![]() |
Kİralik Konak Üzerİne
Kiralık Konak, Yaban'ın popülerliği bir yana bırakılırsa gerek içeriği,
gerek kişilerinin işlenişi, gerekse kurgusu bakımından Yakup Kadri'nin romanları arasında önemli bir yer tutar. Türk romanının köşe taşlarından oluşu, değerini günümüzde de koruması ise konu edindiği gerçekliğin, değişik boyutlarda da olsa sürmesinden gelir. Türk toplumunun tarihsel gelişim sürecinde ilk belirtileri onsekizinci yüzyılda görülen ve Tanzimat'la somutlaşan Batılılaşma olgusuna bağlayabileceğimiz bir gerçekliktir. Bu Kiralık Konakla Yakup Kadri, altyapısından üstyapısına bir değişim sürecine giren Türkiye'de, bu sürecin sonucu olan bir sorunsalı getirir gündeme. Zaman dilimi olarak da bu sorunsalın belirgin biçimde yaşadığı ikinci Meşrutiyet dönemini seçer. Hüküm Gecesi'nin önsözünde de belirttiğim gibi, İkinci Meşrutiyet salt mutlakiyetçi yönetimin sona erdirildiği siyasi bir devrim olarak ele alınamaz. Geleneksel toplum yapısının çözüldüğü, sınıflaşmanın belirginleştiği bir tarih sürecinde sivil-asker bürokratların, dışa bağımlı egemen güçlerin desteğinde yönetime el koyması olayıdır temelde. Ama Türk burjuvazisi üretim güçlerini geliştirecek, üretimin toplumsallaşmasını sağlayıp hızlandıracak güçte olmadığı, değişim toplumun kendi iç dinamiklerince belirlenmediği için çöküntü durdurulmadı, tersine hızlandı. Böylece, Türkiye'nin yukarıdan aşağıya kapitalistleşmesi süreci içinde, yapı kendi iç dinamiğiyle değişmedi. O zaman doğrudan doğruya saldırıya uğrayan doğa kendisi değil, hayat tarzı, değerler, ahlak, kısacası kültür oldu. (Murat Belge, Birikim, s. 2, 1975). Bu açıdan bakılınca yapısal bir çözülüşün, toplumun bütün kesimlerine, hayata yansıyan bir çöküntünün romanıdır, Kiralık Konak. Değer yargılarının alt üst olduğu bir dönemi kuşaklar arası çatışmayı odak alarak anlatır Yakup Kadri. Batıya öykünme ve bu öykünmenin yarattığı toplumuna yabancılaşma olgusu, dünya görüşünün, buna bağlı olarak da yaşama biçiminin,değişmesi, insanlar arası ilişkilerdeki yozlaşma romanın çatısını oluşturur. Roman kişileri de bu çatı içinde ve sınıfsal konumlarıyla yansıtılır. Naim Efendiler bu yaz Kanlıca'ya taşınmadılar. Zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok adetler değişti cümleleriyle başlayan romanın ilk sayfalarında Yakup Kadri, Tanzimat'tan, Meşrutiyet'e İstanbul'un ve redingot dönemleri olarak ikiye ayırır yaşayan tarihsel süreci. Giyimden yola çıkılarak yapılan bu saptama gerçekten de bir kültür değişiminin somut göstergelerini getirir. Abdülmecit döneminin İstanbul'un giyinmiş ölçülü, zarif, namuslu birer aile babası ve kibar konak reisi olan İstanbul Efendisi yerini ikinci Abdülhamit döneminin redingotlu, yan uşak, yarı memur, ikiyüzlü insanına bırakmış; dolayısıyla görkemli konak hayatı da köşk hayatına dönüşüvermiştir. Sonuç olarak ne yaşayışın, ne düşünüşün, ne giyinişin kendine özgülüğü kalmış; her şey geleneğin dışına çıkmıştır. Burada Yakup Kadri'nin, değişimi biri ötekinin içinden çıkan ve birbirine bağlı, birbirini izleyen aşamaların oluşturduğu bir süreç olarak toplumsal fonu ustalıkla çizdiğini söylemek gerekir. Nitekim romanın başkişilerinden Naim Efendi'nin tanıtımı hemen bu satırların ardından gelir. Onu öteki kişiler izler. Bütün hatıraları, bütün zevkleri, bütün muhabbetleri, kendisini güldüren ve ağlatan her şey mutlaka bundan kırk sene evveline ait olan Naim Efendi redingotlu nesle mensup olmakla beraber vücudu henüz körpe iken İstanbul'un içinde teşekkül ve tekemmül etmiş kimselerdendir. Damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey ise Alafranga hayat namına sabahtan akşama kadar bin türlü garabet yapan, kırk beş yaşında bir züppeden başka bir şey değildir. Birbirine bütünüyle karşıt bu iki tipin yanısıra Naim Efendi'nin torunları Seniha ve Cemil, yeğeni Hakkı Celis, Kasım Paşa'nın oğlu Faik Bey de üçüncü kuşağı oluştururlar. Böylece romanın ilk bölümlerinde belirgin yanları, duyuş, düşünüş ve davranış özellikleriyle anlatacağı kişileri sergileyen Yakup Kadri, bu kişiler arasındaki ilişkileri öyküleyerek olayı geliştirmeye başlar. Seniha-Faik, Seniha-Hakkı Celis ilişkisi çevresinde sözünü ettiğim sorunsalı kişilerinin dramını belirleyen ana olgu olarak gündeme getirir. Gerçekten Naim Efendi'nin dramı, kimi zaman benliğine dek sarsılsa, sonunda kendi içine kapanmayı seçse de toplumun gelişimine ayak uyduramayışından ya da değişmeye karşı direnmesinden gelmez. Tersine, torunlarına duyduğu sevgi onu her şeye boyun eğmeye, bütün aykırılıkları kabullenmeye götürür. Konağıyla birlikte parça parça dökülmeye, yokolmaya yazgılı bir sınıfın bireyidir o. İşlevi bitmiştir. Yapabileceği tek şey kendini zamanın akışınıa bırakmak, eskiyle yeni, alaturkalıkla alafrangalık arasında, için için birinciden, kafası ve yüreğiyle ikinciden yana tükenip gidecektir. Arkamızda bıraktığımız mazinin son feryadı ve önümüzde hissettiğimiz uçurumun ilk ürpertisi olarak... Ama çöken yalnız Naim Efendi değildir. Önümüzdeki uçurumun göstergeleri olan Seniha'yla Faik Bey de bir başka çöküntüyü yaşarlar. İkisinin dramı da bireysel olduğu ölçüde toplumsaldır. Frenklerin asır sonu diye niteledikleri, geçmiş ve şimdiyle bağlarını kopararak geleceğin akımlarına bağlanan Seniha, içi de dışı gibi durmaksızın değişen, okuduğu yabancı dergilerde, tiyatro oyunlarında, romanlarda tanıdığı tipleri hayata geçirmeye uğraşan genç bir kızdır. Değil dedesinin, babası Servet Bey'in düşüncelerini, davranışlarını bile ilkel, sakat ve şaşılası bulur. Boğulacak gibi olduğu konaktan da, ülkeden de kaçmak, kurtulmaktır tek isteği. Sürdüğü hayat, bütün hareketliliğine, bütün gönül eğlendiriciliğine karşın yavan ve tekdüzedir ona göre. Oysa Avrupa'da, Avrupa'nın aydınlık ve bayındır kentlerindeki hayat ne kadar başkadır. Çölde yürüyene serap neyse, Seniha'ya da Avrupa odur bir bakıma. Faik Bey'e yönelişinin bir nedeni de budur. Çünkü Faik Bey, Avrupa'nın birçok kentini dolaşmış, o hayatı tanımaktan da öte yaşamış bir gençtir. Küçük yaşından beri Avrupa'da bulunduğu için bir frenk zarafeti ve mahareti edinmişti, Batılı bir salon adamının bütün gösterişlerini özümsemiş, varlığına sindirmiştir. Onunla karşılaştırıldığında beceriksiz, çiğ, züppece davranışlarıyla bayağılaşan yaşıtları arasında kolayca sivriliverir bu nedenle. Ayrıca yorgun ve aynı zamanda hummalı bakışıyla da kadınların gözdesidir. Aile bireyleri dahil çevresindeki insanları dillerini anlamadığı, davranışlarından ürktüğü başka cinsten birtakım mahlukat gibi gören Seniha'nın, özlediği hayatın bir parçası olan Faik Bey'e eğilim duyması, bu eğilimin genç kızlık duygularıyla birleşerek yakıcı bir tutkuya dönüşmesi doğaldır. Yine de bu aşkın bir yanardağ gibi ansızın patlayıp somutlaşması için konaktaki görece özgürlüğün dışında afrodizyak bir ortam gerekecektir. Kahramanlarını Büyükada'ya taşır Yakup Kadri. Delikanlılara, taze kadınlara, içkiye ve saza düşkün halanın köşkünde Diyonizos şölenlerini andıran bir kır yemeğinin ardından gecenin mehtabıyla birlikte aşk sökün eder. Beklenen sonucuna, evliliğe ulaşmayan bu aşk geçerli değer yargılarıyla çatışan bir ilişkiye dönüşmekle kalmaz, aile kurumunu sarstığı gibi kahramanlarını da çöküntüye götürür. Dengesini yitiren Seniha, zengin biriyle evlenerek özlediği hayata kavuşma düşleriyle oradan oraya savrulur. Terkedilen Faik ise artık eski uçarı, çapkın Faik değildir. Tutkusu yerden yere, çukurdan çukura sürüklemiştir onu. Burada, Yakup Kadri'nin, kişilerini ele alış ve yansıtışında göze çarpan bir noktaya dikkati çekmemiz gerek. Değiş me olgusudur bu da. Romandaki birincil kişiler hayatla ilişkilerinin gelişim sürecinde, bilinçli ya da bilinçsiz değişime uğrarlar. Naim Efendi, Seniha ve Faik Bey adım adım olumsuzluğa yuvarlanırken, Servet Bey yeni yaşama biçiminin ürünü olan Şişli'deki bir apartman katına taşınır, iş adamları, nazırlar, yabancı zenginlerle düşüp kalkmaya başlar. Olumlu sayılabilecek tek değişme ise Hakkı Celis'te görülür. İlk bölümlerde duygulu, düşsel bir dünyada gezinen, Edebiyat-ı Cedide'nin o ünlü solgun benizli tiplerini anımsatan Hakkı Celis Seniha'ya duyduğu sevgi karşılıksız kalınca, hele sevdiğinin ve çevresindeki kişilerin aşk anlayışlarının başkalığını görünce önce boşluğa yuvarlanacak, savaşın başlamasıyla gerçeğin ayrımına vararak yeni bir sevgiye, millet sevgisine sarılacaktır. Naim Efendi'yi de yalnız o terketmez. Değişen hayatın darbesini ikisi de aynı insandan, Seniha'dan yemişlerdir çünkü. Ama hayatın gerçek yüzünü gören, katıldığı askeri eğitimden bambaşka bir insan olarak çıkın eskiden yazdığı bütün şiirleri yakmak isteyen, Seniha'nın ve Faik Bey'in kişiliğinde Batılılaşmanın yarattığı yeni insan tipini kıyasıya eleştirip kurtuluşu ulusçulukta arayan Hakkı Celis de yokolmaya yazgılıdır. Çürüyen bir düzenin bireyidir o da. Değişen, uçurumun kenarına gelen Seniha'yı sevmiyordur gerçi, ama içindeki, geçmişteki Seniha'yı da söküp atamamıştır. Bir duygu ve düşünce çatışmasını bütün benliğiyle yaşar. O çevrede, o insanlar arasında yeri yoktur artık, o hayatın dışında kalmayı seçmiştir. Bu seçimse onu boşluğa itecek, hayata tutunamayınca ölüme sığınacaktır. Denilebilir ki Yakup Kadri romanını karşıtlar üzerine kurmuş, olayların ve kişilerin geliştirilmesinde çatışma olgusundan yararlanmıştır. Temeldeki çatışma eski-yeni, Doğu-Batı kavramlarıyla açıklanabilir kuşkusuz. Belli bir sınıfın yaşama biçimindeki değişme, aileyi dağıtıp eskinin simgesi konağı kiraya çıkarttırırken seçeneği olan apartman dairesini getirir. Naim Efendi'nin simgelediği sınıf çökerken de savaş koşullarını değerlendiren iş adamlarının oluşturduğu yeni bir sınıf türeyecektir. Naim Efendilerin kalıntıları, Hakkı Celislerin cesetleıl üzerinde... Bütün değerleri, kutsal bilinen ilkeleri, insanlar arası ilişkileri maddeye dönüştürerek, metalaştırarak... Yakup Kadri'nin, anlattığı toplumsal çözülüşü yeni bir oluşumun geçiş evresi olarak aldığını, görünürdeki yozlaşmanın toplum yapısına ilişkin görünmeyen nedenlerini kavradığını söyleyemeyiz. Eleştirinin ötesine geçemeyişi, olumsuzlamadan kurtulamayışı da buna bağlanabilir. Ama yansıttığı toplumsal gerçekliğin doğruluğuda yadsınamaz. İşte Kiralık Konak'ı önemli kılan bu niteliği, gerçekliğe, bağlılığıdır. Araştırmacılarca örnekleriyle kanıtlandığı gibi Seniha tipinin Madam Bovary'den alınmış olması da değerini eskitmez. Nereden, nasıl esinlenilmiş olunursa olunsun, önemli olan Türk toplumunun tarihsel gelişiminde yaşanan, bugün de etkilerini sürdüren bir gerçekliğin yansıtılması değil midir? |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:33 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.