![]() |
![]() |
#1 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() almanlarin ikinci dunya savasindaki hatalari
almanya’nın savaşı kaybetmesinin ana sebebi hitler’dir. dünya’da ki en güçlü orduya sahip olan almanya hitler’in büyük stratejik hataları yüzünden yenilmiştir. birkaç stratejik hatadan örnek verecek olursak, stalingrad’da ki 6. ordu’yla 4. ordu’nun stalingrad’ın ortasından birleşmesini red etmesi ve bunun sonucunda kazanma şansı kalmayan von paulus komutasında ki 6. ordu’nun teslim olmasu, fransa’nın işgali sırasında dunkirk sahilinde 300.000 müttefik askerini panzer tümenleriyle yok etmek üzereyken komutanlarına dur emri vermesini sayabiliriz ( eğer dunkirk’te bu 300.000 asker yok edilseydi – ki çok rahatlıkla edilecekti – özellikle ingiltere’nin askeri gücü çok azalmış olacak, ingilizlerin gururu kırılacak ve birkaç ay sonra başlayacak olan britanya savaşı’nı kazanma olasılığı çok fazla artacaktı). almanya’nın savaşı kaybetmesinin ana sebebinin hitler olduğunu yazının başında söylemiştim. almanya en güç orduya, en iyi teknolojiye ve en zeki komutan ve generallere sahipti. bu muhteşem orduyla 1940 yılının sonuna gelindiğinde neredeyse tüm avrupa, almanya’nın elindeydi. tüm dünya almanya karşısında korkudan titriyordu. polonya’nın işgalinde kimsenin ses çıkarmaması, fransa’nın bir ayda beşte üçünün işgal edilip, teslim olmaya zorlanması ve avrupa’nın büyük bir bölümünü çok kısa bir sürede işgal etmesi hitler’in kendisinin yenilmez olduğunu düşünmesine yol açtı. böyle düşünmesini ‘ben iki tanrı tanıyorum. birisi gökyüzünde ki tanrı, diğeri ise yeryüzünde ki, almanya’dır’ sözüyle de anlayabiliriz. ancak böyle düşünmesinin sonucunda savaşın kaderisi değiştiren büyük hatalar yapmaya başladı: doğu cephesi hitler, sscb’nin işgali sırasında generallerinin yapmak istediklerine izin verseydi, moskova ve stalingrad gibi sscb’nin en stratejik iki şehri 1942 yılında ele geçirilecek ve sscb işgal edilecekti. sscb’nin işgali demek, tüm avrupa’nın almanya olması anlamına geliyordu. doğu cephesi hakkında benim düşündüğüm şeyler ise, sscb’nin işgaline 1941 yılında başlanmamalıydı. bana göre her nasılsa almanya sscb’yi işgal edecekti. tabii abd’ye savaş açılmadan. çünkü sscb’ye gelen malzeme yardımının büyük bir kısmını abd oluşturuyordu ki alman’ları püskürtmelerinin nedenlerinden biriside budur. eğer batıdan gelen yardım kesilebilseydi, sscb zaman içerisinde yorgun düşecek ve işgal edilecekti. abd’ye savaşın açılması sadece çılgının biri size saldırmayan bir ülkeye savaş açabilir. dünyadaki sınırsız askeri ekipman endüstrisine sahip ve bunu sizin düşmanlarınıza veren bir ülke karşısında almanya saldıramazdı. herhangi bir şehri bombalayamaz veya tek başına herhangi bir yeri işgal edemezdi. bütün bunlar sscb’ye karşı savaşılırken yapılamazdı. ancak hitler, pearl harbor baskınını duyunca japonya ile müttefik olduktan sonra abd’yi rahatça yenebileceğini düşünmüştü. ama yanılmıştı. ne de olsa, abd en güçlü endüstriye sahip ve sscb’de en fazla askere sahip olan ülkelerden ikisiydi. bir de bunlara, sınırsız askeri ekipmanı ve insan kaynaklarını eklerseniz herhangi bür düşmana karşı zafer kazanabilirdiniz. ekipmanınızın ne kadar gelişmiş ve ordunuzun ne kadar profesyonel askerlere sahip olmasının hiçbir önemi yoktur. kısacası, hitler generallerinin sscb’de istediklerini yapmasına izin verseydi, sscb’ye batıdan gelen yardım yardım kesilebilseydi, abd’ye aralarında hiçbir savaş olmamalarına rağmen durduk yere savaş açılmasaydı (en azından sscb işgal edildikten sonra açılmalıydı), sscb, wehrmacht (alman ordusu) ve waffen ss’ler (alman’ların seçkin ve özel eğitimli birlikleri) tarafından işgal edilecek ve de almanya ikinci dünya savaşı’ndan galip ayrılabilecekti.
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() ikinci dunya savasi amerikan istihbarat servisleri
dönemin amerika birleşik devletleri başkanı franklin delano roosevelt, ingilizlerin savaş cesaretini ölçmek ve bu uğurda izledikleri yollar hakkında bilgi almak için londra’ya devlet erkanı dışından özel bir elçi gönderdi. bu özel elçi william j donovan adındaki başarılı bir wall street avukatıydı. donovan birinci dünya savaşında sayısız madalya kazanmıştı. roosevelt’i şahsen tanıyordu ve bir cumhuriyetçi olmasına rağmen roosevelt’ın amerika’nın dünya ilişkilerindeki liderlik rolünü üstlenmesi görüşünü paylaşıyordu. 1930’lu yıllar boyunca donovan, başkan için gerçekleri keşfetmek amacıyla bir sürü yolculuk yaptı. ama bu ingiltere görevi, bir amerikan vatandaşı tarafından üstlenilen en önemli görevlerden biri olacaktı. çünkü söz konusu olan şey bir istihbarat servisinin kurularak olası bir savaş içine girecek amerikan güçlerine öncelikli ve güvenli bilgiler sağlamaktı. bu bir yerde özgür avrupa’nın da kaderi demekti. başlangıç günlerinde donovan churchill’le görüştü ve özel ingiliz istihbaratının* karargahını ziyaret etti. soe, alman işgali altındaki topraklarda yıkıcılık ve sabotaj amacıyla kısa süre önce kurulmuş bir teşkilattı. donovan, washington’a geri döndüğü zaman ingilizlerin bu azim ve gucu karşısında, amerikanın bu ada ulusunu elinden gelen tüm gayretle desteklemesi konusunda roosevelt’i ikna etti. ertesi baharda savaş iyice yaklaşırken ordu istihbarat birimleri ve fbi’ın bölük pörçük sağladığı bilgilerin çatışması sebebiyle donovan başkana; bu istihbaratın toplanması sınıflandırılması ve analız edilmesi için merkezi bir teşkilatın yaratılmasını önerdi. 11 temmuz 1941’de özel bir emirle coi (coordinator of information) yani istihbarat koordinatörlüğü kuruldu. hiçte sürpriz olmayan bir şekilde koordinatörlüğün başına william j donovan getirildi. roosevelt’in özel emrindeki örgütler g2* ve fbi’ı birbirlerine düşman etmemek için örgüt, kasıtlı olarak belirsizleştirilmişti. ancak bu belirsizlik, donovan’a kendi istihbarat örgütünü yaratmak için görülmemiş bir bicimde özgürlük sağladı. daha sonra coi, amerika’nın ikinci dünya savaşına girmesi ile yeni bir isim altında ordu istihbarat birimleriyle* birleştirildi. office of strategic services yani stratejik servisler ofisi bu şekilde kuruldu… donovan’ın görevi, aslında tüm varlığı son derece gizlilik içeren bir teşkilat yaratmaktı. ama 1941 de her yerde casuslar vardı ve güvenebileceği insan sayısı bir hayli azdı. bu sebeple arkadaşlarını ve yıllardır tanıdığı insanları eleman yapmaya başladı. uluslararası bağlantılarıyla yolculuk yapan insanları, meslektaşı avukatları, bankerleri, işadamlarını, yıllarca iş yaptığı sosyal bağlantıları olan güçlü insanları… ve o arkadaşları kendi arkadaşlarını getirdi. donovan’ın teşkilatı hızla büyüdü. fbi başkanı j edgar hoover ve g2 ordu istihbaratının komutanı için bu büyüme çok hızlı olmuştu. ama roosevelt’in desteği ile donovan durdurulamazdı. önemli oss elemanları arasında oyun yazarı archibald macleish ve robert e sherwood, yönetmen john ford gibi insanlar vardı… tehlikeli öngörüler gerçekleşecek olursa amerika bir dünya savaşına girecekti. söz konusu olan özgürlüğün ta kendisiydi. amerika her varlığını her kaynağını sonuna kadar toparlamalıydı. donovan coğrafyacıları, tarihçileri, matematikçiler, haritacıları, bilim adamlarını, botanikçileri ve antropologları amerika’nın savaşması olası tüm ülkelerin tam bir profilini yaratması için işe aldı. g2 ve dışişleri bakanlığı, sağlanan somut istihbarat bilgileri karşısında sok oldu. donovan istihbaratın pratikte yapılabilmesi, yanı ''casusluk'' işi için ingilizlerden yardım aldı. ingilizler casusluk oyununda bir hayli deneyimliydi. yüzyıllardır düşman hatlarında benzer bir şekilde casusluk yapıyorlardı. donovan teşkilatının temel öğelerini ingiliz gizli servislerinde* olduğu gibi modellendirdi. onlar sabotaj ve yıkıcılık faaliyetlerinde etkin olarak yer alan, çok daha aktif bir istihbarat yaklaşımına sahiptiler. soe ve oss’in çabaları arasındaki ilk yardımlaşma amerika’ya yerleşen avrupalı göçmenler arasında yapılan görüşmelerdi. onları sorgulamak ve kendileri ile birlikte getirdikleri materyalleri toplamak için büyük bir sistem kuruldu. her gelen göçmen kayıt altına alındı ve verdikleri bilgiler/materyaller ayrı ayrı sınıflandırıldı. bunların içinde kimlikler, pasaportlar, fotoğraflar, paralar, giysiler, hatta ve hatta geldikleri ülkeler içinde bulunan mülkleri bile vardı. genellikle ikinci bir dili düzgün olarak konuşabilen göçmenler oss bünyesine katıldı ve direnişçiler ile müttefik kuvvetleri arasında bağlantı kurmak için ülkelerine geri gönderildi. oss‘in kurulmasından kısa sure sonra donovan, roosevelt’e ihtiyacını hissettiği en önemli istihbarat haberinin ne olduğunu sordu. roosevelt, savaşa girme bağlamında ''japonya’nın niyetlerini öğrenmek çok önemlidir'' diye cevap verdi. ama sadece birkaç ay içinde japonya niyetini belli etti. pearl harbor’a yapılan saldırı, başkanı ve onun yeni istihbarat toplama servisini tamamen hazırlıksız yakaladı. savaşan avrupa’nın güçlü uluslarının kurtarıcıları olacağını düşündüğü amerika, kendisinden de kurtulmasının yıllar alacağı büyük bir darbe yemişti. oss, daha önceden yaptığı istihbarat çalışmalarında böyle bir saldırının olabileceğini bildirdiyse de ordu bunu pek ciddiye almamıştı. roosevelt bunu öğrendikten sonra oss’in istihbarat sorumluluklarını değiştirdi. artık oss direkt olarak genelkurmay başkanlığına, endirekt olarak da başkana karşı sorumluydu. pearl harbor baskınından sonra donovan, savaşın ciddi şartlarına uyum sağlamak amacıyla teşkilatını koro çocukları ve kovboylar olmak üzere ikiye ayırdı. koro çocukları bilgileri analız etmek için amerika’da kalan akademisyenler, bilim adamları ve propaganda yazarlarından.. kovboylar düşman hatları arkasında dünyayı dolaşarak istihbarat toplayan saha ajanlarından oluşuyordu. araştırmacılar için temel eğitim genelde kısa ve kolaydı. ama kovboylar için eğitim çok yoğun ve zordu. temel eğitime hak kazanmak için adaylar, değerlendirme olarak bilinen zor bir eğitimden geçmek zorundaydılar. eğitim alanı virginia eyaletinde bilinmeyen bir yerdi. elemanlara sahte kimlikler verildi. psikologların gözlemi altında çaylaklar, sadece fiziksel formlarını ve keskinliklerini ölçmek için değil, liderlerini diğerlerinden ayırmak için bir dizi testten geçirildi. adaylar daha sonra gizli oss okullarına gönderildi. bu okulların ilki ve en önemli olanı kanada da bulunan ''x'' kampı adlı tesisti… bu kampın varlığından değil amerika vatandaşları, kanada’nın bile haberi yoktu… soe, oss ve hatta fbi ajanları bile ‘’x’’ kampında eğitim gördü. bu eğitimler sayesinde erkek yada kadın oss ajanları, kilit açmaktan boğaz kesmeye kadar bir dizi ölümcül uygulamaları başarabiliyordu ama düşmanda eğitiliyordu ve savaşın ilk yıllarından itibaren deneyimli ve hazır olarak bekliyorlardı. amerika savaşla hazır değildi. pearl harbor’a aralık 1941’de yapılan habersiz saldırı, birleşik devletlerinin mihver güçlerine karşılık verme yeteneğini daha da zayıflattı. zamana ihtiyaç vardı… etkin bir karşı saldırı için gereken materyal ve silahları teslim edebilmek için amerika’nın endüstrisinin aylara ihtiyacı vardı. bu arada oss, amerikanın içine gireceği yeni bir savaş için hazırlık yapıyordu. donovan‘ın oss’i çeşitli branşlara bölündü. her birinin bir özel amaç ve görevi vardı. araştırma ve analız branşı, donovan’ın ''stratejinin hammaddesi'' dediği parçaları bir araya getirdi. personelin büyük bolumu donovan’ın amerikan üniversitelerinden topladığı ünlü akademisyen gruplarından oluşuyordu ve birbirlerinden bağımsız olarak kendilerine gelen ham bilgilerden istihbarat yaratılıyordu. diğer bir branş olan ''kara propaganda'' ise sahte evraklar düzenleyerek düşmanı yanıltma temeline dayanıyordu. düzmece propagandalar yapmak genelde kara propaganda yapmanın en kolay kısmıydı. planın hala en önemli olan kısmı, belgeler için hammaddeleri ele geçirmek ve sonra hiç şüphe uyandırmadan onları düşman içine yaymaktı. burma’da bulunan japon ordusunun savaş dışı kalmasının en büyük sebeplerinden biri bu sahte evraklardı. ölü bir japon habercinin çantasına yerleştirilen düzmece belgede şunlar yazıyordu ''eger yaralıysanız ve cephaneniz bitmişse yiyeceğiniz kalmamışsa ve durum ümitsizse o zaman teslım olabilirsiniz ve imparator sızı affedecektir…'' bu operasyonun ardından burmada teslim olan japon askerlerinin sayısında inanılmaz bir artış gözlendi… kara propaganda çok iyi işlemişti. askeri yüksek komutanlıkta oss’in pis taktiklerini, belden aşağı vuran savaş tarzı diye aşağıladılar ama donovan kuralsız savaşına devam ederek onları hiç önemsemedi. kara propagandaya devam emrini verdi. hiç yapılmamış silah makinelerini varmış gibi göstererek düşman komutanlarını geri çekilmeye zorladı. almanya’da ev kadınlarının çocuk üretim tesislerine(?) götürüldükleri hakkında söylentiler yayarak alman askerlerinin kafasını karıştırmaya çalıştı ki bu kısmen doğruydu. bunlar gibi düzinelerce söylenti ve bunları destekler biçimde onur kırıcı filmler hazırlattı… söylenti ve dezenformasyon savaşı devam ederken oss’in kol boyları daha riskli, daha sıra dışı yıkıcılık savaşını sürdürüyordu. düşman hatları arkasında kendi başlarına veya direnişin elemanlarıyla birlikte operasyonlar yapıyorlardı. onların görevi mihver güçlerin işgal ettiği ülkelerdeki direniş gruplarını teşvik etmek ve onları bulmak, eğitmek ve ikmalde bulunmak, asker hareketleriyle ilgili istihbarat sağlamak, kısacası müttefik askeri birimlere yardım edecek her hazırlığı organize etmekti. donovan bu birimler için daha korkusuz ve daha cesur olan genç insanları seçti. çünkü bu operasyon grupları eğer yakalanırlarsa, cenevre konvansiyonunun kuralları gereği üniformalı askerler olmadıkları için korunamayacaklardı. amerikan askeri stratejistleri avrupa’yı özgürleştirme harekatının başlaması için kuzey afrika’yı ideal yer olarak seçti. ancak önce ordu başarılı şekilde indirme yapmalı ve afrıka sahilinin kontrolünü ele geçirmeliydi. bu bölge, alman istihbaratının dikkatli gözleri altında bulunan fransız vichy hükümeti tarafından kontrol ediliyordu. amerikalıların, indirmenin nasıl bir direnişle karşılaşacağını bilmeye ihtiyaçları vardı. amerikan dışişleri bakanlığı vichy hükümetine yiyecek satmak için ticari bir anlaşma yaptı. buna dağıtımı kontrol etmek için ikmali sağlayacak 12 amerikan yiyecek kontrol subayı da dahildi. aslında kuzey afrika’ya gönderilen 12 subay da casustu ve kuzey afrika boyunca gizli radyo istasyonları kurdular. amaçları, 1942’de gerçekleşen meşale operasyonu için gizli istihbarat sağlamaktı. meşale operasyonu’nun sorunsuz olarak yapılması ve çıkarmanın başarı oranı, oss’in önemli istihbarat toplama değerini ispat etti… ilerleyen yıllarda savaşın göstergeleri oss’i daha büyük bir mücadele ile yüzleştirdi. bu avrupa istilasının başlangıcıydı. oss ekipleri askeri istiladan önce istihbarat toplamak için italya’ya gönderildi. devasa büyüklükteki sahili etkin olarak kontrol etmek zordu. direniş grupları düşmanın ikmal hatlarını tamamen tahrip ederek askerleri kırsalda bulduklarıyla beslenmeye ve bu süreç içinde neredeyse ölmeye zorladı. operasyonları hızlı ve zalimceydi ve asla rehin alınmıyordu. artık iyice güçsüzleşen alman ordusuna son darbeyi vurmak için müttefik güçleri yoğun bir çalışma dönemine girmişlerdi. oss ve soe, 3 kişilik timlerden oluşan 50 grubu normandiya çıkarması için direnişçilerin aktivitelerini kontrol etmek amacıyla fransa’ya paraşütle indirdi. bu timler fransızca konuşan subaylar ve radyo operatörlüğü yapan erlerden oluşuyordu. görevleri, sadece zafer günü* için direnişçileri hazırlamak ve düşmanı uyandırmadan yeraltı operasyonlarına devam ederek almanların dikkatini bölgeden uzak tutmaktı. indirmenin gerçek tarihi direnişçilere bildirilmedi ama bbc’nin fransız şairi verlaine’ın bir şiirinin ikinci dizesini yayınlamasıyla birlikte operasyonun başladığını anladılar. daha önceden aldıkları talimatlar doğrultusunda önemli köprüleri ve demiryolları hatlarını tahrip ettiler. alman ikmal hatlarını bloke ettiler ve destek almalarına engel oldular. bu birliklerin bölgede yapmış oldukları istihbarat çalışmaları normandiya çıkarmasının başarısında önemli rol oynadı. bu arada dünyanın diğer tarafında, güneydoğu asya’nın ormanlarında oss, düşman hatlarının çok gerisinde başka bir gerilla savaşı sürdürüyordu. japon ordusu hindiçin*, tayland’ı ve vietnam’ı kontrolü altına almıştı. bu bölgeler savaş hammaddesi açısından japonlar için inanılmaz önemliydi ve savaşın çabuk bitmesi adına işgalden kurtarılması çok önemliydi. sayıca üstün olan japon ordusunun saldırılarıyla amerikan ordusu 200 mil geriye, hindistan’a geri çekilmeye zorlandı. ordu komutanları gerilla savaşına inanmıyordu ama oss düşman hattının gerilerinde büyük olcudaki japon kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı başlatması için plan kurduğu zaman başka seçeneği kalmamıştı. kod adı müfreze 101 olan 21 kişilik bir komando grubu bölgenin içlerine gönderildi. görevleri her nerede bulurlarsa düşmanı taciz etmek, sabotaj girişimlerinde bulunmak ve bölge halkını direniş için silahlandırmaktı. burma ormanlarında müfreze 101, kaçhin adındaki korkunç ve acımasız bir yerli kabilesiyle karşılaştı. şans eseri bu yerliler japonlardan, müttefiklerin ettiğinden çok daha fazla nefret ediyorlardı ama pek savaşma yanlısı değillerdi. oss onları kızdırmak ve savaşmaya zorlamak için köylerini yok ederek suçu japonları üstüne attı ve kaçhinleri kendi saflarına katmak amacıyla buna benzer çeşitli yollara başvurdu. sonuç olarak oss, kaçhinleri ikna etti ve onları bir çok alanda eğitime tabı tutarak silahlandırdı. bu sayede amerika, çok ihtiyacı olan destek birliklerini bulmuştu. kaçhinler savaşın sona ermesiyle birlikte 5447 japonun ölmesinden ve 15.000’ininde yaralanmasından veya kaybolmasından sorumluydu. bu zaman içinde sadece 184 kaçhin ve 18 amerikalı yaşamın kaybetti. oss için burma operasyonu gerçek bir başarı ile sonlanmıştı... aynı yıl içinde oss, vietnam'da bir saha istasyonu kurdu ve işgal altında bulunan vietnam’da direniş grupları yaratabilmek için ho chi minh ile görüşmelere başladı. ho chi minh bu durum karşısında cok mutlu oldu ve işbirliğini kabul etti ama ortada bir sorun vardı. ho amca aslında birleşik devletlerden fransız sömürgesi altından çıkmayı talep ediyordu ama amerika buna iyimser bakamazdı ve savaştan sonra araları açıldı. bu ileride başka bir savaşın doğmasına yetecek kadar büyük bir sorun olacaktı. savaşı takip eden yıllarda japonya’nın teslim olması, oss elemanlarının görevlerini tamamlayıp ülkelerine geri dönmelerine sebebiyet verdi. bir kısmı görev aldıkları yerlerdeki saha ofislerinde görev yapmaya devam ediyordu. bir aydan daha kısa bir süre sonra çoğu düşman hatlarını arkasında hayatlarını tehlikeye atan ve artık 13.000 elemandan oluşan amerika’nın ilk gizli askeri teşkilatı oss, başkan henry s truman tarafından resmen kapatıldı. yeni başkan barış döneminde bır istihbarat teşkilatına ihtiyaç olmadığına karar verdi. dahası bir demokrat olan truman, donovan’ı sevenler arasında yer alamıyordu. istihbarat başkanını tehlikeli bir cumhuriyetçi, kendini başkanlığa hazırlayan planlar üreten potansiyel bir düşman olarak görüyordu. bu sebeple onu etkisizleştirmeye çalışmaktan çekinmedi. temmuz 1947’de sovyetler birliğiyle soğuk savaş gerilimi artarken başkan truman, merkezi haber alma teşkilatını birleşik devletlerin ilk ulusal barış dönemi istihbarat toplama örgütü* olarak kuran ulusal güvenlik yasasını imzaladı. teşkilat büyük ölçüde emektar oss elemanlarından oluşuyordu ancak teşkilatta general donovan’a bır pozisyon önerilmedi. kuruluşu geç kalınmış bir karar olmasına karşın oss’ın savaşı kazanmak için yaptığı katkılar kesin ve coktu. oss’in sadece italya ve fransa’da örgütlenen direnişlerdeki rolü, müttefiklerin elinde güvenilir ve vazgeçilmez bir silah olarak varlığını tek başına haklı göstermektedir. bunu afrika, avrupa ve tüm asya boyunca düşman hatları arkasında yaptığı sayısız yıkıcı sabotaj olaylarında izlemek mümkündür. ancak devamlılığındaki başarı oranı her istihbarat servisinde olduğu gibi inişli çıkışlı olmuştur. bunu siyası ve politik nedenlere dayandırmak mantıklı gözükse de, dönemin yöneticileri arasında varolan iç hesaplaşmalarda dikkat edilmesi gereken bir diğer unsurdur.
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() ikinci dunya savasi rus istihbarat servisleri
almanya’nın rusya’yı işgal etmesinden önce rus istihbarat servisleri çok aşamalı ve titiz bir araştırma içindeydi. avrupa’nın hemen hemen her ülkesinde tanımlanamayan ajanlar ve istihbarat elemanları bulunmakta ve bu elemanlar sayesinde nazi planları kusursuzluk derecesinde deşifre edilmekteydi. dönemin kızıl orkestra şefi leopold trepper ve rus istihbarat servisi adına çalışan macar bilim adamı sandor razda muhtemel bir alman işgalinin başlayacağını, tam tarihi ile rusya’ya rapor etmişti. fakat stalin kendi planıyla uyuşmayan bütün bilgileri yalan yanlış ve provokasyon olarak nitelendirilip inanmayı reddetti. yönetimin anlaşılmaz kararlarına karşılık nkvd’nın yeni patronu pavel fitin uyarı raporlarının doğruluğunu kontrol ettirmek istedi. devlet görevlisi unvanıyla, çok çekici ve deneyimli bir kadın casusu moskova’daki alman büyük elçiliğinde verilen bir resepsiyona yolladı. alınan bilgiler uyarı raporlarının doğruluğunu kanıtlıyordu. elçilik çalışanlarının huzursuzluğu ve duvar kağıdındaki izlerden daha önce asılmış olan tabloların kaldırılmış olduğu anlaşılıyordu. hatta yarı açık kapıdan odada hazır bekletilen bavulları bile görmüştü kadın casus. o sıralarda moskova ve tokyo’daki alman büyük elçiliklerinde müthiş bir faaliyet başlamıştı. richard sorge, tokyo’dakı alman büyükelçisi ile yaptığı görüşmeye istinaden almanya’nın işgal harekatını haziranın 2. yarısında gerçekleştireceğini teyit etti. bir kaç gün sonra sorge ikinci bir telgraf gönderdi. mesaj çok kısaydı… ‘’işgal 22 haziran 1941’de başlayacak’’. artık işgal raporları hakkında hiçbir kuşku yoktu. moskova’dan şaşırtıcı bir cevap geldi. ‘’istihbarat kaynağınızdan kuşku duyuyoruz’’. sorge umutsuzluğa düştü, hatta ısrar etti. milyonların kaderi tehlikedeydi. stalin’e bir telgraf daha çekti. ‘’çok önemli bilgiler vardır tekrar ediyorum… 150 birlikten oluşan 9 ordu sovyetler sınırını 22 haziran 1941 de geçerek işgal edecektir’’. stalin bu çığlıkların hepsine sağır, önünde dosyalar halinde biriken raporlara da kör kalır. 22 haziran 1941 günü alman ordularının harekete geçmesiyle müthiş bir saldırı başladı. savaşın daha ilk gününde alman ordusu sovyetler’in sınıra yerleştirdiği topçu ve zırhlı birlikleri yok etmişti. rus uçaklarının büyük bir çoğunluğu kaçmaya bile fırsat bulamadı. sonraki 4 ay boyunca almanlar kızıl ordunun neredeyse tamamını katletti. 3,5 milyon asker oldu 1,5 milyon kadarıysa esir alındı. stalin, önde gelen casuslarının raporlarını bundan sonra dikkate almaya başladı ve sadece bir tek soru sordu. ‘’japonlar sibirya üzerinden herhangi bir saldırıda bulunacak mı?...’’ 1941 in ekim ayında hitler’in ordusu moskova’ya yaklaşmıştı. stalin, sibirya’ya bir japon saldırısı beklediği için savunması çok zayıftı. moskova’yı savunmak için fena halde ihtiyaç duyulan ordu birlikleri muhtemel japon saldırısı nedeniyle uzakdoğu’da bağlanıp kalmıştı. japonlar’sa nereye saldıracaklarına karar verememişti. ya sibirya’dan rus’lara yada guneydoğu asya’dan amerika’lılara saldıracaklardı. japonya’daki en önemli sovyet casusu richard sorge’nın japon hükümetine yakın birçok ajanı ve dostu vardı. japonları aylar boyunca soğuk sibirya’daki son derece zahmetli işgal yerine guneydoğu asyadaki çok değerli teneke, lastik ve petrol rezervlerini elde tutmanın çok daha akıllıca olduğuna ikna etmeye çalıştı. sorge bu sure içinde japon’ların sovyetler birliğine saldırı planlarını rafa kaldırdığını öğrendi. bu stalin’in beklediği haberdi. alman işgali hakkındaki bilgileri doğru çıktığı için sorge artık moskova’nın kulağı olmuştu. böylece stalin sibirya da konuşlandırdığı birliklerini batı cephesine çekebilecek ve son dakikada moskova’yı dolayısıyla sovyetler birliğini kurtaracaktı. diğer taraftan yüksek rütbeli bir alman subayı rus istihbarat ajanı olan bir kızla birlikteydi. subay, kıza yakında gideceğini ama o’na hediye olarak bir iran halısı getireceğini söyler. kız bunu ciddiye almaz ama iyi yetişmiş bir ajan olduğu için konuşmayı üstlerine rapor eder ve böylece bilmecenin kayıp parçası da bulunmuş olur. sovyet istihbaratı bir ipucu bulmak umuduyla iran’a bir göz atar. vardıkları sonuç tahran’da toplanacak ve avrupa’daki ikinci bir cephenin açılması gibi hayatı bir meseleyi tartışacak olan stalin, roosevelt ve churchill’e olası bir suikast girişimidir. sovyetler bu girişimi engellemek için tahran’a yedek birlikler ve anti-terörizm uzmanı nkvd gruplarını gönderir. başkan roosevelt tahran’a vardığında stalin onu güvenlik gerekçesiyle sovyet elçiliğinde ağırlamak istediğini söyler. roosevelt bu davet kabul eder ve yüksek güvenlik önlemleri alınarak olası bir suikast girişimi engellenir. stalin kendi istihbarat servisine bile güvenmediği için nkvd’nın kendisinden intikam almasını korkuyla bekledi. savaşın sonunda nazi işgalini haber veren kızıl orkestranın şefi leopold trepper tutuklandı ve 10 yıl sovyet hapishanesinde yattı. hitlerin işgal gününü kesin olarak bildiren macar bilim adamı şandor razda da tutuklandı ve 8 yıl hapis yattı. alman işgalini haber veren ve yaptığı istihbarat çalışmalarıyla rus ordularını doğudan moskova’ya sevk edilmesini sağlayan sorge ulusal bir kahraman olabilirdi. ancak stalin, onun moskova’da tutuklu bir japon ajanıyla değiş tokuşunu reddetti. sorge japonlar tarafından kurşuna dizildi. 2. dünya savaşı öncesinde ve savaş sırasında sovyet istihbaratı dünyadaki en iyi istihbarat teşkilatıydı. kalabalıktı inançlıydı ve çok kaynağı vardı. ajanların itici gücü stalin korkusu değil idealizmdi. sovyet tarihinin en acı gerçeklerinden biri rus istihbarat ajanlarının hizmet ettikleri liderin o güne dek karşılarına çıkan en kotu yabancı düşmandan daha tehlikeli olduğunu öğrenmeleri olmuştur.
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Yaşanmış Şifre Çözme Olayı!!!
Bu yazı bir şifre çözme olayının, bütün bir milletin kaderi üzerinde ne denli önemli olduğunu vurgulamak için hazırlanmıştır. Yazıda 2. Dünya Savaşında geçen gerçek bir olay anlatılmaktadır. Müttefiklerin savaş boyunca çözdükleri Alman şifresinden nasıl yararlandıkları ve bu istihbarat kaynağını kaybetmemek için neler yaptıkları savaştan 35 yıl sonra, F.W.Winterbotham tarafından yazılarak yayımlanan "The Ultra Secret" kitabında açıklanmaktadır 2. Dünya Savaşında yaşanan bu gerçek olay haberleşme emniyetinin ne denli önemli olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir. Eisenhover'dan Churchill'e ve 2. Dünya Savaşında savaşan hemen tüm büyük komutanlara kadar herkes, Almanların "ultra" şifresinin İngilizler tarafından çözülmesiyle savaşın Müttefiklerce çok daha az kayıpla ve çok daha kısa sürede kazanıldığında birleşmektedir. Silahlı Kuvvetlerin yapısı ve gücü bir tehdit değerlendirmesine, tehdit değerlendirmesinin yapılabilmesi de büyük ölçüde istihbarat faaliyetlerine bağlıdır. İstihbarat ve istihbarata karşı koyma faaliyetleri; hasım grupların, kavimlerin ve nihayet ulusların tarih boyunca vazgeçemedikleri bir olgudur. 2. Dünya Savaşından 35 yıl sonra açıklanan bir şifre çözme olayının, savaşın müttefikler tarafından kazanılmasında oynadığı büyük rol, insanı gerçekten hayrete düşürecek seviyede olmuştur. "Boston Globe" gazetesinin yazdığı gibi şifre çözme olayının ne denli önemli sonuçlar doğurduğunun anlaşılması, 2. Dünya Savaşı hakkında daha önce yazılmış tarih kitaplarında bazı değişiklikler yapılmasını gerektirecek kadar önemli bulunmuştur. Olay, İngilizlerin; Almanların "çözülemez" diye nitelendirdikleri bir şifre makinasını ele geçirmesiyle başlamıştır. Bu şifre 2. Dünya Savaşı esnasında Hitler ve üst düzey komutanlıklar arasında kullanılmıştır. Bu sayede İngilizler ve daha sonra müttefikler, Alman birliklerinin yerleri, gücü, ordu komutanlıklarının Hitler'den istekleri, sonraki harekât için önerileri ve Hitler'in yanıtları, Alman Komutanların daha sonraki taarruz, karşı taarruz, çıkartma yer ve istikametleri hakkındaki bilgilerinin neler olduğu, Alman birliklerinin nerede, ne zaman, ne yapacakları vb. hayati bilgileri bu şifrenin çözülmesiyle öğrenmişler ve kendi harekât tarzlarını bu bilgiler üzerine inşa etmişlerdir. İngiltere savaşında hava taarruzlarının zamanı, Kuzey Afrika cephesinde Rommel'in cephedeki konuşlanması, zayıf tarafları ve hareket tarzı hakkındaki bilgiler bu mesajlardan öğrenilmiş ve Rommel'in büyük ihtiyacı olan lojistik ve özellikle akaryakıt desteği için gönderilen konvoylar, bu sayede, seyir halindeyken imha edilmişlerdir. Savaşın hemen her cephesinde bu istihbarattan yararlanılmış, Atlantik'te "U-Boat"ların batırılması, Uzak Doğu'da Japon Donanma Komutanı'nın uçağının düşürülmesi bu şifreden elde edilen istihbaratla gerçekleştirilmiştir. Japon Donanma Komutanının hangi meydandan ne zaman kalkacak bir uçakla hangi meydana gideceği, ULTRA şifresinin çözülmesiyle öğrenilince, özel olarak bir uçak gönderilmiş ve Japon komutanının uçağı seyir halindeyken düşürülerek, komutan öldürülmüştür. İngilizlerin şifre çözme olayına verdikleri önem ve Almanları istismar etmek için ne kadar titiz davrandıkları, örneğin bütün bir şehir halkını Alman bombardımanına feda edebilmeleri, gerçekten ilginç ve ders alınacak bir tutum olmuştur. İngilizler, Almanların çok güvendiği ve çözülemez olarak kabul edip çok üst düzeyde Hitler, Alman Genelkurmay ve Kuvvet Karargahları, Ordu ve eşiti düzey Deniz ve Hava Komutanlıkları arasında kullandıkları şifreyi çözünce, ilk iş olarak bu şifrenin kendileri tarafından çözüldüğünün Almanlarca anlaşılmasını önlemeye çalışmışlardır. Bu amaca yönelik yeni bir teşkilat kurmuşlar, Başbakandan başlayarak bu istihbaratı kullanacak bütün komutanları özel brifinglerle bilgilendirmişler ve devamlı olarak Merkezi Teşkilatın denetimine tabi tutmuşlardır. Bu sayede Almanlar şifrenin çözüldüğünü savaş boyunca anlayamamış ve bu olay Alman yenilgisinde büyük rol oynamıştır. İngilizlerin şifrenin çözüldüğünün Almanlarca anlaşılmaması için yaptıklarının en tipik ve dramatik olanı "Coventry" şehrinin bombalanması olayıdır. Olayın gelişimi şöyledir: Almanların, İngiliz ulusunun savaş azmini kırmak için Londra ve diğer İngiliz şehirlerine yönelik hava taarruzları, daha başlamadan; İngilizler, çözdükleri şifreli mesajlardan bu hava taaruzları hakkında hangi meydanlardan, ne kadar uçakla, ne zaman vb. gibi birçok bilgi sahibi oluyorlardı. Taarruz edilecek şehrin adı mesajda kodlu olarak geçtiğinden şehir adını öğrenemiyorlardı. Bu açığı da radarlarla hava taarruzunun yönünü saptayarak kapatıyorlardı. Ancak bir gün çözdükleri bir mesajda açık açık "Coventry" şehrinin adını okudular. Yine mesajdan öğrendikleri bilgilere göre taarruzun başlamasına 4-5 saat zaman vardı. Bu süre içinde şehrin boşaltılabilmesi olanak içindeydi. Ancak şehrin boşaltıldığının basından gizlenmesi olanağı yoktu. Bu durumda da Almanlarınn şüpheye düşmesi, şifrenin İngilizler tarafından çözüldüğünü anlamaları ve şifreyi değiştirerek İngilizleri savaş boyunca istismar edebilecekleri çok değerli bir istihbarat kaynağından yoksun bırakmaları doğaldı. Bütün gözler hükümete, Başbakan Churchill'e çevrildi. Churchill beklenen kararını verdi. Şehir boşaltılmayacaktı. Sadece alışılmış önlemler alındı, başta itfaiye olmak üzere, sivil savunma teşkilatı, hastaneler vb. uyarıldı, o kadar. Böylelikle Almanların, şifrenin çözülmüş olabileceğinden kuşkulanması önlendi. 2. Dünya Savaşında yaşanmış olan bu gerçek şifre olayı; F.W.Winterbotham tarafından yazılan "The Ultra Secret" kitabıyla açıklandığı zaman, dünya basınında büyük yankı uyandırmış ve birçok tanınmış gazete ve dergide şifrenin İngilizler tarafından çözülmesiyle müttefiklerin savaşı daha az zayiatla ve daha kısa sürede kazandıkları hususu genel bir kabul görmüştür
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Toplama Kampları
Nasyonal Sosyalistlerin toplama (temerküz) kamplarını (Konsentrationslager) kurmaları 1933’te iktidara gelmeleriyle başlar. Bu kampların ilk biçimleri SA’ların siyasi düşmanlarını yakalayıp götürdükleri, dövdükleri, işkenceden geçirdikleri, öldürdükleri SA hapishaneleri, terkedilmiş depolar, eğitim kampları, Nazi partisi binaları gibi yerlerdi. İlk kamplardan Kemna, Vulkanlager, Hohnstein, Columbia Haus sonradan kapatıldı, geriye altı tanesi kaldı: Dachau, Oranienburg, Fuhlsbüttel, Esterwegen, Sachsenburg ve Lichtenburg dışındakiler kapatılacak, yerlerine daha büyük ve kalıcı kamplar açılacaktı. DACHAU, AUSCHWITZ VE DİĞERLERİ SS’lerin Münich yakınlarında Mart 1933’te kurdukları Dachau, daha sonraki toplama kampları için örnek oluşturdu. Himmler adamlarından Theodor Eicke’yi Dachau’nun başına getirmişti. Ertesi yıl kampların hepsinin yönetimi SS’lere geçince, Eicke kampların baş yöneticisi ve oralardaki Ölüm Birimleri’nin genel komutanı oldu. Oranienburg’daki kamp, sütün kampların karargâhı haline getirildi. Eicke tutuklulardan disiplin, itaat, çok çalışma ve “erkeklik” istiyordu. Prusya ordusundan öğrendiği örneklerle, bitmek tükenmez yoklamalar (Appell), bedeni cezalar (Prügelstrafe) ve uzun saatler süren beden eğitimi, hücre cezalarından, “kaçarken vurma”ya, ağaçtan sallandırmadan, aç bırakmaya kadar her türlü uygulamanın yanı sıra, angarya da Eicke’nin olağan uygulamaları arasındaydı. Kampların ilk kurbanları, Nasyonal Sosyalistlerin siyasi düşmanları (Komünistler, sendikacılar ve diğer anti-Naziler) oldu. Siyasi polis yalnızca rejim muhaliflerini değil, aynı zamanda potansiyel tehlike gördüğü kişileri de süresiz olarak kamplara yolluyordu. 1937’de kamplara sevkedenlerin sayısında önemli bir artış görüldü. O zamana kadar Gizli Devlet Polisinin (Gestapo) politik tutuklularından ibaret olan kamp sakinlerine artık Kriminal Polisin (Kripo) “serseri” olarak tanımlayarak yakaladıkları da eklendi, “Yeni Almanya”ya yakışmayan kim varsa, kampa sevkediliyordu. Himmler 1937’de şunlar söylemişti: “Herkesin bir kez olsun temerküz kamplarını ziyaret etmesi çok öğretici olacaktır. Görünce inanacaksınız ki, hiç kimse haksız yere orada değildir. Onlar suç işleyen ayak takımı ve uygunsuzlardır. Kalıtım ve ırk yasalarının bundan daha iyi göstergesi olamaz. Oradakiler beyinleri su toplamış şaşı, sakat, yarı-Yahudi ve ırk olarak aşağılık unsurların oluşturduğu bir yığındır. Şimdi hepsi bir aradalar. Onları ideolojik olarak eğitmiyoruz, emirle eğitiyoruz, çünkü onlar zaten köle zihniyetlidirler.” Dachau örnek alınarak, 1936’da Oranienburg yakınında Sachsenhausen, 1937’de Weimar civarında Buchenwald, 1928’de Bavyera’da Flosenburg ve Yukarı Avusturya’da Mauthausen, 1939’de Mecklenburg kampları kuruldu. Önceleri Yahudilere dönük özel bir toplama yoktu, ancak yukarıda anılan gruplara dahilseler kampa gönderiliyorlardı. Yahudileri sindirmek, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal hayatından silip atmak, Almanya’dan kaçırmak için başka yöntemler kullanıyorlardı, SA ve SS’ler Yahudilerin dükkanlarına, evlerine saldırıyorlar, mahallede tanıdıkları Yahudileri dövüyorlardı. Ama, 1938 Kasım’ındaki Kristaller Gecesi’nden itibarın deportasyon başladı. O gece sinagoglar ve dükkanlar yakıldı, evlerde sürek avı başlatıldı, 35 bin erkek Yahudi alınıp kamplara sevkedildi. Fakat, niyet onları orada tutmak değil,. sürmek olduğundan, ülkeyi terketmeleri için çoğuna göç kâğıdı verildi. Savaşın başlamasıyla kamplar birden bire önemli bir işlev kazanacaktı. İşgal edilen ülkelerden çok sayıda insan bu kamplara getiriliyordu. Mevcutlar yetersiz kaldığı için 1940’ta Yukarı Silezya’da Auschwitz, Hamburg’da Neuengamme, 1941’de Alsace’ta Natzweiler. Silezya’da Gross Rosen, 1942’de Danzig’de Stutthof, 1943’te Polonya’da Lublin-Madianek, Hollanda’da Vaught, 1944’te Saksonya’da Dora-Mittelbau, Hannover’de Bergen-Belsen kampları açıldı. Treblinka, Sobibor, Majdanek, Ravensbrück, Babi Yar diğer önemli toplama kamplarındandı. Kamplarda muhkûmları kolayca ayırdetmek için giysilerine numara işleniyor (Auchswitz’de dövmeyle kollarına da yazılıyordu), yakalarına ise farklı işaret takılıyordu: Politik tutuklular kırmızı, Yahudiler sarı, kriminaller yeşil, “asosyaller” siyah, eşcinseller pembe yıldız takıyorlardı. Ayrıca yıldızların üzerine tutuklunun ülkesinin baş harfi yazılıyordu. KÖLE EMEĞİ Kamplar sonradan köle-işçi yığınaklarına dönüştü. Başlangıçta SS’ler kamplarda kurdukları işletmelerde tutukluları çalıştırıyorlardı. Savaş başlayınca, o işçileri Alman sanayicilerine kiralamaya başladılar. Faşizmin önde gelen destekçilerinden kimya karteli IG-Farben, Auchswitz yakınlarında sentetik boya ve lastik fabrikası kurdu. Dora-Mittelbau kampı orta Almanya’daki fabrikaların hizmetine sunuldu. Derken, sadece bu amaçla, “Aussenkomandos” denilen ilave kamplar açıldı. Dachau’da 168, Buchenwald’da 133 çalışma kampı oluşturuldu. Matthausen’a bağlı Gusen, Buchenwald’a bağlı Ohrdurf işçi kamplarındaki vahşet asıl kamplardakinden az değildi. Bir-iki örnek verelim: 1940-42 yılları arasında Auschwitz’e bağlı olarak, yöredeki fabrika ve madenlerin yanında 40 kadar ilave kamp kuruldu. Tutuklular silah ve kimya fabrikalarında, maden ocaklarında çalıştırıldılar. 1943 Ocak ayında silah sanayiinde 60.837 işgünü, 1943 Kasım’da 537.000 işgünü tutukların köle emeğine ait rakamlardı. IG-Farben Himmler’in en gözde firmasıydı. IG-Farben Monowice’deki kampın yanına sentetik petrol ürünleri fabrikası kurdu ve satın aldığı iki maden ocağının yanına ilave kamplar kuruldu. Monowice’deki fabrikalarda çalışan bir doktor koşulları şöyle anlatıyor: Çalışma koşullarına bir insan ancak 3-4 dayanabilirdi. Görevim doktorluk olduğu için benim koşullarım ağır değildi. Günde 500-600 hasta geliyordu. İş sırasında korkunç boyutlarda dayak vardı, her gün 10 kişi ölü ya da yarı-ölü getiriliyordu.” Çalışamaz hale gelen tutuklular değiştiriliyor ve gaz odalarına götürülüyordu. Üç yıl içinde IG-Farben’in Auschwitz fabrikalarında 30 bin tutuklu öldü. Mahkûmlar, IG-Farben fabrikalarında kendilerini öldürecek Cyclon-B gazını da üretiyorlardı. GAZ ODALARI Hitler 1939 başlarında, iyileşemeyecek kadar hasta olan kimselerin yük teşkil ettiklerini ve gaz odalarında öldürülmeleri gerektiğini söylüyordu. Sonra gaz odaları kamplarda kuruldu. Gaz odalarında öldürülenlerin cesetlerini yakmak için insan fırınları (krematoryumlar) kuruldu. 1942’de Polonya’daki Belzec kampında 600.000, 1942 Mayısında kurulan Sobibor’da 200.000, Çekoslovakya’da Treblinka kampında 900.000 kişi öldürüldü. Bu insanların çoğu Yahudi ve çingeneydiler. Belzec’ten sadece iki kişi sağ çıkabilmişti. En büyük ölüm kampı Auschwitz ve Birkenau (Auschwitz-II) kamplarıydı. Bütün Avrupa’dan toplanarak kamplara tıkılanlardan 10 milyon kişi ölmüştü, bunların tam 4 milyonu Auschwitz’de öldürüldüler. Öldürülen toplam 10 milyon insanın 6 milyonu sadece etnik ve dinsel kimliklerinden dolayı imha edilen, soykırıma tabi tutulan Yahudiydi. 1945 Ocak ayında kamplarda 700.000 kişi bulunuyordu. Müttefik ordularının ilerlemesi üzerine SS’ler kamplardaki insanları Almanya’nın içlerine doğru ölüm yürüyüşüne çıkardılar, 200.000 kişi de orada öldü. Dünyaya üstün ari ırkı ve Alman ulusu hakimiyetinde ebedi barış getireceğini söyleyen Nasyonal Sosyalizm 52 milyon insanı ölüm ülkesindeki ebedi barışa göndermiş ve gelmiş geçmiş en lanetli, en meş’um ölüm makinesi ve onun ideolojisi olarak insanlık tarihine geçmişti. Böylesine dehşet verici insanlık suçunun büyüklüğünü ve vahimliğini Türkiye’de kavrayamayan, olaya önem vermeyen çok kimse var. Bunlar arasında, bir Federal Alman milletvekiline “Hitler’e sahip çıkmadınız” diye tarizde bulunan ve hayatı boyunca utanç duyması gereken o sözünün ne denli insansızca olduğunu kavramadığı için öyle dediğini TRT ekranlarında (bir Ermeni soykırımı tartışmasında) tekrarlayan yazar Alev Alatlı da bulunuyor. Aradan 60 yıl geçmiş olsa bile, insanlığın kollektif belleğinde Nasyonal Sosyalizmi ve II. Dünya Savaşı dehşetini diri tutmanın önemi bundan da belli değil mi?
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() ikinci dunya savasi'nda sivil halklarin durumu
amerika amerika’nın savaşa dahil olmasıyla hükümet, birden fazla cephede savaşa gireceği gerçeğini düşünüp ülke içi sorunlarla uğraşmamak için gerekli bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. ilk etapta halkın tamamı karneye bağlandı. amaç, eldeki besin stokların maksimum sürede dayanması ve kullanılmasıydı. sırf bu amacın benimsenmesi için savaş sırasında minimum besin maddesi kullanılarak halkın yemek pişirmesine dayalı ‘’savaş sırasında yemek tarifleri’’ adlı kitaplar basılmıştı. zaten krizden yeni çıkan amerika halkı buna fazla dayanamadı ve kendi yiyeceklerini kendi üretti. amerikalı kadınlar yiyecek programına zafer bahçeleri adını verdikleri, evlerinin bahçelerinde oluşturulan sera ve sebze-meyve bahçeleriyle katkıda bulunuyordu. 1944 yılının sonlarına doğru amerika’daki evlerin %80 inde bu bahçelerden bulunuyordu. bunlar, hükümetin desteğiyle oluşturulan ve kamuoyu moralini yüksek tutan hareketlerin küçük bir parçasını oluşturmaktaydı. sinemalarda gösterilen radyo programları ve kısa filmler yapıldı. televizyon öncesi bu donemde, her gün görülen güçlü bir görsel mesaja hala ihtiyaç vardı. bunun için devlet ve endüstri, kitle medyasının en eski ürünlerinden biri olan posterlere başvurdu. binlercesi ülke boyunca yapıştırıldı. mesajları basit ve direktti. ‘’alay ettiler, kışkırttılar ve bölmeye çalıştılar’’. eldeki ateşlerin yanmasını sağlayan mesajları her eve taşıdılar. amerıka’nın gücünü ve haklılığını devamlı irdeleyen bu mesajlar halkın endişesini yatıştırmak için çok etkili oldu. ama propaganda yalnız başına zafere ulaşamazdı. bunun için uçaklar, gemiler ve savaş araçlarının kitlesel üretimi gerekiyordu. 1930’lu yıllarda birleşik devletler, tarihinin en büyük krizini yaşamıştı. ocak 1942 de bir çok amerikalının hala bir işi yoktu ve çok az bir kısmı maddi açıdan orta-üst seviyede yaşıyordu. hala büyük krizin etkisinde yalpalayan amerikan ekonomisi için savaşın başlaması acı ve zor bir durumdu. savaş üretimine başlamış olmak, amerika’yı ekonomik hareketsizlikten çekip çıkardı. askeriyenin büyük çapta asker ihtiyacı ve daha önce görülmemiş büyüklükteki malzeme ihtiyacı bir yıl önce %18 e ulaşan işsizliği ortadan kaldırdı. ancak savaştan galip çıkılabilmesi için amerikan ekonomisinin her yönüyle fazla mesaiye ihtiyacı vardı. ulusal bir savaş üretim dürtüsü yaratıldı. üretim dürtüsü var olan her savaş yatırım ürününü %25 oranında arttırmak anlamına geliyordu. güneyli çiftçiler savaş zamanı gelen yiyecek ve tahıl talepleriyle yeniden hayat buldu. uzun sure boş yatan fabrikalar yeniden hayata döndü. otomobil fabrikaları uçak yapmak için değişikliğe uğradı. tersaneler pearl harbour’daki gemilerin yerine yenilerini koymak için günde 24 saat aralıksız çalıştı. aniden işçilerin dolduramayacağı kadar iş yaratıldı. gençlere, yaşlılara hatta mahkumlara bile savaş üretimiyle ilgili işler verildi ve hala daha fazla emeğe ihtiyaç vardı. bu işleri yapmak için hem çok açık hem de hiç beklenmedik bir çözüm bulundu. kadınlar… amerika savaşa girmeden önce kadınlar amerikan emek gücünün %25’ini oluşturuyordu. 1944’e gelindiğinde bu oran % 36 ya yükseldi. o yıllar boyunca 5 milyondan fazla kadın çalışmaya başladı. din, dil, ırk, yaş gözetimi yapılmadı. bu kadınlar, kaynakçılıktan cephane işçiliğine ve kamyon şoförlüğünden uçak test pilotluğuna kadar o dönemlerde sadece erkeklerin yaptığı işlere verildi. zaman propaganda zamanıydı. perçinci rosie* savaşın en unutulmayan sembollerinden biri haline geldi. uzun süren savaş, halk üzerinde bir takım etkiler doğurmuştu. amerikan kadınlarının katlandığı en büyük sıkıntı yalnızlıktı. kocaları erkek arkadaşları yada yurt dışında savaşan oğulları vardı. amerikalı kadınlar sevdikleri insanlar için endişelenmek ve onlardan uzak kalmak duygularıyla baş etmek zorundaydı. evlerin camlarına asılan beyaz üzerine mavi yıldızlı bayrak, evden en az 1 kişinin savaşta veya benzer bir görevde olduğunu belertiyordu. o zamanlar western union’dan bir görevlinin, evin bahçesine girmesi yürek parçalayan bir olaydı. telgraflar trajik haberleri getiriyordu. sevilen biri öldüğünde penceredeki bayrak değişiyordu. altın bir yıldız mavi olanın yerine konuyor ve buda gelip gecen herkese büyük bir fedakarlığın yapıldığını hatırlatıyordu. 1942’de 53 milyar dolardan fazla para savunma üretimine harcanmıştı. bu devasa masrafları dengelemek için hükümet savaş tahvilleri çıkarmaya başladı. bu tahviller aslında genel kamuoyunun savaş departmanına verdiği borçtu. hükümet her maaş çekinin bir kısmının savaş tahvillerine gitmesi için kamuoyunu güzel sözlerle kandıran devasa kampanyalara sponsorluk yaptı. okul çocuklarına 10 sentlik pulları yapıştırmak için pul defterleri verildi. bu defterler dolduğu zaman 1 tahvil yerine geçiyordu. hatta yurtdışında savaşan askerler bile ülke içindeki kampanyalardan etkilenip bu tahvillerden aldı. 1945’e gelindiğinde birleşik devletler nüfusunun yarıdan fazlası olan 85 milyon insan savaş tahvilleri satın almıştı. amerika, japonya’nın pearl harbour’a saldırmasından önce uyuyan bir devdi. devasa boyutlarda ekonomik kaynakları ve savaşı kazanmak için inanılmaz iradesi, savaşın gidişatını değiştiren en önemli belirleyici faktörlerden biri oldu. ayrıca, coğrafik izolasyonu da lehinde bir şeydi. 1000’lerce millik okyanus amerika’yı düşmanlarından ayırıyor ve değerli zamanını savaşa ayırmasına izin veriyordu. sonuç olarak rahat ve güvenli bir hayat yaşamaları, onları diğer müttefik ve düşman halklarından ayırıyordu. amerikalı japon halkı pearl harbour olayının yaşanmasının ardından amerıka da yaşayan 100.000 kadar japon ülke içerisinde halk tarafından zorlanıyor, aşağılanıyor ve dövülüyordu. kamuoyundan gelen baskılara dayanamayan amerikan hükümeti ülkenin ortasında ve güneybatı kesimlerinde bulunan kurak alanlara toplama kampları inşa ettirdi. bu kamplar içinde her aileye tek oda ve 2 yatak düşüyordu. elektrik ve su yoktu. kamplarda silahlı amerikan askerleri bulunuyordu. şartlar kotu yiyecek ve ısınma için gerekli malzeme yoktu. ayrıca kampa yerleştirildikten sonra sahip oldukları gayrimenkulleri ve paralarına hükümet ve halk tarafından el konulmuştu. bu durumun değişmesi yıllar aldı. savaşın ortalarında ihtiyaç duyulan asker talebi onlardan karşılandı. ya anavatanlarına karşı savaşacak yada savaş bitimine kadar bu kamplarda yaşamaya çalışacaklardı. japon gençleri ailelerini daha iyi şartlara taşımanın yolunun orduya katılmaktan geçtiğini anlamış ve birer birer orduya yazılmıştı. 422. * bölükte bulunan amerikalı japon askerleri 2. dünya savaşı sırasında ordu içinde en çok madalyayı alan bölüktü. bu başarı, ordu ve halk içinde tekrar eski konumlarını almalarını sağladı ve savaş bitince sadece otobüs paraları ve 50 usd olan yol harçlıkları verilerek serbest bırakıldılar. ingiltere 1939 yılının ardından ingiltere için durum gerçektende gri ve karanlıktı. hitler’in avrupa istilası karşılık görmeden başlamış ve bir savaşın önlenemezliği ortaya çıkmıştı. londra’dan gelen dikkatli araştırmalar ingiliz adaları boyunca binlerce küçük kasabaya ulaşmıştı. hükümetin planı, alman bombardımanının başlaması durumunda çocukları şehirlerden kırsal alanlara götürmekti. 1939 yılında almanya’nın polonya’yı işgal etmesi boşaltama emrinin başlamasının doğruluğunu ortaya çıkardı. 4 gün içerisinde çoğunluğu çocuk olan 4,5 milyon insan londra, manchester ve diğer birçok ingiltere şehrini terk etti. 6 yaşındaki küçük çocuklar bile yanlarında ebeveynleri olmaksızın evlerinden ayrıldı. evlerinden ve ebeveynlerinden bu anı ayrılış, hazin ancak üzücü şekilde gereklidir. bir çok çocuk evlerini veya ebeveynlerini aylarca göremeyecek, bazı çocuklar için bu yıllar sürecekti. savaş programına geçildikten sonra ingiliz hükümetinin ilk yasası her vatandaşa bir kimlik ve gaz maskesi vermek oldu. kimlik kartları ölenleri belirlemek kadar sabotajcıları da ortaya çıkarmak anlamına geliyordu. gaz maskeleri de almanların olası gaz saldırısına karsı hazırlıklı olmak içindi. bu iki şeyi her zaman üzerinde taşımamak, 19. yüzyıl ingiltere’sinde bir suç haline gelmişti. alman yıldırım savaşı * batıya kayarken ingiltere’de aciliyet duygusu büyüdü. 1939 sonlarında işsizlik durumunu kontrol yasası denen bir yasa daha çıkarıldı ve bununla her sağlıklı vatandaş erkek ya da kadın, silahlı kuvvetlere yada bununla ilgili bir işe mecbur bırakıldı. savaş zamanı ingiltere içindede ciddi şekilde karneye bağlanma anlamına geliyordu. et, meyve, plastik benzin hatta elbiselerde bile kıtlık vardı. ingiliz aileleri tüm alışverişlerini yapmak için özel olarak belirlenmiş mağazalara kaydolmak zorundaydı. uzun kuyruklarda beklemek bir hayat tarzı haline geldi. hükümet, sınırlı gıdaların mümkün olduğu kadar dayanabilmesi için ‘’savaş zamanı yemek tarifi’’ kitapları bastırdı. bu ‘’kemer sıkma’’ yemek kitaplarının sayfalarında ‘’serçe payı’’ * gibi garip yemeklerde yer alıyordu. eylül 1940 da alman hava kuvvetleri büyük britanya’ya sonu gelmeyen hava saldırılarını başlattı. londra’nın endüstriyel doğu bolumu kısa zamanda bir moloz yığınına dönüştü. baskın gecesinde 1000’lerce yangın cıktı. sivil savunmanın zayıf ekipleri ve yetersiz personele sahip itfaiye departmanı bu yangınlarla uğraşmak zorunda kaldı. ingiliz kadınları, amerikalı hemcinslerinden farklı olarak üretim yerine direkt savaş faaliyetlerinin içinde yer aldılar. hava aydınlatma operasyonlarında çalıştılar ve alçaktan uçan alman savaş uçaklarını engellemek anlamına gelen büyük balon barajlarını* kurdular. belki de en etkileyicisi uçaksavar bataryalarını kullanmak için ekip oluşturmalarıydı. kadınların bu ekiplere yerleştirilme misyonu şüpheyle karşılandı. ancak 1. bataryanın komutan subayı bir alman uçağı vurunca güven hemen kazanılmıştı. öngörülmüş olmasına rağmen aynı zorluk derecesinde olduğu ortaya çıkan başka bir askeri istila daha vardı. amerikan ordusu istilası… zafer gününden aylar önce 1 milyondan fazla amerikan askeri ingiltere de konuşlandı. bu askerler ciddi şekilde ihtiyaç duyulan müttefiklerken bir çok ingiliz, amerikalıların varlığından hoşnut değildi. amerikan askerleri ingiliz meslektaşlarından 6 kat daha fazla para alıyordu. ingiliz halkının genel kanısı ‘’fazla para alıyorlar, fazla içki içiyorlar, fazla sex yapıyorlar’’ idi. amerikan generalleri iki halk arasında sürtüşmeyi azaltmak için kendi askerlerine bir disiplin programı uyguladı ve olaylar büyümeden kapatıldı. artık zafer zamanıydı… almanya ingilterede büyük sayıdaki askeri yığınak, önlenemez tek bir şeyi işaret ediyordu. avrupa’nın istilasına… ingiliz adalarındaki durum iyileşmeye başlarken, manş denizinin karşı tarafında başka bir sivil halk en karanlık günlerine girmekteydi. adolf hitler yönetiminin ilk yıllarında, yeni hükümetlerinin davranışından şok olan almanlar sessiz kaldı. alman halkının çoğunluğu için hayat, yüzyılın başından bu yana daha iyileşmişti. değer kaybeden alman markının düşüşü durmuş, işsizlik ortadan kalkmış ve alman devletinin yıldızı iyice parlamıştı. joseph goebbels’in yönettiği son derece etkili propaganda mekanizması, batılı demokrasilerin zayıflığını ve çöküşünü gösteren filmler üretti. amerikan kültürünün bir çok yanıyla alay ettiler. en iğneleyici saldırlar, yahudi ve afrika kökenli amerikalılara, yani zencilere karşı yapıldı. almanya için aşağılamanın bir sınır yoktu… almanya içındaki hayat, savaşın ilk yıllarında göreceli olara değişmedi. hitler inatçı bir şekilde gıdaya karne koymaya karsı cıktı. bu 1.dünya savaşında alman halkının başını belaya sokmuş ve ulusal çapta moral bozukluğuna katkıda bulunmuştu. ülkedeki elit grupların çocukları hitler gençliğine * katılmaya ikna edilmişti. bu aşırı milliyetçi programa, genç ari ırkın acık havanın tadını çıkaracağı gençlik programları da dahildi. şarkılar söyleniyor, spor müsabakaları örgütleniyor ve nazı propagandası ağır dozuyla, alman kardeşliğinin bağları sağlamlaştırılıyordu. amerika birleşik devletleri’nin 1941 de savaşa girmesi ve almanların 1942-1943 yıllarında de rus cephesinden geri dönmesi, alman halkının talihin değiştirdi. 1944 başlarında zafer günü yaklaşırken ürkütücü bir sakinlik duygusu almanya’ya yayıldı. hükümet kontrollü medya savaşının tam olarak planlandığı gibi devam ettiğinde ısrarcıydı. zafer hala garantiydi ama 6 haziran 1944 de normandiya işgali, alman halkı için her şeyi değiştirdi. yazın ortasına gelindiğinde müttefiklerin alman şehirlerini bombalaması iyice yoğunlaştı. gün içinde iki misline çıkarılan amerikan uçakları bombalarını bırakmaya devam etti. evlerini kaybetmiş insanlara, yiyecek ve sıcaklık sağlamak için meydan mutfakları kuruldu. bu donem boyunca alman yüksek komutanlığı, yaklaşmakta olan müttefik askerleri hakkında vatandaşlarını ikaz etmeye başladı. onlara, ülkeyi yağmalayacak ve insanları katledecek barbarlar olduğu söylendi. her şeyleri pahasına anavatanlarını savunmaya teşvik edildiler. birçok insan almanya’nın savunulacak neresinin kaldığını merak ediyordu. 1945 ocağına gelindiğinde ülke çöküşün eşiğindeydi. ingiliz ve amerikalılar rennes’i geçmiş ve almanya’nın merkezine girmişlerdi. toplama kamplarının varlığı ortaya çıkıncaya kadar, genel olarak halkın tamamına iyi davranılmıştı. alman halkı toplama kamplarında uygulanan şiddet gerçeği ile karşı karşıyaydı. bir çok sivil alman halkı, bu kamplarda yapılan işlerden habersiz olduğunu itiraf ediyordu. müttefik orduları, o kamplara halkı zorla götürerek mezarlar kazdırdı. halkın bu kamplar hakkında ne bildiği konusu ise asla cevap bulamadı. japonya japon imparatorluğu savaşa girmeden önce, savaş sırasında ve sonrasında oluşabilecek bütün senaryolara karşı hazırlıklıydı. yaşamsal destek*** stokları yapılmış, halk; savaşın getirebileceği iyi ve kötü şartlara karşı eğitilmişti. japonya’nın propaganda gibi bir endişesi yoktu. sonuçta ne almanya gibi işgal edecekleri bir hedefleri vardı nede amerika ve rusya gibi saldırıya uğramış, yenilgiyi tatmışlardı. kısacası, halkı hırslandırabilecek bir neden veya sebep bulunmuyordu. pearl harbor baskınının başarılı geçmesi ve amerikan kuvvetlerine pasifikte ağır bir darbe indirilmesi japon halkını çok fazla rahatlatmıştı. savaşta olmalarına rağmen diğer ülkelerdeki halklar gibi zor durumda değillerdi. zaten anakarayı çevreleyen okyanus, olası bir işgal için gerekli zorlaştırıcı etkiyi sağlıyordu. ta ki atom bombası saldırısı yapılana kadar… japon imparatorluğu, savaşın bu kadar acı bir sonla bitmesini düşünmemiş, hakkında hiçbir şey bilmedikleri atom bombası ve etkileri karşısında halkını eğitememişti. imparatorluk daha fazla direnemedi ve teslim oldu. halk amerikan donanmasını bir kurtarıcı gibi karşıladı. müttefik askerleri, pasifik cephesinde zorlu, acımasız ve inatçı olarak tanıdığı düşmanını, duygusal ve yardımlaşmaya hazır bir şekilde buldu. ilk etapta halk kendi çabalarıyla ingilizce öğrenmeye başladı. bu gelişme, şehirler içindeki etkilerini dükkanların açılış ve kapanış saatlerinin ingilizce olarak yazılması ile daha da arttı. iki yıllık işgal dönemi boyunca halk ve amerikan askerleri arasında sürtüşme yaşanmadı ve yeniden yapılanma adına hizmet eden asker ve siviller üzerinde manevi açıdan eşit ölçüler bıraktı.
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Nazi Propagandası
Almanya'daki çoğu propaganda Halk Aydınlanması ve Propaganda Bakanlığı (Almanca'daki kısaltmasıyla "Promi") tarafından yapılmıştır. Joseph Göbbels Hitler 1933 senesinde göreve geldikten kısa bir süre sonra bu bakanlıktan sorumlu olmuştur. Tüm gazeteciler, yazarlar ve sanatcılar bakanlığın basın, güzel sanatlar, müzik, tiyatro, film, edebiyat veya radyo alt odalarından birine kayıt olmak zorundaydı Naziler amaçlarına ulaşmak için propagandayı hayati bir araç olarak görmüşlerdir. Almanya'nın Führer'i, Adolf Hitler, 1. Dünya Savaşı'ında Müttefiklerin yaptığı propagandanın gücünden çok etkilenmiş ve moralin çökmesi ve 1918 senesinde deniz kuvvetleri ile cephede çıkan isyanların ana sebebinin bu olduğuna inanmıştı. Hitler hemen hergün Göbbels ile buluşup haberleri tartışmak için bir araya gelir ve Göbbels konuyla ilgili Hitler'in fikirlerini alırdı. Göbbels daha sonra üst düzey bakanlık yetkilileriyle görüşüp dünyada gelişen olaylarla ilgili resmi parti görüşlerini iletirdi. Yayıncılar ve gazeteciler çalışmalarını yayınlamadan önce onay almak zorundaydılar. Buna ek olarak Adolf Hitler ve Reinhard Heydrich gibi üst düzey Naziler yanlış olduğunu bildikleri bilgileri yaymakta ahlaki bir problem görmezlerdi. Gerçekten de bilerek yanlış bilgi vermek Büyük Yalan denilen doktrinin bir parçasıydı. 2. Dünya Savaşı'nın başlamasından önce Nazi propagandasının hitap ettiği bir kaç ayrı grup vardı: *Alman halkına, Nazi partisinin ve Almanya'nın yabancı ve iç düşmanlara (özellikle Yahudiler) karşı yaptığı mücadele hatırlatılırdı. *Çekoslavakya, Polonya, Sovyetler Birliği ve Baltik devletleri gibi ülkelerdeki etnik Almanlar'a, Almanya ile kan bağlarının yeni ülkelerine olan bağlılıklarından daha güçlü olduğunu söylenirdi. *Fransa ve Birleşik Krallık gibi potansiyel düşmanlara, Almanya'nın o ülkelerin halkları bir sorunu olmadığını ama hükümetlerinin Almanya ile savaş başlatmak istediği söylenirdi. Tüm halklara Almanya'nın kültürel, bilimsel ve askeri başarıları hatırlatılırdı. 4 Şubat 1941'de Stalingrad Savaşı'nın bitimine kadar Alman propagandası Alman güçlerinin kabiliyetleri ve Alman askerlerinin sözde insaniyetlerine vurgu yapıyordu (Toplama kamplarında Yahudilerin toplu katliamları bu noktaya kadar hemen hemen hiç bilinmiyordu). Bunun karşısında İngiliz ve Müttefik güçleri korkak katiller ve Amerikalılar ise özellikle Al Capone benzeri gangsterler olarak gösteriliyordu. Alman propagandası aynı zamanda Amerikalılar ve İngilizleri birbirine, ve her iki batılı gücü Soviyetlere yabancılaştırmaya çalışıyordu.
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Auschwitz
Nazilerin Polonya’da kurduğu ve bir milyondan fazla Yahudiyi öldürdüğü ölüm kampı Auschwitz’in Sovyet askerleri tarafından 60 yıl önce kurtarılışı törenlerle anılıyor. Müzeye dönüştürülen Auschwitz kampında düzenlenen anma törenine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın da bulunduğu 40’a yakın lider katılıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Auschwitz, eski adıyla Oscwinchim, yarısı Yahudi olan 14 bin kişinin yaşadığı sakin bir kasabaydı. Mart 1942 de gelen insan dolu ilk vagon, sadece Auschwitz değil, dünya tarihine kara bir sayfa açtı ![]() POLONYA ORDUSUNUN KIŞLASIYDI Gelenler sadece 3 hafta kalacaklarını ve çalışacaklarını sanıyorlardı. Kendileri için kurulmuş gaz odaları ve krematoryumlardan habersiz, kıymetli bütün eşyalarını da beraberinde getirdiler. Savaştan önce Polonya ordusuna ait bir kışla olan Auschwitz, öncelikle Polonyalı entellektüeller ve rejim karşıtları için düşünülmüştü. Avrupa’nın neredeyse bütün kentlerinden Yahudi, komünist, çingene, sakat ve homoseksüel, trenler dolusu insan getirilince kamp genişletildi. ![]() HER YOL AUSCHWITZ’E ÇIKIYORDU Eski kışlanın yakınlarındaki Birkenau ile Maidaneck adlı iki kamp daha inşaa edildi. Artık Selanik’ten Riga’ya, Budapeşte’den Bükreş’e her yol Auschwitz’e çıkıyordu. Nasyonal sosyalistler için, onlardan olmamak, tek belirleyici kriterdi. Auschwitz de dahil olmak üzere bütün toplama kampları, nasyonal sosyalist düzene göre yukarıdan aşağıya organize edilmişti. Tutukluların liderleri de kendilerinden ve daha önce suç işlemiş, şiddet yanlısı olanlar arasından seçildi. ÇOĞU BAŞTAN ÖLDÜRÜLDÜ Auschwitz’e gelenlerin sadece 400 bini kaydedildi. “Arbeit macht frei” (Çalışmak özgür kılar) kriterine uymayanlar, yaşlılar, çocuklar, hastalar, sakatlar kampın kapısından içeri girmeden öldürüldüler. Öldürülürken, eşyalarına, saçlarına, altın dişlerine, derilerine, yani daha sonra kullanılabilecek herşeylerine el konuldu.Banyoya girdiklerini sananlar, kendilerini gaz odasında buldular. Nasyonal sosyalistler, gaz odalarını banyo gibi inşaa ettiler. Zehirli Zyklon B gazı, deliklerden odaya yayıldı. Gazdan tasarruf etmek için mümkün olduğu kadar çok kişiyi odalara doldurdular, çünkü insan vücudunun verdiği ısı, gazın yayılmasını kolaylaştırıyordu. Odadaki insan sayısına göre ölüm süresi 7 ila 20 dakika arasında değişiyordu. Cesetler buradan krematoryuma taşındılar. Saçları kesildi, altın dişleri söküldü ve fırınlara atıldılar. Bir cesedin kül olması için ortalama 40 dakika gerekiyordu. Bu kremataoryumda 24 saat içinde sadece 460 ceset yakılabiliyordu. Naziler, Birkenau ve Maidaneck’te uzmanlaştılar. Şu andan yıkıntı halindeki bazı krematoryumlarda 1500’e yakın insan küle dönüştü. Naziler, soykırımı başından itibaren en ince ayrıntısıyla planlamıştı. Küçücük odalarda, çizgili giysileri ile barınan tutsakların alacakları kalori, bu kaloriyle kaç saat çalışabilecekleri ve çalışırken kaç ayda eriyip yok olabilecekleri hesaplanmıştı. ![]() KAMPTA ORTALAMA ÖMÜR 6 AY Ortalama 6 ay içinde ölen tutsaklar, en ağır şartlarda günde en az 10 saat çalıştırdılar. Gaz odalarına gönderilirken, saç kesme, ceset toplama, yakma gibi işlemleri de yine kendileri yapıyorlardı. Her kamp gibi Auschwitz’in de yine tutsaklardan oluşan bir bandosu vardı. Dostlarını marşlarla ölüme yolladıklarında verebilecekleri en güzel hediye, nasıl kolay ölebileceklerini anlatabilmekti.Mucizevi de olsa kaçmayı başaranlar oldu. Yakalananların kendisi, yakalanamayanların yerine ise kamptan seçilenler cezalandırıldı. 15, 20 kişi nefes almaya bile yetmeyecek küçücük hücrelere dolduruldular. Hücrelerin kapısı genellikle 15 gün sonra açıldı. ![]() BIRKENAU: ÖLÜM KAMPI Sekiz hektarlık Auschwitz kampının kapasitesi yetmediği için, Birkenau’daki köyde yeni bir toplama kampı kuran Naziler, tutsakları barındırdıkları kulübeleri tahtadan yapmaya başladılar. Naziler savaş bittiğinde, yaptıkları katliamdan iz bırakmamak için kampları ateşe verdi. Birkenau, Auschwitz’den sonra inşaa edildiğinden, çalışma kampı değil, ölüm kampı olarak kullanıldı. Bu yüzden gaz odası ve krematoryum sayısı da Auschwitz’dekinden daha çoktu. İnsanlar üzerinde tibbi deneyle yapmak, auschwitz-birkenau kampının uzmanlık alanlarından biriydi. insanoğlunun bugün de kullandığı pekçok tıbbi bilgiyi auschwitz’deki bu deneylere borçlu olduğu bir sır değil. 27 Ocak 1945, hem Auschwitz-Birkenau’nun kurtulduğu, hem de ölüm kamplarının son bulduğu gün olarak tarihe geçti. Savaşın tamamen sona erdiği 9 Mayıs 1945’e kadar daha pekçok toplama kampında soykırıma devam edildi. Ancak soykırımla özdeşleşen Auschwitz-Birkenau, özgürlüğe kavuşmanın da umudu oldu. Auschwitz’in bedeli ise, yüzde 90’ı Yahudi, 1,5 milyon insan oldu. Adolf Hitler’in “Nihai Çözüm” politikası çerçevesinde ise yaklaşık 6 milyon Yahudi, Naziler tarafından kurulan bu kamplarda öldürüldü
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Mussolini Hayatı!!!
Avrupa’nın ilk faşist lideri olan Benito Mussolini Forli'de doğdu. Gençliğinde öğretmenlik yaptı. 1902'de askerlik yapmamak için İsviçre'ye gitti. 1904'te geri dönen Mussolini 10 sene boyunca gazetecilik yaptı. Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı ve savaşta aktif olarak görev yaptı. Savaşta yaralanan Mussolini Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü Faşizm taraftarı "Il Popolo d'Italia" gazetesinin editörü oldu. Benito Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da çıkan kaosu iyi değerlendirdi. Çökmüş ekonomi, siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu Faşist partisinin bünyesinde topladı ve onları organize etti. Mussolini (halk arasındaki lakabıyla Il Duce "Duçe" ) ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nu tekrar kuracağını söylüyordu. Bunun yanında kurduğu Kara Gömlekliler adlı örgütle şiddeti artırıyor özellikle de aynı kendisi gibi ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla çatışıyordu. Mussolini’nin izlediği politikalar meyvesini vermeye başladı. Ve en nihayet Ekim 1922'de Mussolini Kral Viktor Emmanuel III'ü yönetimi kendisine devretmekle tehdit etti aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecek ve bunu kendi yapacaktı. Komünist hareketinde önüne geçmek isteyen Kral bu teklifi kabul etti ve İtalya'da Duçe dönemi başladı. Mussolini'nin başa geçmesiyle baskı ortamı başladı. Duçe Faşist Parti dışındaki diğer partileri kapattı, sendika hareketleri kanun dışı ilan etti, kitapve gazetelere sansür getirdi, eğitimi sıkı kontrol altına aldı ve bunun gibi bir çok düzenleme yaptı. Mussolini tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla adeta ördü. Çiftçileri sürekli teşvik etti , tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı buna bağlı olarak da İtalya’da işsizlik azaldı. Tüm bunlar Mussolini'nin popülaritesini arttırdı. Fakat popülaritesini daha da arttırmak isteyen Mussolini 1935'te Habeşis-tan'ın işgaline başladı. 1936'da Habeşistan'ın işgalini tamamladı ve aynı yıl Adolf Hitler'le Roma-Berlin mihverini kurdu. Bu tarihten sonra devamlı Hitler'in etkisinde kalan Mussolini 10 Temmuz 1940'da Müttefiklere savaş ilan etti. Ama İtalyan Ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar seferlerinde mağlup oldu. Fakat her seferinde imdada Hitler yetişti. 1943'te Müttefikler İtalya'ya çıkarma yaptılar. Kral Viktor Emmanuel III Mussolini'yi görevden aldı. Fakat Duçe Hitler’in komandoları tarafından 12 Eylül 1943'de Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtarıldı ve uçakla Viyana'ya kaçırıldı. İtalya'da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan Mukavemet'ine mensup savaşçılar tarafından öldürüldü. Ertesi gün Mussolini'nin,sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda sallanıyordu ************* Stalin Hayatı!!! Tarihin en büyük diktatörlerinden biri olan sosyalist Josef Visarionoviç Stalin, 1881'de Gürcistan'ın Gori kasabasında doğdu. Babası kundurucaydı. Daha orta öğrenimi sırasında devrimci eyleme katıldı ve Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin bolşevik kanadı saflarında yer aldı. Uzun yıllar Sibirya'da sürgünde kaldı. Lenin'in 1917'de Finlandiya'ya gitmesinin ardından Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Ekim Devrimi'nden sonra Lenin'in başkanlığındaki Sovyet hükümetinde Milliyetler Halk Komiseri oldu. Lenin'in ölümünden az önce Komünist Partisi genel sekreteri oldu. 1920-1930'larda sağ ve sol ideolojik mücadele adına binlerce insanı sürgünlere gönderdi. Özellikle bu sürgünler ve idamlar yoğunluklu olarak Türkler’e karşı oluyordu. Stalin iktidarın için her yol meşrudur sözünü tam anlamıyla uygulayarak binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Milyonlarca insan bu yolda öldürüldü. Josef Stalin, Sovyetler Birliğinde, bir tek ülkede sosyalist kuruluşun savunucusu oldu. "Planlı ekonomi", "Kollektivizasyon" ve "Endüstrileşme" uygulamaları ile 1928-1936 yılları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde köklü dönüşümlerin gerçekleştirilmesini sağladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini birarada yürüttü. 5 Mart 1953'te öldü
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3034
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Savas ve Türkiye
Türkiye II. Dünya Savaşı’na katılmadı. Ama savaş boyunca izlediği yansızlık siyasetinde zaman zaman büyük güçlüklerle karşılaştı. Türkiye 1939’da savaş olasılığının iyice artması üzerine toprak bütünlüğünü korumaya yönelik ittifak anlaşmaları sağlamak amacıyla bazı girişimlerde bulundu. Almanya ve İtalya’nın saldırgan tutumları karşısında doğal olarak bu girişimler İngiltere, Fransa ve SSCB’ye yönelikti. İlk görüşmeler sonucu 12 Mayıs 1939’da İngiltere’yle, 23 Haziran’da Fransa’yla Türkiye’nin de “Barış Cephesi” içinde yer aldığını açıklayan ortak bildiriler yayımlandı. Bunu SSCB’yle de benzeri bir anlaşma sağlanması yolundaki çabalar izledi. Ama SSCB’nin 23 Ağustos’ta Almanya’yla bir saldırmazlık anlaşması imzalaması karşısında Türkiye’nin çabaları boşa çıktı. Bu durumlar üzerine İngiltere ve Fransa’yla ilişkiler daha da sıklaştırıldı ve 19 Ekim 1939’da Ankara’da Türkiye-İngiltere-Fransa ittifak anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Türkiye bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa İngiltere ve Fransa yardımda bulunacak, buna karşılık Avrupa’da çıkacak bir savaş Akdeniz’e yayılırsa Türkiye de İngiltere ve Fransa’ya yardımda bulunacaktı. Savaşın Balkanlar’a doğru yayılma eğilimi göstermesi üzerine Türkiye, Balkan Antantı’na bağlı ülkelerle de işbirliğini güçlendirmeye çalıştı. Ama Şubat 1940’ta Belgrad’da toplanan Balkan Antantı Bakanlar Konseyi bu yönde olumlu bir karar alamadan dağıldı. 10 Haziran 1940’ta İtalya’nın da katılmasıyla savaş Akdeniz’e yayılınca Türkiye’nin 1939 Ankara Anlaşması’yla üstlendiği yükümlülükler gündeme geldi. Ne var ki, Fransa’nın kısa bir süre sonra teslim olması, İngiltere’nin de bu konuda ısrarlı davranmaması Türkiye’yi savaştan uzak tuttu. Alman orduları 1941 ortalarına doğru Balkanlar’ı tümüyle ele geçirince Türkiye’nin de Alman istilasına uğramasından, dolayısıyla Ortadoğu’daki yaşamsal önemdeki çıkarlarının tehlikeye girmesinden çekinen İngiltere, Türkiye’den savaşa katılmasını istedi. Bu sırada SSCB’ye saldırmaya hazırlanan Almanya da güney kanadını güvenceye almak amacıyla Türkiye’ye bir saldırmazlık anlaşması önerdi. Türkiye bunu hemen kabul etti. 18 Haziran 1941’de imzalanan bu anlaşma Türkiye’nin savaş dışı kalma siyasetinde yeni bir aşama oldu. Bunu 10 Ağustos 1941’de SSCB ile İngiltere’nin ortak notası izledi. Savaşın iyice yoğunlaştığı bu dönemde her iki ülke Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını bildiriyorlardı. Buna karşılık Türkiye’den 1936 Montrö (Montreaux) Sözleşmesi’ni tam olarak uygulayarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarını savaş gemilerine kapalı tutmasını istiyorlardı. 1942’de hem Almanya’nın, hem de İngiltere’nin başını çektiği Müttefikler’in Türkiye’yi savaşa sokmak için baskı uyguladıkları bir yıl oldu. Türkiye çeşitli gerekçeler ileri sürerek bunların hepsini geri çevirdi. Ama 1943’te Müttefikler’in üstünlüğü belirince İngiltere bu kez savaşın bir an önce bitmesine katkıda bulunmak ve zaferin nimetinden pay almak gibi görüşlerle Türkiye’yi Müttefikler’in yanında savaşa sokmaya çalıştı. Churchill bu amaçla 30 Ocak 1943’te Adana’ya gelerek İsmet İnönü’yle görüştü. İnönü, Churchill’in Türkiye’nin en geç Ağustos 1943’te savaşa katılması isteğine karşı, bunun gerekli silahların, savaş araç ve gereçlerinin verilmesi durumunda olanaklı olabileceğini söyledi. Bu konudaki görüşmeler sürerken Müttefikler 14-24 Ağustos tarihlerinde Kanada’nın Québec kentinde, 19-30 Ekim’de de Moskova’da düzenledikleri toplantılarda Türkiye’yi savaşa katmak yolundaki baskıyı arttırma kararı aldılar. 28 Kasım-2 Aralık tarihlerinde bir doruk toplantısı yapan Churchill, Roosevelt ve Stalin de bu kararı onayladı. Bunun üzerine Churchill ve Roosevelt 3 Aralık 1943’te İsmet İnönü’yü Kahire’ye davet ederek bu konudaki kesin isteklerini ilettiler ve Türkiye’nin Şubat 1944’te savaşa katılmaması durumunda her türlü yardımı keseceklerini bildirdiler. İsmet İnönü’nün askeri ve stratejik gerekçelerle savaşa katılmayı reddetmesi üzerine Mart 1944’te İngiltere, Nisan 1944’te de ABD Türkiye’ye askeri yardımı durdurdu. Diplomasi alanında da baskılar sürüyordu. Bu baskılara bir süre daha direnen Türkiye savaşın gidişinin iyice belirginleşmesi üzerine 2 Ağustos 1944’te Almanya ile siyasal ilişkilerini kesti. Bunu 6 Ocak 1945’te Japonya ile ilişkilerini kesmesi izledi. Ardından Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta (Kırım’da) Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945’e kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar aldılar. Bunun üzerine Türkiye 23 Şubat’ta Almanya’ya savaş ilan etti. Bu sırada Almanya’nın yenilgisi kesinleşmiş olduğundan fiilen savaşa girmedi ************* 2. dünya savaşı sonrası T.C nin kamu borçlanması İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası (1939-1960) Savaşa katılmadığı halde, doğrudan ve dolaylı nedenlerle ülke ekonomisi savaştan kötü etkilendi. Bir milyon insanın askere alınması, hem bu insanlara yapılan askeri harcamalar nedeniyle, hem de çalışma yaşındaki bunca insanın çalışmadan alıkonulmasından dolayı, harcama artışları gelir düşüşleriyle birlikte yaşandı. Devletçi sanayileşme uygulaması kesintiye uğrarken, Milli Koruma Kanunu gibi yasal düzenlemelerle birlikte , hükümetin ekonomiye olağanüstü koşulların da etkisiyle daha fazla karıştığı bir dönem başladı. Hükümet, piyasa işleyişini olağanüstü önlemlerle düzenlerken, doğrudan ve dolaylı vergileri arttırarak, milli gelirin önemli bir kısmına el koydu. Hızla büyüyen kamu harcamaları, yatırımlara değil de, bütçenin cari ve sermaye transferi harcamalarına gidince, süreç özel sermaye birikiminin hızla genişlemesine tanık oldu. Yasal düzenlemelerin fiyat sürecine etkili olamayışı, kamu harcamalarının artışına paralel olarak üretim düşüşleri ve dışalım güçlüklerinin ortaya çıkışının yarattığı mal kıtlıkları bir taraftan fiyatları arttırırken, diğer yandan özel sermaye birikimini hızlandırdı. Temel tüketim mallarının karneye bağlandığı bu yıllarda, fiyat artışları ve mal darlıklarından ortaya çıkan özel kesimin savaş karlarını vergilendirmek için Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi toplumsal çalkantılar yaratan uygulamalara gidildi. Fiyat artışlarına etki yapan diğer bir unsur ise, savaş dönemi boyunca uygulanan bütçenin açık finansmanı ve para hacminin arttırılmasıdır. Savaş dönemi boyunca dış ticaret fazla vermiştir. (Kepenek/Yentürk, 2000). 1930’ların sonuna doğru siyasal gerginliğin ve silahlanmanın artması, ülkenin savunma harcamalarını büyüttü. Silah ithalatını içine alan dış ticaret dengesi açık vermeye başlayınca, yeni krediler için girişimlerde bulunuldu. 1938 yılında yapılan bir anlaşma ile İngiltere’den satın alınacak sanayi makine ve gereçleri için 10 milyon, silah ve askeri gereçler için 6 milyon sterlinlik İngiliz kredisi sağlandı. Sanayi kredisi 13 yıl vadeli ve %5.5 faizli iken, silah kredisinin faizi %3, geri ödeme dönemi ise 1951-1962 aralığıydı. İngiliz kredisinden rahatsızlık duyan Almanya ile 1939 yılında 55 milyon dolarlık bir kredi anlaşması imzalanmasına rağmen, aynı yıl içinde Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile Karşılıklı Yardım Anlaşması imzalaması nedeniyle bu kredi Almanya tarafından iptal edildi. 1939 Karşılıklı Yardım Anlaşmasından sonra yapılan kredi anlaşmalarıyla İngiltere’den 42 milyon, Fransa’dan 1.5 milyon sterlinlik (1940 resmi kuruyla toplam 228 milyon TL veya 203 milyon dolar) borç alındı. İngiltere ile ittifaka rağmen savaş dışında kalmak için Almanya ile sürdürülen iyi ilişkiler çerçevesinde 1942 yılında Almanya’dan 35 milyon dolarlık kredi alındı. (Tezel, 1994) ABD’den Türkiye’nin borç almasının tarihi de savaş yılları içinde başladı. Daha önceki borç başvurularını geri çeviren ABD, Ankara’nın 1939 ve 1940’daki kredi isteklerine de olumsuz cevap verdi. Savaşa katılmasıyla birlikte Türkiye’ye 45 milyon dolarlık savaş malzemesi verdi. Türkiye, bu borcun 5 milyon dolarını geri öderken, geri kalanı 1946’da yapılan bir anlaşma gereğince iptal edildi.(Tezel, 1994) Savaş sonrasında dünyada ve Türkiye’de yaşanan siyasal ve ekonomik değişimler, hem borç verecek durumda olan ülkelerin, hem de Türkiye’nin konuya yaklaşımı ve uygulanan ekonomi politikalarında köklü değişikliklere neden oldu. Savaş sonrasında SSCB-Türkiye ilişkilerindeki gerginlik dolayısıyla ortaya çıkan güvenlik endişeleri Türkiye’yi ABD’ye yaklaştırdığı gibi, yeni ekonomi politikasının oluşumunda bu ülkenin belirleyici rol oynaması sonucunu da birlikte getirdi. Boratav (1989), 1946 yılını, 16 yıldır kesintisiz olarak izlenen kapalı, korumacı, dış dengeye dayalı politikaların adım adım gevşetilmesi, ithalatın serbestleştirilerek büyük ölçüde arttırılması, dış açıkların kronikleşmeye başlaması, dolayısıyla dış yardım, kredi ve yabancı sermaye yatırımları ile ayakta duran bir ekonomik yapının yerleşmesinin başlangıcı olarak hem ekonomik, hem de siyasal anlamda tam bir dönüm noktası olarak ele almaktadır. Savaş yıllarında genişlemeye başlayan özel sermaye, savaş sonrası dönemde, iç ve dış etmenlerin katkısıyla, toplumsal ve ekonomik gelişmede, daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak bir şekilde etkinlik kazandı. Çok partili siyasal yaşama geçilmesi ve ekonominin dış yardımlara ve yabancı sermayeye açılması ile birlikte yaşanan kırsal kesimin pazara açılması, hızlı kentleşme yeni birikim olanakları sağladı. Çok partili siyasal yaşam, diğer iç ve dış gelişmeler, siyasal yönetimin sermaye birikiminden yana olması sürecini beraberinde getirdi. Siyasal yönetimi de yanına alan sermaye birikiminin, ekonomik ve toplumsal gelişmeyi tümüyle kavrayıcı bir nitelik kazandığı sürece girildi.(Kepenek/Yentürk, 2000). II. Dünya Savaşı sonrasında tarıma yönelik uygulamalar toplumsal hayatı da etkiledi. Tarımın makineleşmesi, özellikle traktör sayısındaki patlama emek talebini düşürürken, emek fazlası kentlere göç etmeye başladı. Tarımdaki diğer girdilerin artması, karayolu yapımına verilen ağırlık, destekleme alımları, sübvasyonlar hem üretimi, hem verimliliği, hem işlenen toprak alanını arttırdı ve tarım piyasa için yapılmaya başladı. Kentlerin hızla büyümesi bir taraftan altyapı sorunları ortaya çıkarırken, diğer taraftan tüketim kalıplarını değiştirdi. Dayanıklı-dayanıksız lüks tüketim ürünlerinin istemi arttı. 1946 yılında %2 oranında fazla veren dış ticaret, bu yıldan sonra devamlı açık verdi. 1955 yılına geldiğinde dışsatım, dış alımın ancak %63’ünü karşılayabiliyordu. Savaştan hemen sonra dışalım üzerindeki fiyat ve miktar sınırlamaları kalkınca dışalım hızla arttı. Bu artışın nedenleri tüketim artışı ile birlikte, daha sonraki yıllarda Türkiye’yi zora sokan üretimin ithalata dayalı olmasıdır. Dış girdiye dayalı bu bağımlı imalat biçimi bir sonraki alt başlık altında ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Savaş sırasında ekonomide yaşanan gerilemeler, savaş sonrası dönemde hızla telafi edilmeye başlandı. Ana ekonomik göstergeler 1946 sonrasında hızlı bir büyüme sürecine girildiğini göstermektedir. Ancak bu genişleme çok uzun ömürlü olamadı. 1954 yılından itibaren bir durgunluk başladı. İhraç mallarına yönelik talep düşerken, dış kaynakların belli bir düzeyi aşamamasından dolayı ithalata sınırlamalar getirildi. Bu bir taraftan mal kıtlıklarına yol açarken, öte taraftan KİT’lerin özel kesime devrini amaçlayan iktidarın, tüketim mallarını ikame edebilmek için kamu yatırımlarını genişletmesine yol açtı. Ancak alınan önlemler dış ticaret açıklarını ortadan kaldırmaya yetmedi. Milli Koruma Kanunu’nu andıran 4 yıllık uygulamalardan sonra 1958 yılında, IMF başta olmak üzere yardım çevrelerinin önerileri doğrultusunda, devalüasyona gidildi, iç ve dış ticaret üzerindeki sınırlamalar kaldırıldı. (Boratav, 1989). Savaş sonrası döneme net borçluluğu sıfır olarak giren Türkiye’nin bu durumu, savaş sonrasında değişmiştir. Tablo 2.’de dönem boyunca alınan borçlar ve ülkeye giren yabancı sermaye miktarları gösterilmektedir. Tablo 2.: Dış Sermaye Kaynakları (1946-1960) (Milyon Dolar) Kaynak: Kepenek/ Yentürk, 2000. Sayfa 102. Sözkonusu yıllarda dış borçlanmada başlıca kaynak ABD’dir. Truman Doktrini, Marshall Planı gibi düzenlemelerle, savaş yıkıntılarının üstüne yeniden kurulan Avrupa’nın besin ve hammadde deposu olacağından hareketle Türkiye’ye kredi ve bağışlar açılmıştır. Gerçi 1947 yılında bu düzenlemelerden yararlanmak için başvuran Türkiye’nin kredi talebi 615 milyon dolardır. Ertesi yıl, ülkenin bu programlardan yararlanabilmesi için anlaşma imzalandıysa da, verilen kredi miktarı yıllık 40-60 milyon civarındadır. (Güven, 1998). Tablo incelendiğinde, iktidar değişikliğinin gerçekleştiği 1950 yılından, dönemin sonu olan 1960 yılına kadar toplam 1097,9 milyon dolarlık ABD kredisinin 824,2 milyon doları (toplam kredilerin %75’i) bağış biçimindedir. Daha önceki ve daha sonraki yıllarda rastlanmayan bu tablonun nedeni, Kepenek/Yentürk (2000)’e göre “siyasal iktidarların, ABD karşısındaki tutumuna bağlanabilir.” Bu başlık altında incelenen dönem hakkında yazan Güven (1998), Amerikan yardımını siyasal bir baskı aracı olarak belirtirken, dönemi “yarı-sömürge” olarak nitelendirilmektedir. ABD’den sağlanan dış borçların bir bölümü ayrı bir özelliğe sahiptir. ABD tarım ürünleri fazlasından Türkiye’ye gönderilen miktarın karşılığı Merkez Bankası’nda ayrı bir hesapta tutulurken, bu miktarın bir kısmı doğrudan Amerikan yetkililer tarafından, geri kalanı Türk hükümeti tarafından kullanılırdı. İncelenen dönemde Türkiye’ye verilen kredilerin 350 milyon doları bu şekilde sağlanmıştır. (Kepenek/Yentürk, 2000)
__________________
|
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Karamehmet'e İKİNCİ ŞOK | ÇaKıR- | Eskiler (Arşiv) | 0 | 04-17-2008 07:27 PM |
İkİncİ Gece | ¢яєαмιηg | Eskiler (Arşiv) | 0 | 07-10-2007 02:12 PM |
2.dÜnya SavaŞi ArŞİvİ-1 | Bostandere | Eskiler (Arşiv) | 9 | 09-11-2006 03:24 AM |
ArkadaŞlar İkİncİ KurtuluŞ SavaŞi İÇİn LÜtfen Bakin! | vestelman | Eskiler (Arşiv) | 1 | 08-31-2006 02:46 PM |
İstİklal SavaŞi | mezarci79 | Eskiler (Arşiv) | 0 | 08-08-2006 05:29 PM |