Tek Mesajı Görüntüle
Old 12-10-2006, 01:19 AM   #2
GeCeLeR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

BÖLÜM 2 - Yok Olan Çam

Dursley'lerin uyanıp da evlerinin önündeki basamaklarda yeğenlerini bulmalarından bu yana yaklaşık on yıl geçmişti, ama Privet Drive pek değişmemişti. Güneş yine o düzenli bahçelerde yükseliyor, Dursley'lerin sokak kapısındaki pirinç dört numarayı ışıl ışıl parlatıyordu; salonlarına süzülüyordu sonra; salon, Mr Dursley'nin baykuşlar üstüne o kara haberleri izlediği gece nasılsa, şimdi de öyle sayılırdı Aradan ne kadar zaman geçtiğini sadece şöminenin rafındaki fotoğraflar belirtiyordu. On yıl önce, değişik renklerde tostoparlak şapkalar giymiş kocaman, pembe bir deniz topunu gösteren sürüyle fotoğraf vardı orada - ama Dudley Dursley bebek değildi artık, şimdi fotoğraflarda iriyarı sarışın bir çocuk vardı, ilk bisikletine binerken, lunaparkta atlıkarıncada, babasıyla bilgisayar oyunu oynarken, annesi tarafından kucaklanmış öpülürken Artı evde bir başka çocuğun da yaşadığını gösteren hiç bir belirti yoktu odada.
Ama h"1" ivdi Harry Potter, o sırada uyukluyordu, uzun sürmeyecekti uykusu. Petunia Teyzesi uyanıktı, günün ilk gürültüsü de onun tiz sesiyle oluştu.
"Kalk! Kalksana! Hadi!"
Harry irkilerek uyandı. Teyzesi kapıyı tıklattı yine.
"Kalk!" diye bağırdı. Harry onun mutfağa doğru yürüdüğünü duydu, sonra da fırının üstüne konulan tavanın sesini. Dönüp sırtüstü yattı, gördüğü düşü hatırlamaya çalıştı. Çok güzel bir düştü. Uçan bir motosiklet vardı düşte. Sanki aynı düşü daha önce de görmüş gibi garip bir duyguya kapıldı.
Teyzesi kapının önüne geldi yine.
"Daha kalkmadın mı?" diye seslendi.
"Kalkıyorum," dedi Harry.
"Hadi, kıpırdan artık. Pastırmalara göz kulak ol. Sakın yakayım deme, Duddy'nin doğum gününde her şey kusursuz olmalı.
Harry homurdandı.
Teyzesi, "Ne dedin sen?" diye seslendi kapının arkasından.
"Hiçbir şey, hiçbir şey..."
Dudley'nin doğum günü - nasıl olmuştu da unutmuştu? Ağır ağır yataktan çıktı Harry, çorap aramaya koyuldu. Yatağının altında bir çift buldu, teklerden birinin üstündeki örümceği çekip aldıktan sonra ayaklarına geçirdi. Örümceklere alışıktı, merdivenin altındaki dolap örümceklerle doluydu çünkü, kendisi de orada yatıyordu.
Giyinince hole inip mutfağa geçti. Masa, Dudley'nin doğum günü armağanlarından görünmüyordu sanki. Anlaşılan, istediği o yeni bilgisayara kavuşmuştu Dudley, ikinci televizyonla yarış bisikleti de cabası. Dudley'nin neden bir yarış bisikleti istediğine akıl erdiremiyordu Harry, Dudley çok şişmandı çünkü, bedenini çalıştırmaktan da nefret ederdi - tabii bir başkasını yumruklamak dışında. Dudley'nin en sevdiği kum torbası Harry'ydi, ama kovalarken onu bir türlü yakalayamazdı. Görünüşünden pek belli değildi, ama Harry çok hızlıydı.
Belki de karanlık bir dolapta yaşamakla ilgisi vardı bunun, ama Harry yaşına göre çok uf aktı, çok da cılızdı. Dudley'nin eski elbiselerini giymek zorunda kaldığı için, olduğundan da ufak ve cılız gösteriyordu; Dudley ise ondan yaklaşık dört kat iriydi. İncecik bir yüzü vardı Harry’nin, kemikleri fırlamış dizleri, siyah saçları, yemyeşil gözleri vardı. Taktığı yusyuvarlak gözlük dünyanın seloteyp’iyle tutturulmuştu, Dudley yumruğu hep burnuna yapıştırırdı çünkü. Harry'nin görünüşünde hoşuna giden tek şey, alnındaki şimşek biçimindeki yara iziydi. Kendini bildi bileli vardı bu; hatırlıyordu, Petunia Teyze'ye sorduğu ilk soru, bu izin nasıl olduğuydu.
"Annenle babanın öldüğü otomobil kazasında," demişti teyzesi. "Başka soru sorma."
Soru sorma - Dursley'lerle huzur içinde yaşamanın ilk kuralı buydu.
Harry pastırmaları çevirirken mutfağa Venon Enişte girdi.
Günaydın yerine, "Saçlarını tarasana!" diye kükredi.
Vernon Enişte haftada ortalama bir kere gazetesinin tepesinden bakıp Harry'nin berbere gitmesi gerektiğini söylerdi. Harry saçlarını sınıf arkadaşlarının toplamından daha sık kestiriyordu, ama fark etmiyordu, saçları boyuna büyüyordu işte, fışkrırcasına.
Dudley annesiyle mutfağa geldiğinde Harry tavada yumurta yapmaktaydı. Vernon Enişte'ye çok benziyordu Dudley. Kocaman, pembe bir yüzü vardı; boynu yok gibiydi; gözleri ufacıktı, suluydu, maviydi; sarı saçları tostoparlak kafasına yapışıyordu. Petunia Teyze onun bir bebek meleğe benzediğini söylerdi hep - Harry ise peruk takmış bir domuza benzediğini söylerdi.
Harry pastırmalı yumurta tabaklarım masaya koydu, pek yer olmadığı için güç bir şeydi bu. Bu arada Dudley armağanlarını sayıyordu. Suratı asıldı.
Annesiyle babasına bakarak, "Otuz altı," dedi. "Geçen yıldan iki eksik."
"Şekerim, Marge Hala'nın armağanını saymadın; bak, burada, annenle babanın koca armağanının altında."
Dudley, kıpkırmızı kesilerek, "Peki, otuz yedi öyleyse," dedi. Dudley kasırgasının yaklaşmakta olduğunu sezen Harry, ne olur ne olmaz, belki Dudley masayı devirir diye, kurt gibi pastırmaya saldırdı.
Petunia Teyze de tehlikeyi sezinlemişti besbelli, çabucak, "Bugün çıkınca sana iki armağan daha alacağız," diye atıldı. "Buna ne dersin, kuşum? iki armağan daha. Oldu mu?"
Bir an düşündü Dudley. Çetin bir soruydu bu. Sonunda, ağır ağır, "Öyleyse," dedi, "otuz... otuz..."
"Otuz dokuz, bir tanem," dedi Petunia Teyze.
"Haa." İskemlesine çöktü Dudley, en yakındaki pakete uzandı. "İyi öyleyse."
Vernon Enişte kıkırdadı.
"Küçük yumurcak parasının karşılığını istiyor, tıpkı babası gibi. Yaşa, Dudley!" Dudley'nin saçlarını karıştırdı.
Telefon çaldı o anda, Petunia Teyze açmaya gitti, Harry'yle Vernon Enişte de Dudley'nin yarış bisikleti, sinema kamerası, uzaktan kumandalı uçak, on altı yeni bilgisayar oyunu ve video paketlerini açmasını seyrettiler. Dudley tam altın saat paketini açıyordu ki, Petunia Teyze döndü telefondan, hem öfkeli, hem endişeliydi.
"Haberler kötü, Vernon," dedi. "Mrs Figg'in bacağı kırılmış. Onu alamıyor." Başıyla Harry'yi işaret etti.
Dudley'nin ağzı dehşetle açıldı, ama Harry'nin yüreği hopladı. Dudley'nin her doğum gününde annesiyle babası onunla bir arkadaşını gezmeye götürürlerdi, lunaparka, hamburgerciye ya da sinemaya. Her yıl da, iki sokak ötede oturan o deli kocakarıyla, Mrs Figg'le kalırdı Harry. Nefret ederdi oradan. Bütün ev lahana kokardı; Mrs Figg de gelmiş geçmiş ne kadar kedisi varsa, hepsinin fotoğrafını gösterirdi.
"Ne olacak şimdi?" dedi Petunia Teyze, bu işi sanki o tasarlamış gibi, öfkeyle Harry'ye baktı. Harry, Mrs Figg'in bacağının kırılmasına üzülmesi gerektiğini düşünüyordu, ama kolay değildi bu; öyle ya, Tibbles'ı, Snowy'yi, Mr Paws'u, Tufty'yi koskoca bir yıl görmeyecekti.
Vernon Enişte, "Marge'ı arasak," diye önerdi.
"Saçmalama, Vernon, nefret ediyor o çocuktan."
Dursley'ler Harry'den hep böyle söz ederlerdi, sanki kendisi orada yokmuş gibi - ya da söylenenlerin zaten farkına varamayacak iğrenç bir şeymiş, bir sümüklüböcekmiş gibi.
"Ya şeye ne dersin?.. Neydi adı, arkadaşın Yvonne?
Petunia Teyze, "Majorca'da tatilde," diye kestirip attı.
Harry umutla, "Beni burada da bırakabilirsiniz," diye söze karıştı (bir değişiklik olur, televizyonda istediğini seyreder, belki de Dudley'nin bilgisayarını karıştırabilirdi).
Petunia Teyze sanki bir limon yutmuş gibi baktı.
Homurdandı: "Dönüp de evi alt üst olmuş bulalım diye mi?"
"Evi yıkmam," dedi Harry, ama dinleyen yoktu ki.
Petunia Teyze, ağır ağır, "Onu da hayvanat bahçesine götürebiliriz," dedi, "... arabada kalır..."
"Araba yepyeni, tek başına bırakamayız..."
Dudley bağıra bağıra ağlamaya başladı. Pek ağladığı yoktu aslında, bunu yıllar önce bırakmıştı, ama suratını buruşturup inlerse, annesinden ne isterse alabileceğini biliyordu.
"Agucuk gugucuğum, ağlama, anneciğin o çocuğun en güzel gününü berbat ekmesine izin vermeyecek!" diye bağırdı Petunia Teyze, Dudley'ye sarıldı.
Dudley, yapmacık hıçkırıklarla sarsılarak, "Onun...gelmesini... is-is-istemiyorum!" diye bağırdı. "Her şeyin tadını ka-kaçırıyor hep!" Annesinin kollan arasındaki boşluktan Harry'ye pis pis sırıttı.
Ama o sırada kapı çalındı - "Aman, Tanrım, geldiler!" dedi Petunia Teyze çılgıncasına - bir an sonra da Dudley'nin en iyi arkadaşı Piers Polkiss, annesiyle girdi. Sıska bir çocuktu Piers, suratı sıçana benziyordu. Dudley'nin yumrukladığı çocukların ellerini arkalarından o tutardı genellikle. Dudley yapmacık ağlamasını hemen kesti.
Harry yarım saat sonra Dursley'lerin arabasının arka koltuğunda Piers ve Dudley'yle birlikte ömründe ilk kere hayvanat bahçesine giderken şansına inanamıyordu. Teyzesiyle eniştesi başka bir çare bulamamışlardı, ama yola çıkmadan önce Vernon Enişte, Harry'yi bir kenara çekmişti.
Kocaman mosmor suratım Harry'nin yüzüne yaklaştırarak, "Seni uyarıyorum," demişti, "bak, çocuk, seni şimdiden uyarıyorum - bir numara yapmaya kalkarsan, herhangi bir şey yaparsan - Noel'e kadar o dolabın içinde kalırsın."
"Ben bir şey yapmayacağım ki," demişti Harry, "yeminle..."
Ama Vernon Enişte inanmamıştı ona. Zaten kimse inanmıyordu.
Sorun Harry'nin bulunduğu yerlerde garip şeyler olmasından kaynaklanıyordu, Dursley'lere bu olaylarda kendisinin parmağı olmadığını söylemek boşunaydı.
Bir keresinde, Harry'nin berbere gittiği gibi gelmesinden bıkan Petunia Teyze, mutfaktaki makası alıp saçlarını kesmiş, onu damdazlak bırakmıştı, "o korkunç izi örtmek için" perçemine dokunmamıştı sadece. Dudley, Harry'yi Öyle gömünce gülmekten kırılmıştı; Harry'nin de ertesi gün okulu düşünmekten gözüne uyku girmemişti, zaten o çuval gibi pantolonuyla, seloteypli gözlüğüyle dalga geçen geçeneydi. Ama ertesi sabah kalkınca saçlarını Petunia Teyze kırkmadan nasılsa, öyle bulmuştu. Saçlarımı o kadar çabuk nasıl çıktığını açıklamasına olanak yoktu, ne söylediyse dinletememiş, bir hafta dolap cezasına çarptırılmıştı.
Bir başka keresinde, Poturda Teyze ona Dudley'nin berbat mı berbat eski bir kazağını (turuncu benekli, kahverengi) giydirmeye çalışıyordu. Kafasından geçirmeye zorladıkça, kazak küçüldükçe küçülüyordu, sonunda el kadar bir kuklanın giyebileceği kadar oldu, ama Harry'ye uyması olanaksızdı. Petunia Teyze, kazağın yıkarken çektiğine karar verdi, Harry de cezalandırılmadığı için derin bir soluk aldı.
Öte yandan, okul mutfaklarının damında yakalandığı için başı adamakıllı derde girmişti. Dudley'nin çetesi her zamanki gibi onu kovalamaktaydı, Harry kendini birdenbire bacanın üstünde otururken buluvermişti, başkaları gibi o da şaşırmıştı buna. Dursley'ler, okul müdiresinden, Harry'nin damlara tırmandığını bildiren pek öfkeli bir mektup almışlardı. Harry'nin bütün yapmaya çalıştığı (kilitli dolap kapısının arkasından Vernon Enişte'ye bağırarak söylediği gibi) mutfakların önündeki çöp bidonlarının üstünden atlamaktı. Tam atlarken rüzgârın onu kaldırıp uçurduğunu düşünüyordu Harry.
Ama bugün hiçbir terslik olmayacaktı. Günü okul, dolap ya da Mrs Figgs'in lahana kokan salonu dışında bir yerde geçirmek, Dudley ve Piers'la birlikte olmaya değerdi.
Vernon Enişte, arabayı kullanırken Petunia Teyze'ye boyuna yakınıyordu. Her şeyden yakınmak hoşuna giderdi; işçiler, Harry, kurul, Harry, banka ve Harry en çok yakındığı konulardan birkaçıydı. Bu sabah motosikletlerden yakınıyordu.
Yanlarından bir motosiklet hızla geçerken, "... genç serseriler, deli gibi sürüyorlar," dedi.
Ansızın hatırladı Harry. "Düşümde bir motosiklet gördüm," dedi. "Uçuyordu."
Vernon Enişte az kalsın önündeki arabaya toslayacaktı. Arkaya dönerek Harry'ye bağırdı, suratı bıyıklı dev bir pancara dönmüştü: "MOTOSİKLETLER UÇMAZ!"
Dudley ile Piers kıkırdadılar.
"Biliyorum uçmadıklarını," dedi Harry. "Sadece bir düştü bu."
Keşke bir şey söylemeseydim diye geçirdi içinden. Dursley'leri onun soru sormasından daha çok sinirlendiren bir şey varsa, o da herhangi bir şeyin olağandışı davranışlarıyla ilgili konuşmasıydı; konu ister düş, ister çizgi film olsun, fark etmezdi - böylece onun sakıncalı düşüncelere kapılabileceğini düşünüyorlardı herhalde.
Pırıl pırıl bir cumartesiydi, hayvanat bahçesi ailelerle doluydu. Dursley'ler Dudley ile Piers'a kocaman çikolatalı dondurmalar aldılar kapıda; ama çabuk davranıp hemen uzaklaşamadılar oradan, satıcı kadın Harry'ye ne istediğini sorduğu için, ona da ucuzundan bir limonlu almak zorunda kaldılar. Pek de fena değilmiş diye düşündü Harry, bir yandan dondurmasını yalıyor, bir yandan da kafasını kaşıyan, inanılmaz derecede Dudley'ye benzeyen bir gorili seyrediyordu, bir de sarışın olsaydı tamamdı.
Harry'nin uzun süredir geçirdiği en güzel sabahtı bu. Öğle yemeğine doğru hayvanlardan sıkılmaya başlayan Dudley ile Piers yine keyfe gelip kendisini yumruklayabilirler diye, Dursley'lerin biraz ötesinde yürümeye özen gösteriyordu. Hayvanat bahçesinin lokantasında yediler yemeklerini, Dudley dondurması yeteri kadar büyük değil diye kıyameti kopardı, Vernon Enişte bir dondurma daha getirtti ona, Harry'nin de kendi dondurmasını yemesine izin verildi.
Harry bütün bunların hayra alamet olmadığını sonradan anlayacaktı.
Yemekten sonra sürüngenler bölümüne gittiler. Burası serindi, karanlıktı, duvarlar boyunca aydınlatılmış cam kafesler sıralanmıştı. Camların arkasında her çeşit kertenkele, her çeşit yılan tahta parçalarının, taşların üstünde sürünüyor, kayıyordu. Dudley ile Piers büyük zehirli kobralarla insanları sararak öldüren koca pitonları görmek istediler. Dudley oradaki en büyük yılanı hemen buldu. O kadar iriydi ki yılan, Vernon Enişte'nin arabasını iki kere sarar, onu ezerek çöp bidonuna çevirebilirdi - ama pek havasında değildi o sırada. Aslında, mışıl mışıl uyuyordu.
Dudley burnunu cama dayamış, gözlerini parıldayan kahverengi pullara dikmişti.
"Kımıldat şunu," diye uludu babasına. Vernon Enişte cama vurdu, ama yılan kılını bile kıpırdatmadı.
"Bir daha," diye buyurdu Dudley. Vernon Enişte parmaklarıyla bir daha tıklattı camı, ama yılan uyumayı sürdürdü.
Dudley, "Çok sıkıcı," diye inledi. Aradan uzaklaştı.
Harry cam kafese yanaşıp uzun uzun baktı yılana. Yılan da sıkıntıdan ölmüşse, hiç şaşırmazdı doğrusu -gün boyunca parmaklarıyla camı tıklatarak kendisini tedirgin eden ahmak insanlardan başka kimsesi yoktu ki. Bir dolabı yatak odası olarak kullanmaktan beterdi bu, orada tek ziyaretçi seni uyandırmak için kapıyı yumruklayan Petunia Teyze'ydi gerçi, ama hiç olmazsa evin içinde dolaşabilirdin.
Yılan boncuk gözlerini açtı ansızın. Usulca, çok usulca başını kaldırdı, gözleri Harry'nin gözlerinin hizasına gelinceye kadar.
Göz kırptı.
Harry gözlerini dikti ona. Sonra, bir bakan var mı diye çevresine göz attı. Bakan yoktu. O da yılana baktı sonra, göz kırptı.
Yılan kafasını Vernon Enişte'yle Dudley'ye doğru uzattı, sonra gözlerini tavana dikti. Yine Harry'ye baktı,sonra; bakışından ne dediği açıkça belliydi: "Hep aynı”
Harry, "Biliyorum," diye mırıldandı camın arkasından, yılanın kendisini işitip işitmediğini bilemiyordu. "Gerçekten pek tatsız olmalı."
Yılan coşkuyla kafasını salladı.
"Sahi, nereden geliyorsun sen?" diye sordu Harry.
Yılan kuyruğunu cam kafesin yanındaki küçük yazıya doğru uzattı. Harry baktı.
Boa Yılanı, Brezilya.
"Güzel miydi orası?"
Boa yılanı kuyruğuyla yazıyı gösterdi yine, Harry okudu: Bu örnek, hayvanat bahçesinde yetiştirilmiştir. "Haa, anladım - demek Brezilya'da hiç bulunmadın?"
Yılan başını iki yana sallarken, Harry'nin arkasında kopan bir çığlık ikisini de havalara sıçrattı. "DUDLEY! MR DURSLEY! GELİN BAKIN ŞU YILANA! NELER YAPIYOR, INANAMAYACAKSINIZI"
Dudley, yalpalaya yalpalaya, olanca hızıyla geldi.
Harry'nin kaburgalarına bir yumruk indirerek, "Çekil yoldan," dedi. Hazırlıksız yakalanmıştı Harry, beton zemine kapaklandı. Daha sonra olanlar o kadar hızlı oldu ki, kimse nasıl olduğunu bile anlayamadı - Piers ile Dudley camın önünde duruyorlardı, bir anda dehşet çığlıkları ata ak arkaya sıçradılar.
Harry doğrulup yutkundu; boa yılanının içinde bulunduğu cam kafes yok olmuştu. Dev yılan çözülmüş, yerde sürünüyordu - sürüngenler bölümündeki insanlar çığlıklar atarak kapılara doğru koşmaya başladılar.
Yılan hızla yanından geçerken, Harry onun alçak sesle fısıldadığını duydu: "Geliyorum, Brezilya... Sssağol, amigo."
Sürüngenler bölümünün bekçisi dehşet içindeydi.
"Ama cam," diyordu durmadan, "cam nereye gitti?"
Hayvanat bahçesinin yöneticisi kendi elleriyle demli, bol şekerli bir çay verdi Petunia Teyze'ye, özür üstüne özür diledi. Piers ile Dudley boyuna abuk sabuk şeyler söylüyorlardı. Harry'nin gördüğü kadarıyla, yılan onların yanından geçerken topuklarına şakayla karışık şöyle bir hamle etmişti, o kadar, ama Vernon Enişte'nin arabasına bindiklerinde, Dudley yılanın bacağını koparmak üzere saldırdığını söylüyor, Piers da kendisini boğmaya çalıştığına yemin ediyordu. Ama Harry açısından en kötüsü, Piers'ın biraz yatışınca, "Harry onunla konuşuyordu, öyle değil mi, Harry?" demesi oldu.
Vernon Enişte, Harry'ye yüklenmek için Piers evden sağ salim çıkıncaya kadar bekledi. Öylesine öfkeliydi ki, konuşamıyordu bile. "Git - dolap - kal - yemek yok," demeyi başardı, sonra da bir koltuğa yığıldı, Petunia Teyze koşup ona koca bir kadeh konyak getirmek zorunda kaldı.
Çok daha sonra Harry karanlık dolabında yatmış, keşke bir saatim olsaydı diye düşünüyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu, Dursley'lerin uyuyup uyumadıklarından da emin değildi. Onlar uyumadan önce mutfağa süzülüp bir şeyler atıştırmayı göze alamazdı.
Yaklaşık on yıldır yaşıyordu Dursley'lerle, on berbat yıl, kendini bildi bileli, bebekliğinden, annesiyle babasının bir araba kazasında öldüklerinden beri. Annesiyle babası ölürken arabada olduğunu hatırlamıyordu. Bazen, dolaptaki o uzun saatler boyunca kafasını zorlarsa, garip bir görüntü canlanıyordu: göz kamaştıran yeşil bir ışığın çakışı, alnını yakan bir acı. Herhalde araba kazasıydı bu, ama o yeşil ışığın nereden geldiğini kestiremiyordu. Annesiyle babasını ise hiç hatırlamıyordu. Teyzesiyle eniştesi söz etmezlerdi onlardan, kendisinin soru sorması ise yasaklanmıştı. Evde fotoğrafları da yoktu.
Daha küçükken, bilmediği bir akrabasının gelip kendisini götürmesini düşlerdi Harry, ama böyle bir şey hiç olmadı; tek ailesi Dursley'lerdi. Yine de, sokaktaki yabancıların onu tanıdığını düşünürdü (belki de umardı). Çok garip yabancılardı bunlar. Bir keresinde Petunia Teyze ve Dudley'yle alışverişteyken, mor silindir şapkalı ufak tefek bir adam selam vermişti ona. Petunia Teyze, adamı tanıyıp tanımadığını sormuştu öfkeyle, sonra da hiçbir şey almadan onları dükkândan çıkarmıştı. Bir keresinde de, tepeden tırnağa yeşiller içinde uçuk bir ihtiyar kadının teki otobüste neşeyle el sallamıştı. Geçen gün sokakta upuzun mor bir palto giymiş saçsız bir adam elini sıkmış, sonra da tek söz söylemeden uzaklaşmıştı. Bütün bu insanlardaki en garip özellik, Harry onlara daha yakından bakmak istediği an hemen yok olmalarıydı.
  Alıntı ile Cevapla