Tek Mesajı Görüntüle
Old 02-22-2008, 11:06 PM   #2
ÇaKıR-
Bağımlı Üye
 
Üyelik Tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 3,823
Teşekkür Etme: 0
Thanked 93 Times in 80 Posts
Üye No: 45172
İtibar Gücü: 2084
Rep Puanı : 4660
Rep Derecesi : ÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond reputeÇaKıR- has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

:::YILAN HİKAYESİ:::


Padişahla karısının bir türlü çocuğu olmuyormuş, ne yapmışlarsa bir türlü bir çocuk sahibi olamamışlar. Bir gün yaşlı, uzun sakalları olan beyaz bir adam saraya konuk gelmiş, padişah adamı çok sevip akşam yemeğine alıkoymuş. Yemekten sonra sakallı ihtiyar



"Galiba sizin meyveniz yok" demiş.


Padişah hemen atılmış,


"Her meyveden var, ne istersiniz?" demiş.


"Yok," demiş ihtiyar, "onu söylemiyorum, galiba sizin çocuğunuz yok, onu söylemek istiyorum."


Padişahla karısının gözleri dolmuş,


"Çok istedik, ama olmadı" demişler.


"Peki" demiş ihtiyar, "ben size bir yol göstereceğim, dediklerimi yaparsanız çocuğunuz olur. Ülkenin en ucundaki dağın tepesinde bir pınar var. Baharın yaza bağlandığı gece, tam sabah olurken, mehtap batmadan, güneş de çıkarken çırılçıplak o pınara girip yıkandıktan sonra, 'hayırlısı neyse olsun' deyip birbirinize kavuşacaksınız."


Yaşlı adam bunları söyledikten sonra odasına çekilmiş, ertesi sabah da kimseye görünmeden saraydan ayrılıp gitmiş. Padişahla karısı, büyük bir kalabalıkla yola çıkmışlar. Dağın başındaki pınara girip yıkanmışlar, sonra da çadırlarına çekilip yataklarına girmişler. Padişahın karısı,


"Allahım bize bir evlat ver de nasıl verirsen ver" demiş.


O gece padişahın karısı hamile kalmış. Aradan dokuz ay geçmiş. Doğum vakti gelmiş. Saraya ülkenin en ünlü ebelerini çağırmışlar. Ama sultan bir türlü doğuramıyormuş, ne yaparlarsa yapsınlar sultan bir türlü doğuramıyormuş. Kentte babasıyla ve üveyannesiyle yaşayan çok güzel ve çok fakir bir genç kız varmış. Padişah, öfkesinden karısını doğurtamayan bütün ebelerin başını vurdurtmuş. Bunu duyan kötü kalpli üveyanne, saraya gidip


"Benim bir üvey kızım var. Sultanı doğurtsa doğurtsa o doğurtur" demiş.


Bunun üzerine saraydan adam gönderip kızı çağırtmışlar. Kız başına ne geleceğini anlamış, doğru annesinin mezarına gitmiş, annesinden akıl sormuş:


"Anneciğim ben ne yapacağım, hiç bir ebenin doğurtamadığı sultanı doğurtmak için beni çağırdılar. Benim de kellemi kesecekler."


Tam o sırada ak sakallı bir ihtiyar peydah olmuş mezarın yanında,


"Ağlama kızım" demiş, "ben sana ne yapacağını anlatacağım, dediklerimi yaparsan, kelleni kurtarırsın." Sonra kıza ne yapacağını anlatmaya başlamış. "Sultan benim dediklerimi tutmadı, hayırlısını isteyeceğine, ne olursa olsun dedi, bu yüzden de evlat yerine karnında bir yılan taşıyor şimdi, sen saraya gidince, hemen bir kazan süt isteyeceksin, sütü sultanın bacakları arasına yerleştireceksin, sütün kokusunu alan yılan da dışarı çıkacak."




:::MARTILAR NEDEN DENİZİN ÜZERİNDE UÇARLAR:::


Bundan yüzyıllar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda olduğu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmış. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kralın emri ile her gün prenses dolaşmak için saray muhafızları ile birlikte sarayın dışına çıktığında ona bakmak yasakmış. Halk onun dolaşmaya çıktığı ilan edildiğinde eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılırmış. Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında... Fakir bir köylü delikanlı iradesini yenememiş ve yavaşça başını kaldırıp prensese bakmış ve başını kaldıran fakir delikanlı ile prenses o anda göz göze gelmişler... Tabii ki... Tahmin edeceğiniz gibi fakir delikanlı pensese inanılmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin de o derin bakışlarının boş olmadığını düşün en fakir delikanlı günlerce uyuyamamış ve ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada fakir delikanlıya da tutulan güzel prenses onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına götürülen delikanlı nasıl olsa ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duyduğu aşkını anlatmış. Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak fakir delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.



İŞTE HİKAYEMİZ DE ZATEN BURADA BAŞLIYOR.


Hemen bir gemi hazırlattıran kral gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan fakir delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkından haberdarmış. Sonunda martılar bile fakir delikanlıyı anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Ve zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar aracılığı ile aşkları iyice büyümüş; ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Ağlayarak kızına sarılan kral, hayvanların bile bu aşkı anlarken kendisinin anlayamadığı için kendisinden utandığını söyleyerek prensese hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna çok mutlu olan prenses hemen fakir delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Tabii bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da her şeyi anlatarak bütün martıları düğünlerine çağırmış. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubun düştüğünü farketmiş. Ve mektubu tüm martılar hep birlikte aramaya başlamışlar... Fakat bir türlü bulamamışlar. Bu arada prensesten mektup alamayan fakir delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu arıyorlarmış... Prensesin kendisini unuttuğunu yahut istemediğini sanan fakir delikanlı martıların onun için gelmediğini düşünerek, fenerden kendisini kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Ve malesef kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...


İşte o gün bugündür, her şeyi düzeltmek için denizler üzerinde uçan martılar o mektubu ararlar. O mektubu bularak o inanılmaz sevgiyi ve her şeyi geri getiriceklerini sanırlar ve bu yüzden de hep denizler üzerinde uçarlar.



:::YAVUZ İLE EYLEM:::




vaktiyle büyük kentin birinde varoş bir mahalede yaşayan geçimini marangozlukla yapan bir delikanlı varmış... ekmegini ahşaptan çıkarmayı severmiş , bu onun için hem iş hemde zevkmiş.. tabi delikanlı dedikya ilaki varmış bir sevdalısı onunda her delikanlı gibi ... ama onun için sevda başka telden çalarmış .. onun aşkı kendisini bile aşmış ... sevmiş ,ölümüne sevmiş hemde ... sevdigininde ondan eksik yanı yokmuş hani, inanılması güç ama üç kelimesinden biri sürekli yavuz ' muş .. bu aşk çocuklukta başlamış daha yaşları yedi .. buna yüce yaradanın yazgısımı diyelim yoksa , Allahın onlara o yaşta bıraktıgı bir lu tufmu... evet onlar yedi lerinde tanıştılar aşkla , sevdayla ... o yaşlarda aşk acısı çekmek zor olmasa gerek malum daha yaş yedi ama" aşk her yaşta aşktır" deyimi olmassa daha bir gözel olurduya ....
artık yavuz 'la eylem büyümüş olgunluk çaglarına erişmişlerdi , hayatı tos pembe görmedikleri gibi dahada bir sevdalarına sarılmışlardı ... onlar için aşk , aşk degildi , hayattı , nefesti , benlikti ..uzun lafın kısası aşk aşktan çıkmıştı artık ....
yavuz için sadece gözleri vardı eylemin bu hayatta yalan söylemeyen , derdini gizlemeyen ... ama bir gün eylemin gözleri bir başka türlü gülümsüyordu .. yavuz bunu anlamıştı ama anlamamazlıktan geliyordu ... çünkü gözleri başka ,dili başka şeyler söylüyordu .. belkide eylem gızana gelmiş unutmuştu sevdalarının çocukluktan beri başladıgını .. evet eylem yalan söylüyordu "kaç gündür teyzemlerdeyim gelemedim yanına "diyordu o yalancı diller ...ama gözlere laf yok ,gözler benligini koruyordu herzamanki gibi...
megerse mahalleye artık sık sık ugrayan zengin züppeler eyleme sarkıntılık yapıyorlarmış .. laflar gaflar arda geliyormuş... işte bu şereften paylarını almayan insan müspetteleri bir gün sıkıştırmışlar eylemi bir kapı eşiginde agzını baglayıp götürmüşler tenha yere .. ve eylemin ırzını namusunu kirletmekle kalmamışlar yavuza tehdit savurmuşlar eylem aracılıgla ..
işte o dil böyle yalan söylüyordu ..yavuza başından geçen hiç bir şeyi paylaşmamış ..çünkü onun için namus , şeref , haysiyet kavramı vardı.. başından geçen bu igrençlikleri aşkına ihanet sayan eylem intihara kakışmak ister ama her defasında yüce yardanın engeline takılır ...
artık bu yaşadıgı olay eylem için bir kırılma noktasıdır hayatında . degil yavuzla konuşmak yüzüne bakmaya utanır olmuş artık .. yavuz bu halinden çok rahatsız olmaya başlamış ..bu hayattan güçüp gitmek isteyen eylemi kaç kere ölümün eşiginden kurtarmış ... eylem başından geçen olayları deli aşıgına anlatmak istemiş çogu zaman ama az çok şeyi tahmin edebilen yavuz dinlemek istememiş.. kütü bir şey oldugunu biliyormuş , ama öyle bir sevdaymışki bunu bile sineye çekmeye hazırmış eylemle mesut olmak için ...
yavuz un baskılarına dayanamayan eylem evlenmeye karar vermiş .. başka şansı yokmuş çünkü , yavuzn çaresizligi gözlerinden okunuyormuş kimsenin anlatmamasına ragmen her şeyi anlamış gözlerinden eylemin .. o kadarsevmiş eylemi.. dügün günü herkesin keyfi yerinde misafirler bir o yana bvir bu yana kendilerini savururken eylemden çıt çıkmıyordu .. ama sineci yavuz yine sineye çekmişti olanları ve kalkıp oynamaya başladı .. yavuzn zeybegide bir başka türlü çalıyordu hani ... yavuzn gözel oyununa dayanamayan eylemde kalkıp yavula karşılıklı oynamaya başladı koskocaman alanda ikisi tek başınaydı .. her kes onları seyrediyordu biliyorlardı aşklarını misafirler çıktılarmı meydana aşka hürmette bırakırlardı oyunu ..
ama ölüm denilen o kaypak türkü onları dügünde yakaladı .. onların sevdasını hazmedemeyen o zengin züppeler dügünü basmaktan utanmamışlardı .. çapraz ateşe tuttular hiç bir şey demeden iki aşıgı .. kurşunlar havada uçuşuyor iki sevdalı kan revan içinde birbirine sarılıyorlardı..
eylem o gün hayata gözlerini yumdu .. yavuz dört kurşun bedenine almasına rahmen hayatta kaldı ölmedi.. onun şimdi yaşaması için tek bir neden vardı artık...
ÇaKıR- çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla