Solgun Renkler
........
bir yanı karanlık,
bir yanı çırpınır durur hala
karanlıksa kara, aydınlıksa aydın
eyy çatlayan damarı yurdumun,
neden doğurdun ki beni
kayıp giden yıldızın altında
tepişip durur yarasalar
ve yalnız kalan bir papatya
rengini bırakıyor elinden
döllenmek için kaçıncı
arıyı bekleyen çiçek…
karanlık kokuyor hava, nafile
bir adım ileri, iki adım geri
fırtınalara çekilince bayrak
bodur, çelimsiz bir ağaç
kafa tutarken poyraza
görünür, görür keskin vadiler
sert kayalarla örülmüş, nazik
ve ard arda dizili dağlar
şehir görüntüsünde bir yer
gitme der gibi, gitme, ve sonra
takılıp kalıyor ayaklarına
durdurulamayan adam duruyor işte
kurulu sofraların önünde,
renk yok, ses yok
solgun yüzler oturmuş baş başa
konuşur, kiminin kırış kırış hatları
içlerinde bir iki tanıdık
kıçlarını kaldıramıyorlar yerinden
başları öne eğik, ellerinin arasında
kaybolan gelecek
gözleri, gelmemek adına göz göze
sonra görüşelim diyor biri, sonra
cılız, yenik düşmüş bir ses,
kör bıçak gibi oturuyor kalbime
diğerlerinde meraklı yüzler
saldırıya geçen kobra yılanı
bir sokak beliriyor ötede,
etrafında yangın kurusu ağaçlar
siyah taşlarla örülmüş kaldırımı
hafif rampalı, göbeği çıkmış iki yanından,
biri birinden kopuk eskimiş duvarlar
söküp atmışlar sıvasını
ve camları dökülmüş pencerelerinde
paslanmış demir parmaklıklar
hala korkusunu tutuyor içinde
yönetenlerin
donuk yüzlerinde onların
ne dün, ne bugün, ne yarın var
ölmeden ölenlerin rengidir bu
kanı çekilmiş, mimiksiz
suratsız, korkak… iş kaçkını…
kıl bakışların altında
fırlatılan kaçamaklara siper etmiş kendini
bura nere, bura kimin yurdudur
ekmeğe muhtaç, özgürlüğe muhtaç
yurtsuzlarla dolup taşmış sokaklar
gülmesini unutan insanlar
kuru mu kuru gururlu
gözyaşını yediremezler kendine
köpekleri havlamıyor, bu şehrin
anıran eşekleri de yok gibi
ne yabancısı, ne yerlisi belli
bunlar, kulağı kesik cinsleridir
bunlar, desem ki doyurmuşlar önceden
desem ki uysallaştırıp besliyorlar
kuru yalan
işte, sıkışınca hırlıyorlar bir ağızdan
.......
Ercan Cengiz
|