![]() |
şiirler devam (3)
ιçιм∂є тαşıуσяυм ѕєηι кαуgıѕız¢α,
нєя υукυ ѕєяѕємℓιğιη∂є, нєя ѕєяѕємℓιкℓєяιм∂є ѕєηι, zαмαηı νє мєкαηı ιηкαя є∂єя¢єѕιηє, вαzєη кαρıℓıρ вυ яüуαуα, ηєя∂є υуυ∂υğυмυ νє ηαѕıℓ υуυ∂υğυмυ ѕαвαн öğяєη∂ιğιм υукυℓαяıм σℓυуσя; υуαη∂ığıм∂α güηαу∂ıη мєѕαנıη σℓυуσя ѕαηкι υƒαк вιя тєвєѕѕüмüη.. тαнαммüℓüηü вєηιм вιℓє тєѕριт є∂ємєğιм, En içten bir ses yürekten gelen, νє кσякυℓαѕı вιя zαмαηıη єşιğιη∂є вιя ηαяα, ιşтє σ ιкι ѕöz¢üк νє кσ¢α вιя ∂üηуα ѕαηα, ...ѕєηι ѕєνιуσяυм... єνєт, ємιηιм кєη∂ιм∂єη -нιç вυ кα∂αя σℓмαмışтıм..- ... yaşıyorum, ____ Yalan Sevgilerin, Sahte gülüşlerin,tuzak bakışların olduğu yerde buldum seni.! Herşeyi kaybetmeye değecek kadar kıymetlisin çünkü sahte değilsin... |
Adını duyduğumda titriyorum.
İçimdeki sevda telleri titriyor Eriyorum su olup akacağım sanki Su olsam da sana akmak için yol bulurum ben Ayaklarının dibine göl olurum Sen bu aşk suyu ile yıkanırsın Seni düşünmediğim tek bir an yok bile Senin hasretine tutsak oluyorum Hasret dedim de,seni özlemenin bu kadar zor olacağını bilmezdim. Bir sarmaşığa dönüşüyor hasretin, bedenimi sarıyor. Hasretten şikayet etsem de aldırma sen Kavuştuğumuzda yaşadığım bahtiyarlık kötü olan ne varsa hepsini silip atıyor. Seni Seviyorum Çünkü Yanındayken dört mevsim bahar oluyorum Seni o baharın en nadide çiçeği yapıyorum Buram buram çiçek açıyorsun yüreğimde. Kokunla başımı döndürüyorsun Bir bahardan diğerine uzanırken zaman sensizliği aklıma bile getirmek istemiyorum. Çiçek dedim ya, Bir çiçek adı verseydim sana papatya olurdun Tomurcuklarıyla dünyaya, insanlara baharın geldiğini müjdeleyen papatya iddiasız ama güzel,güzel ama kibirsiz Seni Seviyorum Çünkü Sana baktıkça kendimi hiç keşfedilmemiş bir kıtanın topraklarında buluyorum Adım adım dolaşıyorum seni Sana ait ne varsa öğrenmek istiyorum Keşfetmeye aç bir kaşifim ben Ancak senin topraklarında doyuyorum hayata Sana her gün yeniden aşık oluyorum Bu aşka ben bile şaşıyorum Ama şaşkınlığım beni mutlu ediyor Seni Seviyorum Çünkü Her sabah kalktığımda bir günü daha seninle geçirecek olmanın mutluluğunu yaşatıyorsun bana Ben güne seninle başlıyorum ve her gün hayatı yeniden keşfediyorum Gök kuşağının her tonunu gölgede bırakan en parlak renksin sen Her şey senin rengini taşıyor benim için ancak o zaman anlamlı oluyorsun Seni Seviyorum Çünkü Soğuk günlerde içimi ısıtan ceketimsin Sıcak günlerde ise ferahlık veren kuzey rüzgarı İliklerime işleyerek esiyorsun Her şeyde sen varsın.Nasıl olmayacaksın ki sanki sen doğduğumdan beri içimdeydin Yüreğimin en derin köşesinde idin Sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun Ve ben orada olduğunu fark edince hak ettiğin yere çıkardım seni Seni Seviyorum Çünkü Hep benimlesin.Seni görmem için yüzüne bakmam gerekmiyor.Gözümü kapatsam oradasın Gördüğüm her sima aslında sensin. Gözlerinin içindeki binlerce yıldız gecenin karanlığını delip geçiyor Sen bana bakarken ben kendimi yıldızlara bakıyor gibi hissediyorum O yıldızların parlaklığında kaybediyorum kendimi.Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim aydınlığından.Güneş doğmasa,yıldızlar kaybolmasa diyorum Ama biliyorum ki güneşimde sen olacaksın gecenin sonunda. Bu kez daha parlak ve aydınlık çıkacaksın karşıma Seni Seviyorum Çünkü Saçların ellerimin arasında kayıp giderken dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi Her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor. Her gülümseyişin karamsarlığı yıkıyor,mutsuzluğu parçalıyor Seni seviyorum çünkü,seni sevmeyi,sana dokunmayı, seni dinlemeyi,sana bakmayı, seni koklamayı. seninle paylaşmayı seviyorum. Seni sen olduğun için seviyorum Seni Seviyorum Çünkü Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğumu da görüyorum Her sözcükten sonra durup tekrar düşünüyorum Seni yeterince anlatabildim mi diye Biliyorum ki yetmeyecek.Bu kadar sözcükten sonra bile sana sevgimi anlatamamış olacağım SÖZCÜKLERİN BİTTİĞİ YERDE GÖZLERİME BAK ONLAR BU SEVGİYİ ÇOK DAHA İYİ ANLATACAKTIR SANA |
Seni Düşünüyorum Yine
Seni düşünüyorum yine, Bir güneşin karanlığında, Ömrümün en kısa yolunda, En uzun yolculuğu yaparken, Seni düşünüyorum yine, Seni düşünüyorum yine, Doğacak güneşi umutsuzca beklerken ve ölü, Yatağımın baş ucunda düşüncelerim; Seni ve sevdamızı ararken, Seni düşünüyorum yine, Seni düşünüyorum yine, Ben ve sadece umutlarım, Hiç sonu olmayan bir yolda, Sana ulaşamayacağımı bile bile, Seni düşünüyorum yine, Seni düşünüyorum yine, Umutlarımı çorak topraklarda, Onları duygularımla sularken, Yeşermeyeceğini bile bile Seni düşünüyorum yine, Seni düşünüyorum yine, Çünkü sen ben yaşadıkça varsın, Sen var oldukça ben düşüneceğim, Ben düşündükçe seni seveceğim, Seni düşünüyorum yine. |
BÖYLE SEVDİM İŞTE
Ben seni kocaman bir yürekle sevdim. Gözlerim değil, yüreğimdi seni gören. Sen damarlarımdaki kana karışıp, geldin oturdun yüreğime. Bir başka yerde olamazdın zaten. Sen, benim en değerli yerimde, yüreğimde olmalıydın, orada kalmalıydın. Çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek, ilk kez bu kadar kolay kabullendi seni. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden ne ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama. O yüreğin gerçek sahibiydin. Şimdi sonbahar, kışa giriyoruz ya... Ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Çiçek çiçek açtın yüreğimde. Gökkuşağı zayıf kaldı, senin renklerin karşısında. Taze bir yaprak gibi yeşildin. Açelya idin pembeliğinle. Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün. Kırmızıydın bir ateş gibi. Ve maviydin... En çok bu renkle anmayı sevdim seni. Denize tutkundum, denizi sensiz, seni de denizsiz düşünemedim. Seni severken dünyayı da sevdim ben, insanları da... Kendime bile dar gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En kızgın, en tahammülsüz olduğum anlarda bile, seni düşünmek yetti bana. İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı, güldüm. Beni öylesine güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız, içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey olduğunu anladım seninle... Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk yoktu. Koca bir kente, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden tuttuğunda, patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi. Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok edebilirdim. Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim, kül ederdim. Sana ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm. Ve o göle bir tek sen girebilirdin. Sevdim ve hayrandım da... Her halin çekti beni. Duruşunu, uyumanı, gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu, olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim suskunluğunu da. Küçük oyunlarını, kaprislerini, sitemlerini, korkularını sevdim. Seni ve o doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu zaman. Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni yeterince tarif edecek kadar derin olmadı. Seni severken yorulmadım. Çünkü sen yaşam kaynağıydın. Her gün yenilendim. Seninle çoğaldım, büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladın. Ölmeyecektim çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin. Sevdim işte ötesi yok... |
Her nefes alışımda
Ciğerlerime özlemini çekiyorum Her sigara yakışımda Hasretinin kor ateşinde bende yanıyorum Anla artık; Sensiz gecen her bir anda Gözlerindeki ışıktan yoksun her karanlıkta Yüreğim sızlıyor içten içe Ve canım acıyor... Duvarlar pembe düşlerime el koymuşsa Yalnızlık son restini çekip kalbimi rehin almışsa Sana koşan ayaklarıma kör zincirler vurulmuşsa Anla işte; Düşündükçe yokluğunu, andıkça ismini Hasretine sarılıp hatırladıkça o masum gözlerini Yüreğim ağlıyor içten içe Ve canım acıyor... Gece yarısı yokluğunun kâbuslarından korkuyla uyanıyorsam Yetim kalmışçasına Düşlerimin ortasında sadece sana ağlıyorsam Anla işte; Ağladıkça hasretine, gözyaşlarım süzüldükçe toprağa Bir gün sensiz bitip bir sayfa daha ekliyorsam yalnızlığıma Yüreğim sızlıyor içten içe Ve canım acıyor... Bastığım her kaldırımda senden bir şeyler ararken Şehrin tam ortasında dizlerim artık yorgun düşüyorsa Sensizliğin içinde ruhum yavaş yavaş kayboluyorsa Anla artık; Şehrin her ışığında hatırladıkça gözbebeklerini Anımsadıkça son gidişini Yüreğim sızlıyor içten içe Ve canım acıyor... |
YAŞAYABİLME İHTİMALİ . . .
soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında (Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım herkesi.. Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.. Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı... Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı... Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık.. Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi.. Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.. Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben. Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim.. (Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..) Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu.. Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.. Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim.. Ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım.. Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece.. Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama sen yoktun.. Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde.. Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu.. Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum.. Ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini.. Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü.. Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini.. Otobüs oluyordum bir süre.. Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde.. Otobüs oluyordum.. Bir ülkeden bir iç ülkeye.. Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum... Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin.. Korkuyordum..Sonra iniyordum otobüsten.. Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.. Çünkü sonunda annem oluyordum babam kokuyordum sonunda... Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan.. Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle birgün Van'daki bir kahvaltı salonunda... Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında... Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında.. Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim.. Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim ! |
AŞK HAYATI
Sevmek gibi geliyordu herşey, Sevmek gibi gidiyordu kadın Adını anlattığı, canın teni yakmasaydı, Bir bulut evet ama aslolan Bulutun suyu yağmasıydı... "bir insanı sevmekle başlıyordu herşey" Ve boşanmak için En az iki şahit gerekiyordu! Pastırma yazı Böyle zamansız güneşli, Umulmadık mavi günlerde Bir bekleme salonu yalnızlığına Bürünüyorum.. İliklerimdeki yitik aşkı Sarhoş bir unutkanlığailikliyorum... Sanki şiirini bilmediğim Bir fransız akşamında Kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin.. İçimde ayak izlerin, Aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan... Ve ben ne zaman, Kiminle sevişsem, Hala seni aldatıyorum! |
Her sey yapilabilir
Bir beyaz kagitla Uçak örnegin uçurtma mesela Altina konulabilir Bir ayagi ötekilerden kisa oldugu için Sallanan bir masanin Veya siir yazilabilir Süresi ötekilerden kisa Bir ömür üzerine. Bir beyaz kagida Her sey yazilabilir Senin disinda Güzelligine benzetme bulmak zor Sen iyisi mi sana benzemeye çalisan Her seyden Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor Belki tabiattadir çaresi Senin bir çiçege bu kadar benzemenin Ve benim Bilinci nasirli bir bahçivan çaresizligim Anlarim bitkiden filan Ama anlatamam Topragin günesle konusmasini Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla Sen bana isik ver yeter Bende filiz çok Köklerim içimde gizlidir Gelen giden açan soran bere budak yok Bir siir istersin "Içinde benzetmeler olan" Kusura bakma sevgilim Heybemde sana benzeyecek kadar Güzel bir sey yok Uzun bir yoldan gelen Tedariksiz katiksiz bir yolcuyum Yarali yarasiz sevdalardan geçtim Koynumda bir beyaz kagit bosluk Her seyi anlattim Olan olmayan acitan sancitan Bilsem ki sana varmak içindi Bütün mola sancilari Bütün stabilize arkadasliklar Daha hizli kosardim Severadim gelirdim Gözlerinin mercan maviligine Sana bakmak Suya bakmaktir Sana bakmak Bir mucizeyi anlamaktir Sana sola bakmadan yürüdügüm yollar taniktir Ask sorgusunda sahanem Yalniz kelepçeler saniktir Ne yazsam olmuyor Çünkü bilenler hatirlar Hem yapilmis hem yapma çiçek satanlar Bahçivanlar degil tüccarlardir Sen öyle göz Sen öyle toprak ve günes ortakligi Sen teninde cennet kayganligi iken Sana siir yazmak ahmakliktir Bir tek söz kalir Dislerimin arasindan Ben sana gülüm derim Gülün ömrü uzamaya baslar Verdigim bütün sözler Sende kalsin isterim Ben sana gülüm derim Gül sana benzedigi için ölümsüz Yazdigim bütün siirler Sana baslayan bir kitap için önsöz Sana bakmak Bir beyaz kagida bakmaktir Her sey olmaya hazir Sana bakmak Suya bakmaktir Gördügün suretten utanmak Sana bakmak Bütün rastlantilari reddedip Bir mucizeyi anlamaktir Sana bakmak Allah'a inanmaktir ... |
'Gitmeler bana kaldı'
Daha üç adım olmadı çıkalı bu sevdadan Ayrılığın kokusu hala üzerimde Avuçlarımda buzdan bir alev Yüreğimde yepyeni bir ateşkes Gitmeler bana kaldı yine bu aşktan Bütün sayfalarım sil baştan Sonu nereye varacak bilmiyorum Oysa içimde inadına yanan bir mum Dokunma ellerime-sönmedim daha Unutmaktan geliyorum. Daha dün kirpikleri kadar yakındım ona Her gece düşlerinde sabahlıyordum İşte orada köşebaşında bıraktım ellerini O bana Ben ona ağlıyordum Son tetiği gözleri çekti gözlerime Kanıyor kanıyordum Ölüler yalan söylemez bilirsin Deliler gibi seviyordum. Daha biraz önce Onu öpen bu dudakları aynalarda parçaladım Onu okşayan bu elleri bir yangında bıraktım Ona gülen bu gözleri zindanlara attım Yüreğim ayazda Kaç şiirim çığlıklar attı ardından bilemiyorum Bavullar dolusu hatıraları bir mağaraya taşıdım Yalnızlığımı bir dağ başına Kendimi nereye koyacağımı bulamıyorum Ne olur ayıplama beni Susmadı daha gözlerim Ağlamaktan geliyorum. Zıpkın yemiş balıklar gibiyim Şimdi bir ıslık bile dağlar yüreğimi Bir eski şarkı yağmalar bütün uykularımı Çıkmaz sokaklarda kaldım biliyorum Başım dönüyor, ben dönüyorum Acele etme ne olur bekle biraz Daha yakmadım bütün gemileri Daha yırtmadım dönüş biletimi Öyle yorgun öyle bitkin ve öyle sürgün Unutmaktan geliyorum... |
ASK YEMINI
Bugün oldugu gibi yarin da,yarindan sonrada,ondan sonraki günlerde de gözlerimdeki yerinin degismeyecegine, >Bu günüm gibi yarinda hep sevginle yasayacagima, >Her bakisinda okudugun o gözleri her zaman yaninda görecegine, >En yakin dostun, en yakin sirdasin, en yakin arkadasin olacagima, >Sikintinin sikintim, üzüntünün üzüntüm olacagina, >Her kizgin anini çiçege dönüstürecegime, >Her üzgün aninda gülüsünün geri gelmesi için elimden geleni yapacagima, >Yaninda olamadigim ve yardimima ihtiyacin oldugu her anda bir rüzgar olup seni saracagima, >Gözümün gözüne degdigi her an sana yeniden asik olup seni bir prensese dönüstürecegime, >Her sabah sana yeniden asik olup uyanacagima, >Sen uyurken sana bakip ikimiz için dualar edecegime, >Beni tanidigin gün bende gördügün neyse, ömrünce beni ayni sekilde görecegine, >Sevgimin asla degismeyecegine, asla azalmayacagina, aksine hergün büyüyen bir sevgiyle seni mutluluk ormanina tasiyacagima, >Baskalarinin yanindayken seni asla unutmayacagima, >Elini usul usul, korka korka tutup o ilk gündeki heyecani ayni sekilde yasayacagima ve elini hiç birakmayacagima, >Bir ömür boyu senin canin, askin, sevgilin ve herseyin olarak kalmak için elimden gelen herseyi yapacagima SÖZ VERIYORUM..! |
Akıttım zehrimi bedenime
Ciğerlerimin en ücra köşelerine Seni çektim Dumanlarım dostum oldu Hayallerin arkadaş Gülüşlerin yoldaş Vuruşun kardeşçe Ahhhhh çeksem yeter mi? Bilsem dermanları mı? Çare mi olur bana? Zaman ilacım mı olacak Yoksa bitişim mi? Akılsız kaldım artık Etmiyor bana fayda Deli divanelik benim olsun Dûçar bakışlarımda Duvarlar aynam olur Kırılır, dökülür Feryadım kanasın Nefesimin yetmediği anlarda… |
Eylül Düş(üş)leri
söylemek istediğim tüm kelimeler bıçak gibi kanatıyor dilimi yazmayı düşündüklerimse düşmek üzere olan bir yaprak gibi kırgın bir intihar düşünde dikmiş gözlerini tenhalığına çağırıyor yalnızlık biriken cesetleri bekleyişlerin ve ayrılanların kalabalık mezarlığındaki suskun ağıtları söndürüyor içimdeki ışıkları ah …bir çiçek soluyor göğsümde adı konmamış özlemler boğuluyor aysız bir gecenin demlendiği denizde uçuk kaçık bir poyraz öperken Eylülü dudak kıvrımında unutulmuş öksüz bir gülüş açıyor gözlerini doğduğuna bin pişman hatırlattığına yaraladığına mahcup şarkılar kaybolan güne emziriyor anları ve ben büyüyorum düştükçe derinliğine zamanın zor da olsa..!! |
İçinizde yaprak kımıldamaz ya bazen hani..
Hiçbir duygusuz kalmışsınızdır.. Özlemezsiniz kimseyi.. İstemezsiniz hiçbir şeyi.. Sevgi dallarınıza sular yürümez artık, kurur kalır çıtırtılarla sürgünleri.. Hiçbir cümlenin başı yoktur ve sonu da; hatta sözcüklerin ilk hecesinde kalır.. Ne fazla, ne eksiksinizdir, bilemezsiniz, anlayamazsınız... Bir başka ruhun evinde gibi duyumsarsınız kendinizi, sanki bu istemsiz konukluğunuzla, kendinizden millerce uzaklaşmışsınızdır... Silik bir flulukla örtülmüştür geçmişiniz, hatıralarınız;ve bir sis kaplıdır gözünüzün ufkunda da.. Öründüğünüz kozanızda kalakalmışsınızdır,ne yapacağınızı bir zamanlar bilmenize ve yapmamanıza rağmen, bu kez ne yapmanız gerektiğini bile bilemiyorsunuzdur... Yüreğiniz bir tavan arasıdır, düşleriniz bir yangın bahçesi, umut martılarınız haykırışsız, elleriniz bir buz pramitine dokunmaktadır sanki, üşüyemezsiniz bile, üşümeye ya alışmışsınızdır, ya da ısınmak gibi, üşümeyi de unutmuşsunuzdur çoktan.. Unutmak istersiniz her şeyi, kim olduğunuzu, neler olduğunu ya da olmadığını,unutarak eksilmek, madem hiç tam olamıyorsanız, sıfırlanmak .. Bilirsiniz ki aslında; keder, mutsuzluk ve umutsuzluk, ne kadar,üzerinize bir yaşlı ağaç gibi yığılıp kalsa da, sedefli yeşiliyle ve turuncu damlalarıyla akıp giden günün gözlerinin taa içine bakıp, hayatı düşünmek gerekir.. Bir inci avcısı gibi, maviliklerin derinlerine dalıp, istiridyeleri tek tek arayıp, mutluluk incileri toplamak gerekir yüreğin avuçlarına... Ve yine bilirsiniz ki, gün batımında, aslında ay doğumunu düşünmek gerekir karanlıklara inat, ışığa daha çok koşmak gerekir gölgelerde... Yaşantılarımızı bir kazı yerine çevirmeden, sandukalara saklamadan, hayatın içinden, duyarak,dinleyerek, anlayarak, hissederek geçmek gerekir... Yaşam denizinin derinlerine varmak, suyun yüzeyindeki, çer çöp sap görüntülerinin arasından, nilüferleri,mavi su güllerini, sedef kabuklarını bulup, toplamak gerekir;bilirsiniz bunu da.. Ama bazen bilmek de yetmez... Tüm edimleriniz öylesine ölmüşlüktedir ki, konserve bir yaşamda öylesine sahte bir tazelikle yorulmuşsunuzdur ki,som olan tüm düşleriniz ve dilekleriniz, öylesine azarlaştırılmıştır ki,hiçbir bilme ve farkındalık yetmez size... Acılanmışsınızdır usul usul,bile bile... Sadece durursunuz... Öylece durakalırsınız... Ne yapılacakbir şey vardır, ne de yapılmamış bir şey kalmıştır.. Yaptıklarınızdan mı pişmansınızdır, yapamadıklarınızdan mı? Yaşamak isteyip de yaşayamadıklarınızın özlemi mi yaşatıyordu sizi, yoksa yaşayamadıklarınızın girdabında mı tükendiniz? Erteleyip, biriktirdiğiniz düşlerinizin sancısı mı şu an kıvrandıran sizi;yoksa hiçbir sancıyı hissedemeyecek kadar geç mi kaldınız artık..?? En çok unutmaya çalıştıklarınız mı yaşatıyor sizi, en unutulamaz olanlara olan özlemleriniz mi..?? En özlediğiniz mi, en çok unutmaya çabaladığınız, yoksa o mu en unutmak istediğiniz..?? Galiba içimizi en çok acıtan, göze alamadıklarımız ve alamadıkça da, özlemiyle içimizde besleyip büyüttüklerimizdir... Onlar bir an gelir,o kadar büyürler ki, taşarlar içinizden, bedeninizden, ruhunuzdan, kimsesiz kalırsınız, kendinizsiz hatta... Adını koyabildiğiniz hiçbir duyguyu yardımınıza gelmez, duymaz bile sizi... Sığınaksızsınızdır, kendinize bile... Iskalanmış yaşam mekanları intikam almaya koyulur sizden... Yaban kalırsınız, yabancı kalırsınız.. Rüzgarlı bir alev denizini özler gözleriniz, mum alevli... Her titrek aleviyle,hikayesi değişen mum ışıltılı bir denizin, ılık esintilerinin sarhoşluğunda,gömülmek istersiniz evrenin yaşam sularının aynasına... Sular akıp gitse de, denizinizin mum alevleri yerinde kalacaktır, sizin kalacaktır, sizinle kalacaktır, bilirsiniz... özlersiniz... istersiniz... Herşeyi varmış da, hiçbir şeyini kullanmayan o acizliğinizin kınından soyunup, mum alevli sularınıza atlamak, dalmak istersizin, sizi usul usul çağıran,göze alamadıklarınızdan bu kez vazgeçmemek istersiniz... Yüreğinizin düşler haritasında artık doğru rotada, doğru dağları, nehirleri, şehirleri, ovaları aşarak, yol almak, göze almak zorundasınızdır.. İçinizde büyütüğünüz o çığın altında, bir kez daha kalmak, acılanamayacak kadar bile hissizleşmek istemiyorsanız yeniden -ki belki bir dahaki sefer, bir son şansınız bile olmayacaktır, şimdi bile bu kadar donakalmış, durakalmışlığınızla, içinizde bir daha geri gelmemek üzere giden bir şeylerin kanat seslerinin kulaklarınızdaki sağırlığına mahkum edilmişliğinde kıvranmaktayken- , yarım bırakmayın artık yüreğinizin serüvenlerini, göze alın.. Yağmursuz bir gökkuşağı olmayın.. Ya da papatyasız bir kır.. Ya da kımıltısız kalmasın içinizin yaprakları.. |
GÜNÜ SEVGİYLE BAŞLAT
Günü sevgiyle başlat Tebessümlere teslim et bakışlarını Gülücüklerin Karanlık hücrelere pencereler açsın Gözlerin başka gözlere Sevginin gücüyle baksın Günü sevgiyle başlat Kendinle barışık ol Aklını güzele yönlendir İnsanların insancıllığını çıkar derinlerden Akıl değil mi insanı farklı kılan Aklın kullanılış biçimi İnsanı insandan ayıran İçinde iki güç var Düşüncelerinde dolaşan Kalp atışlarında yaşayan Yüzündeki maske ile saklanan Ve birbiriyle hep çatışan Gözler senin gözlerin Bakışlar onların bakışları Verdiğin tepkiler Onların haykırışları Ve karşılarında akıl surları Hangisi aşar hangisi şaşar Ey sevgi ne olur bunu sen başar Senin açtığın kapılarla gönüller coşar Işığınla insanlar dostluğa koşar Günü sevgiyle başlat Sevgiye açık olsun yolların Hep sevgiyi sarsın kolların Ve mutlu geçsin yılların. |
pamuk ipliği
Anlatılmaz bir duygu bu... Pamuk ipliğine bağlı sanki, Koptu kopacak. Dost yarenlik,dostluk,kardeşlik..... Böylemi olmalı? Pamuk ipliğinin sağlamlıgı kadar.... Kopardım desen kopacak.... Oysa! ! Ona duyulan sevgi ummanlar kadar.... Bütün sevgi ırmaklarım, Gönlümdeki umman denizine akıyor. Dost ise:bilinçli veya bilinçsiz, Irmaklara set çekmeklemi meşgul? Dostluk, yarenlik böyle mi olmalı? Üzüntüm çok büyük... Yüreğimi çekip çıkarmak geliyor, İçimden.. Sevgileri,dostlukları,yarenlikleri, Almayan bir madde ile kaplayıp, Yeniden yerine koyup, Bir oh be Dünya varmış demek geliyor içimden....... Yapamıyorum... Çünki, Dostlarımı çok seviyorum. |
Okşarken kalbimi karbeyaz bulutlar,
Duman renkli güvercinler konarken dudağına gökyüzümün, Afet-i başlattı birden gidişin. Org melekleri uçuştu Ellerime dokundu sevda remilli bir cinayet. Devlet arması koparılmış bir zafer tacı gibi, küle ve tuza bandın bu sevdayı. Gidişin gönlümdeki yanardağın patlamasıydı Ve bir bir eritmesiydi uvuzlarımı... Perdeler indi,tozlar uçuştu,gözyaşı yağmur oldu Yandım ateşlerle dondu toprağım Ve gördüm hasretinle çürüyen günlerimi... Sürüklendim sonra,tutarak bir atın yelesinden arasından geçtim insanların,bir gürültüyle duyan olmadı..... Dağlara çıktım sonra, en keskin şarkıları dillendirerek yorgun dudaklarımla, geçmişi seyrettim gözbebeklerimin içindeki suzişanla.. Parçaladım hücresini yaşamın, suyu havaya ekledim,ikisini toprağa. Toprağı dinledim yalınayak aştım koruları Ama yinede o mutad işaretini bulamadım,vaad ettiğin cennetin. Çırpınmayı bile unutmuş bir serçe gibi, Sakladım,sol mememin altındaki cevahir'de,kanatlarımı. Kadınlığın böyle karşıma dikeldikçe utandım, Savaşamadım içimdeki yangınla. Hayatla katlayamadım genç yaşımı, Yirmimde çarptı beni bu ayrılık firak-ı. Perdeler çekili,kapılar sürgülü,bahçe duvarları yıkık, Yazlar,baharlar yokuş aşağı yuvarlandı Deli bir poyraza döndü hayatım. Gidişin yanardağın patlamasıydı Ve bir bir karartmasıydı düşlerimi. Bizans surları,Osmanlı bedestenleri ve Hünkar camileriyle, Aziz İstanbul'da güneşe açık bir pencerem kalmadı. Pendik sırtlarında yorgun,telaşlı,eskimiş, solgun ve acılı bir 'ben'varım şimdi... Gittiğin bu yerde karanlık bir tomurcuk bıraktın senden arda... Şimdi gözyaşlarım avuçlarımda bir alev topu. Oku kadınım,OKU! ! ! Ayırma gözlerini kelimelerden ve istersen bir günlük doğan bir böcek gibi düşünme hiç yarını... Sadece oku ve hisset kelimelere işlediğim kalp yangınımı, sez sana olan bağlılığımı. Oku kadınım,OKU! ! ! Yüreğimin yangınını döktüm bu satırlara Alev alan kağıdı söndürmeye çalıştım gözyaşlarımla, Şimdi elinde,yarı yanık,yarı yaş bu şiirim Bin asırlık uzun bir gecenin eseridir..... Oku kadınım OKU! ! ! Ve artık geri dön. Çünkü; Gidişin yüreğimdeki yanardağın patlamasıydı... |
EYLÜL DAMLALARI
Eylül damlaları düşer üzerime öpüşleri hüzünlü ve durgun dağıtır düşüncelerimi solgun dudaklarından çıkan lodosun rüzgarı bir kez daha boynu bükülür bekleyişlerimin kırılan filizler gibi söyle Eylül gündüzleri yakar-kavurursun da nedendir ayaza düşürür *******i denizinden uzanan el okşarken öksüz tenimi kum taneleri misali kayar gider hatıralar gözlerimden ve ardı sıra dökülür dilimden vefasızlara bana üvey kelimeler ve sen bağdaş kurunca takvimlerde dalgalar bir başka vurur kıyı boyunca yakamozlar fitillerini yakar da daha solgun – daha yaşlı - daha yaslı savrulur umutlarım havada öfke bulutlarımın gölgeleri düşer denize kabarır sarsılır göğsüm Marmara’nın tam ortasında fırtınalar biriktirir isyanım sonra yetişir ığrıpçılar dizilirler sıra -sıra Fener adasının gerdanına nihavent bir taksimdir duruşları Eylül hüznümün tam ortasına her damlada biraz daha ıslanır biraz daha yaşlanır ömrüm şimdi gözlerindeki tüm damlaları sal üzerime bir adalıya hüzün denizinde boğularak ölmek yakışır hazırım –hazırım sağanağında sürüklenmeye hadi durma damlalarınla boğ beni ki yaşadığımı hissedeyim.. ah eylül gözyaşlarında yüzmek ve kulaçlamak ömrü renginde.Olsun, zor da olsan, yine de ol takvimlerde..Seni seviyorum.. 10/Eylül/2007 Avşa Günlüğü |
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiçbir seyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana. |
Ben hep onyedi yasindayim.
Her Ayak sesinde ürperirim. Demirkapinin her acilisinda, gögsümün Kafesine sigmaz yüregim. Her türlüsünü tattim, acilarin ayriliklarin. Herseye biraz alistim. Bir seni beklerken kendimi yenemedim..... Su Metrisin önü,bir uzun Alan. Birtek seni Sevdim,gerisi Yalan. Senin Hasretindir, Hücreme dolan. Birtek seni Sevdim, gerisi Yalan. Senin Hasretindir, Hücreme dolan. Birtek seni Sevdim, gerisi Yalan, gerisi Yalan... Hücremdeyim, hasretinle Yanarim. Senin icin hergün, hergün Aglarim. Kanin hep icime akar kanarim. Beni anlamadin, oana yanarim. Kanin hep icime akar kanarim. Bizi anlamadin, ona yanarim, ona yanarim... |
Sen gelince aklima
Unutmadim seni Napdiysam unutamadim Yalanim yok, sevemedim senden sonra kimseyi Vermedim yüregimi, aldanmadim Aglamadim her gidenin ardindan Gözlerimi yatiripda uzaklara beklemedim Tutkuyu bilmedim Kapilmayi, özlemlerimi unutup yenilmedim O hain sanci hic kivrandirmadi senden sonra Sevdigimi söylemedim kimseye Ve sevilmedim Simdi eskilerden kalma bir sarkisin dilime doladigim Hüzün cicegimsin, solduramadigim Unutamadigimsin, unutamadigim Sen gelince aklima, aglamak varya Yaz günü subati yasamak varya Aktikca biriktin, aktikca biriktin duygularimda Aktikca biriktin, aktikca biriktin yanaklarimda Sen gelince aklima gizli gizli aglarim Sarkilara dert yanarim Sen gelince aklima iclenir kahrederim, Vurulurum, kanarim Dedimya yalanim yok Sevemedim senden sonra Düsünmedim senden baska kimseyi Dizlerinde uyumadim, siginmadim cocuk gibi Gögüsünde aglamadim Aska asik olmadim yeniden Aynalarda düzeltmedim saclarimi Dudaklarimi boyamadim O kirmizi elbisemi hic giymedim senden sonra Ve hic güzel bulmadim kendimi Hatirlarmisin, en cok gülüsümü severdin Ne cok güldürürdün beni Senden sonra hic gülmedim Senden sonra sofralar hazirlamadim, mumlu cicekli Saganda yumurtayi agzima bile sürmedim Önlü arkali bir kasete cektigimiz O sarikiyi hic dinlemedim, dinliyemedim Sakladim mektublarini Resimlerini yakmadim Ve kackereler, kackereler cevrip de Konusmaya cesaret edemedigim O telefon numarasini hic unutmadim Sen gelince aklima, aglamak varya Yaz günü subati yasamak varya Aktikca biriktin, aktikca biriktin duygularimda Aktikca biriktin, aktikca biriktin yanaklarimda Sen gelince aklima gizli gizli aglarim Sarkilara dert yanarim Sen gelince aklima iclenir kahrederim, Vurulurum, kanarim Ilk vurgunum, son gözagrim Dinmedi icimde sizin Bu kancinci gece yanlizim Simdi kim siirler okur sabahlara dek Ellerim hangi elleri tutar rüyasiz Kime baksam seni görüyorum Sen gelince aklima aglamak varya Aktikca biriktin duygularimda Yillarca gelisini bekledim Bana dönüsünü Hicbirsey dindirmedi hasretini Yoklugunu silmedi en aci ölümler bile Ben hep seni hatirladim Yeni dogmus bir bebegin ilk cigiliginda Gec kalinmis sevdalarin aksamlarinda Ve sen vardin birzamanlar ölüsiye sevenlerin ayriliginda Sen gelince aklima aglamak varya Beklemek, can cekisen bir türküdür artik Dilimde yürükler parcalayan Umut soguk duvarlarin ardinda kaldi Sen gelmez oldun Sen gelince aklima aglamak varya Böyle sevmek olmaz olsun |
Gittin...
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin."Ne olur öyle bakma bana" dedin enson... Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın... Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin. İçimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek... Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları... Gittin... İki aşkın arasında şaşkın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi evin, "sizin"di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin... O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev... Şaşardık bazen... ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir rityel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan... Elin çaya uzanırdı... Tenim dudaklarını özlerdi... Bir sözüm şiirin olurdu... Demlenirdik. Gömüldükce düşlerin o büyülü uykusuna, aşkımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu... Ruhlarımızın biryerlerde buluştuğuna, düşlerimizin biryerde kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin. İşte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuğunun... İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle anları severdim... Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük , o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak , seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen herşeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek... Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için... Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona binbir yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek... Sana kahvaltı hazırlamaktı... Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup "sen varya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukca inanmaktı... İnce ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeydinyağı ve limon gezdirilmiş domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı... Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete şaşırmaktı seni sevmek... Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü , gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafede , ayların günlerin telaşı ve suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gibiliğini seyrederken, masanın altından bir türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanına inanmaktı... Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu aşk için gönderdiği bir işaret olduğuna inanmaktı... Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı... Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer gibi... Seni sevmek, aşkın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı... Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için *******i saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti... Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti... Bazen bu bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum... şaşırırdım. Çünki, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yokeden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayalkırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti... Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti seni sevmek... Sevmek o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti... Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı... Koparmamaktı kanatlarını... Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye yeltenmemekti... Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı... Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti... Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi... Birgün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... İşte öyle anlarda beni sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli sesini severdim en çok... Ve aslında ben dahil, hiç kimseye aşık olamayacağını düşünür hüzünlenirdim... Ruyalarımın gül kokusu... Sonra birgün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri Sonra birgün şiirlerin başka bir aşkın kokusuna büründü... Yıkıldı tabuların...Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün... Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla... Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan... Seni sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce... Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu... O güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... Ama bir başkasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da olsa o nu koruduğunu farkedince bu avuntu da terketti beni... Yalanlarını bile kıskanır oldum. Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki... Gerçeğin acımazıs zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın... Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını... Ne çok sorguladım kendimi , nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı... Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni yanlış mı tanımıştım?... Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim oludğunu söyler dururdun... İsyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla... Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çekip giderdim... Özür diler gibi bir sesle , o nun geleceğini söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim... Karşında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim... Hep giderdim... Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini... Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki... Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu... Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum aslında içten içe hiç affetmedin beni... Sen çoktan parçalanmıştın zaten... Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi... Oysa ben, seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırıyordum... Bunu anlamadın mı sevgili? Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık... Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler. Farketmedim bile gittiklerini... Gittin... Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek oldu, seni sevmek... *******i kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu... Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek... Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu... Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek... Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz... Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım... Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım... |
Gittin...
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin."Ne olur öyle bakma bana" dedin enson... Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın... Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin. İçimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış aşk çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek... Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları... Gittin... İki aşkın arasında şaşkın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi evin, "sizin"di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin... O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev... Şaşardık bazen... ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir rityel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda, umurumuzda olmadan... Elin çaya uzanırdı... Tenim dudaklarını özlerdi... Bir sözüm şiirin olurdu... Demlenirdik. Gömüldükce düşlerin o büyülü uykusuna, aşkımın kalbimdeki ilahi melodisi çalınırdı kulaklarına birden. nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu... Ruhlarımızın biryerlerde buluştuğuna, düşlerimizin biryerde kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin. İşte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o yaralı çocuğunun... İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle anları severdim... Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük , o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak , seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen herşeyi, şu yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek... Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için... Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona binbir yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek... Sana kahvaltı hazırlamaktı... Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup "sen varya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukca inanmaktı... İnce ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeydinyağı ve limon gezdirilmiş domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı... Hayatına eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete şaşırmaktı seni sevmek... Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin aşkınla yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü , gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafede , ayların günlerin telaşı ve suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece hayranlıkla seni, o hepimiz gibiliğini seyrederken, masanın altından bir türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanına inanmaktı... Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanrı'nın bu aşk için gönderdiği bir işaret olduğuna inanmaktı... Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti. Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı... Her dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer gibi... Seni sevmek, aşkın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... sokaklarda tek bir tanıdık simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan aşkını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok uzaklarda bırakmaktı... Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes alabilmek için *******i saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti... Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti... Bazen bu bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum... şaşırırdım. Çünki, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yokeden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan vazgeçtiğin, yaşadığın hayalkırıklıklarıyla çok uzun zamandır kaybettiğin o aşk duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya direnmekti... Kalbine inançla aşk tohumları ekmekti seni sevmek... Sevmek o yitirdiğin aşk şarkısı adına sana umut vermekti... Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı... Koparmamaktı kanatlarını... Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye yeltenmemekti... Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı olmaktı... Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti... Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi... Birgün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... İşte öyle anlarda beni sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli sesini severdim en çok... Ve aslında ben dahil, hiç kimseye aşık olamayacağını düşünür hüzünlenirdim... Ruyalarımın gül kokusu... Sonra birgün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri Sonra birgün şiirlerin başka bir aşkın kokusuna büründü... Yıkıldı tabuların...Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün... Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla... Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan... Seni sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya çalışmak oldu sessizce... Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu... O güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... Ama bir başkasını incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da olsa o nu koruduğunu farkedince bu avuntu da terketti beni... Yalanlarını bile kıskanır oldum. Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki... Gerçeğin acımazıs zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın... Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını... Ne çok sorguladım kendimi , nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı... Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni yanlış mı tanımıştım?... Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim oludğunu söyler dururdun... İsyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp, sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla... Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çekip giderdim... Özür diler gibi bir sesle , o nun geleceğini söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim... Karşında ben otururken, onunla saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim... Hep giderdim... Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini... Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki... Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına kapılmak oldu... Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum aslında içten içe hiç affetmedin beni... Sen çoktan parçalanmıştın zaten... Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi... Oysa ben, seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren bu deli aşkı cezalandırıyordum... Bunu anlamadın mı sevgili? Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu artık... Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip gittiler. Farketmedim bile gittiklerini... Gittin... Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu, sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek oldu, seni sevmek... *******i kokuna hasret yatağımda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu... Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu, sevmek... Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana tekrar sarılmak oldu... Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi aşkımla delirmek oldu seni sevmek... Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki yürek" gibiyiz... Sen benim şizofren aşkımsın... Ben senin kanayan vicdanınım... Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım... |
Sahibini Arayan Mektuplar
Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar... Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, isteğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum. Aydınlık! sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılılışımızın korkunç karanlığından. İçimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncelerimizi tırmalayan o kanlı pençeden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz. Haydi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudakalrından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum. Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden. Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşadığımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına göemceksek hiç yaşamayalım. Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları. Bana "gel" dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde. Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim. Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. İnan, ben hep sen olacağım, baştanbaşa sen olduğum için. Aşkta kaybettiklerimizi dostlukla tamamlayalım. Gel, aydınlık, bizi bekliyor.. |
Hayalleri olmalı insanın.
Hissetmeli yüreğinden gelenleri. Yaşamalı ölmeyecek gibi. Duymalı içinden gelen sesi Bir okun Yayından fırladığı gibi Saplanmalı yüreğine. Tasaları bir yana Hüzünleri arkasına koymalı Dönüp de bakmamalı Uçmalı bulutlara Hem de bembeyaz düşlere Masmavi gökyüzünde Süzülüp süzülüp Konmalı Yârin yüreğine. Düşleri olmalı insanın Hiç uyanmamacasına Sabahları kovmalı Yıldızlarda koşmalı Güneşlerde yanmalı Velhasıl doya doya Bitmeyecekmişçesine... süleyman özbaş |
Sevgi Pınarı
Bir sevdadır dizelerle dile gelir Umutlar kabarır gönüller güle gelir Fışkırır kalplerden şiir seven gönüllere Gönüllerde tufan olup name olur dillerde Kimi sevdadır kimi aşktır dizenin adı Kimi hüzün kimi hazin kimi umuttur tadı Bazen Yunus’dan Bazen Karacaoğlan’dan Bir sevgi pınarı gibi kucaklar Mevlana’dan Duygular yoğrulur hecelerden kelimelere Nakış nakış işlenir duygular cümlelere Aruz olur ,hece olur ,serbest olur, vezinlerde Dörtlük dörtlük, kıta kıta ,akar dizelerde Sevgi pınarından akan duygular şiir olur Bu sevgiyi dizeleri ile şair bir bir dokur Sevgi seli toplanır şiir seven gönüllerde Bir şarkı olur,bir türkü olur sunan dillerde |
Koskoca bir bahçede
Demetler içinde bir papatya. Aşık olmuş, yanmış, tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana... Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla Saatlerce ilgilenmesini. Buz gibi suyunu Sadece ona döksün istiyormuş... Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları. Kıskanıyormuş bahçıvanı Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden. Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını... Bir gün, Aşkı öyle büyümüş ki, Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş. Eğilivermiş boynu. Toprağa bakıyormuş artık. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş. Bunada sükür diyormus. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek. Zaman akıp gidiyormuş. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bi kerecik daha görsem yüzünü diyormuş. Yanıp tutuşuyormuş... Ve işte bir gün.. Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış. İncecik bedenini ellerinin arasına almış. Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş Bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı. Hâlâ göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye. Gelen giden yokmuş... Kahrından ölecekmiş papatya. Ama işte bir sabah, Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış. Derin bir oh çekmiş. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş. Başka birisiymiş. Adamın elinde bir de makas varmış. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru Ne güzel açmışsın sen öyle demiş. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış... Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini, O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış. Bir de o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş, Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini. O, her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş. Belki, ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş, Ama onu asluında hep sevmiş. Papatya anlamış artık. Sevgi; emek istermiş... Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini, Teşekkür etmiş ona içinden.. Son yaprağı da kuruduğunda, Biliyormuş artık... Gerçek sevginin, söylemeden, Yaşamadan ve asla kavuşmadan Varolabileceğini... |
Nedenin yoktu her zamanki gibi,
Sadece öyle istiyordun yine tüm bencilliğin ve umursamazlığın ile. Gitmem lazım dedin sadece kısık bir sesle. Çok kısa bir süre baktın gözlerimin içine.. Ama sonra nedense hemen çektin gözbebeklerini.. Kim bilir?..Korktuğun içindir belki de!! Ya da içimde yaktığın ateşin kıvılcımları sıçramasın diye gözbebeklerine.. Yanaklarıma iz yapıp dudaklarıma dokunan gözyaşlarımı fark etmedin bile. Kim bilir?..İçime akıttığım içindir belki de.. Ağzımı açabilsem..Ah!! Bi konuşabilsem,sorabilsem neden diye..Ama cevap çok belli, Neden yok belli her zamanki gibi yine! Değiyor mu bilmiyorum bunca gözyaşı bu adice terk edişlerine.Bırakıp gitmeyi erkeklik belledin herhalde!!Canımı yakıyorsun,gitmem lazım diyorsun ve sonrasında tek kelime etmeden öylece duruyorsun.Beni öldürüyorsun,haberin yok ki bu aşktan ,aşıktan sanane!! Katlanamıyorum seninle sensizliğe.En önemlisi de sessizliğine.Ya git artık ya da bir şey söyle.Sustuğun her saniye ömrümden çalıyorsun belli belirsizce.Değiyor mu bilmiyorum bunca gözyaşı bu adice terk edişlerine.Olsun ben yine de seni seviyorum kalan tüm benliklerimde..Ama yeter artık ya git ya da bir şey söyle..!! |
Yoklugunda ne atesleri hasretimle yaktim da,
Bir seni yakamadim beni yaktigin gibi. cölde su, mahpusta gün, oructa ekmek gibi bekledim seni. Sense araya korkular koydun, Yasaklar koydun, Bitmez tükenmez engeller koydun. simdi nerdesin diye sakin sorma. Sen cagirdin da ben gelmedim mi? Sen varken darilmazdim ciceksiz baharlara, Yagmurlu havalara, bu kasvetli aksamlara. Sen varken; Bakip iclenmezdim tren istasyonlarina, Otobüs duraklarina... Sen varken ayrilanlara aglamazdim... Yikilmazdim biten sevdalarin ardindan, Gidenlere küsmezdim, Kalanlara acimazdim... Sen varken böyle üsümezdim,titremezdim. Masumdum, cocuklar gibi. Böyle delirmezdim,küfretmezdim... Hele ölmeyi hic düsünmezdim. simdi soruyorum sana: Adi sevdaysa bu cehennemin, Sen yaktin da ben yanmadim mi? Biliyorsun; Bütün acilarina yesil isik yaktim olmadi. Bütün korkularina arka ciktim olmadi. Daglara merdiven dayadim olmadi. Haziranda kar oldum yagdim avuclarina olmadi. Sevdim olmadi,yandim olmadi,taptim olmadi. Artik benden pes! Bu askin biletini istedigin gibi kes! Nasilsa gidiyorsun. Biliyorum, git... Ama ardinda; Aglayan bir cift göz, Paramparca bir yürek, Ve yikilmis bir dag görmek istemiyosan; cek silahini,daya sirtima, Titrersem namerdim... Sen vurdun da ben ölmedim mi? Ahmet Selçuk İlhan |
Seveceksen BÖyle Sevmelİyİm
Bİr Gece Dİlİm Tutulmali Ay GÖkteyken, Gİrdabina DÜŞmelİyİm YalnizliĞin İhanetİn Adini Bİlmemelİyİm Ya Da UĞramamali Yalanlar Beynİme. Zİndandan Mektuplar Yazmaliyim Penceremde Bİr Karanfİl Solmali, İÇİmde TebessÜmler.. Bİr Yakin İklİm Olmalisin Bana. Ah Ederken, GÜn GÖrmemİŞ Bİr Yildiz Kaymali. Seveceksem BÖyle Sevmelİyİm YaŞayacaksam BÖyle.. BaŞucumda Kara Bİr Kİtap Bulunmali Her Sayfaya Adimi Yazmaliyim. Hayallerİm GÖkte YildizlaŞirken, Lanet Etmelİyİm Şansima, TutunamayiŞima Aklima GeldİĞİn Anlardakİ KahroluŞuma Seveceksem BÖyle Sevmelİyİm, Kahrolacaksam BÖyle.. Bİr BaŞkasi DedİĞİnde Dİk Olmaliyim Ya Da Yabanci Bİrİsİ, Senİn İÇİn İÇİmİn Kan Revanini GÖrmemelİsİn. Firtinalar Koparken İÇİmde, Dudaklarim SÜt Lİman Olmali Bİlmemelİsİn YÜreĞİmİn EzİklİĞİnİ Sevgİmİ DaraĞacina Asarken, Ellerİm Tİtrememelİ Seveceksem BÖyle Sevmelİyİm, Kaybedeceksem BÖyle.. Gİt Dersen Gİtmelİyİm, Yalandan Da Olsa GÖrmemelİsİn Benİ Arkanda Hep KÖŞebaŞlarindan Bakmaliyim Sana Her GÜn Hayalİn GeÇmelİ Kapimin ÖnÜnden Sana Benzeyenlerİ Sen Sanmaliyim Seveceksem BÖyle Sevmelİyİm, Kanacaksam BÖyle.. Veda Edeceksem BÖyle Etmelİyİm Yaninda Bİr Yanini Da GÖtÜrerek, Sessİzce Ayrilmaliyim Bu Dİyardan. Ben MeÇhule KariŞirken, Sen Kirmizi Bİr GÜl Bulmalisin..(?) Ecel BaŞucuma Dayanirken Kİmse Bİlmemelİ Seher Vaktİ Kapim Çalinmali Sen Uykudayken, Alem Uykudayken DÜŞlerİm, Ümİtlerİm, Hepsİ Uykudayken.. Ümİdİmİ İsmİne GÖmmelİyİm! GÖzlerİm BoŞluĞa Bakarken, Hafİften Bİr YaĞmur YaĞmali Seveceksem BÖyle Sevmelİyİm, Öleceksem BÖyle! |
BENİ UNUTMA
Bir gün gelir de unuturmuş insan En sevdiği hatıraları bile Bari sen her gece yorgun sesiyle Saat on ikiyi vurduğu zaman Beni unutma Çünkü ben her gece o saatlerde Seni yaşar ve seni düşünürüm Hayal içinde perişan yürürüm Sen de karanlığın sustuğu yerde Beni unutma O saatlerde serpilir gülüşün Bir avuç su gibi içime, ey yar Senin de başında o çılgın rüzgar Deli deli esiverirse bir gün Beni unutma Ben ayağımda çarık, elimde asa Senin için şu yollara düşmüşüm Senelerce sonra sana dönüşüm Bir mahşer gününe de rastlasa Beni unutma Hala duruyorsa yeşil elbisen Onu bir gün benim için giy Saksıdaki pembe karanfilde çiğ Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen Beni unutma Büyük acılara tutuştuğum gün Çok uzaklarda da olsan yine gel Bu ölürcesine sevdiğine gel Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün Beni unutma.. |
Seni Seviyorum
Ne güzel şey seni seviyorum demek Sevdiğini söyleyebilmek ne güzel Her baharda gece gündüz her saniye Seni seviyorum Seni seviyorum Seviyorum seni diyebilmek ne güzel Bir kere sevdaya tutulmayagör Ateşlere yandığının resmidir Aşık dediğin mecnun misali kör Ne bilsin alemde ne mevsimidir Çünküsü yok nedeni yok sevmenin Zamanı hiç yok, dakikalar zaman üstü Utangaç bir gecenin kucağında Yağmurlar vuruyor pencereme Aşkın vuruyor kalbimin kıyılarına Gecenin bu çıldırtan yalnızlığında Aşkın ayak seslerinin duyuyorum yüreğimde Ve hasretin içimde Seni seviyorum Sesinin duymak istiyorum uyumadan önce Sabahlara kadar konuşmak Hiç kapatmamak telefonu Aynı düşlere uyumak sonra Ve uyanmak aynı güneşe Bir kere sevdaya tutulmayagör Ateşlere yandığının resmidir Aşık dediğin mecnun misali kör Ne bilsin alemde ne mevsimidir Daha bir güzelleştim son günlerde Gözlerimin içi parlıyor Kabıma sığdıramıyorum aşkı Gülmek geliyor içimden Sokaklarda koşar adım yürümek Tanıdık tanımadık herkese selam vermek Merhaba ülkemin güzel insanları Hepinize hepinize merhaba Sizi de seviyorum Yağmuru, denizi, kokusunu toprağın Gökmavisinde güvercinleri, martıları Dağ eteklerinde gelincikleri seviyorum ateş kırmızısı Bindallılarıyla köy kızlarını Ve elleri hamur kokan anaları Hepsini sende seviyorum Seni seviyorum Bir kenara mahsun çekilen içim Yemeden içmeden kesilen içim Sensiz/yarsız uykuyu haram bilen için Ayrılık ölümün diğer ismidir Senin sevdiğin gibi topluyorum saçlarımı Siyah kazağımı daha çok yakıştırıyorum kendime Ve daha çok seviyorum limonlu çayı Senin sevdiğin herşeyi seviyorum Türkülerini memleketinin Feneri ve kara kartalı senin için Davamızı ve şiiri sende seviyorum Seni seviyorum İyi ki doğdun İyi ki varsın Doğum günün kutlu olsun Seni çok seviyorum Seni çok seviyorum Yaşamaksa seni sevmek Ben hiç ölmedim Seni seviyorum |
SEV YETER
Ömrümüzün son kertesinde, Yıllanmış şarap diliminde... Baharla birlikte yeşeren, Rengârenk çiçekleriyle Gönül rahatlatan fidanlar gibi Taze ve tertemiz aşklara Kucak açmıştık... Kurak yazlar, Acımasız sonbahar... Sararan yapraklar, Çıplak kalan fidanlar gibi Yanlış insanlar, Su vermeyen eller... Yorgun bıraktı yüreğimizi. Finalini oynarken ömrümüzün, Sona yaklaşıyoruz artık... Zaman yanlıştı ama Çevresine saçtığı ışıltı, Güzelliği doğaldı Kırçiçeğimin... Gözüm yok saltanatta, güzellikte Kırçiçeğim... Sen, Beni sev yeter... |
Ne ağzımın tadı var ne canda huzur
Gönül nasıl derin bir kederde Aşkından ümidi kestim hiç olmazsa Evim şenlensin sohbete gel de Sen hiç farketmeden kalp kırmadın mı Merak edip vicdanına sormadın mı Ne yaptım ben sana bu kadar nihayet Ben de bir anadan doğmadım mı Bir daha olmaz Bin kere tövbe Kan davası mı bu Bu nasıl öfke Perişanım şimdi mutlu oldun mu Başını yastığa rahat koydun mu |
Aşk ikidir sevgi bir;
Aşk yalan,sevgi gerçektir. Aşk sudur,sevgi susuzluk. Bu yüzden sevgi hasrettir, Özlemektir,beklemektir. Asıl maharet: Susuzken suyu içmek değil Karşısına geçip seyretmektir. Aşk haykırmaktır,sevgi ağlamak; Aşk açmaktır,sevgi katlamak. Sevgi saklamaktır Yüreğini,gözlerini Ve de ellerini saklamak Bahar geldiğinde… Bir çiçeğe,yeşile,çimene Aşık olamazsın ama seversin. Arkadaşına aşık olamazsın Ama seversin. Toprağa fidanı aşkla değil Sevgiyle dikersin. Sevgi için ölünür,aşk öldürür. Aşk kıskançtır,nankördür Sevgiyi öldürür. Aşk Kabil’dir,sevgi Habil. Aşkla sevgi aslında kardeştir Babaları insandır,Adem’dir Aşk için şiirler yazarsın, Şarkılar yaparsın; Sevgiyi anlatamazsın. Çünkü yüreğine sığdıramazsın. Kalbini aşka kapatabilirsin Ama sevgiye kapatamazsın Sevgi gizli,aşk aşikardır. Yüz vermeyince unutursun Sen aşığım diye daha kendini kandır. Dedim ya sevgi gerçek,aşk yalandır. Dahası da var: Aşkın gözü kördür, Fazla naz aşık usandırır; Aşk oyun,aşık oyuncaktır. Sevgi ise yaşamdır,hakikattir. Aşk aceledir, Sevgi usul usul sabırlıdır. Acele işe hem şeytan karışır. Aşk ateşlidir Çünkü hastalıklıdır. Sevgi ılıktır Çünkü sağlıklıdır. Velhasıl bu iki kardeşin hikayesidir Aşka ve sevgiye dair.... güneşe doğru bakmak |
Bir heyecan
İçinden atamadığın Yaşansın Bitmesin dediğin İç çekişlerin Uçursun seni Sevdaya dair Her ne varsa Dilinden düşmesin Doya doya Kana kana Damla damla İçmeye kıyamadığın Bir sevda bunun adı Baktığın her yerde Gözünden gitmeyen Bir hayal bu Adını andığın Yürek yanığı Devasa bir duygu Bağımlılığın Hiç bitmeyen Bulutlara taşıyan Gönül tazesi Umut dolu Nabız atışın… 01.09.2007 Süleyman ÖZBAŞ |
Yasamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yasayacaksin bir sincap gibi mesela, yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiçbir sey beklemeden ,yani bütün isin gücün yasamak olacak. Yasamayi ciddiye alacaksin, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleginle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmedigin insanlar hem de hiç kimse seni buna zorlamamis hem de en güzel en gerçek seyin yasamak oldugunu bildigin halde Yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi, yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil ölmekten korktugun halde ölüme inanmadigin için, yasamak yani agir bastigindan. Diyelim ki, agir ameliyatlik hastayiz, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün degilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de gülecegiz anlatilan Bektasi fikrasina, hava yagmurlu mu, diye bakacagiz pencereden, yahut da sabirsizlikla bekleyecegiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüsülmeye deger bir seyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanip ölmek de mümkün. Tuhaf bir hinçla bilecegiz bunu, fakat yine de çildirasiya merak edecegiz belki yillarca sürecek olan savasin sonunu.Diyelim ki hapisteyiz, yasimiz da elliye yakin, daha da on sekiz sene olsun açilmasina demir kapinin. Yine de disariyla birlikte yasayacagiz, insanlari, hayvanlari, kavgasi ve rüzgariyla yani, duvarin ardindaki disariyla. Yani, nasil ve nerede olursak olalim hiç ölünmeyecekmis gibi yasanacak... Bu dünya soguyacak, yildizlarin arasinda bir yildiz, hem de en ufaciklarindan, mavi kadifede bir yaldiz zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamiz. Bu dünya soguyacak günün birinde, hatta bir buz yigini yahut ölü bir bulut gibi de degil, bos bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlikta uçsuz bucaksiz. Simdiden çekilecek acisi bunun, duyulacak mahzunlugu simdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yasadim" diyebilmen için... |
Anladım sonu yok yalnızlığın
Her gün çoğalacak Her zaman böyle miydi bilmiyorum Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak Alışır her insan, alışır zamanla kırılıp incinmeye Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette Bekliyorum bekliyorum bekliyorum Hadi gelin üstüme korkmuyorum Bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret Yokluğunla ben baş başayız nihayet Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette Bekliyorum bekliyorum bekliyorum Hadi gelin üstüme korkmuyorum |
Al kucağına beni
Bakışlarında tazeleneyim Buselerinle hayat bulup Ömrümü sana vereyim Coşkum bitmesin Yanacaksam senle yanayım Dokunuşların alsın beni Götürsün Uçursun bir kuş gibi Kanatlarında bizi Taşısın sonsuza Sevdamızı Yüreğinden çıkarma Kalayım orda Elvedalara elveda Diyelim Yeni bir başlangıç Bitmeyen bir umut olsun Güzel sevdamız… |
Keşke Dememiş Olsaydım
Keşke, yaşadığımı yaşayanım olsaydın Kuşların kanatlarını uçurup Sana gönderdiğim mektupları alsaydın Ve yağmur ıslatırken saçlarını Yağmurun üzerine yağan ben olsaydım Keşke, hislerimi hissedenim olsaydın Kışın soğuk günlerinde Yaktığım güneşlerde ısınsaydın Kâğıtlarla kalemlerin üstüne Yazdığım şiirleri okusaydın Keşke, ışığımı aydınlatan olsaydın Doğudan alçalıp, batıdan yükselirken Akşam doğup, sabah batan Ve Işığını aydan alan güneşime Işık olsaydın Keşke, ağırlığıma yük olsaydın Ben onları değil Onlar beni aşmak isterken Omzunu verip, atsaydın dağları omzumdan Seninle bile paylaşamadığım seni Bana getirseydin Keşke gözlerime göz olsaydın Saçlarımla ağarttığım karları Sen görseydin Martıların kanatlarında asılı gözyaşlarımı Sen silseydin Rüyalarımda ıslattığım suları Sen içseydin Uykuyu bile misafir almayan gözlerimin önünde Bir serap gibi kalsaydın Gözlerimde yüzen denizlerde Yüzen sen olsaydın Keşke, 'Keşke' dememiş olsaydım Aşkına aşık bu yüreği Koparıp alsaydın benden Sadece kalsaydı beden İnan üzülmezdim buna Madem ki sen yoksun Bu yürek, bu beden fazladır bana Keşke, sen de bir örümcek ağıyla bağlansaydın Ben delicesine bağlıyken sana.... |
Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gök gürültüsü yalnız Karıştırdı ortalığı bir süre Gök akıttı bir parça yağmurunu Ve deniz kuşları umutsuz Arıyorken kokularını gölgelerinde Sıyırdı bir iki bulutu güneş de Yığılıp kaldı yorgun Denizin gözbebekleri üstünde. Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı Gök gürültüsünü de barındıran içinde Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden Tiz bir çıngırağı andıran Benzeyen zil sesine de Daha önce unutmuşum gibi denizde Yankılanıp durdu ara vermeden. Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk İki tek ağustosu çarpıştıran Sızdıran kanını bu yaz gününe Yaşayan bir mutluluk? Ve işte kaç yerinden kesilmiş ki ellerim Bekletip durdu da acısını bunca yıl Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme. Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de Yıllarca beklemişti kendini Yeşimden sapı olan bir kılıçla Bense ne içimi yakan rüzgarı Ne denizdeki yangını, ne gök gürültüsünü Duymuş gibi olduğum sesleri de değil Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca Bir çürük dişle alnımdaki İki üç kırışığı yedeğine takmış da. Özledim ilkelliğimi dalgalarında Buldum savaşı bitmez derinliklerini karıştırdıkça bir kargının ucuyla Gördüm, bekliyordu kendini de o da Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi O turuncu ruh, değişken İzledim onda ilk oluşumu sanki Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden. İşledim payıma düşen her görüntüyü Kamaştı gözlerim kıyıya varınca Rüzgarın itişiyle kumlarda Durmadan yer değiştiren Sayısız siren iskeleti Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu Tarihin onlara bağışladığı Bu garip rastlantıdan Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi Kemikleri som altından. Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin. Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi Tanrım! tunç bir kapı kilidi Bronz bir sokak Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı Kim bilir kimin külrengi kalbi Tanrım! Neden herkes başka tarafa bakıyor Neden herkes başka biriydi. Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan Arı kümeleri taşların arasında Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi Uçuşuyordu da Ağır ağır yanıyordu da şehir Yanmayan kadınlar gördüm Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım. Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda Bir büyü gösterilirdi Bir kuyu sezdirilirdi Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda. Akşam geri verince bana gözlerimi Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:11 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.