www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 09-25-2006, 12:06 AM   #1
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan Yetişkinlik - Yaşlılık - Ölüm

İ. GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

Psikoloji, genellikle, insan davranışının ve zihin süreçlerinin bilimi
olarak tanımlanır. Bu geniş alanın incelenmesi birtakım alt dalların
ortaya çıkmasını gerektirmiştir. İşte gelişim psikolojisi de bu temel
uzmanlık alanlarından biridir. Ayrıca, gelişim psikolojisinin de hem temel
araştırma, hem de uygulama dalları vardır. A. T. Jersild'e (1979)
göre, gelişim psikolojisi alanındaki çalışmalar başlıca iki bölümde
toplanabilir. Birincisi, insan gelişiminin çeşitli yönlerini ele alan ve
betimleyen araştırmalardır. İkincisi, gelişime ilişkin temel kavramları,
ilkeleri, kuramları ortaya koyan incelemelerdir. Gelişim alanındaki en
yararlı çalışmalar, kuşkusuz, olgu ile kuramı birleştiren, böylece insan
bilimlerine katkısı olan çalışmalardır. Bu açıdan, insan gelişimine
ilişkin çalışmalar biyoloji, sosyoloji, antropoloji, tarih gibi diğer bilim
dallarını da ilgilendiren çok disiplinli ve disiplinlerarası bir alana
yayılmaktadır. Bu nedenle günümüzde gelişim psikolojisi çok yönlü
bir araştırma ve inceleme alanı olmak durumundadır.

:::::::::::::::::

1. Gelişim Psikolojisinin Tanımı

İlke olarak, geçmişi bilmek şimdiyi anlamamıza, şimdiyi anlamak
da geleceği kestirmemize yardımcı olur. Bu genel ilke embriyoloji,
jeoloji, coğrafya, tarih, gelişim psikolojisi gibi bütün gelişim bilimlerinde
geçerlidir. Kuşkusuz, değişimin konusu ve zaman evreleri
bütün bu bilimlerde aynı değildir; fakat hepsinde ortak olan nokta,
birşeylerin zaman düzeni içinde geliştiği ve bu sistemli değişimin
nedenlerinin bulunabileceği inancıdır. Gelişim psikolojisinde zaman periyodu
insan ömrünü içerir ve değişen şey bireydir. Şu halde, gelişim psikolojisinin
konusu bireyin fiziksel ve ruhsal yapısının ve davranışının değişimidir.

Gelişim Psikolojisi, bireylerin yaşam boyunca geçirdiği değişimlerin
betimlenmesi ve açıklanmasıyla ve aynı zamanda bireyler arasındaki
değişim benzerlik ve farklılıklarıyla uğraşır. Gelişim psikologları
gelişimi betimlemek isterler, dolayısıyla gelişim normlarıyla ilgilenirler.
Fakat aynı zamanda gelişim süreçlerini açıklamak da isterler;
yani gelişimin neden belirli bir yolda ilerlediğini ve gelişim yolunda
bireylerin neden birbirinden farklılaştığını bulmaya çalışırlar.

Modern gelişim psikolojisi oldukça yeni bir bilim dalıdır. En
azından 1960'lara kadar bebek, çocuk ve ergen konusundaki psikolojik
araştırmalar "çocuk psikolojisi" adıyla biliniyordu. Bugünkü psikolojik
gelişim anlayışı -bazı büyük kuramcılara karşın- şimdiki biçimiyle
son on yıllara kadar ortaya çıkmış değildi. Bütünleşmiş bir gelişim
anlayışının daha önce ortaya çıkmayışının nedenlerinden biri,
alanın 1950'lere kadar değişimleri açıklamaktan çok betimlemeye yönelmiş
olmasıdır. İlk gelişim psikologları çocuğu doğum öncesinde,
ilk haftalar ya da aylarda, ilk çocukluk, orta çocukluk dönemlerinde
-olduğunca eksiksiz biçimde- betimlemekle yetiniyorlardı. Ancak betimsel
bilgi araştırmacılar için giderek çekici olmaktan çıkmaya başladı.
Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde 1938'de çocuk gelişimi
konusunda yaklaşık beşyüz yayın çıktığı halde, 1949'da bu sayı yarısına
inmişti. Daha sonra, 1950'lerin başlarında gelişim psikolojisi yeniden
canlandı. Bu gelişmeye katkısı olan pek çok etken arasında en
önemlisi, gelişim psikologlarının yeni bir yaklaşım kabul etmeleriydi;
artık ilgilerini gelişimin temelini oluşturan süreçlere yöneltmeye
başlıyorlardı (Liebert ve Wicks-Nelson, 1981).

Yaşamboyu gelişim psikolojisi (life-span developmental psychology)
gelişimi incelemede yeni bir yönelimdir ve iki temel sayıltıya
dayanır. Birincisine göre, gelişim döllenme ile başlayan ve ölüm ile
sona eren yaşamboyu bir süreçtir. Bu bakış açısı, bebeklik, çocukluk,
ergenlik gibi bedensel büyümeye bağlı yaş dönemlerini kendi araştırma
alanları sayan gelişim psikologlarının görüşlerinden ayrılmaktadır.
İkinci sayıltıya göre, gelişim büyümenin sonlanması ya da olgunlaşma
ile sona ermez. Tam tersine, yaşamboyu gelişim psikologları
yetişkinlik ve yaşlılık yıllarıyla büyük ölçüde ilgilenirler. Yaşamboyu
gelişime duyulan ilgi 1970'lerde başlamış ve 1980'lerde artarak
sürmüştür. Yaşamboyu gelişim yaklaşımının ele aldığı temel konular
"gelişim sırasında ortaya çıkan değişimlerin doğası" ve "bu değişimleri
hangi etkenlerin belirlediği" sorunlarıdır (Honzik, 1984).
Paul B. Baltes'e (1987) göre de, yaşamboyu gelişim psikolojisi, yaşam
akışı boyunca davranışta ortaya çıkan sabitliğin ve değişimin araştırılmasını
içerir. Bu psikolojinin amacı, yaşamboyu gelişimin genel ilkeleri,
gelişimde bireylerarası farklılıklar ve benzerlikler hakkında,
aynı zamanda gelişimde bireysel esnekliğin ya da değişebilirliğin derecesi
ve koşulları hakkında bilgi elde etmektir.

Perlmutter ve Hall (1992), gelişime ve yaşlanmaya ilişkin sayıltıların,
araştırmacıların sorduğu soruları, bulguları yorumlama biçimlerini
ve ileri yaşlardaki yaşamın doğasına ilişkin sonuçlarını etkilediğini
belirtmektedir. Otuz yıl önce yaşlılığın doğasına ilişkin soruları
yanıtlamak çok kolaydı; çünkü herkes gelişimi gençlikle özdeş tutuyordu,
yetişkinlerin gelişmediği varsayılıyordu. Oysa araştırmalar olgunlaşmadan
sonraki bütün değişimlerin bozulma ya da düşüş içermediğini
göstermektedir. Örneğin, zekanın bazı yönlerinde ilerlemeler
yaşamın ikinci yarısında da sürmektedir. Araştırmacılar farklı sistemlerin
farklı oranlarda yaşlandığını ve gelişimin yönünün değişebileceğini
de buldular. Yaşlanma, hangi işlevin incelendiğine bağlı olarak
kararlılık, artma ya da azalma içerebilir. Örneğin, zekanın bir yönünde
ilerleme gösteren bir yetişkin bir başka yönünde gerileme gösterebilir.
İşte bu tür bulgular araştırmıacıları sayıltılarını yeniden gözden geçirmeye
zorlamıştır. Gelişimi döllenmeden olgunlaşmaya kadar izleyen
ve fetus, bebek, çocuk ve ergenle sınırlı tutan eski tanım işe yaramaz
olmuştur. Böylece, yaşamboyu gelişim yaklaşımında gelişim, döllenmeden
ölüme kadar bedende ya da davranışta ortaya çıkan yaşa bağlı
değişimler olarak tanımlanmaktadır (Perlmutter ve Hall, 1992).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:06 AM   #2
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

2. Gelişimle İlgili Temel Sorunlar

Gelişim psikologlarının sık sık tartıştıkları birtakım önemli sorunlar
vardır. Bunlardan birincisi, gelişimi sağlayan etkenlerin kaynağı
sorunudur. Bu sorun kalıtım-çevre, doğa-kazanım ya da başka adlarla
yapılan tartışmalarda ortaya konmaktadır. Bugün artık "hangisi?"
ve "ne kadar?" sorularının sorunu çözmedeki yararsızlığı anlaşılmıştır.
Bunların yerine, davranışta biyolojik ve toplumsal etkilerin "nasıl?"
birleştiği sorusu sorulmaktadır.

Gelişim psikologları kendi alanlarında veri toplamak için üç dizi
ilkeye dayanırlar: 1) Fiziksel büyüme ilkeleri, 2) Olgunlaşma ilkeleri,
3) Öğrenme ilkeleri. Fiziksel büyüme ilkeleri fiziksel yapı ve organlardaki
değişimleri dikkate alır. "Olgunlaşma" terimi -gelişimcilerin
kullandığı biçimiyle- reflekslerin, içgüdülerin ve diğer öğrenilmemiş
davranışların gelişimiyle ilgidir. Fiziksel büyüme ve olgunlaşma biyolojiktir.
"Öğrenme" ilkeleri ise, geniş anlamda, sadece geleneksel koşullanmayla
değil, aynı zamanda okuldaki öğrenimle ve diğer çevre
etkileriyle birlikte tanımlanır. Öğrenme ve kalıtımın gelişime katkıları
konusunda bugün kabul edilen görüş, gelişimin ortaya çıkmasında iki
etkenin birleştiğini kabul eden "etkileşimci" görüştür. Her ikisi de
zorunludur, hiçbiri tek başına yeterli değildir. Kalıtım gizil sınırları
saptar, çevre de bu sınırlara ne kadar yaklaşılacağını belirler.

Gelişim üzerindeki biyolojik etkiler iki çeşittir. Birincisi, bir türün
bütün üyelerince paylaşılan türe özgü etkilerdir (bebeğin beslenme
ve bakım için başkalarına gereksinme duyması gibi). İkincisi, her kişiye
özgü olan genetik özelliklerdir (bireyler arasındaki farklılıklar
gibi). İşte, gelişim psikologları doğanın insanlar arasındaki benzerliklerin
ve farklılıkların oluşumuna nasıl katkıda bulunduğunu araştırmaktadırlar.
Öte yandan, gelişim üzerindeki çevresel etkiler de iki çeşittir.
Birincisi fiziksel çevredir (doğum öncesi dönemde ana rahmi,
kent ya da kır gibi). İkincisi toplumsal çevredir (diğer insanlar, toplumsal
kurumlar gibi). Bazı çevresel belirleyiciler bizi başkalarından
farklı kılan etkenlerdir (özel bir okulda okumak, trafik kazasına uğramak,
işini yitirmek, piyangoda kazanmak gibi). Başka bazı çevresel
belirleyiciler de bizi başkalarına benzer kılan etkenlerdir (içinde
doğduğumuz kültür ya da tarihsel zaman gibi). Önemli tarihsel olaylar gelişim
üzerinde derin etkilerde bulunur, ama bu etkinin niteliği kişinin
o zamanki yaşına bağlıdır. Bu konu gelişimle ilgili temel kavramlar
bölümünde "bölük" kavramı çerçevesinde yeniden ele alınacaktır.

İkinci sorun, davranış değişikliğinin sürekliliği ya da süreksizliği
sorunudur. Gelişim derece derece ve düzgün bir biçimde mi ilerler,
yoksa kendine özgü nitelikler gösteren birtakım evrelerden mi geçer?
Evre kuramcıları evrensel biyolojik temelli etkenlerin gelişimde egemen
bir rol oynadığını savunurlar; psikolojik süreçlerde hep aynı yapısal
deeişimlerin ortaya çıktığını ve davranış değişimlerine göreli bir
süreksizlik verdiğini ileri sürerler. Buna karşılık, sürekliliği savunan
kuramcılar toplumsal ve yaşantısal etkenlerin gelişimdeki değişmelerin
temelini oluşturduğunu savunurlar; öğrenme, dereceli bir süreçtir.
Ancak bu görüş ayrılığına karşın, bütün kuramcılar gelişimde hem süreklilik
hem de süreksizlik olduğu konusunda birleşmektedirler. Özellikle
kişilik psikolojisi alanında varılan sonuç, kişiliğin karmaşık ve
çok yönlü bir yapısı olduğu, bazı ögelerinin süreklilik bazılarının da
süreksizlik gösterdiği biçimindedir. Genellikle en büyük sabitlik çeşitli
zihinsel ve bilişsel boyutlarda (ZB, bilişsel üslup, benlik kavramı
gibi) ve en düşük değişmezlik kişilerarası davranış ve tutumlarda ortaya
çıkmaktadır.

Gelişim psikolojisinde temel tartışmalardan biri de bunalım (crisis)
kavramı çevresinde toplanır. Diyalektik bakış açısından psikolojinin
görevi, değişen dünyada değişen bireyi anlamaya çalışmaktır. İnsan
yaşamı karşıtlıklar ve çatışmalarla belirlenir. Her değişim karşıtlar
arasındaki sürekli bir çatışmanın ürünüdür. Gelişim, varolan karşıtlıkların
çözümü ve sonunda yeni karşıtlıkların ortaya çıkışı ile ilerler. Bireyin
yaşamındaki karşıt güçler arasındaki çarpışmanın sonucu bir uzlaşma
değil, tümüyle yeni bir üründür. Riegel'e (1975) göre, insan
gelişimi en azından dört boyutta eşzamanlı bir harekettir: 1) İçsel-
biyolojik, 2) Bireysel-psikolojik, 3) Kültürel-sosyolojik, 4) Dışsal-
fiziksel. Gelişim, bu boyutların dengesi bozulduğu zaman ortaya çıkar.
Çeşitli boyutlardaki değişimler her zaman eşzamanlı olmadığı
için, aralarında çatışma gelişir ve bir bunalıma yol açar. Bunalım,
bireylerin davranışlarını yeni koşullara ayarlamalarını gerektiren son
derece zorlayıcı bir durumdur. Ancak diyalektik psikoloji açısından
bunalımların mutlaka olumsuz olaylar olması gerekmez. Bu psikoloji,
Piaget'in bilişsel gelişim konusundaki görüşlerinin yeterli olmadığını
ileri sürer. Piaget gelişimin dengenin oluştuğu anda ortaya çıktığını
vurgulamaktadır. Oysa Riegel'e göre gelişimsel ilerlemenin temeli
karşıt koşullardır ve gelişim süreci hiçbir zaman sona ermez. Piaget
gelişimi denge ve uyumun periyodik düzeylere ulaşması olarak gördüğü
halde, Riegel bu gelişim düzeyinin ancak kısa süreli olduğunu kabul
eder. Riegel'e göre Erikson, bunalımların içsel-biyolojik ve
kültürel-sosyolojik güçlerle birlikte belirlenmesini vurgulayan ilk
modern yazarlardan biridir, ancak Erikson da organizmanın neden evreden
evreye geçerek geliştiğini açıklamakta yeterince başarılı olamamıştır.

Riegel bunalım kavramına farklı bir açıklama getirmektedir:

"Bunalım (crisis) kavramı çelişik biçimde denge (equilibrium),
kararlılık (stability), uygunluk (consonance) ve
denge (balance) kavramlarıyla bağlantılıdır. Denge (equilibrium)
kavramı arzu edilir bir amaç olarak davranış ve toplum
bilimcilerin düşüncesine tam anlamıyla girmiştir ve bunalımı
olumsuz yönde tanımlar. Böylece, bunalım kavramı,
ancak uzun vadeli bir durum olarak ya da bir sakinlik durumunun
kesilmesi eylemi olarak gördüğümüz zaman dengesizlik
(disequilibrium) anlamını kazanır. Fakat, karşıt durumlar
ya da olaylar birbirine sıkıca bağımlı olduğuna göre,
denge kavramı dengesizlik kavramı olmadan ve kararlılık
kavramı bunalım kavramı olmadan anlaşılamaz. Bizim
araştırmamız gereken nokta, bu koşulların her birini tek
başlarına kavramak değil, birbiri içine girişlerini kavramaktadır.
Kararlılık ve bunalımı olumlu ve olumsuz değil, birbirine
karşılıklı bağımlı olarak görmemiz, yalnızca diyalektik
bağlantılarında gelişimi olanaklı kılan çelişik koşulları düşünmemiz
gerekmektedir" (K. F. Riegel, 1975).

Gelişim psikolojisinin bir başka temel sorunu, davranış'ın mı
yoksa zihinsel süreçlerin mi vurgulanacağıdır. Katı davranışçı yaklaşım
doğrudan gözlemlenemeyeceği gerekçesiyle zihinsel süreçleri
araştırmak istemez; buna karşılık, çağdaş psikologlar nesnel yöntemler
kullanarak zihin süreçlerini de araştırma alanına katmışlardır. İç zihinsel
süreçlerin psikolojik gelişimdeki yeri ve rolü artık kabul edilmekte
ve araştırılmaktadır. Aynı bağlamda bir başka sorun da, "normatif"
gelişimin mi yoksa idiyografik gelişimin mi vurgulanacağı konusudur.
Kimi psikologlar bütün çocuklarda varolan ortak yönler anlamına
gelen normatif (normative) gelişimle ilgilenirler; kimi psikologlar
da çocuklar arasındaki bireysel farklılıkları anlamayı amaçlayan
idiyografik (idiographic) gelişimi vurgularlar. Normatif araştırmalar
genellikle gelişimin biyolojik temellerine dayanırlar. Gesell ve bir
ölçüde de Piaget gibi kuramcılar gelişimi, içsel biyolojik süreçlerin
yönlendirdiği, çevresel etkenlerden pek etkilenmeyen, önceden kestirilebilir
bir olgu olarak görürler. Bu bakış açısı "ortalama" çocuk üzerinde
yoğunlaşmakta ve "normal" gelişimin aşama aşama nasıl ilerlediğini
belirleme amacını gütmektedir. İdiyografik araştırmalar ise
çocuğu birey olarak almakta ve onu diğerlerinden farklılaştıran etkenleri
incelemektedir. Vasta ve arkadaşlarına (1992) göre, dil gelişimi
konusundaki çağdaş araştırmalar bu iki yaklaşımı sergileyen örneklerdir.
Kimi kuramcılar dil yeteneğinin bütün çocuklarda benzer biçimde
ortaya çıktığını, çünkü büyük ölçüde beyindeki mekanizmalar
tarafından denetlendiğini kabul etmektedirler. Dolayısıyla bu araştırmalar
belirli bir dildeki çocukların ortak dil gelişimi örüntülerini, aynı
zamanda binlerce dil için evrensel olan özellikleri araştırmaktadırlar.
Buna karşılık başka kuramcılar da konuşma gelişimindeki bireysel
farklılıklarla ve dilin kazanılmasındaki çevresel etkilerle, yani dilin
farklı çocuklarda farklı gelişmesine yol açan nedenlerle ilgilenmektedirler.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:07 AM   #3
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

3. Gelişimle İlgili Temel Kavramlar

Yaş (age) kavramı, gelişim psikolojisini psikolojinin diğer alanlarından
ayıran temel kavramdır. Yaş zaman ile eşanlamlı bir kavramdır
ve kendi başına hiçbir şeyin nedeni değildir. Yaş kavramının
yarattığı karışıklıklar nedeniyle kimi gelişim psikologları evre (stage)
kavramını kullanmayı yeğlerler. Bir bağımsız değişken olarak "evre",
"yaş"tan daha kullanışlıdır. Günümüzde evre kavramı gelişim psikologlarınca
iki anlamda kullanılmaktadır. "Güçlü" anlamda evre kavramı
süreksizliği dile getirir. Örneğin, çocuğun hareket gelişimi emekleme,
ayağa kalkma, yürüme, koşma biçimindedir. Bu evrelerden herbiri
diğerinden niteliksel olarak farklıdır. Bu anlamda evreler her zaman
belirli bir zaman aralığında ortaya çıkmak durumundadırlar;
gelişen birey bir evreyi atlayamaz, evreleri bir başka zaman aralığında
yaşayamaz. Evre kavramının bu güçlü anlamı Piaget'in bilişsel gelişim
kuramında ve Kohlberg'in ahlak gelişimi kuramında ortaya çıkar.

Evre kavramının "zayıf" anlamı da vardır ve yaş, çevre, ilgiler,
etkinlikler konusunda bilgi verir. Bütün bu kullanımlarda kavram anlam
değişikliği olmadan geçer. Örneğin çocuğun "diş çıkarma evresinde",
"ilkokul evresinde", "anal evrede" olduğu söylenebilir. Freud'un
psikoseksüel gelişim kuramında ve Erikson'un psikososyal gelişim kuramında
bu anlamdaki evre kavramı kullanılır (Ph. G. Zimbardo, 1979).

Kullanımdaki bu farklılığa karşın, evre kuramlarının tümü evrelerin
temel özellikleri üzerinde birleşirler. Kuramsal olarak evrelerin şu
özellikleri taşıdığı kabul edilmektedir: 1) Evreler genel sorunları
betimlerler. Bir evre o evreye özgü genel özellikleri ve sorunları vurgular.
2) Evreler davranıştaki nitelik farklılıklarını dile getirirler. Bir evredeki
davranışın kendine özgü nitelikleri vardır. 3) Evreler değişmez
bir ardışıklık gösterirler. Bir evre diğerini değişmez bir sıra içinde izler.
4) Evreler bütün kültürler için evrenseldir. Kültürler arasındaki
farklılıklara karşın, bütün kültürler aynı yaşam sorunlarıyla başa çıkmaya
çalıştıkları için gelişim evreleri bütün kültürlerde aynıdır (W.C. Crain,
1986).

İlerde de görüleceği gibi, gelişim kuramlarının çoğu evre kuramlarıdır.
Ancak evre kuramlarının hepsi evre kavramının gerektirdiği
özelliklere sahip değildir. John Flavell'e (1985) göre, tam bir evre
kuramındaki her gelişim evresi şu ögeleri taşır: Yapılar (yeteneklerin,
becerilerin ya da güdülerin tutarlı bir örüntüsü); niteliksel değişimler
(önceki evreyle karşılaştırıldığında yetenekler, beceriler ya da güdüler
arasında açık bir farklılık); ani oluş (evrenin tipik yeteneklerinde,
becerilerinde, güdülerinde eşzamanlı bir değişim); birliktelik (bütün
değişimlerin aşağı yukarı aynı hızla gelişmesi). Çok az evre kuramı
bütün bu ölçütlere tam olarak uyabilmektedir. Örneğin, bir evrenin nerede
bittiği, diğerinin nerede başladığı konusunda çok az görüş birliği
vardır. Bu tür sorunlar nedeniyle günümüzde evre kavramı daha az
sınırlayıcı bir biçimde kullanılmaktadır. Özel bir alandaki bellibaşlı
yaşam evrelerinin betimlenmesinde hala evre kavramı yeğ tutulmaktadır.

Evre kuramıyla yakından ilişkili kavramlardan biri de kritik dönemler
(critical periods) kavramıdır. Kritik dönemler, yaşam süresinde,
sürekli ve geri dönülmez sonuçları olabilen elverişli ve elverişsiz
durumlarla ilgili zamanlardır. Kimi gelişimciler "duyarlı dönem" (sensitive
period) terimini kritik dönem terimine yeğ tutarlar. Duyarlı dönem
kavramı, kritik dönem kavramına göre, zaman boyutunda daha
fazla esneklik ve geri dönüşlülük içerir. Kritik ya da duyarlı dönem
anlayışı özellikle ünlü etolog Konrad Lorenz'in çalışmalarından sonra
yaygınlık kazanmıştır. Bu anlayış psikanalitik açıklamalarda da önemli
bir yer tutar. "Çocukluk nevrozu olmadan yetişkinlik nevrozu olmaz"
formülü bu anlayışın anlatımıdır. Bununla birlikte, kimi gelişimciler
yaşamın ilk yıllarının bu denli önemli sayılışını reddederler.

Evre kavramının sağladığı kuramsal kolaylıklar açık olmakla birlikte,
yaş kavramından vazgeçilemeyeceği de ortadadır. Şu halde, yaşın
gelişimsel anlamını incelemekten kaçınılamaz.

Yaş sadece biyolojik, kronolojik bir kavram değildir, aynı zamanda
psikolojik, toplumsal bir gerçekliktir. Bireyin kendini kaç yaşında
"hissettiği"ne ilişkin yaşantı herkesçe bilinir. Bir insan 16'sında kendini
yetişkin gibi hisseder, öyle davranır ve çevresi de onu öyle algılar;
bir diğeri ise 30'unda hala yüksek öğrenimini sürdürmektedir ve öğrenimini
bitirmeden kendini tam bir yetişkin gibi hissetmeyebilir. Özellikle
yetişkinlik psikolojisinde yaşlanma sürecinin incelenmesi, farklı
yaş bölüklerindeki insanların farklılıklarının incelenmesi önem taşır.
Ayrıca, bireyin yaşam döngüsü belirli bir tarih içine yerleştiğinden,
bireysel zaman ile tarihsel zaman arasındaki etkileşim de önemlidir.
Çünkü bireyin örneğin 20 yaşını 1995'te ya da 1935'te yaşaması farklı
anlamlar taşır. Öte yandan, gelişim araştırması açısından da, farklı insanlar
arasındaki yaş farklılıkları (bireyin ve ana babasının) ile, bireyin
kendisinin yaş farklılığı (şimdiki hali ve 30 yıl sonrası) farklı etkenlerin
dikkate alınmasını gerektirir. Her birey aşağı yukarı aynı zamanda
doğmuş insanlar grubu demek olan bölük (cohort) içinde yer
alır. Amerika Birleşik Devletleri'nde 1930'lardaki büyük ekonomik
bunalımın gençler üzerindeki etkisinin olumlu ya da olumsuz olması
gencin ait olduğu bölüğe bağlıdır. Bu etkinin o tarihlerde ergenlik çağında
olan çocuklar üzerinde olumlu, okul öncesi çağda olanlar üzerinde
ise olumsuz olduğu belirtilmektedir.

Yaş, basitçe bakıldığında, bireyin doğumundan itibaren dünyanın
güneş çevresindeki dönüşlerinin sayısıdır sadece. Ancak, yaşla gelen
değişimler, farklı yaşlardaki insanlar arasındaki farklılıklar, yaşlanma
süreci vb. önemli konulardır. Yaşa ilişkin bu değişimlerin çoğu
-özellikle yetişkinler için- bireyin içinde yaşadığı toplum tarafından
belirlenir. Ancak, hangi toplum içinde olursa olsun biyolojik değişimler
de önemlidir.

Yaşın önemini kavramak için aşağıdaki tabloya bakabiliriz:

Tablo 1: İnsan Yaşam Çizgisi

0- Gebelik, doğum

6- Okula başlama

12- Erinlik

18-30 Oy verme, işe başlama, evlenme, anababa olma

30-48 Anababa ölümü, menopoz, çocukların evden ayrılması,
büyük anababa olma

48-65 Emeklilik, eş ölümü, büyük-büyük anababa olma

65 ve üzeri- Ölüm

(Önemli olayların yaşları ortalama olarak verilmiştir, bu yaşlar önemli
bireysel ve cinsel farklılıklar gösterir).

Kaynak: D.C. Kimmel, Adulthood and Aging, 1974.

Her bireyin döllenmeyle başlayıp ölümle sonuçlanan böyle bir
yaşam çizgisi (life line) vardır. Bu yaşam çizgisi insanın yaşam döngüsünün
(life cycle) şematik bir tasarımıdır ve insan yaşammın tüm
süresinin (life span) ilerleyen ve sırasal yönlerini vurgular. Bu çizgide
belirli yaşlar, yaşa bağlı özel değişimler için işaretlenmiştir. Biyolojik
büyümenin rolü, gebelikten doğuma, doğumdan erinliğe, erinlikten
orta yaşa vb. ilerledikçe önemini yitirmektedir. Şu halde biyolojik
değişkenlerin dışında hangi etkenlerin yaşam çizgisindeki olayların önemini
belirlediği sorulabilir. Örneğin, 6 yaş, çocuğun okula girişini ve
uzun bir resmi eğitimden geçişini göstcrdiği için anlamlıdır. 12 yaş,
erinliğin başlangıcını, çocukluğun sona erişini ve gençlik kültürüne
katılmayı gösterdiği için önemlidir. 18 yaş, birçok toplumda oy kullanma,
sürücü belgesi alma, üniversiteye girme, evden ayrılma, işe
girme, evlenme gibi önemli toplumsal ve hukuksal anlamlar taşır ve
yetişkinlikten pay almayı simgeler. 30 yaş -özellikle kitle iletişim
araçlarınca- orta yaşın ve artık inişe geçişin başlangıcı olarak görülür;
oysa dönüm noktası olarak ağırlıklı sonuçları olmayan bir yaştır, gene
de yetişkinliğin birtakım hareketli olayları bu yaş dolaylarında yaşanır.
Yetişkinler diğer yaş dönemlerinden niteliksel olarak farklı bir orta
yaş kavramına sahiptirler. Ergenlikten sonraki on yıllarda yaşa bağlı
değişimlerin az olmasına karşın, orta yaşlılıkta menopoz ve emeklilik
gibi iki olay yaşa bağlı olarak gerçekleşmektedir. İleri yaşlarda eşin ya
da arkadaşların ölümü, bireyin kendi ölümünden önce geçtiği dönüm
noktalarıdır. Araştırmalar ölümün de önemli bir gelişim olayı olduğunu
ortaya koymaktadır. Ölüme yakınlık yaşlılıkta kronolojik yaştan
çok daha önemli bir zaman ölçütü olmaktadır. Ölüm kaçınılmazlık kazandıkça,
psikolojik değişimlere yol açmaktadır.

Bireyin yaşam döngüsü boyunca gelişimi yaşa bağlı değişimin
kaynaklarından sadece biridir. Yaşam çizgisi ile çakışan "tarihsel zaman"
da bireyin yaşam döngüsü içinde ilerlemesini etkileyen yaşa
bağlı bir diğer boyuttur.

Söz gelimi, yirmi yıl önce üniversite öğrencisi olan bir gencin
ana babası büyük olasılıkla Birinci Dünya Savaşı sonlarında ve büyük
ekonomik bunalımın ilk yıllarında doğmuştur. O insanlar uluslararası
dayanışmayı öğrenmişler, ama ekonomik güvenliklerinin ve maddi
varlıklarının kendi denetimleri dışında birden bire yok olabileceğini
de görmüşlerdir. Ekonomik bunalım yıllarında okula giden o insanlar
ilk toplumsal deneyimlerini, ilerdeki tutum ve değerlerini etkileyen
maddi sıkıntılar içinde yaşamışlardır. Belki İkinci Dünya Savaşı'nı
yaşamışlar, hatta içinde bizzat yer almışlardır. 1940'larda doğanlar ise
yalnız ekonomik büyümeyi ve orta sınıfın gelişmesini değil, aynı zamanda
hiç eksilmeyen nükleer savaş tehdidini de yaşamışlardır. Son
zamanlarda çevre kirlenmesi ve nüfus patlaması gibi diğer yok olma
tehditlerini de yaşamaya başlamışlardır. Bugünün dünyası, yalnız teknolojik
gelişmeyi değil, dünyanın küçülmesini ve uzaya gidilmesini
de yaşamaktadır. Bilgisayarlarla yaşama zorunluluğunun getirdiği sorunları
da eklemek gerek!

Bu tür tarihsel-kültürel olayların bireylerin tutum, değer ve dünya
görüşlerini büyük ölçüde etkilediği bilinmektedir. Bu gelişmeler insanları
farklı yaşlarda farklı biçimlerde etkiler. Ancak tarihsel olayların
kuşaklar üzerindeki etkisi yaşa bağlı olmanın yanında toplumsal
kesimlere de bağlıdır. Örneğin A.B.D'de 1950'lerde uzay programlarının
önem kazanması o yıllarda meslek seçiminin eşiğinde bulunan
gençleri daha fazla etkilemiş, çoğunu fen ve mühendislik dallarına yöneltmiş,
sonuçta bu alanda işgücü fazlası oluşmasına yol açmıştır.

Bireysel yaşam döngüsü ile tarihsel zaman çizgisi etkileşiminin
ilginç bir örneği de "kuşaklararası çatışma" olgusudur. Bu çatışmanın
gençlerle anababalarının kuşağı arasındaki değer, tutum ve yaşam biçimi
farklılığından oluştuğu kabul edilirse, iki farklı yorum getirilebilir:
Gelişimsel ve tarihsel. Gelişimsel olarak kuşaklar arasındaki bu
farklılık gençlerin ve anababalarının yaşam döngüsündeki farklı evrelerden
kaynaklanmaktadır. Erikson'a göre genç insan "Ben kimim?
Toplumla nasıl bir ilişki kurabilirim?" gibi kimlik sorunlarıyla uğraşırken,
kendi değer ve tutumlarını oluşturabilmek için toplumun değerlerini
irdelediği ve anababa değerlerini kısmen reddettiği bir evreden
geçer. Anababalar ise, dünyada sürekliliklerini sağlayan işaretler
bırakabilme isteğiyle, ekonomik ve duygusal bir kararlılık sağlayarak,
toplumun değerlerini aktarmaya çabaladıkları bir gelişim evresindedirler.
İki ayrı evredeki insanların çatışması bir tür insanlık durumudur
ve bu nedenle insanlık tarihi kadar eskidir.

Kuşaklar arasındaki bu çatışma kuşaklar boyunca ortaya çıkan
toplumsal değişimin mekanizması da olabilir. Özellikle, yaşlıların gelişen
daha karmaşık ve yeni toplumsal yapıya gençleri hazırlayamadıkları
hızlı toplumsal değişim dönemlerinde bu böyledir. Toplumsal
gelişimin hızı arttıkça birbirini izleyen kuşaklar arasındaki yeniden
uyum sağlama süreci de o ölçüde önem kazanmaktadır. Günümüzde
gençlik döneminin uzaması gençlere, kişisel özgürlük, ekonomik güvenlik,
entelektüel araştırma açılarından, toplumu ve toplumsal değerleri
sorgulamaya zaman ve olanak sağlamaktadır. Yine bu dönemin
uzaması gençlerin kendi aralarında bir çevre yaratıp yaşlı kuşakla
daha az ilişki kurmalarına olanak vermektedir. Böylece gençler arasında
paylaşılan tutum ve değerler artmakta, geleneksel kuşaklararası
etkileşimin yerine yaşıtlararası etkileşim geçmektedir. "Gençlik kültürü"
olgusu da buradan doğmaktadır.

Gençlik dönemiyle çakışan bu tarihsel etkenler -çocuklukla yetişkinlik
arasındaki sürenin uzaması, anababaların gençliğine oranla
daha maddi varlık içinde yaşayan gençlik, genç nüfusun savaş sonrasında
artması- kuşaklar çatışmasını derinleştiren nedenler olmuştur.
Şu halde, gelişim olgusunu, gelişim döneminin çakıştığı tarihsel dönemi
dikkate almadan tam olarak anlayamayız. Ama aynı zamanda,
kuşaklar çatışmasını tam olarak anlayabilmek için gelişimsel (yaş) etkenleri
tarihsel etkenlerden ayırabilmemiz gerekmektedir. Margaret
Mead, kuşaklar çatışması konusunda gelişimsel etkenlerin yerine tarihsel
değişimlere ağırlık verdiği bir açıklama getirmiştir. Mead, savaş
sonrası insanların içinde yaşadıkları dönemin olumsuz niteliklerini
özellikle vurgulamaktadır. Mead'a göre, "kültürel süreksizlik" yaşam
döngüsünde ilerledikçe, 1980'lerde 41 yaşındakiler 55 ve daha yukarı
yaşta olanları anlayamaz hale geleceklerdir ve bu böyle sürüp gidecektir.
Sadece tarihsel etkenlere dayanarak kurulduğu için abartılan bu
sav, kuşak çatışmasının gençlerle yaşlılar arasında sonsuza dek var
olacağı doğrultusundaki gelişimsel savla çelişmektedir.

Kuşaklar çatışmasına ilişkin bu örnek, yaş farklılıklarının anlaşılmasının
ve yorumlanmasının çok zor olabileceği gerçeğini ortaya
koymaktadır. Bu nedenle, yaş farklılıkları üzerindeki araştırmaların,
gelişimsel (yaş) ve tarihsel (zaman) etkenlerin etkileşimini dikkate alması
gerekmektedir. Gelişimsel sav ile kültürel süreksizlik savı arasındaki
çelişki ancak amprik araştırmalarla giderilebilecektir. İdeal bir
araştırma yöntembilimi, insanları bu kuşaklar farkının her iki tarafında
da belirli bir süre izleyebilmelidir (D. C. Kimmel, 1974).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:07 AM   #4
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

4. Gelişim Psikolojisinde Yöntemler

Gelişim psikolojisi, doğumdan ölüme uzanan yaşam süresinde fiziksel,
zihinsel, duygusal ve toplumsal işlevlerde ortaya çıkan bütün
değişimleri araştırır. Gelişim araştırmalarında çeşitli araştırma
stratejilerinden, yaklaşımlarından, desenlerinden ya da yöntemlerinden söz
edilebilir ve bunlar çeşitli biçimlerde sınıflanabilir.

Aşağıda, herhangi bir sınıflama yapmadan, gelişim psikolojisinde
sıklıkla kullanılan bazı yöntemler açıklanmaktadır.

Deneysel yönteın (experimental method), deneysel varsayımları
neden-sonuç ilişkisinin belirlenmiş olduğu kontrollü bir durum içinde
sınamaktan ibarettir. İlişkisel yöntem (correlational method), iki ya da
daha fazla etken arasındaki ilişkiyi saptamakla uğraşır. Bu yaklaşımda
hiçbir şey araştırmacı tarafından değiştirilmez, durum olduğu gibi ölçülür,
denekler aynı koşullar altında gözlemlenir, değişkenler arasındaki
ilişki genellikle "korelasyon katsayısı" ile bulunur. Örnek olay
yöntemi (case study method), tek bir deneğin ayrıntılı biçimde incelenmesi
yöntemidir. "Klinik örnek olay incelemesi" bu yöntemin daha
derinliğine bir yoludur. "Tek denekli deneysel araştırma", deneysel
yöntem ile örnek olay yönteminin tek bir bireyin incelenmesinde birleşmesidir.
Bu üç yöntemden herbirinin güçlü ve zayıf yanları vardır;
ancak bilim adamlarının yeğledikleri yöntem deneysel yöntemdir,
çünkü araştırmacıya neden-sonuç ilişkilerini arayabileceği kontrollü
bir durum sağlar. Bu kontrollerin olmadığı ilişkisel araştırma ise sadece
değişkenler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarabilir, ama neden-sonuç
bağlantısını veremez. Gene de ilişkisel yöntem, üzerinde oynanamayan
koşullarn araştırılmasında ve doğal çevredeki özelliklerin
ölçülmesinde çok önemlidir. Hem deneysel hem de ilişkisel yöntemler,
bulguların daha geniş evrene genellenebileceği temsil edici örneklemler
kullanırlar. Oysa örnek olay yöntemi bir tek denekle ilgili olduğu
için genelleştirme yapamaz; koşullar diğer yöntemlere uygun olmadığı
zaman örnek olay yöntemi kullanılabilir. Bununla birlikte, Piaget
ve Freud'un kullandığı biçimiyle örnek olay yöntemi önemli kuramlara
yol açmıştır (R.M. Liebert ve R.W.-Nelson, 1981).

Kullanılan yönteme bakılmaksızın pek çok gelişim araştırması
kesitsel, boylamsal ya da sırasal bir desen örgütleyebilir. Kesitsel desen
(cross-seetional design), farklı yaş gruplarını seçer ve karşılaştırır.
Bu yaklaşımda genellikle her denek için bir tek gözlem vardır. Gelişim
değişiklikleri farklı yaşlardan deneklerin incelenmesiyle belirlenir.
Bu yöntemin en büyük avantajı aynı yaştakilere bir seferde test
verilebilmesidir; en büyük sorunu da, grupların sadece yaşa göre değil,
doğum yılına göre de farklılaşabilmesi gerçeğini dikkate almamasıdır.
Doğum yılı farklılıkları toplumsal koşullara, eğitim uygulamalarına,
siyasal atmosfere ve başarıyı etkileyen diğer değişkenlere
ilişkin farklılıklarla bağıntılı olabilir. Farklı zamanlarda doğan bireyler
farklı doğum bölüklerine (birth cohorts) mensupturlar. Kesitsel yöntemin
sorunu, yaş ile doğum bölüğünü birbirine karıştırmasıdır; yaş
grupları burada farklı doğum bölüklerinden seçilmektedirler.

Boylamsal desen (longitudinal design), aynı doğum bölüğünden
olan bireylerin tekrar tekrar test edilmesi yaklaşımıdır. Boylamsal
araştırmada aynı denekler değişik yaşlarda birkaç kez gözlemlenir, zaman
içindeki davranış değişikliği ya da kararlılığı kaydedilir. Bu tür
araştırmanın avantajı yaş değişikliklerinin doğum bölüğü farklılıklarıyla
karıştırılmamasıdır; sadece bir bölükten olanlar tümüyle test edilirler.
Gene de, en önemli sorun, eğer ele alınan dönem çok genişse,
araştırmanın olanaksız ölçüde çok zaman gerektirmesidir. Bir başka
sorun, eğer bölük farklılıkları varsa bunların ortaya çıkarılamamasıdır.
Çünkü sadece bir bölük test edilmektedir, sonuçların genellenebilirliği
kuşkuludur. Örneğin, ciddi bir ekonomik çöküntü döneminde büyümüş
olan bir bölük sadece bu zamana özgü belirli tutumları yansıtabilir;
daha önceki ya da sonraki bölükler için tipik olanı vermez.

Sırasal desen (sequential design), pek çok farklı doğum bölüklerinin
tekrar tekrar test edilmesi yaklaşımıdır. Böylece sırasal araştırmalar
kesitsel yöntemin temel sorununu (yaşın bölükle karıştırılması
sorununu), her yaş düzeyinde birden fazla bölüğü ele alarak çözerler;
boylamsal yöntemin genelleştirme sorununu da aynı yoldan çözerler
(Ph-G. Zimbardo, 1979).

Boylamsal ve kesitsel yöntemler insan gelişimi konusunda gözlem
yapma ve veri toplamanın temel yollarıdır. Araştırmacı, verileri
ilişkisel (correlational) ya da etkensel (factorial) tekniklerle elden
geçirerek, niceliksel olarak değerlendirilmiş değişkenler arasında varolan
anlamlı ilişkileri keşfedebilir.

Aşağıdaki tabloda (Tablo 2) boylamsal ve kesitsel yöntemlerin
karşılaştırmalı nitelikleri özetlenmektedir.

Tablo 2

Boylamsal ve Kesitsel Yöntemlerin Karşılaştırılması

BOYLAMSAL YÖNTEM

OLUMLU

İlk çocukluk ile yetişkin davranışları
arasındaki sürekliliği belirler.

Eşdeğer olmayan örneklemle ilgili sorunları önler.

Büyüme artışlarını ve örüntülerini betimler.

Diğer araştırmalardan daha kesin
biçimde neden-sonuç ilişkisini belirtebilir.

OLUMSUZ

Zaman ve para açısından pahalıdır.

Araştırma fonları tükenirse önceki
zaman ve para harcamalarını tehlikeye sokar.

Harcamalarla ilgili periyodik yeni
düzenlemeler gerektirir.

Örneklem denek kaybı nedeniyle
giderek yanlı hale gelir.

Araştırmacıların yeniden test vermek
için aynı denekleri sürekli olarak
yeniden bir araya getirmeleri gerekir.

Test dönemleri arasında deneklerin
çevreleri kontrol edilemez.

Araştırmacıları vaktinden önce bir
araştırma desenine ve kurama bağlı kılar.

KESİTSEL YÖNTEM

OLUMLU

Fazla zaman kaybından korur.

Boylamsal araştırmaya göre daha
az paraya çıkar.

Araştırma görevlileri arasında sürekli
ya da uzun vadeli ilişkiyi gerektirmez.

Deneklerin yeniden test vermek
için istenen yaşa gelmelerine kadar
verilerin uzun süre "dondurulması" gerekmez.

OLUMSUZ

Örneklem gruplarında yer alan değişimin
yönünü göstermez.

Aynı kronolojik yaşta ama farklı
olgunlaşma yaşında olan çocukları
bir araya yığar. Böyle bir ortalama
alma yolu erinlikteki büyüme atılımıyla
ilgili değişimleri gizleyebilir.

İncelenen grupların karşılaştırılabilirliği
her zaman belirsizdir.

Gelişimin sürekliliğini tek bir bireyle
ortaya çıktığı haliyle ihmal eder.

Kaynak: James W. Vander Zanden, Human Development, 1981.

Tablo 3

Gelişim Araştırmaları Desenleri ve Yöntemleri

Tip: Kesitsel desen

Yöntem: Birçok bölüğü bir seferde gözlemleme

Bulgular: Davranışta yaş farklılıkları

Avantaj: Çabuk ve ucuzdur

Dezavantaj: Farklılıklar gelişimsel değişimlerden çok,
bölük değişimlerini yansıtabilir.

Tip: Boylamsal desen

Yöntem: Bir bölüğü birçok seferde gözlemleme

Bulgular: Davranışta zaman içindeki değişimler

Avantaj: Gelişimsel eğilimleri gösterir. Bireylerdeki
değişimleri gösterir.

Dezavantaj: Farklılıklar toplumdaki değişimleri yansıtabilir.
Araştırmalar uzun süreli ve pahalıdır. Yinelenen uygulamanın
etkisi ve denek kaybı örneklemi bozabilir.

Tip: Sırasal desen

Yöntem: Birçok bölüğü birçok seferde gözlemleme

Bulgular: Davranışta yaşa bağlı değişimler

Avantaj: Yaşın, bölüğün ve toplum değişimlerinin
etkilerini ortaya çıkarır

Dezavantaj: Araştırmalar uzun süreli ve pahalıdır

Kaynak: Hoffman ve ark., 1994

Sözü edilmesi gereken son bir araştırma yöntemi daha var. Araştırmacılar,
bütün toplumlara, bazı türden toplumlara ve sadece özel bir
topluma ilişkin kuramlar oluşturmak isterler. İşte, kültürlerarası
yöntem (cross-cultural method) bu yaklaşımın aracıdır. Bu yaklaşımda,
araştırma birimini bireylerden çok kültürler oluşturur. Genellikle, benzer
bir kültür alanına giren komşu toplumlardan küçük örneklemler
alarak çalışılır. Çocuk yetiştirme geleneklerine, erinlik törenlerine ya
da anababa olma özelliklerine ilişkin araştırmalar bu türdendir. Kuşkusuz
bu yöntemin de diğerleri gibi bazı sınırlılıkları vardır. Gene de
bu yöntem, bulgularını tüm insanlığa genelleyemeyeceği konusunda
diğer araştırmacıları uyarması bakımından özellikle yararlıdır.
Yaşam döngüsüne ilişkin yukardaki açıklamalarda "yaş" bir değişim
endeksi olarak ele alınmıştı. Bir araştırma değişkeni olarak yaşın
ortaya koyduğu yöntembilimsel sorunlar ise burada ele alınacaktır.

Yaş kendi başına açıklayıcı bir değişken değildir. Bu nedenle yaş
değişimleri ve yaş farklılıkları denildiğinde bu bulguların yaşla gelen
değişimleri gösterdiği, ama olası nedenlerini vermediği bilinmelidir.
Örneğin 20 ve 40 yaşlarındaki insanlar arasında tutum ve değerler açısından
ölçülebilen farklar vardır, ancak bu farkların nedenleri belirgin
değildir. Yaş endeksini aşarak yaşa bağlı değişimleri safdışı etmeye
çalışan araştırma örnekleri vardır.

Kesitsel araştırmalar yaşın bir zaman noktasındaki kesitine dayanırlar;
farklı yaşlardaki bir örneklem üzerinde çalışılır, bu yolla bulunan
farklılıklara "yaş farklılıkları" denir. Yaş endeksini araştıran
ikinci yaklaşım boylamsal araştırmadır; bu yaklaşımda bir denek grubu
birkaç yıl boyunca periyodik olarak incelenir, bulunan farklılıklar
"yaş değişimleri" olarak adlandırılır. Bu yaklaşım, bireysel farklılıkların
incelenmesinde ve farklı bireylerin yaşla birlikte nasıl değiştiklerini
belirlemede yararlıdır. Ancak boylamsal araştırmaların yetişkin
gelişiminde kullanılmasını sınırlayan üç temel güçlük vardır. Birincisi,
bu araştırmaların, çok zaman alması ve çok pahalı olmasıdır, geçen
zaman içinde denekleri yeniden bulmak da zor olabilir, buna araştırmacının
ömrü yetmeyebilir. Yine de boylamsal araştırmalar kesitsel
araştırmalardan çoğu zaman daha üstündürler; çünkü bireysel farklılıkları
yansıtırlar ve yaşa bağlı diğer açıklayıcı değişkenleri (tıbbi
özgeçmiş, geçmişteki yaşantılar, aile geçmişi vb.) ortaya çıkarabilirler,
bunlar da incelenen özel yaş değişimlerinin nedenlerini belirlemede
yararlı olabilir. İkinci güçlük araştırmacının yaptığı ölçmelerin
belirli bir yaşta (çocuklukta ya da ergenlikte) uygun olduğu halde,
daha sonraki bir yaşta (yetişkinlik yada ihtiyarlık) uygun olmamasıdır,
çünkü bireyin yaşamındaki önemli olaylar birey yaşam çizgisinde ilerledikçe
değişiklik gösterebilir. Üstelik, bilim ilerledikçe de araştırılan
değişkeni ortaya çıkarmak için yeni teknikler bulunabilir ve bunlar
eskilerini geçersiz kılabilir. Üçüncü güçlük, uzun zaman aldığı için
deneklerin ölmesi ya da örneklemden çıkmasıdır. Bu güçlüklerin bir çözümü
"sırasal yaklaşım" olabilir, bu yaklaşımda bir denek grubu gelişimsel
dönüm noktalarının (evlenme, anababa olma, menopoza girme,
emekliye ayrılma...) yer aldığı bir zaman döneminde incelenmektedir.
Bu yolla, araştırmacıyı ve denekleri uzun süreli bir araştırmaya
bağlamadan, boylamsal değişimi ve bireysel farklılıkları saptamak
mümkün olabilmektedir.

Yetişkinlik ve yaşlılığa ilişkin verilerin çoğu kesitsel araştırmalara
dayandığı için, bu yaklaşımın içerdiği güçlükleri de incelemek
gerekmektedir. Kesitsel bir araştırmanın kültürel ve tarihsel değişimleri
yaş değişiminden ayıramadığı kolayca görülebilir; "yaş" ile "doğum yılı"
birbirine karışmıştır, birinin sonuçları diğerinden ayırt edilemez,
bu nedenle yaş farklılıkları gerçekte yaşa bağlı güncel etkenlerden
çok, bireyin doğum yılıyla ilişkili olabilir. "Doğum yılı"na bağlı
etkilere "bölük etkileri" (cohort effects) adı verilmektedir (bir "bölük"
aşağı yukarı aynı zamanda doğmuş bireylerin oluşturduğu bir gruptur).

Boylamsal araştırmalar ise, doğum yılını sabit tutarak, kültürel-
tarihsel değişimlerin yaş değişimiyle karışmasını engellemek isterler.
Ancak bu araştırmalar da "yaş" değişkeni ile "ölçüm yılı" değişkenini
birbirine karıştırırlar. Örneğin, 1960-1980 yılları arasında sigara içmedeki
ani düşüş yaşla birlikte azalan ciğer kapasitesi ile çakışabilir.

Genellikle boylamsal yaklaşımın kesitsel yaklaşıma yeğlendiği
söylenebilir. Çünkü ölçüm yıllarına bağlı değişimlerin etkisi doğum
yılına bağlı olanlara göre daha kolaylıkla denetlenebilir. Doğum yılına
bağlı olarak ortaya çıkan çarpıcı tarihsel-kültürel etkenleri tam olarak
kestirmek ve ölçümlerdeki etkisini saptamak çok daha zordur (D.C.
Kimmel, 1974).

Araştırma türlerini ve yöntemlerini bir arada incelemekte yarar
var (bk. Tablo 3). Daha önce de belirtildiği gibi, kesitsel desen, iki ya
da daha fazla yaş grubunun aynı anda araştırılması ve sonuçların
karşılaştırılmasıdır. Bu karşılaştırma aynı yaşam dönemindeki farklı
bölükler (6 yaşındakiler ile 10 yaşındakiler) arasında ya da farklı
yaşam dönemlerindeki bölükler (18 yaşındakiler ile 60 yaşındakiler)
arasında olabilir. Kesitsel desenin sorunu, yaşla birlikte ortaya çıkan
farklılıkların gelişimsel değişim mi, yoksa farklı bölüğün üyesi olmanın
mı sonucu olduğunu belirleyememesidir. Söz gelimi, yetişkinlerde
ZB puanlarını ele alan kesitsel bir araştırma zekada 40
yaşlarında başlayan düşüşün olduğunu düşünmemize yol açabilir.
Oysa 1990 yılında 80 yaşında incelenen kişiler 1910'da doğmuşlardı,
20 yaşında incelenenler ise 1970'de. Bölükler arasındaki bu zaman
içinde toplumsal ve kültürel çevreler pek çok bakımdan değişmiştir,
dolayısıyla bu değişimler zihinsel becerilerin gelişimini ve korunmasını
etkilemiş olabilir. Bu bölük etkisi (cohort effect) sorunu ilgili
bölümlerde yeniden ele alınacaktır.

Boylamsal desen'de aynı bölükten olan insanlar haftalar, aylar,
hatta yıllar boyunca izlenirler. Aynı insanlar kendi kendileriyle
örneğin 8 yaşında ve 20 yaşında karşılaştırılırlar. Bu durumda bireydeki
değişimler açığa çıkar; bölük farklılıkları da araştırmanın sonuçlarını
etkilemez. Ancak bu araştırma türünün de kendine özgü sorunları
vardır. Boylamsal araştırmalar gelişimi toplumun havasıyla karıştırabilirler.
Söz gelimi, boylamsal bir araştırmada deneklerin uyuşturucu
ve alkol kullanımına, 1990'da incelendiklerinde yirmi yıl önce
incelendiklerinden daha az yöneldikleri bulunabilir. Bu değişimin
yaşlanmanın mı yoksa toplumun yirmi yıl içinde uyuşturucuyu normal
görmekten tehlikeli bulmaya doğru değişmesinin mi sonucu olduğu
belirsizdir. Tarihsel değişimin davranışı etkilediği bilinmektedir.

Yukarıda açıklandığı gibi, araştırmacılar bu iki araştırma türünün
sorunlarından kurtulabilmek için ikisini birleştiren üçüncü bir tür
önermişlerdir: Sırasal desen. Warner Schaie'nin ZB puanlarının yaşla
birlikte köklü bir biçimde azalmadığını gösteren araştırması sırasal desenin
en tanınmış örneklerinden biridir. Bu araştırmada önce iki ya da
daha fazla bölüğe kesitsel bir araştırmada test verilmiştir; yıllar sonra
aynı bölüklere boylamsal veri elde etmek üzere yeniden test verilmiştir;
aynı anda, yeni bir kesitsel araştırma ilk bölüklerden alınan
yeni gruplar ve yeni bir bölükten alınan bir grup üzerinde önceki
araştırmayı yinelemiştir (Hoffman ve ark., 1994).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:08 AM   #5
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

5. Gelişim Kuramları

Gelişimin araştırılmasında kuramların rolünün ne olduğu konusunda
çeşitli yanıtlar vardır. Kuramlar, her şeyden önce olguların
düzenlenmesi ve yoğunlaştırılması için temel sağlayan betimleyici-
açıklayıcı bir rol oynarlar. Kuramlar ayrıca gelecek olayları kestirme
olanağını da sağlarlar. Ancak bir kuramın "sınanabilir" ve dolayısıyla
"reddedilebilir" ya da "yanlışlanabilir" olması da gerekir.

Bir psikoloji kuramının diğer psikoloji kuramlarıyla ve disiplinleriyle
bütünleşmesi de önemli bir noktadır. Dolayısıyla, kapsamlı
bir gelişim kuramının oluşturulmasmda aşağıdaki ilkelerin önemi
vurgulanmaktadır:

- "Genel bir psikolojik gelişim kuramı, başlangıçta içinde diğer
kuramsal ve amprik yönelimlerin bütünleşebileceği halen varolan bir
kurama dayanır". Örneğin bir gelişim kuramı, felsefe, sosyal psikoloji,
matematik, uygulamalı psikiyatri, psikopatoloji, psikoterapi, eğitim
gibi birçok bilgi alanıyla ilişkilendirilebilir.

- "Bir psikolojik gelişim kuramı, insan gelişiminin bir alanını
odak noktası olarak kabul edip içindeki ve çevresindeki diğer gelişim
alanlarıyla bütünleşerek güvenilir biçimde ortaya çıkabilir". Örneğin
Piaget'in kuramı bilişsel bir kuramdır, psikolojinin diğer alanlarından
(gelişim psikolojisi, öğrenme psikolojisi, sosyal psikoloji) bilişsel alana
doğru bir yönelme vardır.

- "Bir psikolojik gelişim kuramı geniş sayıdaki disiplinlerden
süzülerek ortaya çıkar". Disiplinlerarası bir yaklaşım, genel bir psikoloji
kuramı için gerekli daha derin araştıımalara olanak verir. Değişik
disiplinler de aynı alan üzerine eğilebilirler, disiplinlerin bir araya
gelmesi kuramların birbiri içinde erimesini sağlar, sonuçta kesitsel ve
birçok alanı kapsayan ve derinliğe ulaşmayı sağlayan teknikler elde
edilebilir.

- "Bir psikolojik gelişim kuramı, bireyin öznel olarak yaşadığı
tüm psikolojik çevreyi içine alır". Böylece bir gelişim kuramı düşünce,
duygu, benlik, ahlak, yaratıcılık, toplumsallaşma gibi gelişim alanlarını,
bireyin okul, toplum, kültür gibi ortamlardaki durumunu inceleyebilir.

- "Bir psikolojik gelişim kuramı, bir insanın tüm psikolojisi ile
ilgili olan mevcut kavramların hepsiyle ilgilenir." Örneğin bir kuram,
doğa-kazanım gibi tartışma konularıyla, kritik dönemler, çocuk yetiştirme
teknikleri, anksiyetenin gelişimsel işlevi gibi sorunlarla ilgilenir.

- "Bir psikolojik gelişim kuramı, sentez ve bütünleştirme özelliğinin
yanısıra, bazı uzlaşmaz öğeleri reddetmek zorunda kalabilir".
Örneğin, davranışçılığın Piaget'in kuramıyla ters düştüğü açıktır. Ancak,
değişik bir yaklaşımla öyle bir reddetme yolu izlemeyebilir ve
davranışçı yaklaşımlar safdışı edilmeyebilir.

- "Bir psikoloji kuramı belirli uygulamalar için özel bağlantı
süreçleri geliştirebilir". Örneğin, bir gelişim kuramının eğitim programları
geliştirmede önemli katkıları olabilir.

- "Bir psikoloji kuramı bir gelişim evreleri taslağı içerebilir".
Evrelerin varlıkları ve özellikleri tartışma konusu olmakla birlikte
betimleyici ve açıklayıcı rolleri kabul edilmektedir.

- "Bir psikoloji kuramı bütün kültür ve alt kültürlerle ilişkilidir."

- "Bir psikolojik gelişim kuramı toplumsal normdan ayrılan bireyin
gelişimine de yer vermelidir". Amaç, daha kapsamlı bir insan
gelişimi için birçok kaynak ve içgörüden ürün alabilmektir. Karl Popper'in
dediği gibi, kuramlar dünyayı bilimsel olarak avlayabilmek için
ağ olarak kullanılırlar, bütün çaba ağı daha ince örebilmek olmalıdır
(S. ve C. Modgil, 1980).

Modern gelişim araştırmalarının çoğu kuramların yol göstericiliğinde
yapılmış ve yapılmaktadır. Özellikle dört büyük psikoloji
kuramı bütün araştırmaları etkilemektedir.

Gelişim psikolojisine yön veren temel kuramlardan biri olgunlaşma
kuramı (maturational theory)'dir. Bu kuramın dayandığı temel
düşünce, çocukta zaman içinde görülen değişimlerin çoğunun bedendeki
özel ve önceden belirlenmiş bir şema ya da plana göre ortaya
çıktığıdır. Bu görüşe göre olgunlaşma bu planın doğal açılımının ortaya
çıkmasıdır. Bütün gelişimlerin doğal süreçlerin ve biyolojik planların
açılımıyla kendi kendine düzenlendiğini savunan bu görüş Arnold
Gessell tarafından geliştirilmiştir. Gessell, öncelikle çocukların
fiziksel ve devinimsel gelişimini incelemiş ve -çok az bir muhalefete
karşı- pek çok kabul görmüştür. Buna karşılık, kişilik ve zihin gelişimine
ilişkin olgunlaşmacı görüş şiddetle eleştirilmektedir.

Sigmund Freud'un geliştirdiği psikanalitik kuram (psychoanalytic
theory), insanın psikolojik bakımdan evrensel ilkelere uygun olarak
geliştiğini kabul eder. Ancak Freud bir bireysel kişiliğin işlevsel
yönlerinin toplumsal bir bağlam içinde biçimlendiğine de inanır. Freud'un
gelişimciIere en önemli katkısı, tüm yaşam boyunca sürecek örüntülerin
oluşmasında erken yaşam deneyimlerinin önemini vurgulamasıdır.

Toplumsal öğrenme kuramı (social learning theory) geleneksel
davranışçılığı aşarak, kişisel ve çevresel etkenlerin hepsinin birbiri
içine girmiş belirleyiciler olarak etkide bulunduğunu savunur. Davranışın
çevreden etkilendiği doğrudur, fakat çevre de kısmen bizim tarafımızdan
yaratılır. Bu yaklaşım son derece etkili olmuştur, çünkü
toplumsal gelişim süreçlerinin etkisiyle doğrudan ilişkilidir.

Psikolojik gelişimi kavramanın bir başka yolu da düşünme ve
bilme süreçlerinin gelişimini araştırmaktır. Bilişsel gelişim kuramı
(cognitive-developmental theory)'nın en önemli adı Jean Piaget'tir.
Piaget'in çalışmaları toplumsal ve ahlaksal gelişimin de bilişsel
temelleriyle anlaşılabileceğini göstermiştir. Bilişsel gelişim kuramı,
temeldeki yapı ile yaşantı arasındaki dinamik etkileşimi vurgular; bilişsel
yeteneklerin gelişimine ve zihnin simgesel tasarımları anlama ve kullanma
becerisine önem verir.

Gelişim, ilerleyici (progressive), sırasal (sequential) ve kuşaklar
boyunca aynı örüntüyü izleyen bir oluşumdur; aynı zamanda döngüsel
(circular)dir, çünkü her kuşak olgunlaştıkça gelecek kuşağı büyütür.
Yaşam döngüsünün doğası konusunda yazarlar, filozoflar, toplumbilimciler
çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Yaşam döngüsünün ilerleyen
ve sırasal değişimleri konusunda, bu değişimlerin neden bir sıra
ile meydana geldiği, ne kadarının biyolojik ne kadarının toplumsal ya
da psikolojik etkenlerle belirlendiği, bu değişimlerin bütün kültürlerde
ve bütün bireylerde aynen ortaya çıkıp çıkmadığı... sorunlarını açıklayan
tek bir kuram henüz ortaya atılabilmiş değildir.

Bununla birlikte, özellikle evrelere dayalı gelişim kuramlarının
tüm yaşam döngüsünü kapsayacak biçimde kuruldukları söylenebilir.
Sigmund Freud, Erik Erikson ve Jean Piaget insan gelişimini evrelere
ayırarak inceleyen en önemli evre kuramcılarıdır. Daha önce belirtildiği
gibi, evre kuramcıları gelişimi, görece sırasal, ani ve sabit bir değişimler
dizisi olarak görürler. Evre kavramı, insan gelişimi çizgisinin
aşamalı düzeylere bölündüğü görüşüne dayanır. Freud, her insanın
oral, anal, fallik, lalent ve genital olmak üzere bir dizi psikoseksüel
evreden geçerek geliştiğini, ancak bu gelişmede özellikle yaşamın ilk
yıllarının önemli olduğunu kabul eder. Her evre, bireyin bir sonraki

Tablo 4

Yaşam Süresinde Gelişim Evreleri

EVRE: DOĞUM ÖNCESİ EVRE

Yaş dönemi: Gebelikten doğuma

Temel özellikler: fiziksel gelişim

Bilişsel evre PİAGET: -

Ruhsal-cinsel evre FREUD: -

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: -

Ahlak evresi KOHLBERG: -

EVRE: BEBEKLİK

Yaş dönemi: Doğumdan yaklaşık 18'inci aya

Temel özellikler: Gelişmiş hareket; basit dil;
toplumsal bağlanma

Bilişsel evre PİAGET: Duyusal devinimsel

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Oral; anal

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Güven/Güvensizlik

Ahlak evresi KOHLBERG: Ahlak-öncesi (Evre 0)

EVRE: ERKEN ÇOCUKLUK

Yaş dönemi: Yaklaşık 18'inci aydan yaklaşık 6'ıncı yıla

Temel özellikler: İyi gelişmiş dil; cinsel tip;
grup oyunu; okula hazırlığın bitişi

Bilişsel evre PİAGET: İşlem-öncesi

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Fallik; Oedipal

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Özerklik/Kuşku;
Girişim/Suçluluk

Ahlak evresi KOHLBERG: İtaat ve ceza (Evre 1);
Karşılıklılık (Evre 2)

EVRE: GEÇ ÇOCUKLUK

Yaş dönemi: Yaklaşık 6'ıncı yıldan yaklaşık 13'üncü yıla

Temel Özellikler: Birçok bilişsel süreç yetişkin
düzeyinde (işlem hızı hariç); oyun grubu

Bilişsel evre PİAGET: Somut işlem

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Örtülü dönem

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Çalışkanlık/Aşağılık duygusu

Ahlak evresi KOHLBERG: İyi çocuk (Evre 3)

EVRE: ERGENLİK

Yaş dönemi: Yaklaşık 13'üncü yıldan yaklaşık 20'inci yıla

Temel özellikler: Erinlikle başlar, olgunlukla biter;
yüksek bilişsel düzeylere ulaşma; anababadan bağımsızlık;
cinsel ilişki evreye geçmeden önce çözmek zorunda olduğu
bir çatışma içerir.

Bilişsel evre PİAGET: Soyut işlem

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Genital evre

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Kimlik/Rol karışıklığı

Ahlak evresi KOHLBERG: Yasa ve düzen (Evre 4)

EVRE: GENÇ YETİŞKİNLİK

Yaş dönemi: Yaklaşık 20'inci yıldan yaklaşık 45'inci yıla

Temel özellikler: Meslek ve aile gelişimi

Bilişsel evre PİAGET: -

Ruhsal-cinsel evre FREUD: -

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Yakınlık/Yalıtılmışlık

Ahlak evresi KOHLBERG: Toplumsal anlaşma (Evre 5)

EVRE: ORTA YAŞ

Yaş dönemi: Yaklaşık 45'inci yıldan yaklaşık 65'inci yıla

Temel özellikler: Meslekte en yüksek düzey; kendini
değerlendirme; "boş yuva" bunalımı; emeklilik

Bilişsel evre PİAGET: -

Ruhsal-cinsel evre FREUD: -

Ruhsal-Toplumsal evre ERİKSON: Üretkenlik/Kendine dönüklük

Ahlak evresi KOHLBERG: İlkeli evre (Evre 6 ve 7,
ikiside ender)

EVRE: İLERİ YAŞ

Yaş dönemi: Yaklaşık 65'inci yıldan ölüme

Temel Özellikler: Aileden, başarılardan tad alma;
bağımlılık; dulluk; kötü sağlık

Bilişsel evre PİAGET: -

Ruhsal-cinsel evre FREUD: -

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Bütünlük/Umutsuzluk

Ahlak evresi KOHLBERG: -

EVRE: ÖLÜM

Yaş dönemi: -

Temel özellikler: Özel anlamda bir "evre"

Bilişsel evre PİAGET: -

Ruhsal-cinsel evre FREUD: -

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: -

Ahlak evresi KOHLBERG: -

Kaynak: Ph. G. Zimbardo, Psychology and Life, 1979.

Psikanalitik geleneğe bağlı bir kuramcı olan Erikson sekiz psikososyal
evre ayırt eder; birey bunların her birinde başarıyla çözmek zorunda olduğu
temel bir çatışma yaşar. Erikson'un kuramı, kişinin yaşam süresi
(life span) boyunca yer alan sürekli bir kişilik gelişimi sürecinden söz
ederek Freud'un kuramını aşar. Piaget, büyümekte olan çocuğun içinde
yaşadığı dünyaya nasıl uyum sağladığı sorununu temel olarak alır ve
dört bilişsel gelişim evresi saptar. Kohlberg, Piaget'i izleyerek, ahlak
alanında altı evreli bir gelişim kuramı oluşturmuştur.

Tablo 4'te, yaşam süresinde ortaya çıkan gelişim evreleri belli
başlı kuramlar açısından, bu evrelerin yaklaşık yaşları ve temel olayları
belirtilerek gösterilmektedir; Tablo 5 kuramları karşılaştırmaktadır.

Tablo 5

Gelişim Kuramları

BİYOLOJİK KURAMLAR:

Gelişimin Doğası: Doğa

Rehber Süreç: Olgunlaşma

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Evre

Odak: Yapıda ve davranışta gözlenebilir değişimler

PSİKODİNAMİK KURAMLAR:

Gelişimin Doğası: Doğa ve kazanım

Rehber Süreç: Olgunlaşma

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Evre

Odak: Kişilik yapısında içsel değişimler

KOŞULLANMA KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Kazanım

Rehber Süreç: Öğrenme

Birey: Edilgin

Gelişimin Biçimi: Sürekli

Odak: Davranışta gözlenebilir değişimler

BİLİŞSEL TOPLUMSAL ÖĞRENME KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Kazanım

Rehber Süreç: Öğrenme

Birey: Ilımlı etkin

Gelişimin Biçimi: Sürekli

Odak: Davranışta gözlenebilir değişimler

BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Doğa ve kazanım

Rehber Süreç: Olgunlaşma

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Evre

Odak: Zihinsey yapıda içsel değişimler

BİLGİ-İŞLEM KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Kazanım

Rehber Süreç: Öğrenme

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Sürekli

Odak: Davranışta gözlenebilir değişimler

KÜLTÜREL-BAĞLAMSAL KURAMLAR:

Gelişimin Doğası: Doğa ve kazanım

Rehber Süreç: Olgunlaşma ve öğrenme

Birey: Etkileşimci

Gelişimin Biçimi: Sarmal

Odak: birey ile toplum arasındaki ilişki

Kaynak: Hoffman ve ark., 1994
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:08 AM   #6
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Gelişim alanında "olgunlaşma kuramı" (A. Gesell) ve "etolojik
kuram" (K. Lorenz ve N. Tinbergen) genellikle biyolojik kuramlar
olarak adlandırılır. Freud'un "psikoseksüel kuramı" ve Erikson'un
"psikososyal kuramı" psikodinamik kuramlar çerçevesinde yer alır.
Bilişsel kuramlar grubunda Piaget'in "bilişsel gelişim kuramı", Kohlberg'in
"ahlak gelişimi kuramı" ayrıca "toplumsal biliş kuramları",
"bilgi-işlem kuramları" bulunur. Öğrenme kuramları içinde "koşullanma
kuramları" (Pavlov, Watson, Skinner) geleneksel kuramlardır,
bunları "toplumsal öğrenme kuramları" (Dollard, Miller) izler; bu
grupta en yeni akım "bilişsel toplumsal öğrenme kuramı" (Bandura)
olarak ortaya çıkar. Gelişim alanında son olarak kültürel-bağlamsal
kuramlar'ı buluyoruz; Vygotsky'nin "toplumsal-tarihsel kuramı" ve
Bronfenbrenner'in "ekolojik kuramı" bu grupta yer almaktadır (bk.
Tablo 5). Bütün bu kuramlar insan gelişiminin düzenli olduğu, dolayısıyla
davranışın önceden kestirilebileceği sayıltısına dayanırlar.
Bir ayrıksılık dışında bütün kuramlar bireyi etkin bir varlık olarak
görürler. Bir kuramın insanın doğasını, gelişimin özünü nasıl gördüğü
sorusu kuramların değerlendirilmesinde en önemli noktadır (bu temel
görüşler aşağıda kuramlar karşılaştırılırken açıklanmaktadır).

Kuramların Karşılaştırılması

Önceki sayfalarda kısaca özetlediğimiz gelişim kuramlarını burada
daha ayrıntılı biçimde ele alacak ve aralarındaki ilişkileri de
araştıracağız. Böylece, gelişimin duygusal, bilişsel, toplumsal boyutları
arasındaki ihmal edilemez bağları da görmüş olacağız. Bu arada kuramlara
yöneltilen temel eleştiriler de ortaya konmuş olacaktır. Ancak
bu ayrıntılara girmeden önce kuramların gerisinde yer alan dünya görüşlerini
incelemekte yarar görüyoruz. Perlmutter ve Hall'ın (1992)
belirttiği gibi, gelişimciler, gelişme süreçlerini açıklamaya yönelik
kuramlarını kurarken insanın doğasına ve davranış süreçlerine ilişkin
değişik modellere dayanırlar. Her model farklı bir dünya görüşünü
temel alır ve gelişimi temsil edecek farklı bir analoji kullanır. Böylece,
gelişimciler tarafından temel alınan dünya görüşü onların gelişimin
değişik yönlerini tanımlama, araştırma ve yorumlama yollarını etkiler.
Perlmutter ve Hall bellibaşlı üç model olduğunu söylemektedir:
Mekanistik, organizmik, diyalektik (başka yazarların başka sınıflamalar
yaptığı gözden kaçırılmamalı). Onlara göre bu modellerin hiçbiri
ne doğru ne de yanlıştır; ama herbiri gelişimi anlamada rehber olarak
kullanılabilir (bk. Tablo 6. Okuyucunun Tablo 5 ile Tablo 6'yı birlikte
incelemesi yararlı olacaktır).

Tablo 6

Gelişime İlişkin Dünya Görüşleri

BENZETME:

Mekanistik: Makina

Organizmik: Organizma

Diyalektik: Orkestra müziği

BİREY:

Mekanistik: Genel olarak edilgin

Organizmik: Etkin

Diyalektik: Etkileşimsel

ODAK:

Mekanistik: Davranışta gözlenebilir değişimler

Organizmik: Yapıda içsel değişimler

Diyalektik: Birey ile toplum arasında ilişki

DEĞİŞİM TÜRÜ:

Mekanistik: Niceliksel

Organizmik: Niteliksel

Diyalektik: Niceliksel ve niteliksel

Kaynak: Perlmutter ve Hall, 1992.

Mekanistik modeller makina benzetmesini kullanır ve gelişimin
de makinanın işleyişini yöneten yasalar gibi düzenli yasalara bağlı
olduğunu kabul eder. Gelişimi dış güçler etkiler; davranış geçmişteki
deneyimlerle ve şimdiki durumlarla biçimlenir. İnsanların duyguları,
düşünceleri ve eylemleri değişir, ama yapıları değişmez (otuz yaşındaki
biriyle yedi yaşındakinin bilişsel yapıları farklı değildir). Bu modelde
davranış uyarılmanın sonucudur, dolayısıyla insanların eylemleri
çevreye tepkiler doğrultusunda açıklanır. Öğrenme kuramcıları davranışı
açıklarken ve bazı biliş kuramcıları zihnin işleyişini açıklarken
bu modeli kullanırlar. Bu yaklaşımda insan edilgin bir varlıktır (ancak,
bu modelden kaynaklanan "toplumsal biliş kuramı"nda birey
akılcı bağlamda etkin sayılmaktadır). Organizmik modeller insanı etkin
ve değişen organizmalar olarak görürler. İnsanlar çevreyle etkileştikleri
için köklü bir biçimde değişirler. Düşüncedeki gelişme deneyimin
basit bir sonucu değildir, yapıdaki biyolojik temelli özel bir
değişimi yansıtır (otuz yaşındaki birinin bilişsel süreçleri yedi yaşındaki
birininkinden niteliksel olarak farklıdır). Organizmik yaklaşım
gelişimin hedefiyle ve davranışın örgütlenme biçimiyle ilgilenir; davranışın
dışsal nedenini değil, bireyin içindeki değişim kurallarını tanıma
ve tüm sistemi betimleme amacını güder. Bu yaklaşımda birey etkindir,
etkinliğinin kaynağı da kendisidir. Diyalektik yaklaşım insanın
sürekli değişen bir çevreyle etkileşim içinde olduğunu kabul eder.
Gelişim, aralarında hiçbir zaman yetkin bir uyum bulunmayan biyolojik,
fiziksel, psikolojik ve toplumsal boyutlara sahiptir. Diyalektik
yaklaşım birey ile toplum arasındaki ilişkiye odaklanır; bireyin gelişimi
büyük ölçüde tarihsel andaki olaylardan etkilenir (bu nedenle, yüzyılımızda
doğmuş birinin gelişimi geçen yüzyılda doğmuş birininkinden
farklı olacaktır). Diyalektik yaklaşımın mekanistik ve organizmik
yaklaşımların kavramlarını bütünleştirebileceğini ileri süren gelişimciler
vardır (Perlmutter ve Hall, 1992).

Şimdi, daha önce sözünü ettiğimiz gelişim kuramlarını birbiriyle
karşılaştırarak inceleyebiliriz.

Olgunlaşma kuramı insanoğlunun sırasal bir büyüme (sequential
growth) gösterdiği ilkesini embriyoloji çalışmalarından almıştır. Embriyonun
epigenetik olarak bazı evrelerden geçerek büyüdüğü ve bu sıranın
her zaman sabit olduğu bu çalışmalarda ortaya konmuştur. İşte
bu embriyolojik modeli çocuk gelişimine uygulayan kişi Arnold Gesell
(1880-1961) olmuştur. Gesell'e göre, olgunlaşma mekanizması
doğumdan önce olduğu gibi sonra da gelişimi yönlendirmeyi sürdürür.
Gelişim hızları açısından çocuklar arasında farklılık olmakla birlikte
hepsi aynı sırayı izler. Çocuklar, sinir sistemleri yeterli derecede
olgunlaştığında, oturur, yürür ve konuşurlar. Bu gelişmede öğrenmenin
çok az katkısı vardır. Ancak Gesell normal gelişim için belirli çevresel
koşulların da gerekli olduğunu kabul eder. Olgunlaşma süreci herhangi
bir biçimde zarar gördüğünde normal gelişim de engellenecektir.
Örneğin embriyo oksijen yokluğuna uğrarsa organların gelişiminde
ciddi sorunlar görülür. Doğum sonrası gelişimde de çevrenin belirli
koşulları taşıması gerekmektedir. Örneğin, çevrelerinde yeterli derecede
uyaran olmayan, yeterli bakım görmeyen kurum çocukları iyi gelişemezler.
Gesell en önemli çalışmalarını devinim gelişimi alanında
yapmış, ancak olgunlaşma mekanizmasının bütün gelişimi belirlediğini
kabul etmiştir. Gesell'e göre çocuk yetiştirmek de olgunlaşma
ilkesinin tanınmasıyla başlamalıdır. İnsanoğlu dünyaya biyolojik evrimin
ürünü olan bir programla gelir; anababa belirli kurallara zorlamadan,
çocuğu kendisinden alacağı doğal ipuçlarına göre eğitmeyi bilmelidir.

Gesell'i eleştiren kuramcılara göre, çocuğun gelişiminde dış çevre
iç plandan daha etkilidir. Gesell ayrıca, gelişimdeki yaş normlarını
çok kesin biçimde verdiği, olabilecek değişiklikleri dikkate almadığı
için de eleştirilmektedir. Buna karşılık Gesell'in, özellikle bebeğin
devinim gelişimine ilişkin normları hala çok değerlidir; çocuğun kendini
ayarlaması, anababanın da buna duyarlı olması ilkesi de geçerliğini
korumaktadır.

Psikanalizin gelişim psikolojisine belli başlı katkısı evre kavramıdır.
Freud (1856-1939) insan gelişiminin çeşitli evrelerini tutarlı bir
sistem halinde betimleyen ilk bilim adamıdır. Son olarak psikanaliz,
insanın eylemlerinin ve düşüncelerinin ilk bakışta görüldüğünden daha
karmaşık olduğunu öğretmiştir bize.

Psikanaliz kuramı gelişim alanını etkilemiş olmakla birlikte, çağdaş
gelişimciler genellikle birçok psikanalitik görüşü yetersiz ya da
yanlış bulmaktadırlar. Örneğin, ilk üç psikoseksüel evrenin yetişkinlikteki
kişilik gelişimini belirlediği görüşü normal çocukların araştırılmasında
pek az destek bulmuştur. Ayrıca, yetişkinlikteki kişilik özelliklerinin
ve davranışların çoğunun sosyo-kültürel çevreden ve gündelik
yaşamdan etkilendiği konusunda görüş birliği vardır. Psikanalizin
tarihsel önemi bütün bu tartışmaları başlatan ilk kuram olmasıdır.

Toplumsal öğrenme kuramının en önemli adı olan Bandura insan
yaşamında "gözlem yoluyla öğrenme"nin önemini savunur. Gözlemsel
öğrenme dört süreç içinde gelişir: Dikkat etme, akılda tutma, davranışı
tekrarlama, pekiştirme ve güdüleme. Aslında bu dört süreç birbirinden
ayrı değildir, birlikte işler. Bandura bu dört sürece dayanan "model
alarak öğrenme" olgusunu, daha geniş bir çerçeve içinde asıl
"toplumsallaşma" süreci açısından değerlendirir. Toplumsallaşma süreci
içinde bir toplumun üyelerine toplumsal kabul gören davranışlar, cinsiyet
rolleri öğretilir. Kişi toplumsallaştıkça dış ödül ve ceza sistemlerine
bağımlı kalmadan kendi iç denetim örüntülerini geliştirir. Kişi kendini
değerlendirme standartlarını oluştururken gözlemlediği modellerin
standartlarını örnek alır. Toplumsal öğrenme kuramcıları paylaşma,
yardımlaşma, işbirliği gibi olumlu toplumsal davranışların da bu modellerden
etkilendiğini kabul ederler. Sonuç olarak bu yaklaşımda,
model davranışlar aracılığıyla insana her tür davranışın öğretilebileceği
ilkesi benimsenmektedir.

Toplumsal öğrenme kuramcısı Banduranın görüşleri ile bilişsel
gelişim kuramcısı Piaget'in görüşleri arasında birleşen ve ayrılan noktalar
vardır. Her iki kuramcı da çocuğu öğrenme süreci içinde oldukça
etkin ve bilişsel bir varlık olarak kabul eder. Ancak Bandura dış çevrenin
etkilerini savunurken, Piaget iç güçlerin önemini vurgular. Piaget'e
göre gelişim, dışardan öğretilenden bağımsız olarak, çocuğun içsel
ilgi ve merakı sonucu kendi kendine ilerleyen bir süreçtir. Bu süreç
bazı içsel değişikliklerle evrelerin ortaya çıkmasını sağlar. Daha çok
çevreci olan Bandura ise Piaget'in görüşlerini iki açıdan eleştirir. Bandura
ya göre çocuklar çevreye içsel bir merak duydukları için değil,
pekiştiricilerle özendirildikleri için öğrenir, daha sonra bu dış
değerlendirmeleri içselleştirirler. Yine Bandura'ya göre çocukların ne
öğrendiklerini evreler değil izlenen modeller belirler; hatta toplumsal
öğrenme yöntemleriyle Piaget'in evrelerini değiştirmek bile olanaklıdır.

Bilişsel gelişimciler dış çevrenin çocuk üzerindeki etkisinin önemini
kabul etmekle birlikte çocuktan kaynaklanan gelişime de yer vermek
istemektedirler. Dolayısıyla gelişimciler, Bandura'nın kendiliğinden
öğrenme olgusunu ihmal edişini eleştirmektedirler. Gelişimcilere
göre Bandura çok fazla çevrecidir ve bu tutum dikkatimizin çocuktan
uzaklaşmasına yol açmaktadır (W. Crain, 1980).

Piaget'e göre zeka gelişimi "sürekli ve ilerleyici bir dengelenme
sürecidir" ve "gelişimin evreleri ya da düzeyleri birbirini izleyen
dengelenme basamaklarından oluşur." Gelişim sırasında birbiri ardına ortaya
çıkan farklı bütünsel yapılar doğuştan değildir, derece derece kurulurlar,
bir oluşumun sonucudurlar. Zeka esas olarak etkin bir doğaya
sahiptir. Ruhsal yaşamın hareket noktası bilinç değil, etkinliktir ve
ruhsal gelişim eylemin derece derece zihinselleşmesinden ibarettir.
Piaget'e göre, "eylem düşünceden önce gelir." Eylem işlemde içselleşir.
Pratik zeka kavramsal zeka haline gelir.

Bilişsel gelişim kuramının belirlediği evreler ile psikanalizin
belirlediği evreler arasında karşılaştırma yapmak yararlı olacaktır. Piaget
(1896-1980) daha başlangıçtan itibaren ve araştırmaları boyunca kendi
bulgularını psikanalizin bulgularıyla karşılaştırmaya çalışmıştır. Sonunda
Piaget, 1933'deki psikanaliz kongresinde kendi zeka psikolojisi
ile psikanaliz arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Piaget, duygusal
gelişimle bilişsel gelişim arasında koşutluk olduğuna, ikisinin de evre
sistemi aracılığıyla belirlenebileceğine inanmaktadır. Piaget zihinsel
ve duygusal evreleri sistemleştirmekte ve her zihinsel evreye karşılık
olan duygusal görünümleri belirtmektedir. Piaget'e göre iki alan arasındaki
koşutluk açık ve kesindir: Duygusal alan, yapısı zihinsel olan
davranışın enerji kaynağını oluşturur. Bu düzenleme Piaget'in evre sistemini
genelleştirmekte ve evre anlayışı kişiliğinin evreleri anlayışı
haline gelmektedir.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:09 AM   #7
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Piaget'e göre Freud'un temel keşiflerinden biri, çocuğun duygusal
alanın iyi belirlenmiş evrelerinden geçerek gelişmesi, evreler arasında
yetkin bir sürekliliğin olması olgusudur. Piaget'in Freud'a yönelttiği
temel eleştiri ise, keşfettiği duygusal olguları yorumlamasının yetersiz
kalması yönündedir. Piaget'e göre bu yetersizliğin nedeni Freud'un hala
geleneksel çağrışımcı psikoloji çerçevesinde düşünmesidir. Piaget
Freud'un keşfettiği temel duygusal olguların kendi evre anlayışıyla ve
sistemiyle kolayca bütünleştirilebileceği inancındadır.

Piaget'e göre, gelişimde bilişsel ögeler ile duygusal ögeler birbirinden
ayırt edilemez. Duygusal alan, zekanın yapılarının değil işleyişinin
tabi olduğu bir enerji kaynağı rolünü oynar. Gerçekte enerjisiz
bir yapı ve yapısız bir enerji olamayacağı için, her yeni yapıya bir
enerji düzenleme biçimi, her duygusal davranış düzeyine de belirli bir
bilişsel yapı tipi denk düşmelidir. Bu açıdan bakıldığında, Piaget'in
sistemindeki farklı evreler onlara denk düşen duygusal görünümlerle
tamamlanabilir. Piaget'e göre gerçeklikte duygusal ve bilişsel davranıştan
ayrı ayrı söz etmek olanaksızdır; her davranış "aynı zamanda
hem o, hem öbürü"dür. Bunu kavramak için yapının ve enerjinin dilini
öğrenmek gerekir. Piaget'in yaklaşımında duygusal gelişim zihinsel
gelişime bağlıdır. Fakat zeka ile duygu arasında bir doğa farkı vardır:
"Davranışın enerjisi duygusal alanı ortaya çıkarır; davranışın yapıları
ise bilişsel işlevleri ortaya çıkarır." Duygusal alan zekanın işleyişine
müdahale eder, ama yapılar yaratamaz. Piaget'e göre, "Duygusal işlev,
ona araçlarını sağlayan ve onun hedeflerini aydınlatan zeka olmadan
hiçbir şey değildir."

Bilişsel gelişim ile toplumsal gelişim arasında da ilişki kurulabilir;
bu ilişkiyi belirten en genel kavram "toplumsal biliş" (social cognition)
kavramıdır. Toplumsal bilişin gelişimi, insani, toplumsal dünyaya
ilişkin bilişlerin gelişimidir. Bu gelişim, ben'in ben-olmayan'dan,
kişinin kişi-olmayan'dan ve bir kişinin başka bir kişiden gitgide ayrılması,
farklılaşması süreci olarak tanımlanabilir.

Piaget'e göre çocuğu çevre ile ilişkiye sokan etkinlik özümleme
ve uyma süreçlerini içerir, zeka da bu özne-nesne ilişkisiyle tanımlanır.
Özne ile nesne arasındaki ilk ilişki ikili olmayan (adüalistik) bir
farklılaşmamışlık ilişkisidir; bu ilişkide ben ile ben-olmayan arasında
hiçbir ayırım yoktur. Sonra iki yönlü bir hareketle, yani deneyimin
değerlendirilmesini sağlayan dışsallaştırma hareketiyle ve zihinsel işleyişin
bilincini kazandıran içselleştirme hareketiyle, kendi özerklikleri
ve etkileşimleri içinde öznenin kurulması ve dünyanın kurulması gerçekleşir.
Piaget'e göre, "zeka ne benin bilinciyle başlar, ne de nesnelerin
bilinciyle; zeka bunların etkileşiminin bilinciyle başlar ve bu etkileşimin
iki kutbunun aynı anda birbirine yönelmesiyle, zeka kendi
kendini örgütlerken dünyayı da örgütler." Başlangıçta her şey özne ve
onun eylemi üzerinde odaklaşmıştır; sonra derece derece merkezden
ayrılma (decentration) gerçekleşir, böylece özne diğer nesneler arasında
bir nesne olur. Piaget'e göre bu gelişimi belirleyen ilke şudur:
Bütünsel bir benmerkezlilikten nesnelliğe geçiş (Tran-Thong, 1978).

Flavell'e göre, toplumsal biliş, insani nesnelerin ve onların yaptıklarının
bilişi anlamına gelmektedir. Bu bilişin içinde ben'e, diğer insanlara,
toplumsal ilişkilere, örgütlere ve kurumlara, genel olarak insani,
toplumsal dünyamıza ilişkin algı, düşünme ve bilgi vardır. Toplumsal
biliş insanları ve insanın yaptıklarını konu edinir. Örneğin makinalar,
matematik, ahlaksal yargılar insani bilişin konuları ve ürünleridir;
ama yalnızca sonuncusu insani toplumsal bilişin konusu sayılabilir.
Toplumsal biliş kesinlikle toplumsal dünyayı ele alır, fiziksel ve
mantıksal-matematiksel olanı değil. Böylece toplumsal biliş alanındaki
özel gelişim eğilimleri şu alanlarda ortaya çıkmaktadır: Algılar,
duygular, düşünceler, niyetler, ben, kişilik, ahlak.

Bilindiği gibi, Piaget'in kuramı öncelikle çocukların bilişsel
gelişimiyle ve onların fiziksel dünyanın işleyişini anlayışlarıyla ilgilidir.
Kuramın temel sayıltısı, insanları ve toplumsal ilişkileri anlamada
etkili olan bilişsel etkenlerin fiziksel dünyayı anlamada rolü olan
etkenlerle aynı olduğudur. Piaget toplumsal dünyanın çocuğu fiziksel
dünyayla aynı biçimde etkilediğini kabul etmektedir. Bu temel kabulleri
nedeniyle Piaget'in modeli -toplumsal deneyimi gelişimin kaynağı
olarak kabul etse bile- toplumsal alanla çok az ilgilenmektedir. Günümüzün
bilişsel kuramcıları ise Piaget'in toplumsal deneyimle ilgili
görüşünü pek paylaşmamaktadırlar. Onlara göre toplumsal deneyimin
çocuk üzerindeki etkisi Piaget'in sandığından hem daha farklı, hem de
daha önemlidir. Toplumsal biliş kavramının ortaya çıkması da işte bunun
sonucu olmuştur (Vasta ve ark., 1992).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:10 AM   #8
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

İİ. YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ

Bilimsel yayınlarda "yetişkinlik" terimi genellikle "bebeklik",
"çocukluk", "ergenlik" terimleri kadar açık ve somut değildir. Örneğin
Freud, yetişkin yaşamı daha önce oluşmuş kişilik yapısının yüzeyinde
sadece bir dalgalanma olarak görür. Piaget ergenlikten sonra önemli
bilişsel değişimlerin oluşmadığını varsayar; Kohlberg ahlak gelişiminin
erken yetişkinlik yıllarında tamamlandığını kabul eder.

Bilim dünyası, Erikson, Bühler, Jung gibi psikologları izleyerek,
yetişkinliğin tek başına duran, ergenlikle yaşlılık arasında ayrımlaşmamış
bir biçimde yer alan bir evre olmadığını kabul etmeye başlamıştır.
Yetişkinliğin bir "varlık durumu" olduğu anlayışı, yerini yetişkinliğin
bir "oluşum süreci" olduğu görüşüne bırakmaktadır.

:::::::::::::::::

1. Yetişkinliğin Tanımlanması

Yetişkin (adult) sözcüğü Latince büyümek (adolescere) fiilinin
geçmiş zaman ortacından türemiştir, dolayısıyla "yetişkin" bir kişi
"büyümüş" bir kişi sayılır. Buradaki tanım sorunu, yetişkinin sadece
fiziksel özellikler bakımından değil, psikolojik özellikler bakımından
da dikkate alınması gereğinden doğmaktadır. Yetişkin kişinin fiziksel
ve psikolojik bakımdan olgunlaşmış olduğu varsayılır. Oysa fiziksel
olgunlaşmayı ölçmek güçtür, psikolojik olgunlaşmayı tanımlamak bile
güçtür, çünkü birtakım psikolojik süreçler yaşlılık yıllarına dek gelişmeyi
sürdürmektedir. Fiziksel ve psikolojik olgunlaşmayı ölçme güçlüğü
nedeniyle birçok gelişimci sorunu atlamış ve sadece yaş düzeyine
dayalı bir tanımı benimsemiştir. Oysa yaş ve yaş sınırları konusunda
da bir anlaşmanın olduğu söylenemez.

Birçok toplumda yetişkinliğin başlangıcı, öğrenim yaşamını bitirmiş,
tam-zamanlı bir işe girmiş ve evlenmiş olmakla tanımlanmaktadır.
Bununla birlikte, bir yetişkin olmak toplumun farklı kesimleri için
çok farklı bir konudur. Üstelik yetişkinliğin kendisi de toplumdaki
farklı yaş grupları için farklı anlamlara gelir. Yetişkinlik bir tek değil
birçok yaşantı içerdiği için herkesin yetişkinlik anlayışı önemli ölçüde
farklılaşır. Halkın yetişkinlik konusundaki duyguları, tutumları ve
inançları toplum içinde yetişkin olan bireylerin oranından da etkilenir.
Günümüzde gençliğe yönelik vurgulamanın çeşitli koşullar düzeldikçe
gelecekte yetişkinliğe yöneleceği beklenebilir.

Öte yandan, yetişkinliğin yaşlılıkla, biyolojik ve toplumsal değişimle
bir tutulması da ortak bir yönelimdir. "Biyolojik yaşlanma", insan
organizmasının yapı ve işleyişinin zaman içindeki değişimlerine
dayanır. "Toplumsal yaşlanma" ise, bir bireyin zaman içinde rolleri
üstlenmesindeki ve terketmesindeki değişimlere dayanır. Bir birey,
doğumdan ölüme, hem toplum tarafından düzenlenmiş evrelerden,
hem de biyolojik evrelerden geçer. Dolayısıyla, bireyin yaşam döngüsü
geçiş noktalarıyla işaretlenmiştir. Toplumun gözünde yaş, yaşam
süresindeki belirli noktalarla bağlantılı bir davranış beklentileri dizisidir.
Toplum, değişik yaşlarda olunacak ve yapılacak uygun şeyleri tanımlar,
buna "yaş normları" adı verilir. Örneğin bir erkek ya da kadın
için "en uygun" evlenme, okulu bitirme, çocuk sahibi olma, emekliye
ayrılma yaşını toplum belirler. Bireyler kişisel isteklerini (kendi
içselleşmiş yaş normlarını) toplumun yaş normlarına uydurmaya yönelirler.

Yaş normları bir role ilişkin "resmi" kurallarla düzenlendikleri
zaman çok açıktırlar. Örneğin, seçimlerde oy verme yaşı, emekliye
ayrılma yaşı böyledir. Yaş normları değişik yaşlara uygun roller konusundaki
beklentiler açısından ise "gayriresmi" olurlar; kişilerin bazı etkinlikler
için "çok genç", "çok yaşlı", "tam yaşında" olduğunu söylemek g
gibi. "Yaşına göre davran!" uyarısı yaşam beklentilerinin çoğunu etkiler.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:10 AM   #9
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

2. Yetişkinliğin Evreleri

Evre kuramcıları çocuk gelişimi gibi yetişkin gelişiminin de birbirini
izleyen evrelerden oluştuğunu kabul ederler. 1970'lerde Daniel
J. Levinson ve Yale araştırmacıları yetişkinlikteki gelişim evrelerini
saptamaya çalıştılar ve erkek yetişkinin gelişiminde altı evre saptadılar.
Levinson ve arkadaşları yetişkinliğin tcmel görevinin yaşamboyu
süren bir yapı yaratmak olduğunu kabul ederler. Bir erkek, yeni
bir yapı yaratarak ya da eskisini yeniden değerlendirerek yaşamını dönem
dönem yeniden kurmalıdır. Levinson'un, Erikson'un psikososyal
kuramına dayanan gelişim kuramında yerleşik evreler ile geçiş evreleri
birbirini düzenli bir sıra içinde izler. Yerleşik evrelerde insanlar
amaçlarını az çok sakin bir biçimde izlerler; geçiş evrelerinde ise insanın
yaşam yapısında büyük değişimler olur.

İlerde açıklanacağı gibi, Levinson'un evre kuramında temel kavram
yaşam yapısı kavramıdır. Yaşam yapısı, bireyin topluma girme
yolları (roller, üyelikler, ilgiler, yaşam üslubu, amaçlar), aynı zamanda
bireyin yaşadığı kişisel anlamlar, düşlemler, değerler olarak tanımlanır.
Bu kuram ilk ve orta yetişkinlikte ortaya çıkan çeşitli evreleri ve
geçişleri saptamaktadır. Betimlenen yaşam akışı, huzurlu ya da kargaşalı
olabilen geçişlerle kesintiye uğrayan görece kararlı dönemlerden
oluşmaktadır. Geçiş'ler bir insanın yaşamını yeniden değerlendirmesine
ve varolan ya da yeni bir yaşam yapısına yeniden bağlanmasına
ilişkin bir bunalımı içerir. Yeni bir yaşam yapısı seçilirse meslekte,
yaşam üslubunda, evlilikte dramatik değişimler olabilir. Levinson'un
erkek yetişkinin gelişimi dönemleri tablosu aşağıda yer almaktadır
(Tablo 7).

Levinson'un erkek yetişkinin gelişim dönemlerine ilişkin açıklamaları
şöyledir:

a. Aileden ayrılma. Onlu yılların sonu ve yirmilerin başlarında
başlayan bu dönem, aile odaklı ergen yaşamı ile yetişkin dünyasına
girme arasındaki geçiş dönemidir. Genç erkek askerlik ya da üniversite
gibi bir geçiş kurumu seçebilir ya da evde kalmayı sürdürerek
çalışmaya koyulabilir. Bu dönem sırasında ailede kalmak ile dışarıya
gitmek arasında hemen hemen eşit bir denge vardır. Ailenin sınırını
tam olarak aşmak temel bir gelişim görevidir. Çünkü bu değişiklik
yeni roller edinmeyi, yaşam düzenlemeleri yapmayı, daha özerk ve sorumlu
olmayı gerektirir. Bu dönem aşağı yukarı üç-beş yıl sürer.

Tablo 7

Yetişkinin Gelişim Dönemleri

Dönemler - Yaşlar

Aileden ayrılma; aileden bağımsız olma çabası - 16-18'den 20-24'e

Yetişkin dünyasına katılma; yeni bir ev, yetişkin
rollerinin keşfi ve üstlenilmesi, ilk yaşam yapısının
biçimlendirilmesi - 20'lerin başlarından 28'e

Otuz yaş geçişi; yaşam yapısının yeniden
değerlendirilmesi - 28'den 30'a

Durulma; kararlı bir yuva kurma, başına buyruk
olma - 30'ların başlarından 38'e

Orta yaş geçişi; yaşam yapısının yeniden
değerlendirilmesi - 38'den 40'ların başlarına

Orta yetişkinliğin kararlılık kazanması - 40'lann ortaları

Kaynak: Levinson ve ark., 1974. Aktaran Liebert ve
Wicks-Nelson, 1981

b. Yetişkin dünyasına katılma. Bu dönem erkeğin yaşamında
ailesinin odak noktası olmaktan çıkmasıyla başlar. Yetişkin arkadaşlar,
cinsel ilişkiler ve çalışma yaşamıyla erkek kendini bir yetişkin olarak
tanımlamaya başlar. Bu yeni tanım ona, onu geniş topluma götürecek
geçici yaşam yapısını biçimlendirme olanağını verir. Bu dönem
sırasında erkek, yetişkin rollerini, sorumluluklarını keşfeder ve üstlenir.
Bir iş kurabilir, bir meslek geliştirebilir, sonra onu terkedebilir;
otuz yaş dolaylarında, yaşamına daha fazla düzen ve kararlılık getirmesi
konusunda baskılar artıncaya dek, bunalımını artıran bir başıboşluğa
kapılabilir.

c. Durulma. Bu dönem genellikle otuzlu yılların başlarında
başlar. Erkek, toplum içindeki yerini almış, bir yuva kurmuş, uzun
süreli planlar yapmış ve bunların peşine düşmüş, geleceğine ilişkin bir
görüş, bir düş geliştirmiştir. Sonraki yıllarda yaşam çizgisinde temel
değişiklik, düş kırıklığına uğrama, aldanma ya da ilk düşe yeterince
ulaşamama ile ortaya çıkar.

d. Başına buyruk olma. Bu dönem otuzlu yılların ortasıyla
sonları arasında ortaya çıkar, erken yetişkinliğinin en yüksek noktasını
ve geleceğin başlangıcını temsil eder. Bu dönemde erkek, ne elde etmiş
olursa olsun yeterince bağımsız olmadığını düşünür. Üstündekilerin
otoritesinden kurtulmak ister, genellikle üstlerinin kendisini çok
fazla kontrol ettiklerini ve ona çok az serbestlik tanıdıklarını düşünür.
Kendi kararlarını verebileceği ve işi gerçekten yürütebileceği zamanı
sabırsızlıkla bekler. Eğer birlikte çalıştığı daha deneyimli bir arkadaşı
ya da patronu varsa, bu dönemde onlardan uzaklaşır. Bu dönemde erkekler
toplum tarafından, en çok değer verdikleri rolleri içinde tanınmak
isterler. Önemli bir ilerleme, terfi ya da bir başka yolla tanınmak
isterler.

e. Orta yaş geçişi. Bu dönem, daha kararlı iki dönem arasına
gelişimsel bir geçiş dönemi, dönüm noktası, sınırdır. Bu dönem
çoğunlukla erkek kırklarındayken ortaya çıkar ve erkek başarılı da başarısız
da olsa gerçekleşir. Bir erkek son derece başarılı olabilir, yine
de bir boşluk ve acı bir tat duyar. Eğer başarısızsa bir türlü köşeyi
dönememenin acısını yaşar. Genel olarak, "şimdi elimde ne var?" sorusu
ile "gerçekten istediğim ne?" sorusu arasındaki farklılık erkekte bir
ruh arayışı ara dönemi yaratır.

f. Yeniden kararlılık kazanma. Kırk beş yaş dolaylarında orta
yetişkinlik yaşamına temel oluşturacak yeni bir yaşam yapısı biçimlenmeye
başlar ve üç-dört yıl sürer. Bu, son gelişim dönemi değildir,
ancak Yale araştırmacılarının incelediği son dönemdir. Bu dönem, yeniden
meydan okunan, yeni bunalımların yaşandığı, benliğe yönelik
tehdidin oluştuğu bir dönemdir. Freud, Jung, Goya, Gandhi gibi erkekler
derin bir orta yaş bunalımı yaşamışlar ve bundan müthiş yaratıcı
kazançlar elde etmişlerdir. Dylan Thomas, F. Scott Fitzgerald,
Sinclair Lewis gibi erkekler ise bu bunalımla başa çıkamamışlar ve
bundan zarar görmüşlerdir (Vander Zanden, 1981).

Yetişkin gelişimi konusunun gitgide daha fazla ilgi çekmesine
karşın, yetişkin kadının gelişim evrelerinin henüz pek araştırılmamış
olduğu söylenebilir. Levinson'un erkek yetişkinin gelişiminde saptadığı
evrelerin kadın yetişkine uygulanamayacağı da açıktır. Kadına
yüklenen geleneksel rollerin günümüzde hızla değişmesi ve yerini daha
çağdaş rollere ve anlayışlara bırakmasıyla, kadının yetişkinlik deneyiminin
artık erkeğinkinden çok farklı olacağı, dolayısıyla farklı bir
evreler kuramını gerektireceği söylenebilir.

Nitekim, araştırmalar kadınların da benzer evrelerden, ama birtakım
önemli farklılıklarla geçtiklerini göstermektedir. Örneğin, kadınlar
otuzlu yaşlarında "durulma" yerine yaşam yapılarına yeni bağlanımlar
getirmeyi denemektedirler.

Öte yandan, yetişkin gelişiminde evre yaklaşımının yetişkin yaşamını
aşırı ölçüde basitleştirdİği ileri sürülmektedir. Bernice L. Neugarten
bu sava üç kanıt getirmektedir. Birincisi, yaşam olayları zaman
dizisinin gitgide daha az düzenli olması ve genel çizgilerin daha akıcı
bir yaşam döngüsüne yönelmesidir. İkincisi, her yaştan yetişkinlerin
bildirdiği psikolojik temaların, tek bir sabit düzen içinde tipik bir biçimde
gelişmeyen ve durmadan yeni biçimlerde ortaya çıkan temalar
olmasıdır. Üçüncüsü, yaşam süresi boyunca pek çok içsel değişimin
evreye benzemeyen biçimde yavaş yavaş ortaya çıkmasıdır.

Lawrence Kohlberg, doğru bir evre kuramının şu dört niteliği taşıdığını
savunmaktadır: 1) Bir evre kuramı gelişimin belirli noktalarında
yer alan yapılarda niteliksel farklılıklar içerir. 2) Bu farklı yapılar
bireysel gelişimde değişmez bir sıra, düzen ya da ardarda geliş
gösterir; kültürel etkenler gelişimi hızlandırabilir, yavaşlatabilir ya da
durdurabilir, ama sırasını değiştiremez. 3) Farklı bir yapıyı oluşturan
değişik ögeler bütünleşmiş bir yanıtlar demeti olarak ortaya çıkarlar.
4) Evreler hiyerarşik bir bütünleşme gösterirler; daha yüksek evreler
daha aşağı evrelerdeki yapıların yerini alır ya da onlarla bütünleşirler.

Neugarten doğru bir evre kuramının bu niteliklerinin genellikle
yetişkinliğe uygulanamayacağını ileri sürmektedir. Çünkü niteliksel
değişimleri farketmek çoğu zaman güçtür; katı bir biçimde belirlenmiş
biyolojik bir zaman düzeni yoktur; önemli yaşam olayları çocukluktakinden
daha değişken bir düzen içinde ortaya çıkar.

Levinson da, bir evre kuramının yetişkinlerin bir dizi evre içinde
değişmez adımlarla ilerledikleri anlamına gelmediğini kabul etmektedir.
Bir insanın yaşamındaki değişimin derecesi ve hızı kişilikten ve
çevresel etkenlerden etkilenir. Levinson, insanların farklılığı nedeniyle
yetişkinlikteki gelişimin düzenden yoksun olduğunu ileri sürenlere
de katılmamakta, görevinin insanların yaşamının zaman içindeki açılımının
temel ilkelerini bulmak olduğunu savunmaktadır (Vander Zanden, 1981).
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-25-2006, 12:10 AM   #10
M@D_VIPer
Forum Kalfası
 
M@D_VIPer Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: BeyCoast
Mesajlar: 7,003
Teşekkür Etme: 26
Thanked 333 Times in 269 Posts
Üye No: 4853
İtibar Gücü: 3000
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi : M@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond reputeM@D_VIPer has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

3. Yetişkinlik Kuramları

Bu bölümde aktarılacak kuramlar, aslında tüm yaşam döngüsünü
açıklayan ama (örneğin Freud ya da Piaget'den farklı olarak) yetişkinlik
yıllarıda da önemle eğilen kuramlardır.

a. Bühler'in İnsan Yaşamının Akışı Kuramı.

Charlotte Bühler ve öğrencileri yaşam akışını (life course) 1930'larda
Viyana da topladıkları yaşam öyküsü ve özyaşam öyküsü verilerini
kullanarak incelemişlerdir. Yaşam döngüsünde meydana çıkan
olaylar, tutumlar ve başarılardaki değişimlere dayanan evrelerin düzenli
akışını ortaya koyan bir yöntembilim geliştirmişlerdir. Aynı zamanda,
yaşamöykülerinde ortaya çıkan yaşam akışı ile biyolojik yaşam
akışı arasındaki koşutlukla da ilgilenmişlerdir. Böylece beş biyolojik
dönem saptamışlardır. 1) İlerleyici büyüme, 15 yaşına kadar; 2)
Büyümenin cinsel üretme yeteneğiyle birlikte sürmesi, 15-25 yaşlar; 3)
Büyümede kararlılık, 25-45 yaşlar; 4) Cinsel üretme yeteneğinin yitirilmesi,
45-65 yaşlar; 5) Gerileyen büyüme ve biyolojik iniş, 65 yaş ve ötesi.

Tablo 8

Bühler'in Yaşam Dönemleri

Yaşlar - Dönemler

0-15 - Evdeki çocuk, kendi belirlediği amaçlardan yoksun.

15-25 - Genişleme hazırlığı ve kendi belirlediği amaçları deneme.

25-45 - Yükselme: Amaçlannı özel ve kesin biçimde kendinin belirlemesi.

45-65 - Bu amaçlar için çabalamanın sonuçlarını kendinin değerlendirmesi.

65 ve sonrası - "Doyum ve başarısızlığın yaşanması: Kalan yıllarının
süregiden uğraşlarla veya çocukluğun gereksinim giderici yönelimlerine
geri dönüşle geçirilmesi."

Kaynak: A.J. Horner, 1968, aktaran Kimmel, 1974.

Dört yüz yaşamöyküsünün incelenmesine dayandırdıkları araştırmalarında
Bühler ve ekibi, bu beş biyolojik döneme karşılık olan
beş yaşam dönemi önermişlerdir.

Bühler'in öğrencilerinden Frenkel gelişimsel ilerlemeyi aşağıdaki
biçimde açıklamaktadır:

"Çocukluktan -yaşamın birinci döneminden- yeni
kurtulmuş genç insan yaşamı konusunda ilk planları yapar
ve ilk kararları alır; bu, ergenlikte ya da hemen sonrasında
gerçekleşir. Hemen ardından yaşamın ikinci dönemi başlar.
Bu dönem genç insanın gerçeklikle karşılaşma -temas kurma-
isteğiyle nitelenir. İnsanlarla ve mesleklerle ilişkisi bu
amaca dönüktür. Kişiliğinde bir 'genişleme' olur. Yaşamının
ne getireceğini öğrenebilmek için tutumlarında gösterdiği
geçicilik de karakteristiktir. İkinci dönemin sonunda bireyler
yaşama karşı kesin bir tutum sahibi olmuşlardır. Üçüncü
dönemde canlılık hala en yüksek noktasındadır, ama artık
belirli bir yön ve özellik kazanmıştır. Bu nedenle bu dönem
çoğu zaman öznel deneyimlerin en yoğun olduğu dönem
olma özelliğini taşır. Dördüncü döneme geçiş genellikle bir
bunalımla kendini gösterir, çünkü bireyin gittikçe açılan
güçleri bu noktada duraklamaya başlamıştır, fiziksel yeteneğe
ya da biyolojik gereksinmelere bağlı birçok şeyden
vazgeçmesi gerekmiştir. Biyolojik eğrideki ve onunla bağlantılı
etkinliklerdeki düşüşe karşın, bu dönem yaşamın
üretkenliği ve yararları konusunda yükselen bir ilgi çizgisi
gösterir. Beşinci dönem en çok sözü edilen dönem olarak,
ölümün yakınlaşması, yalnızlık yakınmaları nedeniyle dinsel
sorunların ağırlık kazandığı dönemdir. Bu son dönem
genellikle geçmişe ilişkin yaşantılar ve geleceğe ilişkin düşüncelerle,
yani ölümün yaklaşmasına ve insanın geçmiş
yaşamına ilişkin düşüncelerle doludur." (Frenkel, 1936)

Bühler'in görüşü, büyüme, kararlılık kazanma ve inişe geçme gibi
biyolojik süreçler ile, etkinlik ve başarılarda genişleme, yükselme
ve daralma gibi psikososyal süreçler arasındaki koşutluğu vurgular.
Çoğu zaman biyolojik eğri psikososyal eğriden daha ilerdedir; bu, zihinsel
yeteneklerine güvenen bir insanın fiziksel güçleri inişe geçmeye
başladıktan sonra bile daha yıllarca yüksek bir üretkenlik düzeyi
sürdürmesi durumunda doğrudur.

Bühler, kuramın yeniden düzenlenmesinde, bir bireyin kendi yaşamı
için amaçlar saptaması sürecini vurgulamaktadır. Böylece bu gelişim
sıralaması yaşamın farklı dönemlerinde bir bireyin amaç saptamadaki
farklı bakış açılarını da yansıtmaktadır. Örneğin, yükselme
döneminde özdoyuma ideal biçimde yol gösteren amaçlar yaşamın ilk
on yılında derece derece kurulmaktadır; bazı enerjik insanlar bu
amaçları dördüncü dönemde yeniden gözden geçirebilir ve yeni amaçlar
saptayabilirler; fakat birçok insan için yaşamın ikinci yarısında
amaçlar büyük olasılıkla durağanlık ve emeklilikle yer değiştirir.

Kuhlen bu büyüme, yükselme ve daralma kuramını biraz değiştirdi.
Kuhlen'e göre büyüme-genişleme güdüleri (başarı, güç, yaratıcılık
ve kendini gerçekleştirme) bireyin davranışına yaşamının ilk
yarısında egemendirler; bunlar, göreli olarak doyuruldukları (başarı
ya da seks gereksinmesinde olduğu gibi) ve kişi yeni toplumsal konumlara
geldiği için (anne olmak ya da bir kuruluşun başkanı olmak
örneklerinde olduğu gibi) kişinin yaşamı boyunca değişebilirler. Kuhlen,
yaşın ilerlemesiyle birlikte gereksinmelerin "doğrudan" doyurulmasının
yerini "dolaylı" ya da "başkalarının doyumu ile" doyurulmasının
aldığını belirtmektedir. Dolayısıyla insanın yaşam döngüsü
bir "genişleme ve daralma eğrisi" olarak nitelenebilir.

Kuhlen'in açıklama modelinde, yaşamın ikinci yarısında anksiyete
ve tehdit daha önemli bir güdülenme kaynağı olmaktadır. Bu, genişlemenin
sona ereceğini hissettiği ve yerine konmaz yitimlerle karşılaştığı
orta yaşlarda başlayabilir. Kuhlen, ilerleyen yaşla birlikte bireylerin
daha az mutlu olduğunu, kendilerini daha olumsuz gördüklerini
ve özgüvenlerini yitirdiklerini belirten pek çok araştırmadan söz
etmektedir; yaşlı insanlardaki anksiyete belirtilerinin artışı dikkati
çekmektedir. Bu veriler, erkeklerle ve aşağı sınıftan kişilerle
karşılaştırıldığında, kadınların ve yukarı sınıftan kişilerin yaşlanmaktan
daha fazla etkilendiğini göstermektedir.

Özet olarak, yetişkin gelişimine ilişkin bu görüş, yaşam döngüsünün
iki genel eğilim içinde görülebileceğini belirtmektedir: Büyüme-genişleme
ve daralma. Yaşamın ortalarında bir yerde bu iki karşıt
eğilim arasında büyük bir dönüm noktası yer alabilir. Bühler bu dönüm
noktasını, orta yılların -yaklaşık 40-45 yaşlar- yükselme dönemini
izleyen kendini değerlendirme döneminde görmektedir. Kuhlen
bu dönüm noktasının daha az belirgin olduğunu söylemektedir; bu
nokta, ilk büyüme-genişleme güdülerinin doyurulması sonucu yeni
güdülerin ortaya çıkması olabilir, fiziksel ve toplumsal yitimler sonucu
ortaya çıkabilir, belirli bir duruma "kapanmış olma" duygusundan
doğabilir, yaşamın yarısını yaşamış olmanın sonucu olabilir. Büyük
olasılıkla, bu dönüm noktası biyolojik, psikolojik ve toplumsal etkenlerin
etkileşiminden doğmaktadır. Bühler, araştırmaları sonucunda,
amaç saptamadaki -ya da güdülenmedeki- bu değişiklik kadar önemli
bir diğer konunun da, bireyin amaçları doğrultusunda doyuma ulaşıp
ulaşmadığını değerlendimmesi olduğunu belirtmektedir; bu değerlendirme,
yaşlılık uyumsuzluğunda biyolojik gerileme ve güvensizlikten
çok daha etkili (kritik) olmaktadır.
__________________

M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır...


Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!!
M@D_VIPer çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Uyku ve Yaşlılık BeatLes Revir 0 04-05-2010 01:05 AM
Ölüm GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 10-07-2007 07:40 AM
'Yaşlılık aylığı yükseltilmeli' / 1 ekim M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 0 10-01-2006 03:30 PM
'Yaşlılık aylığı yükseltilmeli' / 1 ekim M@D_VIPer Eskiler (Arşiv) 0 10-01-2006 03:24 PM
Romatizma yaşlılık hastalığı değil Karizmatix Eskiler (Arşiv) 1 03-19-2006 03:20 AM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:52 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.