![]() |
![]() |
#1 |
Bağımlı Üye
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: İst.
Mesajlar: 3,489
Teşekkür Etme: 22 Thanked 136 Times in 66 Posts
Üye No: 5863
İtibar Gücü: 2333
Rep Puanı : 20870
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() POSTMODERNİZM
II. Dünya savaşının ardından ortaya çıkan iki durum vardı: 1- insanın içindeki kötücül potansiyel ve bu kötülüğün, kilisenin ona öğretmeye çalıştığı gibi yalnızca iyiliğin yokluğu olmayacağı. 2- ikinci nokta ise, köktenci düşünce kalıplarının açmazıydı. Çünkü kökencilik Auschwitz' de (Nazilerin Yahudi toplama kampı) kanıtlandığı üzere, aynı soydan ve kökenden gelmeyenlerin yadsınarak yok edilmesini içeriyordu. Gelecek artık geçmişteki kökenlere göre düzenlenemez oluyordu. Auschwitz' le birlikte sürekli yeniden gündeme gelen acının anlamı sorusu (yani eğer tanrı varsa, bunca acıya nasıl izin verir?) yeni bir doğrultuda ele alınmaya başlanıyordu Nag Hammadi Metinleriyle (1945-46 yıllarında Mısır çölünde bulunan, o güne değin bilinen gnostik metinlerin en önemlisidir); batı tarihi ve düşüncesi bu metinlerin ışığında yeniden değerlendiriliyordu. Bu metinlerde dile getirilen düşüncenin çarpıcılığı insanı ve dünyayı yeni bir ilişki içinde tanımlamasından kaynaklanıyordu. İnsan, bu dünyada yaşamasına karşın, bu dünyalı değil, tersine; bu dünyaya yabancıydı gnostiklere göre. Çünkü 'olası dünyaların en iyisinde' kötülüğün kökeni sorusuna yanıt bulamayan gnostikler, yalnızca tek bir evren, tek bir evrenbilim, tek bir yaradılış ve tek bir tanrıdan yola çıkan dinlere karşı gelerek, varoluş nedeninin birbirinden farklı iki güç olması gerektiğini düşünüyorlardı. Nasıl hastalık, yalnızca sağlığın yokluğu değil de kendi başına apayrı bir gerçeklikse; kötülüğü de iyiliğin öteki yüzü olarak değil, iyilikten bağımsız bir gerçeklik olarak düşünüyorlardı. Kötülüğün tanrısıyla iyiliğin tanrısının aynı yaradan olamayacağı sonucunu çıkarıyorlardı. Böylece; aydınlığın gücüyle, karanlığın gücünün birbirinden bağımsız iki farklı güç olması gerektiği sonucuna varıyorlardı. Heidegger'den iki bin yıl önce onunla aynı kavramları kullanan "antik çağın bu varoluş felsefecileri" insanın yabancısı olduğu bir "varoluşun içine fırlatıldığını" ve bu varoluşta mutsuz olduğunu söylüyorlardı. İnsanın içine fırlatıldığı bu dünyayla bir ilgisi olmadığı gibi, ışıktan düşerek gelmişti yabancısı olduğu bu varoluşa; onun ışıktan olan özü ,varolmayı, kabullenmek zorunda kaldığı bir yük olarak algılıyor ,bedenin içinde tutuklu olan özünü bir acı çekme kaynağı olarak görüyordu. Bu dünyada karanlık gücün tutuklusu olmuştu insanın ruhu; özlemi,yabancısı olduğu bu dünyadan ve onu bu dünyaya tutuklu kılan kötülükten kurtularak ışıktan olan özüne, kendi benliğine geri dönmekti. Gerek Hellenizmin, gerekse hırıstiyanlığın evrenbilimine karşı çıkılıyordu iki bin yıl önce; bedeni ve maddeyi yaratan tanrıyla ruhu ve ışığı yaratan tanrı kesin bir ikilikle birbirinden ayrılıyordu. Böylece gnostikler dünyanın sonunu beklemeye başladılar. Oysa ortaçağın ardından, geç ortaçağ gnostikleri bu dünyaya artık değişiklik istemiyle ayak basıyor, kötülüğü bu dünyadan kaldırmak istiyor ve bunun uğruna savaşıyorlardı. Kilise baskıyla bu işi halledemeyeceğini anlayınca akıl yoluna başvurdu; Leibniz 'Tanrı kötü değildir. Ama tanrı dünyaya yabancı bir tanrı olmadığı için yalnızca iyi niyetli de değil, tersine akkıl ve gerçekçi bir tanrıdır. Sonlu bir dünyada her şey sonlu olduğu için, kusursuz olamaz ve olmamalıdır. Tanrının amacı, dünyaların en iyisi değil, olası dünyaların en iyisini yaratmaktadır. Bu yüzden tanrı iyiliğin arasına kötülükte serpiştirivermiştir. Dolayısıyla tanrı, yalnızca olası dünyaların en iyisinin en iyi tanrısıdır. Kusursuz görünmesine karşın, Leibniz felsefesinde açıklığa kavuşmamış çok önemli bir nokta vardı: eğer tanrı iyi değil de, ancak olası dünyaların en iyisini yaratabilecek bir güce sahiptiyse, neden dünyayı yaratmakatan vazgeçmemişti ? neden dünyayı yaratmakta ısrar etmişti ? Bu sorunun Kant ve Fichte' den gelen köktenci yanıtı, dünyayı yaratanın tanrı değil, insanın ta kendisi olduğuydu. Cennetten kovulduğu andan itibaren dünyanın sorumlusu insanın kendisiydi. Yaradan artık tanrı değil, insandı ve kendini yaratan bu insan kesin bilimlerin deney ve kullanım dünyasını (Kant) tarihi de (Fichte, Hegel) kendisi yaratmıştı. Tarih insanın cennetten kovulduğu an başlıyordu. Cennetten kovulmayla insan, kendi yaratısı olmayan bir sonsuzluktan kendi yaratısı olan bir sorumluluğa geçiyordu. Daniel bell' in eskilerin sonuncusu, yenilerin ilki dediği Hegel' le birlikte gelen tarih felsefesi, büyük bir denge değişikliğine yol açıyordu. Hegel' le birlikte, o güne değin tanrıya özgü olan öngörü, mutlak bellek, tanrıdan alınarak tarihe veriliyordu. Zamansızlıktan zaman, cennetten dünyaya geçildikten sonra artık her şey insanın ve tarihin elindeydi. Tarih felsefesi kavramı bile anlayamayacağı bir şeydi eskilerin, zamansızlığın uzamıydı çünkü eskiden felsefe, oysa şimdi, insan aklının geliştiği yer, zamana ve tarihe dönüşüyor; anlam, artık zamansızlıkta değil, sonlulukta ve tarihte aranıyordu. Kötülüğün kökeni artık belli ki tanrının eksikliğinde ya da kötülüğünde değil, tarihin ve insanın kötülüğünde aranmalıydı. Metafizik yerine insanbilim, mutlak yerine tarih felsefesi. Heine 1895 yılında 'Almanya'da dinin ve felsefenin tarihi' adlı kitabını 'çanların çaldığını duyuyor musunuz ? Diz çökün ! Ölen bir tanrıya ekmekle şarap getirin' cümlesiyle bitiriyordu. Yeniçağda insanlar tanrıyı öldürmüşlerdi. Acıların ve kötülüklerin kol gezdiği bu dünyada tanrı ancak ölümüyle ve yokluğuyla savunulabilirdi. Tanrıdan kalan boşluğu ise insanın kendisi doldurmak zorunda kalıyordu. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Bağımlı Üye
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Konum: İst.
Mesajlar: 3,489
Teşekkür Etme: 22 Thanked 136 Times in 66 Posts
Üye No: 5863
İtibar Gücü: 2333
Rep Puanı : 20870
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() POSTMODERNİZM VE MİMARİ YAPI
“Bir aşamada yapısalcılık–sonrasıyla(post-strüktüralizm), post-endüstriyalizm ile ve bütün bir “yeni fikirler” cephaneliğiyle bağıntılı görünen postmodernizm, gittikçe artan ölçüde, bir takım yeni duygu ve düşüncelerin bir bileşimi olarak ortaya çıkmaya başladı. Sırf toplumsal eleştirinin ve politik pratiğin standartlarını tanımlayış tarzı bile, toplumsal ve pratik gelişmeleri belirleme ve yaşamsal bir etki yaratmaya aday olduğunu gösteriyordu. Son yıllarda da tartışmaların ölçütlerini belirtiyor, “söylem” tarzını tanımlıyor, kültürel, politik ve düşünsel eleştirilerin parametrelerini düzenliyor.” (Harvey, 1997:9). Öyleyse bu kadar geniş bir vizyona sahip olan postmodernizm kavramı nedir? 1970’li yıllardan beri dünyamızda yaşanan değişmeleri postmodernizm kavramı olarak tanımlamak doğru bir yaklaşım mıdır? Postmodernizm, modern olandan mı doğmuştur, yoksa modernizme, modern olana bir tepkiyi mi ifade eder? Aslında postmodernizm terimi hakkında kimse bütünüyle anlaşmaya varamıyor. David Harvey’in de belirttiği gibi; kimileri postmodernizmi, modernizmin insanları, toplumları, kültürleri homojenleştirmesine bir tepki olarak görürler. Genellikle pozitivist, teknolojik merkezli ve rasyonalist eğilimli olarak algılanan, evrensel modernizm, doğrusal gelişmeye ve mutlak doğrulara inançla, toplumsal düzenin rasyonel biçimde planlanmasıyla ve bilgi ve üretimin standartlaşmasıyla özdeşleştirilir. Buna karşıt olarak, postmodernizm, “kültürel söylemin yeniden tanımlanmasında, heterojenliği ve farklılığı özgürleştirici güçler olarak” öne çıkarır. Parçalanma, belirlenemezlik ve bütün evrensel “bütüncül” söylemlere karşı derin bir güvensizlik, postmodern düşüncenin temel özellikleridir (Harvey, 1997: 21). Bir başka tanımlanış tarzı ile postmodernizm; toplumsal teori, düşün küresi ve yaşam alanlarını bulanıklaştırır, varolan gerçeklik ve çelişkileri örtbas eder, böylece de eleştiri kanallarının başat olan kapitalizme yönelimini engelleme işlevi yüklenir. Her şeyden önce “çok kesinliğin çağı” olarak görülen modernizenin aksine kaotik ve “belirsizlikler” ile yüklü bir dünya inşa etmek için çaba gösteren, eş deyişle kesinliklerden kuşku duyan ve hiçbir yaşantı vaad etmeyen, bunun içinde “her şey gider” sloganı ile her türlü farklılıkları eleştirmeksizin teşvik etmeye özen gösteren postmodernizmi masum bir entelektüel çaba olarak kavramak gerekir (Kızılçelik, 2001: 10). Postmodernizm; birbirleriyle düz ve çaprazlama ilişkiler kuran imgeleri ele alır ve göstergebilimcinin sabit ve tek açılı görüşünün yerine, parçalanmış ve sık sık kesintiye uğrayan yapısı “bakış”ın konması gerektiğini savunur (Mcrobbie, 1999: 25). Ve Orhan Türkdoğan’ın anlatımıyla postmodernizm; marksizme, kapitalizme, pozitivizme ve modernliğin tüm değerlerine adeta bir başkaldırmadır. Postmodernizm, batının modernlik zihniyetine batıdan kaynaklanan bir protestodur. D. Falk’ın yerinde tespitiyle, “post-modernizm; bilim, rasyonalizasyon, hakikat, evrensellik, üretimde faydanın maksimizasyonu ve lâiklik ilkelerine dayanan ve modernist söylemin bir parçası olan kapitalist ve sosyalist modellerin iflasının bir sergilenmesidir (Türkdoğan, 1999: 204). Postmodernizm; yereli, yerel kültürü ve yerelleşmeyi önemseyen, etnik ve dinsel köklere dönüşü öne çıkaran, otantik motif, söylem ve bilgilerle beslenen bir anlatıdır (Kızılçelik, 2001: 5). Bu özelliğiyle postmodernizmin Avrupa’nın dünyanın geri kalanı üzerindeki egemenliğinin sonu ve “yerel” yada azınlık kültürlerine söz hakkı verdiğini göstermektedir. Yerelliği savunan, farklılıkları, parçalanmışlıkları öne çıkaran bu anlatı modernizmin evrenselliğine karşıttır ve dolayısıyla her alanda özgürleşim olan bir toplumu hedeflemektedir. Postmodernizmin yerelliği savunması dünyada sadece bir-iki kültürün egemen olmasını değil de diğer bütün kültürlerin kendini ifade etmesine olanak vermesi bakımından belki bir anlamda kabul edilebilecek bir yaklaşımdır ama günümüz dünyasında geçerlilik kazanması zor bir anlayıştır. Literatüre 1970’li yıllarda kentsel yaşamın özelliklerinde temel bazı değişiklikler yaşanmıştır. Hemen hemen bütün kentleri cam gökdelenler, yüksek beton apartmanlar, uzun yer altı köprüleri çevrelemiştir. Mimaride bir tür gelenekselliği dönüş başlamıştır. Şimdi akıllarda modern olan nasıl geleneksel olur diye bir soru uyanabilir. Postmodern düşünce bunu şöyle ifade eder: “Çünkü doğa ve akıl bize tek gerçek ve kalıcı modern tarzın, klasik tarz olduğunu gösterir” (Appignanesi, 1996: 7). Postmodern kenti yenilenmiş, yeniden kullanıma kazandırılmış her türlü çevre kaplıyordu. Tarihsel değeri olan eskimiş binalar yıkılmadan tekrar yapılandırılıyor yani restorasyonlarla kente tekrar kazandırılıyordu.” “Her şey daha tatminkâr bir kentsel çevre yaratma adına yapılıyordu” (Harvey, 1997: 55). Bu kentsel yapı geleneklere, tarihlere, istek ve ihtiyaçlara duyarlı olmayı amaçlar. Böylece postmordern mimari büyük ölçüde müşterinin zevkine göre hareket eder. Böyle bir mimari anlayışta ne yazık ki zengin olana, güçlü olana hizmet ettiğinden yoksullar, fakirler postmodern kentin bir tarafına itilirler. Bugün çok net olarak görülmektedir ki zengin semtlerde inşa edilen alış-veriş merkezleri, lüks oteller yada deniz manzaralı gece kulüpleri, barlar sadece belli bir kesime daha da açık bir ifadeyle parası olana hizmet etmektedir. Sahil kenarında veya Boğaz’da modern bir restorantta balık yemek fırsatı ancak gelir seviyesi yüksek insanlara sunulmuştur. Postmodernizm, kenti farklılığın ve çeşitliliğin mekanı olarak kabul eder. Kentler bir yandan farklılıkların oluştuğu bir yandan farklılıkların giderildiği çeşitli imajların, reklamların gerçek olmayanı gerçek olanla aynı kıldığı mekanlardır (Bal, 2002: 185). Kısacası kurgu, parçalanma, ekletizm (birleştirme) bütün bunların dokularına işlemiş bir gelip-geçicilik ve kargaşa duygusu, belki de günümüzün mimari ve kentsel tasarım pratiğinde hakim olan temalardır ve açıktır ki burada sanat, edebiyat, sosyal teori, psikoloji, felsefe gibi çeşitli alanlarda var olan düşünce ve pratikte ortak olan çok şey vardır.” (Harvey, 1997: 119). |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Postmodernİzm Ve Mİmarİ Yapi | ÇaKıR- | Eskiler (Arşiv) | 0 | 02-25-2008 10:54 PM |