![]() |
![]() |
#1 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() GÜL BABA
Her büyük kuruluşun başlangıcı çok defa kesin belgeye dayanmayan efsanelerle anlatılır. Galata Sarayı'nın başlangıcı hakkında da Gül Baba Efsanesi vardır.. Ama Gül Baba gerçektir. Galatasaray Lisesi’nin koltuk kapısı yanından Yeni Çarşı Caddesi’nden yokuş aşağıi Tophane’ye doğru inerken, eskiden merdivenli, şimdi dik yokuşun ortasında sağ tarafta, birkaç ağacın bulunduğu açıklıkta Gül Baba’nın mezarı vardır. Kitabesinde; "Tarikat-ı aliyye meyayık-ı kiramından GÜL BABA hazretlerinin Türbe-i Şerifi ' ’ittisalinde Acı Çeşmeli Akdemce 1285 senesi tarihinde türbedarı bulunan merhum Pirinççi Tahir Efendi namına bina ve inşaasına olup, muahharen dahi zaman himmetiyle çeşme-i harap, mail-i turap olduğundan, türbedarı mümailleyhin mahdumu Pirinççi İbrahim Efendi berdi himmet ederek müceddeten bina ve ihya edildiği hayratıdır. Sene 1287 - Miladi 1870" yazmaktadır. Bu kitabe, 1968 yılında mektebin lise olarak kuruluşunun yüzüncü yıl kutlamaları sırasında, Galatasaraylılar Derneği tarafından tesis ve teşvik edilen Yüzüncü Yılı Kutlama Derneği tarafından lahtin bakım ve tamiri sırasında tespit edilmiştir. Galata Sarayı'nın başlangıcı hakkında Gül Baba Efsanesi vardır. Tarihlerin 2. Beyazit zamanında belirttiği, yukarıda türbesinin olduğu yeri belirtilenden başka, bir de Macaristan’da, Budapeşte’de Gül Baba Türbesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın, muhteşem bir merasimle cenaze töreninde hazır bulunduğu Gül Baba’nın Kanuni’nin büyükbabası 2. Bayezit zamanındaki Galata Saray'ının kurulmasına amil olan Gül Baba ile aynı kişi olup olmadığı belli değildir. Yalnız Budapeşte'de muhteşem cenaze merasimi yapılan Gül Baba'nın fevkalade yaşlı ve Kanuni Sultan Süleyman'a ata yadigarı bir ulu kişi olduğu kesindir. GALATA SARAYI’NIN TESİS VE İCADI Asrı Bayezit Han-ı saniye kadar, Galata, Perşembe Pazarı’nın VOYVODA KONAĞI’ndan yukarısı sayd-ü şikare çesban, cebeli cengelistan olmasıyla Bayezid Han-ı sani hazretleri avene-i civanide (avda) mevsim-i şitada bu şahsarı vehalzarda bir gün tesayyuda tasaddi buyurduklarında, esna-i tek-u püde tesir-i şideti bad-ü bertten bihuzur olarak, teshini vücud edecek bir mahal cüstücusunda iken, Tophane'den Beyoğlu'na doğru çıkan ve Galata Sarayı'nda canibinde Boğazkesen sahrasında bulunan bir kulübe derununda taze gül fidanları içinde bir aziz-i mütabbidin aram-ı meşduu hümayunları cihetiyle, ülfet-ü azizden mahzuniyet hasıl olarak, azizi müşarün-ü leyhe (Gül Baba) bir dilhahınız var mıdır? buyurduklarında cevaben: "Padişahım şu zirveciğe bir mekteb-i irfan tesis-ü tertip buyur da orada okuyup yazanları, hizmet-i hümayununda istihdam eyle vakten minelevkat devletine lazım olur " cevabıyla, eliyle gösterdiği otuz bin zira’dan ziyade olan arsanın etrafına duvar çekilerek bir cami-i şerif ile ikişer yüz adamı istiab eder üç koğuş ve her koğuşa birer hamam ve zabit dairesi ve mutfak inşa ve... Galata Saray ağası nasp ve tayin... Ve bidayet dersleri hocalığına müşarün-ü leyh Gül Baba'yı tayin eder... Ve Galata Saray'ı Enderun-u Hümayun'a ikinci ve Saray-ı Hümayundaki küçük oda birinci Mekteb-i İdadi ittihaz ve bakiye-i kanunlarının İKMALİNE ASR-I SÜLEYMAN-I HANİ de ikmaline ağaz olunmuştur. (Tarih-i Ata’dan anlaşıldığına göre Kanuni Sultan Süleyman, Gül Baba’nın Budapeşte’de vefatında, kendisine tarihlere geçecek bir cenaze töreni yaptırarak GALATA SARAYI’ nın varoluş ve yönetim kurallarını koymuştur.) Galata Saray’ı bir enderun okuludur. İdadi, yani orta öğretim yaptıktan bir de Edirne Sarayı vardır. Buralarda yetişen öğrencilerden başarılı olanlar Topkapı Sarayı’ndaki Enderun’a alınır, oradaki tahsillerini tamamlayınca askeri ve mülki görevlere tayin olunur veya Merkezi hükümette, Saray’da görev alırlardı. 2. Mahmut zamanında vaka-i hayriye denilen yeniçeriliğin kaldırılmasına kadar devletin yönetim elemanları bu okullardan yetişirlerdi. Galata Sarayı’nda eğitim, anlamı 18. yüzyılda Fransız ihti-lalinde tanımlanan, LAİK idi. Evliya Çelebi meşhur "Seyahatname'sinde İstanbul'un madenlerini anlatırken, GÜL BABA'dan bahsetmiştir. "Madeni isna aşer, Tophane kasabası ensesinde Galata Sarayı namıyla mevsuf ve maruf saray-i padişahının altında eski İslambol namıyla muttasıl madenden hasıl olur ki cemi dünyada eski İslambol demiri deyu meşhur olmuştur. Amma mekanından bir ferdin dahi haberi yoktur. Ta! Vizendon nam kralın zamanında hazreti Hızır Ayasofya'nın mimarı iken anın ilkasıyla bulunup Ayasofya'nın cemi hadid (demir) mühimmatı ve levazımatı ve tavuk pazarındaki dikili taşın bentleri, bilcümle mazkurun haddi İslambol'dur. Ta ki Bayezid-i veli zamanında raygan olup hüddamları haddi halis ihraç ederlerdi. (halis demir çıkarılırdı.) Sultan Bayezid-i veli derviş nihad padişah-i ebuteslim olmakla bu maadine her bar gelip abu havasından hazzedip bir kaç kere habir muallimler ile ol cayu mahudda yatıp bir kaç defa o mahalli latifte Hazreti risaleti menamında görüp hazreti risaletin talimiyle anda bir dar-ı şifa ve tahsil-i ulum için bir medrese inşa edip her kim anda bir kerre bismillah dediyse müfessirin ve muhaddisinden ulu kimseler olurdu, ahir-ı kar sarayı has olup hüddam ve gımana has kılınıp...." Evliya Çelebi'nin pek belirgin olan mübalağa sanatını ve olayları bazen çarpıtıp kendi görüşüne göre anlatmasını hoş görürsek, burada önemli olan, İstanbul'daki madenlerden bahsederken konuyu Galata Sarayı'na getirmesidir. Semte adını veren GALATA ismi yakın zamanlara kadar açıklanamamıştır. İngiltere, Southampton Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde Dr. Anne Ross'ın çalışmaları konuya açıklık getirmiş CELT-KELT'ler ve, veya yayıldıkları Avrupa'da aldıkları isimlerle GAUL'ler, GALCYA'lılar, GALAT/aianlar hakkında kesin bilgiler sahibi olmamıza olanak sağlamıştır. Galatasaray Lisesi ön bahçesi... Atatürk'ün okulumuza imzalayarak verdiği resmindeki GALATA SARAY'a yazısında SARAY kelimesi Osmanlılarda süslü, içinde padişahın haremiyle yaşadığı yer anlamında değil, hükümet işlerinin görüldüğü, idare yeri anlamındadır. Nitekim Fatih'in yaptırdığı Topkapı Sarayı; Kanuni Sultan Süleyman, Haremi buraya taşıyıncaya kadar yalnız devlet işlerinin görüldüğü idare merkezi ve yüksek derece Enderun okuluydu. Edirne Sarayı ve Galata Sarayı orta derecede (idadi) Enderun okullarıydı. Böylece Atatürk'ün okulumuza imzalayarak verdiği resimde yazdığı gibi; GALATA SARAYI adının ne olduğu açıklanmış bulunuyor. GÜL BABA Sultan bu ya ,pek fazla sıkılmış bir gün, Durmuş bakınıyorken sarayından göğe üzgün, Sadrazamı hürmetle eğilmiş önünde, -Sultanımızın neşesi pek yoksa bugün de , -Sis örtüleri altında o haşmetle uyurken, Seyreylesek İstanbul'u yüksek tepelerden, Eğlenceli olmazmı çıkıp kırda gezinsek! Vaktiyle , o Türk aslanı Sultanımızın,pek Çok sevdiğibir kır atı varmış,ona binmiş, Geç vakte kadar kırda veziriyle gezinmiş. Lakin,yarı sarhoşluğa düşmüş birden, Sultan çok uzaktan dolu dizgin geçerken, Dizginleri çekmiş ve durup şöylece bir dem , Sadrazama sormuş: -Nerden geçti ki meltem , Mest olmuş eserken,ediyor insanı sarhoş, Bir kokla geçen rayihalar bakne kadar hoş ! Sadrazam gülmüş ve : Yakınlarda demiş,bir Gül bahçesi vardır,hele gayet güzeldir. Şayet yüze Sultanımız arzu buyurursa... -Elbet gidelim,hem bakalım , sahibi varsa , -Sohbet ederiz onla biraz! Sonra da bir an : Atlar yine birdenbire mahmuzlandıktan! Yaydan kopan oklar gibi rüzgarları yarmış, Çok geçmeden atlar,o güzel bahçeye varmış. Bir bahçe ki : örtmüş yer her yerde çiçekler... Bir bahçe ki :boynunda büküklük minecikler... Bir bahçe ki : güller bile sarmaş dolaş olmuş... Sultan bu güzellikleri görmüş ve şaşırmış, -Gül bahçesi ,lakin ne zamandan? diye sormuş. Bir noktaya dalgın,bakıyormuş,gibi sanki, Sadrazam hülya dolu gözlerle demiş ki : -Vaktiyle bu çıplak tepenin sahibi yokmuş, Rüzgarlar esermiş gece çılgın gibi yaz kış, Kuşlar üşüşüp dallara bir mesken ararken, Sağnak gibi şimşekler inermiş kara gökten, Bir yemyeşil atlasla döşenmiş yine her yer, Birgün yine cennet gibi süslenmiş o yerler. Narin o fidanlardaki dallarla örtülmüş. Bahçeyle artık bu toprakların yüzü gülmüş. Lakin,bu güzel bahçede bir "Gül Baba" varmış, Derler ki o mecnun gibi yalnızca yaşarmış. -Gelsin bakalım söylediğin "Gül Baba " kimmiş? Hayhay! diyerek Vezir atından yer einmiş. Güller arasından ,daracık yolda yürürken, -Munis ve şefkatli bakışlarla ilerden, Örtülmüşe benzer gibi sakin başı karla, Bakmış geliyor "Gül Baba" bir nurlu vakarla! Yetmiş yaşı alnında asaletle yanarken, İnsan onu hep indi sanırmış yere gökten. Sadrazam koşmuş ve demiş: -Gül Baba! Sultan, Kalkıp bir seni, görmek için geldi uzaktan. -Hayhay! diyerek vezri atından yere inmiş. Bak! kendisi üstünde atın,gel ! seni bekler. Sultan da ,o haşmet ile gelirken gülerek der: -Güller ne güzel,onları hep sen mi büyüttün ? -Elbet diyerek"Gül Baba" dallardaki süzgün, Munis sarı güllere tutup kırmızılardan, Kesmiş iki gül,sonra demiş: -Ey Yüce Sultan! -İstersen anılmak yine rahmetle eğer hep, Yaptır bu büyük bahçeme bir koskoca mektep. Millet ve vatan uğruna binlerce evlat, Her an seni elbet çalışırken edecek yad ! Güllerdeki renkler de onun arması olsun ! İsmim de benim,böylece rahmetle anılsın ! Ey "Gül Baba" herşeyde sesinden var akisler, Herşey bize hala bu güzel kıssayı söyler... Yıllarca senin bahsini etsek,yine pek az, Zira,bu güzel kıssa şu mısralara sığmaz ! Bizler yine rahmetle anarken seni artık, Mermerden olan kabrini güllerle donattık. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Mekteb-i Sultani
-------------------------------------------------------------------------------- GALATA SARAYI ENDERUN OKULU 1481-1826 Fatih, Avrupa'daki Rönesans hareketinin farkındaydı, Enderun Okulları (Saray Mektepleri) Rönesans'a ayak uymak amacıyla kurulmuştu. 2. Bayezit, güzel bir raslantı ile Galata'da, Tophane'nin sırtlarındaki demir madenleri civarında Gül Baba'ya rastlayıp konuşması sonucu Galata tepesinde Galata Sarayı Enderun Okulu'nu yaptırdı ve Gül Baba da ilk hocalardan biri oldu. Gül Baba'nın bektaşi dedesi olması, Bektaşi kültür ve felsefesinin Galatasaray'da daima etkin olmasına yolaçmıştır. Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar yaşamış, Budapeşte'nin fethinden sonra orada vefat etmiş, cenazesi muhteşem olmuş, Sultan Süleyman tabutunu taşımış iç organları Budapeşte'deki zaviyesine yaptırılan bir türbeye, tahnit edilen vücudu da istanbul'a getirilerek Galatasaray'ın altındaki zaviyesi yanındaki mezarına tevdi edilmiştir. Mektep binası bugünkü şekliyle (ön avludaki yan kollar hariç), Sultan Süleyman tarafından, kanunnameleri yenilenerek, Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. 1907 yangınından sonra Galatasaray mezunu Mimar Vedat ve o zamanki Ermeni başmimar tarafından bugünkü haline getirilmiştir. GALATA SARAYI TIBBİYE-İ ADLİYE-İ ŞAHANE 1831 - 1862 Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra Galata Sarayı 2. Mahmut tarafından Tıbbiye Mektebi olarak açılmıştır. Öğretim Fransızca, Fransız hocalar tarafından yapılır olmuş. O zamanki dış kapı farklıdır ve bugünkü dış kapı Sultan Abdülaziz zamanında Galatasaray Sultanisi 1868'de açılırken yaptırılmıştır. GALATA SARAYI SULTANİSİ 1867 - 1923 Galata Sarayı, Sultan Abdülmecit zamanında, Tıbbiye Gülhane'ye taşındıktan sonra boş kalmış, bir ara askeri idadi olarak kullanılmıştı. 1867'de Abdülaziz'in Avrupa'yı ziyaretinde 3. Napolyon ile yapılan görüşmeler sonucu Sadrazam Âli Paşa, Fuat Paşa ve Saffet Paşa'nın gayretleriyle bina tamir ettirilmiştir. Bugünkü ana giriş kapısı da o zaman yaptırılır. Fransa'dan hocalar, ders araçları getirilmiş, mektep binası alnına Fransa'dan getirilen büyük saat konulmuş, böylece Türkiye'de ilk alafranga saat uygulaması Galatasaray'da başlamıştır. 1 Eylül 1868 günü Mr. De Salve müdürlüğünde Fransızca öğretim yapmak üzere Galata Sarayı Sultanisi açılır. Çok kıymetli Türk hocalar da Türkçe dersleri vermek için mektebe gelirler. Bu tarihten sonra Galatasaray, Türkiye'de bir ilkler kurumu haline gelmeye başlar. 1871'de Fransa'daki 3. Napolyon'un Alman yenilgisi ve Paris Komünü olayları mektep tarafından yakından takip edilir. Önce Fransa'daki bu karışıklıklar, sonra Balkan, 1. Dünya ve İstiklal savaşları mektebi oldukça etkiler. Pek çok Galatasaraylı şehit ve gazi olurlar. Atatürk'ün Galatasaray'a ilgisi 1914-15 yıllarında başlar. 1923'de Cumhuriyetin ilanında Galatasaraylı izciler, başlarında oymak beyi Adnan Akıska ile Ankara'ya giderler, Atatürk de 1930 ve 1933 yıllarında iki defa Galatasaray'ı ziyaret ve teftiş ederek kutlar ve imzalı resmini hediye eder. Gül Baba'yla Bektaşi kültürünü, Tevfik Fikret'le çağdaşlık ve batılılığı, Fransız kültürüyle özgürlüğü benimseyen Galatasaray, Atatürkçülüğün de sarsılmaz kalelerinden biri olmuştur. RUŞEN EŞREF ANLATIYOR GALATASARAY'DA İLK FUTBOL VE MISIRLI MEHMET ALİ Mektebin üçüncü sınıfına gelmiştik. Oyun bahçemiz sınıfların arka tarafına gelen büyük bahçe idi. Burada mektebin mutfağına açılır bir küçük kapı olduğu gibi, müdürün bahçesinde bir yol vardı. Üç arkadaş ben, Ali Rauf ve Küçük Ali -sonradan Kabak Ali diye meşhur olan Galatasaray kulübünün meşhur oyuncularındandı- bir tenis topu almış, aramızda oynardık. Bazı arkadaşlar gelirler, bizim kedi yavruları gibi, atlaya, zıplaya sağa sola koşa dolaşa, hatta bazan da düşe kalka oynaşımızı seyrederlerdi... Bir gün, hemen daima, iki eli pantalonunun iki cebinde gezen, yaz kış palto giymeyen Mısırlı Mehmet Ali de yanımıza geldi. Mehmet Ali kısa boylu, geniş göğüslü, çelik pazılı bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Bir gözü kör olduğu için siyah gözlük kullanırdı. Arkadaşları arasında da 'Kör Ali, Kör Mehmet Ali' diye anılırdı. Ama bun kimse yüzüne karşı söyleyemezdi. Diyebilirim ki, mektebin en kuvvetli genciydi. Tabii hallerinde çok sakin, hatta hareketsizdi. Mütalaa salonunda ve sınıflarda yeri en son sıra idi. Orada başını önüne eğer, okur mu, düşünür mü, uyur mu? Kimse bilmezdi. Kimseyle konuşmazdı. Şakayı sevmezdi. Gece, yattığı demir karyolanın bütün demirlerini kırar, koparırdı. Bu onun için bir jimnastik, bir ekzersizdi. En çok sevdiği ders, kuvvetini gösterebildiği jimnastik dersleriydi. Deli lakabiyle müştehir jimnastik hocamız Faik Bey'in de pek sevgilisi idi. Mehmet Ali'nin, jimnastik salonunda, büyük bir muvaffakıyetle kullanamadığı alet yoktu. En ağır gülleyi o kaldırır, hem de zahmetsizce kaldırırdı. Barre fixe, barre parallèlle'de asma merdivende, asma sütunlarda yapmadığı marifetler yoktu. Çift koluyla, tek koluyla kuvvet gösterileri yapar, herkesi hayret, Faik Beyi de meserret içinde bırakırdı. Bu sakin, bu sessiz delikanlının bir mubassırı dövüp hapse girmediği gün de yok gibiydi. Kendisine cezası bildirildiği zaman fesi arkasına atılmış, gömleğinin ön düğmeleri çözülmüş, kendisi de yere çakılmış bir çelik heykel gibi dimdik, sessiz ve hareketsiz dururdu. Onun bu acı kuvvetini adamakıllı tatmış oldukları halde, yine kendilerini tutamıyan talebesi arasında gösteriş yapmak istiyen, külhanbeyi tabiatlı Rum maitre d'étude'ler surveilant'lar da vardı. Bunların da ekserisi palikarya Rumlardı. Mehmet Ali bizim top oyunumuzla ilgilenmeye başlamıştı. Bir ara o da iştirak etti. Biz üç arkadaş, imkanı yoktu onun ayağından topu alamıyorduk. O, çeki taş gibi ağır adam, fare ile oynayan bir kedi çevikliğiyle topu önümüzde fırıl fırıl döndürüyordu. Bir gün bize: 'Bir küçük futbol alınız da, size futbol oynamayı öğreteyim!' dedi. Biz o zamana kadar futbolu bilmiyorduk. O zaman, spor edevatı satan bir İngiliz mağazası vardı. Oradan bir topla bir pompa aldı. Futbol başlamıştı. Biz üç arkadaş ve Mehmet Ali top oyununa girişmiştik. O bize ayakların nasıl kullanılacağını, ayağın iç ve dış yanları ile topun nasıl idare edileceğini, havadan hızla gelen topun derhal yerde nasıl durdurulacağını, o hızla inen topun ufkî bir şekilde, derhal, kaleye nasıl atılacağını, karşınıza gelen muhasımın elinden topun nasıl kurtarılacağını, ya iki tarafındaki arkadaşlardan birine, yahut ileride hatta bazan da gerideki arkadaşa nasıl aktarılacağını, öndeki topu ayak vasıtasiyle kaldırıp başla nasıl vurulup ileri atılacağını, havadan hızla gelen topu arkadan topukla vurarak nasıl öne alınacağını, hasılı, futbolla ilgili binbir oyunu bize öğretiyordu... Bazan biz kalede duruyorduk, o şut atıyordu, tutmak ne mümkündü? Bazan o, kalede duruyordu, biz şut atıyorduk. Geçirmek ne mümkündü. Mehmet Ali topa elle hemen hiç dokunmazdı. Hatta kaleden atarken bile ayağının ucuyla usulca kaldırdığı topa öyle bir vuruş vururdu ki, top gülle gibi fırlar giderdi. Karşısında durmağa kimse cesaret edemezdi. Bize, topa vuruşun çeşitli şekillerini gösterip öğrettikten sonra tek kale teşkil etmemizi söyledi. Yeni katılan birkaç arkadaşla tek kale kurduk. Kendisi kaleye geçti. O çeviklikle kalece pek, pek az bulunurdu. Topu öyle idare ediyordu ki, biz hayrette kalıyorduk! Hem de tek gözüyle... Bazan da bizlerden birimiz kaleye geçiyorduk, o bize şut atmanın tekniklerini gösteriyorduk. Fakat onun attığın şutun karşısında kim durabilirdi? Top kaleciyle beraber ağlara takılır... Gün geçtikçe top hevesi artmağa, yeni yeni oyuncular katılmaya başladı. Fakat çığırından da çıkmıştı. Bir kör döğüşü halini almıştı. Oyundan çekilen ve bir zamanlar, oynayanları uzaktan seyreden Mehmet Ali oyundan tamamiyle çekilmişti. Ondan sonra da onun ne olduğunu hatırlayamıyorum. |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() a mektepten çıktı, yahud da çıkarıldı. Fakat, ondan yadigar kalan futbol şekillenmeye başladı. Doğrusunu söylemek icap ederse oyunlar onun gösterdiği nizam ve intizamdan usul ve kaideden uzaklaşmıştı. Önceleri bir curcuna haline gelen oyunlara iştirak eden ve bir zenci Abdülmuttalib vardı ki, gözlüklüydü. Son derece miyoptu. Topa vuracağı zaman gözlüğünü eline alır, gözlerini kapar, Allah'a sığınır, bir domuz topu gibi kaldırır kendini boşluğa atardı. Artık tekme kimin kısmeti ise ona rastgelirdi. Çok zaman top yerine, karşısına çıkanın çenesini bulurdu, çenesi kırılan, bacağı sakatlanan haline şükrederdi. Oyunlar öyle bir hal almıştı ki, tasvir ve tasavvuru mümkün değildi. Ne rüzgar, ne yağmur, ne kar bu çılgınlar fırtınasını dindiremezdi. Derslere, hatta yemeklere toz, toprak, çamur içinde girer, bunda da hiçbir mahzur görmezdik... Nihayet, sabah, öğle ve akşam, büyük teneffüslerde, kunduracının yanına koşar, ayakkabılarımızı, pantolonlarımızı değiştirir, bahçeye öyle fırlardık. Başka çare bulamamıştık... Sonraları Bazar Alman'da satılmaya başlanan defter sabunlar imdadımıza yetişmişti. Oyun biter bitmez, çeşmelere koşar, defterden kopardığımız birkaç yaprak sabunla elimizi, yüzümüzü yıkardık. Allah yıkamak eylesin!...
Hiç olmazsa çamurun kabası giderdi. Futbol gittikçe genişliyor ve kuvvetleniyordu. Fakat biraz da tatonmant'larla... İleride Galatasaray kulübünü teşkil edecek olan elemanlar da görünmeye başlamışlardı: İç Robensonlar, Kürt Celal, Sütlaç Bekir, Emin Bülend, Küçük Ali, Ali Sami, Ayı Nikolof, Sütçü Milo. Robensonların en büyüğü Yakup hakikaten de, sade yaşça değil, boyca da en büyükleri idi. Fakat çapaçulca bir gençti. Gençti diyorum, çünkü çocukluk çağını çoktan geçirmişti. Ortancaları, Abdürrahman, en ağır başlıları idi. Küçükleri Ahmet Robenson en sevimli, en cana yakın en hareketlileriydi. Daha küçük kardeşleri olduğu da söylenirdi. Ben onu hiç tanımıyorum. Bunlar aslen İngilizdiler. İhtida etmiş, Türkleşmişlerdi. Belli idi ki, futbola da bir dereceye kadar vakıftılar... Kürt Celal, çok canlı, çok şirin, çok sevimli, çok da kuvvetli bir arkadaştı. Oyunda daima ileri, daima ileri giderdi. Gerilediği görülmemişti. Topu ayağıyla karşısındakini de omuzları veya gödesiyle sürer ***ürürdü. Zaten, söylediğim gibi, bu ilk toplu oyunlar intizamlı, tertipli, kaideli birer oyun olmaktan ziyade, sür gitsin oyunlarıydı. Kürt Celal, yazı hocamız Kürt Ahmet Efendinin küçük kardeşi idi. Ahmet Efendi, ne kadar karanlık, ne kadar ağır, ne kadar durgun idiyse Celal de o kadar neş'eli, o kadar çevik, o kadar hareketli idi. Biçare, Balkan harbinde şehit olan fedakar, vatanperver arkadaşlarımızdandı. Sütlaç Bekir, müdür Abdurrahman Beyin odacısı Mehmet Ağa'nın küçük oğluydu. Çiçek bozuğu olduğu için arkadaşları kendisine Sütlaç Bekir derlerdi. Çok mûnis, çok uysal, çok sevimli, çok hatırşinas, çok candan bir arkadaştı. Güçlü, kuvvetli ve gürbüzdü. Emin Bülend, Macar Ömer Paşa'nın oğlu veya torunuydu. Çok mert, çok kuvvetli, sporsever, yüksek sesli, hareketli, kızıla çalar sarışın renkli, çok terbiyeli bir arkadaştı. Vakit vakit şiir de yazardı. Galatasaray ilk futbol takımının kıymetli elemanlarındandı. Mektepten mezun olduktan sonra, Tevfik Fikret merhumun mektep müdürlüğü zamanında, Galatasaray'da, bilhassa ilk başlıyan çocuklara hoca olmuştu. Orada tekrar buluşmuştuk. Son derece idealist, son derece milliyetperver, ateşli bir gençti. Küçük Ali Çerkezdi. Çevik, süratli, kuvvetli bir arkadaştı. Mehmet Ali ile çalıştığımız zaman o da beraberdi. O, sonradan kulübe girmiş ve esaslı bir eleman olmuştu. Zaten saçsız denecek kadar seyrek saçlı olduğundan başını ustura ile traş ettirirdi. Ali Sami ile karıştırılmaması için Küçük Ali denirken arkadaşları arasında adı Kabak Ali kalmıştı. Ali Sami, koşmak, oynamak, bağırıp çağırmaktan hoşlanmaz, zayıf uzunca boylu, çok nazik ve terbiyeli bir arkadaştı. Oyununda iş yoktu. Mektepteki oyunlarda birkaç defa kaleci durmuş, büyük bir iş görememişti. Fakat idare hussunda muvaffakiyetliydi. Arkadaşları bir araya getirir, nizam ve intizam temin ederdi. Nitekim, Galatasaray Kulübü teessüs ettiği zaman da idareciliği ile temayüz etmiş, kulübün reisi olmuştu. Denizciliğe de maildi. Kulübün denizcilik kısmında, gemicilerin kullandıkları ip düğümlerinin çeşitlerini gösterir koleksiyonlar yapmıştı. Beni, müzelerini gezmeye çağırdığı zaman, bütün bunları ve aldıkları kupaları göstermişti. Mektepte iken, biz onunla öğle tatilleri bir saat kadar süren Cuma günleri oynamak için, anfiteatr'da yapılan din derslerinde futbol dikerdik. Mektepten çıkmaya müsaade etmedikleri için, yeni futbol alamaz, eskilerinin işe yarar kısımlarını ayırır, çifte dikişle, yani kunduracı dikişiyle, birbirlerine ekleyip dikerdik ve oynanılabilecek bir futbol meydana getirirdik. Ayı Nikolof, Bulgardı. Hakikaten de ayıya benzerdi. Hemen hemen hiç boynu, yok gibiydi. Kafası boyunsuz olarak gödesine yapışmış hissini verirdi. Geniş omuzlu, çıkık göğüslü, domuz gibi kuvvetli, fakat korkak bir gençti. Kürt Celal onun celladı idi. Hiç arkasını bırakmaz, rastgeldiği yerde yan yan çarparak itip kakıştırmaktan anlatılmaz bir zevk alırdı. O da hem gözleri, hem sözleriyle yalvarır, Kürdün elinden yakasını kurtamaya uğraşırık. Futbolu fena oynamazdı. Sütçü Milo, Karadağlı idi. Çocuklar kendisine Sütçü lakabını koymuşlardı. Uzun boylu, kuvvetli, yüzü gülmez bir gençti. Bu da Celal'den Şeytandan yılar gibi yılardı... Daha sonradan oyuna katılanlar çok olmuştu. Bu suretle de bir iki tim meydana gelmiş bulunuyordu. Galatasaray futbolu, lise hudutları dışına da taşmıştı. Biz o zamanlar daha , teşekkül eden kulübe iştirak edememiştik. Yeni vazifeler, bizi bu iştirakten alıkoymuştu. Mektepte iken futbol bir ihtiras halinde bütün talebeye sirayete başlamıştı. Tatil günlerinde harice taşan bu sirayet, mektep zamanlarında bir hastalık halindeydi. Top lastikleri patlayıp tamir edilemez hale gelince mektebin duvarlarından aşıp yeni bir lastik veya bir top tedarik edilemeyince meşin topun içine paçavralar doldurularak oynamaya kadar varılıyordu. Hele yağmurlu zamanlarda... Kurşunla doldurulmuşa benziyen topa vurmaya çalışan ayakların, bacakların, onu tutmaya çalışan kolların, hele öpüşme felaketine uğrayan yüzlerin iler tutar, görür, görülür hali kalmıyordu. Karşılıklı tekme düelloları yüzünden ayaktan, bacaktan mahrum kalmak, hatta tahammülü olmayan birkaç arkadaş da hayatlarını kaybetmek bedbahtlığına uğramıştı... En çok keyfimize giden zamanlar tatil zamanları ve cuma günleri öğle teneffüsleri idi. Bu teneffüsler cuma namazı münasebetiyle bir saat devam ederdi. Ama camiye gitmek mecburiyeti çok zaman oyundan da mahrum ederdi. Bu namaz işlerine bakan, pek de okur yazar takımından olmadığı için Necip Ağa diye anılan ihtiyar, fakat dinç ve inatçı bir adamcağızdı. Arkadaşlar onu her seferinde yeni bir oyunla faka bastırdıklarından hiçbir şeye de inanmaz olmuştu. Kah hastalık, kah medh ü sena ederek binbir sebep icad ederek izin koparmak çareleri ararlardı. Bir Cuma günü, arkadaşımız Feyhaman, yağlı boya ile koluna büyük, kanlı, irinli bir yara şekli yaptı. Boyalar da tamamen kurumadan kocaman bir bezle sardık, iki arkadaş da kollarına girerek Necip Ağa'nın önüne kadar ***ürdük. Feyhaman yüzünü, gözünü buruşturarak ıstırap alametleri gösteriyor biz de kendisine acır bir halde görünüyorduk. Bu halde ne namaz kılabilmesine, ne de hatta abdest alabilmesine imkan olmadığını söyledik. Feyhaman ahlar, oflarla sızlanıyor, büyük ıstırap çekiyormuş gibi görünüyordu. Necip Ağa bu gibi oyunlarla kaşarlanmış, hiçbir şeye inanmaz olmuş, ihtiyar bir kurttu. Şüpheli bir sesle: 'Açın bakayım! deyince biz hemen büyük teessürler ve ihtimamlarla yaranın sargısını açmaya başladık. Sargı sona gelince kandan, irinden berbad hale gelmiş yara meydana çıkıverdi. Necip Ağa manzaradan fenalaşmıştı; ona 'Kapa! Kapa!', bize de '***ürün!' diye bağırdı. Keyfimize pâyan yoktu. Oyunumuz tamamiyle muvaffak olmuştu. İyi ama yara Feyhaman'ındı. Onun yanında bulunan biz iki arkadaşın mazeretimiz neydi? Necip Ağa bunu düşünebilecek kafada değildi. Hemen onun yanından ayrılır ayrılmaz, Feyhaman kolundaki bağı çözüp attı. Boyaları çakı ile sıyırdı. Deli gibi kendimizi bahçeye attık.. Biraz sonra idi. Feyhaman havadan gelen topa yetişip tekmeyi savurmak üzere alabildiğine koşarken, kontrol için bahçe kapısından giriveren Necip Ağa ile kucak kucağa gelmez mi? Ağzı hayretten yarı açık kalan Necip Ağa 'Bre kafir! Hani yara?! Yara ne oldu?' deyince, biz yetiştik 'Görmüyor musunuz hocam! Çocuk can acısıdan, nasıl deli gibi sağa sola koşup duruyor. Bir türlü yerinde duramıyor!' dedik. Feyhaman çoktan kaçıp gitmişti. Biz de ayrıldık. Bu işe hiçbir mana veremiyen Necip Ağa, bir müddet aptal aptal baka kaldı... |
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() GALATASARAY’DA İLK FUTBOL
GALATASARAY LİSESİ’NDEN DOĞAN FUTBOL GELENEĞİ Güven Sayın Hepimizin, branşta isminden iftiharla bahsettiği Lisemizin, Türk futbolunun kuruluşunda oynayacağı önemli rolü, zamanının en iyi futbolcularından sayın hocamız Bekir Bircan'dan belirtmesini rica ettik. Kendisi bizi nezaketle karşıladı ve suallerimizi cevaplandırdı. Aşağıda da görüleceği gibi, Türk olarak, Türkiyede ilk futbolu Galatasaray Lisesi talebeleri oynamış ve geliştirmişlerdir. İşte Hocamızın bu mevzuda anlattıkları: - Galatasaraya futbolu ilk defa olarak 1900'de Kadıköy'deki ' Frère 'lerden gelip mektebimizin lise kısmına giren 425 Mustafa Bedri getirmiştir. O zamanın futbolu, bugünkünden çok farklıydı. Her oyundan sonra bir sürü arkadaş hastanelik olurdu. Adeta Rugby oynar gibi!.. Okulda dolayısıyla Türkiye'de ilk futbol oynayanlar : 407 Ali Rana (Eski... milletvekili ve Tekel Bakanı),1085 Hasan Fikret (Galatasaray müdür-" sanisi, merhum), 65 Hüseyin Münir (merhum), 159 Mustafa Hayri (Banka Müdürü, merhum), 364 Refik Cevdet (eski Galatasaray öğretmeni), 889 Ali Sami (merhum). Bu futbol iki sene kadar devam etti. İdare bu oyunu daima yasak ediyordu. Oyunlar yine Grand Cour'da oynanırdı. Oraya girmek haylice zor bir işti. Zaten orası bir spor merkezi olduğu kadar bir Forum'du da. Mektebin edebiyatçıları, matematikçileri orada toplanır, gizlice gelen gazeteler orada okunur ve fikir beyan edilirdi. Bu bakımdan dışarıda kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'te Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima Farisi Hocası merhum Macit Efendi'nin dersinde, anfide sıraların altında oldu. Biz de başkasınıflardan kaçıp oraya geldik. Reis Ali Sami Yen; Katip Emin Bülent (merhum, şair); Kasadar Asım Tevfik oldu. İdareden korkularak kulübe Galatasaray ismi verilemiyordu. Arkadaşların bazıları Glorya, bazıları Odaks, bir kısmı da Kartal ismi üzerinde duruyorlardı. Sonunda Kartal ismi galip geldi. Kulübün ismi Kartal oldu. Bir kartalın açık ağzında bir top; damgamız da bu idi. İlk aidatımız olan yüzer parayı bununla topladık. Dışarıda egzersizlere ayrı ayrı giderdik. Zira Abdülhamid'in devrindeydik ve hür türlü toplantılar yasaktı. Bu idmanları şehir haricinde kırlarda yapardık. İlk renk milli renkti: Kırmızı-beyaz. Fakat sonra hükümetin şiddetinden korkarak Sarı-siyahı kabul ettik. Toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, Kadıköy Kuşdili'nde muhallebici Anton'un dükkanı, bugünkü Fener stadının karşısında Lazar'ın kahvesiydi. İlk egzersizi Kurbağalı derede yapıyorduk. Yanımıza iki kişinin yaklaştığını gördük. İlk önce hafiye zannederek korktuk. Fakat iyice yaklaşınca bunların o zamanki Moda-İngiliz kulübüne mensup adamlar olduklarını anladık. Onlar bize futbolun nasıl oynanacağını izah ettiler, ilk dersimiz bu oldu. İkinci egzersizi kağıthane sırtlarında yapmak istedik. Arkadaşlardan Emin Bülent o hafta mektebe gelmemişti. Çamlıca'daki evine telgraf çektik. '-Pazar günü toplantı var, gel.' Bu telgrafı o zamanın sansürü derhal saraya bildirmiş. Nitekim top oynarken hafiyeler tarafından sarıldık. Durumu okul müdürü Abdurrahman Şeref Bey kurtardı. Saraya giderek bizim hakkımızda şefaatte bulundu. Bir gün yine Kuşdilinde Moda İngiliz kulübünde bir antreman yaparken bu defa Kuşdili Komiseri polislerle oyun sahasına girdi. Biz Türkleri oyundan menederek kararkola ***ürdü. Karakolda katibimiz Emin Bülent Polisleri korkutmak için saraya mensup olduğumuzu söyleyerek onları tehtid etti. Böylece serbest bırakıldık. O zaman hiçbir Türk kulübü ve seyircisi yoktu. Mevcut kulüpler Moda-ingiliz kulübü, İmojen isminde İngiliz sefaret gemisinin tayfalarından mürekkep bir takım Kadıköy isminde Rum ve İngilizlerden kurulu bir diğer takım, nihayet tamamen Rumlardan teşekkül eden Elpis (esperans) idi. Bunlarla yaptığımız maçlarda daima yeniliyorduk. O vakitler İstanbul'da çıkan Levant-Herald adlı bir İngilizce gazete bu maçların kritiğini yapıyordu. Fakat isim ve takımımızdan bahsedemez 'another club' diye yazardı. 'Saray' kelimesinden korkuluyordu. Bize Galatasaray isimini daha sonra halk taktı. Moda'dan Horest Armitach isimli oyuncu bizim kulübe kaptan olarak geldi ve bize futbolu bütün incelikleriyle öğretmeye başladı. İlk maçında Kadıköy'e 11'e karşı 8 golle yenilen Galatasaray nihayet, azimli çalışması sayesinde aynı takımı 4-0 kazanmaya muvaffak oldu. Bu arada mevcut bütün kulüpleri de yenerek şampiyon çıktı ve bunu üç sene devam ettirdi. (1908). Kulübün resmen tesisi 1905'tedir. Bir gün, bir cumartesi, İstanbul tarafında geçmiştik. Şişman Yanko'nun mağazasının vitrinlerinde renkleri sarı ve kırmızı olan ve birbiri üzerine atılmış iki kumaş duruyordu. Hepimiz çok beğendik bu iki rengi... Fakat Emin Bülent'i bir türlü vitrinin önünden çekemiyorduk. 'İlle bu renkleri alalım. Sarı-kırmızı renk yeşil sahanın üzerinde! Bundan alası olamaz...' diyordu. Onun bu ısrarı üzerine kumaşları satın aldık ve diktirilmesi için de Ali Sami'ye devrettik. O da bunları ablalarına diktirdi. İşte Sarı-Kırmızı rengi alışımızın hikayesi...' Bundan sonra Bekir Hoca'dan şu mahut 7-0'lık maçı nakletmesini rica ettik. Dudağında o zarif gülümseme ile anlatmaya başladı: '-Yavaş yavaş başka kulüpler de kurulmaya başlamıştı. Fenerbahçe de bunların arasındaydı. Bir fırtınalı havada Fener'le Kadıköy'de maçımız vardı. Vapurlar güçlükle işliyordu. Çayıra vardığımızda takımda sadece yedi kişinin orada mevcut olduğunu gördük. Fener'e bu maçı tehir etmemizi rica ettik; kabul etmediler. Oynamazsanız bir seramonimizi yaparız, dediler. Kaptan Emin Bülent yedi kişilik takımı kurdu. O gün sakat olan Ali Sami'yi kaleye aldık. Saha çamurlu ve berbattı. Fakat bu mühim maçı, top kalemize bir kere gelmemek üzere, 7-0 gibi açık bir farkla kazandık... Galatasaray İstanbul şampiyonu olduktan sonra, Türkiye'de ilk defa olarak, yabancı bir takımı, Macarları, Temaşvar Üniversitesi Futbol Takımını davet ettik. Ve yine Türkiye'de ilk defa olarak dışarıya çıktık.Başlarımızda feslerle yaptığımız bu seyahatte önce Bükreş'te Romenleri rahat rahat yendik. Fakat Maceristan'da iki mağlubiyetin yanısıra sadece birberaberlik koparabildik. Hele Peşte'deki son maçımızda 7-1 gibi acı bir mağlubiyete uğradık... Avdette takımı kuvvetlendirmek için yeniden teşkilatlandırdık. Yine Galatasaray Kulübü Türkiye'de ilk olarak deniz sporlarını, hokey, halat çekme, boks, izcilik, aletli ve aletsiz jimnastiği getirmiş, memlekette ilk idman müsameresini vermiştir. Bu kulübün elemanları da yine ilk defa olarak Türk Futbol Teşkilatını kurmuşlardır.' Okulumuzun, dolayısiyle Galatasaray Kulübünün futbol tarihçesini en yetkili bir ağızdan dinlerken, biz de o devri yaşar gibi olduk. Muhterem hocamıza mecmuamız adına teşekkür edip ayrılırken, dünkü futbolcularımızın muvaffakiyetini bügünkü arkadaşlarımızın hakkiyle devam ettirdiklerini düşünerek büyük bir haz duyduk. |
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() GALATASARAY FUTBOL (SPOR KULÜBÜNÜN KURULUŞU)
1- Kulübün kurucusu, 1 numaralı üyesi Ali Sami Yen; onbeş günde bir çıkan İdman Mecmuası'nın 15 Mayıs 1329 (1913) tarihli 1'inci sayısında kulübün kuruluş ve kuranları anlatırken memleketimizde ilk türk futbol kulübü olan Galatasaray 03.1321, 1905 teşrinievvelinde (Ekim) Sultanide talebeden Ali Sami Yen'in teşebbüsü ile Emin Bülent Serdaoğlu Asım Sonumut Bekir Bircan Bey'lerin muavenetleri ile beş on kişilik bir heyet olarak vücut buldu denmektedir... 2- Bekir Bircan hocamız Galatasaray Mecmuasında kendisiyle yapılan röportajda kulübün kuruluşunu anlatırken, 'Bir kulüp kurmak gerekiyordu. 1903'de Ali Sami'nin teklifi üzerine kulüp kuruldu. İlk içtima farisi hocamız merhum Mecit efendinin dersinde Anfi'de sıraların altında oldu. (burası eskiden Grand Cour'a bakan Büyük anfi olsa gerek, sonradan müdür Ali Teoman tarafından iptal edilerek mutfağın üzerine inşa edilen yeni yerine taşınmıştır.) Bizde başka sınıftan kaçıp oraya geldik. REİS : ALİ SAMİ YEN KATİP : EMİN BİLENT SERDAROĞLU KASADAR : ASIM TEVFİK SONUMUT oldu. İdareden korkularak Galatasaray ismi verilemiyordu. .....ilk aidatımız olan yüzer parayı topladık..... Gizli toplantı yerlerimiz mektebin karşısındaki Bulgarın sütçü dükkanı, kuşdilinde muhallebici Andon'un dükkanı, bugünkü fener stadının karşısında Lezarın kahvesi. Grand Cour'da futbolla ilgilenenler 425 Mustafa Betri 407 Ali Rana Tarhan 1085 Hasan Fikret 65 Hüseyin Münir 159 Mustafa Hayri Refik Cevdet idiler. 1908 yılı mezunu 581 Ord. Pr. İsmail Hikmet Ertaylan Arkadaşlarıyla kurmuş olduğu Tevfik Fikret derneğinin yayın organı Düşünce dergisinin içinde ayrıca forma halinde yayınlanmış bulunan YETMİŞ YILIN MASALI 83- 84- 87'inci sayfalarda, aynı dönemde mektepte bulunan İsmail Hikmet Ertaylan, futbol ile Galatasarayın tanışması ve kulübün kuruluşunu anlattığı yazısındaki isimler şunlardır: Mısırlı Mehmet Ali, Ali Rauf, Üç Robenson Kardeşler, Kürt Celal (şehit olacak), Sütlaç Bekir (Bekir Hoca, yüzünde çiçek bozuğu izlerini bize hocalık yaparken 1940'ta da taşıyordu), Emin Bülent Serdaroğlu, Küçük Ali (Ali Sami'ye göre küçük olduğundan), Ali Sami Yen, Ayı Nikolof, Sütçü Milo. Galatasaray kulübü 1903'te kurulmuştu. Devir Abdülhamit'in saltanat sürdüğü Mutlakiyet devri. Kulüpte Mecit efendinin dersinde sıraların altında gizlice kurulmuştu. Galatasaray ismi verilemiyordu. O zaman kurulu ekalliyet ve yabancılardan oluşan, Moda, Kadıköy kulüpleriyle maç yaparken halk tarafından ilk Futbol kulübüne Galatasaray dendi. Merkezi yoktu. Yazılar Galatasaray Lisesi'ne yazılıyor ve Ali Sami Bey'e Secraitaire diye hitap ediliyordu. 3 Mayıs 1909 tarihli yazıda görüldüğü gibi hafta tatili Pazar olduğu için Cuma günü talebenin mektepten çıkamıyacağı bildiriliyordu. Kulübün kuruluşu 3 teşrin-i evvel 1321 (Ekim 1903). Lokal; Mektep Gayri resmi sütçü Andon Andon, lezarin kahvesi İstiklal Cad. 91 Kalamışta Baux rivages (ev) 1913 Tescil Müze Üsküdar 1321 1903 Tescil Müze Beyoğlu 1329 1911 Tescil Vesika İsküdar 1331 1913 Basılı nizamname 1341 1923 |
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Galatasaray 1923'e kadar Mektep takımıdır. Buna rağmen ekte görüldüğü gibi Nizamnamesi mevcuttur. 1903'ten beri aza giriş defter ve kara defterleri tutulmuştu. Yani Galatasaray kulübü hukuken Taazzuvlaşmış yeni müesseseleşmiştir. 1908 hatta 1910 yılına kadar kayıtları Fransızca tutulmakta, yazışmalar Fransızca yapılmaktadır. 1908 yılında ilk defa Şampiyon olmuş, bu nedenle mektep müdürü TEVFİK FİKRET'le şampiyon takım resmi çıkartmıştır.
15.08.1913 tarihli bir yazışmayla zamanın maarif vekili Ahmet Muhtar Bey (Galatasaray mezunu ve cemiyet kurucularından) Galatasaray Sultanisi ile İstanbul Sultanisi arasında kürek yarışı yapılması dileğini bildirir. Ali Sami Bey İngilizlerden birini bulur kürek çekmesini talebe çalışır ve 15.08.1913 pazar günü yarışı ilk Türk Kürekçileri Galatasaylılar kazanır. Kupayı Yusuf İzzeddin Efendinin elinden alırlar. Kupa müzede Galatasaray kulübü bölümünde diğer kupalarla birdir. 1923'e kadar alınan bütün kupalar böyledir. 1923'de Büyük Millet Meclisi hükümetinin yazısında izcilikle ilgisi yönünden buraya konmuştur. 24 Ocak 1914 3. sayılı kararı ile Galatasay kulübü Galatasaray Mezunin-i kadime cemiyeti riyasiyetine bir mektup yazıp iki derneğin aynı yerde kalmasının temini isteniyor, ikinci Reis Yusuf Razi Beyin menfi cevabı üzerine cemiyet reddedince Sosciata Operata İtalina binası cemiyete veriliyor ve kulüp Kalamış'taki kendisine tahsis edilen binaya yerleşiyor. Burayı da 21 Mart 1918'de sahibine bırakıp eşyaları toplayıp mektebe getirip teslim ediyordu. Böylece 1913'te tesis edilen Galatasaray Müzesi asli yeri olan mektebe bir daha çıkmamak üzere dönmüş oluyordu. Galatasaray futbol kulübü 1903'de kuruluşundan beri geçen senelerde 1908 devrimini görmüş, ardından Harpler başlamıştı. 1913 Balkan, ardından 1914-18 Birinci Cihan harbi ve bunun sonunda işgal. Sonra İstiklal Harbi'nde takımın oyuncuları şehit ya da gazi olmuş, Cumhuriyet kurulmuştu. İlk başlarda Salih Arif'e kadar kulüp bir mektep takımı ve müdürler kulübün hakiki başkanlarıydı. 1923'de Tevhidi Tedrisat ile Kulüp nizamnamesi de neşredilmiş mektep müdürleri kulüp yönetim kurulunun tabii bir üyesi olmuştu. Yalnız İstanbul'un işgalinde müze eşyaları kulübe teslim edilirken kulüp ve mektep iki ayrı entite olarak düşünülmüştü. 1920'de Ali Sami Yen Türkiye'ye gelmiş, kurulan futbol federasyonunun başına geçmiş ve o zamanda Galatasaray'ın Lozan'a gitmesini fırsat bilerek Türkiye'yi F.İ.F.A'ya üye kaydetmişti. Bu karışıklıkta bazı yanlışlar yapılması kişiler arasında kırgınlıklar olması pek tabii idi. Petit Lancy le 23 jeuillet 1921 Au Galata Serai sporting club Monsieur le président et Messieurs la F.İ.F.A vient de nous informer que la Fédération Turque de Football a demandé son admission auprés de la Fédération İnternationale de Football Association et que par consequent celle ci autorisé provioirement les matches que les clubs dèpendents de votre association pourraient conclure avec les clubs des autres Fédérations Nationales affilliés ˆ la F.İ.F.A. Par conséquant nous autorisons le match que vous avez prévu pour fin août contre le lausanne sports ˆ Lausanne.Nous vous présentons monsieur le président nos salutations les plus distinguées pour le délégué international secrétaire general. K. Gassmann Buraya kulübün kurucularını, sonra başkanlarını ve Galatasaray futbolu ve sonradan futbol kulübüne Grand Cour'dan gelenleri yazarak bu kitabı bitirmek istiyorum. Kulübün kurucuları 1- Ali Sami Yen, Başkan 2- Emin Bülent Serdaroğlu, Katip, sonradan futbol kaptanı 3- Asım Tevfik Sonumut, veznedardır. Bir de Bekir hoca gibi küçük sınıflardan gelip sıra altlarında içmimaya iştirak edenler vardır. Refik Cevdet Kulüp kurulduğunda mektepten mezun olmuştur ve kulübün kuruluşunda bulunması mümkün değildir. Halen meri olan Tüzük yapılırken Süphi Batur ısrarla kulübün 3 tescil vesikalarından birinde imzası bulunanların kurucu olarak yazılmasını istiyordu. Halbuki tescil 1913'de kulüp ise 1903'te kurulmuş, şampiyon olmuş, kupaları resimleri, yazışmalar mevcut dedimse de karmaşık bir heyet olan Tüzük tadil komisyonunda olay çıkmasın diye Suphi Batura uyduk sonra Nizamname Kabul Genel Kurullarında ben başkanlık ettim. Böylece kaldı. Refik Cevdek Kalpakçıoğlu Kulübün kuruluşunda bulunmamıştır. Kurucular 3 kişidir. Ali Sami, Emin Bülent, Asım Tevfik Sonumut. 1918'de Ali Sami Müze eşyalarını Mektebe teslim ederken Kulübün de kapanmasını istemiş ve 1918-1920 arası kaybolduğunda Galatasaray Kulübü üyeleri kulübün kapanmasına razı olmamışlar. Refik Cevdet Kalpakçıoğlunu Başkan seçerek köprü altında kahvelerde toplanarak fedakarlıklarla kulübün devamını sağlamışlardır. Bu yönden hizmeti büyüktür. Takdire değerdir, fakat kurucu değildir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Ülkenin tehlikeye düştüğü durumlarda herkes gibi Galatasaray'lılar da vatan görevine koşarak gitmişler ve bu uğurda şehitler verilmiştir. Bu şehitlerin listesi bugün Galatasaray Lisesi'nde bir gurur anıtı olarak yer almaktadır.
Galatasaray Kulübü'nün merkez binasının bulunduğu sokağa adını veren Hasnun Galip 1915 yılında Çanakkale'de şehit düşmüştür. Galatasaray'ın ilk şampiyon takımlarında yer alan Kürt Celal ile A.Robenson 1917 yılında Irak Cephesin'de şehit olmuşlardı. 1916 yılında Çanakkale'de şehit olan Neş'et ile İdris'i de sporcu şehitlerin en ünlüleri olarak sayabiliriz. “BEDELİ ÇANAKKALE’DE” MEHMET MUZAFFERİN ANISINA... İsmi Osmanlı İmparatorlu devrinde “Mekteb-i Sultani” olan ve Cumhuriyetle birlikte “Galatasaray Lisesi”ne çevrilen bu okulun öğrenci ve mezunları Trablusgarp İtalyan Harbi ( 1911), Birinci Balkan Harbi (1912), İkinci Balkan Harbi( 1913), Birinci Cihan Harbi(1914), İstiklal Savaşı ( 1921), Kıbrıs Barış Harekatı( 1974), gibi savaşlara katılarak 45 şehit vermişler 150 kadarı da gazi olmuştur. Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi( 1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli( tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden “ maksureli” ettiği gibi , Balkan Harbi sırasında mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “ 1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir. Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini ( Mehmet Muzaffer’in Destanını ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor: **** Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. ( Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ’ı aşamayacaklarını anlamışlar , 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi. Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan ’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar “ hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay ’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunları kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mübayaasına onu memur etti. İcabeden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler. |
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı,uğraştı,nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı b,r kaymakam Yarbay ’ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazırol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan ,”Ne alınacak” dedi. “ Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı :
“ bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insanı günaha sokma para mara yok!... Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin ( bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay ’ın ihtiyacı vardı. Elindeki( Almanların verdiği) iki Mercedes Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazımdı... Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu. Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti: “ Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip malları alamam . gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin...” Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti. “Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler” yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ’ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu. Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi. Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: “ Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.”Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı: “ Bedeli Çanakkale ‘de altın olarak tesviye olunacaktır.” Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi. Sahte paraya gelince... Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi ’nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu. |
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() ATATÜRK VE GALATASARAY
-------------------------------------------------------------------------------- "İstanbul Türk İzcileri Ocağı Riyaseti'ne, Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetiştirmesini temenni eylediğim İstanbul İzciler Ocağı'nın Başbuğluk teklifini büyük hıss-i iftiharla kabul ediyorum.Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selamlarımın tebliğini rica ederim efendim." Türkiye Büyük Millet Meclisi Resisi Başkumandan MUSTAFA KEMAL Bu telgraftan bir yıl sonra 1923 sonlarında Başbuğları Atatürk'ü Ankara'da görmeye giden İstanbul İzcileri ile ilgili olan anıyı şu belgelerden öğrenmekteyiz: Spor Alemi Dergisinin 9 Ağustos 1339 (1923) günü yayınlanan 44/106 sayısının 12.sayfasında : "Yüksek bir tarihe, kıymetli bir varlığa malik olan Galatasaray Keşşaflığı yeniden geniş bir faaliyet sahasına atılmıştır. Yeni teşkilatta Oymak Beyi olan Adnan (Akıska) Bey'e, muavinine ve bilahhassa gayyur arkadaşlarına muvaffakiyet temenni ederiz." Galatasaray Spor Kulübünün 75.yılı için kurulan Komite'nin Başkanı Adnan Akıska ile 1975 yılının başlarında hazırlığına başladığımız Galatasaray Spor Kulübü Tarihi için yaptığımız incelemeler sonucunda yukarıdaki bilgiyi okuduğumuzda,rahmetlinin gözleri dolmuş ve heyecenlanmıştı. Spor Aleminin bir sonraki 21 Ağustos 1339(1923) günü çıkan 45/107 sayısının kapağındaki resmi ve 4. sayısındaki,derginin sahibi Çelebi Zade Sait Tevfik imzalı 'Şehir keşşaflarının Ankara'ya Seyahatları' başlığı altındaki yazısını bana göstererek şöyle söylemişti: "O gün hala gözlerimin önündedir.Galatasaray Oymak beyi olarak Atatürk'ün elini öpmemi hiç unutmayacağım.Heyecandan tir tir titriyordum. -Nasılsın diye sorduğunu ve bir hayal alemi içinde : -Teşekkür ederim Paşam,diye cevaplandırdığımı hatırlıyabiliyorum." Not: Yukarıdaki bölüm , Haluk San'ın "Belgeleri ile Türk Spor Tarihinde Atatürk " adlı kitabından alınmıştır |
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jun 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 50,906
Teşekkür Etme: 70 Thanked 143 Times in 89 Posts
Üye No: 43266
İtibar Gücü: 12093
Rep Puanı : 59275
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() ATATÜRK HARF DEVRİMİNDEN SONRA İLK İMZALI VE RESMİ YAZISINI
GALATASARAY KULÜBÜNE GÖNDERDİ... Yıl 1928 ,4 Eylül günü 'Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti kalemi Mahsus Müdüriyeti' başlıklı ve 'Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal ' imzalı 4/444 sayılı,ilk kez Latin harfli daktilo makinasıyla yazılmış bir mektup 'GalatasarayTerbiyeyi Bedenniyye Kulübü Reisi ve Sivas Mebusu Necmettin Sadık bey efendiye " geliyordu. Üç yıldan beri üstüste hiç yenilmeden İstanbul Amatör Futbol Ligi Şampiyonu olan Galatasaray Futbol Takımı ,1928 yılı Ağustos ayının 31'inde , o zaman ki adı 'Tayyare Cemiyeti' olan bugünkü 'Hava Kurumu' tarafından ortaya konulan 'GAZİ BÜSTÜ' için karşılaştığı ezeli rakibi Fenerbahçe'yi : Ulvi Yenal , Mehmet nazif Gerçin , Burhan Atak,Suphi Batur , Nihat Bekdik , Mithat Ertuğ,Mehmet Leblebi , Şadlı Alioğlu , Necdet Büyük,Kemal Faruki ve Muslih Peykoğlu'dan kurulu onbiri ile 4-0 yenmişlerdi. O günlerde Galatasaray Kulübü başkanı bulunan Sivas Milletvekili ve o zamanların günlük gazetelerinden biri olan 'Akşam'ın sahiplerinden Necmettin Sadık(Sadak) sonradan 'Atatürk' diye anılacak Cumhurbaşkanına THK'ca ortaya konulan büstlerini kazanmaktan dolayı büyük kıvanç ve onur duyduklarını Türkiye'nin en büyük spor müzesindeki şeref köşesinde bu armağanı saklayacaklarını,tüm galatasaraylılıların 'Gazi Mustafa Kemal Paşa' hazretlerine duydukları sonsuz sevgi ve saygılarını,daima emirlerine amade olduklarını 1 Eylül 1928 günü bir mektupla arz etmişti. Atatürk,en büyük devrimlerinden biri olan 'Yeni Türk Alfabesi'nin kabul edildiğini,9 Ağustos gecesi Sarayburnunda verilen bir yemekte ilan etmişti. İşte Mustafa Kemal'in yeni Türk alfabesinin kabul edildiğini bildirmesinden tan 26 gün sonra Latinharfli bir daktilo ile Atatürk tarafından yazdırılarak, Cumhurbaşkanı sıfatıyla imzaladığı ilk resmi yazı Galatasaray'a yazılmıştır... Mektupta aynen şöyel yazmaktadır : |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
!>> Galatasaray Tarihi <<! | ŞoVaLYe_77 | Galatasaray | 1 | 04-13-2010 02:15 AM |
06/01/07 - Tarihi davada tarihi karar | Spy_MasteR | Eskiler (Arşiv) | 0 | 06-01-2007 04:42 PM |
Galatasaray - Arsenal---Galatasaray 2-1 Real Madrid maçları... | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 0 | 09-12-2006 03:26 PM |
Avrupa Fatihi Galatasaray...-ve-Galatasaray Videoları | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 2 | 09-11-2006 01:25 PM |
Galatasaray Tarihi | kralmali | Eskiler (Arşiv) | 1 | 05-31-2006 08:14 PM |