![]() |
Behçet Aysan
BU AŞK, BU ŞEHİR, BU KEDER
1. hoşça kal ayak izim serseri sokaklarda hoşça kal kendine bir başka gökyüzü büyüten kardeşim gece feneri hoşçakal kal çaldığım Islık söylediğim türkü doludizgin karlarda. hoşça kal annemin yüzü hep beyaz yaşmaklı sırı dökülmüş bir yalnız aynada. hoşça kal dolunayın altında ıhlamur ağaçlarına kazıdığım şey hoşça kal uzaklarda yanan anızların parıltısı hoşça kal. 2. bir gün gelecek bu gün de bir anı olacak nasılsa oturduğumuz bu masa bu kum saati, bu rüzgar, bu eski komodin bu kırık sandalye bu kelepir yürek bu aşk nasılsa. 3. hoşça kal ayak izim serseri sokaklarda hoşça kal yarım kalmış duvar yazıları hoşça kal bir gün gelecek akacak yeraltı suları hoşça kal yakut, bezirgan, gön hoşça kal eski zaman aktarları gidiyorum bu şehri bu yağmuru bu düşleri bu aşkı bu kavgayı bu kederi size bırakarak. |
BİR BAHAR DALIYLA
Çocuğum da büyüyor benim gibi Bir bahar dalıyla öpüşerek ilk Ayrılığın burcunda Ve acının kundağında o. (yelesi gümüşten sevdası sütbeyaz terkisinde ölüm) çocuğum da büyüyor benim gibi koca bir oyuncakçı dükkanı sanarak dünyayı ve masaldaki kafdağında o. (yelesi gümüşten sevdası sütbeyaz terkisinde ölüm) çocuğum da büyüyor benim gibi nişangahlarla nişanlanıp tadarak barutu ve dalyanların ağında o. (yelesi gümüşten sevdası sütbeyaz terkisinde ölüm |
GÜVERCİNLERİ SEVİNDİRİN
her sabah uyandığımda, gördüğüm düşü hayra yorarım açmasına açarım da göğsümün altın kafesini korkarım ya bu gece güvercinler yüreğimden başka bir ülkeye göç etmişlerse. çünkü, ben ilyas hasköy'lü - kör ilyas, şu koca istanbul şehrinde yenicami önünde sanki dünyanın bütün açlarını doyuruyormuş gibi gururlanan bir sevinçle darı satarım savrulması için güvercinlere. |
KARASEVDA
ak bir yaban güvercini gibiydin aşk vişnelere bulaştın kirlendi beyazın. takılamayan telli duvak verilemeyen mendil düşlerde kaldın. al üstüne mor giymiş körkuyularda körkuyularda sevdadan delirmiş. ah yüzüne bütün kapılar kapanmış senin ıtır ve yasemin kokulu günah. çıkılamayan yıldız gidilemeyen iklim kimbilir hangi limanda hangi gemiye yüklenmiş. al üstüne mor giymiş körkuyularda körkuyularda sevdadan delirmiş. düşlerde kaldın. |
KOZALAK YAKTIM
kozalak yaktım ben de sessizlikte- ömrümün kozalaklarını küllere sıvanmış baştan başa dolaşıp ağrıyan ormanı. yağmur dindi sevgilim bak dinle her şey dindi, acıysa dinmemiş halde. |
AÇ KUŞLAR
1. kana boyandı kirmenimde yün kuşmarlara, tuzaklara düştüm menevişlendi durgun sularım sedef bir bıçak aldım dostlar güneşi yiyorlar aç kuşlar. aç kuşlar, yorgun işçi yeni çıkan vardiyadan elliyorlar yıldızların kınasını. aç kuşlar, topraktan güneşi bakır bir kap gibi kalaylıyorlar. 2. bense, toy bir çırak kırık keman paslanmış tabanca küflü bir an kurutukmuş papatyalarla kitabın ortasında 3. hayat, aşıp geçiyor bütün kitapları yeni acılar gerek yeni aşklar yaşamaklar ve anlatımlar beklemiyor bizi hiçbir şey hiçbir yerde solgun hercaimenekşe ve bun, buğulanıp çarpıyor benimle birlikte buzlu bir camın arkasında çarpıyor buğulanıp. sesim dişlilerin şarkısına karışıyor. |
ANIŞ
yıkık manastırın orda kalbim ki, o da yıkıktı. bir keşiş bıçağıyla dağlanmış çiçekbozuğu, çopur - bir hayat acıtıyordu beni sevgilim. her şeyin hüzne vurduğu yerde bütün saatlerin, kuzguni bir denizi çoğaltarak hayat acıtıyordu beni. |
ATEŞ DERESİ
-ceyhun a. kansu' nun anısına - ateş deresi iki tepenin arası uzak kıyılarında şehrin, varoşlarında kirli sarı dumanlar yükseliyor bacalarından. paslı çinkolarla kaplı çatılarında geçen yazdan kalmış uçurtma kuyrukları. yağmurlu bir öğle üzeri geçtim çamurlu yollarından bin dokuz yüz seksen birin şubatı. on bin işsiz yaşıyor burda yozgatlı, erzurumlu, sivaslı on bin dul, on bin yoksul ve aç. ya çocuklar, dünyanın en güzel çocukları yırtık lastikler ayaklarında okula gidiyorlar, çantalarında göçlerin tarihi ve yoksulluğun coğrafyası taşıdıkları. tarihi değiştirecek olan çocuklar dünyanın en güzel çocukları. |
AYIŞIĞI CİNAYETİ
sokak fenerine asmış kendini ay ışığının biri şehrin ortasında ölmemiş hala dipdiri. bir tek yıldız yokken gökyüzünün hurcunda turuncu bir ay yalnızca çıplak soyunmuş bütün örtülerini. niye yaptın ay ay ışığı sızmıştı bir saat önce gözlerimle gördüm yanında şarap testisi ve bütün şarkıları bir türlü söyleyemediği. asmış kendini. |
AYNA..!
kırılınca bir büyük ayna şarkılar da yarım kaldı büyü bozuldu, durdu saatler suda suretimiz asılı kaldı. yoktu, şehirler gezdim ülkeler düşlerim sahipsiz kaldı ve şimdi kim bilir nerdeler gül güle değdi solmuş kaldı. anıları öğütür değirmenler bir aşk söyleyin ki bana daha başlarken öl demeler. kırılınca bir büyük ayna aşk bitti şarkılar yarım. |
AŞK İÇİN PRELÜD -1-
İstasyon önünde bir top ağaç ağacın gölgesinde ben ve uzanıp giden sapsarı bir tül bozkır ve bir türkü "daha senden gayrı aşık mı yoktur nedir bu telaşın vay deli gönül" ve bir tren ne bir düdük çalar ne el eder kar yüklü yağmur yüklü kalbim gibi keder yüklü bir tren durmaksızın geçer o böyle bir akşam böyle bir trene bineceğini düşler ben böyle bir akşam böyle bir trenden ineceğimi avunuruz. |
AŞK İÇİN PRELÜD -3-
sen yanıma gelince yıldızlar koşuşur karanlığa güvercinler ayaklanır rüzgar rüzgarla konuşur büyülü bir gülüş olur zaman savrulur yanık ekinlerin tınazına. |
AŞK İÇİN PRELÜD -4-
sen yanıma gelince bahar dallarını kuşanır zümrütten bir zümrüdüanka kanat vurur içime solar kanla işlenmiş narçiçeği kanaviçe sen yanıma gelince ve nakkaşlar yüreğimin nakkaşları yorulup uzun bir uykuya dalar sen yanıma gelince. |
AŞK İÇİN PRELÜD -6-
ayrılıklar bildim acılar yaşadım okudum tahir ile zühreyi kerem ile aslıyı ve ferhat ile şirini ağlamadım da senin öykünü duyunca dayanamadım kendini zeytin ağacına asan on iki yaşındaki kuma. |
AŞK İÇİN PRELÜD -7-
süngüler aşkı yasaklayamaz uzansam tutabilirim ellerini süngüler düşleri yasaklayamaz bir dahaki duruşmada giy gelinliğini düşlerde olsun ilk gecemiz. |
AŞK İÇİN PRELÜD-2-
sevdalar vardır derin kuyularda eski sarnıçlarda yaşar gün görmüş acılar bilmiştir direnir kim bilir kaç işgal geçirmiştir yurdum gibi. |
AŞK İÇİN PRELÜD-5-
sen yanıma gelince gelin gibi bir gelincik süslenir sulardan aynalarda yel değirmenleri öğütür ne varsa kederi ve belki bir milyon istiridye avcısı inciler çıkarır sütbeyaz bir sevdanın diplerinde. |
AŞKIMIZIN O KARARAN
1. koştum sana geldim ey acı ey terkedilmiş ilençli dinginlik ey yenilmiş bir aşkın şarkısı işte geldim. bir daha dönülmeyen o noktada yıkık barakalarla kaplı bir çıkmaz sokakta erirken akşamın köpüğü sadece yalnızlıktı her şey tenha. 2. bakın orda tozlu yapraklarında eski anıların bakın orda bir eylül vurunca hayatımızın bordasına ne çıkar eylülse eylül bakın orda bir adam saklanıyor bir otel odasında esmer gözlüklü bir adam saklanıyor üç yıldır adı behçet aysan. 3. ve hüzünlü günler sürer giderdi ben de biner giderdim bir düş atına yakalayamazdı küflü ıslak taş avlular biner giderdim al bir düş atına. 4. ey gümüş yürek burgacı ey yenilmiş bir aşkın şarkısı ey keder ey acı işte gidiyorum düşerken ardına söğütlerin kan portakalı gibi bir güneş düşerken ardına bütün mutlulukların ve aşkımızın bizim o kararan. |
BARBA HRISTOS'UN ANLATTIKLARI
hep yol boyunca düşündüm bunları sadece kuşlardı aralanınca ölümün kapısı şarkı söyleyen çıplak ve yalnız. sesleri çarkların ve dişlilerin seslerine benzeyen kuşlardı. babam derdi ki, "bütün tiranlar ölümlüdür" "acılı günlerde daha çok konuşacaksın ama zorda kalınca da susmasını bileceksin" eskiden merdiven altlarına gizlenen gölgem o saklı bulutların izlerine yapışmış gök köpürdüğü zaman çılgın düşlere dalan çocuktu. gümüş kararmıyordu ıslak değildi yağmur iğdelerin ve keçi boynuzunun üzerinde henüz gezinmemişti kanlı ellerimiz. ay yıkılınca ay yıkılınca koca bir çınar gibi üstümüze sislerin arasında kırmızı bir ay. kimi sözleri söylemeye sevda yetmemişti aşkın bile umarsız halleri olurdu peki şimdi kim bildirecekti ateşin vaktini |
BEYAZ BAŞÖRTÜLÜ KADINLAR
sıcak bir ağustos gecesi, cordoba uykuya hazırlanmakta, tıp öğrencisi jose antonio yeni ayrıldı arkadaşından şehrin ortasından kenar mahallelere giden son otobüse koşarak bindi. mavi bir yıldız bir işaret fişeği gibi indi gökyüzünden çok aşağılara. ve jose antonio düşündü ansızın sevgilisini. otobüs sarsılarak duraklardan kalktıkça, uykusu bölünen yorgun işçiler birer birer gittiler ağır homurtularla otobüs ağaçlı tepeyi aştı bir tek yolcu jose antonio kalmıştı. saat 23.45, bir çam dalı ıslık çalmakta karşı balkondaki komşu kadın telaşla içeri girdi ve ışıklar silindi. hiçbir şey anlamadı jose antonio güz yaklaşıyordu, hüzün ve sınavlar bahçe kapısını yavaşça araladı, sabah suladığı sardunyaya baktı. yüreğinde o güne kadar yaşayamadığı bir telaş, hemencecik gidip yatağa uzanmak günün son sigarasını yaktı. anası babası ve öğrenci kardeşi uyumuşlardı, pencereler karanlıktı anahtarı cebinden çıkardı ne çok ışık hepsi yandı ağaçların arasında otomobil farları jose antonio şaşırdı silahlar üzerine doğrulmuşlardı. saat 02.25, kenar mahalledeki evin içi bütün kitapları yerlerde şiirler, ders notları, mektuplar ve fotoğraflar, söyle bu resimdeki kız kim ya bu sakallı arkadaşın bildiriler nerde söyle söyle söyle söyle sandıklar boşaltılmış, anasının çeyizleri dolaplar, mutfak rafları, tabaklar yataklar yırtılmış, delik deşik. o gün ilk defa jose antonio ilk de and dağlarını ne zaman görmüştü küçük bir çocukken babasıyla oğlum demişti özgürlüğü halkın işte bu dağlar kadar peki şimdi niye ağlıyorsun baba. bir gün sonra sabah, toplama kampı la perla çok erken saatlerde beni hücreden aldılar, gözlerime siyah bezden bir bant taktılar, bir aracın arka koltuğuna boylu boyunca yatırdılar, -fısıltılar. hareket ettik, korna sesleri duyuluyordu cordoba' nın kalabalık caddelerinden birisine çıktığımızı anladım. o dakika gittikten sonra durduk -küfürler. yere basmam söylendi, bastım, eğil dediler eğildim, yürü dediler yürüdüm. ayakkabılarımın bağı hücrede alınmıştı kalemim, saatim, gözlüğüm. ayak sesleri çoğaldı ve silah şakırtıları. kan ter ve sidik. görmek duymak dokunmak koklamak tatmak sedef karanfil şarkı kadife ve tarçın unutulmuştu. gözetleme deliği olan demir kapılı bir odada. gözetleme deliği olan demir kapılı bir odada. üzerime kanlı bir pijama giydirdiler ayaklarım zincirle birbirine bağlandı ve ellerim kenarları yüksek tahtadan yatağa yatırdılar. duvar. gözetleme deliği olan demir kapılı bir odada. on iki gün sonra jose antonio da desparecidosdu. yedi yıl geçtikten sonra, plaza de mayo yürüyorlar alana doğru binlerce beyaz başörtülü kadın ve binlerce yitik fotoğrafı genç yaşlı kız erkek binlerce desparecidos. analar ve anılar eşler kardeşler çocuklar geri istiyoruz onları geri istiyoruz onları. şu bıyıklı manuel, öğretmendi arkada hudeibro, maden işçisi jose parrada, santiago nattino ve işte jose antonio'nun annesi elinde oğlunun kocaman bir resmi. geri istiyoruz onları. -jose antonio benim. ----------------- şiirle ilgili notlar: beyaz başörtüsü : Arjantin'de binlerce kayıp annesinin protesto gösterilerinde kullandıkları, dönemi yargılayan simge. la perla: Cordoba kentindeki toplama kampı ve işkence merkezi. Aynı zamanda inci anlamına geliyor desparecidos: Arjantin' de kayıplara verilen ad. plaza de mayo: Mayıs alanı. Her yıl darebe yıldönümünde kayıp annelerinin protesto gösterileri için toplandıkları yer. |
BEYAZ BİR GEMİDİR
sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde olurum kötü geçen bir güzü ve umutsuz bir aşkı anlatan rüzgarla savrulan kağıt parçalarına yazılmış dağıtılmamış bildiriler gibi uzun bir yolculuğa hazırlanan yalnız bir yolculuğa. çünkü beyaz bir gemidir ölüm siyah denizlerin hep çağırdığı batık bir gemi sönmüş yıldızlar gibidir yitik adreslere benzer ölüm yanık otlar gibi. Sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde ölürüm. |
BEYAZ *******
Bütün hayatları bilmek isterdim ilginç geliyor bana bir gemicinin anlattıkları eskiyen aşkaları bırakıp yeni yükler aldıkları beyaz bir gecede. bilmek isterdim çamlıhemşin' li fırıncı ustanın niçin batum'dan göç ettiğini kömür yüklü mavnayla beyaz bir gecede. beyaz bir gecede beyaz bir gecede savrulmuş buralara saraybosna'dan elinde hiç işlemediği nakışı kış zorlu makedonya komitacı dolu buğulanmış camları vagonların bakışı mavi gözleri dalgın o kadın doğurmuş sanra annemi bilmek isterdim bozüyük bilecik arasında bin dokuz yüz kırk yedinin martında tipi ve aç kurtlar saldırınca tepesinde bir telgraf direğinin donan gencecik hat bakıcısının hayatını. beyaz bir gecede. ne söylenecek bir türkü ne yazılacak bir roman olan bütün hayatları yaşanmış bütün hayatları bilmek isterdim. beyaz bir gecede. |
BİR EFLATUN AŞK
I. Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum Yorulmuyor yaşamaktan. Midyat’lı bir gümüş ustasıdır, süryani Ve yüzündeki çıban gibi Yüreğinde yaralar Taşımaktan. Yorulmuyor yorulmuyor Ağır işçi Kedere ve aşka çalışmaktan Kiminde peçeli bir gülüş çağırıyor Kiminde kovuluyor kapılardan. 2. bak sabah yaklaşıyor birazdan ufuk moraracak sevgilim çıplak sokaklarında ayak seslerim dolaşsın yasak ırmaklarında yıkanayım avuçlarına karlı öpüşler bırakayım rüzgar unutulmuş bir dağ çeşmesine götürsün bizi. Zamanın saatleri unuttuğu Şavkıyan bir dağ çeşmesine. 3. ey eflatun aşk bana eflatun yağmurlar yağdırabilir misin getirebilir misin geçen günleri geri tutup yıldızları yanıma oturtabilir misin sana neyi anlatayım her sarnıç küflü bir yağmuru her sevda bir ayrılığı yaşar. |
BİR EFLATUN MENEKŞE
sevdalı bir menekşe tanırdım eflatun özgürlükte açan. başkasının sevinci onun da sevinciydi inci kolyelerle süslü boynuna hiç ölüm yakışmazdı ki. geceleyin, kuş uçar uyanır menekşe sanki kapısı çalan onunki. sevdalı menekşem hercai eflatunum üzgünüm seni ben soldurdum seni ben öldürdüm bir saksı yaparak yaşadıklarımızdan. |
BİR EFLATUN ÖLÜM
kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim sessiz akan bir ırmağım geceden git dersen giderim kal dersen kalırım git dersen kuşlar da dönmez, güz kuşları yanıma kiraz hevenkleri alırım ve seninle yaşadığım o iyi günleri, kötü günleri bırakırım. aynı gökyüzü aynı keder değişen bir şey yok ki gidip yağmurlara durayım. söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım belki sararmış eski resimlerde kalırım belki esmer bir çocuğun dilinde. bütün derinlikler sığ sözcüklerin hepsi iğreti değişen bir şey yok hiç ölüm hariç. aynı gökyüzü aynı keder. |
ÇİÇEKÇİ KIZ
yalova termal yolunda çiçek satan çiçekçi kız saçlarına papatyalar takmış şarkılar söylüyor bir yandan. kederli şarkılar haydi çiçeklerim var. bunlar küpe çiçeği boynu bükük ülkem gibi. bunlar mor beyaz kartopu çiçekleri karayazılı erguvan üzerlerine bulaşmış abilerimim kanı. bunlar zebra çiçeği bayım, hiç görmediniz mi taşır aynı gökyüzünde hem umutlu ayçayı hem karanlık bir güneşi ama sizin gökyüzünüz var mı ki. çiçeklerim var çiçeklerim ya küsmüş sardunyalardan almaz mısınız pembe açar pembe düşler için düşleriniz var mı ki. yalova termal yolunda çiçek satan çiçekçi kız saçlarına papatyalar takmış şarkılar söylüyor, tehlikeli. |
DENİZ FENERİ
sabaha böyle bir ağaç hışırtısı saatin 03'ü vurduğu zamanlar iki yüreği birden ayağa kaldırırdı. ayaklanan yüreklerden biri olimpos'a gizlenirdi biri anadolu bozkırında. tam o vakit, suların koşarak rüzgara aktığı gökyüzünün uçsuz bucaksız denizi durulurdu. bir durulan deniz bendim biri karşı kıyılarda ve sabah onun için bir yol bulunurdu akmaya kibele koşar gelirdi. ve yine öylesi bir anda bir salyangoz tırmanırdı aynı inciri bir küflü kilidin tık sesi duyulur saksılarda aynı sardunyaların gerinmesi bir yaşlı kadın kalkar suskun adımlarla yürür terliklerini giyer istavroz çıkarır veya yasin okurdu kilometrelerce uzakta ve aynı anda. keder bir buğu gibi yükselirdi bir şiir başladığı dizeleri yazar ocaktaki ateş çıtırtılarla yanardı. uçmaya hazırlanan külrengi bir kuş beş uzun yıl sonra sürgünden dönen bir adamın odasına girebilirdi. hasret girebilirdi direnme girebilirdi yitirilmiş bir aşk girebilirdi. adam odadan çıkar giderdi. çünkü ayios pavlos cezaevinin ve kartal maltepe' nin avlusunda düşünceli dolaşan birinin gölgesiydi. gölgesiydi gölgelenmiş güneşin umudun öldürülüşünün postalların bütün güzellikleri çiğnemesinin zakkumun ve bethoven' in şiirin ve aşkın yasak edilişinin gölgesiydi. oydu ter ince bir ırmak gibi akarken spil dağı eteklerinde ve tırhala'da tütüne koşan yüzü aynı esmer reçber. başka bir yerde başka bir esmer yüz mazgalların arasından gökyüzüne bakıyordu ürkek sarı kaçak yıldızlara başının üstünde mazgallarda nöbetçilerin ayak sesleri. üç gün önce getirmişlerdi üç gün üç gece sadece zeytin ekmek ve sigara. demir kapıda küçük bir delik havalandırma yukarda ürkek sarı kaçak yıldızlar. tutuklunun adı takis petrulastı. belki de onun türkçesiydi. o gece yarısı oturdu ilk şiirini yazdı. |
DIŞARDA KAR
kar yağıyor dışarda sokak lambasına düşüyor ve serçeler üşüyor kenarları hafifçe yanmış sayfalarına kan sıçramış bir kitapta nâzım hikmet okuyorum. dışarda kar yağıyor ve dağ lokantasına gidiyor zengin kasabalılar. kar yağıyor dışarda mektubun yeni gelmiş istanbul kokuyor. dışarda kar yağıyor seni seviyorum. |
FALANGA
çıkarın rüzgarın kelepçesini size soracak sonra yıldızlar dağlar koşacak denize doğru günler ise özgürlüğe doğru çıkarın rüzgarın kelepçesini. çıkarın sözün ağzından kilidi size soracak sonra geleceğimiz evlere giden kanlı giysilerle baharda açan kardeşim gelincik çıkarın sözün ağzından kilidi. çıkarın ışıkların peçesini hapishanelerin taş avluları ve mezarlarda dolaşan analar şarkılarımızın ecılı ezgileri çıkarın ışıkların peçesini. birlikte yürüsün gölgeleri birlikte yürüsün ölülerimizin. onu tanımıyordum hiç görmemiştim sinemanın önünde buluşacaktık yakasında bir kırmızı karanfil benim elimde ikiye katlanmış bir avgi olacak. buluşma saati geçti kimse gelmedi. anlamıştım sintağma alanına kaçmaya başladım. peşimdeler. geceye kadar koştum koyu bir karanlığın içinde. barba hristos'un anlattıkları hep aklımdaydı, eski kapetan. bir gün başkaları da bizi anlatacak hazır olalım sözlerin pas tutmayanı için çamura bulanmamış çığlıklara. adımız buydu diyelim yerimiz buydu, işte tarih ölü ellerle değil sevgiyle yarattığımız işte gökyüzü adımız buydubir aşk adı rüzgarımız denize doğru ak köpüklü denize eşitliğin barışın kardeşliğin yeleleri terli kanatlı atına. ak köpüklü denize. poseidon' un altın arabasıyla dolaşmaya. "günlerce dolaştılar ormanlarda ve korularda ve pınar başlarında ve bütün ırmakların kıyılarında onu aradılar, artemisi. sonunda bir denizde yıkanırken buldular, artemis başladı kaçmaya o kaçtı, onlar kovaladı, o kaçtı naksos adasına vardılar. orada artemis ansızın yok oldu yerini sütbeyaz bir dişi geyik aldı. iki kardeş artemisi unutup, geyiği kovalamaya başladı bu kez, birbirlerinden ayrıldılar ağaçların arasındaydılar. bir süre sonra otos geyiği gördü ephialtes de görmüştü. tam ortalarındaydı geyik. birden mızraklarını savurdular. o anda geyik kayboldu gitti. otos'un mızrağı ephialtes'e ephialtes'in mızrağı otos'a. öldüler. poseidon'un oğullarıydılar." |
FESLEĞENLER
bir gün girit'e geri döndüm. tam üç uzun yıl geçti, deniz orda her gün köpürürdü. ve yaşlı bir kadın her gün ağlardı hiç dönmeyecek olan bir balıkçı teknesini bekler gibi aynı kıyıda. çakıl taşlarıyla rengarenk, kırmızı mendil ve usul sesli türküleriyle oğlundan, bir tutukevinden gelecek mektubu. üç uzun yıl benim kapımı çalan güneş onun konuk gecesiyle durmadan yer değiştirdi. fesleğenler kırağılarla eski gemi artıkları saban demirleriyle yer değiştirdi. beklediği mektup hiç gelmeyecekti. biraz önce nikos'u tuvalete götürdüler hücremin önünden geçerken ıslık çaldı ve korkunç güzel bir portakal kokusu yayıldı ortalığa nikos'un ıslığından. oysa sıcak bir geceydi ve yazdı. işte o portakal kokusu hatırlattı bana bir gün dönmüştüm diye başlayan selaniğe, pireye, atinaya, pireye barba hristos'un dönüş öykülerini. gece yarıları başlayan gece yarısı götürülmelerle dönüş öyküleri. |
FORSA
gurbeti hançer yapıp gezinir kendi zincirine vurgun forsa. devrilen turuncu bir ayın şavkında aras gözyaşı akar hemşeri göçmen kuşa. horasan'dan yeni kalkan bir tren nasıl saplanmışsa kara ve acıya. sensin, yüküyle batmış mavna kurt ağızlı gecenin ortasına. |
GECEDE BİRER KARŞI GECEDİR ONLAR
gecede, birer karşı gecedir onlar içimizdeki ve dışımızdaki bütün *******in. |
GÜNEŞ ÇALDI KAPIMI
çok yalnızdım ve güneş çaldı kapımı sürgünden yeni dönmüştüm, makronissos orda kurak ve ıssız bir yüreğim vardı (şimdi sizin yürekleriniz gibi) onu da getirmiştim. arkadaşlarım hariç herkes beni terketmişti. yaşamım uzun bir deniz yolculuğuna dönüşmüştü git git varılmayan kıyısız bir deniz. evet, herkes terketmişti sevgili ve hüzünlü pire eleni bile. ve güneş çaldı kapımı kapımı çaldı güneş. gerisini biliyorsunuz. |
KANAVİÇE
el değmemiş ormanlarında gezinen kan işleyen kanaviçesi ömrümün sarı sarmaşıkların ışıklı gölgesi ve sensin hüznün yüzgörümlüğü rüzgarların beyazdan yelesi sen. |
KANLI ZAMBAK
onu vurdular, gözümle gördüm onu ak bir zambağa binmiş gidiyordu zambak dur, sana da bulaştı kan. bir damla gözyaşından doğurmuştu anası onu, bir avuç sevinçle büyüttü. bir avuç hüzünle nice zorluklar nice ayrılıklar ve saçlarına beyazlar düşürerek. onsekizindeydi bir sevgilisi vardı, aynı mahalleden eyüpten. henüz öpmemişti bile konfeksiyonda çalışırdı. onu vurdular gözümle gördüm onu bir güvercin havalandı. eyüpte, o basma perdeli evde, kurudu saksıdaki sardunya birdenbire çatladı bir fotoğrafın camı. tel çerçeveli düştü radyonun üzerinden yere. dağıldı kitapları dağıldı şiirler ve roma hukuku güvercin konamadı. onu vurdular, gözümle gördüm onu ak bir zambağa binmiş gidiyordu zambak dur, sana da bulaştı kan. |
KARANLIKTA NAKIŞ İŞLEYEN KIZLARA
karanlıkta nakış işliyor kızlar kızlar yasak düşlerde yalnızlar o sakallrında saklı elması büyüten aynalarında çatlağı yalnızlar mor bir ayrılığa gazel söyleyen turuncu bir aşkla lacivert kedere yalnızlar siz de kucaklayın yağmurun sesini akasyalar da açar bir gün gelir yalnızlar yalnızlar karanlıkta nakış işliyor kızlar. |
KEDER ATLASI
nilüferler niçin suya eğilir ve niçin kavruk otlar gibi tutuşur o ilk sevdalar söyleyin bana ey kitaplar. bana söyleyin kim var aramızda biraz ölmeden bir türkü tutturmuş giden. ya kırmızı şapkalı gelincik, senin için göz açıp kapayıncaya yiter şu bahar hemen ölüm gelir yükselince sular. söyleyin bana ey kitaplar var mı kederin atlasında tarçın kokulu bir şehir inmemiş olsun damlarına gözyaşından yıldızböcekleri ve tarçın kokulu bir aşk hiç ölmeyen. |
KIRIK BİR KURŞUNKALEMİN ŞİİRİ
yollar uzak ay bedir sırtımda gümüş hançer yürürüm de ölemem kan damlatır karanfil. usulca mavi bir kar kara geceye düşer tutuşur fundalıklar gelir kalbimi yakar. gün olur belki öper ay ışığı acıyı o yaralı cerenler yanık sulara iner. yollar uzak ay bedir sırtımda gümüş hançer yürürüm de ölemem kan damlatır karanfil |
KUŞLAR DA GİTTİ
yalnızlık senin o konuşkan kuşun hani hep duvarlara anlattığın hapislerden kalma sürgünlerden. yalnızlık senin o konuşkan kuşun bulutlar taşıdığın yakut sürahide begonyalar büyüten eski alışkanlık. yalnızlık senin o konuşkan kuşun kırk kapıdan geçmiş kırk kilitten. yaralı, dili lal, kanadı kırık vurulmuş başında bir yokuşun. |
REDİF KIŞLA SOKAĞI
redif kışla sokağı güneye bakar küçük bir anadolu kasabasında ve mor benekli kelebekler gibi uçuşurdu tozlar galiçya çok uzakta. redif kışla sokağı güneye bakar önünden boz bulanık sular akar ve eşiğine oturmuş dolunayı seyreder yemenisi kanlı kadınlarla çocuklar yemen çok uzakta. redif kışla sokağı güneye bakar gidip de gelemeyen o göçmen kuşlar elif yüklü yürümüyor kağnılar açlık kırım tifüs salgın çok uzakta kafkaslar. redif kışla sokağı güneye bakar avlusunda ne mürdüm ne zerdali açmaz oldu kaç yıl var çiçeklenmiyor tomurcuklar çok uzakta sina ve kanal. redif kışla sokağı güneye bakar. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:23 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.