Forum Aşığı
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3040
Rep Puanı : 65437
Cinsiyet :
|
25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var bizzat çevre
hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir kaç
belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler, bazı günler bizi okullar da
bu kulübeye götürüpte burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün betonu yeşile
tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN'u davet edelim.
Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir
yere götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere
bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu
berbat bir arazidir. "Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün
masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum" der. "Ya
paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu
kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz?" der.
ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRK'çedir. Derki "Ben en zor olanı
yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Ne bilsin ki en
kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu aradaTahsin ÇOŞKAN "Paşam
burda hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Ama dinleyen kim. Derki
"Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir yazı getir
burasıyla ilgili". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu, kendi dediği
çıktı, üzerinde "Burada hiçbirşey yetişmez"yazılı, altında da
ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar.
ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu kağıdın yanına
aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ".
Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve
köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün,
lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar
biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü
değil mi? Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25
Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? İlk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem de
bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik
diyorsunuz ya çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını bedava
trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında
dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar
yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir ama karı da
almamıştır, buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir,
herkes yamektedir. Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.
Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık.
"Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine
inanmadı. Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını?" der. "Gel
Nebizade gel, şimdi anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey
yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki
köylülere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim burda
ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz
dedim. "Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek. "Kaz
orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah o iki
gün Çankaya'da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben. İki gün sonra
gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım.
Dediler ki bana "ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun
üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin". Ve hani
Tahsin COŞKAN'ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış
epey de ilerlemiştim" diyecektir.
Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani
ATATÜRK'e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı. Onu da ATATÜRK
buraya müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu
arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı
örneğini Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet
deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu
binalar çöktü. Oysa 1930'dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek bir
ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık
bu acıyı.
Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın
dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek
için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri
tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde
bir haber okudum. İnanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı
renkte, hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK
çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen
okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel, geçenlerde Vanderbit
Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında
muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde
edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus
Kolejinde ATATÜRK'le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan
bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir. Ve bu
öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların
anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her
ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.
Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe adını
veren, başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen
bir lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki Mustafa Kemal "çevre hareketi
dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki
içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf
başkanı olacaksan bu bi liderliktir sınırın nedir? sınıftır sınıfın
içerisindeki tek bir tebeşir tanesi tek bir sıra tek arkadaşının
problemiyle
ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.
Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir
sıfatı Mustafa Kemal'e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı
bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet Başöğretmen diyen var
aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları
ATATÜRK'ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir
askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya
sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir. Ama bunların hepsi birden olabilen
dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada "kültür
antropoloğu" sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir.
"Kültür Antropoloğu" nedir ne değildir uzun uzun başınızı
ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel'e gidelim. Ahlatlıbel
Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz. Bütün
arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma
emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın,
imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25 yıllık araştırmacıyım hiç
anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da
Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları
başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor. "Ya ne yapıyor Mustafa
Kemal" diyorlar. Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç
uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini
çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra "gelin
diyor Ahlatlıbel'e gidiyoruz". Hemen geliyor diyorki "arkeologlar
toplanın". Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR
var. Bu Zübeyir KOŞAR'ın bir e bir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa
Kemal heyecanla; "kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir". Yabancı
arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama
yani bu işte bizim işimiz niye
karışıyorsun" der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden.
Başlıyorlar Mustafa Kemal'in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün
bulgular ordan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi
dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır.
Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı "Sırat Köprüsü" adlı
piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz
sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince "bana Galip ARCAN'ı
çağarın!" der. Galip ARCAN gelince "bu piyesi siz mi yazdınız? "der. "Evet
paşam ben yazdım". "Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin'in
aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum"
diyecektir. Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz.
Samimi konuşacağım inanın sizlerle. Dedim ki "a be Atam boldvilin'e
varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın". Ve o sırada
ne yaptım biliyor musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK'le
iddiaya girmek gibi, dedim "senin başında durmadığın ilerletmeye
çalışmadığın bir alan bulmak benim boynumun borcu olsun".
O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı yapıyorum baktım
resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin
etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema.
dedim "herhalde burda iddiayı kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR,
başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi
Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara
şiddetle bağırıyor. Atatürk "Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben
bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması. Bana da aynı şiddet ve
hiddetle bağıracaksın" der. Cezmi AR hayatının son günlerinde "ben bir
daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım" diyecektir.
Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler. Çankaya' da
ne mi yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur;
"Ben bir İnkilap Çocuğuyum" dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu Münir
Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa
etmemiştir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin
pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum.
Bu arada ATATÜRK'ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam
dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı ama
merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük lider
eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren bir
eleştirmen diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri acizliği
yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans, bütün reform,
bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir
çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en
büyük radikal Mustafa Kemal'dir". Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük
lider eleştirmeni diyor.
Peki, tamam laf iyid e diyorsunuz ki; laflar karın doyurmuyor.
Esas sır nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın
başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz
tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren
raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar
mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor, E on yılda
bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz?
Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu
karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü
yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda.
ATATÜRK diyor ki" Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer
kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım".
Esas sır bence burada. Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini
kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42
yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç
biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek
reformist Mustafa Kemal'dir. İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan
genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal.
Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir
okuma değil. Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da savaşın
bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça
dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemet'in, Fransız
Türkoloğu Devin'in Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor onları okuyor
Mustafa Kemal. Diyorlar ki "niye bunları okuma gereği duyuyorsun" verdiği
cevaba bakın. onlara diyor ki "Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı
var onu tespite çalışıyorum". Yıl 1914, gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi
komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi
kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve
eline bir not veriyor. Notta ne yazıyor biliyor musunuz? "Savaştan sonra
ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit
haklara sahip kılmak". Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği,
hiçbir şeysi yok. Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce
tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa
Kemal'in aklına. Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil
ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan bir
manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk
defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.
Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun'u tanımıştır. Ayşe Hatun'u hepimiz
tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi
ülkenin kadını yapabilir? Ya da zamanımızda hangi kadın yapabilir? Benim
bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım düşünüyorum.
Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane
götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor. Ve bu
sırada ölmesi falan problem değil Hatun'un, ama düşman eğer onları fark
ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o
Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç
gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir
Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki ne yapar? Çocuğunu koyar
üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir. Kafile başkanı
komutanımız aktarıyor bunu. "Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk
çocukları için şehit oldun" (yani şurada oturan bizler için şehit olan)
"bu benim içinde senin içinde bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun" diyor,
omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne
olanlar var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El
bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden
sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe
Hatun'u tanıdı Mustafa Kemal.
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve 75-80
yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den
dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa
cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler
"nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına"
dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın. Ben
bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç
üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki. Düşman bu topraklara girdi gireli
benim içim yanıyor içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.
Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır
ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar
"bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım" dediğinde aldığı cevap
"adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu" cevabındaki adımın ne
önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık
savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı
kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke
mutlaka ama mutlaka biz olurduk.
Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım'ı tanıdı.
Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen
kadınımızdır. 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını
toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın,
yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu,
onun için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep
telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim.
Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz?
Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum
neden biliyor musunuz?
Cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin
davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldi mi aman diyorlar bu gün
çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da
söylemek istiyorum Zekiye Hanım'ın "MUTFAK PROJESİ", inanılmaz bir proje.
Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje.
ATATÜRK Zekiye Hanım'ı, Nakiye Hanım'ı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK
Melek REŞİT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek
pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip
askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için
ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı tanıdı bu savaşta.
Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK üsteğmenlerimizi,
binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi
öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı
tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden
çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış "anne Nezahatle babasının
arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın" demiş
ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jean d'Arc 'ı
diyoruz" demiş. Bu bana acı geldi. Ben Jean d'Arcı ortaokuldan beri
tanıyordum ama Nezahat'i ancak bu araştırmam da tanıdım. Bunun acısını da
o mektupla birlikte yaşamış oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk
Kadını konulu konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan
geçemeyeceğimi gördüm.
__________________
|