÂDET GÖRME (HAYIZ)
Genel Olarak Âdet

(Bu başlık altında âdetle ilgili meseleleri bir problemi çözer biçimde, oldukça karmaşık olarak anlatmak zorunda olduğumuzdan, konunun sonuna âdeti kısa ve öz olarak anlatan bir özet ekleyecegiz. Bu konuda kısa ve genel bilgi edinmek isteyenler, öncelikle orayı okumalı, orası ile halledemedikleri problemleri çıktığında, burada ilgili bölüme bakmalıdırlar. Aynı şey lohusalık ve hastalık kanı için de söz konusudur.)

1- Âdet görme, yani hayız, kadının özelliklerinden ve onu erkekten ayıran yönlerinden biridir. Âdet, anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının fıtratının, yani yaratılışının gereği olan doğal bir olaydır. Âdet görme, kadının sihhatli ve normal olduğunu gösterir.

2- Islâm bu konuda da aşırılıklardan uzak bir orta yolu öğretir: Cahiliyyet dönemindeki Araplar âdetli kadınlara arkadan cima ederlerdi. Hiristiyanlar âdetli kadınlara, bu hallerinde iken önden cima ederlerdi. Yahudilerle Mecusîler ise, tam tersine, âdetli kadından son derece uzak kalır, hattâ âdetleri bittikten sonra bir hafta daha onlarla bir arada bulunmazlar, onlarla beraber yemezler, içmezler ve oturmazlardı ve kitaplanndaki emrin bu olduğunu söylerlerdi. (Müslim, hayz 16; Ebû Dâvûd, tahâret 103.) Ilk ikisi temizlige dikkat etmeme ve sihhat bozucu bir davranış, diğeri de kadınları küçük düşürücü ve dışlayıcı bir uygulama idi.

3- Islâm geldi, "hayız, eziyet verici bir haldır, dolayısı ile hayızlı iken kadınla cima etmeyin..." (Bakara (2) 222.) âyeti gönderildi. Hiç mi yaklaşmayacağız diye soranlara, bunu Yahudilerden etkilenerek sormuş olabilecekleri için, Peygamber Efendimiz; "her şeyi yapın fakat cima etmeyin" (Müslim, hayz,16; Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124; Darimî, vudû 117.) buyurarak, kadının âdetli iken kirli bir çaput gibi bir kenara atılamayacağını öğretti. Çünkü âdetlilik, pislik demek değildi. Kur'ân ondan "pisliktir" diye değil, "eziyettir" diye söz etti. Yani âdetli iken kadınla cima, hem erkek için, hem de kadın için bir eziyettir ve sağlıga zararlıdır.

4- Peygamberimiz bunu, uygulayarak da öğretti: O, annelerimiz olan hanımları âdetli iken göbekle dizkapağı arasını bir peştemal(izar) ile örtmesini söyler ve geri kalan yerlerinden yararlanır, okşar ve ilgilenirdi. (Buharî, hayz 5; taharet 175; Darimî, taharet 108; Muvatta, taharet 102) Bunu elbette kendisi cinsel tatmin aramak için yapmazdı. Çünkü hanımlarının hepsi bir anda âdetli olmayacağına göre cinsel ihtiyacağı âdetli olmayan hanımlarıyla normal yoldan giderebilirdi.

Durum bu iken böyle davranmasının iki önemli nedeni vardı:

a). Bunu yapmakla, bu konudaki batıl inançları yıkmış ve bunun caiz olduğunu bildirmiş oluyordu.

b). Âdetli iken bedensel ve psikolojik rahatsızlık duyan kadını, itilmişlik ve yalnızlık duygusundan kurtarmış ve ona eskisi gibi insan olmakta devam ettiğini göstermiş oluyordu.

Çünkü Peygamberimizin bütün hanımları âdetli iken kendilerine böyle davranıldığını haber vermişlerdir. (bk. Müslim, hayz 3.)

Bunu bir de onların, görüşüp konuştukları her kadına bunun normal ve caiz olduğunu anlatmaları ve yaygınlasması için yapıyordu.

5- Islâm'da âdetli kadının pis olan yönü sadece kanıdır. Nitekim erkeğin de idrarı ve dışkısı pistir. Âdetli kadınla cima dışında herşey yapılır. Onun teri ve tükrügü pis değildir, onunla kucaklasılir, öpülür, beraberce yemek yenir. Hattâ artığı yenilebilir.

6- Aişe Annemiz: "Allah Rasulü söylerdi ve ben âdetli iken onun başını yıkardım. Ben âdetli iken kucağıma yaslanır Kur'ân okurdu". (Buharî, hayz 2, 3; Müslim, hayz 15; Nesâî, taharet 173,174;Müsned V/400, VI/68,117,135,148.) Âdetli iken kemikli haşlamanın etini ısırırdım ona verirdim, alır ve benim ısırdığım yerden ısırırdı. Âdetli iken su içtiğim kabı ona verirdim, alırdı ve ağzını, benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi" (Müslim, hayz 14; Izahi için bk. Davudoğlu N/990-91; Ebû Dâvûd, tahâret 103.) demiştir.

7- Âdet görme, Allah'ın bir kanunudur. O, âdetli kadının namaz ve orucunu da bırakmasını emretmiştir. Kadın nasıl namaz kılma ve oruç tutma emrini yerine getirirken sevap kazanırsa, âdetli zamanında yine emre uyarak namaz kılmamak ve oruç tutmamakla da sevap kazanır.

8- Fıkıh kitaplarımızın hemen hemen hepsinde âdetin, en zor meselelerden biri olduğu söylenir. Çünkü gerek âdetin başlangıç ve bitim zamanlarının hesabı, gerek âdet kanının özellikleri ve gerekse âdetli iken yapılabilen ve yapılamayan şeyler, yani, âdeti ilgilendiren gusül, namaz, Kur-ân okumak, oruç, itikâf hacc, cinsel ilişki boşama, iddet, istibra vb. meseleler kolaylıkla bilinebilecek şeyler değildir. Dini titizligi ve gayreti olanlar dışında bu konuyu çok az kimse bilebilir ve Allah'ın arzusuna uygun olarak yaşama derdi olmayan zayıf imanli kimseler bu konuda çok büyük hatalar yaparlar ve bünyelerine de, dinlerine de, eslerine de zarar verirler. Bu yüzden özellikle kadınların bu konuyu çok iyi bilmeleri gerekir. Erkekler de evin reisi ve kadının "kayyum"u olmaları bakımından bundan aynı derecede sorumludurlar.

Âdetin Tanımı

9- Âdet: Hamile olmayan, ergin kadının rahminden (döl yatağından), lohusalık ya, da kan akmasına sebep olan bir hastalıktan ötürü değil de ergin kadınlık gereği, belli sürelerle gelen kandır.

Bu, âdeti bir kan ya da olay görmemiz halinde yapacağımız tariftir.

10- Âdetli olmayı değişik bir durum ve yeni bir hal olarak düşünürsek âdeti; sözü edilen kan sebebi ile ortaya çıkan şer'î bir engeldir, diye tarif ederiz.

Yani birinci tarif, âdet kanının pis bir madde olmasına, ikinci tarif de sebep olduğu hades (hükmî pislik, yani abdestsızlık ve gusülsüzlük) haline göredir.

11- Âdet dediğimiz "hayz" in sözlük anlamı "akmak" tir.

12- Hayız karşılığı olarak dilimizde kullanılan en yaygın kelime "Âdet"tir. "Aybaşı", "kirlilik", "namazsızlık", "ay hali" gibi kelimeler de aynı anlamda kullanılır.

ÂDET KANININ ÖZELLİKLERİ:

Rengi ve Kokusu

"Ümitsızlık" yaşına varmayanlarda saf beyaz akıntı dışında gelen kırmızı, siyah, hakî, bulanık, saman ya dadişsarısi, hatta yeşil gibi her renk âdet kanı olabilir. Ümitsızlık yaşına varanlarda ise âdet kanının rengi sadece koyu kırmızı ya da siyahimsidir. Dolayısı ile ellibeş yaşınıgeçenlerden gelen ve bu iki rengin dışında olan her akıntı âdet değil, hastalık kanıdır.

Kanın rengi konusunda, ilk çıktığı ve bezde belirdigi zamana itibar edilir. Çünkü o anda tazedir ve asıl rengindedir. Kuruduktan sonraki rengine itibar edilmez. Çünkü kuruyunca rengi değişebilir.

Âdet kanının kokusu ağır ve rahatsız edicidir. Hastalıktan dolayı gelen kan ise kokusuzdur.

Âdet Kanının Ilk Çıkışı (Sübûtü)

Ilk âdetini gören ya da ilk doğumunu yapan kadının âdeti ve lohusalığı ile ilgili hükümler değişiktir ve bu durumdaki kadına "mübtedie" yani, yeni başlayan, ilk âdet gören denir.

Âdetin ilk başlama yaşı dokuz yaştır.

Yeni başlayan kadının âdet zamanı gördüğü her kan, üç günden az on günden çok olmadıkça, âdet kanı, doğumunda gördüğü her kan da, kırk günü geçmedikçe lohusalık kanıdır.

Ilk başlayan kadın bir saat (bir süre anlamında) kan görüp arkasından ondört gün temiz kalsa, onun ardından da yine bir süre kan görse ilk on günü âdet sayılır ve bununla ergin olduğuna hükmedilir. Çünkü bu iki kan arasındaki temizlik, onbeş günden az olduğu için anormal bir temizliktir. On günün bitiminde; temizlik halinde de olsa, yıkanır. Ramazan ise, bu on günde tutmadığı oruçlarını kaza eder.

Bu örnekte görüldüğü gibi, yeni başlayanın âdeti temizlikle başlayamaz ama, temizlikle sona erebilir.

Dokuz yaşını tamamlayan kız ilk defa gördüğü kandan dolayı namazını ve orucunu bırakır, evli ise karıkoca ilişkisinde bulunmaz. Kan üç gün tamamlanmadan kesilir ve onbeş gün dolmadan bir daha akmazsa, âdet kanı değil özür kanı olduğu anlaşılır ve bıraktığı oruç ve namazlarını kaza eder. Fakat Imam Muhammed'den nakledilen bir görüşe göre bu durumda olan kadının gelen bu ilk kanın üç gün devam etmedikçe âdet kanı olduğu kesinlesmez, sahibi de namazı bırakamaz ve orucu erteleyemez. Aricak birinci görüş daha sağlamdir. Çünkü Allah Teâlâ Kur'ân'da âdeti "ezâ" diye nitelemiştir (2/222) Kanın çıkmasıyla bu nitelik gerçekleşmiş ve âdet kabul edilmesinin sebebi oluşmustur.(Bu konuda Malıkîlerin de güzel bir değerlendirmesi vardır: Dokuz yaşına girmemiş bir kızdan gelen kan bir illet kanıdır. Dokuz ile oniki yaş arasında bulunan bir kızdan gelen kan, bilen kadınlara ya da doktara gösterilir, kesinlikle âdettir derlerse ya da şüphelenilirse bir illet kanı sayılır. Onüç yaşına gelen bir kadından elli yaşına kadar gelen kan ise mutlaka âdettir. Elli yaşını geçmiş bir kadından yetmiş yaşına kadar gelen kan da yine bilir kadınlara ya da doktora gösterilir. Yetmiş yaşına ulaşmış bir kadından gelen kan ise kesinlikle özür kanıdır.Şâfiîlere göre âdetten kesilmede belirli bir yaşı yoktur. Hanbelîlere göre ise elli yaş âdetten kesilme yaşıdır.)

Âdetin başlaması kanın yuvarlak olan iç ferçte (kadının cinsel organı) belirip, uzunca olan dış ferce geçmeşiyle ya da sadece iç dudaklann ucuna kadar gelmesiyledir. Akşamdan bez ya da pamuk koyup, sabahleyin bezinde ya da pamuğunda kan gören kadının âdeti, kanı gördüğü andan itibaren başlar. Çünkü "olaylan en yakın zamanına bağlamak" bir kuraldır. Pamuğu koyduğu andan itibaren başlar diyenler de vardır.Tersine; âdetli bir kadın, kullandığı bezi sonradan temiz görse, temizliği bezi koyduğu andan itibaren başlamış sayılır.

Âdetin sona erdiği yaş ise ellibeştir. Bu yaşa "iyâs" yani "ümitsizlik" yaşı denir ki, kadın artık hamile kalma ümidini yitirmiş demektir.

Çok nadır olsa bile kadın ellibeş yaşını geçtikten sonra da âdet görebilir. Meselâ bu yaştan sonra gelen kan koyu kırmızı ya da siyah ise âdet kanıdır, değil ise hastalık kanıdır, âdet değildir.

Ellibeş yaş ender durumlar dışında, kadının âdetten kesilmeşinin son yaşıdır. Âdetten kesilmeye başlamanın ilk yaşı ise kırkbeştir.

Burada ve diğer dinî konularda yaş hesaplamasında Güneş Yılına değil Ay Yılı'na itibar edilir.

Âdetin Ölçüsü (En Azı ve En Çoğu)

Âdetin en az süresi üç tam gün, yani yetmiş iki saattır. Ebu Yusuf'a göre iki tam gün ve üçüncü günün de yarıdan çoğu âdetin en azıdır.

Buna göre meselâ pazar günü güneş doğarken bir süre kan görse, arkasından da çarsamba günü şafak sökümüne kadar kan kesilse ve aynı gün güneş doğmadan az önce tekrar kan görse ve güneşin doğumunda kesilse, ya da ikinci doğuşa kadar sürse, bu kan âdet kanıdır. Çünkü yetmiş iki saatlık ölçü (nisab) tamamlanmıştır. Kanın bu ölçünün iki ucunda görülmesi yeterlidir, bu ölçü süresince devam etmesi şart değildir. Arada bir gelmesi, âdet olması için yeterlidir.Yine bu maddeye ve bu örneğe göre kan yetmişıkı saat dolmadan az önce kesilse, arkasından onbeş tam gün temiz kalsa bu kan âdet kanı değildir, çünkü ölçü (nisab) dolmadan normal bir temizlik süresi geçmiştir. Böyle bir temizlik süresinden sonra gelecek kan önceki ile beraber hesaplanamayacaktır.

Fakat kanın kesilmesinden sonra onbeş tam gün dolmadan, meselâ onuncu ya da daha önceki bir gün tekrar kan görse, hepsi âdet kanı olmuş olur. Eğer on günden sonra, onbeş günden önce görecek olsa, düzgün âdeti bulunması halinde âdet günleri kadarı, bulunmaması halinde ise on günü âdet kanı sayılır. Çünkü, ileride de geleceği gibi, âdetin en çoğu on gündür ve âdet günleri içerisinde kanın sürekli gelmesi şart değildir, yani eksik temizlik de kesintisiz kan sayılır.(Imam Şafii ve Ahmed'e göre âdetin en azı bir gün ve bir gece, en çoğu ise onbeş gündür. Imam Malık'e göre ise azı ve çoğu için bir sınır yoktur. Bu görüşlerin de dayandıkları şer'i deliller mevcuttur).

Âdetin en çok süresi on tam gün, yani, ikiyüzkırk saattır. Ancak kadın fetva sorduğu müftüye onbirinci günde temizlendığını bildirse fetva verecek olan, bir kaç saati hesaba katmayıp ona on gün âdet gördüğünü söyler. Âdetin en azı dışında hep böyle davranılıp, yeni güne geçmiş birkaç saat hesaba katılmaz. Ta ki, kadınların bu durumu zor bir problem haline gelmesin.

Bu maddeye göre üç günden az ve on günden fazla gelen kan âdet kanı değil, hastalık kanıdır.

ÂDET GÜNLERİNDE DEĞİŞME (INTİKAL)

Âdet günlerindeki değişme, yani "intikal", âdet meseleşinin en önemli noktasıni oluştuiur. Dolayısı ile bu konuda özellikle kadınların çok dikkatli olması gerektir.

Bazı kadınların âdet günleri düzenlidir. Her ayın belli gününde başlar ve belli gün kadar sürer. Böyle olan kadınlar için âdet hesapları konusunda bir zorluk yoktur. Böyle bir kadına, âdeti belli, anlamında "mu'tâde" denir.

Ancak yaş ve sağlık durumundaki değişmeler, iklim şartları ve doğum gibi bazı olaylar yüzünden çoğu kadınların âdet günlerinde oynama, artma, ya da eksilme olabilir. Bu olaya "intikal" denir.

Düzenli âdeti olan, meselâ her ayın belli gününden başlamak üzere belli gün âdet gören bir kadın, arada bir her nasılsa, yine âdet gününden başlamak üzere on günü aşkınken görse, âdetine itibar eder, sadece on günü aşan günlerde değil, âdet günlerini aşanlarda da temiz sayılır. Kan geldiği için terkettiği ibâdetlerini kaza eder.

Düzenli âdetin değişmesi (intikal), âdet gördüğü gün sayısında olabileceği gibi, başlama zamanında da olabilir. Buna göre değişmede (intikalde) su ihtimaller söz konusu olur.

Âdetin zıddına gelen kan, on günü ya aşar veya aşmaz.

Aşması halinde kan gördüğü bu on günü aşkın günler içerisinde önceki düzenli âdetinin günlerine rastlayan en az bir âdet ölçüsü (nisab), yani üç gün bulunur ya da bulunmaz.

Bulunması halinde, bu bulunan günler âdet günlerine ya eşittir veya değildir.

Âdetin zıddına gelen bu kan on günü geçmemesi halinde de ya tam on gün olur ya da daha az olur.

Söz konusu kan on günü aşar ve içerisinde önceki düzenli âdetinin bulunması gereken günlerden en az bir âdet ölçüsü (nisab), yani üç tam gün kadarı bulunmazsa âdet, zaman olarak değişmiştir ancak sayı aynıdır.

Açıklaması: Adeti her (dinî) ayın ilk gününden başlamak üzere beş gün olan bir kadın, ayın âdet görmesi gereken bu ilk beş gününde, ya da baştan üçünde temiz kalsa, sonra onbir gün kan görse, bu durumda bu onbir günün içerisinde ilk ihtimale göre âdetinden hiç bulunmamış ikinci ihtimale göre de sadece iki gün bulunmuştur. Dolayısı ile bu kadının âdeti, kan gördüğü günden başlamak üzere beş gündür, çünkü kan on günü aşmıştır, bu yüzden sayı olarak âdetine döner. Yani âdeti sayı bakımından değil de, zaman bakımından değişmiş (intikal etmiş) olur. Çünkü önceki âdet günleri temiz geçmiş, hattâ öncelerinde de kan görülmemiştir. Dolayısı ile âdet kabul edilmesi mümkün değildir.

On günü aşan bu kan içerisinde, önceki âdet günlerinin en az bir âdet ölçüsü (nisabi), yani üç gün bulunursa, sadece bu üç gün âdettir, geri kalan hastalık kanıdır.

Önceki âdet günlerinin tamamı bu on günü aşan kan içerisinde bulunursa, bu durumda âdet; gün sayısı olarak da zaman olarak da değişmemiş, nerede ise ve ne kadarsa öyle kalmış ve o miktardan fazlası hastalık kanı olmuş demektir.

Açıklaması: Âdeti her (dinî) ayın ilk gününden başlamak üzere beş gün olan bir kadın, bir defasında henüz ayın biri olmadan beş gün kan görse, kan devam edip âdet günleri olan ayın ilk beş gününde de görüldükten sonra, fazladan da bir gün kan görse, toplam onbir gün eder. Esas âdet günleri de onların içerisindedir. Bu durumda önceki âdet günleri olan ayın ilk beş gününde gördüğü kan âdet kanı, önceden beş ve sonradan bir gün gördüğü kan ise hastalık kanıdır.

Yine bu on günü aşan kan içerisine önceki düzenli âdetinden bir âdetin en az ölçüsü rastlasa ve fakat bu rastlayan günler önceki âdet günlerine eşit olmasa, öncekinden az da olsa âdet bu ikinci sayıya geçmiş ve o, âdetin sayısı olmuştur:

Açıklaması: Âdet günleri ayın ilk beş günü olan bu kadın, ayın ilk iki gününde temiz kalsa, arkasından onbir gün kan görse, kan gördüğü günlerin ilk üçü, önceki âdetine rastladığı ve en az âdet ölçüsünü doldurduğu için âdeti sayılır. Bu durumda âdeti sayı olarak değişmiş zaman olarak değişmemiş ve beş günden üç güne intikal etmiş olur. Geri kalan sekiz gün ise hastalık kanıdır.

Kan gördüğü günlerin sayısı on günü geçmedikçe, düzenli âdeti kaç gün olursa olsun, hepsi âdettir.

Ancak bu kurala, arkasından tam bir temizlik süresi geçirirse, kaydını eklemek gerekir. Bir tam temizlik, yani onbeş gün geçmeden tekrar kan görürse yine âdetine döner fazlasını hastalık kanı sayar. Çünkü aralarında bir tam temizlik bulunmayan kan sürekli akmış sayılır.

Açıklaması: Âdet günleri ayın ilk beş günü olan örneğimizdeki kadın, ayın ilk günü kan görse, fakat kan beş gün değil, altı gün sürse altıncısıda âdet kanıdır. Aynı kadın ondört gün temiz kaldıktan sonra tekrar kan görse bu defa ilk âdetine döner ve o altıncı günü âdet değil, hastalık kanı sayar, ibâdetlerini kaza eder. Çünkü normal temizliğin en azı onbeş gündür.

Âdet bir seferle yerleşmiş ve sabitleşmiş olur.

Meselâ ilk defa âdet gören bir kız ilk âdetinde altı gün kan görse arkasından yirmidört gün temiz kalsa âdeti böylece yerleşmiş olur. Dolayısı ile sonraki aylar bir hastalık yüzünden kendisinden sürekli kan gelecek olsa âdetini ve temizlik günlerini önceden sabitleşen bu sayılara göre hesaplar.

Âdetin değişmesi, yani düzgün bir âdetin, sayıca ya da zamanca başka bir düzgün âdete dönüşmesi (intikal), peşpeşe iki âdetin aynı ölçüde ve önceki âdete zit olarak gelmesiyle olur.

Bu son iki maddeyi daha iyi anlayabilmek için şöylece örneklendirebiliriz:

Düzenli âdeti meselâ altı gün olan bir kadın, bir ay yedi gün âdet görse bu yedinci gün hayız olmuş olur, ancak bir sonraki ayda da yedi gün âdet görmedikçe düzenli âdeti yedi güne çıkmış olmaz. Bu sözü edilen yedinci gün hayız olmuş olduktan sonra düzenli olup olmaması ne değiştirir? gibi bir soru akla gelebilir. Bunların farkı su örnekle anlaşılabilir: Düzenli âdeti meselâ altı gün olan bir kadın bir ay yedi gün, onun arkasındaki ay ise onbir gün âdet görse, iki ay peşpeşe aynı sayıda âdet görmediği için düzenli âdeti yine altıdır ve ikinci ayda on günü aşacak gekilde kan gördüğüne göre, yedi günden fazlası değil altı günden fazlası, yani beş günü hastalık kanıdır: Fakat iki ay peşpeşe yedi gün sürmesi, düzgün âdetin yedi güne intikal ettiğini gösterir. Ondan sonraki ay, kanın onbir gün gelmesi halinde, beş değil de sadece dört günün âdet olmadığı anlaşılır. Ama sabit ve düzgün bir âdeti olmayan kadından gelen kan, önceki âdeti kaç gün olursa olsun, on günü geçmedikçe âdet sayılır. Meselâ bir ay altı, bir ay yedi, bir ay sekiz, bir ay dokuz, bir ay on gün âdet görse bunların hepsi âdettir: Ertesi ay onbir gün kan görse, on günü âdet bir günü hastalık kanı olmuş olur.

Kısaca âdet bir defa ile sabit ve yerleşmiş, iki defa ile değişmiş yani intikal etmiş olur.

Kanın Kesilmesi Durumu

Âdetin hakikaten ya da hükmen sona ermesi durumuna kanın kesilmesi adı verilir. Hakikaten sona ermesi kanın artık akmamasıyla, hükmen sona ermesi de âdette on günü Lohusalıkta da kırk günü geçmeşiyle olur. Yani en çok sınırı geçince kan kesilmese de kesildiğine hükmedilir. Bu yüzden bu her iki duruma da "kanın kesilmesi" tabirini kullanacağız.

Kanın kesilmesi, yani âdetin hakikaten yada hükmen sona ermesiyle, kadınla, yıkanmadan bile cinsel ilişkide bulunmak caiz olur. Ancak cinsel ilişkiyi yıkanmasından sonraya ertelemek müstehap (dinen güzel)'dir.

Kan kesildiği anda içinde bulunduğu farz namazın vaktinden bir başlangıç tekbiri alacak, yani "Allah" diyecek kadar zaman kalmışsa o namazı kaza etmesi gerekir.

Meselâ Ramazan'da şafak sökmeden biraz önce kan kesilecek olsa: O geceki yatsı namazını kaza eder, o günün orucunu ise edâ (vaktinde) olarak tutar.

Bütün bu konularda zamanın sonuna itibar edilir. Meselâ, vaktin son anında temizse o vaktin ibâdetini kaza edecek, değilse etmeyecektir.

Bu maddeye göre; vaktin sonunda bir başlangıç tekbiri alacak kadar süre kalmışken ergin olan çocuk ve müslüman olan kâfir o vaktin namazını kaza eder. Kendine gelen deli, ikameye niyyet eden yolcu ve yolculuğa niyyet eden mukim (yolcu olmayan) için de durum aynıdır.

Vaktin sonunda delirse ya da kadın âdet görse o vaktin farzı üzerlerinden düşer.

Düzgün âdeti olan bir kadından kan, en çok süresinden önce ve fakat düzgün âdeti sona erdikten sonra kesilse, yıkanma, ya da o mümkün değilse teyemmüm alma süresi de âdetinden sayılır ve yıkanmadan âdeti bitmiş ve temiz olmuş olmaz, kendisi ile cinsel ilişkide bulunulamaz.

Buna göre; bu durumdaki kadın, ancak yıkanabilecek ya da onun yerine teyemmüm alabilecek bir süre ile beraber bir başlangıçtekbiri de alabilecek kadar bir zamanına yetiştigi vaktin namazını kaza eder.

Bu durumdaki kadın yahudî ya da hiristiyan (yani kitabiyye) ise yıkanmadan da müslüman kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunabilir. Çünkü o yıkanma ile mükellef değildir.

Yıkanabilecek zaman içerisinde; su alıp gözden uzak bir yere çekilmek ve elbiselerini çıkarmak da hesaba katılır.

Âdeti bu şekilde sona eren bir kadın yıkanmadıkça ya da o mümkün değilse teyemmüm alıp namaz kılmadıkça, tam bir namaz vakti geçmeden kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunamaz. Ama yıkanırsa, ya da teyemmüm edecek bir durumda olur da teyemmüm alıp onunla bir namaz kılarsa hemen cinsel ilişkide bulunabilirler.

Bu maddeye göre; güneş doğmadan çok az yani yıkanmadıkça ve başlangıç tekbirine yetmeyecek kadar bir süre önce kan kesilse, yıkanmadan ya da imkân yoksa teyemmüm almadan ikindinin vakti girinceye kadar kocası kendisi ile cinsel ilişkide bulunamaz. Yatsıdan az önce kesilmesi halinde de aynı şartlarla sabahın vakti girinceye kadar cinsel ilişkide bulunamazlar.

Ancak âdetin ya da lohusalığın en çok süresi, yani âdette on gün, lohusalıkta kırk gün dolmuş ise hiçbir şey gerekmeden cinsel ilişkide bulunabilirler. Kırkinci maddede anlatılan duium, budur.

Düzenli âdeti olan da âdeti dolmadan, fakat üç gün tamamlandıktan sonra kanın kesilmesi halinde, yıkanır ibâdetlerini edâ eder, ancak düzenli âdet günleri tamamlanıncaya kadar ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz.

Meselâ: Düzenli âdeti on gün iken kan üç gün geldikten sonra kesilse kalan yedi gününde ibâdetlerini edâ eder; ancak ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz. Çünkü âdet günleri içerisinde kanın tekrar gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

Lohusada da, düzenli bir âdeti olması, meselâ bir doğumunda kırk gün kan görmüş olması halinde durum aynıdır. Yani sonraki doğumda eğer otuzuncu gün kan kesilirse yıkanır, ibâdetlerini edâ eder ve fakat kırk gün dolmadan ihtiyaten cinsel ilişkide bulunmaz. Ama böyle bir âdeti yoksa, lohusalığın en azı olmayacağı için, kan kesilip yıkanınca cinsel ilişkide bulunabilir.

Kadın -ister yeni başlayan, isterse düzgün âdetli olsun- âdet olabilmesi mümkün olan zamanlarda her kan gördüğünde namazını bırakır ve üç günden önce kanın her kesildiğinde de namazını kılar. Ancak tekrar kan gelme ihtimalınıdüşünerek vaktin sonunu bekler.

Meselâ iki gün kan gördükten sonra bir yatsı vakti girmisken kan kesilse bekler, sahurun bitimine bir süre kalıncaya kadar kan görmezse sadece abdest alırve namazını kılar. Çünkü üç günü doldurmayan o kan âdet kanı sayılmaz. Sonunda bırakacağı süre ise normal yıkanıp bir namaz kılabileceği kadar süredir. Bu durumda namaz için vaktin sonunu beklemek farzdır. Ama üç gün dolduktan ve fakat âdeti tamamlanmadan önce kanın kesilmesi ve yıkanması duiumunda ise namaz için vaktin sonunu beklemek farz değil, müstehap (hoş görülen olur) (38. md. bak).

Kanın kesilmesi dunimu lohusalıkta da her konuda aynen âdette olduğu gibidir. Ancak Lohusa, geçen günlerin azına çoğuna bakmadan kanın her kesildiğinde yıkanır. Bu farzdır. Çünkü lohusalığın en az sınırı yoktur.

Kanın Sürekli Akması Durumu

a) Düzgün Âdetlide (Mu'tâde'de):

Kanın sürekli akması yani, en çok süresi olan on günü geçmesi duiumu, düzgün âdetlide olursa, temizliği ve âdeti, her hükürnde, önceden olduğu gibidir. Ancak temizliği altı aydan fazla idiyse bu durumda altı aydan biraz az olarak hesaplanır.

Meselâ:

a) Her ayın ilk altı gününde âdetli kalan, yirmidört gününü temiz geçiren,

b) On gün âdetli 179 gün, yani altı aydan biraz da olsa az temiz geçiren,

c) On gün âdetli, bir yıl temiz geçiren üç kadın düşünelim.

Bunlardan kanın kesintisiz akması durumunda; birincisi âdeti olduğu üzere her ayın ilk altı günü kendisini âdetli sayar, altı gün dolunca yıkanır, kalan yirmidört günü temiz gibi davranır. Ikincisi de yine aynen kendi âdetini uygular. Üçüncüsü ise on gün âdetli ve altı aydan bir anlık az bir süre temiz olarak davranır. Ta ki, böylece hamilelik temizliği ile âdet temizliği birbirniden ayrılmış olsun. Çünkü hamileligin en az süresi altı aydır.

Bu durumda âdet on gün, temizlik ise iki ay olarak hesaplanır diyenler de vardır, ama dayanagi güçlü olan yukarıda söylenendir.

b) Ilk Âdet Görende (Mübtedie'de):

Kanın sürekli akması durumu âdeti yeni başlayanda olursa dört ihtimal düşünülebilir:

a) Kan, ergin olur olmaz akmaya başlamış ve devam etmiş olabilir.

b) Norrnal bir kan ve nomial bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş olabilir,

c) Anormal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş olabilir,

d) Normal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli gelmiş olabilir. Yeni başlayanda (mübtedie) bir başka ihtimal düşünülemez.

a) Ergin olur olmaz sürekli kan görenin âdeti, devamlı kanın başlangıcından itibaren on gün, temizliği ise yirmi gündür. Kan devam ettiği sürece hesabı böylece yerleşmiş olur. Lohusalığı ise kırk gündür. Arkasından yirmi gün temiz sayılır. Çünkü lohusalığın hemen arkasından âdet kanı gelrriez. Onun arkasından da on gün âdet sayılır ve bu şekilde devam eder.

b) Yeni başlayan normal bir kan normal bir temizlik gördükten sonra sürekli kan görmesi halinde, düzgün âdetli (mu'tâde) olmuş olur ki, onun hükmü daha önce geçti.

Meselâ; ergin olabilecek yaşa gelmiş bir kız beş gün kan, arkasından da kırk gün temizlik gördükten sonra kan sürekli akmaya başlasa âdeti böylece yerlesir. Bu durumda sürekli kanın ilk beş günü âdeti, onu izleyen kırk günü ise temizliği olmuş olur ve kan sümükçe bu da böylece devam eder.

c) Anormal bir kan ve anormal bir temizlik gördükten sonra sürekli kan gören, ilk kan gördüğü andan itibaren sürekli kan görmüş sayılır. Çünkü iki kan arasındaki eksik yani, onbeş günden az olan temizlik de, kanın sürmesi hükmündedir. Yani sürekli kanın ilk on günü -temizlik eksik olduğundan hükmen sürekli de olsa- âdeti, onu izleyen yirmi gün de temizliği olmuş olur ve hesabı böylece yerlesir.

d) Normal bir kan ve anormal bir temizlikten sonra sürekli kan görenin âdetinde, gördüğü temizlige değil de normal kana itibar edilir.

Meselâ; beş gün kan, arkasından ondört gün temizlik gördükten sonra sürekli kan gelse, âdeti beş, temizliği ise ayın geri kalani, yani yirmibeş gün olur. Dolayısı ile temizliği sürekli kan gelmeye başladıktan sonra onbir gün daha sürer ki, yirmibeş gün doldurulmus olsun.

KADINLARLA ILGİLİ KANIN VE TEMİZLİĞİN ÇESİTLERİ

a)Kan ve Çeşitleri Kadınlara özgü üç türlü kan vardır:

1. Âdet kanı (hayız),

2. Lohusalık kanı (nifas),

3. Hastalık kanı (istihaza).

Bunların herbiri kendi başlığı altında detaylıca incelenecektir.

Dübürden gelen kan bu üç kanın dışında bir kandır. Dolayısı ile âdet kanı da değildir. Bu durumda cinsel ilişkide bulunmalarında sakınca yoksa da bulunmamaları ve kan kesildiğinde kadının yıkanması (tibben) güzeldir (Müstehap).

Dokuz yaşını doldurmamış kız çocuklarından ve hamilelerden gelen kan da âdet kanı değil, hastalık kanıdır. Birincisini hastalık (istihaza) kanından ayınp "fesat kanı" diyenler de vardır, ama doğru olan hastalık (istihaza) kanı olmasıdır.

Hünsa'dan (hem erkek hem kadın alâmetleri taşıyan, erdisi, erselik) kan gelmesi halinde, ersuyunun (meninin) da gelip gelmediğine bakılir; geliyorsa, kana değil er suyuna itibar edilir ve erkek sayılır. Kan da, sıradan bir hastalık kanı olmuş olur. Çünkü kanın başka kanlarla karısınıası ihtimalı vardır ama ersuyunun başka şeyle karışma ihtimalı yoktur.

Âdette üç günden az ve on günden fazla, lohusalıkta ise kırk günden fazla olmayan ve her iki ucunda hükmen de olsa başka kan bulunmayan kan, normal (sahih) kandır.

Çünkü üç gün âdetin en azı, on gün en çoğu, kırk gün ise lohusalığın (nifasin) en çoğudur. Kanın bu sınırları içerisinde kalması, gerçekten olabileceği gibi hükmen de olabilir. Meselâ âdette üç ilâ on gün arası gelen kan gerçek anlamda normal kandır. On günü aşan kan ise aslında sınırı astığı için anormal (fasit) kandır, ancak ilk on günü hükmen (sahih) kanıdır.

Kanın iki ucunda başka kan bulunması:

a) Ya uçlarından birinde,

b) Ya da her ikisinde kan bulunan bir temizlik bulunmasıyla olur.

Birinciye örnek: Ilk âdet gören (mübtedie), bir gün kan, ondört gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse, bütün bunların ilk on günü âdeti sayılır ve birinci ucunda, yani başlangıcında kan bulunduğu için bu anormal bir kandır. Ikinciye örnek: Düzgün âdetli (Mu'tâde), âdetinden önce bir kan görse, sonra on gün temizlik ve bir gün kan görse bu temiz geçen on günün -eğer eski âdeti günlerine rastlıyorsa- hepsi, rastlamiyorsa rastladığıkadarı âdettir.

Kadından gelen ve normal (sahih) kanın bir önceki maddede belirlenen özelliklerini taşımayan kan anormal (fasit) kandır.

Anormal (fasit) kan, aynı zamanda hastalık kanı, yani istihaze olmuş olacağından, çeşitlerinin neler olduğunu kendi başlığı altında görecegiz.

Temizlik ve Çeşitleri

Genel (mutlak) anlamda temizlik, kadının âdetli ve lohusa olmaması halıdır.

Normal (sahih) temizlik; onbeş günden az olmayan, kendisine kan karısınıayan ve iki normal kan arasında bulunan temizliktir.

Meselâ; ilk âdet gören, onbir gün kan ve onbeş gün temizlik görse, sonra kanı sürekli akmaya başlasa, bu ilk gördüğü kan, on günü astığı için anormal (fasit) bir kandır. Temizlik ise görünüşü bakımından normal (sahih) bir temizliktir. Çünkü onbeş gün hiç kan görülmemiştir. Fakat manası bakımından ise anormal (fasit) bir temizliktir. Çünkü kanın onbirinci günü âdetten sayılmayacağından temizlige karısınıistir ve hüküm bakımından temizliktendir:

Normal temizliğin iki normal kan arasında bulunması; iki hastalık kanı arasında, veya bir lohusalık ve bir hastalık kanı arasında veya tek bir lohusalığın iki ucu arasında bulunmamasıyla olur.

Anormal (fasit) temizlik ise belirtilen niteliklerde normal temizlik gibi olmayan ve Lohusalıkta kırk günden önce arada bulunan temizliktir. Bu durumda başta ve sonda bulunan kanın az ya da çok olması hükmü değiştirmez.

Bu söylediğimiz Imam Ebu Hanife'nin görüşüdür. Imam Muhammed ve Imam Ebu Yusuf ise: Lohusalıkta arada bulunan temizlik, onbeş gün ya da daha fazla ise ve ondan sonra gelen kanın, me'sela en az üç gün olmakla âdet kanı olması mümkün ise, bu temizlikten önce gelen kanın Lohusalık, sonra gelen kanın Lohusalık, sonra gelen kanın ise âdet kanı olduğu görüşündedirler.

Tam temizlik: ister normal (sahih), isterse anormal (fasit) olsun, onbeş gün ve daha fazla süren temizliktir.

Eksik temizlik, onbeş günden az olan temizliktir ve anormal temizlik cinsindendir. Dolayısı ile sürüp giden kan gibidir. Iki, kan arasını. kanlar ister az ister çok olsun, açmis sayılmaz.

Meselâ: Ilk âdet gören; bir gün kan, ondört gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse ilk on günü âdet sayılır. Düzgün âdetli, âdetinden önce bir gün kan, on gün temizlik ve tekrar bir gün kan görse, temiz geçen bu on gün, eğer âdeti o kadarsa âdet sayılır. Âdeti o kadar değilse çakistigi kadarı âdet sayılır.

Lohusalıkta da durum aynıdır. Yani doğum yapsa ve kan kesilse, kırkinci gün tekrar aksa, temiz geçen otuz dokuz gün devam etmiş hükmündedir.

Temizliğin en çoğunun sınırı yoktur. Ömür boyu devam edebilir. Ancak kanın sürekli akması halinde bir âdet belirleme ihtiyacı duyulması durumu hariçtir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:04 PM

ADET HALİNDE OLAN BİR KADIN ARAFAT VAKFESİNİ YAPABİLİR Mİ?
Adet halinde olan bir kadın Arafat vakfesini yapabilir, Müzdelifede durup dua edebilir ve Mina'da Cemrelere taşlarını atabilir. Bu husus için hiç bir sakınca yoktur. Yalnız Mescidü'l-Haram ve başka camilere giremez. Dolayısıyla Kabe'yi de tavaf etmesi haramdır. Şafii mezhebinde yapılan tavaf sahih değildir. Hanefi mezhebine göre de sahih ise de tahrimen mekruhtur. Ceza olarak bir deve kesmek de icab eder. Eskiden Safa ile Merve, Mescidü'l-Haram'ın dışında oldukları için adet halinde olan kadın sa'y edebilirdi. Şimdi ise Safa ile Merve, Mescidü'l-Haram'ın müştemilatından oldukları için sa'y etmesi de haramdır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:04 PM

ADET KANININ ERKEN KESİLMESİ VEYA TAVAFINI ZAMANINDA EDA EDEBİLMESİ İÇİN ADETİ GECİKTİRECEK HAP VEYA BAŞKA BİR İLAÇ KULLANMAK CAİZ MİDİR?
Tavafını eda edebilmek için adet kanının erken kesilmesi veya adetinin gecikmesi için hap veya başka bir ilaç kullanılmakta beis yoktur (el-Fetava el-Kübra).
Yalnız tıbben böyle bir ilacın zararı sabit olursa hacc menasikine halel gelmemekle beraber buna teşebbüs eden bir kadın vebale girer.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:05 PM

ÂDETLE İLGİLİ NADİR KONULAR
Çocuk emzirmekte olan kadının, iddet beklemesi halinde âdet görmedikçe iddeti bitmiş olmaz. Böyle olan kadın ilaç alır ve âdet günlerinde bir sarılık görülse bu âdet kanıdır, onunla iddeti sona ermiş olabilir.

Bekâr kızın sadece âdet gördüğü günlerde, bekârlığı bozulmuş olan kadının ise her zaman fercinin ağzına pamuk koyması (tampon uygulaması) güzel bir davranış (müstehap)'tır. (Yalnız pamuğu iç ferce kadar sokmak dinen de, tıbben de sakıncalıdır).

Bekârlığı bozulanın âdet günlerinde kullanması sünnet, temiz günleride kullanması ise müstehaptır diyenler de vardır. Çünkü o, bakire kadar kendisinden emin değildir. Böyle davranmakla özellikle namaz için ihtiyatlı davranmış olur.

Ancak hem bâkire, hem de bekârlığı bozulan, pamuk koymadan namaz kılsalar da caizdir (olur).

Pamuk veya bez kullanan kadının, kullandığı pamuğu veya bezi güzel kokularla kokulandırmak suretiyle kandan doğacak kötü kokuları gidermesi sünnettir.

Bundan; âdetli günlerinde vücudunun salgıladığı ağır kokulu maddeleri gidermek için sık sık yıkanmasından ve mahremi olmayanların duyamayacağı şekilde güzel kokular sürünmesinin de müstehap (dince hoş) olduğu anlaşılır.

Kullandığı pamuk ya da bezin tamamını iç ferce koyması mekruhtur, çünkü bu eliyle tatmine benzer.

Hünsa'dan (erdisi, erselik) kan gelmesi halinde bakılır. Eğer meni (ersuyu) da geliyorsa meniye itibar edilir ve erkek olduğuna karar verilir. Çünkü meni başka şeylerle karışmaz.

Hayız gören dokuz çeşit canlı vardır: Deve, sırtlan, tavşan, zehirli keler, yarasa, köpek, gelincik ve yılanın dişileri. Ancak hayız (âdet) deyince, çeşitli hükümleri olan âdet akla gelir. O da sadece kadının gördüğü hayızdır... Diğerlerindeki hayız ise akmak anlamında hayızdır. Çünkü "hayız" kelimesinin kök anlamı akmaktır.

Özet Olarak Âdet ve Hükmü

Âdetle ilgili olarak buraya kadar söylediklerimizi, konunun genişçe açıklanması ve çok önemli meselelerde başvurulup, problem çözer gibi düşünülmesi gereken sunuşudur. Konuyu genel çizgileriyle kavrayabilmek ve problemli meseleler olmadıkça kolayca uygulayabilmek için, ayrı bir özetini vermek yararlı olur. Bu özetle hastalık kanının ve lohusalığın da belli başlı meseleleri anlaşılmış olacaktır

1. Âdet kanı sağlığın belirtisidir.

2. Âdetin başlamayaşı dokuz, bitiş yaşı genellikle ellibeştir. Buna göre dokuz yaşın altındakilerden gelen kan asla âdet kanı değildir, ellibeş yaşın üstündekilerden gelen kan sadece koyu ve siyah ise âdet kanıdır, diğer renklerde ise yine âdet kanı değildir.

3. Onbeş yaşına gelen kadın, âdet görmese de ergin sayılır.

4. Âdet kanının rengi çok çeşitli olabilir. Âdeti göstermede en belirgini siyaha çalan kırmızı, en zayıfi da toprak rengidir.

5. Âdetin en azı üç, en çoğu on gün sürer. Bundan az ya da çok gelen kan hastalık kanıdır.

6. Kireç beyazı ya da saf beyaz akıntı temizliğin göstergesidir.

7. Temizliğin en azı onbeş gündür, en çoğunun sınırı yoktur.

8. Iki ay üstüste aynı sayıda kan görmekle düzgün âdet oluşur ve arada bir ay fazla ya da eksik gelse yine düzgün âdetine itibar eder. Eksiklik ya da fazlalık hesaba katılmaz.

9. Âdet günleri içerisinde kanın akmadığı süreler de yine âdetli sayılır.

10.Âdetli kadın namazını ve orucunu terkeder, terkettiği orucu sonradan kaza eder, namazı ise kaza etmez.

11.Âdetli kadın, Kur'ân okuyamaz, camiye giremez, Kâbe'yi tavaf edemez, cima yapamaz.

12.Âdeti on günden az sürede sona eren kadın yıkanmadan ya da aradan bir namaz vakti geçmeden cima edemez. On günde sona eren ise yıkanmadan da cima edebilir.

13.Âdetli ve lohusa, göbeği ile diz kapağı arasına çıplak olarak dokundurmadıktan sonra kocasıyla her türlü cinsel oynaşma yapabilir. Normal insandır. Onunla yenilir içilir, yatılır. Tükrügü ve artığı pis değildir.

14.Bir hastalık sonucu sürekli kan gören kadın, âdetli ve temiz günlerini, sağlıklı zamanına göre ayarlar. Âdeti ayın kaçında başlıyor ve kaç gün sürüyorsa her kameri ayın o gününü ve o süreyi âdetli, geri kalanını temiz kabul eder, ibâdet ve ilişkilerini ona göre ayarlar.

15.Sürekli kan gören kadın, âdetini kesin bilmiyorsa, kesine yakın bilgisine göre davranır. Hiç bilmiyorsa ihtiyatli olana göre hareket eder. Ve her ay altı gün âdetli,kalan günleri ise temiz sayar.

16.Âdetli kadın temizliğine dikkat etmeli ve ağır kokuları, güzel kokularla gidermelidir. Bu müstehaptır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:06 PM

ÂDETLI İKEN NİKÂH KIYMAK
Nikâhın sahih, ya da geçerli olmasının şartlarında böyle bir şey yoktur. Yani kadın, iddet bekliyor olması dışında hangi halde olursa olsun nikâhı sahîh ve geçerli olur. Yani âdetli iken yapılan bir nikâh da sahîh ve geçerlidir. Ancak sizin yörenizde böyle bir kabulleniş varsa, bu hüküm olarak yanlış olmakla beraber bir iyi niyete de işaret ediyor gibi görülüyor ki o da şudur: Evliliğe kadarki hayatlarını tertemiz geçiren karıkoca adaylarının zifaf *******i önemlidir. Çünkü zifaf gecesi genellikle nikâhın kıyıldığı günün akşamına rastlar. O anda kadının âdetli olması, ya ömür boyu sürecek bir tiksintiye, ya yeni kurulan âilenin temellerine soğukluğun girmesine veya bu temellerin daha ilk günden bir haram ilişki üzerine kurulmasına sebep olabilir. Dolayısı ile dügün, imkân elverdiğince kadının âdetli zamanına denk getirilmemelidir. "Hayızlı iken nikâh olmaz" söylentisi de buradan çıkmış olabilir. Yani bu sözün işaret ettiği bir gerçek vardır ama söz, hüküm olarak doğru değildir. Doğru olmayınca mehrin geri verilip verilmemesiyle de ilgisi yoktur.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:06 PM

ÂDETLİ KARISI İLE CİNSEL İLİŞKİDE BULUNANIN NE YAPMASI GEREKIR?
Önce bunun sağlık açısından, sakıncalı, tıbben mahzurlu, tiksinti ve her iki taraf için de eziyet verici bir iş olduğunu söylemeliyiz.
"Sana hayızlı ile cimayı soruyorlar. De ki, bu (her iki tarafâ da) eziyet verici bir şeydîr. Onlar âdetli iken onlardan ayrılın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Iyice temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Allah çok tevbe edenleri ve tertemiz'olanları sever." (K. B akara 222)Görüldüğü gibi âdetli karısı ile cinsel ilişkiyi Allah yasaklamıştır ve bu yasağın haram kılma anlamına geldiği söylenmiştir. Her şeye rağmen şeytana uyar ve bu çirkin haramı işlerse, ikisi de isteyerek yapmışsa ikisi de günah işlemiş olur. Ikisinin de pişmanlık duyup tevbe etmesi ve istigfar etmesi gerekir. Hz. Ebûbekir Efendimize birisi bunu sormuş ve: "Istigfar et (bağışlanma dile) ve bir daha da yapma" cevabını almıştır. Biri istemeden diğeri onu zorlayarak yapmışlarsa, sadece zorlayan günahkâr olur. Işin fetvâ açısından hükmü budur. Ancak bir veya yarım dinar (bir dînar, yaklaşık 4.5 gr. altın demektir) sadaka vermesi müstehap (hoş ve daha temizleyici) bir davranış olur. Bunun açıklaması da hadis-i şeriflerden alınarak şöyle yapılır: Bu günah, âdetin ilk günlerinde yapılmışsa bir dînâr, sonlarında ise yarım dînâr verilir. Ya da kan siyah devresinde ise bir, sarı devresinde ise yarım dînâr verilir. Bu da diğeri ile aynı kapıya çıkar.(Mavsili, el-Ihtiyâr I/28.)

Bu söylediklerimiz elbette asıl cinsel ilişki (cima) için sözkonusudur. Onun dışında ise koca karısından pekçok yolla yararlanabilir .

Spy_MasteR 06-02-2007 07:06 PM

ÂDETLİ İKEN DİŞ DOLGUSU
Bu ve benzeri konuların araştırmaya dayalı etraflı cevabını daha önce verdiğimizden, burada üzerinde fazlaca durmayacağız. Ancak su kadarla yetinecegiz:Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s.) sırf güzellik için dişlerini seyrelten kadınlara lânet etmiş, ancak hastalıklarından ötürü tedavi olmamızı da emretmiştir. Dişi doldurma, kaplama ya da takma sırf güzelleşmek için değil de, çürüyen ya da çıkan dişi tedavi etme, kısaca ihtiyaç için olursa, bunda abdestli, abdestsiz, temiz, âdetli olmak hiç bir şey değiştirmez. Ancak âcil bir durum yoksa, her türlü şüphe ve tereddütlerden kurtulabilmek için bu tedaviyi temiz bir zamana denk getirmelidir

Spy_MasteR 06-02-2007 07:07 PM

ÂDETLİ İKEN VAAZ ETMEK
Görebildiğimiz kadarıyla fıkıh kitaplarımızda bunun mahzurlu olacağından sözedilmiyor. Muharref de olsalar, Incil'e ve Tevrat'a, fıkıh, hadîs ve tefsir kitaplarınâ, Kur'ân-ı Kerîm'in başka dillerdeki meallerine dokunmanın mekruh olduğu anlatılıyor ama, okuma için bir şey denmiyor. Mushafa abdestsiz dokunmak haram olmakla beraber, abdestsiz okumanın mahzuru olmadığı da biliniyor. Buna göre; âdetli ya da lohusa bir kadının konuşmalarında ve verdiği derste âyet ve hadîs meali geçmesinde bir mahzur olmamalıdır. (Allahu a'lem)

Spy_MasteR 06-02-2007 07:07 PM

ÂDETLİ İLE SEVİŞME
Hanımı âdetli iken erkek onunla sevişip kendini tatmin edebilir mi? Bunun günahı var mıdır?
Âdetli karısının dizkapağı-göbek arasına dokunmadıktan sonra, onunla her türlü cinsel oynaşma yapabilir. Karısının eliyle, ya da vücudunun başka yerleriyle tatmin olabilir ve diz kapağı - göbek arasından da örtü varken yararlanabilir. Bunda hiç bir sakınca olmadığı gibi, hem kendini boşaltıp haramdan koruduğu, hem de âdetli iken bir bakıma hasta olan ve yalnızlık hissedebilmesi muhtemel bulunan eşiyle ilgilendigi için bu sevap ve yapılması gereken bir davranıştır. Efendimizin, bütün hanımlarına, onlar hayızlı iken bu şekilde yaklaştığı rivayet edilmiştir. Hatta bazılarına göre âdetli hanımıyla cima dışında herşeyi yapabilir. Imâm Muhammed bu görüşdedir

Spy_MasteR 06-02-2007 07:07 PM

ÂDETLİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Âdetli ile Lohusa, birçok yönden birbirine benzedikleri için, ilgili hükümlerin çoğu da birbirinin aynıdır. Meselâ âdetliyi ilgilendiren oniki hükümden sekizi aynı zamanda lohusayı da ilgilendirir. Bir diğer deyişle şimdi sayacağımız bu sekiz hükümde her ikisi de ortaktır.
Hem Âdetliyi Hem de Lohusayı Ilgilendirenler

l. Namaz:

Âdetlinin ve lohusanın namaz kılmaları ve secde yapmaları haramdır.

Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile ve isterse geçmiş bir namazın kazası olsun. Secde de ister Kur'ân-ı Kerîm'deki secde âyetlerinin okunması ve dinlenmesiyle yapılacak olan tilâvet (okuma) secdesi olsun,isterse şükür secdesi olsun. Dolayısıyla âdetlinın ve lohusanın, her nasılsa, okudukları ya da duydukları secde âyetinden ötürü secde yapmaları gerekmez. Çünkü kendilerinde bunun için gerekli olan ehliyet yoktur.

Ancak namaz vakitleri girdiğinde bu durumda olan kadının abdest alıp evinin namaza ayırdığı köşesinde namaz kılacak kadar bir süre oturması ve tesbih ve hamd ile meşgul olması güzel (müstehap)'dır. Böylece uzun süre ayrı kalacağı namaza karşı usanç duymamış olur. Bir rivayette de böyle yapan kadına kıldığı en güzel bir namaz sevabı verilir, denir.

Her vaktin, bir başlangıç tekbiri sığacak son anına itibar edilir. Imam Azam'a göre başlangıç tekbiri(tahrîme) sadece "Allah" demekle olabilir. Dolayısı ile son andan maksat, "Allah" diyebilecek kadar bir zaman dır.

Yani herhangi bir vakitten bu kadar bir süre kaldığında kadın kan görse o vaktin namazı kendisinden düşer.Yine o kadar bir süre kaldığında kan kesilse, o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.

Namaz; kadın ister ilk âdet gören, isterse düzgün âdetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren terkedilir. On günü geçmedikçe, âdet günlerinin sayısını aşan kan ile de namaz terkedilir. Yine âdet zamanı gelmeden fakat en az onbeş gün temiz kaldıktan sonra gelen kan ile de namazı bırakır. Sonra bunların âdet kanı olmadığı anlaşılırsa bıraktığı namazları kaza eder.

Bunun bir istisnâsı vardır oda; kalan temizlik günleri, âdet günlerine eklendiği takdirde on günü aşacak bir zamanda kan görmesi durumudur. Meselâ, âdet günleri yedi, temizlik günleri yirmi gün olarak yerleşen bir kadın, onbeş gün temiz kaldıktan sonra kan görse yirmi güne kadar namazını kılması istenir. Çünkü büyük ihtimalle bu kadın âdet günleri olan yedi günde de kan görecek ve o takdirde kan gördüğü günlerin sayısı oniki gün olmuş olacaktır. Demek ki ilk beş günde gelen kan âdet kanı değildir.

2. Oruç:

Âdetlinın ve lohusanın her türlü oruç tutmaları haramdır. Ancak bu durumda tutmadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler. Hattâ oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve onun da kazası gerekir.

Bu oruç eğer farz ise, âdetle geçen farz oruçların kaza edilmeleri gerekli olduğu için, nafile ise, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerektirdigi için kaza edilir.

Halbuki, namazda durum böyle değildir. Kadın bu günlerdeki namazlarından sorumlu olmadığı için, daha önce de söylediğimiz gibi son anında kan gördüğü vaktin namazı üzerinden düştüğü gibi, başladığı farz namaz esnasında kan gelse o namaz da üzerinden düşer. Ancak başladığı ve esnasında kan gördüğü namaz nafile ise, kan gelmekle bozulur ama, sonradan kaza edilmesi gerekir. Çünkü az önce söylediğimiz gibi, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerekli kılar.

Yine adamak suretiyle kendisine namaz ya da oruç vâcip kıldığıiçin âdet görse, ya da lohusa olsa başka günde adağını yerine getirmesi gerekir.

Ancak âdet gördüğüm gün oruç tutmak, ya da namaz kılmak Allah için üzerime borç olsun, demenin hiçbir anlamı yoktur. Böyle demekle namazı ya da orucu kendisine borç etmiş olmaz.

Kur'ân-ı Kerîm Okuma:

Âdetlinın ve Lohusanın, Kur'ân-ı Kerîm'den, bir âyetten az da olsa, okumaları haramdır. Çünkü Hz. Peygamberimiz: "âdetli kadın da cünüb de Kur'ân'dan birşey okumasın" buyurmuşlardır. (Tirmizî, taharet98,111; Nesâî, taharet 170; Ibn Mâce, taharet 105; Darimî, vudû' 103)

Bu, Kur'ân-ı Kerîm'i, Kurân olarak okuma halindeki hükümdür. Kur'an'dan olan sözlerle duâ, ya da zikir kastetmesi halinde, okuyacağı şeyler uzunca bir âyet kadar varsa hüküm yine aynıdır. Ama, "bismillah", "elham-dülillah" gibi kısa ifadelerse bu caizdir. Buna göre"bismillahir-Rahmânir-Rahîm" ve "elhamdü-lillâhi Rabbîl-alemin" gibi şeyleri söylemenin câiz olmaması gerekir, ancak duâ, bereket ve hayır kastiyla söylemenin bir sakıncası olmadığı çoklarınca söylenmiştir. Hattâ sırf duâ kastıyla okuması halinde meselâ "Fâtiha"nin tamamını bile okumasında sakınca yoktur, diyenler de vardır. Ancak duâ anlamına gelmeyen âyetleri duâ kastıyla okumak onları duâ yapmış olmayacağından, maksadı duâ etmek de olsa onları okuyamaz.

Âdetli ya da Lohusa ve hattâ cünüp olan birisi Kurân öğreticisi ise her iki kelimeden birini atlamak suretiyle kesik kesik okur ve öğretir. Bazılarına göre âyetin yarısını öğretir keser ve diğer âyetin yarısını öğretir ve böylece devam eder. Bu durumdaki bir kadının. Kur'ân-ı Kerîm'i, kelime aralarını ayırmak suretiyle, harf harf ya da kelime kelime heceleyerek okumasında sakınca yoktur. bu mekruh değildir.

Âdetlinın ve LohusanınTevrat'i, Incil'i ve Zebur'u okuması da mekruhtur. Çünkü bunlar da aslında Allah'ın sözü idiler. Insanlar bunları sonradan bozdu, ancak içlerinde asıllarından bazı parçaların bulunması muhtemeldir.Bundan; hem hükmü hem de okunuşu neshedilen(kaldırılan) Kur'ân âyetlerini okumanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.

Sadece ağzı yıkamak Kur'ân okumayı helâl kılmaz. Nitekim sadece elleri yıkamak da dokunmayı helal kılmaz.

Kunut duâlarını, diğer zikir ve duâları okuması, ezanı dinlerken müezzine katılması ve Mushafa bakması da mekruh (nahoş) değildir.

Kur'ân'a Dokunma:

Tam bir âyetin yazılı olduğu şeye âdetlinın ve Lohusanın dokunması da haramdır. Dolayısıyla bir âyetten kısa bir Kur'ân parçasına dokunması mekruh (nahoş) değildir. Ancak bir âyetten az da olsa dokunamaz, diyenler de vardır. Bu Kur'ân parçasının; meselâ bir parada ya da bir tabloda olması halinde de durum aynıdır.

Abdest organları dışındaki bir organla dokunması halinde de en sağlam görüşe göre, yine haram işlemiş olur.

Tefsir, Hadîs ve Fıkıh gibi şeriat kitaplarına dokunması da haramdır. Çünkü bunlarda Kur'ân âyetleri bulunmaması mümkün değildir.

Bu ifade açıklamalı nahiv (arapça gramer) kitaplarına da dokunamayacağını anlatır. Ancak Imam Azam'a göre hem nahiv kitaplarına hem de Hadîs ve Fıkıh kitaplarına dokunmak, bu ilimleri öğrenmekte olanlar için haram değildir. Arkadaşı olan diğer iki Imam ise aksi görüştedirler. Ne var ki, bu durumda bu kitapları tutmak isteyenler de ta'zim ve hürmet göstermek zorundadırlar ve bunu elbiselerinin yenleriyle tutarak değil, her abdestleri kaçtığında yeniden abdest alarak yapmalıdırlar.

Dokunma konusunda Kur'ân'ın yazılı kısmı ile yapraklarının boş bulunan beyaz kısmı ve Mushafa bitişik olan cildi eşittir.Bu hüküm sadece Kur'ân-ı Kerîm'e aittir. Tabloda, parada, duvarda, tefsir ve hadis kitaplarında ise dokunmanın haram olduğu yer sadece Kur'ân âyetinin yazılı olduğu yerdir, bunun dışındaki yerlerine dokunması haram değildir.

Kur'ân-ı Kerîm'e, ondan ayrı bir şeyle. Meselâ ona bitiştirilmemiş bir ciltle ya da elbisenin yeniyle dokunması caizdir. Ancak elbisenin yeniyle dokunmasının mekruh (nahoş) olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü Kur'ân'a bitişik cilt ondan sayıldığı gibi, insanın üzerindeki elbisesi de kendisinden sayılır, demişlerdir.

Zikir ve duâ mecmualarını tutmak caiz ise de hoş değildir, tutmamak daha iyidir.

Âdetli ve Lohusa olan kadın Kur'ân-ı Kerîm'i ve içinde Kur'ân âyetleri bulunan yazı parçalarını, okumadan yazacak olsa dahi yazamaz. Ancak okumadan yazabileceğini söyleyenler de vardır. Çünkü kalem Kur'ân dan ayrı bir araçtır, nasıl Kur'ân-ı Kerîm, kendisinden ayrı bir şeyle tutulabiliyorsa, bu durumdaki kalemle de yazılabilir, demişlerdir ki, bunun kıyasa daha uygun olduğu söylenmiştir. Yeter ki, eliyle dokunmus olmasın

Sadece ellerin yıkanması dokunmayı helal kılmaz (Bak. Md.76).

Kur'ân-ı Kerîm'in yabancı dillerle yapılmış tercümelerine el sürmek de mekruhtur.

Küçük çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur'ân-ı Kerîm'i vermekte bir sakınca yoktur. Ancak mümeyyiz olanlarına, Kur'ân-ı Kerîm'e ta'zimi, yani saygıyı öğretmek için abdest aldırmak güzel bir davranıştır.

Mescide Girme:

Bu durumdaki kadının, beklemeksizin geçmek şeklinde de olsa mescide girmesi haramdır. Mescidlerin üzeri de mescid hükmündedir.Ancak yırtıcı bir hayvandan, hırsızdan, soğuktan, susuzluktan.. korkmak gibi bir zorunluluk (zaruret) bulunması durumu müstesnadır. Böyle durumlarda da mümkünse teyemmüm yaparak girmesi daha güzel olur.

Bayram ve cenaze namazlarının kılındığı açık alanlardan geçmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bunlar mescid hükmünde değildir.

Mezarları ziyaret etmesi de caizdir.

Tavaf Yapma:

Âdetlinın ve lohusa kadının Kâbe'yi tavaf etmeleri de haramdır. Bu durumda iken tavaf yapmışsâ tavafi geçerlidir (sahih), ancak bir hatâ ve bir günah işlemiştir,bu yüzden büyük başlardan bir ceza kurbanı kesmesi gerekir. Tavafın, mescidin içinde yapılmasıyla dışında yapılması arasında fark yoktur.

Cinsel Ilişki:

Âdetli ve Lohusa kadına cima ve arada bir engel olmaksızın göbeğiyle diz kapağı arasından yararlanma, şehvetle olmasa dahi, haramdır. Bu bölgenin dışından ve engel varken bu bölgeden yararlanmak ise helâldir. Yani âdetli ya da lohusa karısıyla yatmanın da, onu öpmenin de ve cinsel tatmin konusunda göbeğiyle diz kapağı arası dışından çıplak olarak dahi yararlanmasında, hanımının meselâ elleriyle tatmin olmasında sakınca yoktur.

Dizkapağı ile. göbek arasından çıplak yararlanmamak "azimet" ve müstehap, cima olmaksızın yararlanmak ise ruhsattır. Ümmete, onun da çok mahzurlu olmadığını öğretmek için böyle buyrulmuştur. Yoksa: "Örtü üzerinden yararlanabilirsiniz, ama onu da yapmamak daha iyidir" rivayeti de vardır, diye izah edenler de olmuştur. Yani koca hayızlı karısından, dizkapağı ile göbek arası örtülü iken ittifakla yararlanabilir. Ama dizkapağı ile göbek arasını örtü varken dahi terkeden en iyisini yapmış olur. Cimadan korunduktan sonra çıplak yararlanan da çok kötü bir şey yapmış olmaz. Ancak kendisini tehlikeye atmış olur. (bk. Müslim, hayz T6; Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124; Darimî, vudû' 117.)

Imam Muhammed'le beraber bir kısım Islâm âlimlerine göre ise; ön ve arkayı kullanmamak şartıyla göbekle diz kapağı arasıyla tenleşmek (mubaşeret) de helaldir. Çünkü Hz. Enes'in (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste: "Her şeyi yapın, yalnız cima (çiftleşme) müstesna" (bk. Hatttâbî, Ebû Dâvûd I/154) denilmektedir. Ancak bunun, nefsinden emin olanlar için olduğunu söyleyenler de vardır. Yani Imam Muhammed'e göre erkek âdetli ve lohusa karısıyla idhal (girdirme) dışında her türlü cinsel davranışta bulunabilir ve birbirinden yararlanabilirler. Ancak bu çoğunluğun (cumhur) benimsemediği bir görüştür.

Bu konudaki haramlık, sırf kadının haber vermesiyle gerçekleşmiş olur.

Bu, kadının iffetli olması, erkeğin de onun doğru söyledigine iyice kanaat getirmesi halinde böyledir. Yok, eğer kadın ahlâkı bozuk ve genellikle yalan söyleyen birisi olur, erkek de doğru söylediğine iyice kanaat getirmezse, sırf kadının sözlü haberi kabul edilmez.

Her iki taraf da istekli olarak cima ederlerse, ikiside günahkâr olur, tevbe etmeleri ve bağışlanma dileğinde bulunmaları gerekir. Ayrıca cima âdetin başında olmuşsa bir dinar, ortasında ve sonunda olmuşsa yarım dinar tutarında sadaka verir.

Bir taraf istekle, diğer taraf zorlanarak cima ederlerse, sadece zorlayan günahkâr olur.

Cima ettiklerinde gelmekte olan kan kırmızı ise bir dinar sarı ise yarım dinar sadaka verir de denmiştir. Çünkü Ebu Dâvud ve Hakim'de bu görüşü destekleyen bir hadis vardır. (Tirmizî, taharet 102; Ebu Davud, taharet 105; nikâh 45; Nesâî, taharet 181.)

Vereceği sadakanın harcama yeri, zekâtın verileceği kimselerdir.

Âdetli ve Lohusa kadınla cima etmeyi ve dübürden (arkadan) yaklaşmayı helal sayanın kâfir olacağını söyleyenler de vardır, ancak bunlar "başka şey için haram" olduklarından helâl sayan kâfir olmazsa da büyük günah işlemiş olur.

Burada anlatmak istediğimiz, kocanın âdetli hanımıyla nasıl ve hangi ölçüde cinsel ilişkide bulunabileceği meselesidir.

Yıkanma (Gusul, boy abdesti):

Âdetlinin âdeti, Lohusanın da Lohusalığı sona erdiğinde, mümkünse yıkanmaları, değilse teyemmüm yapmaları gereklidir.Buraya kadar anlattığımız sekiz madde, âdetli için de Lohusa için de geçerlidir. Bundan sonra sayacaklarımız ise sadece âdetliyi ilgilendirir.

Sadece Âdetliyi Ilgilendirenler

1. "Iddet"in Âdetle Ilişkili Olması:

"Iddet": Boşandığı erkekten hamile olup olmadığını anlamak, böylece nesillerin birbirine karışmasını önlemek ve birisinin ekinini diğerine sulatmamak için, boşanan kadının evlenmeksizin belli süre beklemesidir. "Iddet"in kelime anlamı sayı ve süre demektir. Çünkü kadın bu kısıtlı günlerini sayar ve bu süreyi doldurmayı bekler.

Boşamadan doğacak iddetin başlangıcı, boşamanın ardı, ölümden doğacak iddetin başlangıcı da ölümün ardıdır. Iddet, bu andan itibaren süresi dolunca sona erer, kadının bunu bilmesi şart değildir. Fasit nikâhtan doğacak iddetin başlangıcı ise ayrılmaları ya da kocanın artık cima etmeme kararına varmasının ardıdır.

Iddet beklemek olan kadına evlilik teklifinde bulunulmaz, ancak üstü kapalı ifadelerle çıtlatılabilir..

Sağlam bir nikâhla nikâhlı iken kocası ölen, yada kocası kendisini kesin (bâin) talakla boşayan kadının; ergin ve müslüman ise, iddeti süresince süslenmeme anlamında yas tutması, yani kokulanma, sürünme ve süslenmeyi terketmesi gerekir.

Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) emridir. Böylelikle kadın evlenmesi haram olan süre içerisinde kendisini bu harama itebilecek yollardân birini kapamış ve nikâh hikmetinin kadrini iyice kavramış olur.

Kesin talakla boşanan kadın iddeti süresince evinden gece ve gündüz çıkamaz. Ölümden ötürü iddet bekleyen ise gündüz çıkar, gecenin bir kısmında da çıkabılir ama yine evinde *******.

2. "Istibra" :

Istibrada âdetle ilgilidir ve cariyede sözkonusudur. Satınaldığı cariyenin hamile olması halinde onunla cima etmemek için belli bir süre beklemekten ibarettir.

Günümüzde cariyelik sözkonusu olamayacağı için bu konu üzerinde fazla durulmayacaktır.

3. Erginlik (Bülug):

Erginlik âdet görmekle sabitleşmiş olur. Lohusalıkla bu bakımdan ilgisi yoktur. Çünkü lohusalık olmadan da gebe kalma kabiliyeti edinmekle ergin olunur. Bu da âdet görmekle anlaşılır.

Boşama (Talak):

Sünnet olan boşamada âdete itibar edilir. Şöyle ki: Her nasılsa karısını birden çok talakla ve sünnete uygun olarak boşamak isteyen koca, her iki boşamanın arasını bir âdetle açar ve üç boşama hakkını böyle tamamlar.

Bu boşamaların arasını Lohusalıkla ayırmak düşünülemez, çünkü daha önce de gördüğümüz gibi, çocuğunu doğurmakla kadının iddeti zaten bitmiş olur. Bid'at olan boşama ise karısını âdetli iken boşamaktir. Lohusa iken boşamanın da bid'at olduğu söylenmiştir.

Âdete özel durumlardan biri de, keffaret orucu tutarken görülen âdetin, keffaretin peşpeşe olma özelliğini bozmaması, bir diğeri de en azı üç, en çoğu on gün olmasıdır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:07 PM

ÂDETTE DÜZENSİZLİK
Âdetim her ay değişik sayıda oluyor. Ortalamasını mı almak gerekir. Ayrıca son günlerde gelen bulanık akıntıyı da âdetten mi hesaplamalıyız?
Âdet günleri bir seferle sabitleşmiş, iki ay peş peşe aynı sayıda gelmekle düzgün âdet halini almış olur. Dolayısıyla her ay 6,7,8 gibi sayılarda değişen ve iki ay peş peşe aynı sayıda olmayan âdet düzenli değildir ve on günü geçmedikçe, kaç gün gelmişse, hepsi âdettir. Akıntı tam saflaşıncaya kadar gelen bulanıklık da âdetten sayılır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:07 PM

ÂDETİNİ ŞAŞIRAN KADININ DURUMU
Âdetinin sayısını ya da zamanını, yani yerini şaşıran kadına, "dâlle", "Mudille" ya da "Mutehayyira" denir ki, sözlük anlamı "şaşıran" ya da "şaşırtan" demektir. Şaşırtması, fetva sorduğu fıkıhçıyı hayrete düşürmesinden ötürüdür.

Her kadının, âdette de Lohusalıkta da, hem âdetli hem de temiz günlerinin yerini de, yani tamamını da, sayısınıda bilmesi bir görevdir. Meselâ her ayın ilk beş günü ya da son beş günü âdetli, kalan yirmibeş günü temiz olması gibi.

Delirmesi, bayılması, bu konudaki tembelliği ya da dinî konulardaki önemsemezligi gibi bir sebeple âdetini unutan ve her nasılsa kendisinden sürekli kan gelmeye başlayan kadının, kendine geldiği anda meseleyi araştırması gerekir; eğer âdetinin yerini ve süresini büyük ihtimalle bulabilirse ona göre davranması, bulamazsa -ki böyle hem zamanı hem de süreyi şaşırmaya genel şaşırma denir- hükümlerde ihtiyatli olanla amel etmesi gerekir.

Boşanmadaki iddet meselesi dışında âdeti ve temizliği için bir ölçü konmaz. Boşanma ve iddet bekleme söz konusu olduğunda, âdeti on gün, temizliği ise altı aydan bir saat kadar az olarak belirlenir. Buna göre söz konusu kadın iddetini doldurmak için, ondokuz ay on günden dört saat kadar eksik bekler. Çünkü boşamanın, âdetinden bir saat kadar sonra olmuş olması muhtemeldir ve bu durumda o âdet hesaba katılmayacaktır.

Mescide girmez, haccın rükünlerinden olan ziyaret tavafi dışında tavaf yapmaz ve kesin olarak temizliğine rastlatmak için ziyaret tavafını on gün sonra tekrar eder. Sade tavafını da yapar, çünkü O, Mekkelilerin dışındakiler için vaciptir. Ancak bunu tekrarlamaz.

Mushaf'a el sürmez.

Kendisiyle hiç cinsel ilişkide bulunulmaz.

Farz, vacip ve meşhur sünnetlerin dışında namaz kılmaz.

Namaz dışında Kur'ân-ı Kerîm okumaz, namazda da yeterli olanın en azı kadar okur. Kunutu ve diğer duâları, okuyabilir.

Temiz olmakla âdetin girmesi arasında tereddüt ettiği her sefer, bütün vakitleri o vakitte abdest alarak, temiz olmakla âdetin çıkması arasında tereddüt ettiği her sefer de yine her namazı yıkanarak kılar. Meselâ âdetinin her ay bir defa ve âdetinin sona ermeşinin de ayın son yarısında olduğunu hatırlayan ve bunların dışında birşey hatırlamayan bir kadın, ayın birinci yarısında âdetin girmeşiyle temiz olma arasında tereddütlü, ikinci yarısında da temiz olmakla âdetin çıkması arasında tereddütlüdür. Ama hiç bir şey hatırlamıyorsa o her zaman temiz olmakla âdetin girmesi arasında tereddütlüdür ve hükmü de aynen temiz olmakla âdetin çıkması arasında tereddüt edenin hükmü gibidir.

Bu durumdaki kadın Ramazan Ayını tamamen oruçlu geçirir.

Âdetinin her ay ne kadar olduğunu bilmediği halde dönüşü mümkün (ric'î) olarak boşanırsa dönüşün son sınırı otuz dokuzuncu gün olarak belirlenir. Çünkü âdetinin üç gün, temizliğinin onbeş gün olması, boşama işleminin de temizliğiriin son anına rastlaması muhtemeldir. Bu durumda iddeti, iki âdet ve üç temizlik süresi ile sona erecek demektir ki, bu hesaba göre otuzdokuz gün eder.

Şaşırma âdetin sadece yerinde yani, ayın hangi günlerine rastladığında olursa buna da özel yada kısmi şaşırma adı verilir. Bu durumdaki kadın ya âdet günleri sayısınin iki katı kadarında tereddüt eder, ya da iki katından az bir zamanda tereddüt eder. Meselâ âdetinin üç gün olduğunu bilse fakat ayın altı günlük süresinde şüphe etse, âdetinin hiçbir gününü kesinkes bilemiyor demektir. Ama beş günlük bir sürede şüphe etse bir gün, yani üçüncü gün kesinkes âdetli olduğunu biliyor demektir. Buna göre:

Âdet günlerinin üç gün olduğunu bilse fakat bunu ayın son on günü içerisinde şaşırsa, bu on günün ilk üç gününü her vakit için abdest alarak namaz kılar. Çünkü orada âdetli olmakla temiz olmak arasında tereddüt vardır. Üç günden sonra ayın sonuna kadar ise her vakitte yıkanarak namaz kılar. Çünkü orada âdetli olmakla temiz olmak ve âdetten çıkmak arasında tereddüt vardır.

Ancak âdeti meselâ altı gün olup bunu on gün içerisinde şaşırsa, bu on günün beşinci ve altıncıgünlerinin her halükârda âdet olduğu kesinlik kazanır ve o günlerde aynen âdetli gibi davranır. Diğerlerinde ise az önce söylediğimiz gibi hareket eder.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:08 PM

AĞIR OLAN NECÂSETLER ŞUNLARDIR
1. İnsandan çıkan veya ondan kopup ayrılan şeylerden kan, sidik, dışkı, menî; küçük su döktükten veya ağır bir şey kaldırdıktan sonra cinsel organdan gelebilen beyaz renkli "vediy" denilen sıvı; sevişme veya karşı cinsi düşünme sırasında yine cinsel organdan gelebilen beyaz renkti yapışkan "meziy" denilen sıvı; ağız dolusu kusuntu; bedenden kesilip ayrılan et, deri parçası ve kadınlardan gelen âdet veya lohusalık kanı ağır pislik çeşidine girer.

2. Eti yenmeyen hayvanların sidikleri, ağızlarının salyaları, kuşların dışındakilerin dışkıları ve bütün hayvanların akan kanları.

3. Eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve ördeklerin dışkıları.

4. Boğazlanmadan kendi kendine ölen hayvanın eti ve tabaklanmamış derisi pistir.

Mâlikîlere göre murdar ölmüş hayvanın eti gibi derisi, kemiği ve sinirleri de temiz değildir. Kıl, yün ve tüyleri ise temizdir. Şâfiîlere göre, ölü hayvanın kıl, tüy, yün ve tırnakları dahil bütün cüzleri temiz sayılmaz.

5. Domuz eti! Usûlüne göre kesilse de necistir. Eti, kılı, kemikleri, tabaklansa bile derisi necistir (en-Nahl, 16/15).

6. İçki: Cenab-ı Hakkın; İçki, kumar, dikili taşlar, şans okları Şeytan işi birer pisliktir" (el-Mâide, 5/90) ayeti uyarınca çoğunluk fakihlere göre necistir. Bu yüzden elbise veya bedene şarap dökülürse yıkanmadıkça namaz kılınmaz. Tercih edilen görüşe göre, diğer sarhoşluk veren içkiler de şarap hükmündedir.

Şâfiîlere göre de bütün sarhoşluk veren içki çeşitleri az olsun çok olsun temiz değildir.

Hafif sayılan ve temiz olmayan şeyler şunlardır:

1. At, katır ve eşeklerin sidikleri ile, eti yenen koyun, keçi, geyik ve karaca gibi evcil ya da yabanî hayvanların sidikleri ve bunların tersleri, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre hafif pisliktir. Fetvaya esas olan bu görüştür. Ebû Hanîfe'ye göre ise bunlar ağır pislik çeşidine girer.

2. Etleri yenmeyen hayvanlardan, doğan, atmaca, şahin, çaylak, kartal gibi havada terleyen hayvanların dışkıları.

3. Her hayvanın öd kesesi, bu hayvanın dışkısı hükmündedir.

Hafif pisliğin namazda bağışlanan miktarı, bulaştığı yer elbise ise, elbisenin tamamının dörtte biri; kol ve ayak gibi bedenin bir organı ise bulaştığı organın dörtte biridir. Bununla, kaçınılması güç olan, mesleği ve içinde bulunduğu kültür ortamı bakımından temizliğe tam dikkat edemeyen veya hayvancılıkla uğraşanların farkında olmadan karşılaştığı hafif pislikler için kolaylık getirilmiştir (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I,135 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 55; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, I, 73; eş-Şîrâzi, el-Mühezzeb, I, 46; İbn Kudâme, el-Muğnî; I, .52; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 115 vd.).

Spy_MasteR 06-02-2007 07:08 PM

AHD
Yemîn, mîsâk, söz verme, ittifak, bir şeyi korumak, halden hâle onu muhafaza etmek, tavsiye etmek anlamlarında kullanılan bir terim. Ahd kelimesi Islâmî bir kavram olarak "Ahd-ü Mîsâk' şeklinde kullanılmıştır. Allah'u Teâlâ ile beşer arasında geçen birçok ahidleşmeyi insan aklına getirmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de geçen ahidleşmelerden birisi insanoğlunun yaratıcısını bilmesi ve ona yönelip ibadet etmesidir. Bu tür bir ahid fıtrî bir ahiddir. Allah'ın varlığına inanmak ihtiyacı, insan yaradılışında sürekli ve kalıcıdır. Yalnız bazen insan şaşırıp yolunu sapıtır. O zaman Allah'a ortak aramaya koyulur. Oysa insan, Allah'ın resulleri aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uyarsa ahde uymuş olur. Ahidleşme Kur'anî bir metottur. Allah resulleri ile onlara uyan, onların ashâbı olan insanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama, gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur.
Ahd hem Allah'ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah'a karşı veya Allah namına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüd etmiş oldukları hususlardır. Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın ahdini yerine getiriniz" (el-En'am, 6/152) buyurulur. Âlimler buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: "Allah'ın ahidlerini îfa ediniz. Gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahidleri, emirleri, nehiyleri ve gerek sizin Allah'a veya Allah nâmına diğerlerine verdiğiz ahidleri, adakları, yeminleri, akitleri, doğru olan her tür taahhütleri yerine getiriniz. Islâm'da ahdi bozmak haramdır."

Gerek Allah'a ve gerekse insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir. Kur'an'da kurtuluşa eren müminlerin sıfatları sayılırken: "Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler. " (Mü'minûn, 23/8) buyurulur.

Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır. Allah'ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz. Adem'in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir. (bk. el-A'raf, 7/172)

Ahidle yemin arasında fark vardır. Yemin bozulursa keffâret gerekir. Fakat ahidte bu yoktur. Ahdi bozmanın günahı keffâretle ortadan kalkmaz. (Ibnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III, 1174)

"Ey Israiloğulları, sizi nasıl bir nimet ile nimetlendirdiğimi hatırlayın. Ve bana verdiğiz sözü yerine getirin ki, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Siz, Benden korkun. " (el-Bakara, 2/40) ayeti bu ahidlerden biridir.

Ayet-i Celîleden anladığımıza göre, Cenâb-ı Hakk'a söz vermiş bulunan bir kavme karşı Cenâb-ı Hakk da onlara bir vaatte bulunmuştur. Bu bir ahidleşmedir. Allah'u Teâlâ ahdinden asla caymayacağına göre, insanlar da ahidlerinden caymamalıydılar. Ancak insanlar ahidlerinden caymaya başlamışlar ve Allah'a ibadet etmemek, Onun yasaklarına uymamak ve O'na ortak koşmak gibi sapıklıklara düşmüşlerdir. Ahidlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın hükümlerini hakim kılmaları gerekmektedir. Ancak fâsıklar ahitlerini bozarak Allah'la sözleşmelerini iptal etmişlerdir. Allah ile olan ahdine vefa göstermeyen, bu ahdi bozan ve bozmaya çalışan kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez. Oysa ki Allah kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini va'd etmektedir.

"Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o yemin ile Allah'a bağlılık yemini etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) yeminini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir." (el-Feth, 48/10).

Insanlar, Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş, onun çemberine girmiş olmaktadırlar. Oysa Allah (c.c.) bütün insanlardan ahd-ü misâk aldığını ifade buyurmaktadır.

"Ey Âdemoğulları, ben sizinle ahidleşmedim mi? Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır. " diye (Yâsin, 36/60).

"Rabb'in Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: "Ben Rabb'iniz değil miyim? (demiştir)" "Evet (buna) şâhidiz!" dediler. Kıyâmet günü! Biz bundan habersizdik. demeyesiniz." (el-A'raf, 7/172).

Ahde vefa konusunda Islâm son derece titiz davranır. Insanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yeğâne garanti vasıtası ahde vefâdır. Bu güven olmadan veya sağlanmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün olamaz. Allah öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz.

"Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar... Işte lânet onlara (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır." (er-Ra'd, 13/25)

Cenâbı Hakk kullarından ilk ahdin yanı sıra daha sonraları peygamberleri aracılığı ile başka ahidler de almıştır. Mesela Israiloğullarından namaz kılacaklarına, zekât vereceklerine, peygamberlerine itaat edeceklerine dair ahid almış ve bu ahde riayet etmeleri halinde de onlara dünya ve âhirette mükâfaat vereceğini bildirmiştir (el-Mâide, 5/12). Bundan başka anaya, babaya, akrabalara ve yoksul kimselere yardım edeceklerine birbirlerinin kanlarını akıtmayacaklarına birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına (el-Bakara, 2/83-84) dair söz almıştır. Fakat ne yazık ki Israiloğulları bu ahde vefâ göstermeyerek sözlerini bozmuşlardır (el-Bakara, 2/100).

Islam Hukuku Açısından

Islâm hukuku açısından "ahd" ise; fıkıh sahasına giren bütün sözleşme ve akidlerdir. "Ahd" ve "akd" kelimeleri asr-ı saadette devletler arasındaki sözleşmeler anlamında kullanılmıştır. Bilhassa Hudeybiye andlaşmasında kullanılan ahd ve akd kelimeleri bu anlamı yansıtmaktadır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:09 PM

AHDİ BOZMAK
Kur'an-ı Kerim, ahde vefâyı emreder. Ahdi bozmayı, vefâsızlığı yasaklar. Hatta bazı örnekler vererek ahdi bozmayı kötüler. Bazı kimselerin ahidlerini bozarken kendilerince gösterecekleri sebepleri de reddeder.
"Ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin sayıca daha çok olmasından ötürü yeminlerinizi aldatma vasıtası yapıyorsunuz. Allah, onunla sizi imtihan eder. Kıyamet günü, ihtilâf ettiğiniz şeyleri elbette beyan edecektir. " (en-Nahl, 16/92)

Ahdini bozan kimseler azımetten yoksun ve ileri görüşten mahrumdurlar. Sanki bir kadın ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra onu tekrar tekrar söküp dağıtmaktadır. Bu benzetmedeki bütün ayrıntılar hakaret, hayret ve garipliklerle dolu bir anlam taşımaktadır. Bütünüyle ahidleri bozmayı kötülemekte ve çirkin bir iş olarak ruhlara yerleştirmeye çalışmaktadır.

Şahsiyetli ve akıllı bir insanın kalkıp da bu kadına benzemesi ve onun gibi zayıf iradeli olmayı kabullenmesi düşünülemez.

Ayette, ahdi bozma durumunda olan devletler de kınanmaktadır. Bir devlet bir veya birkaç devletle andlaşmalar imzalar, sonra da güçlü ve nüfuzlu devletlerin diğer saflarda yer aldığını ileri sürerek andlaşmalarını bozar ve bunda devletin çıkarının söz konusu olduğunu iddia ederse, islâm bu sebepleri kabul etmez ve mutlak şekilde ahde vefâ gösterilmesini emreder. Verilen sözlerin ve andlaşmaların hile ve oyun vasıtası kılınmasına göz yummaz. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki; islâm, iyilik ve Allah korkusu esasları dışında yapılan hiçbir andlaşmaya itibar etmez. Günah, isyan ve kötülük esasları üzerine yapılmış andlaşmaları reddeder. Gerek islâm toplumunun gerek islâm devletinin yapısı bu esaslara göre kurulur.

Müslümanların verdikleri sözü tutmalarından dolayı tarihte birçok kavimlerin Islam'a girdiği görülmüştür. Müslümanlardaki doğruluk ve sadakat, inançlarındaki samimiyet ve ihlâs, işlerindeki temizlik ve dürüstlük onları hayran bırakarak Islam'la tanışmalarına ve hidayet bulmalarına sebep olmuştur. Böylece müslümanlar ahidlerini bozmamakla, kaybettikleri basit ve küçük çıkarlar yerine pek büyük kazançlar elde etmişlerdir.

Bir müslümanın sözü gerçekten Allah'a verilmiş bir sözdür. Müslüman, Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı düşündüğü an Allah'ın kendisini hesaba çekeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Çünkü ahdine sadık kaldığında Allah katında kendisi için hayırlar hazırlandığının şuurundadır.

"Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır." (en-Nahl, 16/95).

Spy_MasteR 06-02-2007 07:09 PM

ÂHİR ZAMAN
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Islâm'ı tebliğinden başlayıp kıyametin kopmasına kadar geçecek olan müddet hakkında kullanılan bir terim.
Bu tarif çerçevesinde Resulullah'a "Âhir zaman Peygamberi" denilmektedir. Bunun anlamı da "Son Peygamber" demektir.

Bizden önce yaşamış ümmetlerin geçirdikleri zamanın tümü bir gün içinde sabahtan ikindiye kadar geçen zamana; bu ümmetin yaşadığı zaman ise ikindiden akşama kadar geçen vakte benzetilmiştir. Kıyametin yaklaştığı zamana da aynı şekilde "Âhir zaman" denilmektedir. Bu zamanın kesin olarak ne zaman başlayacağı da belli olmadığı için sadece bu döneme yakın bazı belirgin alâmetlerin görüleceği ifade edilmiştir (geniş bilgi için bk. Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri).

Spy_MasteR 06-02-2007 07:10 PM

ÂHİRET GÜNÜNE IMAN
Âhiret günü; içinde yaşadığımız dünya ömrünün sona ermesiyle başlayacak olan. insanların ikinci defa dirileceği ve herkesin; iman-küfiir amel ve amelsizlige göre hesaba kitaba çekileceği, ödül ya da ceza görecegi gün demektir. Bu dünyanın sonu, yani âhiri ile başlayacağı, ya da en son zaman olduğu için ona "son gün" anlamında "Ahiret Günü" denmiştir.
Her sonradan yaratılanın bir ömrü olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır ve ömür sona erince dünya da yok olacaktır. Israfıl isimli melek bu işle görevlidir. Zamanı gelince, "Sûr" denen ve niteliğini bizim bilmediğimiz bir şeye üfürecek, çıkacak büyük gürültü ile herşey darmadağınık ve Kur'ân'ın ifadesiyle dağlar atılmış pamuk gibi olacak. (bk. el-Kâria (101) 4) Allah'tan başka herşey helâk olacak. Sonra Allah Israfıli tekrar yaratacak ve onun "Sûr"a ikinci defa üflemeşiyle her canlı yeniden dirilecek, kalkacak ve saşkın saşkın bekleyecektir. Işte bu ikinci dirilişe, "öldükten sonra dirilme" anlamında, "ba'sü ba'del-mevt" adı verilir.

Bu ikinci dirilişten sonra; insanların bir yere toplanmaları (hasr), hesaba çekilmeleri (hisab), ömürlerini, gençliklerini, paralarını nasıl harcadıklarının sorulması (sual), yaptıkları iyilik ve kötülüklerini, niteliğini bilmediğimiz bir şeyle tartılması (mizan), yine niteliğini bilmediğimiz bir köprüden geçme (sirat), Hz. Muhammed'le beraber ona inananların bir daha susamamak üzere içecekleri bir havuz (kevser), Onun ve Allah'ın izniyle âlim ve şehitlerin şefaat etmeleri, akla hayâle gelmedik nimetlerle bezenmiş Cennet ve yine akla hayâle gelmedik cezalarla dolu Cehennem. Hep bu ikinci dirilişten sonradır. Bunların hepsi kesin delillerle sabit olduğu için inanmamak insanı dinden çıkarır.

Ancak dünyanın ne zaman yıkılacağını, âhiret günü'nün ne zaman olduğunu ancak Allah bilir. O, bunu elçilerine dahi bildirmemiş, fakat dünyanın ömrüne göre o güne çok az zaman kaldığına işaret edilmiştir. Hattâ Peygamberimizin arkadaşları ve onlardan sonra gelen müslümanlar ona hep, akşama sabaha gelir gözüyle bakmışlardır. Peygamberimizin bazı sözlerinde ise, dünyada A1lah'ın varlığını ve birliğini kabul eden tek kişi bulunduğu sürece kıyâmet kopmayacaktır.

Allah'ı tanımayanlar sürekli Cehennem'de kalacaklar, günahlarını tevbe ile affettiren ve Hz. Muhammed'in şefaati, yani ricası ile günahları bağışlanan mü'minler Cennete gireceklerdir. Buna rağmen günahları kalan mü'minler ise günahları ölçüsünde ceza gördükten sonra Cennete gireceklerdir.

Allah'ın izin vereceği âlimler ve şehitler ve diğer bütün peygamberler de şefaat edecek, yani günahlı mü'minlerin bağışlanması için Allah'a yalvarış ve ricada bulunacaklardır.

Insanın ölümünden Kıyâmet Günü'ne kadar olan âlem, "Kabır Âlemidir" Kabırde Münkir ve Nekir denen melekler insana dini ile ilgili sorular soracaklar ve insan orada iken bile sıkıntı ya da rahatlık bulacaktır.

Ikinci dirilişten sonra "Mahşer"de bütün canlılar birbirleriyle de hesaplaşacaklar. Hakkı olan hakkını alacak, hattâ boynuzsuz koyun boynuzludan hakkını alacak ve insanlar dışındaki canlılar bir daha dirilmemek üzere toprak olacak, insanlar için ise artık ölüm yok olacak, Cehennem'de kalanlar sürekli azab görecekler, Cennet'e girenler de sürekli nimetler içerisinde yaşayacaklardır.

Kıyâmet, Berzah, Mahşer, Cennet, Cehennem nasıl olabilir? diye bir soru akla gelebilir. Sağlam düşünebilen akılları için bu, hem mümkündür, hem de gereklidır. Bir defa her sonradan var olanın, bir gün mutlaka yok olacağı maddenin tabiati gereğidir. Dünya da bütün kapsamiyla bir maddedir, öyleyse o da bir gün yok olacaktır. Değil dünyanın, bütün kâinatin ve fezanın bir gün yok olacağını, Islâm bilginleri Kelâm kitaplarmn "Allah'ın varlığının Isbatı" bölümlerinde, iki kere ikinin dört edeceği gibi kesin kes kanıtlamışlardır. Bugün bilim ve teknik de, bilimsel metodlarla onları epeyce geriden de olsa izlemekte ve şimdilik dünyanın bir gün yok olacağına kesin gözüyle bakmaktadır. Bilim ve Tekriik Dergisi'nin 97. sayısında dünyanın nasıl yok olacağı konusunda önde gelen bilim adamlarının yedi tane teorısının açıklaması verilmektedir. Sonuç olarak dünyanın, öyle ya da böyle yok olacağı bir gerçektir.

Dünyanın yok olacağı ve başlangıçta onu Allah'ın yoktan varettiği kesin olarak bilindikten sonra, bir başka dünyanın kurulacağı daha kolaylıkla anlaşılır. Çünkü yoktan var eden, vardan daha rahat var eder. Yani, bizim öldükten sonra var edilmemiz, hiç yoktan varedilmemizden daha zor değildir.

Sonra Allah'ın bir sıfatı da Adalettir. Yani, Allah Âdildir, kimseye çekirdek kadar zulüm ve haksızlık etmez. Yani, herkes neyi haketmişse tastamam onu bulur. Halbuki, dünyaya baktığımız zaman bir sürü zulüm, işkence ve haksızlıkların olduğunu görürüz; insanlara, inançlarından dolayı, işkence edilir, zindanlarda çürütülür. Haram yollarla servet yığanlar, bazan devleti de arkalarına alarak, fakir ve güçsüzleri ezerler, kanunlar, hep o kanunları yapanlar ve güçlülerden yana iş görür, emperyalist ülkeler fakir ülkeleri habire ezer ve sömürürler. Insanlar dışındaki bir çok canlı, zalım insanlar, ya da diğer canlılar tarafından işkence ve zulüm görürler... Ve bütün bunlar dünyada çoğu zaman hiçbir karşılık görmeden göçer giderler. Öyleyse bütün bu gidişler, hesabın kitabın görüleceği büyük bir mahkemeye doğrudur. Orada sinegin ısırırken verdiği acıya kadar her olay, çok hassas bilgisayarlarla hesaba katılacak ve gelir gider, ya da kâr zarar defteri ona göre belirlenecektir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:10 PM

ÂHİRETE İMAN
"Son" ve "Sonra Olan" anlamında Arapça bir kelime olan "Âhiret", "Âhir" kelimesinin müennes (dişi) şeklidir. Lügatte "Evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılır. İslâm literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında kullanılmıştır. Dünya,canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir. Bu kelimeler bazen "dâr=yurt" kelimesiyle birlikte kullanılır (el-Ankebût, 29/64), Dâr-ı Dünya ve Dâr-ı Ahiret gibi. Bazen de tek başına kullanılır (el-Bakara, 2/220). Dünya, yakın ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir.

Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Dağlar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak (el-Karia, 101/4-5), Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır (er-Rahman, 55/27). Bu hâdiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele saati" (el-Hacc, 22/2) ve "Kıyamet Günü"* (el-Kıyâme, 75/-1) diye adlandırır. Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak kabırlerinden kaldırılacak ve "Mahşer"* denilen düz bir sahada (el-Hicr, 15/25), hesabı süratle gören Allah'ın (Âli İmrân, 3/19) huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını (el-Hakka, 69/19, 37) vermek üzere toplanacaklardır (el-Casiye, 45/26). Hesapların görülmesinden sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir.

İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tüKerimez bir halde devam edecek olan âleme "Ahiret Alemi" denir.

Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din (el-Mâide, 5/3) olan İslâm'a göre, meydana geleceği ayet (el-Bakara, 2/4) ve hadisle (Tecrîd-i Sarih, 47 nolu hadis) ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır.

Ahiret Günü denilince;

1- Bu âlemin hepsinin yok olması ve hayatın tamamıyla sona ermesi.

2- Ahiret hayatının başlaması.

Ahiret hâdiseleri denilince de;

a) Canlılar için ahiret hayatının mukaddimesi olan ölüm, berzah âlemi *, kabır hayatı.

b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek kabırlerden kalkıp mahşer* meydanında toplanması.

c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması.

d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı mizan* (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması.

e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri mecburî olan Sırat* köprüsünden geçiş.

f) İmanlı ve ameli iyi olanların gideceği Cennet*

g) İmansız ve ameli kötü olanların gideceği Cehennem*

i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında bulunduğu Kevser Havzı*

h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi hadiseler hatıra gelir. İşte bütün bunlar, Ahirete iman konusu içinde ele alınması gereken konulardır. Kesin nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın şartlarındandır. Bunlardan birini inkâr ise, ahireti inkâr demektir.

Kur'an, Ahiret âlemini ayrıca "Din Günü " (el-Fatiha, I/3) ve "Gayb Âlemi" (el-Bakara, 2/3) olarak isimlendirir .

Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de gayb denir. Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil, insanlara göredir. Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz. O, gayb ve şehâdet âlemini bilir (el-Haşr, 59/22). Kur'an'a göre varlıklar iki kısımdır: Gayb âlemini meydana getiren; görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehâdet âlemini meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar. Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısımdır:

1- Bir kısmının delili yoktur. Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün değildir. "Gaybın anahtarları Onun yanındadır, onları Ondan başkası bilemez." (el-En'âm, 6/59)

2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir. Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet, Cehennem ve Melekler gibi. Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir. Onlar da ümmetlerine bildirirler. Müminler, kendilerine vahiy yoluyla bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler. Mümin zaten inanan insan demektir. Bu haberlere inanmamak ise küfürdür. Ahiret de gayb haberlerinden olup inanılması zaruri olan vahye dayalı bir haberdir.

Hayatının başlangıç ve sonu olmayan ancak Allah'tır. Bu âlemin de bir gün yok olacağı muhakkaktır. Sonradan meydana geldiği bilinen bu âlem üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün varlıkların ölmesi ve yok olması, depremler vs. bu âlemin tamamının bir gün yok olacağının delilleridir. Bu tür hâdiseler insan iradesinin ve gücünün dışında olan hâdiselerdir.

Başlangıcı itibariyle yoktan var olduğunu kabul ettiğimiz bu âlemin, yok olduktan sonra tekrar yaratılması akla aykırı değildir. Çünkü onu yoktan yaratan Allah, onu helâk ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette Kadirdir. İnsan da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle dirilecektir.

Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır:

"Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan) O'na daha kolaydır..." (er-Rûm, 30/27). "Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı hakkıyla bilir. " (Yâsin, 36/79). Bu ayetler, mahlûkâtı ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir.

İnsanların, hayvanların ve diğer canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten sonra dirilmeye bir benzetmedir: "Odur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O'na dır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir." (el-En'âm, 6/60).

Kur'an-ı Kerim , kuraklık ve mevsim nedeniyle ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın, yağmurla veya sulanarak eski haline dönüşünü ve bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle buyuruyor: "O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titretir ve kabarır. Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye Kadirdir." (Fussilet, 41/39).

El-Hacc, 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme konusunda şüphede olanların dikkatlerini, yaratılışlarının safhalarına çekerek, bu ifâdelerin altında tekrar diriltilmenin imkânını ortaya koymaktadır.

Âlemlerin yaratılışı, insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir:

"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler. "(el-Mümin, 40/57; en-Naziât, 79/27, 33; Yâsin, 36/79, 81).

İnsanın boşuna yaratılmadığını (el-Müminûn, 23/115); başıboş terkedilmediğini, (el-Kıyâme, 75/36) her nefsin ölümü tadacağını, inanan ve iyi amellerde bulunan kişilerin mükâfatlandırılması ve kâfirlerin de cezalandırılması için tekrar diriltileceklerini bildiren (Âli İmrân, 3/185; Yunus, 10/4; el-Leyl, 92/4, 11) ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler.

Mahlûkâtın, ölüp yok olduktan sonra tekrar dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle kazandıklarının karşılığını görmeleridir. Çünkü bu dünya kazanç ve amel dünyasıdır. Öbür dünya ise, yapılanların karşılığının görüleceği yerdir (Âli İmrân, 3/185) .

İnsanlar bu dünyada rızıklarında, işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı bir yaşayış içindedirler. Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı üstün, bir kısmı zelildir. Kimisi iyilik yapar, kimisi kötülük. Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek olsalardı, iyilik yapanlar mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görmemiş olurlardı. Bu ise Allah'ın adâletine aykırı olurdu. Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır; "İnkâr edenler, kat'iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: "Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır." (et-Teğabun, 64/7, ayrıca en-Nahl, 16/30-40).

Ahirete iman, kâinatta meydana gelecek olan korkunç inkılâbın kesin olduğunu kabul etmektir. Bu dünya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır. Bu âleme iman, İslâm inancını meydana getiren altı esastan birisidir. Mümin, imanı ve Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmasının neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nâil olacağına yakînen inandığı için ölüm ve âhiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla geçiren kâfir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret hayatını istemez (el-Bakara, 2/95; Âli İmrân, 3/56; el-İsrâ, 17/10; ez-Zümer, 39/26, 45).

Hz. Ali ahireti inkâr eden birisine şöyle demişti: "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın. Fakat senin dediğin olursa, ben zararlı çıkmam. "

Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür. Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa, onun emeği mükâfatla karşılanır." (el-İsrâ, 17/19). İnsan hayatı ile dünyanın varlığı, ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır. Aksi takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir nihilizm hakim olacaktır. Bu da insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine yol açar. Ahirete iman insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son olmadığını bildirmektedir. Ölüm yeni bir hayatın başlangıcı demektir. Ahiret inancıyla insanın bu dünyadaki hayatına bir anlam veriliyor. Ayrıca insanın yaşayışı da büyük bir disiplin altına alınmış oluyor. Zira ahirete iman insana büyük bir sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap gününe göre hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele dayandırıyor. İnsan dünya hayatında yaptığı bütün amellerinin karşılığını o gün görecektir. "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir. " (Zilzâl, 99/7-8). Böylece ahirete iman insana büyük bir ümid kaynağı olduğu gibi onu adâlete ve sonsuzluğa inandırır. Bu da adil, dürüst ve sağlam bir toplumun oluşmasını sağlar.

Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret hayatını özetle şöyle izah eder: "Sûr'a birinci üfleme üflendiği, arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o vak'a olmuştur. Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış, sarkmıştır. Melekler de onun kenarlarındadır. O gün Rabb'ının tahtını (arşını), bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır. O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz. Sizden hiçbir sır gizli kalmaz. Kitabı sağından verilen: "Alın kitabımı okuyun " der, "Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten. " Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede, devşirmesi kolay (meyveleri yakın). ' 'Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için. "

Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana kitabım verilmeseydi. Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım. Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı. Malım bana hiçbir fayda vermedi. Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti (hiçbir şeyim kalmadı). (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun onu, bağlayın onu, sonra Cehennem'e sallayın onu. Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu. Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu. Bugün onun için candan bir dost yoktur. İrinden başka yiyecek yoktur. Onu (bile bile) hata işleyenden başkası yemez." (el-Hakka 69/13-37).

Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu âlem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi dünyasını, fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği biçimde intizama koymasına en büyük etkendir. Herkesin toplandığı ve kazandığı kendisine tastamam verildiği (Âli İmrân, 3/25-30; el-Câsiye, 45/28; Kâf, 50/44; et-Teğâbûn, 64/9), kimsenin kimseden cezasına karşılık bir şey ödeyemediği (el-Bakara, 2/48, 123) ana, baba, evlâd, dost herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak talep edilmesi endişesiyle birbirinden kaçtığı (Abese, 80/34-37), dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olduğu (Abese, 80/38-42; Âli İmrân, 3/106-107) o ceza gününde insanların makam, mevki, zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir özelliklerine aldırış edilmeksizin, kulların yaptıklarına göre hak tecelli eder. "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; ve Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır" (el-Haşr, 59/18).

Spy_MasteR 06-02-2007 07:10 PM

AKAR
Islâm hukukunda genellikle gelir getiren taşınmaz mallar için kullanılan bir terim. Arazî, ev, dükkân, tarla, bağ, bostan vb. gayr-i menkûl malları kapsar. Buna göre akar, hem gayr-i menkûl hem de arazî anlamında kullanılmaktadır. Arazî üzerindeki ağaçlar ve binalar iki yönden değerlendirilmiştir. Bu gibi ev ve ağaçlar tek başlarına menkûl, üzerinde bulundukları arazı ile birlikte ise gayr-i menkûl olarak kabul edilmiştir.

Islâm hukukunda gayr-i menkûl ile menkûl malların satışları arasında bir fark gözetilmemiştir. Taşınır bir mal ve eşya nasıl satılır ve yeni sahibine nasıl intikâl ediyorsa akarlar da aynı şekilde mülkiyet değiştirebilmektedir. Hepsindeki genel şart, icab ve kabulün meydana gelmesiyle satışın gerçekleşebileceğidir.

Gayr-i menkûlün satışında bedelin kabzıyla "sattım" veya "teslim ettim" demekle satış akdi tamamlanır. Herhangi bir tescil ve tapulamaya, aradaki güven ve toplumun sağlam yapısından dolayı gerek görülmemiştir. Ancak böyle bir tescilin şu faydaları vardır:

1-Akar üzerinde yapılacak tasarruflarda hîleye ve sahte muamelelere meydan verilmemesi,

2-Belli bir zaman geçip tescili yapılmamış gayr-i menkûllerde davanın reddine sebep teşkîl etmesi.

Vakıf* akarları da iki bölümde incelenebilir:

1-Vakfedildikten sonra icârıyla değil de bizzat kendisinden yararlanılan akârlar. Cami, okul, kütüphane, çeşme gibi yerler. Bunlara "Müessesât-ı Hayrıyye" adı verilir.

2-Vakfedildikten sonra kiraya verilerek vakfın şartlarına uygun bir şekilde gelirlerinin harcandığı akarlar. Bunlara da "Akârât-ı Mevkufe" adı verilmektedir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:11 PM

AKÎKA KURBANINDA ARANAN ŞARTLAR
Kurban edilecek hayvan tek veya iki gözünden kör olmamalı; dişlerinin ekserisi düşmüş olmamalı; kulakları kesik olmamalı; boynuzlarından biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalı; kulağı veya kuyruğunun yarısından çoğu, memelerinin uçları kesik olmamalı; yahut yaratılıştan kulak ve kuyruğu olmayan bir hayvan olmamalıdır. Akîka kurbanı Hanefi mezhebine göre mübah ve dolayısıyla menduptur. Diğer üç büyük imâma göre sünnet, Zahiri mezhebine göre ise farzdır.

Hz. Peygamber bu kurbanın kesilmesi sırasında bir örf olarak başa kan sürülmesi âdetini yasaklamış, (Ebu Dâvud, Edahî, 20) kesilen saçların ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilmesini emretmiştir. Akîka kelimesi anne-babaya isyân anlamına geldiği için Resulullah bu kurbanın adını "itaat ve ibadet" anlamına gelen "Nesike" kelimesi ile değiştirmiştir. (Ibn Hanbel, II, 182)

Bu kurban çocuğun doğduğu günden bâlîğ olacağı güne kadar kesilebilir. Ancak doğumun yedinci gününde kesilmesi daha çok sevap kazanmaya sebeptir. Kesilen kurbanın kemikleri çocuğun sıhhatli olmasına sebep olsun niyetiyle kırılmayıp eklem yerlerinden sıyrılır ve öylece pişirilir. Sonra bu kemikler bir yere gömülür. Akîka kurbanının etinden bunu tasadduk eden kimsenin yiyebileceği gibi ev halkı da bu etten istifâde eder. Bir kısmı da ihtiyaç sahiplerine dağıtılır.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:11 PM

AKIL HASTASININ BOŞAMASI
Kocama doktorlar paranoyak teşhisi koydular. Dediğinden habersiz hale geldi. Bu rahatsızlığı döneminde bana defalarca "seni boşadım", "defol git" dediği oldu. Islâm fıkhına göre kocamın bu haldeki talâkı geçerli sayılır mi? Şu halde ben ne yapmalıyım?

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.) "üç kimseden kalem kaldırılmıştır (tasarrufları geçerli değildir, yaptıkları yazılmaz). Uyuyandan, uyanıncaya dek, çocuktan âkilbaliğ oluncaya dek, deliden kendine gelinceye dek" (Buhârî, talâk 11, hudûd 22; Ebû Dâvûd, hudûd 17; Nesaî, talâk 21;Ibn Mace, talâk 15; Dârimî; hudûd 1.; Müsned I/118,140 VI/101) buyurmuşlardır. Bu hadîs-i şerife dayanarak Ibn Kudâme diyor ki: Ilim ehli kimseler, sarhoşluk ve (insanın kendi ihtiyarıyla yaptığı) o anlamdaki şeyler dışında aklı giden insanın boşamasının geçerli olmadığında icma etmişlerdir. Osman, Ali, Saîd b. Müseyyeb, Hasan, Nehaî Sa'bî, Ebû Kilâbe Katâde Zührî Yâhya el-Ensârî, Mâlik, Sevrî, Sâfîî Ashâb-i re'y (Hanefiler) böyle söylemişlerdir. Ayrıca Rasûlüllah'ın (s.a.s.) "Aklı bozuk matuh (bunak) dışında herkesin talâkı geçerlidir" (Buhârî, talâk 11; Tirmizî, talâk 15; ibn Mâce, talâk 15) dediği de rivayet edilmiştir. Çünkü talâk mülkiyeti izale eden bir sözdür. Öyleyse bunda alışveriş gibi akla itibar edilmesi gerekir. Aklının; delirme, bayılma, uyku, ilaç alma, zorla içirilen içki ve aklı giderdiğini bilmeden içtiği böyle birşey ile gitmiş olması durumları eşittir. Bunların hepsi boşamayı geçersiz kılar. Bu konuda değişik görüş de bilinmemektedir: (ibn Kudâme, el-Mugnî VI/113-114) Deli, ma'tuh (atehli, saldırgan olmayan bunak, ifadeleri karışık, tedbiri bozuk) mübersem (menejitten etkilenen),sar'alı, medhus (korku ya da unutmaktan aklı giden) melankolik, panorayak, hastalar da bu hükümde aynıdır. Ancak bunlarda nöbetin bulunmadığı, ya da söylediklerinin farkında oldukları zaman sarfettikleri sözler ve yaptıkları tasarruflar geçerlidir. (Geniş bilgi için bk. Ibn Âbidîn (Âmirâ) N/426-27) Zira boşamanın şartlarından biri de akıldır ve aklı gideren bu tür hastalıklara mübtelâ olanların hasta iken boşanmalarına itibar edilmez. (el-Cezîrî, Kitâbu'I-fıkh'ale-I-Mezâhibi'I-erba'a IV/281)

Spy_MasteR 06-02-2007 07:11 PM

AKRABA İLE EVLENMENİN DİNEN HERHANGİ BİR SAKINCASI VAR MIDIR?
Dinen mahrem olup kendileriyle evlenmek haram olanlar üç nevidir:

1-Nesep sebebiyle haram olanlar: Bunlar da yedi sınıfdır. Anneler,Kızlar,Kızkardeşler,Halalar,Teyzeler,Erkek kardeşin kızı ve Kızkardeşidir.

2-Süt sebebiyle haram olanlar: Neseb sebebiyle haram olanlar, süt sebebiylede haramdırlar yani onlar da yedi sınıfdır.

3-Sıhriyet sebebiyle haram olanlar: Kur'an-ı Kerim'de bunlardan dört sınıf dile getiriliyor.

A-Babanın eşi : Üvey anne,

B-Oğlun eşi : Gelin,

C-Eşin annesi : Kayınvalide.

D- Eşin kızı : Kocanın üvey kızı.

Yukarıda zikrettiğimiz kimseler ebedi olrak haramdırlar.Ayrıca geçici olarak haram olanlar da vardır. Kur'an-ı Kerim bunlardan üç sınıf dile getirmiştir:

1-İki kız kardeş ile aynı anda evlenmek,

2-Zevce ile halası veya teyzesi ile aynı anda evlenmek yani ikisini bir arada bulundurmak,

3- Evli olan kadın.

Bunlardan maada akraba olsun,yabancı olsun onunla evlenmek caizdir.Peygamberimiz halasının kızı olan Hz.Zeynep ile evlenmiştir. Aynı zamanda Hz.Ali amcaoğlu Hz.Peygamber'in kızı olan Fatıma ile evlenmiştir. Demek yakın olsun , uzak olan akraba ile evlenmek caizdir.Ama yabancı ile evlenmek için tavsiyede bulunmakta bir beis yoktur. Hatta Şafii fıkıh kitabları yakın akraba ile evlenmek tenzihen mekruhtur,diye kaydediyorlar.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:12 PM

AKSIRMAK
Burun zarının ve nefes verme kaslarının sarsıntılı bir hareketiyle havayı bir anda ağızdan ve burundan dışarı atmak. Aksırmak, insanda meydana gelen fizikî bir olaydır. Halk arasında "hapşırmak" diye bilinen bu olay bir terim olarak Islâm dini âdâb-ı muâşeretinde * "Teşmitu'l Âtis" şeklinde geçer.

Aksırmak vücutta meydana gelen bir zorlama sonucu olur. Bu ihtiyacı duyan kimse aksırdığı anda ferahlar. Bu ferahlamadan dolayı da müslümanın Allah'a şükretmesi gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), bu konuda şöyle buyururlar:

"Allah kulunun aksırmasını sever, fakat esnemesinden hoşlanmaz. Ey Müminler sizden biriniz aksırıp Allah'a hamd ederse, (el-Hamdülillah derse) onun hamdettiğini işiten her. müslümana, "Yerhamükellah" diye karşılık vermesi gerekir. Esneme işi şeytandandır. Birinize esneme hâli gelirse mümkün olduğu kadar esnemeye engel olsun. Çünkü biriniz esnemek üzere ağzını açınca onun bu gafletine şeytan güler. " (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XII, 165).

Bu hadîs-i şerif'e göre aksıran kişinin: "Elhamdülillah" demesi icab eder. Karşısındaki müslüman da ona: "Yerhamükellah " diye karşılık verince aksıran kişinin tekrar dönüp bu kardeşine: " Yehdîkumullah ve yuslih bâleküm" (Yani Allah sizi hidâyet kılsın ve hatırınızı hoş tutsun), demesi sünnetin talımi gereğidir.

Aksırma anında büyük bir gürültü ve ağızdan etrafa tükrük yayılabileceği için, aksıranın eliyle veya başka bir şeyle ağzını kapatarak, bunlara engel olması edeptendir. Bu da Resulullah'ın tavsiyesi ve sünnetidir.

Spy_MasteR 06-02-2007 07:12 PM

AKİKA KURBANI
Yeni doğan bebeğin başındaki ilk saçlarına akîka; bu çocuğun doğumundan yedi gün sonra başındaki tüyleri kısmen veya tamamen traş edip adını koyduktan sonra Allah'u Teâlâ'ya şükür için kesilen kurbana akîka kurbanı denir. Hz. Aişe (r.a.)'den şöyle rivâyet edilmektedir.

"Resul-i Ekrem (s.a.s.} bize erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir koyun "akîka" olarak kurban etmemizi emretti." (Ibn Mâce hadis no: 3163, Zebâih, no: 1515).

Yine Hz. Âişe validemizin rivâyetine göre, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), torunları Hasan ile Hüseyin'in doğumlarının yedinci günü akika kurbanlarını kesmiş ve adlarını koymuştur. (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XI, 401)

Islâm'dan önceki câhilî Arap toplumunda sadece erkek çocuklar için kurban* kesilirdi. Kız çocukları için böyle bir merâsim söz konusu değildi. Islâm bu değişikliği yaparak kız çocuklarına da değer verilmesini sağlamıştır .

Spy_MasteR 06-02-2007 07:12 PM

AKŞAM NAMAZI
İslâm'ın beş temel ibadetinden biri olan beş vakit namazdan akşam vaktinde kılınanı. Diğer farz namazlarla birlikte Hicret'ten birbuçuk yıl önce Mirac olayında farz kılınmıştır. Adını kılındığı vakitten almıştır. Farzı üç rekât olup farz-ı ayndır. Sünneti, sünnet-i müekkede olarak iki rekât kılınır.

Kur'an-ı Kerim'de "Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah'ı -ki göklerde ve yerde hamd ona mahsustur- tesbih edin, namaz kılın" (er-Rûm, 30/17-18) buyurulmaktadır.

Akşam namazının vakti güneşin batmasıyla başlar, şafağın kaybolduğu ana kadar devam eder. İmam-ı Â'zam'a göre şafak, akşam ufuktaki kırmızılıktan sonra meydana gelen beyazlıktır. Bu beyazlığın kaybolması ile akşam namazının vakti sona erer. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise beyazlığın görünmesiyle akşam namazının vakti çıkar. İmam Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'in görüşüne göre amel edilir. Ancak bu süre içinde kılınamadığı takdirde kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlığın kaybolduğu âna kadar da kılınabilir.

Akşam namazının farzı, sünnetinden önce kılınır. Önce, günün akşam namazının farzını kılmağa niyet edilir. İftitah tekbiri ile namaza başlanır, "sübhâneke", "eûzü besmele", "fâtiha sûresi" ve bir miktar ayet veya kısa surelerden biri (zamm-ı sure) okunur, rükû ve secdelerden sonra ikinci rekâtta ayakta (kıyam) "fâtiha" ve yine bir miktar ayet veya kısa surelerden biri okunur, yine rükû ve secdelerden sonra oturulur (ka'de-i ûlâ)*

Et-tehiyyatü okunduktan sonra üçüncü rekâta kalkılır, yalnız "fâtiha" okunur, rükû ve secdelerden sonra tekrar oturulur (ka'de-i âhire)*, "Ettehiyyâtü", salevât duaları ile "rabbenâ âtinâ" ve "rabbenâğfirlî" duaları okunarak selâm verilir. Daha sonra iki rekât olan sünnet kılınır. Akşamın sünnetinde her iki rekâtta da "fâtiha" ve zamm-ı sure* okunur; ikinci rekâtta oturduktan sonra, farzının kâ'de-i âhiresindeki dualar okunarak selâm verilir.

Akşam namazının sünneti iki rekâttan daha fazla da kılınabilir. Altı rekât kılmak menduptur. Her iki rekâtta bir selâm verilmelidir. Normal sünnetinden fazla kılınan bu namaza "evvâbîn namazı"* denir.

Akşam namazının vaktinin darlığı sebebiyle ezandan sonra hemen kılınmasında acele edilmelidir. Bu nedenle de kısa sureler okunmalıdır.

Akşam namazının, hazır olan akşam yemeğinden sonraya bırakılması menduptur. Yemek yenildiği takdirde namaz vakti çıkacak kadar dar olursa, namazı tehir etmek caiz değildir. (Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1985, II, 643)


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:26 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.