www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 03-20-2006, 12:39 AM   #1
Tathar Elanessé
ÇaKaL Üye
 
Tathar Elanessé Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: Lothlorien
Yaş: 43
Mesajlar: 1,424
Teşekkür Etme: 145
Thanked 408 Times in 212 Posts
Üye No: 602
İtibar Gücü: 2028
Rep Puanı : 29938
Rep Derecesi : Tathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan atsız üstad'tan makaleler

IŞIK

Korku ve şaşkınlık içinde yaşayan ilk insanın biricik dostu ışıktı. Çünkü onun sayesinde yiyeceğini bulabiliyor, onun yardımıyla düşmanlarından kurtuluyordu. Işıksızlık onun için korkunç bir şeydi. İnsan muhayyilesinin bulup yarattığı, nesilden nesile göçürerek günümüze kadar ulaştırdığı ne kadar fena, yabani, tehlikeli şey varsa hepsi karanlıktan doğmuştu.
Eski büyük dinlerin bazılarında kainat ışık ve karanlık diye iki büyük parçaya ayrılıyor, iyi ve güzel olan şey ışıktan doğuyor, iyilik yapan ve insanları yaratan Tanrı da ışık Tanrı sayılıyordu.
Ayın ve yıldızların asırlardan beri her milletin şiirinde terennüm edilmesine sebep, karanlık geceleri aydınlatmaları idi.
Dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Goethe, ölürken, “biraz ışık, biraz ışık” diye yalvarmıştır. *** Hakim, fatih ve teşkilatçı kadar şair ve sanatkar da olan Türkler; buzlu bozkırların fecirleriyle sıcak çöllerin serabını görüp bilen Türkler ışığa başka milletlerden daha az değer biçemezlerdi. Işık bu seçkin ırkın dilinde de işlendi ve maddi manasını aşarak manevi bir manaya da kuvvet verdi: “Aydınlanmak”, “Işıklanmak”, “Nurlanmak” şimdi fazla olarak kalbin ve fikrin gelişmesini, büyümesini, olgunlaşmasını da anlatan kelimeler olarak Türkçede yer aldı.
Işığın Türklerdeki en güzel ve manalı hali destanlara aksetmiştir. Gökten inen ilahi bir ışık vardır ki, indiği yere, Tanrının Türk ırkına vergisi olan fevkalade bir tesir yapar, ışığın tesiriyle doğan çocuk veya onun nesli milli bir kahraman olarak Türkleri zafer ve şeref ufuklarının birinden ötekine doğru dolu dizgin koşturup tarihe şanlı sayfalar yazar. Türk destanlarındaki “Kurt” ve Işık” Tanrının Türkleri yükseltmek için gönderdiği vasıtalardır. *** Bugün yine gökten inecek bir ışığa ihtiyacımız var. Ancak üçte biri müstakil olan 50-60 milyonluk büyük Türk milleti, tarihinin hiçbir çağında, bugünkü kadar, böyle bir ışığa muhtaç olmamıştı.
Yoksulluk ve hastalıkla, düşmanların kıyıcılığı ile, yabancıların iftirası ve sinsiliği ile, milli şuurun kaybolması ve milli kültürün o kültürü korumaya memur edilenler tarafından kasten baltalanmasıyla tehlikeler içinde kalan Türk milleti ilahi ışığa hiçbir zaman bu kadar muhtaç olmamıştı.
Bunu biliyoruz. Yine biliyoruz ki, birçok kitap ve dergilerin satırları mucizeli ışığı değil, felaketi ve kızıl esareti getirmek için yazılıyor. Şimdilik şu kadarını söylüyoruz:
Bizim yeni Altın-Işığımız ancak, felaket ve esaret hazırlayan bu yazılar milli şuurun selinde boğulduğu zaman inmiş olacaktır.
__________________

Tanıdıktı yalnızlık oysa
Haklısın belki yanımda
Hazırdım bu kez mutluluğa
Nerden çıktı şimdi bu ayrılık

Öyle boş öyle boş ki bu dünya
Güneşim sandım seni oysa
Girdabın içinde yaşarken
Yakamoz yakamoz çakar aklıma

Susadım sana tek bir nefeste
Yaşadım aşkımı bir heveste
Gözümün önünde durma n''olur
Yaşamak öyle zor ki bu bedende

Hadi yoluna eyvallah
Mutlu ol gülüm işallah
Sen geçen günün ardından
Bi başına kalma inşallah
Tathar Elanessé çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 03-20-2006, 12:40 AM   #2
Tathar Elanessé
ÇaKaL Üye
 
Tathar Elanessé Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: Lothlorien
Yaş: 43
Mesajlar: 1,424
Teşekkür Etme: 145
Thanked 408 Times in 212 Posts
Üye No: 602
İtibar Gücü: 2028
Rep Puanı : 29938
Rep Derecesi : Tathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

KIZILELMA

Bir milletin yürütücü kuvvetine “ülkü” denir. Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür.
Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır. Sözlük anlamı “and” ve “uzak hedef” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.
Ülkü, ilkönce, insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, kahramanlar ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür; önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.
Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır. Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır. Milletlerin çapına, kaabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak!
Türkler, kendi ülkülerine niçin “kızılelma” demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz. Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır. Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir.
Kızılelma ülküsü, Osmanlıların parlak çağlarında iyice belirip şekillenmiş ve konak konak, Türk büyüklüğünün, yükseklik fikrinin, ilahi bir gayenin timsali haline gelmiştir. Bu büyük düşünce olmasaydı, XI. Yüzyılda Anadolu’ya gelen, ençok bir milyon Türk, Bizans’ın Asya ve Avrupa’daki topraklarında rastladıkları diğer Türklerin birkaç tümenlik hrıstiyanlaşmış döküntülerinin yardımı ile de olsa, bu dünya çapında devleti kurup dört kıta “dördüncüsü Okyanusya’dır” üzerindeki teşkilat ve medeniyet şaheserini yaratamazdı.
Milletlere milli inanç ve güvenç veren ülkünün ne büyük bir kuvvet olduğunu anlamak için bugünkü olaylara bakmak yeter:
60 milyonluk bir millet olmalarına rağmen dağınık, teşkilatsız ve geri olan Araplar, milli ülküleri olan Arap Birliği düşüncesi sayesinde toparlanma yoluna girmişlerdir. Ülkülerinden aldıkları güçle, Filistin işinde İngiltere ve Amerika’ya kafa tutmaktadırlar. Ülkü sahibi millet oldukları için de dünyada itibarları ve değerleri artmıştır. Bizim için çok büyük isret ve ders olan şu olay, Arapların itibarını göstermesi bakımından manalıdır: Birleşmiş Milletler teşkilatının 11 üyeli Güvenlik Konseyi’nin beşi “Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin” daimi, altısı geçicidir. 1945 yılında, bu altı üyelik için seçim yapıldı. 900 yıllık büyük bir geçmişi ve tarihi olan, askeri devlet olarak nam kazanmış bulunan Türkiye bu seçimde ancak bir tek oy alarak Konsey’e giremediği halde, İngiliz işgalinden henüz kurtulamamış olan ordusuz, donanmasız Mısır, 45 oy alarak bu üyeliğe seçildi. Demek ki, o zamanki Birleşmiş Milletler teşkilatına dahil bulunan 50 devletten 45’i, Mısır’ı bizden daha itibarlı ve üstün görmüştü.
1946’da geçici üyelik için yapılan seçimde de, Türkiye’ye kimse oy vermediği halde, Suriye 45 oy aldı. Bir iki yıllık bir devlet olan o zamanki üç milyon nüfuslu Suriye’nin Türkiye`ye tercih edilmesinin sebebi açıktır: Suriye, bir ülkünün ardındadır. Yani prensip sahibidir. Bundan dolayı da, düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır.
Yahudiler de, ülkü sahibi olmanın ikinci bir ibret verici örneğidir. Korkaklığı atasözü haline gelen bu millet, bugün, bir milli ülkünün ardında, herhangi bir millet kadar cesaretle çarpışıyor. Milli kahramanlar ve bu milli kahramanlar, idama mahkum edildikleri ve bağışlanma dileğinde bulunurlarsa ölümden kurtulacakları halde, İngiltere’den af dilemeyerek milletlerine şeref vermek suretiyle ölüyorlar. Bu milli ülkü sayesinde, Filistin’deki yarım milyon yahudi (O zaman Filistin’de yarım milyon Yahudi vardı), yalnız Araplarla değil, koca İngiltere ile savaşı göze alıyor, Amerika’ya meydan okuyor. Milli ülküye yapışmak sayesinde Yahudiler o kadar kuvvetlenmişledir ki, bugün İngiltere imparatorluğu onlara karşı bir şey yapamıyor. Tabaasında bir tek kişinin hapse atılmasını savaş sebebi saban İngiltere, bugün, İngiliz askerlerinin öldürülmesine, İngiliz subaylarının kaçırılıp dayak atılarak horlanmasına, masum İngiliz çavuşlarının Yahudiler tarafından canice asılmasına ses çıkaramıyor.
Bütün bunların en önemli sebebi Arapların ve Yahudilerin olağanüstü kuvvetli olmasıdır. Bu kuvvet maddi değil, manevidir, Yani ülkü kuvvetidir.
Kızılelma ülküsüne “tehlikeli maceracılık” diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudilere bakıp düşünmelidirler. Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır.
Biz ise bir yandan “bir Türk dünyaya bedeldir” vecizesine inanmış görünürken, bir yandan da kendimizi baltalayıp inkar ettik. Büyüklükten korktuk. Küçüklüğü benimsedik ve milli ülkü ile delilik diye alay ettik. Güvenlik Konseyindeki seçimler göstermiştir ki, kimseden bir şey istememek, herkesle hoş geçinmek, ittifaklar yapmak bir millete itibar sağlamıyor. Kızılelma ülküsünü bir delilik sayacaksak, büyüklükten değil, yaşamaktan da vazgeçmeliyiz. “Tarihi görevini yapmış ve artık ölmeye yüz tutmuş bir topluluk” olmayı kabul etmeliyiz. Eski Asurlular, Hititler, Romalılar gibi haritadan silinmeye razı olmalıyız. Buna razı değilsek milli ülkünün peşine düşmeliyiz ve demiryolu yapmakla birkaç fabrika kurmayı ülkü diye göstermek gafletinden çekinmeliyiz.
Ülküler için “maddi faydası nedir?”, “uygulanabilir mi?” diye düşünmek doğru değildir. Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz. Tanrı’nın varlığı da riyazi metod ile isbat edilememiştir. Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan güç almaktadır. Ülküler de böyledir.
Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar bulunabilir. Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar. Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir.
Bir topluluktan ortak ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz. Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür. Maddileşmiş bir insan vatan için ölür mü? Bencil bir insan muhtaçlara yardım eder mi? Milletine inanmayan bir adam yabancı ile işbirliği yapmaz mı? Erdemi gülünç bulan birisi çalıp çırpmaz mı? Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir. Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse; Türk milleti de “Kızılelma” kendisine yasak edildiği için marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor.
Fakat artık bu devir kapanmıştır. Gittikçe uyanan milli şuur karşısında gaafiller ve hainler, Türk milletini daha çok aldatamayacaklardır. Kızılelmanın yolunu kapatamayacaklardır.
Ziya Gökalp’ın mısraları düsturumuz olacaktır:
Demez taş, kaya
Yürürüz yaya...
Türküz, gideriz Kızılelmaya.

(Kızılelma, 1.sayı, 31 Ekim 1947)
__________________

Tanıdıktı yalnızlık oysa
Haklısın belki yanımda
Hazırdım bu kez mutluluğa
Nerden çıktı şimdi bu ayrılık

Öyle boş öyle boş ki bu dünya
Güneşim sandım seni oysa
Girdabın içinde yaşarken
Yakamoz yakamoz çakar aklıma

Susadım sana tek bir nefeste
Yaşadım aşkımı bir heveste
Gözümün önünde durma n''olur
Yaşamak öyle zor ki bu bedende

Hadi yoluna eyvallah
Mutlu ol gülüm işallah
Sen geçen günün ardından
Bi başına kalma inşallah
Tathar Elanessé çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 03-20-2006, 12:40 AM   #3
Tathar Elanessé
ÇaKaL Üye
 
Tathar Elanessé Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: Lothlorien
Yaş: 43
Mesajlar: 1,424
Teşekkür Etme: 145
Thanked 408 Times in 212 Posts
Üye No: 602
İtibar Gücü: 2028
Rep Puanı : 29938
Rep Derecesi : Tathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

MİLLİ BENLİK

Yirminci asır medeniyeti ve Avrupa milletleri ile temasa gelen insanların birçoğunda millî benlik hissinin sarsıldığını görüyoruz. Şüphesiz yüksek duygulu olan her medenî insan Avrupa ve Amerika’nın yüksek ilmini ve ince tekniğini görünce onlara karşı takdir ve hürmetle karışık bir hayranlık duyar. Fakat birçokları bu kadarla da kalmayarak onların dinî, siyasî, içtimaî ve iktisadî ahlâklarına ve bütün insanlık hasletlerine de hayran kalarak kendi milletimizi ve kendi millî benliğimizi hiçe saymaya başlıyorlar. Bunların içinde derin bir göğüs geçirerek “onlar nerde, biz nerde?”.. diyenler bulunduğu gibi, kendinden geçerek ve her şeyi unutarak Avrupa ve Amerikalılara tapınanlar ve birkaç yıl yabancı memleketlerde kaldıktan sonra, bir vazife almak üzere vatana döndükleri zaman derin bir inkisara düşenler ve hatta ağlayanlar da vardır.
Bu ileri medeniyetlerin ihtişamı ile gözleri kamaşan ve millî benliklerini kaybeden insanlara acımamak elimizde değildir. Fakat onlara yalnız acımak da kâfi değildir.
Eğer, Türk milleti Garpteki milletlerden sefil, perişan, yoksul ve geri ise bu kabahat ne onda ve ne de bizdedir. Ancak geçmiş zamanlarda bu milleti zincirleyen ve süründüren haricî ve dahilî siyasetlerde, fenalıklarda ve nihayet muahedelerde ve münevverlerdedir.
Eğer bugün Avrupa ve Amerikalılara şuursuz bir budala aşkı ile bağlanmıyor da onların insanlığına hayran yaşıyorsak, bu zavallılığına ve geriliğine hükmettiğimiz Türk milletini de o seviyeye çıkarmak en büyük insanlıktır.
İyiliklere ve güzelliklere hayran kalarak, zavallıları ve mustaripleri unutan ve hiçe sayanlar, ancak cılız enerjili ve kısır ruhlu insanlardır. İnsanlığımızda kuvvetli, soy ve cins isek, millî benliğimizi kaybetmeden, âcizlere ve miskinlere yakışan hüsranlara ve inkisarlara düşmeden, bu yüksek gördüğümüz milletlere ve memleketlere doğru hamle yapmak mecburiyetindeyiz.
Halbuki millî gayretlerimiz bu kadar sade ve basit bir acıma hissine ve bir misyoner sevgisine muhtaç kalacak kadar da düşkün değildir. Davamızda hakikat, kuvvet ve asalet vardır.
Türk milleti, Avrupa ve Amerika’da bulunmayan birçok cevherlerin, faziletlerin ve asaletlerin kaynağıdır. Nitekim bugünkü hayatî kudret ve kabiliyetimiz de Avrupa ve Amerikan kafalarının ve zihniyetlerinin ümidi hilâfındadır. Onlar bize yıllardan beri öldü ölecek, gömüldü gömülecek diyorlardı. Fakat bugün her zamandan daha hür ve gür bir sesle bir varız, biz yaşıyoruz ve biz yükseleceğiz diye haykırabiliyoruz.
Türk milleti de Türk vatanı gibi, iyi tetkik edilmemiş olduğu için onun maddî ve manevî hazinelerinden habersiz yaşıyor, millet ve memleketimize yabancıların gözleri ve zihniyetleriyle baktıkça aldanıyoruz.
Irkî asaletimiz, enerjimiz ve insanlık meziyetlerimize dünya milletleri ve büyükleri hayran kalırken, bizim kendi milletimizi hiçe saymamız ve kendi kabiliyetlerimizden ümit kesmemiz eğer fena bir kasda makrunsa alçaklık, böyle bir niyete matuf olmadan inanılmış ise kör gözlü bir budalalıktır.
Dikkat ediniz... Avrupa ve Amerika’nın tabiiyet ve muhaceret hareketlerini gösteren istatistiklerine bakınız. Orada Suriyeli Araplara Arap yerine sadece Suriyeli dendiğini göreceksiniz. Çünkü gördükleri insanlarda tarihî bir ırkın meziyet ve hassalarını bulamamışlar ve o insanlara Arap diyememişlerdir.
Yine birçok yerlerde Rumlar, Ermeniler ve hatta Mısırlılara levanten dendiğini okuyacaksınız. Bunlara da bir millet namını vermeyi çok görmüşlerdir.
Halbuki bu topraklardan giden, oralardan geçen veya kalan herkese Türk derler. Geçmiş zamanlarda biz kendi kendimizi Osmanlı diye avutur ve milliyetimizi hiçe sayarken de onlar bize Türk derlerdi. Nitekim Japon çocuklarına da her yerde Japon derler.
Biz Türküz. Tarihimize ve en yakın mazimize dayanarak Türküz der ve bundan haklı bir iftihar duyarız.
En uzak köşelerde, Cenubî Amerika sahillerinden uzak şehirlerde yaşayan Türkler vardır. Onlar her yerde millî benliklerine uygun işler bularak asil, temiz ve dürüst olarak yaşarlar. Fakat başka milletlerden birçoğu, aynı memleketlerde ekseriya zabıta vukuat listelerini dolduran unsurlardır. En dürüstleri de umumî evler ve müesseseler işletmekle meşguldürler. İşte bu vaziyetleri gören ve bilen ecnebiler onlara kendi milletlerinin isimlerini vermemişler ve daha doğrusu tarihî bir ırk olarak kabul edememişlerdir.
Şu halde bu milleti, en uzaktakilerden en yakın milletlere kadar herkes tanır. Temas fırsatına nail olanlar ise, daima millî benliğinin ve asaletlerinin hayranı kalmışlardır. O kadar asil bir milletiz ki, insanların en çok vahşileştiği bir sahne olan muharebe meydanlarında bile insanlığımızı kaybetmez ve kendimizi karşımızda cephe tutan düşmanlara da sevdiririz.
Bir millet, tarihî, iktisadî ve siyasî birçok düşmanlıklar, fenalıklar ve idaresizlikler yüzünden yoksul düşmüş ve geri kalmış bulunabilir. O milletin bunu gören, duyan ve acıyan evlâtlarına düşen birinci vazife, bu asaleti çamurlardan ve sefaletlerden kurtarıp çıkarmaya ve yükseltmeye çalışmaktır. Bu da ancak millî benliğimize ve millî enerjimize inanmakla olur.
Millî benliğe inanmak, Türk milletinin mukaddes haklarına, faziletlerine, kabiliyetlerine, cevherine ve asaletlerine inanmak demektir.
Buna iman edenler, memleketimizin ilmini ve tekniğini yükseltecek büyük muvaffakiyetler için çalışır ve insanlıklarını gösterebilirler. Fakat milletini tanımadan, ona kabiliyetsizlik ve iptidaîlik izafe ederek çıktığı kabuğu beğenmeyen ve yabancıların reklâmını yapmakla geçinen soysuz dejenereler, hiçbir millete intisabı olmayan vatansızlardır. Bunlara biz de levanten der geçeriz.
Milletimiz, ne fedakârlıkta, ne milletseverlikte, ne yaratıcılıkta ve ne de müminlikte hiçbir milletten geri değil ve hatta ileridir.
Türk milleti hiçbir şeyi kendi felsefesi ve kendi düşüncesiyle tartmadan körükörüne kabul etmez. Ancak yaygaralı yavelerle cemiyeti karıştıran ve bulandıran bezirgân ruhlu milletlerden değildir. Onda büyük ve çelik Türk sükûnu ve kuvveti vardır.
İtaati, kör bir tapınma değildir. Kendinden büyüklere karşı duyduğu tavazuun sâkin bir ifadesidir. Türk milleti en yüksek izzetinefse maliktir. Muvaffak olmak için didinmekten ve yaşamak için ölmekten çekinmez. Asrî ilimler ve vasıtalarla onu techiz ettiğimiz gün, en büyük istikbale namzettir.
Bundan gafil olanlar, siyasî dedikodulara karışmadığı için onu duygusuz, reaksiyonsuz, geri ve iptidaî bir millet sanan ve yabancı milletlerin yaygarası ile gözleri kamaşan insanlar, tarih okumuyorlarsa en yakın maziye baksınlar. Dün sultanlara taptığı zannolunan bu millet, millî mevcudiyetini tehlikede görünce bir kumandanın emri altına girmiş, hayatını ortaya atarak istiklâlini ve istikbalini kazanmıştır.
Dün tembelliğinden bahsolunan bu millet, kendine göre en ağır vergileri ödeyen millettir.
Bu hakikatların sebebini anlamak, bu anlaşılmaz hadiseleri izah etmek için Türk köylerine sokulmak; köy kahvelerinde ve onların karşısında imtihan olmak, onların ihtiyaçlarına cevap vermek için çalışmak lâzımdır. Kısa söyleyelim: Türk benliği ile karşılaşmak ve kaynaşmak lâzımdır.
Millî benliğimize inanalım. Milletimize tapalım.
(Atsız Mecmua, 1931)
__________________

Tanıdıktı yalnızlık oysa
Haklısın belki yanımda
Hazırdım bu kez mutluluğa
Nerden çıktı şimdi bu ayrılık

Öyle boş öyle boş ki bu dünya
Güneşim sandım seni oysa
Girdabın içinde yaşarken
Yakamoz yakamoz çakar aklıma

Susadım sana tek bir nefeste
Yaşadım aşkımı bir heveste
Gözümün önünde durma n''olur
Yaşamak öyle zor ki bu bedende

Hadi yoluna eyvallah
Mutlu ol gülüm işallah
Sen geçen günün ardından
Bi başına kalma inşallah
Tathar Elanessé çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 03-20-2006, 12:41 AM   #4
Tathar Elanessé
ÇaKaL Üye
 
Tathar Elanessé Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Sep 2005
Konum: Lothlorien
Yaş: 43
Mesajlar: 1,424
Teşekkür Etme: 145
Thanked 408 Times in 212 Posts
Üye No: 602
İtibar Gücü: 2028
Rep Puanı : 29938
Rep Derecesi : Tathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond reputeTathar Elanessé has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

MİLLİ DEĞERLER VE MİLLİ RUH

Yahya Kemal, Ziya Gökalp’la olan manzum bir şakalaşmasında: “Kökü mâzide olan atiyim” demişti. Bu dört kelimelik mısra, yaşamak kabiliyeti olan bütün milletler için değişmez bir düsturdur. Maziyi unutsak, atsak, inkâr etsek bile kökümüz, aslımız oradadır. Manevî kanımızda, yani ruhumuzda olan istidatların, iyi ve kötü her şeyin jenleri oradan gelmektedir. Onları bilmek, kusurlu olanları düzeltmek milletteki yaşama inancının şartı, kanunudur.
Maziyi küçük görmekten hiçbir şey çıkmaz. Onu aşağılamak yanlış bir düşüncedir. Yeni doğmuş bebeği çirkin, akılsız, âciz diye sevmemek, onun sonra ne güzel bir şey olacağını düşünmeden yapılan nasıl bir haksızlıksa, kusurları olan maziyi sevmemek de öylece yanlış bir davranıştır.
Gerçi mazinin sisli ufuklarındaki şanlı ve büyük perdenin arkasında sönük ve korkunç başka perdeler de vardır. İnsanın henüz insanla hayvan ortası bir yaratık olduğu zaman hiç de övünülecek bir çağ değildir. Fakat ne yapalım ki bu böyledir. Yaratıcı kudretin bize çizdiği kaderdir. Onu değiştirmek kimsenin elinde değildir.
Övüncümüz, millet veya kavim olduğumuz zamanlardan başlar. Çünkü artık yasa içinde, düzenle, erdemle, yardımlaşma ile, teşkilâtla, fedakârlıkla, savaşta ölümü göze almakla yaşanan bir hayat başlamış, yaşamak güzelleşmiştir. Bu güzel hayatın da çirkin tarafları yok mudur? Elbette vardır. Fakat bir aksak mısra için güzel bir şiir nasıl atılamazsa, sesi çok çirkin olan bir kemancı kızın sanatı nasıl inkâr olunamazsa, bir ameliyatta hastayı öldüren birinci sınıf bir doktor nasıl büyük hekim olmaktan çıkmazsa bir millet de mazisindeki çirkin taraflar yüzünden sıfıra indirilemez.
Bir insanın tek bir sözüne, bir eskrimcinin bir hamlesine, bir kumandanın bir muharebesine bakarak da hüküm verilemez. Hüküm vermek için o insana, o sporcuya, o kumandana topyekûn bakmak gerekir.
Atatürk’ün büyük kumandan olduğunda kimsenin şüphesi yoktur. Ama Birinci Cihan Savaşı’nın sonunda Suriye’de yenildi.
Gazi Osman Paşa da büyük kumandandır. O da yenildi. Hem de tutsak düştü. Bunlarla Atatürk’ün ve Gazi Osman Paşa’nın büyük kumandan olmak vasfı gider mi? Gitmediğine en büyük senet, Moskof Çarı’nın Gazi Osman Paşa’ya kılıçla gezmek müsaadesini vermesi, İngilizlerin de Çanakkale Savaşı hakkındaki resmî tarihlerinin başında Atatürk’e yaptıkları ithaftır.
Mehmet Emin Yurdakul’un dediği gibi: Milliyetler mazilerden akıp gelen sellerdir.
Mazide eşsiz bir güzellik vardır. Çünkü artık bir daha geriye gelmeyecektir. Çünkü orada hep ölüler yaşamakta ve suçlarından sıyrılmış olarak yalnız büyüklükleriyle bize bakmaktadır. Mazi güç kaynağı, fazilet ırmağıdır.
Milletlerin, mazilerine sımsıkı sarılmaları elbette boşuna değildir. Toprak altından çıkan şekilsiz taş parçalarını değerlendirmek, tek duvarı kalmış bir yapıyı ayakta tutmak için didinmek bir yaşama savaşı, köklü olmak ülküsünün görünüşüdür.
İskoçlar o acayip eteklikleri herhalde elâlemi kendilerine güldürmek için giymedikleri gibi İspanyollar da boğa güreşlerini vahşet olsun diye yapmıyorlar.
Millet hayatındaki vazgeçilmez unsurlardan biri de müziktir. Bazılarının dediği gibi müzik iptidaî insanın isterisinden doğmuş olsa bile artık güzel sanatların bir bölümü olarak hayata girmiştir. Çıkmaz; çıkarılamaz.
Biz de tâ Hunlar çağından, yani milâttan önceki yüzyıllardan beri bir saray ve ordu mızıkası olduğu tarihî kayıtlarla bilinmektedir. Bir millî marş, bir askerî beste, melâli anlatan bir parça yahut neşeli bir ezgi fertleri, toplulukları, milletleri ruhlandırır, bazen kendinden geçirir. İnsanlar müzikle duygulanırlar, sevinirler, bazen de ağlarlar.
Türk müziği, cihan devleti kurmuş bir milletin ruh olgunluğunu gösteren ağırbaşlı bir müziktir. Tabiî, onun her parçasına güzel denemez. Batı müziğinin her parçasına da denilemeyeceği gibi...Güzelin tarifi pek çoktur. Çünkü güzelin tartısı ve ölçüsü yoktur. Görende, duyanda büyük estetik tesir yapan şey güzeldir. Bu sebeple bir Türk’ün güzel bulduğu şeyle bir Batılı’nınki, bazen bir olsa da, çok defa aynı değildir.
Bizim müziğimizin büyük üstadlarından biri “Itrî”dir. Millî ruhu terennüm etmiş, Türk’ün duygusunu dile getirmiştir. Itrî bir mazidir, semboldür. Türk müziğinin devidir.
Türk Milleti günün birinde Müslümanlığı bıraksa bile nasıl Süleymaniye’yi sevecekse, müziği de hangi yolu ve yönü alırsa alsın Itrî’yi de öyle kutlayacaktır. Itrî bir mukallid yani bir çalgıcı değil, bir yaratıcı yani bir bestekârdır.
Durum bu iken 27 Kasım 1971 tarihli Milliyet’te “Devlet Sanatçısı” Bayan Suna Kan’ın Itrî’yi de, tek sesli müzik dediğimiz Türk musikisini de yerin dibine batıran yazısını okuyunca hayretler içinde kaldık. Usta bir kemancı olan Suna Kan vaktiyle bir hârika çocuktu. Demek artık hârikalığı giderken sadece çocukluğu kalmış. Tek sesi hakir görmek nedir? Sindirilmemiş bir yükselmenin eseri... Müziğin ileri veya geri oluşunu yalnız tek ses veya çok sesle açıklama pek çocuksu bir izah değil mi? Caz müziği de çok seslidir ama bu, onu bayağı bir takırtı olmaktan kurtarmıyor.
Ney de tek sesli bir müzik aletidir. Ancak ney, tarihimizde sadece bir müzik aleti olarak değil, aynı zamanda şanlı bir silâh olarak da yer almıştır. Çünkü, tahtından indirildikten sonra bir odada tutuklu bulunan III. Selim, çoğu gayrı Türk kölelerden meydana gelen bir kalabalığın, kendisini öldürmek üzere, odasına saldırdıkları sırada ney çalmakta idi ve kendisini o tek sesli müzik aleti ile savunmuştu.
Suna Kan’ın küçümsediği kavuklu adamların çaldığı tek sesli mehterle ülkeler açıldı, teşkilât kuruldu ve İngiliz Toynbee’nin yer yüzünde kurulmuş iki buçuk imparatorluktan biri diye vasıflandırdığı Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürü ve medeniyeti yüzyıllarca yaşadı (öteki imparatorluk Roma, yarım olanı da İngiliz İmparatorluğu’dur).
Muhteşem bir tarihin müziğini küçük görmek o muhteşem maziyi de küçük görmek, kendisini bu milletten saymamaktır. Suna Kan, 22-23 Aralıkta Devlet konser salonunu “müzelik eserler” işgal ederse Devlet Sanatçılığı unvanını iade edecekmiş.
Etsin!.. Bu dünyaya bir Suna Kan gelmeseydi Türk milleti hiçbir şey kaybetmezdi. Gitmesiyle de kaybedecek değildir. Çünkü, o nihayet usta bir çalgıcıdır ki kendisinden daha usta olanlar da vardır.
Fakat dünyaya bir Itrî gelmeseydi Türk ırkının müzik yönü bugünkünden biraz daha aşağıda kalacaktı. Çünkü, O, gerçek sanatkâr, yani bestekârdı.
Bir de her şeye Atatürk’ü karıştırmakla davalar çözümlenmez. Suna Kan’ın yaşı Atatürk’ün müzik hakkında konuşmalarını ve sözlerini bilecek kadar fazla değildir. Herhalde kendisine öğretenler var.
şunu asla unutmasın ki Atatürk tek sesli müziği sevmeseydi, sofrasında bu müzikle şarkılar söyletmez, kendisi de söylemez, hatta Zeybek havası çaldırıp bizzat oynamaz ve tek sesli besteler söylesin diye Safiye Ayla’yı çağırtıp getirmezdi.
Millî değerlerin modası geçebilir, müzelik olabilirler. Fakat yine saygı görürler. Beethoven de müzeliktir ama hakaret görmüyor, baştacı ediliyor. Bugünkü Avrupa’nın insanlıktan çıkmış gençleri Beethoven’i dinleyip anlıyor mu? Onlar ancak Pop müziği denen vahşi seslerle zıplıyorlar. Fakat Beethoven’in tarihte aldığı yeri sarsamıyorlar, sarsamazlar.
Suna Kan’ın hücumlarına rağmen de Itrî tarihteki yerini almıştır, yıkılmaz. Hafif keman yayı ile vurarak üç yüzyıllık taş anıtı devirmeye imkân yoktur. O, millî ruhtan bir parçadır ve Türk ırkı yaşadıkça dimdik ayakta duracaktır.
(20 Aralık 1971), Ötüken, 1972, Sayı: 92
__________________

Tanıdıktı yalnızlık oysa
Haklısın belki yanımda
Hazırdım bu kez mutluluğa
Nerden çıktı şimdi bu ayrılık

Öyle boş öyle boş ki bu dünya
Güneşim sandım seni oysa
Girdabın içinde yaşarken
Yakamoz yakamoz çakar aklıma

Susadım sana tek bir nefeste
Yaşadım aşkımı bir heveste
Gözümün önünde durma n''olur
Yaşamak öyle zor ki bu bedende

Hadi yoluna eyvallah
Mutlu ol gülüm işallah
Sen geçen günün ardından
Bi başına kalma inşallah
Tathar Elanessé çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 03-20-2006, 12:48 AM   #5
RoStWell
Forum Demirbaşı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Yaş: 38
Mesajlar: 5,215
Teşekkür Etme: 76
Thanked 3,698 Times in 908 Posts
Üye No: 4324
İtibar Gücü: 4404
Rep Puanı : 193277
Rep Derecesi : RoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond reputeRoStWell has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Eywallah
RoStWell çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 03-20-2006, 07:39 PM   #6
cambo
Geçerken Uğradım
 
cambo Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Yaş: 38
Mesajlar: 116
Teşekkür Etme: 5
Thanked 5 Times in 2 Posts
Üye No: 5385
İtibar Gücü: 1452
Rep Puanı : 260
Rep Derecesi : cambo has a spectacular aura aboutcambo has a spectacular aura aboutcambo has a spectacular aura about
Cinsiyet :
Varsayılan

eline sağlık çok teşekkürler ....
__________________
MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR!
K.ATATÜRK
cambo çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Hüseyin Nihal Atsız GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 36 08-02-2008 11:31 AM
hüseyin nihal atsız hakkında....! Tathar Elanessé Eskiler (Arşiv) 8 11-06-2006 10:55 AM
Psikolojik Makaleler M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 60 09-24-2006 11:56 PM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:02 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.