![]() |
Adnan DURMAZ
Ad...
sen benim en güzel düşüm oldun kül olmuş bir günün akşamında bir daha içilmeyecek giz şarabın yaşadıkça korkuyorum büyü bozulur karabasan olur diye düş uzadıkça şimdi parmak uçlarımda ışıksı bir toz bırakıp giden kelebek vaktevvel bir ad ver bana bir adım olsun yalnızca senin bildiğin şiirden damıtılmış uykularımın arasında nereden çağırsan işiteceğim ve içinde pür gibi yeşereceğim beni andıkça ben yitmeden karanlıkta düş bitmeden vaktevvel bir ad ver bana... |
Ada; na
gülü dudağından bildim ikliminin sarhoşuyum nasıl anlatılır yakamoz fırtınası bakışlarına tutkum 0 yangın sokuluşun ayışığı soluyuşun anlatılamaz... el ayak çekilince gökyüzü damla damla inerdi yıldız vurdu beklediğim tüm kıyılara bir tek sen yoktun... denizler gördüm sen yedi deryalar geçsem bütün kara parçalarında dolaşsam yeryüzünün ölsem tükenmez kimsenin varamadığı 0 bakir adana vurgunluğum... |
Ağğyyy
ağy........... uzmanlar oturdular yüzleri ciddiyet boyalı birisi dedi bu antik bir heykel romadan kalmış olmalı amanın ne cici amanın ne bici bak şu kıvrımlara bukle bukle bir gözün ışığından bir elin damarından daha sahici diğeri öncekinden aşağı kalamaz ya dedi aman ne güzel koku nayır nolamaz evrensel bir şey bu uzaylılar yapar ancak yaparsa üçüncünün yüzünde derin ve bilge bir sükut efenim dedi olsa olsa bu zamanımıza gelmiş son put hepsi bir ağızdan aman aman bunu siz mi yaptınız bağyan bunu siz mi yağtınız bağy ağy ağy ağy ne kadar da fecisiniz acaip yeteneklisiniz siz var ya siz en siz efenim ne şahanesiniz gelmiş geçmiş en yüce yeteneksiniz tuttular yaladılar yediler yuttular gittiler ve sırada bekleyenler çok çok çok kralı çıplak gören deli dedi bunun adı bok ................... |
Ağlayışların
ağlayışların kırkikindi ağlayışların yüzüme yonttuğu derin uçurum ve ayrılıkların yıldırım düşmeleri içimde o yangın artığı kentler ve keder kum... boşalmış köylere vurdum zifiri ıssızlıkta hayaletler dolaşan yıkık sokaklar ve silmiş erguvani süpürgesi ölümün çocukları-sevdaları-düşleri her vurgunda biraz daha ıssıza vurdum da yürek atımı peşimde ihanetin arsız gülüşleri... anladım aşk değilmiş benimkisi aldanışın parçalanmış aynası kentler tükürüp kalabalık taşladıktan sonra düşlerimi gördüm yok olan ormanlardan kalan ardıç ağacıyım bozkırda bazan yurtsuz bir karınca kanlı ayak izleri hüznün yitik dizeleri göğün denizlerinde yüzerken ay ben orada kırık bir hayatın anlamında tektim ve yol kıyılarında hiçliğin girdabı bakışlarıyla göz göze geldiğimde ben o ölü köpektim... dokundum sözcüklerden nasıl akar mağmalar yaşadım bir köpek yüreğini nasıl dalar... ve anladım düşlerin maskeleri düştükçe aşk değilmiş benimkisi yıldırımın gök fidana çarpması... aşk değil-akarsuyun yanılması... ve her seferinde giyinip gece rengi harmanisini hüznün dönmek yarasını yalayan yabanıl bir hayvanca dönmek... ıssızlığına... ve kaldırımlarda senfonik yağmur animasyon hüzünler-makyajlı sözler çalıntı bakışlar-alıntı gülüşler-fabrikasyon düşler hastane kapılarında ölürken yoksul çocuklar nasıl tanımlardı yalnızlığın yürek kanında yeşeren türküsünü kuşkusuz aşk değildi benimkisi bir bozkır ağıdının gözyaşında ıslanması bir düşün sırtına hançerler saplanması... aşk oradaydı işte bir uzun havanın bin yıllık coğrafyasında kavalın içinde can olan nefes kanarken ayışığında... ne ses kamışa ne kaval nefese sahip değildi aslında yavri yavri yel eser türkü keser kekikler bir aşk kokusu yayılır havaya... yürek bir yıkık çoban çeşmesiyken dağ yamacında paylaşılamayan güzellikler gecede sızlarken onurun kızarmış bıçağıyla çıkardım yüreğimden kür bir kurşun gibi anladım anladım ki düş değil benimkisi düşaldanması aah aşk değil aşk değil kelebeğin ateşlerde yanması... |
Ak Bir Kanama
Ak bir kanama oldu bakışın Yasak duruşun uzak... Bir hayâl Nasıl acırsa onu kurana Kaldırımlarda bu kaçıncı sağanak... Sen bana bakma Alışkınım Dönerim yine Devasa ıssızlığıma... Hüzün diyordum giderken Onu masada bırak... Şimdi anlamadım Bu buluşmada Hangi an bir ömre bedel Beyaz bir kanama gibi acıma Gülüşünün sayfalarından Yüreğime değen İncecik bir yel Alışkınım Sen bana bakma Yıkılsın ne yapalım Onca zaman Geceye kazdığımız tünel... Aldanışlar Ve yanlış yapmalar ustası Ahmağın biriyim ben Utanırım yağmurlarda Şemsiyeyle gezmekten Ve hep geç kalanım Olunması gereken yerlere Zamanlara Bu başka bir aldanıştı Diz boyu Dizeler boyu Ak bir kanama gibi acıma... Kaldırımlara düşen Eski bir testi yüreğim Paramparça... Önemi yok Yine yoldaşım keder Sırtımı döner giderim Varsın yarım kalsın şiirler Başkasın ki Vardın gerçeğine başkalığımın Bir çoban türküsünün kanı Nasıl yabansa dağları bilmeyene Başkasın sen Kaldırımlara Barlara Ve şu ana dair Sanal ve uzak... Dilerim Matlığım silinir Kahkahalarınla Gözlerinden Haritalarında olmayan Bilinmez bir yerim zaten Bu yüzden Hoşça kal demeyeceğim... |
Akşamın Kanayan Sözü
gel ha gayri... meşe selim mor bulutum serçe masumu gözlüm bu bir kaval kanaması zamanın sinesinden sağılır gelir bir keder bahçesidir... her gönüle uç verir de açar bir zaman bir masal bohçasıdır bu yürek yürek değil ıssızda bir kuyunun delik kovasıdır beri gel allı turnam... türkü gülüşler taşısın gözlerin kendinde bul beni... sana gel... bana git bu sevdasına yitik karıncanın öyküsüdür akıp gider de allı telli bu kıraçta koyunların kukusudur... bulutların kokusudur... sabahın kokusudur... akşamın teri gecenin elleridir akıp gider de hayat... dokunur taşa dokunur ıslığa... onu kavislendirir... kayaya gül oyan sevdadır... ve biz geliriz... bir kahır... bir acı bir hay bir huy yağma sofrası bir ömrün haritasında tutsak geldiğini bilemeden sevdik de yaşamayı... sevdik teneke barakaları... kerpiç damları... yağmurda akan evlerde seviştik gece karanlıktı anlamadık... çözemedik... doğuştan hasretli bir suydu işte hayat ve öldük geride türküler bırakan karasevdalarda yana yana bir gün belki de bozkırdan kalkan bir toz hortumu olur da düşlerimiz savruluruz günahlarımız suçluluk duygularımızla bir gün belki adamı eşkıya düşüren sevdanın türküsünü bir çocuk gelir de söyler yıkılmış evlerimizden kalan son taşın üzerine oturarak beri gel... belki zaman da hiçtir her neyse yaşamın anlamı... onun en güzel andacı olsun ki aşkım sana bütün ciddi adamlar sultanlar öfkeler bar bar bağırmalar... başını taşlara vurmalar da yok olacak biz varız şimdi... gel de gör senim işte yokluğun... ömrümün gecesidir dağlar da ağlar... aslında uzun havalar yankılanır ya ahını zaptedemeyenin çığlığı kesilir taş olur doruklarında dağlar da ağlar bulutlar öperken saçlarını... gün her batışında kanatırken yüreğini taşlar da gülümser... o en eski usta aşkı nakşederken bağrına güler taş... hüzünden bakışlarında eğirerek sevdayı ne zaman bir kadın kilim dokusa sen beni aramaya çıkarsın yüreğinin gergefinde gül sağnar gel... artık gel sensizlikte dağlar da ağlar yıkılmış surların altında kaç ömür rüzgara dönüştü dağların ardında kaç sevda bulut olup yağdı çöle ferhadın yüreği sebil külüngü söz oldu... bütün dinler kovdu onu yağmalana yağmalana geldim de işte ömürdü azığım... sermayem yürek taşlandım sokaklarda ibreti alem için sensiz gözlerimi saçtım karanlığa yıldızlardır şimdi damıttığım düşlerim ekşiyip zehir oldu yenilgilerden geldim-yorgunum ellerin yok ve zaman ve rüzgar gel gayri gel yaşamak seninle başlar |
Amoryumlu Dilenci
yer yavşan gök yıldız akşam rengi gözlerinde ıssızlık oysa sen bilmezsin hırsız bir yürek dolaşır karlı gecede sokak itlerinden aç bozkırlarda ölmüş bir atın kafatasından çıplak şimdi ben tutup da geceyi sana versem kar döşenmiş kıraçları-korkunç dağları uzak melul yıldızları-ayrılık çalan kavalı neye yarar bir can solumuyorsa evvel zaman içinde-ırmaklar geçtim ben de yeğin atlar çatlattım-heybem dolu yıldız gözleriyle gece ışır tanrıçalar aradım sevdiğim-kemanım-üveyik türküm sizin oralardan geçtim daha sen doğmamıştın kuşkusuz kızıl bir hilaldi dudakların kuşkusuz dudakların arşipel sularında şafağa doğru yüzen bir iyon kayığıydı düş ve coşku toplardı gözlerin yakamozlardan akşamları samanyolu giyerdin sevdiğim aykırı türküm ölgün eylül ömürler geçirdik de geldik şimdiye kızıl saçlarına yaprak yağan yarimiz olmadı eşkıya soysa yanmazdım bu gönülü derelerde boğuldu hoyrat inceliğimiz evvel zaman içinde bir yerlerde kendimi yitirdim geldim ne bir şehir düştü ardıma ne atımın terkisinde bir sevda toynak vurdum da tipili dağ *******ine terkedilmiş evlere benzeyen yürek kapılarından geçtim gitgide duvarları yıkılan gitgide tavanları akan yağmurlarda muhacir güneşler kırıp yedim öfkemden kan akmış alanlarda yerlere çarparak yüreğimi varsın ötsün yalnızlığın baykuşu ah etmişsem utanacak değilim sonra kar yağdı sabahları taze ekmek gibi gülen günleri soydular gözlerine mil çekilmiş halklar yürüdü tarihin patikalarında oğulları kıyılmış anaların isyanını yaktılar çirkef sokaklarında bir dilenci gördüm kolları bacakları kopmuş alınmış satılmış yağmalanmış ordular geçmiş üzerinden tam da geberiyordum ki kederimden gözlerinde at koşturan bir kuşku dedim adın nedir dedim adın nedir dedim adın ne iki ırmak çağladı da gözünden dedi adım aşk şimdi bin yıldır aradığım yüreğimin terkisinde atımı ılgarladım yıldızlara merhaba ey yaşamak merhaba |
Anka
yıldızlar umuttan nakşedildi geceye ilmik ilmik ay aşktan doğdu bakmayın surlarını coşkudan sokaklarını düşten kurduğum kenti bir anda yıkabilirim kaç aşk var ki tarihimde yüreğimi ateşlere fırlatmışım belki delinin tekiyim- belki yabanılca korkak rotası şiirle çizili yelkeni gökyüzünden biçilmiş gemilerimi çıktığım ilk adada yakabilirim bazan bir tek bakışla dünyalar kurulur içimde bazan tek söz çöllere sürgün eder delisularımı kum savururum yalnızlıklarda taşlara çalarım rüzgârlarımı delinin tekiyim ben kendi kendini yakan o çılgın anka ve kendi küllerinden kendini yeniden yaratan |
Ateş Çiçeği-02
Kar’Üseyin araladı kapıyı Hatçe pusmuş oturur peykesine topak evin Kekikli bir yel kokusu Tüm sesler ölü Ne gök mavi - ne toprak yeşil - ne taş sert Ölene dek saldıracak tutsak bir yaban hayvanı İçinde kaynayan tiksinti - kin Kangal dikenleri gibi Batmaya hazır her yanı Kar’Üseyin’in kurbanı Pusmuş peykesine topak evin Yeryüzünün en kimsesiz insanı Bir çığlık / göğü yırtan bir yıldırım Akkor bir şimşek çakması Eşkıya başının ruhuna çarptı Yeryüzünün en kimsesiz kurbanı İsyan kustu avcısına Kanların altına aksın da yivrim yivrim Asıl ayaklarından ölüm koksun ortalıkta Yağlı kurşunlara gel Hatçe dedi Öyle bağırıp çağırma- şükür eyle Allah’ına Seni bana yazdı da -şu dağların aslanına Ne söylese dinlemedi Çığlık çığlığa inledi Yeşil çimenlerce güzeldi Sarı papatyaların dengi Mor menekşelerin ahengi Ve pembe güllerdi Hatçe Ağlayan güller gibiydi İki gözü iki çeşme Eey insanlar / hatırdan gönülden bilenler Diz çöküp namaz kılanlar / adamdan sayılanlar İleri gelenler- usul duranlar Katiller Hatçe’yi aldı da kaçtı Çiğillipınar’a konan Suvermezliler Dayılar- böleler- emmiler - utlular-utsuzlar Sizin de namusunuz değil miyim ben bire gidi namussuzlar Dağ- taş inledi sesinden Konuştu Kar’ Üseyin Ben de bu dağların hükümdarıyım Ve dahi cümle köylerin Bolvadin’den- Kareser’e Çifteler’den Sivrihisar’a nam yürütmüşüm Hiç bağırma boşuna yakma tatlı canını Gücüme kimseler karşı gelemez Sen benimsin bundan gayrı Var teslim ol bana Gül ol da açıl bağrımda Dünyalar vereyim sana.. Kar’Üseyin adın kara yerlerden gelsin Yeğniciğinden yan da teneşirlere gel Tutul da nuzullara çot olsun elin yüzün Dumansız bacalardan karanlık *******den kurtulma kara köpek Kar’Üseyin çıkıp gitti dışarı Yüzü öfkeden seyriyerek Vardı kardeşi Keloğlan’ın yanına Kel Mustafa düşünceli Ulen Üseyin Elin yumruk kadar öğsüzünü ne edecektin Daylak gibi karın vardı Üseynin yüzü öfke karası Çıktı bayıra yukarı Ve Hatçe’nin bağırtısı geldi peşinden Sonra bir daha vardı Bir daha çıktı Hatçe ha bire bağırdı Yengeler girdi / oturaklı kadınlar Gerisin geri çıktılar Ne bir tas su ne bir çarpım yufka içip yemedi Ağladı- ilendi- sövdü Gelenler kâr etmedi Anasının yarasını sardılar Olur bacım dediler Bir sizden ürüsüm değil Elden ne gelir Gözlerinin yaşını sil Garip yolcular geçer yürüyen ölüler gibi Kimisi ağaç ayaklı kiminin başı sargılı kolu kesilmiş Ölüm haberleri - ağıt çığlıkları Günlük işler arasında Erkekler kırılmış savaşlarda Trablusgarp’ten Balkan’a ne emmi kalmış- ne dayı Ne bir devlet var ortada Ne Allah rızasına hak güdecek bir başkası Aziziye Konağından Geri dönmüş elleri boş - yayan- yapıldak Ağlar Filik Abıla yüreği bir hoş kolları kopuk yaşın yaşın Bu ne hak- bu ne hukuk Kaldı harman yerinde samanı- çeci Olancası bir avuççuk Eller devşirip getirdi Uzun yollardan gelirim dedi Trablusgarp çöllerinden Tobruk’tan- Derne’den Susuzluktan ölenler Kıvıl kıvıl bit içinden Açlık - kum - ve bit harbinden Irak yollardan gelirim Tel örgülerden Kurşun ve hançer kavlinden Ölümü uçurum Balkanlar Ölümü kara Karadağ Tirana’dan - Üsküp’ten Sofya’dan - ve Varna’dan İnsan yüzü görmemiş acılardan Bilinmedik açlıklardan Bir kolum kopuk Bacağım ağaç Susuz- aç Kaybedilmiş ama büyük kavgalardan... Girdi topakeve yol yordam bilen kadınlar Kalaylı sinilerde yayla balı- kaymak- katmer Elden ne gelir dediler Gayrı sen mundar oldun Bir bu eve yakışırsın Yok gidecek başka bir yol Gelir sıkar ümüğünü dediler Var Kar’Üseyin’e teslim ol Alsın kudurmuş kart köpek Sıksın ümüğümü / canımı alsın Ölüp kurtulayım varsın Ona karı olacağıma Gövdemi topraklar sarsın Bir kadın yaklaşmak istedi Sakın daklaşmayın bana Kara Köpeğin itleri Şu al kutnu sayanızdan utanın dulukbastılı feslerinizden Yılan dillerinize kanacak mıyım Çıkın başımdan defolun Kele kız delirmiş dediler Vaa bacım hadi gidelim İvedi çıkıp gittiler Artlarından fıydırılan sininin sesini işittiler Zaman akmaz gibi yavaş Uzaklardan çan sesleri Ve yaylanın yeli kekik esintili Bir kabaltı çınladı Sonra bir hardal çanı Arkasından zil Yanal koyunları aklına düştü Gümüş burum kuzuları Sonra anasının yüzü Acı içinde sefil / saçılmış al kanları Açıldı kilim kapı bin bir rengiyle balkıyarak Girdi Kar’Üseyin Kara kaput yüzü yülenmiş Kancık bir ifade gözlerinde Gayrı barışalım pohur çiçeğim Öyle bağırma konuşak İnsan konuşa konuşa Aşık koklaşa koklaşa Bağırdı- taştı- tutuştu Ak boynunda gök damarlar belirdi Kanadı yarılmış dudakları kar dişleri göründü Kes ulan dedi Kar’Üseyin Yolumu yokuşa vurma Sarpa sardırma gönlümü Kafa tasımı attırma Çıktı gitti ormanlara yukarı Üçüncü gün gelmedi Gün uzadı- devrilmedi Gecenin bir vaktinde usulca girdi kapıdan Beni zora koşma Filiğin Hatçe Bundan böyle avradımsın Namusun benim boynuma Her şey gönüllüce olsun Hatçe kıvrılmış sedire Uyanıp belinledi it oturumuna geldi Bar bar bağırdı yok mu bir can kurtaran Çıktı gitti Kar’Üseyin Dördüncü gün ikindi sularında Kar’Üseyin gene geldi dili ballar tadında Geri gitti umudunun boynu kırık Dört gündür lokma yememiş Aç ölmeğe karar vermiş Bir telaş sarmış herkesi Yalvarmış yenge kadınlar Bir tas su bile içmemiş Beşinci gün düşündü topakevden çıkarken Ulan tut diyor felek / yatır altına bas tokadı / tut elini kolunu kalmamış zaten takatı / bas Baktı Hatçe arkasından Kim alır ahını ölsen Kim acır gebersen acıdan Madem öyle yaşa- diren Yaşamayı fitil fitil getir burnundan Kendin sor hesabını Kar’Üseyin’den Altıncı gün uzanıp tuttu kolundan Tokatı yeyiverdi yüzünün ortasına Hırsla bir tekme savurdu Hatçe’ye kurban yuvarlandı yere Fırlayıp kalktı öfkeyle saldırdı bağırarak Beynine yankılandı yüzüne değen tokat Düştü yeniden / darpadan kalktı Çıkıp gitti Kar’Üseyin Hatçe hüngür hüngür ağladı... Oysa böyle olsun istemiyordu Tadı kekreleşti sevmenin dedi Ertesi gün öğle sonu Keloğlan Girdi topakevin kapısından Hatçe’ye nasihat verdi Ben de istemezdim dedi Gümbür gümbür davulunan Köylüye aş döke döke Al duvaklar içinde murad almak hakkın idi Öyle iken böyle olmuş neyleyim Kar’Üseyin ağamdır ya Aklı ermez yol yordama Olan olmuş / çaresi yok / neyleyek O dedi Hatçe ağladı Sonra da çekilip gitti Vardı Kar’Üseyin’e Herhalde yumşuyor dedi Elbet alışır sonunda Sen de biraz sabır eyle Kayıl olacak bahtına Sekizinci gün gelmedi Kar’Üseyin Gene gitti kel Mustafa nasihat etti İnar-ı fener olmuş acıdan ve açlıktan Gerçi yemeğe başlamış Kadınlar öyle söyledi Ertesi gün Kar’Üseyin geldi oturdu Önce saydı döktü yiğitliğini Sonra ağalığını anlattı Üç bin davarım var dedi Üç bin adamım Gel etme gayri Hatçe Sarplara vurma beni Sen iste dağları yıkayım Sen dile köyleri yakayım Dilerim yalanların boğar seni Dört vatan hayını ne zaman üç bin oldu Zenginlik ağalık sana mı kaldı Dilerim, toprak bile kabullenmez gövdeni Hatçe böyle söyledi Kar’Üseyin çıkıp gitti Bindi atına dörtnala vurdu Yitti ay altında Bir Göğüs Yaylasına vardı Bir Kartal Pınar’ına Doma’dan harmanladı Oluklu’dan dolaştı Belce’de sabaha ulaştı Orda uyudu bir vakit Yeniden bindi atına Tekne Çukuru’na vardı Keçi Gölcüğü’nde at suladı Dolaştı Emirdağ’ın tüm yaylalarını On sekiz yaylaya nal vurdu geçti -- |
Ateş Çiçeği-03
Toprak düm düz Acı bir boşluk kalmış gidip dönmeyenlerin gittiği yolda Çürüyüp dökülürcesine akan zamanda Gülüşü - düşü tükenmiş insan Tek kolu kopuk yolcu Oturmuş damın duldasında Yaşamın anlamını saklıyor gibi oyulmuş sol gözünün yalağında Trablusgarp’te kum Sinek gibi kırılmış insanlar gördüm Allahu Ekber Dağları’nda kar altında kalanlar Düşmana mermi sıkmadan düşmüş yatanlar Ne yürek kaldı bende ne düş Yüz binlerce öldüm On metre kar altında Sarıkamış Dağları’nda Yan yana- koyun koyuna sarmaşıp da yatmışlar uyurcasına Gözleri açık kalmış bir garip dalmış boşluğa Dört ayağı üstünde donmuş beygirler Varıp üzerine binesin gelir Ve dahi bahar geldi eridi kar Top arabaları çıktı ağaç tepelerinden bir garip kuş gibi tünemiş Dağ taş insan cılkı insan cesedi Yel vurdu- sel taştı Param parça / koka koka aktılar Gün vurdu koktu dağ taş O sulara sindi diye İçmedi hiçbir mahlukat Öyle bir koku ki öte yanın beri gelir Açlıktan- sıtmadan - ölümden beter Ne yürek kaldı bende ne düş Milyonlarca öldüm Acı ki anlatılmaz bir şeydir ancak yaşanır Acı ki mahlûkatlar içinde Ona bir insan dayanır Geri dönen on binler gibi artık asla sevinmemek üzülmemek üzere geri döndüm Ve kalkıp yürüdü Geri dönmeyenlerin gittiği yoldan Kan damlayan bir suskunluk asılı kaldı havada Kar'ağaçtan yontulmuş düğnüğün ortasından sarkan nazarlık Keklik yumurtasına ak dantele işlenmiş Salkım saçak taneleri altın rengi üzerlik Topakevin tavanından ipin ucunda sallanan bir demet sıtara çiçeği... Mazlum- kuzu gözlerinde keder domurladı Sıtara çiçeğinde kendini buldu Hatçe Goncaları yıldız yıldız açılmış büyümüş koptuktan sonra da Kimse bilmez bu nasıl iş Kopunca da ışkın sürer dal verir Hatçe kendisini buldu sıtara çiçeğinde Güzelliğin solsun dedi Serpilip de gelişeme Sana bakanlar kör olsun Gözlerin önüne aksın da be Hatçe bunca namussuzun yüzünü görme Buğulanır yıldızlar yaslı gözlerde Acı kokar yavşan otu gecede Acı kokar cızlağan Ötmesin üğü kuşları dert koyup derde Delme kuzu ayrı düşmüş yanal koyundan Yalnızlığı kurt sağnağı / oluru kesik çözümsüz bin bilmecede Bağrından hançerlenmiş tarihlerdir bu Daha nice cellat eli Hoyrat - harami keser sıtara çiçeğini en yıldız yerinden O dal sürer kesildikten sonra da Açılır oylum oylum Oy sıtara çiçeği Bu onuncu gün Sıtara çiçeği Hatçe İlk kez dosdoğru baktı Kar’Üseyin’e Ve konuştu ok gibi İnsan dedikleri zulm eylemez mazluma Daha murad almadan Ben bir yetim parçasıyım Er kişi dedikleri dünürcü salar Sen beni istettin mi Bire Kar’Üseyin Saltanatın mazlum kanı Ki ben kimsesiz biriyim Yoksul Filiğ’in bir eli Üç yüz atlıyınan basıp kaçtınız Al duvak isterdim dengim birine Bire Kar’Üseyin Dünürcü salardın erkeksen Doğrudan yüzümü görmeden Başka bir kız yok mu idi Sen beni mi kurban seçtin Al gayri işte Al da kara başına çal gayrı işte Kurdun pençesinde emlik kuzular gibi Şimdi var geç ırzıma Zorla çökersen başıma Söz verdim kendi kendime İp atar kıyarım canıma On birinci gün konuştu Hatçe Anamın şemenesiydim Yoksul hanemizin yakışığı Bana ayna tutup- işmar edenler Vatan millet hakkı için Kırım kırım kırıldılar cephede geriye dönmediler Sen ki uğrular uğrusu / uğursuz çapulcu Koca koca kurtlar bile karıncaya el kaldırmaz Gavur bile tevir tevir bazısı mazluma saldırmaz Evlisin alem bilir daylak gibi karın var Çocuğun var hanelerin ışığı Hiç Allah’tan korkmadın mı Bire Kara Üseyin benim suçum ne Şimdi gel çök başıma ben de kıyayım canıma Kar’Üseyin çıkıp bindi atına Artık çatladı çatlayacak Çatlarcasına sürdü kula tayını Koca Belen’e nal vurdu / Tabaklar düzüne indi Eskigömü üzerinden / Holuz’a doğru devrildi Ulan dedi dokuz çatal - otuz boğum oldu dert Otuz tilki dolaştı kafasında kuyrukları birbirine değmeden Hatçe büyütmüş içinde / bir şifasız afat etmiş O afatta kavrulur da savrulur Üryan geçirir gönlünden Aklı çıvası gelir O ne endam- ah o ne o ne meme- ne uyluk Zibetli yaylada buldu kendini Durdu çatlamak üzere kula tay Vay anasına ulan dedi Vay Kar’Üseyin vay! On ikinci günün gece yarısı Bir hışımla açıldı topakevin kapısı Hatçe dirkeden attı darpadan ayağa kalktı Bana bak Hatçe Gelin Bolalsın yerin göğün Babası evine gitti Karımı boşadım bu gün Bin Güllü olsa boşarım Ala demirin bıçağı Gayri burnuma geldim Şimdi başka sözüm yoktur / dök- düşün İki gün hiç uğramadı Kar’Üseyin Hatçe kaçmayı düşündü Dedi- üç adım salmazlar Kendini asmayı düşündü / can baldan tatlı Bir ara acır gibi oldu Kar’Üseyin’e Yiğide hakkını vermeli İkinin biri gelir isterse / birin yarımı Üstüne yok yakışık bahsinde Kaç kız iç geçirir onu görünce Ama bir yol her şeyden iğrenmiş Hatçe Vakit on beşinci gün Yel ince Dağların üzerinden kürtük kürtük bulut ağdı Ay balkıdı - süt döküldü ovaya Dört bir yana - ışık yağdı Korkunç ıssızlıkta karanlık hırsızdan yana Bekleyiş diri diri mezar tadında Gece ki Düğnükte gıcım gıcım yayla yeli Dörtnal bir at güpürtüsü titretti topakevi Kapıdan Kar’Üseyin girdi Durdu / bambaşka biri / taş- demir- tunç Avını gözleyen bir şahindi gözleri Duruşu korkunç / kandil alevinde yalım kesilmiş yüzü Avla avcı göz göze bakıştı bir an Anlattı neyin nasıl olacağını Haykırdı Hatçe Duyulmamış bir canlıya aitti sesi Yetiş kurban olayım anam Avcı saldırdı avına Av çırpındı kollarında Öylesine bir direnç ki şaşırdı avcı çırpındı kurban saldırdı avcı |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:00 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.