Tek Mesajı Görüntüle
Old 03-03-2006, 12:04 PM   #2
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3039
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Osmanli SaĞlik TeŞkİlati

Osmanlı Saglık Teşkilatı


GİRİŞ: OSMANLI SAĞLIK TEŞKİLATINDA TARİHİ ZEMİN

1. DARUŞŞİFA

1.1. OSMANLI’DAN ÖNCE ANADOLU’DA DARUŞŞİFALAR
1.2. OSMANLI DEVLETİNDE DARUŞŞİFALAR
1.3. OSMANLI DEVLETİNDE TIP EĞİTİMİ


2. OSMANLI DEVLETİNDE HASTALARIN TEDAVİSİ

2.1. OSMANLI DEVLETİNDE HEKİMBAŞILIK
2.2. BİMARHANELER
2.3. CÜZZAMHANELER
2.4. CERRAHHANELER
2.5. ECZAHANELER(DARU’L- EDVİYE)


3. OSMANLI DEVLETİNDE TIBBIN TARİHSEL GELİŞİMİ

4. ASKERİ TIP TARİHİ

SONUÇ:

BİBLİYOĞRAFYA:

OSMANLI SAĞLIK TEŞKİLATINDA TARİHİ ZEMİN

“Türk tarihi içinde sağlık hizmetlerini ve sağlık kurumlarını çok eski döneme ve bölgelere götürmek mümkündür. Orta Asya Türk boylarında hastaların tedavi edildikleri bilinmektedir. Bu dönemde hastalar önce diğer çadırlardan ayrı bir çadıra konulmakta iyi oluncaya kadar veya ölünceye kadar diğer insanlardan ayrı tutulmuşlardır. Bu hastaların tedavisini Kam denilen kişilerin yaptığı ve hasta çadırlarına yalnız u kişilerin girdiği anlaşılıyor. Bu çadırların hasta çadırları olduğunu anlatmak amacıyla bir mızrak veya bir bayrak da dikildiğini biliyoruz.”

İslam’ın doğuşuyla orta çağa hakim bir İslam kültürü ortaya çıkar ve bunun önde gelenlerinden birisi de sağlık teşkilatıdır. İslam Tarihinde ilk Darü’l Mezra Emevi Halifesi Velid tarafından H.86 M.706 Tarihinde Şam’da kurulmuştur. Yine Emevi’ler tarafından Fustat’da Zükakül Kanadül Bimaristanı yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda Abbasiler döneminde halefler tarafından bir çok Bimaristan yapılmıştır. Mısır’da bir Türk devleti kuran Ahmed b. Tulun Kahire’de bir cami, iki hamam ve bir hastane tesis etmiştir.


I.DARUŞŞİFALAR

“Selçuklular döneminde hasta bakılan müesseseye genellikle şifahane veya Maristan denilmiştir. Bu arada Daruşşifa da hem Selçuklularda hem de Osmanlıda kullanılan bir terimdir. Farsça bir kelime olan Maristan: sıhhat yeri, Bimar ise sıhhatsiz anlamına gelir. Böylece zamanla Bimaristan sağlığı yok olmuş kişilerin yattığı yer yani Hastane anlamında kullanılmıştır.”

Bu darüşşifaların büyük bir kısmı vakıf Darüşşifalarıdır. Vakıf Darüşşifalarında ilmin kazanılması ve ilerletilmesi sağlanmış ve Hekimlik öğretimi de yapılmıştır.

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde vakıf müessesesi sayesinde pek çok kuruluşun yüzyıllar boyu ayakta kalmasını sağlamıştır. Cami, Darüşşifa, Medrese vb. kurumları tanzim ettirerek bunu tescil ettirmiştir. Vakviyede tesisini bütün vasıfları sayılı, idare şartları kim veya kimler tarafından idare edileceği belirtilir, tesisin devamı için ona gelir kaynakları bağlanırdı. Böylece vakıf müessesesi toplumsal bir yardım ve hayır kurumu olma özelliğinin yanı sıra sıhhi müesseselerin de kaynak kurumları idiler.

XIII. Yüzyıllarda hükümdarların hükümdar ailesine mensup kadın ve erkeklerin büyük ve zengin devlet adamlarının zengin tacirlerin tesis ettikleri vakıflar sayesinde bir çok Darüşşifa, Medrese, Tekke, Sıbyan mektepleri açılmış böylece devlet büyük bir yükten kurtarılmıştır.






I.I. OSMANLI’DAN ÖNCE ANADOLU’DA DARÜŞŞİFALAR

“Bu günkü bilgilere göre Anadolu’da ilk sağlık kurumu Danişmendoğlu Mehmet (öl.1184) tarafından yaptırılan Niksar Darüşşifasıdır. (1170) Bunu (1206) tarihinde Kayseri’de yapılan Darüşşifa ve tıp merkezi izlemiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıçarslan’ın oğlu Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev ile kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan tarafından yaptırılmıştır. Bu Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1217’de inşa edilmiştir. Sivas Darüşşifası, Selçuklu Darüşşifalarını en büyüğüdür. 1768’e kadar aynı amaçla kullanılmıştır. Sivas Divriği Daruşşifası (1228) Kemaleddin Şadi Bey ve Aksaray Darüşşifaları (1219-1233) Çankırı Darüşşifası(1235) Akşehir Darüşşifası(1260) Kastamonu marsitanı (1272) Tokat Pervane Bey Darüşşifası (1275), Rahatoğullarının Sivas’da yaptırdıkları Darül- rahha (Düşkünler evi1288) ve yine ayrı yüzyılda kurulan Erzurum, Erzincan darüşşifası ve Mardin Maristanı ve Anadolu Selçuklu devletinin tarihe karıştığı 1308 yılında biten Amasya Darüşşifası izlemiştir.”

I.II. OSMANLI DEVLETİNDE DARÜŞŞİFA

“Selçuklu sağlık kurumlarının Osmanlı devrinde de halkın hizmetine açık tutulmuş ve bunlara ilaveler yapılmıştır. Osmanlılar aldıkları kentlerde bu eski örneklere uygunsağlık tesisleri kurmuşlardır. Bunların ilki 1399’da açılan Bursa’daki Yıldırım Darüşşifası, İstanbul’da Fatih Darüşşifası(1470) II. Bayezid (1514), Haseki Bimarhanesi (1539), Süleymaniye Darüşşifası ve tıp medresesi (1555) Toptaşı Bimarhanesi (1538) Atik Valide Darüşşifası(1583) Sultan Ahmed Daruşşifası (1616), XVIII. Yüzyılda Zeytinburnu Askeri Tıp Merkezi kurulduğu görülmektedir. Bunlar arasında Gümüşsuyu, Kuleli, Davutpaşa, Maltepe, Tophane, Levent çiftliği, Topçular, Cebehane, Mabeyn, Hassa askeri, Kumbarahane, Tersane, Tıphane, Ahırkapı, Rami, Bab-ı seraskeri, Trabya, Topbaşı, tıp hastaneleri sayılabilir. 1827 yılında şehzade başında Tulumbacılarbaşı Konağında tıphane ve cerrahhane açılmış Viyana’dan Dr. Bernard getirilerek bir hassa onun sayesinde Mekteb-i Tıbbıye-i Adliye-i Şahane kısa zamanda Avrupai bir şekil almıştır.”

I.III. OSMANLI DEVLETİNDE TIP EĞİTİMİ

Osmanlı devletinde tıp eğitimi, İslam geleneğine uyarak ve Anadolu Selçukluları’ndan devraldığı miras ile devam ediyordu. Tıp ile uğraşmak isteyen aday iyi bir medrese eğitimi görmüş olmalıydı. Aday usta ve hekimlerden bir veya bir kaçını hoca olarak seçiyor ve eğitimine giriyordu. Bu hocalar öğrencisini belli bir proğramla eğitiyor ve adaya teorik bilgilerin yanı sıra pratik bilgilerde veriyorlardı. Tıbbın hekim dükkanında oluyordu. Darüşşifalarda ayrıca tıp eğitimi alan kadrolu öğrenciler de bulunabiliyordu. Süleymaniye Tıp Medresesi gibi sadece tıp eğitimi veren medreseler de kurulmuştur. Ayrıca usta çırak usulüyle ve esnaf teşkilatı içinde yetişen tabipler de çoğunlukta idi.

“II. Mahmud zamanında 1827’de Tıphane-i Amire kurularak başına Dr. Bernard getirilmiştir. Önceki İtalyanca eğitim yapan bu kurumlar dr. Bernard ile Fransızca eğitime başlamış ve tıpta büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

1864 yılına kadar eğitim Fransızca yapılmış ancak 1864’te kurulan Mülki Tıbbiye’de başlayan Türkçe eğitim aynı askeri tıp okullarında da uygulanmış ve eğitim tamamen Türkçeleşmiştir.”

Osmanlı döneminde Tıblardaki eğitim hakkında kesin bir bilygiye sahip olmamakla beraber buralarda umumi medreselerde ve Daru’l Hadislerde uygulanan sistemden farklı bir uygulamanın olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Tabip daha ziyade uygulama gerektirmektedir. Bu bakımdan, bazı tabiblerin özel ders vermek, bazısının da özel muayene haneler açmak suretiyle Şakid (çırak) yetiştirdikleri görülmektedir.



II. OSMANLI DEVLETİ’NDE HASTALARIN TEDAVİSİ

“Osmanlı Darüşşifalarında hastalıklar çeşitlerine göre ayrılmış ve hastalığın çeşidine göre ayrı ayrı bölmelerde tedavi edilmiştir. Hastaların tedavisinde ilk önce öğrenci ve asistanlar muayene eder teşhis edemezse bu kez onları hekimbaşı muayene eder ve teşhis koyardı. Hastaların bu günkü gibi iki tür muayene yapılırdı. Önce hastalar baştan aşağı muayene edilirdi ve ilaçları Darü’l Edviye “Eczane” den alırlardı. İkinci guruptaki hastalar ise daruşşifada yatan hastalardır. Bunlar da yatarken tedavileri yapılmıştır. Bir diğer tedavi yöntemi ise ruh hastalarına uygulanan tedavi yöntemiydi. Bu tedavi müzik ve hafif şoklar “ Durgun suyun dalgalandırılması” gibi yöntemlerle uygulanmakta idi.”

II.I. HEKİMBAŞILIK

Öncelikle hükümdar ve ailesinin sağlığını korumak, bazen de devletin sağlık politikasını yürütmek için ihdas edilmiş hekimbaşılık, hemen her büyük devlet ve medeniyette görülebilen bir kurum olup Osmanlı devletinden önce de bir çok devlette görülmektedir.

“Hekimbaşılığın Osmanlı Devletinde ne zaman ihdisas edildiği konusunda değişik görüşler vardır. Osmanlı devleti sultanlarıyla hekimleri arasındaki ilk ilişkiler XV. Yüzyıldan itibaren tekip edilebilmektedir. Kaynaklar Çelebi Mehmed’in Karaman seferi sırasında Ankara’da Şeybi’nin tedavi ettiği ve daha sonra hekim başı olduğu söylenmekte ise de II. Beyazıd dönemine kadar hekimler sadece sarayda padişah veya ailesi hasta olunca gelirler. Hasta iyileşince gidiyordu. II. Beyazi ile beraber sarayda sürekli kalmışlar ve hekimbaşılık müessesesi oluşmuştur.”


“Hekimbaşılar başta hükümdar olmak üzere hükümdarın ailesinin sağlığını korumakla yükümlüydüler Bunun yanında padişahın yemeklerini tedavisinde kullanılacak ilaçların, güçlendirici macunların hazırlanmasına, nezaret eder; Nevruz’da çeşitli maddelerden hazırladığı Nevruziye’yi başta sultan olmak üzere devlet büyüklerine takdim ederdi. Sarayın ihtiyacı olan mum ve sabunlar onun formülüne göre imal edilir; saraydaki iki Eczane ve 5 Darüşşifa sayıları 25-30 arasında değişen cerrah, kehhal ve hekimlerin, düzenli çalışmalarını sağlardı. Muhtelif şehirlerdeki hastanelerde hekim tayin ve azilleri zaman zaman hükümdarın verdiği fermanla, İstanbul ve civarındaki yerleşim alanlarındaki yerli ve yabancı hekimlerin teftişi gerektiğinde onların imtihanı ve bu sınav sonucunda başarısızları meslekten men etme “muayenehane” dükkan sayısını azaltma yetkisine sahipti.””

XIX. yüzyılın ilk yarısında imparatorluğun askeri teşkilatı içinde gerekli ham madde alımı, ilaç imali ve gerekli yerlere dağıtımında en yetkili kişi idi.

II.II. BİMARHANELER

Türklerin İslamiyetken önceki dönemlerde ruh hastalıkları ve tedavilerine ilişkin uyguladıkları yöntemler ve kurumlar kesin olarak bilinmemektedir. Ancak eski Türk hayatında insana Verilen öneme ve aileye duyulan saygıya bakılarak, bir arada olmanın zorunluluğunda doğan yaşam mücadelesinin kazanılmasındaki direnç gereği ruhsal olarak da bazı çözümlemelerin yapılmış olduğunu var saymak hiç de yanlış olmasa gerek. Daha sonraki aşamalarda Uygurlarda hekimlik vardır ve akıl hastaları da tedavi edilmiştir. Türklerde akıl hastası “Deli” Allah’ın kızgınlığına uğramış bir zavallı değil, kutsal tarafları olan günahsız gerçek hastadır.

İslam II. Halife Hz. Ömer zamanında İskenderiye’yi aldıktan sonra Müslüman bilim adamları Romalılardan Bizanslılardan, Yunanistan’dan kovulan alimlerle temasta bulunmuşlardır. Bunlardan biri tek tanrı vardır dedikleri için sürülen Nestorien Papazlarıdrı. Bunlar maiyetleri ile birlikte İran’a sığınmışlardır. İran’ın Gundi Şapur Şehrinde bu papazlar o zaman Maristan diye adlandırılan bir müessese kurmuşlardır ve ilk hekimi kendileri olmuşlardır.

“Osmanlılar’da büyük camilerin yanlarında bir de şifa hane binaları dikkat çeker. Eskiden dahili ve harici hastalıklar evlerde ve diğer değişik mekanlarda tedavi edildiği için bu binalar doğrudan doğruya ruh hastalıkları içindir. Osmanlılar’ın ilk dönemlerinde şifa hane ve Bimar hane tabirleri akıl akıl hastalarına mahsusu tedavi yerleri için kullanılmıştır. Diğer hasta hanelere ise sıhhat, afiyet veya sağlık yurdu denmiştir. İlk Bimar hanenin Türkler tarafından kurulduğu ve daha sonradan Avrupa’ya geçtiği bilinmektedir.”

II.III. CÜZZAMHANELER

Osmanlı devletinde Türk tabipler cüzamın bulaşıcı olduğuna inanmamaktadır. Peygambere adfolunan hadise dayanılarak Aslandan kaçıldığı gibi miskinden de kaçınılmayı emir etmekteydi.

“Osmanlıların cüzamlıları tecrit Darüşşifa hastanelerde ayrı bölümler bağımsız olarak ayrı cüzzamhaneler yapılmıştır. Tedavisi o gün için mümkün olmayan bu hastaları herkesin arasında bulundurmamak bulaşmanın önünü almak için ve önemli bir koruma tedbir olarak yapılan bu müesseselerde miskinhane Miskinler Tekeşi de denilmiştir. Bu hastalığın en çok etkili olduğu yer Hindistandır. Osmanlı’da bu hastalığı çekenleri tecrit etmek, onların parmakları dökülmüş olan ellerini, kesik burunlu yüzlerini miskin ve tanbel yaşayışlarını halkın gözü önünden uzaklaştırmak ve aynı zamanda sirayetten korumak amacıyla bu kişiler tekkelerde barındırılmışlardır.”

II.IV. CERRAHHANELER

Cerrahi insanlık kadar eskidir. Tababetin bu bölümü harici travmalar, kırıklarla başlamıştır. Bunu içindeki tıp ilminden önce başladığı muhakkaktır. İnsanlar arsında savaşlar dolayısıyla yaralanmalar olunca bunlara bakım ve tedavisi işleri de önem kazanmıştır. İşte bu zamanlarda daha içi hastalıklarıyla ilgili geniş bir bilgi yoktur. Eski Mısır’da ölülerin mumyalanması, y,ne eski Thabeste harap olmuş duvarlar üzerinde cerrahiye ait modern akitlere benzeyen şekiller görülmüştür. Onlar bir cesedi 36 kısıma ayırmışlardır. Musevilerde sünnet ameliyatı iptidai aletlerle yapılmıştır. Yunanlılarda cerrahiye ait bilgilerin tamamını Mısırlılar’dan almışlardır. Ortaya çıkarılan cerrahiyle diğer tababet birdir. Ayrılmaları XII. Yüzyıldadır. Bu ayrımı ilk defa getirenler Müslüman tabiplerdir. Bu ilkler arasında Razi başta gelir. Ebu’l Kasım da cerrahiye önem vere ilk müellifler arasındadır.

“XIV. ve XV. Yüzyıllarda Osmanlı memleketleri içinde tababet sanatını icra edenler Hristiyan ve Yahudi teba idi. Bunların arasında iyi tabipler yanı sıra sahte tabiplerin de varlığı bilinmektedir. Bu önemli meslek Osmanlı hükümetince tespit edildikten sonra bunların ehil olup olmadıklarını hekimbaşı bir imtihanla tespit etmekte ve ehil olanlara ehliyet name vermekte, ehil olmayalar ise bu işten men edilmekte idiler. XV. Yüzyılda yetişmiş ünlü cerrahlardan biri de Edirneli Safai dir. Safai’nin bir de dükkanı bulunmaktadır. Tezkerelerde hakkında önemli açıklamalar vardır. Daruşşifalarda her birisinde iki cerrah bulunmakta istisna olarak çok azında bir veya üç olmaktadır.”

II.V. ECZAHANELER (DARU’L EDVİYE)

“Türk tıp tarihindeki eczane olgusunu iki gurupta incelemek gerekmektedir. Birincisi daruşşifaların bünyesindeki eczanelerin, ikinci olarak da daha sonraki dönemlerde gelişen, bağımsız olarak açılmış eczaneler idi. Daruşşifa kadrolarında her zaman için eczacılık yer almıştır. Vakfiyelerde genel olarak eczacılardan hekim dikkat edecektir. Daruşşifaya lazım olan ilaçları dışarıdan vekil hara satın alırdı. İçilecek ilaçları yapmaya macun, hap, vs. bunlara benzer ilaçları yapmaya hazır bir de eczacı bulunacaktı. Daruşşifalarda eczacılar genelde iki kişidir. Ayakta tedavi gören hastalara ilaçlar genelde ücretsiz verilmiştir.”

Askeri hastanelerin çoğalmasıyla 1835’de, bir de askeri eczanelerin kurulduğunu görüyoruz. 1866’da Askeri Eczane-i Amire müdürlüğünden askeri hastanelere ve revirlerine gönderilen ihtiyaç listeleri gereğince bu müesseseler ilaçlarını temin ediyorlardı.

Sağlık sistemi içinde ecza ticareti de önemli bir yer tutmuştur. Eskiden ecza ticaretiyle uğraşanlar iki sınıftır. Birincisi Drogistler; toptancılar, ithalat ve ihracatı bunlar yaparlardı ve eczacılara satarlar. Ekseri eski han odalarında bazı haneleri vardır ve depolarında mallarını saklarlardı. Ecza ticaretiyle uğraşan diğer bir zümre de Aktarlardır. Akakir yani Droğ sattıklarından Aktar diye adlandırılmışlardır. Çıraklar usta tarafından yetiştirilirler, esnaf usulünce peştamal kuşattırılarak usta olurlardı.


III. OSMANLI’DA TIBBIN TARİHSEL GELİŞİMİ

XV. yüzyıl Bursa’nın başkent olup devletin gelişmesine paralel olarak darüşşifa ve tıp merkezleri de gelişmiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da yaptırmış olduğu Sahn-ı Seman Medreselerinde eğitimde ayrıca önemli olan külliye darüşşifa yapısı Karadeniz Medreseleri adıyla yer almakta idi. Ancak bu yapı günümüze kadar ulaşamamıştır.

“XVI. yüzyıl devletin gelişmesiyle ihtiyaca cevap vermesi için yeni külliyeler yapılmıştır. Özellikle Mimar Sinan’ın yapmış olduğu Şehzade külliyesi Edirne’de ki Selimiye Külliyesi ve yine İstanbul’da Süleymaniye Külliyesi önde gelir.”

Sultan III. Murat döneminde Osmanlı imparatorluğu ülkelerinde 59 hastanenin mevcut olduğunu Michel Baudiler 1663’de Paris’de neşr edilen “Histoire du Scrail Etdefa Cour” isimli eserinde zikr etmektedir.

“Osmanlı devletinde tedavi ve hayır kurumları olarak haneler her zaman önem taşımıştır. XVIII. Yüzyıl batılılaşma kapsamında, hastanelerin de ele alındığı görülmektedir. XIX. Yüzyılın başlangıcında Osmanlı imparatorluğunun artık devlet olarak hemen hemen bütün kurumlarında çözülme ve çöküş yaşanır. Hükümdarlık makamında bulunan IV. Mustafa döneminde de Osmanlı tıbbi ve sosyal yardım müesseseleri de felce uğramıştır. İşsizler ve dilenciler bu dönemdeki en büyük toplumsal yaradır. Bunun en büyük nedeni hiç şüphesiz devletin güçsüzlüğünden doğan otorite boşluğudur. Bu durumda saray bir ölçüde olsa durumu düzeltmek istemiş dilencileri ve sakatları ortadan kaldırmak için bunların şifahane ve tophanelere yerleştirilmesini kararlaştırmıştır.(1806) mevcut top haneler ve hastaneler alabildikleri kadar hasta, sakat ve dilenci almışlardır. Ancak bu tedbir de bir süre sonra işletilemez hale getirilmiştir.”

“Yine bu dönemde Tıbb-ı Cedidi medreselere sokma çabaları olmasına rağmen henüz tıpta yenileşme medreselerde yoktur. Teşrih “Anatomi” ilmi ancak çok eski bilgilerde yazılmış olan kitaplardan elde edinilmektedir. halbuki yeni Tababet akımı tamamen Teşrihe dayanmaktadır. Osmanlı’da ise bu dönemde bile Avrupa’dan gelen Tabiplere güvenilmektedir. Bu olumsuz durumdan yararlanan Rum hastaneleri büyük imtiyazlar ele geçirmişlerdir. Bu dönem Osmanlı için bir geçiş dönemi olmuştur yani batıya tıpta da geçiş yenilik yapılmaya başlanmıştır. II. Mahmut döneminde 1826’dan sonra birçok hastane yapılmıştır. Bunların çoğu askeri hastanedir.”

XX. Yüzyılda modern bir görünüm alarak Cumhuriyet döneminde sağlam bir kurum olarak geçiş yapmışlardır.



IV. ASKERİ TIP TARİHİ

Muharebe alanında başarılı olabilmek için lojistik desteğin önemini bilen Türkler, savaşa katılan askerlerin sağlığını da düşünmüşler ve ilk seyyar hastanenin kurulmasını gerçekleştirmişlerdir.

“Büyük Selçuklu sultanı Melik Şah (1072-1092) ordusunda 40 deve ile taşınan alet çadır ve malzemeden oluşan bir seyyar hastane teşkilatı oluşturmuş, bu hastane ordu nereye gitse onu belirli bir uzaklıktan ve arkadan takip ederek hasta ve yaralıları tedavi etmiştir.”

“Osmanlı devletinin dünyanın en güçlü piyade ordusu olarak kabul edilen bir ordunun sağlık işlerini nasıl yürüttüğü ile ilgili bir bilgi yoktur. Ancak muharip birliklerde “Esnafat-ı Askeriye” denilen yardımcı birlikler kurulmuş bu birlikten bazı askerlere de cerrahi müdahale yapabilecek şekilde yetiştirilmişlerdir. Maaşlı yeni çerilerin sıhhi ikmal ve bakımları bu günkü karşılığı tabur sayılabilecek yeniçeri ortalarında bulunan bir hekim ve bir cerrah ve bir Tımarcı ”Pansumancı” tarafından yapılmıştır. Bunlara “ yaya başı” da denilmiştir. Usta- çırak yöntemiyle yetiştirilmişlerdir. Savaşta ordu seyyar hastanelerinde çalışan hasta ve yaralıları tedavi eler ilaç ve merhem hazırlayanlar bu sınıfın askerleri olmuştur.”

Ordunun hekim ihtiyacında, önceleri Selçuklu dönemi Tıp medreselerinde yetişen veya Usta-Çırak yöntemi ile kendisini yetiştiren hekimlerden sağlanmıştır. 1399’da Bursa’da Yıldırım Bayezid Daruşşifasının amacı hem hasta tedavisi hem de ordu hizmeti için tabip yetiştirmek olmuştur.



SONUÇ:


Osmanlı devleti kuruluşunda Selçukludan kalan darüşşifaların geliştirmişler. Devletin yükselmesine paralel olarak da tıpta da ilerlemişlerdir. Osmanlı devletinde sağlık teşkilatı devlete yük olmadan vakıflar sayesinde yüzyıllar boyu devam etmiştir. İşlevini XV ve XVI. Yüzyıllar da çok iyi yerine getirmiş ve her zaman insanlığın yararına çalışan bu müesseseler Osmanlının zayıflamaya başladığı XVII yy dan itibaren ise bozulmaya yüz tutmuştur çünkü fen ve anatomi derslerinin kaldırılmasıyla pozitif bilimler okutulmamış ve bu kurumlar yara almaya başlamıştır. XIX. Yy da ise bu kurumların iyileştirilmesine yönelik bir çok çalışma sonucu bu kurumlarda iyileşme görülmüş Avrupai bir şekilde yenilenmesi ile iyice düzelmiş olan bu durumlar cumhuriyet Türkiye’sinde sağlam bir yapılanma içinde giderek devam etmiştir. Osmanlının çürümeye yüz tutan bu kurum Osmanlı’nın çöküşünden önce iyi bir yapılanma ile düzeltilmiştir.
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla