Guest
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
|
BÖLÜM 3 - Hiç Kimseden Mektuplar
Okulda kimsesi yoktu Harry'nin. Herkes, Dudley çetesinin çuval gibi eski elbiseler giyen, kırık gözlüklü şu tuhaf Harry Potter'dan hoşlanmadığını biliyor, kimse de Dudley çetesiyle ters düşmek istemiyordu.
Brezilyalı boa yılanının kaçışı, Harry'nin o güne kadarki en uzun cezaya çarptırılmasına yol açmıştı. Dolaptan yine çıkmasına izin verildiğinde, yaz tatili başlamış, Dudley yeni film kamerasını kırmış, uzaktan kumandalı uçağını parçalamış, yarış bisikletine bindiği ilk gün de Privet Drive'da koltuk değnekleriyle karşıdan karşıya geçen Mrs Figgs'e çarpmıştı.
Okulun sona erdiğine seviniyordu Harry, ama her gün hiç sektirmeden eve gelen Dudley çetesinden kurtulmak olanaksızdı. Piers da, Dennis de, Malcolm da, Gordon da iri ve ahmaktı, ama en irileri, en ahmakları Dudley olduğu için önder de oydu. Ötekiler, Dudley'nin en sevdiği spora, Harry-avına katılmaktan mutluluk duyuyorlardı.
İşte bu yüzden Harry çıkabildiği kadar çok çıkıyordu evden; dolaşıyor, bir umut ışığı olarak gördüğü tatil sonunu düşünüyordu. Eylül gelince ortaokula gidecekti, yaşamında ilk kere Dudley'yle olmayacaktı artık. Dudley, Vernon Enişte'nin eski okuluna, Smeltings'e yazılmıştı. Piers Polkiss de oraya gidecekti. Harry ise devlet okuluna, Stonewall High'a gidecekti. Bunun çok gülünç olduğunu düşünüyordu Dudley.
"Stonewall'da ilk gün adamın kafasını tuvalete sokuyorlar," dedi. "İstersen gel yukarı da bir deneyelim."
"İstemem, sağ ol," dedi Harry. "O zavallı tuvalete senin kafan kadar berbat bir şey girmemiştir - sokarsan içi bulanır." Sonra da, söylediklerini Dudley daha kavrayamadan tabanları yağladı.
Temmuzda bir gün, Petunia Teyze Smeltings forması almak için Dudley'yi Londra'ya götürdü, Harry'yi de Mrs Figgs'e bıraktı. Mrs Figgs her zamanki kadar kötü değildi. Anlaşıldığına göre, bacağını kedilerinden birine takılınca kırmıştı, bu yüzden de onlarla arayı bozmuştu. Harry'nin televizyon seyretmesine izin verdi, sanki birkaç yılın tadını taşıyan çikolatalı pastadan getirdi.
Dudley o akşam yeni formasını giyerek salonda aile için özel bir geçit töreni yaptı. Smeltingsli çocuklar, kestane kahverengisi frak, turuncu golf pantolonu, kayıkçı diye adlandırdıkları yassı hasır şapkalar giyerlerdi. Öğretmenler bakmadığı zaman birbirlerine vurmak için de başları topuzlu bastonlar taşırlardı. Daha sonraki yaşamları için iyi bir eğitimdi bu.
Vernon Enişte, yeni golf pantolonunun içindeki Dudley'ye bakarken, boğuk bir sesle, yaşamının en gurur duyduğu anım yaşadığını belirtti. Petunia Teyze gözyaşlarına boğuldu, karşısındakinin Tini Minicik Dudleycik olduğuna inanamadığını söyledi, ne kadar yakışıklıydı, ne kadar büyümüştü. Harry konuşmayı göze alamadı. Gülmemek için o kadar zorladı ki kendini, kaburga kemiklerimden ikisi herhalde çatlamıştır diye düşündü.
Harry ertesi sabah kahvaltı için gittiğinde mutfakta korkunç bir koku vardı. Koku, lavabonun içindeki madeni büyük bir leğenden geliyordu. Bakmaya gitti Harry. Leğen, gri bir suda yüzen, kirli paçavralara benzeyen şeylerle doluydu.
"Nedir bu?" diye sordu Petunia Teyze'ye. Soru sormaya kalktığı zaman teyzesinin dudakları nasıl kenetleniyorsa, yine öyle kenetlenmişti.
"Yeni okul forman," dedi Petunia Teyze.
Harry leğene baktı yine.
"Haa," dedi. "Bu kadar ıslatılması gerektiğini akıl edemedim."
"Saçmalama," diye patladı Petunia Teyze. "Dudley'nin eskilerini griye boyuyorum senin için. İşimi bitirince, ötekilerin formasına benzeyecek."
Bu konuda Harry'nin ciddi kuşkuları vardı, ama en iyisi tartışmamaktı. Masaya oturdu, Stonevvall High'da ilk gün neye benzeyeceğini düşünmeye koyuldu - buruşuk fil derisi giymiş gibi olacaktı herhalde.
Dudley ile Vernon Enişte, Harry'nin yeni formasından yayılan koku yüzünden burunlarını tutarak geldiler. Vernon Enişte, her zamanki gibi gazetesini açtı, Dudley de hep yanında taşıdığı Smeltings bastonunu masaya vurdu.
Mektup kutusunun açıldığını, paspasa mektupların düştüğünü duydular.
Vernon Enişte, gazetesinin arkasından, "Postayı getir, Dudley," dedi.
"Harry getirsin."
"Postayı getir, Harry."
"Dudley getirsin."
"Şuna Smeltings bastonunla bir vursana, Dudley."
Harry Smeltings bastonunu savuşturarak postayı almaya gitti. Üç şey duruyordu paspasta: Vernon Enişte'nin Wight adasında tatilini geçirmekte olan kız kardeşi Marge'dan bir kartpostal, faturaya benzer kahverengi bir zarf, bir de - Harry'ye bir mektup.
Harry mektubu aldı, gözlerini dikti ona, yüreği dev bir lastik bant gibi gerilmişti. Hiç kimse, yaşamı boyunca hiç, ama hiç kimse mektup yazmamıştı ona. Kim yazardı zaten? Arkadaşı da yoktu, başka akrabası da - üye olmadığı için, kitapları geri götürmesi konusunda kitaplıktan sert notlar da almıyordu. Ama işte, bir mektup vardı elinde, adres o kadar açıktı ki, bir yanlışlık söz konusu olamazdı:
Mr H. Potter
Merdiven altındaki Dolap
4 Privet Drive
Little Whinging
Surrey *
Sarımsı parşömenden yapılmış zarf kalındı, ağırdı, adres zümrüt yeşili mürekkeple yazılmıştı. Pul yoktu. Harry, elleri titreyerek zarfı çevirince mor balmumundan bir mühür gördü; bir arma - koca bir "H" harfinin çevresinde bir aslan, bir kartal, bir porsuk, bir de yılan.
Mutfaktan, "Hadisene, çocuk!" diye bağırdı Vernon Enişte. "Ne yapıyorsun, zarflarda bomba mı arıyorsun?" Kendi esprisine kıkırdadı.
Harry mutfağa döndü, mektuba bakıyordu hâlâ. Vernon Enişte'ye faturayla kartpostalı uzattı, oturup sarı zarfı ağır ağır açmaya koyuldu.
Vernon Enişte yırtarak açtı faturayı, nefretle homurdandı, kartpostalın arkasına baktı.
Petunia Teyze'ye, "Marge hastalanmış," diye bilgi verdi. "Tuhaf bir deniz kabuklusu yemiş..."
Dudley, "Baba!" diye seslendi ansızın. "Baba, Harry'nin elinde bir şey var!"
Harry, zarfla aynı ağırlıktaki parşömene yazılmış mektubunu açmak üzereydi ki, Vernon Enişte kâğıdı elinden kapıverdi.
Onu geri almaya çalışarak, "Benim o!" diye bağırdı Harry.
"Sana kim yazar ki?" diye burun kıvırdı Vernon Enişte, silkeleyerek tek eliyle açtı mektubu, okumaya başladı. Yüzü trafik ışıklarından daha hızlı bir biçimde kırmızıdan yeşile donuverdi. O kadarla da kalmadı. Birkaç saniye içinde bayatlamış yulaf ezmesinin gri beyazı oldu.
"P-P-Petunia!" diye kekeledi.
Dudley, okumak için mektubu kapmaya çalıştı, ama Vernon Enişte onu uzanamayacağı kadar yüksekte tutuyordu. Petunia Teyze merakla aldı mektubu, ilk satırı okudu. Bir an bayılacakmış gibi oldu. Elini boğazına götürüp hırıltılı bir ses çıkardı.
"Vernon! Aman Tanrım - Vernon!"
Gözlerini birbirlerine diktiler, Harry ile Dudley'nin odada olduklarını unutmuşlardı sanki. Dudley böyle hiçe sayılmaya alışık değildi. Smeltings bastonunu babasının kafasına tıklattı.
Yüksek sesle, "Mektubu okumak istiyorum," dedi.
Harry, "Asıl ben okumak istiyorum," dedi öfkeyle, "bana yazılmış çünkü."
Vernon Enişte, mektubu zarfına koyarak, "Dışarı, ikiniz de dışarı," diye hırıldadı.
Harry kıpırdamadı.
"MEKTUBUMU İSTİYORUM!" diye bağırdı.
Dudley, "Ben göreceğim!" diye buyurdu.
"DIŞARI!" diye kükredi Vernon Enişte, Harry ile Dudley'yi enselerinden tutup hole attı, mutfak kapısını da çarparak arkalarından kapadı. Harry ile Dudley, anahtar deliğinden kimin kulak kabartacağı konusunda korkunç, ama sessiz bir kavgaya tutuştular hemen; Dudley kazandı, Harry de, gözlüğü bir kulağından sarkmış, kapıyla yer arasındaki aralıktan içeriyi dinlemek için karnının üstüne uzandı.
Petunia Teyze, titrek bir sesle, "Vernon," diyordu, "şu adrese bak - nerede yattığını nasıl bilebilirler? Evi mi gözetliyorlar dersin?"
Vernon Enişte, aklı başından gitmiş, "Gözetliyorlardır - araştırıyorlardı - belki bizi izliyorlardır," diye mırıldandı.
"Ne yapmamız gerekiyor, Vernon? Yanıt verelim mi? Onlara yazıp istemediğimizi"
Harry, Vernon Enişte'nin parlak siyah ayakkabılarının mutfağı arşınladığım görebiliyordu.
Sonunda, "Hayır," dedi Vernon Enişte. "Hayır, umursamayacağız. Yanıt alamazlarsa... evet, en iyisi bu... hiçbir şey yapmayacağız..."
"Ama -"
"Böyle bir şey istemiyorum evde, Petunia! Onu aldığımızda yemin etmedik mi, böyle tehlikeli saçmalıklardan uzak duracağız diye?"
O akşam işten gelince, daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı Vernon Enişte; Harry'yi dolabında ziyaret etti.
Vernon Enişte, kapıdan bin güçlükle geçer geçmez, "Mektubum nerede?" dedi Harry. "Kim yazmış?"
"Hiç kimse. Yanlışlıkla sana yollanmış," diye kestirip attı Vernon Enişte. "Yaktım."
Harry öfkeyle, "Yanlışlık yoktu," dedi. "Benim dolabım bile yazılıydı üstünde."
"KES!" diye bağırdı Vernon Enişte, tavandan birkaç örümcek düştü. Derin derin soluk aldı, yüzüne bir gülücük yerleştirmeye çalıştı, herhalde çok acı duyuyordu bundan.
"Şey - evet, Harry - şu dolap. Teyzenle ben düşünüyorduk da... artık içine sığmayacak kadar büyüdün... Dudleynin ikinci yatak odasına taşınsan fena olmayacak."
"Neden?" dedi Harry.
Eniştesi, "Soru sorma!" diye kestirip attı. "Şu eşyalarını yukarı götür, hemen."
Dursley'lerin evinde dört yatak odası vardı: biri Vernon Enişte'yle Petunia Teyze'nin, biri konuklar (genellikle Vernon Enişte'nin kardeşi Marge) için, biri Dudley'nin yattığı, biri de Dudley'nin ilk yatak odasına sığmayan oyuncaklarını, eşyalarını koyduğu oda. Harry'nin, nesi var nesi yoksa dolaptan bu odaya taşıması için tek sefer yetti. Yatağa oturdu Harry, çevresine bakındı. Buradaki aşağı yukarı her şey kırılmıştı. Bir aylık kamera, Dudley'nin bir zamanlar komşu köpeği ezdiği küçük tankın üstündeydi; köşede ilk televizyonu duruyordu Dudley'nin, en sevdiği program yayınlanmayınca bir tekmeyle parçalamıştı onu; koca bir kuş kafesi vardı, Dudley içindeki papağanı okula götürüp bir havalı tüfekle değiş tokuş etmişti, tüfek raftaydı, ucu, Dudley üstüne oturduğu için, eğrilmişti. Öteki raflar kitap doluydu. Odada dokunulmamışa tek benzeyen şeyler onlardı.
Aşağıdan Dudley'nin annesine bağıran sesi geliyordu: "Onu orada istemiyorum... o oda bana gerekli... çıkarın onu..."
Harry iç çekip yatağa uzandı. Daha dün, burada olmak için neler vermezdi. Bugün ise burada olmaktansa, o mektupla dolabında olmayı yeğ tutardı.
Ertesi sabah kahvaltıda herkes oldukça sessizdi. Dudley şoktaydı. Çığlıklar atmış, babasına Smeltings bastonuyla vurmuş, kendini zorlayarak kusmuş, annesini tekmelemiş, kaplumbağasını seraya fırlatmış, ama odasını geri alamamıştı. Harry dün bu zamanlan düşünüyordu, keşke mektubu holde açmış olsaydı. Vernon Enişte ile Petunia Teyze düşünceli düşünceli birbirlerine göz atıyorlardı.
Posta geldiğinde, Harry'ye iyi davranmaya çalışan Vernon Enişte, mektupları almaya Dudley'yi yolladı. Holden geçerken Smeltings bastonunu her şeye indirdi Dudley. Sonra bağırdı: "Bir tane daha! Mr H. Potter, En Küçük Yatak Odası, 4 Privet Drive -"
Sanki boğazlanıyormuş gibi bir çığlık attı Vernon Enişte, yerinden fırlayıp hole koştu, Harry de peşinden. Vernon Enişte mektubu alabilmek için Dudley'le güreşip onu yere yatırmak zorunda kaldı, doğrusu biraz güç oldu bu, çünkü Harry de Vernon Enişte'nin arkasına dolanıp boğazına sarılmıştı. Bir dakika kadar süren, herkesin Smeltings bastonundan nasibini aldığı o kör-dövüşü sonunda, Vernon Enişte soluk soluğa doğruldu, elinde Harry'nin mektubu vardı.
Harry'ye, "Doğru dolaba - yani, yatak odana," diye gürledi. "Dudley - git - sadece git."
Harry yeni odasını arşınladı da arşınladı. Dolaptan taşındığını biliyordu birileri, ilk mektubu almadığını da biliyorlardı sanki. Öyleyse bir daha denerlerdi mutlaka. Bu keresinde başarıya ulaşılmalıydı artık. Bir plan yaptı.
Onarılmış çalar saat ertesi sabah altıda çaldı. Harry hemen kapattı onu, sessizce giyindi. Dursleyleri uyandırmamalıydı. Işıkların hiçbirini yakmadan aşağı süzüldü.
Postacıyı Privet Drive'ın köşesinde bekleyecek, dört numaranın mektuplarını alacaktı önce. Karanlık holde usulca ön kapıya doğru yürürken yüreği gümbürdüyordu.
"AAAAAHHHHH!"
Havaya sıçradı Harry - paspasta kocaman, yumuşak bir şeye basmıştı - canlı bir şeye!
Yukarıda ışıklar yandı, Harry o kocaman yumuşak şeyin eniştesinin yüzü olduğunu fark etti dehşetle. Vernon Enişte, sokak kapısının dibinde, bir uyku tulumunda yatıyordu - besbelli Harry'nin kafasından geçeni yapmasına engel olmak için. Yarım saat kadar bağırdı Harry'ye, sonra da gidip çay yapmasını söyledi. Harry, süngüsü düşük, mutfağa gitti, döndüğünde posta gelmişti, Vernon Enişte'nin kucağında duruyordu. Harry, yeşil mürekkeple yazılmış üç zarf gördü.
"Bana verin -" diye söze başladı, ama Vernon Enişte onun gözleri önünde mektupları yırttı, paramparça etti.
Vernon Enişte o gün işe gitmedi. Evde kalıp posta kutusunu çiviledi.
Ağzı çivi dolu, "Anlıyorsun ya," diye açıklama yaptı Petunia Teyze'ye, "mektupları yerine ulaştıramazlarsa, bu işten vazgeçerler."
"Bunun işe yarayacağını pek sanmıyorum, Vernon."
Vernon Enişte, "Bu insanların kafası garip biçimde çalışır, Petunia; sana bana benzemezler," dedi; bu arada, Petunia Teyze'nin getirdiği bir dilim meyveli pastayla çivi çakmaya çalışıyordu.
Cuma günü on iki mektup geldi Harry'ye. Posta kutusundan geçmedikleri için, kapının altından atılmış, kenarlanndan itilmiş, birkaçı da alt kattaki tuvaletin penceresinden tıkıştırılmıştı.
Vernon Enişte evde kaldı yine. Bütün mektupları yaktıktan sonra eline bir çekiç aldı, kimse dışarı çıkamasın diye ön kapıyı da, arka kapıyı da tahtalarla bir güzel çiviledi. Çalışırken "Tiptoe through the Tulips'i mırıldanıyor, en ufak bir gürültüde yerinden hopluyordu.
Cumartesi işler çığırından çıkmaya başladı. Harry'ye yazılmış yirmi dört mektup sızdı evin içine; bunlar, kıvrılarak, şaşkın sütçünün salon penceresinden Petunia Teyze'ye uzattığı iki düzme yumurtanın içlerine tek tek yerleştirilmişti Vernon Enişte postaneyle mandıraya zehir zemberek telefonlar edip dert anlatacak bir yetkili bulmaya çalışırken, Petunia Teyze mektupları mikserde bir güzel parçaladı.
Dudley, Harry'ye, "Seninle konuşmak için kim böyle yırtınır ki"' diye sordu şaşkınlıkla.
Pazar sabahı, Vernon Enişte kahvaltı masasına oturduğunda yorgun, biraz da hasta görünüyordu, ama mutluydu.
Gazetelerine marmelat bulaştırırken, mutluluk içinde, "Pazarları posta gelmez," diye hatırlattı ötekilere, "bugün kahrolası mektuplar yok -"
O anda bir şey vınlayarak indi mutfak bacasından, Vernon Enişte'nin ensesine kondu. Hemen arkasından, şömineden otuz kırk kadar mektup kurşun gibi yağdı. Dursley'ler kaçacak delik aradılar, ama Harry mektuplardan birini yakalamak için sıçradı -
"Dışarı! DIŞARI!"
Vernon Enişte, Harryy'i belinden kavrayıp hole attı. Petunia Teyze'yle Dudley de kollarım yüzlerine siper edip dışarı fırladıktan sonra Vernon Enişte kapıyı çarparak kapadı. Odaya hâlâ mektup yağdığı duyuluyordu dışarıdan; duvarlara, yere boyuna mektuplar çarpıyordu.
"Yetti artık," dedi Vernon Enişte, konuşurken sakin olmaya çalışıyor, ama bir yandan da bıyığını yoluyordu. "Hepiniz beş dakika içinde burada olacaksınız, derlenip toparlanın. Gidiyoruz. Bir iki elbise alın sadece. Tartışma istemiyorum!"
Yarım bıyıkla öylesine tehlikeli biri gibi duruyordu ki, kimse ağzını açmayı göze alamadı. On dakika sonra tahtalarla çivilenip kapatılmış kapıların dışında, arabadaydılar, otoyola ilerliyorlardı hızla. Dudley arka koltukta burnunu çekip duruyordu; televizyonunu, videosunu ve bilgisayarını spor çantasına tıkıştırırken babası onu görmüş, kendilerini beklettiği için de kafasına yumruğu indirmişti.
Uzaklaştılar. Uzaklaştıkça uzaklaştılar. Petunia Teyze bile nereye gittiklerini sormaya cesaret edemiyordu. Vernon Enişte arada bir direksiyonu kırıyor, bir sure ters yönde ilerliyordu.
Ne zaman bunu yapsa, "Savuştur şunları... savuştur şunları," diye mırıldanıyordu.
Bütün gün ne yemek ne içmek için durdular. Gece çöktüğünde Dudley ulumaktaydı artık. Kendim bildi bileli böyle berbat bir gün geçirmemişti. Karnı acıkmıştı, görmek istediği beş televizyon programını kaçırmıştı, üstelik bilgisayarında hiç uzaylı öldürmeden bu kadar uzun süre geçirmemişti.
Vernon Enişte, sonunda büyük bir kentin dışlarında kasvetli bir otelin önünde durdu. Dudley ile Harry nemli çarşaflan küf kokan çift yataklı bir odayı paylaştılar. Dudley horul horul uyudu, ama gözünü bile kırpmadı Harry, pencerenin kenarına oturup geçen arabaların ışıklarına baktı, uzun uzun düşündü...
Ertesi sabah kahvaltıda bayat mısır gevreğiyle kızarmış ekmek üstünde buz gibi konserve domates yediler. Tam kahvaltıyı bitirmişlerdi ki, otel sahibesi geldi masalarına.
"Özür dilerim, içinizde Mr H. Potter var mı? Bunlardan aşağı yukarı yüz tane geldi, hepsi resepsiyonda."
Bir mektup uzattı, yeşil mürekkeple yazılmış adresi okudular:
Mr H. Potter Oda 17 Railviezv Oteli Cokezvorth
Harry mektubu kapmak için uzandı, ama Vernon Enişte elini itti onun. Kadın şaşkınlıkla baktı.
Hemen ayağa fırladı Vernon Enişte, "Ben alırım onları," dedi, kadım izleyerek yemek odasından çıktı.
Saatler sonra, Petunia Teyze, çekinerek, "Eve gitsek daha iyi olmaz mı, sevgilim?" önerisinde bulundu, ama Vernon Enişte onu duymamışa benziyordu. Tam ne aradığını kimse bilmiyordu. Bir ormanın ortasına götürdü onları, çıktı, çevresine bakındı, başını salladı, arabaya girdi, yola koyuldular yine. Aynı şey sürülmüş bir tarlanın ortasında, bir asma köprünün yarısında, çok katlı bir otoparkın tepesinde de oldu.
O gün öğleden sonra, Petunia Teyze'ye, sıkıntılı sıkıntılı, "Babam çıldırdı, öyle değil mi?" diye sordu Dudley. Vernon Enişte arabayı kıyıya çekmiş, hepsini içeriye kilitlemiş, ortadan yok olmuştu.
Yağmur dindi. Koca koca damlalar düşüyordu arabanın üstüne. Dudley zırlamaya başladı.
"Bugün pazartesi," dedi annesine. "Akşama Büyük Humberto var. Televizyonlu bir yerde kalmak istiyorum."
Pazartesi. Bu bir şey hatırlattı Harry'ye. Bugün pazartesiyse -televizyondan ötürü gün saymakta güvenilir biriydi Dudley- yarın salıydı, Harry’nin on birinci doğum günü. Tabii pek de eğlenceli geçmezdi onun doğum günleri - geçen yıl armağan olarak Dursley'ler bir elbise askısıyla Vernon Enişte'nin bir çift eski çorabını vermişlerdi ona. Yine de insan her gün on birine basmazdı ki.
Vernon Enişte döndü, gülümsüyordu. İnce uzun bir paket vardı elinde, Petunia Teyze ne aldığını sorunca da yanıt vermedi.
"Uygun yeri bulduk!" dedi. "Hadi! Herkes dışarı!"
Arabanın dışı çok soğuktu. Vernon Enişte denize uzanan kocaman kaya gibi bir şeyi gösteriyordu. Kayanın tepesine de insanın hayal bile edemeyeceği kadar berbat bir baraka yerleştirilmişti. Orada televizyon olmadığı kesindi.
Vernon Enişte, neşeyle ellerini çırparak, "Bu gece fırtına çıkacakmış!" dedi. "Bu bey de incelik gösterip kayığını ödünç vermeye razı oldu."
Sallana sallana dişsiz bir ihtiyar geldi yanlarına, azıcık dalgasını geçermiş gibi sırıtarak, aşağılarda de-mir-grisi suda yalpalayıp duran eski bir kayığı gösterdi.
"Yetecek kadar erzak aldım," dedi Vernon Enişte, "hadi bakalım, doğru tekneye!"
Kayık buz gibiydi. Enselerinden soğuk köpükler ve yağmur giriyor, yüzlerine iliklere işleyen bir rüzgâr çarpıyordu. Kayaya vardıklarında aradan saatler geçmişti sanki, Vernon Enişte tökezleyip kayarak kırık dökük kulübeye götürdü onları.
İçerisi korkunçtu; yosun kokusu sarmıştı her yanı, rüzgâr tahta duvarlar arasındaki boşluklardan vızıldıyordu; şömine ıslaktı, boştu. Sadece iki oda vardı.
Vernon Enişte'nin erzakı çıka çıka adam başına birer paket gevrekle dört muz çıktı. Ateş yakmaya çalıştı Vernon Enişte, ama boş gevrek paketleri sadece tütüp büzülüverdi.
"Şimdi o mektuplar olmalıydı ki!" dedi neşeyle.
Keyfi pek yerindeydi. Besbelli, bu fırtınalı havada kimsenin kalkıp da oraya mektup getirebileceğini sanmıyordu. Harry de öyle düşünüyordu, ama hiç de hoşuna gitmiyordu bu.
Gece çöktü, beklenen fırtına patladı. Dev dalgaların köpükleri kulübenin duvarlarını sırılsıklam etti, azgın rüzgâr köhne pencereleri sarsmaya başladı. Petunia Teyze ikinci odada birkaç küflü battaniye bulmuştu, güvelerin kemirdiği kanepede Dudley'ye yatak yaptı. Vernon Enişte'yle yandaki eğri büğrü yatağa gittiler, Harry de yerin en yumuşak yerini bulup en ince, en eski battaniyenin altına büzülmeye bırakıldı.
Gece ilerledikçe fırtına da azıyor, kuduruyordu. Harry'nin gözü uyku tutmuyordu. Titriyordu Harry, yerine daha rahat yerleşmeye çalışıyordu; karnı da açlıktan gurulduyordu. Gece yarısına doğru başlayan gök gürültüleri, Dudley'nin horultusunu bastırdı. Dudley'nin kanepenin yanından sarkan tombul bileğindeki saatin ışıklı kadranı, on dakika sonra on bir yaşma basacağım söyledi Harry'ye. Yattığı yerde, doğum gününün tiktaklarla yaklaşmasını seyrederken, Dursley'lerin bunu hatırlayıp hatırlamayacaklarını düşündü Harry, bir de o mektupları yazanın şimdi nerede olduğunu.
Beş dakika sonra tamam. Dışarıda bir çatırtı duydu Harry. Çatı mı çöküyordu acaba? Çökse azıcık ısınırdı. Dört dakika kaldı. Belki de Privet Drive'daki ev mektuplarla dolmuştu, döndüklerinde ne yapar eder, birini yürütürdü.
Üç dakika kaldı. Kayaya böyle vuran, deniz miydi? Ya (iki dakika kaldı) o tuhaf gıcırtı da neydi öyle? Kaya parçalanıp denize mi gömülüyordu?
Bir dakika sonra on birine basacaktı. Otuz saniye... yirmi... on - dokuz - Dudley'yi uyandırsa mıydı acaba, keyfini kaçırmak için - üç - iki - bir -
BUMM.
Kulübe tepeden tırnağa sarsıldı, Harry doğrulup kapıya dikti gözlerini. Biri vardı dışarıda, girmek için kapıya vuruyordu.
|