Forum Kalfası
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Konum: Napcan!??
Mesajlar: 7,221
Teşekkür Etme: 75
Thanked 78 Times in 60 Posts
Üye No: 24380
İtibar Gücü: 2831
Rep Puanı : 3451
Cinsiyet : Erkek
|
hayat soğuk
vurdumduymaz bir istanbul gecesiydi
ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni
yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan
yıllarımı dolduran sensizlikti
hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık
hayatta tek"kimse"mden yoksunluk, yani kimsesizlikti
bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bi hayatın
ansızın sonuna gelme
ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur
yine yağmur yağıyor, yine gece, yine İstanbul
ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan
nereye gidiyorsun sevdiğim?
sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alıyordum
beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna
o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda...
uykun benim cennetimdi
çünkü cennet ikimizin olabildiği yerdi benim için
ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının
uykunda sadece ikimiz vardık
aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu artık
aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan
beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan
ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun
önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin
usulca sarılırdım sana arkandan, seninle yada sensiz geçen yılların hasretiyle
ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın
yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenine akan o ateş ağır gelirdi bedenine
"uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma" derdin
yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için
sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi
beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi bana
yanı başındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki unutulmuşluğumdan daha ağır gelirdi bana
seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime
yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim
bilinçaltım konuşurdu benim yerime.
su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi
gittiğini düşünürdüm yalnızca...
o saatte kendi evini terkedip, nereye gidebileceğini sorgulamadan
sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde,
uykumuzda bir başına bırakıp kaybolacağından korkardım
bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte; nereye gidiyorsun sevdiğim?
beni bu hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun
beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun?
nereye gidiyorsun sevdiğim?
oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı
gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu, sadece ikimiz kalırdık
ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın; cennette cehennemi hatırlardın...
dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan
ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş
ve bu ilişki ne kadar çok şekil değiştirmiş
seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim
seni kelimelerce şiirlerce yakınından sevdim
seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıpta yazdığın mektuplarca sevdim
seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından
hayatımı öylece, olduğu gibi bıraktım, şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim
neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü
neydik birbirimiz için sevgili?
|