![]() |
karışık Şiirler.
Eliften Yalnızlık
I. Sende olduğumun itirafıdır bu sözler şeffaf bir gölde ağa tutulan balık gözleriyle bana çaresizliğimi söyler karanlık sıvalı bir kadın endamı ile okyanusa açıldığım gemim batık II: dalgalarda azılı bir yara gibi azmaktayım kıyıya vurmasamda kim demiş sulardayım yurdunda yan yatmış ay ışığıyla eliften yalnızlık çalmaktayım III. Okyanusa bakan bir kalede oynaşır kraliçe ekşi sözleri yankılayan burçlar gelişimi haber verdikçe aşıkları gülmekte erken geldiğimden habersiz olmamalılar şişe hainlik etmediyse. |
Koma
Aynalara küsen adam ben değilim damıtırken yüzüme hüzün mevsimini suçluyum bir sarı benizli mumyadan içli bir müderris dersi dilememeliydim verdiğim ruşen müjdenin kalabalıklara uzandığını beş haneli evimizi aydınlatan devin gözlerinin aşk denizinin kıyısından çalındığını bilmeliydim Suçlarımın eksildiğini söylemesin hiç kimse ve kimse bilmesin benim ne denli ağlamaklı olduğumu saçlarını okşadığım her çocuktan bir tebessüm çaldığımı bilmesin anneler o ahenkli ölçüyü sinesinde barındıran intikam günü gelince kullardan değil, günahlarımdan değil korkum bir çığlığın efkarına not düştüğümde sessiz kalmayı yeğleyen aynalardan. |
Kısır Bahşiş
Bilgiç bir günışığı anlattı seni bana öldüğünde başlarmış canlılığın eğilişi gibi bir ceylanın suya bir imparator diz çökermiş saltanatında gökyüzüyle kabaran bir ezgi olurmuşsun her doğduğunda gümüş ayaklar sedef eller bulurmuşsun kutsal bir sarhoşluk verirmiş ölümsüzlük ezgilerin ve uyurmuşsun ağrıyan yanına yaslanıp da ruhunun senden önce de gözlerim vardı ama tutumlu göremezdim görmeyi ve bir karış ırmak gibi bir zar atışına bağlamıştım her şeyi tut ki erguvar bir odunun son neferiyim ben ki tanrının en uzun ömürlü kulu iki buçuk can gibiyim açtım dikkatin vanalarını sonuna kadar senin kilit vurduğun kabuğun içinde yaktım geçmişini obur bir kibritle lüzumsuz artık kürek çekmek yarınlara ruhlara tüneyip kısır bahşişler dağıtmak kullara gölgeler tutun nefesinizi kulak verin beni çizen sanatkara. |
Körelmiş Bir Hançeri Kirpiğiyle Bileyen
-Şamil B.'ye- Ey ıslak gülleri yakasında gezdiren adam dalgalara sırt verip söylediğin türküleri dinledim. Anladım seni büyüten kundağın çılgın bir nehir olduğunu kadınca gülmelerin taşıdığı o yemyeşil bakışını bir ağacın dalına astığın o paslı yüreğini getir bana getir ve ürkek bir kaplan edası ile kaybol sulak bir ormanda yaralarımızı güllerle yıka sen ki yaslanıp ince bir demir tarağa acıları raksa sürerdin bakardım ardından koşarak haber verirdim yalnızlık baktığını kuşların kuyuya düşmüş bir ceylandan bahsederdin ülkesi kızgın sularla çevrili körelmiş bir hançeri kirpiğiyle bileyen işte o adam derdim o adam hüzün uçurumuna bir damla gözyaşı bırakın. |
Mızrak Deliğine Saklanan Aşk
- ben mi geciktim yoksa ben mi geciktim. c.zarioğlu Görememişken karşı yamacı, hazırdın hızlı varışların kalkış noktasında, öyle ki yelkenlinin bezini damarlarınla yamadın bin yerinden delikleri tıkamıştın, birkaç enli yanlı mısraları karaladığın eliften kılıcının düzlediği kaburca kemiklerimizle ne senindi güdülmeden doymuş düşünceler ne benim Ne sen takıldın çobanın düz dallardan ördüğü zamanın boynunda asılı kolye gibi duran çite ne ben sen bilemedin vasiyetinden anladım zirvelerin yolu uğramazdı o çitlere kim eğmiş yolları bildik ya. Hüzne sahiplenen dalları düzelttiğimiz kazanda yaktım vasiyetinin gereği. Ateş gülümsedi seni andığımda ağlamayı def ettik ayıklanmış topraktan toprak çıkarıp başını aşktan geri verdi mızrak deliğine sakladığın dişlerini tüm gölgeler gölgeni andı, ağladım. Yelkenliler tazelendi fosforlandı yollar gerildi hainler toprağın çenesinde kilitlendi haydi'ler bürünürken hoşça kal'ın hırkasına şaşıran insanlara vasiyetinin gereği bu şiiri yazmak düştü. |
Pijamasız Ahtapot
Karada yaşayan tek ahtapottu dedemin ağaçtan yatağı ısırgan kollarını doladıkça pijamaya saniyelerin kanını kurutan akrep kabarır dururdu duvarda evin önünde azraili korkutan lamba bilmezdi gecenin gölgesi olmayacağını kıtlık yıllarından kalma alışkanlık siyaha inat ışığını salmazdı tek lamba ve musluk bakışırdı her gece yarısı mezarlık korkusuna uyuyamayan çocuk bulurdu dedeyi ağlama makamında her gece yarısı lambaya inat duvarda dolaşan sakallı gölgeyle. |
Saçlarının Kokusu
Lotusa benzer saçlarının kokusu içime çektikçe tüm fenerlerim söner gözlerin narin bir bakışla donmuş güneşimin tüm buzlarını çözer mesut aşıklar yakalanınca tek bir bakışına aşıklığına kara bir isyan eder bilinmez gergef gergef ördüğün bu ağa neden sadece uyanık aşıklar düşer denizci türkülerinde duyulur saçlarının kokusu dalgaların kıyıya vurmaları sendendir sen varken bitmez dağdan dağa rüzgarın kokusu gökyüzünün avare kusları senin eserindir tanrının yeryüzüne saldığı sis seni benden saklamak için midir rahibeleri anladım isa aşkına peki sendeki bu tazelik nedendir solgun denizlere renk veren saçlarının kokusu gölgesinde saklar, gökkuşağının kayıp rengini cezirde sana koşar, okyanus sularının buğusu sana hasetlerindendir eliflerin yalnız duruşu gel salalım çılgınca heryere, saçlarının kokusunu baharlar hiç eskimesin yeryüzünde. |
Su Geçiyor Ağlayan Meryem Heykeli
I. Bir rahibi derinden sarsıyor günahlarım ağlayan meryem heykelinin su geçirir taştan yapıldığını hissetmiştim bilal'in rüyasına doluşan çanları kıvırıyorum soğuk yerlerinden bir rahip yamağı küskün küskün bakıyor rahibi mecnun eylemişim II. Islak çillere düşen, saçlarındaki sebudenmiş sorunca kum tanelerinin derinliklerine senin gelişin süraka'nın atıyla aynı geliştenmiş süreyyana dizdiğim horgörüsüzlüğümü gömerken iki kız iskeletinin oynaştığı çukura feran dağlarının hira'ya bakan taraflarına gözyaşıma soruyorum ömer'den bana kalanmış III: ucube yanlarımı yama yapıyorum ayın cukurlarında saklı kalmış ayak izine gelen giden her füzenin, deve böğürmesi gibi inlemesi yok mu kalmadı sıvazlayacak sırtını boşuna göz yaşı dökme ebu zer'den son sevdiğine kalan o miras gibi ayın hulle olduğunu minareden sahibimi arıyorum |
Taş Bağırlı Şehir
Köpüğün balığa naz edip kızlığını vermesi gibi dalgalara şehir düşünlerin anasıdır taş bağırlı sokaklarıyla. |
Veremli Güvercin
Dolaşırken kan bedenin labirentlerinde veremli bir güvercin uzatıp gagasını maktül bir solucandan miras kalmış gibi eşeleyip durur toprağın derisini bilmez ki çimler kenesidir toprağın ve çimler duvaktır toprağa sabaha nikahı kıyıldığında ve bir de ihtiyar kadınlar iyi ezer üzümü bilirler ve beddua ederler dilberlerin karşısında kim içerse şarabı. |
YAKARIŞ İLAHİSİ
hayatı ve kalbimizi geri istiyoruz hergün yaşadığımıza ve bebenimizi eskittiğimize takvim yaprakları işaret düşüyor. yer gök sarsılıyor, ve sımsıkı sarıdığımız hayatlarımıza, ölüm doğuyor her sabah. şimdi; bu girift zamanın yetim çocukları bizler, göç edip giden turnaları geri çağırıyoruz. çünkü biz sert rüzgarlara değil, narin yellere yol veren yiğit adamlarız. zindanlarda sahici gülen, doludizgin bir tufana taylarımızı sürenleriz. her gülüşümüzde yağmurlar getiririz uzak iklimlerden. çıra renkli kor kalplerimizle severiz güzelleri. şehre ileniriz, şehir ki; gözlerimizi ağrıtır baktıkça. soğuk kaldırımlarda gülümseyen kelebeklere türkü yakarız. biz hayatı, kalbimizi ve aşklarımızı geri istiyoruz. duy bizi ey kalblerin sahibi... |
YARALI CEYLAN ŞARKISI
her karanlık seni hatırlatır bana, hüznünden koparılmış, kahkaha gibi oluverirsin karanlıkta, yaşamın bize bakan yanından, kafilerle serüven peşinde koşanlarına, adını söyletirsin bize. her gülüşüne bin tahtı terkettirişin gelir , içli bir resmin aynaya yansıyan siluetine. aynada gördüğümüzün, hep kendimiz olduğunu sanır da, bir tebessüm bırakıveririz peşinden. sonra da bize gönderdiğin badem gözlerinin ateşi kalır, bir dağın yamacına serdiğimiz yorgunluğumuza. mirasın kıymetini bilmezler gibi oluruz, ve sana yaklaşırız. ne karanlıklar gördük bilemeyiz aşka nasıl susanır. nasıl bir kılıcın gölgesinde, kehkeşanlarla ateş dansı yapılır. nasıl bir şarkının en içli yerinde, keloğlan masalı anımsanır. bilemeyiz, bilemeyiz ama bir yağmurun, gözyaşıyla birlikte bir güle nasıl döndüğünü görürüz. her karanlıktan korkmasakta, kuşkunun ilacını koyarız heybemize. hiç bitmeyecek gibi gözükse de, bir yoldayız o da yeter bize. her ressam seni oyar soğuk taşlara. her güftenin ilk notası sen olursun. ve her şiir usandırır bizi, bilsek de cefanın kıymetini. her noktada saklanan da sen olursun. her rengin parlaklığı da sendendir. sen bizim içimizde büyüttüğümüz yar, gecenin karanlığında neden kaybolursun. her kazmada bir aşığın feryadı gizlidir. yani ferhat'ların... her çölde bir kokun. yani mecnunların... fırat'ın kanlı sularında da yitirdiğimiz sensin. nil'in altın şarısı sularında da. şimdi ne Süraka'lar koşarda ardımızdan, atımızı kumdan kurtaranlayız. alaca bir siyahı vardır her atın, hep alaca yüreklerde gezer. işte bizim karanlıktan korkumuz, bu ata hasretimizdendir. işte ey gözleri yalnızlık bakan ceylan, her ırmakta aradığımız senin ağzının kokusudur. seni asırlardır soranlara, boyun büküklüğümüz cevap verdi. seni bir karanfilde koklayanları rüzgarın hışırtısı kaçırttı. seni bir okyanus yatağından kaldırıp, aşıklara pervane edecektik. viran memleketlerin yetimleri seni bizden uzaklaştırdı. şimdi yaralarımıza sürdüğümüz kokulardan belli, seni ceninken öldürdük kahkahalarımızla. seni öldürdük yar, hiç isyan etmeyen mantar ruhlar ve yüreklerle.. şimdi kapındayız. şimdi avuçlarımızdaki damlacıklarla, ve heybemizdeki sümbül kokulu dualarla yürüyoruz. kaf dağı'nın arkalarına bile düşse yolumuz, hiçbir hazineye seni değişmeyeceğiz. ve her şarkıya senin de bir mısranı ekleyeceğiz.. içimizde büyüttüğümüz yaralı ceylan, yiğitlen artık... “ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı insanı ağlatan yağmurlar yağdı yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin var.” |
Yüzondört
Vera çiçekleri ektim ölüm ve dirimin elleriyle çağırdım uzun saçlı yağmuru aşkımı taşıdığım o kutsal çöle sorulunca bu ne diye, dedim avuçlarım bin bahara gebe ve benim sinem ıssız bir mahzen gibidir gülersem kan gelir gözlerimden dolar kaygısız çağa ve her bayram sadaka dağıtır martılarım yoksul limanlara ve kurular buzların terini sorarım size kafi midir bu yüzbin fidan yeşertmeye ve yürütmeye yüz ondört kemiği belirsiz bir zaman aralığında bulutların annesi oldum ve mum diktim yaralı alınlara arzumun duasını güllere adayınca ılık bir düş vakti but tuttu kalbimin sarhoş buğusu ve umudu gizleyecek bir cep bulmak için yollara düştüm tenimde bakire sümbül kokusu. |
Ölünün Kavalı
Cambazına çelme takan ip bir idamlığa söyler sırrını ve denizin yelelerini yalayan ölü ne çok arar adını söyleyecek bir mezartaşı ve rüzgardır ölünün mezarlıkta kavalı. |
KAMELYAM
Kamelyam Serin kavak yelleri esiyordu başımda Ümit ekmiştim nadasa bıraktığım tüm tarlalara Alnımdaki teri kurutsam diye Bağrımı açtığım rüzgarlar Tutam tutam Saçlarımı götürdüler Nasıl anlatsam Kurşun sıktılar hayallerimin En umulmaz yerinden Kamelyam Akşamüstleri horozlar ötmezmiş Köy sokaklarında alımlı gezmezmiş köy kızları Ay tutulmayadursun Tüfeği dayarlar Uğursuz sayarlar 'Hele dur! Destursuz girme', dediler bu kapılardan Yıllar yılı acıyla bağladılar ellerimi Yasak koydular gözlerime Seven göze yasak olur mu demediler Oturmadılar sofralarıma, yemediler Ateşle korkuttular Zaten yanmışım buram buram Ezikliği yüreğimde tüm sevgilerin Kamelyam Senin için bastığım adımlara mayın döşediler Eşkiyalar kesti yollarımı Sana gelmek için rüyalarımda uçtum *******i Uykularımı böldüm en kuytusunda karanlığın Kadermiş, değişmezmiş! Yılar yılı boşuna aldandım Med yapmışlar ikimizi ayırıyorlar, oynuyorlar Kamelyam Gitti de beni, gitti de... Tanınmaz insanların balosuna gitti de Bıkmışlığın ezgisi yalnızlıktan Bir sükutun nabzı damarlarımda Düğüm düğüm içimde Başka dünyaların çoçuğuyuz biz Başka dünyaların çoçuğu... Kamelyam Çok şeyleri elde etmeye yetmiyor sevgimiz Oraya yaz mektuplarını Ararsan Simeranya'ya Allah'a ısmarladık Kamelyam Kamelyam... |
Artık Git
Şu senin eşsiz sessizliğin kabaran yerlerinden duyulabilir pekâlâ mesela kolunun dirsek içine dokununca göğsüne başını dayadığında herhangi biri ellerin tutulduğunda bir kedi karşıdan karşıya geçirilirken kokunu içime derin bir solumayla çektiğim zaman şiir okurken gözlerinde beliren gözlerden öyle ki hepsi başka başka bir kovan bal gibi bakarsın arıya kusursuz yaratılmaktan duyulan hoşnutluk gibi mavi dalgalanan dağlar gibi mordan da öte gönlümde yer eder çünkü onlar bütün kış kar sularıyla oğuşturulan bir kıyının dinlendiği yerdir ki yine pek dingin bir ekim akşamında oturmuştuk karşılıklı umutla Tuhaf şey diyesi geliyor insanın tuhaf şey! her şeyin böyle baştan sona değişmesi doğa tüzüğünün ilk sayfasında yazılıysa da her şeyin böyle baştan sona bir uğultu ormanı gibi sessizliğe gömülmesi hüzünden de ağır bir hüzün veriyor insana azala çoğala ağaçların ağır ağır açtığı yolda yürürken mahşeri çağrıştıran sessiz kalabalıkta yoksunluğumu yoksulluğumu demiyorum, yoksunluğumu gideren düşüncelerin ard arda sararıp dökülmesi kimin kabahati diye sormuyorum küsmene bakılırsa… Nerde bir yalnızlık görse konuna almaya yetinen Edip her şeye gecikilir demişti ya hiçbir şeye yetişilmez kimbilir, belki de ziyade ciddiye aldım şairi hayata geciktim, ölüme yetişemedim istesem kusurumu sırtına yükleyebilirdim ama ben güneşi seçtim çünkü okumayı en iyi o biliyor vurunca alnıma atamın apamın kazıdığı kargacık burgacığı tomruk kılıp kanımı damar duvarlarıma saldırtan yazıyı okuyanı ağlatan yazıyı beni bikes bırakan o antik vesikayı Söz, rakıya verilmişse tutulmayabilir kaldı ki işim birde mi bitecek demişim o halde iki gibi çiçekli kitapçının önünde cebimde şiir taslağı mektup aklımda kahverengi denizler bal rengi mavi ve siyah gözlerin neden böyle kararsız derken birden aklıma geldi ankara’da doğup büyüyen her kadın nedense alaca düşünür ve düşündürür kendini gülümseme salonundan öfke mutfağına geçilen hol öylesine kısa ve dardır ki basık mı basık bir gökyüzüyle kabarık sarı bir plato arasında bırakıp terk eder sevdiğini üstünü toprakla örtmek için döner yalnızca Diyecektim ki hazırım vazgeçtim birden yüzümün hayata yakışmadığı doğru, ölsem de yakışmayacak üstelik diyorum kendi kendime eksik değil ki dağlara koşar gibi aşka isteğim gücüm dersen yerinde ve Ferhad’ın külüngüne eş becerikli sonuna kadar sabırla ve dirençle ne kadar uzakta olsam da en yakın kalp sarayından ne kadar da yokluğunla yaralı, yorgun ne kadar da bu şiir böyle umudunu bile korku tığıyla işlese de suyun üstüne aklı gidip gidip gelse de çocuğumun seni hatırlayınca kendimi unutup kızgın bir kaya gibi yağmurun altında için için eririm Artık git ben ardından toprak olur gelirim |
BİN YIL DAHA ÜLKESİZ
Nereye O uysal saçlarınla nereye, hem sen nereye Nereye ey gözleri gurbet Sınadım kendimi bir başka biçimlerle Her iklimde dondum, her aynada hiç Yüzünü dön Yüzünü dön Can aynam paramparça... Nereye O atlarla nereye, hem sen nereye Nereye hiç dönmeyecekmiş gibi böyle Ardından kanım akıtır kendini gittiğin yere Çeviremem önünü kırılmış ellerimle Yüzünü dön Yüzünü dön Düğüm at damarıma... Gidersen Bin yıl daha ülkesiz bir çocuk kalır Yıldızsız, pusulasız, mülteci, kanamalı Gidersen fırtınada en ince söğüt dalı O sabah kırılırım toprağıma düşemem Yüzünü dön Yüzünü dön Gülümse baharıma... |
Büyük Taarruz
Sevgilim karakol menekşesi bıçkın İsmetpaşaya dik dik bakan joplu sopalı Anafartalar pervazında Görülsün diye içim dışım yalın giyineceğime dair ona söz verdiğimi unutur muyum hiç gerçeküstü olan ben değilim ama, inanın benim bile akıl erdiremediğim bir Dadaizm var menekşemin işinde uğraşında Orda ne mi yapıyor; çocuklara bakıyor belinde parabellum bir sürü kaba saba numara ve buz gibi kodun arasından Çocuklar otoparkta sonradan anlaşılmış, babaları unutmuş görsen demişti, nasıl nasıl güzeller biri kız biri oğlan Beni de böyle bulmuştu dikdörtgen bir bahçede lakin ruhu yamuk bir masada unutulmuşken o gün daha kimler vardı, unuttum sen söyle şükranım sen söyle Emel Abla Sevgilim karakol menekşesi hayta İsmetpaşaya dik dik bakan joplu sopalı Anafartalar pervazında iyi de nerden çıktı şimdi bu parodi gözünü sevdiğim hey gidinin nerde Mustafa Kemal Hakkımız yok ama yine de helal edin az kaldı Büyük Taarruz'a... Büyük Taarruz Sevgilim karakol menekşesi bıçkın İsmetpaşaya dik dik bakan joplu sopalı Anafartalar pervazında Görülsün diye içim dışım yalın giyineceğime dair ona söz verdiğimi unutur muyum hiç gerçeküstü olan ben değilim ama, inanın benim bile akıl erdiremediğim bir Dadaizm var menekşemin işinde uğraşında Orda ne mi yapıyor; çocuklara bakıyor belinde parabellum bir sürü kaba saba numara ve buz gibi kodun arasından Çocuklar otoparkta sonradan anlaşılmış, babaları unutmuş görsen demişti, nasıl nasıl güzeller biri kız biri oğlan Beni de böyle bulmuştu dikdörtgen bir bahçede lakin ruhu yamuk bir masada unutulmuşken o gün daha kimler vardı, unuttum sen söyle şükranım sen söyle Emel Abla Sevgilim karakol menekşesi hayta İsmetpaşaya dik dik bakan joplu sopalı Anafartalar pervazında iyi de nerden çıktı şimdi bu parodi gözünü sevdiğim hey gidinin nerde Mustafa Kemal Hakkımız yok ama yine de helal edin az kaldı Büyük Taarruz'a... |
DOĞU BALADI
derinlik olmayı sürdüreceğim bu sığ denizde bir halkım ben, dünyanın kalbinde paslı bir hançer kabuk bağlayan yaranın altında kaynayan irin yurdumda konuk, içimde tutsak, uğraksız göçer bir derinlik hepsi bu, başka hiçbir şey saklı bir yanardağ olmanın kendisiyim ben doğuda, ellerinizden çok uzaklarda binyıllık bir uykuyu ölerek silkeleyen halkın derinlik olduğunu kim söylemişti söyleyin nerde seceresi yitik soyum, nerede derinliğim siliniyor ölü ceylanın derisindeki mürekkep avcı burda ey bilici ya ben nerdeyim yurdumun olmayan denizlere taşınan toprağım parçalanan kayayım bin parça eşkiyadan çoğalan bir korkuyum, bin parça yoksulluk ve kan... denizlere akan, denizlere, yurdumun olmayan uyruksuz mu denir limanı olmayan gemilere limanım yok, tutulduğum bu çağdaş fırtınada ışığım yok, dört yönüm karanlık bir pusula uyruğum yok, sığmıyor kavmim koca dünyaya umudum uygarlığım, ey bayrak, ey bayraktar ovalara bir dağ mağrurluğuyla inerken yeşil vuruldukça güzelleşen alnın ki, gül rengi güneşi ince kanadında sürükleyen esenlik rüzgar n'olur ölme artık, ölüp ölüp terketme beni ey ölür gibi yaşayan bir halkın derinliği... |
Eksikti ******* ve Bazı Günler 2
Her şeyi inkâr et ama bak bunu edemezsin ben seni unutmak sarayında uyurken buldum çaldım kalbinin zillerini iki anlamda, uyardım seni kaldırdım uykunu, soydum bir güzel yudum yıkadım can yunağımda Tenimle kuruladım gölgeni sözlerimle giydirdim gülüşler geliştirdim gülüşünden üzdüm,üzüncüm oldun kırdım, öptüm onardım her kim unuttuysa ben hatırladım Gün yirmi dört saat, hatıran bin yıl başucumda sönmeyen kandil yüzün ey acıların ardından gelen mutluluk eşsiz fısıldayışı dünyanın aklımı fikrimi sürükleyen su Selanik türküsünü senin için söylüyorum aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver alıp götürsün beni bu azap ölsün bu rebib mademki görüp göreceği sevinç bu |
Eski Bir
Akşamlar rakılar laflar... burdan çıkınca Gün ortası bana da uğrayalım bir bir sağıma soluma, olmadı, üstüme başıma gönlüm şurda, aklın bir sokak ötesindedir eski bir bulutların yeni bir sağnağından bir kat yukarda durmaya mayil nehir burdan çıkınca Sana da uğrayalım, yaz konağına güneşin dolunay çıkmazına, aşkın yezidi aksanına o sensin, terletirsin sözcükleri serinletirsin eski bir mevsimlerin yeni bir takviminde haziran pişman, tenhadır temmuz, ağustos kahin burdan çıkınca Ona da uğrayalım, rüya burdan kaç adım av dönüşü bir akşam, belki yatıya bunu bir daha düşünelim, bak ben fena sıkıştım eski bir süreklerle yeni bir koru arasında üzülüp namlumuz kaşını yıksın, utanalım burdan çıkınca Keklik dağa dönsün, kurşun yuvaya. |
Güneşli ******* Ağacında...
Seviyorum seni, ölümsüz bir meyvenin zamanlara eşit yüzyıllardan bu yana benim de pırıltılı diş izimi taşıyor güneşli ******* ağacında sallanan elma Seviyorum seni, de ki,tenin gözeneğinde kendinden geçmiş tuz eriyiği biçimsiz bir akış, dalgın, dağınık itiyor hırpani imgelerin yardım elini Seviyorum seni, ne menem şeydir şu senin aşkın en çok neye benzer diye sorulduğunda dilsiz kayalara verdim yanıt hakkımı kaynaşık çakılları gösterdim de onlara Seviyorum seni demek yetmiyor bazan yer değiştirmez de değişir insan sesi incelir, sezgileri gelişir güzelleşir sevdikçe seni bana benzedim Seviyorum seni, çok uzaklardaki annesinin öldüğünü sezen yavru köpeğin sabaha dek inlediğini dinlemiştim birinden işte demiştim bu benim yas tutan aşkım Daha yitirmeden acına erdim |
Güzeldir Gece
Güzeldir gece dağınık gündüzlerden toplanır renkler ılıman bir noktada mürekkebe dönüşür parıltılı söz buruşur kâğıt, oluşur kalem Söylerim, sana söylerim o zaman sevdiğimi örülürken uzayan saçlarını çocukların şaşırtan bir koşudur kendi de tanıyamaz uzaklaşınca yelesi benzerlerinden Diyelim ki yoldalar iki yanı da ağaçlıklı biz çağırmadan aklımıza gelenler biri yolun kucağındaki ay ışığı olsun örneğin gecemizin kulak misafiri birkaç yıldız diğeri Ve dallarda mırıldanan ışıltılar kimseyi mutsuz etmeyecek söyledikleri arada bir uğradığımız tenha sarayda geveze bir sevinç, gör bizden köşe bucak Öcünü akarak alır ayrılıkların aşkımız bizim, zifiri su, işçimen kederimiz doldurup karangu boşlukla kovasını özlenen uykuyu dökünce üstümüze Güneşi gösterir bize, güzeldir gece. |
Hep Seninle
Daha önce de görmüştüm seni; Gezici bir yağmur ağacının Dallarından damlayan ılık kuş cıvıltısı Terden bir şemsiyenin üstüne. Burdan geçiyordu yıkanmış oba Havayı karıştıran pır pır bir sevinç Kulelerden kulelere bayır aşağı Ereksiz koşu Dalgın dağınık bir gölgenin peşinden. Diyorum ki, Ne güzel olurdu, hep seninle Dağlar, taşlar, denizler Bütün aymaz ölümsüzlükler gibi yüz yüze Konuşuyor olsaydık Çok uzak geleceği. Ne mümkün, Şapşallığın sonu yok, isteklerin de. |
Kavuşmak Gibi Ayrılmak da...
biraz üzgün biraz kırgınım ama kavuşmak gibi ayrılmak da senin eserin sormasın mı yakınmaya da mı hakkı olmasın korkusunu saklayan kör cesaretin aşkım... aşkım... niçin beni bıraktın |
Kirli ve Yitik...
Bilmem nerden gelirdim, yolumu zaman kesti hayata lime lime ödediğim borç artıyor bir, beş, on; derken bir ömür ucuza kapatılmış yıllar yığını anımsanmayan bir dolu şey sonra Küf kesmiş günler defterimin borç hanesinde aldığım ne: kelepir bir yaşamak ve elden düşme başkasından artanını yaşıyorum günün kirli ve paslı tabaklarda nasibim Bu yolun sonu nereye çıkar asam kör derviş, yıldızım yitik güneş uyanırken uyur bahtım serçe parmağımdan geçiyor hayat çizgim bir çember dönüyor fincanımda Çember döner, ben dönerim zamanla uzatarak bir arpa boyu yolu suyun inadı yokuşa sözgelimi lekenin tutkusu doruktaki beyaza Nerde doğdum ben, bilen varsa söylesin tanığım yok yıllardır,babam öleli kimliğimi doğrulatmak mümkün olmadı ihanetler tığıyla kabuğum pul pul örüleli Böyle nerden gelirim, kime sormalı yaşamıyor artık kulağıma ezan okuyan dede sevgilim için kalbimden yonttuğum çiçek yaşamıyor kanımı görmek için yanıp tutuşan polis de Hayatı kutsayan rahiplerle oynadığım kumarda alnıma derin bir çizgi ekleyerek edindim ölmek, okyanuslarda dip yosunu olmak hakkını elim açık, beş benzemez, restim görülsün Size tuhaf gelmiyor mu şu insan su da yürüsün de toprağa gömülsün... |
Pusula
Ben savruk göçerliğini yüzümün Öyleyse bir şarkıya başlamalı Çiçekçilerden çalınmış bir şarkıya Haydi aklını zorla, başka ne söylenir ki Ansızın doğacak bu aşkın adına Hangi çiçek yakışır yakasına Hangi mevsim, hangi gök... Belki de pervazında eksiksiz bir begonya Bu güzün sonrasını beklemek yersiz Beyaz bir bulut olmalı göğün alnında. Durma dağıt kuşkunu, bana aldırma Gizlice boğazlarım bir kuytuda göçerliğimi Direnmek kolay beni götürecek yollara Sen aklını zorla, başka ne söylenir ki Önü alınamaz bu aşk adına Hangi denizde yıkasak onu Hangi kuşlarla duyursak uzak dağlara Hangi ülke ses verir ilticasına Kıyısına yalnızca insanların vurduğu bir deniz İnce bir serçe uçarsa yeter dağlara Aşklar ki gurbeti olmayan bir tek ülkesiz. |
Tehdit
Sevgilim yanıtlanmış bir soru, dimdik yürüyor ne tuhaf, galiba ikinci kez kullanıyorum bu sözcüğü şiirde hangi sözcüğü, sevgilim elbet, ilkinde daha yoktu sen yoktun kimse yoktu, sen varsın herkes daha yok dimdik karışmasaydın grafimdeki yatık çarpıntıya gururla söz açabilirdim bundan utanç sözlüğümde abartmazdım bu kadar Eteklerine yapışır - hızla sararan bir mevsimin kıyısından karşıya geçerdim karşıya, güleryüzlü paravanın ardındaki acıya karşıya, riya banliyösünden daha taşraya artık terziye çırak mı dururum ahçıya yamak mı bilmem sabi sayılırım, dalıma su yürümemiş daha bunu, habire ensemi okşasınlar isteğimden çıkarıyorum büyütecekmiş kısmetimi ay annemmm gecemin sözü var sabaha Annem safi güvercin annem kalbimin kızkardeşi, annem kusursuz elma ben sersem sepet, ben kıskanç köpek, ceplerimi doldurup ellerimle dışarıdayken hep dışarıdayken vitrin önlerinde hayal kumkuması, anneannemin avlusunda uykulu hani öksüz kalmaya henüz akıl erdiremediğim uzun *******de neonların farların spotların bile karartamadığı ışıklı gölgem içerdeki sevda filminin bitmesini beklerken hatırladığını varsaydıkları her şeyi bir bir unuturdu Şimdi kimden duyduğumu unuttuğum sözü de kimseden duymadım belki de ben uydurdum bunu bile bile yapıyorum, bilebile yapıybrum sıra bana gelince kuklaları konuşturuyorum yerime ya binamı yapan özgüven katmayı unuttu harcıma ya da şahane bir sorumsuzluk anıtıyım ben halbuki anlaşılması gayetle kolay bir cümle kurabilirdim dal uzamayı unutmuşsa kurumuştur mu demişti biri diyebilirdim söz gelimi su akmayı unutmuşsa mutlaka kurumuştur ama kanamayı unutmuşsa yara, ne iyi, söz işitilmeyi unutmuşsa, bu daha Ama unutmuşsan güneyli bir aksanla yalandığımı, bu kötü işte köpeksi bir dille öptüğümü unutmuşsan, bu daha kötü unutmuşsan özlemin yazısı acı, turası sevinç acı akranı sevinçten daha yaşlıdır unutmuşsan en kötüsü de bu güzel kıskanç gönlüme çekilirim o vakit güzel ikindileyin ve tıpkı tabiatın hür çocuğu katır dirençli Engidu metroya dudak büküp yaban eşeklerinin ardı sıra aşkım olan arkadaşımı hayata terk ederim. |
Türkü
Seni diyorum seni ateşlerin başında uykulu ellerini Tutmuşlar yıkamışlar rüya denizlerinde tutmuşlar yıkamışlar Üç uygar iki barbar bize dediklerini dur dinle yürü söyle Bak burdan gitmeyince kimsecik hatırlamaz duvardaki gölgeni Ağardı böyle az az gölgen ki günden mavi kucağında turnalar Gökyüzü falan değil deniz meniz hiç değil daha geniş daha dar Kapılardan içeri girdim suyun gönlüne aldım bengü haberi Yağmur yılıymış sende kışa uyruk eski yaz mevsim mevsime köle Aşki bahar bendeki soluyor da soluyor gecikmiş hevesini Şu edilen cümleyi bildin mi ören kalbim -Ölüm yok şimde'geri Bu söz hepsinden yeni bu söz hepsinden yeni bu söz hepsinden yeni |
Uzun Bir
Uzun bir yola benziyor aşkımız, kıyısında biri durgun biri çalkantılı iki deniz uzun bir yola benziyor aşkımız, esasında yol alsak da yolcu falan değiliz Öylece oturuyoruz ayın altında yol akıyor, ağaçlar esiyor, biz bakıyoruz öylece oturuyoruz, güneş şimdi tahtında bakıyorum eylüldü, bakıyorsun temmuz Her birini bir yerlerden tanıyoruz kuşkucu neşe, sabırlı kasvet ve acımız her birini bizden biri sanıyoruz ayrılmak ev sahibi, kavuşmak kiracımız Biri arada bir uğrar, diğeri ayrılmaz evimizden kimseyi suçladığım yok, onları biz çağırmıştık biri arada bir uğrar, biri ayrılmaz peşimizden bırakalım gitsinler ya da bıraksınlar gidelim artık. |
Yağmurdan Sonraki Güneş
(LİRİK TEZLER) I/ Çoğu Kez Kaybetmek Büyük konuşmamalı insan birgün yenilebilir ıssız bir patikanın dar bükümünde neler bekler insanı kimler karşılar belki güneş yağmuru belki çığ Mızıkmasın kimse; kağıtlar eşit dağıtılıyor zardır bu; herkese altı yüzü var tek yumurta ikizidir her olasılık çoğu kez kaybetmek iyidir kazanmaktan Ne diye taşımalı gurur denen urbayı masada bırakmalı yük sayılan ne varsa eşeğini sırtlamış Nasıralı’dan herkesin alacağı bir ders olmalı II/ Senden Bir Adım Sonra Ancak Diyorum ve seni izliyorum hiç erinmeden dokunduğun her çalıya bir tutam yapağı bırakarak soyunup serildiğin kumsala ulaşıyorum senden bir adım sonra ancak Kâşif dediğin sevdiğinin acemisidir daha önce yürümediği yoldur aşk daha önce görmediği düştür gövdesi höyük altında gömülü şehir Ki her kalbin mimarı kendisidir örneksiz çizer sevda projesini aksak bir kalemle ilerler sayfalarda yaşamaktır gönyesi iletkisi Aynı dili konuşabilseydi adaş dağlar Büyük Ağrı’da da işe yarardı Küçük Ağrı’ya çıkma deneyi Şirin sarptır Leyla engin. Aslı dik Bundandır Kerem’in Ferhad’a benzemediği III/ Bulanık Aşk, Yarım Tümce... Bu benim esrik yazım durmadan yalpalıyor derinliği bulandıran kıpkızıl mürekkebim çağırır gibi sessiz bir gülümseyişle bir şeyler mırıldanıyor anlamıyorum Sanki gelme diyor, sanki gel diyor varınca kapısından kovuyor beni umudunu kesme diyor falıma bakan teyze başka türlü düşünüyor kalbin telvesi Bulanık aşk, yarım tümce, böyle de iyi keskin ışıklara sırtını dönmüş ayna geri çeviriyor saygıyla sunulan giysileri yapyalnız, çırçıplak bir belirsizlik Bir şeyler görünüyor yine de çift taraflı aynada bir yüzünde ergimiş ruhun ötekine aktığı ne demektir bu, hayra yoramıyorum bir yüzünde ellerimi bıraktığını IV/ Kavuşmak Gibi Ayrılmak da... Kıyıya set çeken kayaların üstünde yırtıcı bir hayvanın kanlı ayak izleri vurmuş da biri; biri yarasına sarmış da gibi takılıp kalmış acılı bakışları geriye Ve hançer ürpertisi ipeğin yüreğinde bir zamanlar dağlandığımı anımsatıyor bana geriniyor kendini içimde unutmuş pençe hayli karışık rüya sona eriyor Gerçi bir an olsun aklımdan geçirmedim neye varır diye bu işin sonu yenildiğim için pişman değilim yerlerde sürüklediğim için gururumu Biraz üzgün biraz kırgınım ama kavuşmak gibi ayrılmak da senin eserin sormasın mı, yakınmaya da mı hakkı olmasın korkusunu saklayan kör cesaretin Aşkım... aşkım... niçin beni bıraktın. (...) |
Yazı
oğlum Denizali’ye... I İlk ne yazmışım, hatırlamak isterken gördüm ki çocuk olmak fena iş Tanrı’yla karıştırırlar sizi herkes bir şeyler umar elinizden Bir ev harfi yaz demişti babam yanına yöresine birkaç ağaç üç beş kuş harfi iki de kedi güneş yağmur ve akşam Annemin neyi eksik, yaz dedi o da söğüde kavağa ardıca selam göğünde yıldız harflerinin yürüdüğü deredeki mışıl mışıl uykuya Kafdağı harfini biliyor musun apak pelerini karlardan bulutlardan ablamın hasreti şehzade harfi istiyor ki at harfini koştursun Ağbimi tanısaydınız hiç şaşmazdınız ne işi var çalışmak harfinin bu yazıda yesin zıbarsın içsin zıbarsın aklında uzak bir hamak yalnı II Bir ev harfi yazdım babama alçacık vagon; çatılı, tekerlekli penceresi kapısı yerli yerinde bacası boşlukta duruyor ama Sağında cıscıbıldak beş ağaç çelimsiz kökleri rüzgar alıyor titrek kuş harfleri üşümüş mü ne eşikteki tekir aç bilaç Öbüründe bir esneme bir esneme bir uyku sayfanın en serin kuytusunda söğütlere konmuş sıra sıra balıklar annemin yıldızları dereyi içiyordu Ters çevirdim çatalı, Kafdağı yaptım tepesinde babamın unuttuğum güneşi at harfinin çilesi kanıma dokunmuştu şehzadeyi yağmurda basbayağı ıslattım Harf mitingi varmış sanayi çarşısında kımıl kımıl bir mahşer, eh biraz gürültülü tere batmış ağbim motor indiriyor hamak kitap okuyor karşısında III Hadi bana yazdıklarını oku da anlat bunu çiçek annem, ümmi annem söyledi tekerleğe tınmadı, bacaya taktı babam -Hiçbir şey boşlukta duramaz evlat! Ablama göre bu da bir görüş yine de çözemediği birkaç düğüm var neden at harfinin sırtı sivri bu kadar neden şehzade böyle eciş bücüş Tozumu alırken görmeliydiniz ağbimi dünyanın gidişine kafam basmıyor ne dese tersinden anlıyormuşum -Kitap okuyan hamak, olacak şey mi? Öğretmen cımbızlı kostak kalemiyle yoluverdi balıklarımın kanatlarını yıldızları tek tek ayıkladı dereden -Bilim saygı ister, hah şöyle! Bak dedi, işte bu senin düşündüğündür panoya iliştirdi düzeltili kara yazımı ismime bir huni geçirdi arkadaşlarım sınıfta kümem olmadı o gün bu gündür Ağardı saçım sakalım, kuşkum kalmadı kalemin tuttuğu yas, düşünceye düğündür |
İspinoz
Unut bildiğin tek türküyü suyu kıskanmayı bırak ateşi düşünmeyi o sana aldırmıyor Bak nasıl da duruluyor aşağılarda bozbulanık akışan tepeler damarları boyunca yaprakların yeniden tırmanıyor basamakları Bizler gibi mi gibi bin pişman evinin önünde yağmur paçalarını çırpıyor bir iki eşikte çiseliyor tozlu pabuçlar çağrılsın istiyor içeriye Peki, ya ağaç dedim şuramdaki şu ağaç bütün bunları nasıl unutsun Dedi: Unutsun! Hatırladıkça kafasını karıştırıyor toprak. |
Zamir
Tıknaz ömür. Bodur ay. Şubat gibi bir şey bu mutluluk öksüzü şöyle bir yalayıp geçer öylesine geçtiydi aklımdan adın, dönüp bakmadın. Baksaydın keşke işitseydin ki biri bizi kendisine benzetebilir isterse Benzedik benzeye birazcık kaldık, evet ben, sen, biz ona... tekil zamir sürüsü toplanmıştık dört harf bir fiskos civarına yayvanı yassısı ince bellisi kamburu; şirret çağ bağiçesindeki kadınsı balta gürültüsü kesilir. Kesilince büzülür çadırdan gece neye benzer o zaman baş başa kaldığımız birkaç soylu geveze vıdı vıdı bir ölü dille köşeli bir boşluğa eğilir anlatırız kim ölürken kimden daha güzeldi Bırak yarışmayı da kaldır başını seyret naylon tentelidir göğümüz bakılınca görülür: kıyamet taburu geçiyor samanyolundan sakalları var çocuklarının gün aşırı kırçıl güneşli uzun uzun saçları kirli yıldızlar Adamlar yay burcundan bir soluk ayrılmadı kadınlar kadın olmadı hiç gök yaylamızda cam gözü bakışları aydan da gerü bir şiveyle saplanırdı kâğıdın duygusuna yürek postamızda düşünce dergileri Dönüşte okumalı Mudanya'dan Silvan'a ağaçların ucun ucun kemirdiği kunduzu kemikleri ulu gönder, eti sancak sayılır kurutup yazdılardı kürkünü çıplak omuzlarına bir ağızdan yeşerip tek tek solduğumuzu orman ki şol tende kabuktan hatıradır |
Ölü
Uslu gecede kıpırtısız göl seni doğuran zaman mı yoksa beyaz ıslak çiçeklerle dindirdi dibindeki depremi yansıyan ben olmadım hiç sana bakarken yansıyan kimdi göklerin çılgın çobanı serin ıslıklı rüzgar bir kez olsun yağmadı şu sürdüğün bulutlar yangınımla ben ne çok bekledimdi ağaca tutunan yosundum o zamanlar güneşe yekindim de ardıma gölgem bile düşmedi yanardağ köpüğü, taşlaşan tansık sen değilsen kim bir söz mü görünmez kılıyor diriliğimi adım gibi... |
ÖLÜ BİR GÜRÜLTÜYÜM
Büyüdüm ey girdap, yanılmayan yasa büyüdüm Bedelsiz bir askerim ve senin surlarında Cankuşum kafesinde, yüreğim yurdunda değil Selinden kopan bir damlayım, yitmek yolunda Birgün kavuşacak toprağım da yok Sonsuz boşluğa dökülüyor kanımın şelalesi, Ölü bir gürültüyüm yalnızca Ya da bir ölünün çürüyen sesi Çürüyorum ey girdap, ürkülecek yanım yok. Pusatsızım ey yasa, hançer belimde değil Boğazımı paslı bir hırıltıyla yırtıyor gurbet Tanık yok. Oysa kentin ortasında cinayet Sinsice gizledim katilimi yüzümün gölgesiyle. Duyarlı çocuklar uykusu için Katlanmaksa bu işte. Düşürmedim gecenin tenhalığına beyaz bir leke. Katlanıyorum ey cani ey kahreden açlığım Umarımı eriterek geçen günlere İntiharı düşünsem; ne bir şakağım var, ne de bir mermi Sormuyorum bile birgün... Birgün biter mi? Sormuyorum bile. Su olsam döner miyim Koptuğum dağlarıma, en derin yatağıma Güz öncesi resmime, en eski çerçeveme Anlıyorum ey yasa, yargıçlar yanıtlamaz Kırık bir asa olur, körün tek karşılığı Attığı her adımı saydıran kaygı Dönmekten vazgeçmeyi bile yasaklar. Olmadı öyle bir şey, o geçmiş yoktur Bin kez daha tövbeler, beni bağışla O geçmiş yoktur... O geçmiş yoktur... Koru ölü sesimi ey çağdaş dua. Olmadı öyle bir şey, tek bir çiçek vermedim Filizi olduğum ilkyaz anaya Yollara düşmedim hiç, dağlarda ölmedim hiç Kanayarak söylemedim hiçbir şarkıyı Sevmedim hiçbir şeyi, bir şeyden iğrenmedim Bu kadarı yetmez mi yüzümü anlatmaya Olmadı öyle bir şey, öyle bir geçmiş Dayadım ağzımı kuruttuğun çeşmeye Çıldırırsa bilincim suyu beklerken Küflenmiş tırnaklarım çökerse gırtlağına Suçsuzum ey yasa Çünkü bütün ölüler dışındadır yasanın. |
ACIYA KURSUN ISLEMEZ
Sabrın çalkalanıp taştığı sulardadır Çığlıklarla parçalanmış uykularda Buruşturulup atılmış aşklarda Ve çalınmış mutluluklardadır Ses ile yürek Büyük rüzgarların o yanık şarkısı Hala yükselir içimizden dağılır Coşkunun doruklarında sürer yankısı İlk kurban adanırken bir nehire Korkunun ilk nişanında başlamıştır Gözyaşının ilk damlasından kalma yaslı baharlarla gelmiştir bugüne Kanla yazılan yasalarla Açlığın otağ kurduğu sabahlara Ve sonuçsuz kalan ahlarla gelmiştir Acıya kurşun işlemez artık ölüm bile bu acıyı cellat bilmiştir Yok bundan böyle ter yarası Zincir tusaklığı ve sabır Kırbaç yalvartması sessizliğin Can pazarı ve kahır yok Her şey yaşanan şu gün gibi gerçek Adımız halk olduğu günden beri Bir direnç olmuştur bizde sevinçler Şimdi acının her kuraklığında Onlar Yüreğimizin ovalarına çiselenirler Boşuna değil bu ölürcesine sevmek Ve ölürken bile yürümek Boşuna değil Hep yatağı olduk tarihin ırmağının Yenilgilerle durulmanın Zaferlerle köpürüp kabarmanın Ama hiç bir zaman Anası olamadık geçmişi doğurmanın Yıdızlar ve sular tanıktır aç ve kavruk bir memeden Direnmeyi yudum yudum emen Bir çocuk gibi öğrendik Ve direndik Ordular kurduk türkü renklerinden Bütün ağıtları bir hücumda yendik Acıya kurşun işlemez artık Biz yaşamayı zulümsüz sevdik |
ADI KAYIP
Deniz yok olursa diyor bir çocuk Balık kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Çöllerde boğulan nehirler Ey çocuk Nasıl varır okyanuslara Adı karanfil ki suçu rengidir Özgürlük dilinde bir imge Tutsaklık dilinde bir söylencedir Karanlıkta bir el koparır dalından Artık ölüme varmış bir işkencedir Orman yok olursa diyor bir çocuk Ağaç kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Dalından koparılan tomurcuk Ey çocuk Nasıl meyvelenir sana ve diğer çocuklara Adı narçiçeği ki suçu patlamak Birdenbire güneşe haykırmak Ve güneş diliyle kıpkızıl çoğalmak Karanlıkta bir el koparır dalından Adı kayıptır artık Daha meyveye bile durmadan Aç gözlerini o çığlıklaraı çocuk Kayıp analarının gözlerine bak O gözler ki karanfil kıvrımında nar çokluğu Sevda denizlerinde oğul ve kız yokluğudur Her biri bir depremdir yüreklerde Her biri açlık içinde zulüm tokluğudur Sen ki bir badem dalısın baharda Yüzünde solgun bir yeşil akşamı Dalıyor gözlerin bir çağın artıklarına Kazılardan yeni çıkmış gibisin Bakışlarında düş fosilleri Güneşli bir yeşili özler gibisin İnsanlar kaybedilirken ey çocuk İnsanlık adına Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından Hangi mavilikler karşılar seni Kıyılar zincir olmuş bileklerde Dalgalar yargısız infaz Al kalemi eline ey çocuk Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz |
AGLATAN MUTLULUK
Çıksam şimdi güzelliğin gökyüzüne Dolaşsam Görsem bütün tanrısal sevgileri Ölümsüzlüğün sofrasına bağdaş kursam Ve anlatsam Anlatsam o ağlatan mutluluğu Bilmem inanır mı bana mavilikler Suskun bir coşkunun doruklarında Pürköpük ve rüzgarlı Bir nehir kahkahasıydı gözyaşı Vivaldi böyle dinlenirmiş meğer Mutluluk bile sensiz çekilmezmiş Ben ki yaşamı toprak bilmiştim Nice tohumlar ekmiştim bunca yıl Geç anladım Aşkın tohumu sensiz ekilmezmiş Sessizlik açarken zulüm bahçeleri Gözlerinde bir anda dört mevsim Her mevsimin güzelliğinde sen Bunca ayrık ve diken içinden Güle çıkmak işte budur desem Bilmem inanır mı bana çiçekler İçimde sayısız denizlerin şahlandığı O günü tarihlesem şimdi Irmak ırmak çizsem zamanın yüzüne Adına sonsuzluk desem Ve her saniyesini o sonsuzluğun An be an şiirleştirmek istesem Bilmem inanır mı bana sözcükler ADNAN YÜCEL |
Atesin ve güneşin cocukları
Ozlenen ates yakilmisti sonunda Elden ele butun dunyaya tasinmisti Kivilcim dansiydi gozlerdeki sevinc Kavga daglarda bilinci kusanmis Zindanlarda dirence sarilmisti Ve haykiran dudaklar Her ihanet vakti col col yarilmisti ...oOo... Bir agittir belki Agri'da Zilan deresi Dersim'de Lac deresi bir kanli siir Oysa bir destandi Diyarbakir kalesi Ve Diyarbakir zindaninda Atesle sevisen 'dortlerin gecesi' Ne ki zindan - ne ki tutsak olmak Ne ki kavga - ne ki daglarda vurulmak Bir sehpada idam olmak ne ki Ihanet utanciyla yasamak var ya hani Onursuzlugun lagim cukurunda yok olmak Uniformali bir Dehak onunde durmak Ve beyninin iCindekileri bir bir kusmak Sonra bir et yiginina donusup kalmak Iste buydu Diyarbakir zindaninda yasamak Sesler ihanete donusurdu her gece Bir tas corba - bir dilim ekmek ugruna Ihanetler acilara donusurdu kallesce Acilar hep turkulere vururdu kendini Etten ve kemikten insan olur mu Beyinsiz insan ayakta durur mu Ayni kavgaya gonlunu verenler Dostunu ihanet ile vurur mu O zindan ki zincir sesidir sarkisi Her sozunde bir ciglik yukselir Her notasinda bin ofke Her dizesinde bin isyan beslenir Isyan siirlere Siirler yureklere seslenir O zindan ki her yemek vakti Tutsak agizlari kanla suslenir Onur kaleleri yikilirken birer birer Yureklerde dal budak salar ihanetler Ve dusman kasetinde u"c onder Beyinlerini kusarak dusmana sergiler Ayni anda siradan bir nefer Hic aldirmadan onderlerinin sesine Tutsaklik icinde ozgurlugu soyler Sus dostum sus - sozun yarida kalsin Ozgurluk dilinde kilitli kalsin Baslar egilse de acilsin gozler Konusan onderler geride kalsin Ne zaman umutsuzluk cokse direncin kiyisina Bir aci saplanir yuregin tam ortasina Koguslar susar Parmakliklar durur Ranzalarda kullenen umutlar aglar Geriye dogru atilan her adim YakIlan ates ustune yagmur diye yagar Anlatilmaz bir destandir yasanan Ne soze gelir ne saza Kirbaclar sopalara ve zincirlere karisir Oluler ayaklara dolanir *******i Kanli battaniyelere sarilir Her direniste tabutlarla cikilir disari Gozyaslari zilgit seslerine katilir Elleri hep koynunda kalir kizlarin Analarin gozleri dikenli tellere takilir Bir acili sessizlik sarar yurekleri Dicle'nin sulari susuzluga cakilir Kale burclarindaki akbabalara Ve uniformalar giyinmis yeni Dehak'lara Yalnizca zindanin mazgallarindan bakilir Bir adam cogalir bir basina hucresinde Yuregi Kawa'dadir gozleri Babek'te Atesler yanarken dag doruklarinda Ihanet zindan karanliginda kol gezmekte Kawa'lara Babek'lere bir yandas gerek Bu zindan karanligina bir ates gerek Cevrilen ihanet carkini kirmak icin Olumu gogusleyecek bir yoldas gerek Bir anda yirtilir zindan karanliklari Sessiz bir gurultuyle sarsilir duvarlar Patlar bir beyinde Newroz isiklari Ey atesin ve gunesin cocuklari Hani bilincin sesi yureklerimizde Gozlerimizde inancin sancaklari nerede Bu gidise dur demek gerekir bilirim Hucrede her saniyeyi bir yil eylerim Bir ates yaktik sonmesin diye hicbir yerde O ates sonerse yasamayi neylerim Bu yuzden u"c kibrit ile Newroz gunu Yuregimi sizlere armagan eylerim U"c kibriti bayrak diye devralan Ki daglari delip dostlarina yol kilan Haykirdi olum haberini onde gidenin Ozgurlugu zindan karanliginda gunesleyenin Ey bu kavgaya gonul verenler Ser yerine sir verenler Serden gecip de sir vermeyenler Bu zindan karanligi yirtilsin diye Bu ihanet duvarlari yikilsin diye Newroz gecesi bir onder Atesi bedeniyle zindanlara tasimistir Olurken bile hucresinde Bizlere kIstan bahari mustulamistir Atesi saraylara - komurlerde degil Bir isik ugruna yureginde yakmistir Silinmiyordu gozlerden suzulen yaslar AksIn diyordu herkes - aksin Aglamayi unutmus gozler aglasin Gozyaslari alev alev harlansin Dudaklarda tutusup dillerde sahlansin Olen artik yureklerde bir bayraktir ihanet yolunda durulan?bir duraktir Karanlikta bir cingi ates Korlere yol gosteren bir isiktir Atilan zilgitlar bir baskadir o gun Bir bayram gunu olumu sevmek Olumsuzluge duyulan bir askadir o gun Dolasti u"c kibrit elden ele sessizce Hucreden hucreye Kogustan kogusa gizlice Konusuldu ugrun ugrun Tartisildi ******* boyu ince ince Zindandan daglara vurdu savkini Daglardan en kalabalik kentlere Dallarda ciceklere verdi rengini Nehirlerde en coskulu kopuklere Dolasti yurdunu boydan boya Sazda kirIlmayan tel Dilde susmayan soz oldu turkulere Zindanda yurekler yine baskida Eller bagli - govdeler askida U"c kibritin atesi sonsun istenir Inanclar ihanete donsun istenir Dusunceler zincire Sevgiler prangaya vurulsun istenir Yureklerde caglayan ozgurluk suyu Bulana bulana durulsun istenir Uniformali bir Dehak'in sahsinda Zalimin zulmu kurulsun istenir Baskilar yetmezse itirafta bulunmalara Yapilan itiraflar dinletilir tutsaklara Iste biri - biri daha - biri daha Susardi butun koguslar Donerdi bir anda sessiz mezarlara Ve ciglik cigliga o sessizlik Binlerce ofkeyi Binlerce isyani doldururdu bakislara U"c kibriti dortlemek derdi bir ses Dort kibriti beslemek Ve olumu isyan atesleriyle duslemek Bir kogus vardi koguslar icinde U"c kibriti dortleyenler yatardi icinde Dort yildiz gibiydiler yildizlar icinde Teslimiyete gonul verilirken onlerinde Atesi cogaltarak yakmak gerek dediler Olume yasamak diye bakmak gerek dediler Sonuyorsa yakilan atesler birer birer Atesi bedenlerde cogaltmak gerek dediler Oturdular her gece diz dize Once olumu sevmeyi ogrendiler Ve olumde olumsuzlugun rengini gorduler Karardan Once yurtlarinda kalanlarini Ciceklerinde acanlarini sordular Dus degildi yasayip gordukleri Sozlerini gelecek adina bir dus diye Dordu bir agizdan hayra yordular Binlerce tutsak icinde Ve en kanli kudurmuslugunda vahsetin Olum cehenneminde bir cennet kurdular Havasizlik icinde veremler yaratilirken gardiyan hakimler ve savci cavuslarla Her gece mahkemeler kurulurken Insanlar soyundurulup makatlar aranirken Hangi kus konardi zindan penceresine Ve makatlara sigara takilip yakilirken Insanlar dort ayak ile yurutulurken Hangi bayrak cekilirdi onur kalesine U"c kibriti yureklerinde dortleyenler Acligin ve yoksullugun kotulugunu gorduler Ama hicbir seyin Boyun egmekten daha kotu olmadigini Ve boyun egenlerin Yarinlara kalmadigini bildiler Her kotulugun daha kotusunu tartisip Gozlerinde butun korkulari sildiler Binlerce baskidan ve kufurden sonra Newroz atesi yakip siirler soylediler O gunun adini milat koyup U"c kibrit oncesi Ve u"c kibrit sonrasi dediler Otsun diye kendi yuvasinda kus Acsin diye kendi dalinda cicek gorduler ki yepyeni kibritler gerek Ates olup yanmaktaysa butun gercek Yanarken turku soyleyen can?ar gerek Atesi kaniyla tutusturanlar gerek Patladi zindanlarda yepyeni bir isyan seni Olumdur sinayan insan yigitligini Olumu bedenimizde bogmak gerek Olumsuzluge varip olumlerde Daglarda kir ciceklerince cogalmak gerek Olumu gamzelerde ciceklemek ve gulmek Gulmek ki yasama bilenmek demek Ille de insan sicagi kokarken koguslar Gulmek ki Kurumus derelerde sellenmek demek Col kurakliginda gullenmek demek Var git dostum var git Kendin al bu gece nobeti Bu gece olmek Sonsuz bir olumsuzluge yurumek demek Aylardan mayis ki dallarda cicektir Toprakta bereket ve dogada renktir Inancta guzellik ve zamanda gelecektir Dort yoldas o gun baharin koynuna girdiler Olumun alcaldigini gozleriyle gorduler Gomleklerini - kalemlerini ve saatlerini Anilsinlar diye sevdiklerine verdiler Ve dort agizdan u"c kibritin isikli sesini gok gurultusunu cildirtarak gurlediler Bu ihanet girdabinda bogulmadan Sahsimizda davamiz son bulmadan Ve geriye donusler virus gibi cogalmadan Canimizla bu ihanet carkina dur demeliyiz Onur bayraklarini gogsumuze dikmeliyiz Kawa'nin orsune koyup davamizi Yureklerimizi korUklenen ateslere surmeliyiz Bu zindanda yolumuz aydinliktir artik U"c kibriti dortle carpip bu gece Butun sehitlere konuk gitmeliyiz Saat dortte dort canin etrafi dort duvar Duvarlarin otesi mayis gulleri ve bahar Analar ve bacilar aglayacakmis ne cikar Bu gece 'dortlerin gecesi' Dort goguste yar diye yalnizca ates yanar Biri nobet tutar - biri bildiri yazar Digerleri dort kisilik bir ates kurar Zindan sessiz - zindan canli bir mezar gokyuzunde bir anda dort yildiz kayar Butun dostlar uykuda Dortlerin gozlerinde yalniz ates var Dimdik baslarla Emin ve kararli bakislarla Ihaneti durdurmak icin atese yuruyorlar Dordu de yasamaya sevdali Ozgurluge nisanliydilar Tutsaklik kesmisti mutluluk yollarini Bu zindanda olume nikahliydilar Bu olum ki ozgurlugun ilk adimi Tutsakligin ve ihanetin kirilma ani Takvimde on yedi mayis kalkar On sekiz mayis dortlere bakar Disarda gune hazirlanirken tomurcuklar Dort candan baska uykudadir butun tutsaklar Dag - tas ve zindan uykudadir Yalnizca dort ozgurluk yolcusu O gece olume hesap sormaktadir Yillar boyu iskenceler icinde Ihanetler ve direnmeler icinde Beklediler - beklediler de gelmedi olum Tuttular yakasindan koydular onlerine Konus be olum - konus dediler Biz buyuruz sen boyle kuculdukce Seninle kavgamiz insanlik tarihiyledir Prometheus'tan Spartakus'e Bruna'dan Che guewera'ya Vr Kawa'dan bizlere dek ates iledir Gel de bagdas kur soframiza ey olum Senin alcaldigini gormek Ozgurluk adina sunulan canlar iledir Zindan sessiz - zindan canli bir mezar Dort can el ele bir demire sarildilar Tinerler - neftler ve boyalar Zindanda dort can Kazan altinda betona cakilmis birer civiydiler Demirin belin? sarilmis dort percindiler Ve bir potada erimeye hazir cevherdiler Haykirdi u"c kibrit yolunda onde giden Atesi zindanlardan kentlere goturen Tamam miyiz U"c yerine dort kibrit cikarip cebinden Yakti yuregindeki korlanan atesten Tutusan ates Patlayan tinerlerin ve neftlerin sesi Dokunmasin hic kimse Bu gece dortlerin ozgurluk gecesi Dort bin yilda yazilmis bir destanin Gunes diliyle soylenmis ilk hecesi Boyle tutusur - boyle yanar ancak Uzay caginda bir zindan gecesi ...oOo... Bir havar yukseldi zindandan kirlara Dort atesten dort kivilcim dustu daglara Daglar tutusup indi baglara Dort ayri ses yukseldi her atesten Sondurmeyin atesi Ufleyin korlara - ufleyin korlara (...) Yak artik canlarla yakilan atesleri Yak ki acilsin dunyanin korelmis gozleri Yak ki yirtilsin ******* isiginla Yak ki tarihi yeniden baslatsin Kawa'nin -u"c kibritin ve dortlerin sozleri Yak ki yayilsin dunyaya Atesin ve gunesin olumsuz sesi |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:01 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.