![]() |
![]() |
#1 |
Bağımlı Üye
![]() Üyelik Tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 3,823
Teşekkür Etme: 0 Thanked 93 Times in 80 Posts
Üye No: 45172
İtibar Gücü: 2080
Rep Puanı : 4660
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Tepedeki Ev
Kocasının her sabah bindiği minibüse bindi Şükran. Yanında iki çocuğu da vardı. Bu kış sabahının alaca karanlığında, sanki bir anlığına tepeye baktı. Tepenin ucunda, elinde tüten sigarasıyla, her zamanki yerinde dikilen Toprak beye güler gibi bir ifade geldi yüzüne. Yada Toprak bey öyle olduğunu hayal etti. Kadın ve çocukları bir hafta süreyle köyde görülmediler. Ya büyük şehire veya başka bir köydeki akrabalarının yanına gittiklerini düşündü. Akşam hava kararınca, hafif bir yağmur başladı. Gökyüzü kırmızı renkli bulutlarla kaplıydı. Deniz, zifiri karanlığa batmıştı. Buzdolabında bugün için beklettiği kırmızı şarabı alıp masanın üzerine koydu. Kapının önünde yanan mangalda cızırdayarak pişen atleri alıp tabağa koydu. Şarabı açtı. Şişenin yarısına geldiğinde kulağına fısıldayan sesler ve evin tavanında oynaşan görüntüler başladı yine. Alışılmış şeyler.. Uyanıkkan görülen rüyaların kabusa dönüşmüş hali derdi bunlara. Eski bir ceset canlanırken evin tavanında, onun şişmiş kan dolu gözlerine bakarken, mezardan geliyormuş gibi korkunç sesiyle konuşurken kendisiyle. Hiç istifini bozmadan telefonun tuşlarına bastı. Gözleri tavandaki cesedin kanlı gözlerinde.. İkinci çalışında açıldı telefon. Salih, kimin aradığını ve neden aradığını biliyormuş gibi sessizce bekledi. Seninle konuşmak istiyorum, dedi Toprak bey. Sahile gel. Bu akşam. Tamam, dedi Salih. Ve telefon kapandı. Tavanda uçuşan hayaletlerin sayısı arttı. Ormandan iniltiler yükseldi. Bardağına şişenin dibindeki şarabı doldururken, ve bardağı hayaletlere doğru kaldırırken. Hafiften gülümsedi Toprak bey. Sizi ben yaratıyorum, dedi. Beynimin eserisiniz. Benden çıkıyorsunuz. Ve sizi yok edecek olanda benim. Herşey bitecek. Evimden defolup gideceksiniz. Aşağılık kabusların ucuz figüranları. Yok edeceğim sizi. Yenilmek yok artık. Zaten yenildiğim sizler değildiniz. Zaten hiç yoktunuz sizler. Ben kendime yeniliyordum her seferinde. Çünküü. Çünkü serseriler. Farkında değildim ben. Kendimle savaştığımın farkına yeni vardım. Ve yeni teşhis ettim hastalığımı. Doktor ilk başından beri haklıydı. İlacım yoktu benim. İlacım kendi içimdeydi sadece. Çare bendeydi. Dost bendim, düşman bendim. Hastalığın ta kendisiydim. Sizleri ben yarattım. Benim iznimle kabuslarım oldunuz ve evimin tavanında çığlık çığlığa dans ettirdim sizleri. Ve kendi eserimden korktum. Beni delirten, tımarhanelik eden yine bendim. Sizi yok edeceğim. Kolay olacak ölümünüz. Öldüreceğim sizi bu gece.. Geri döneceksiniz çıktığınız karanlık mezarlara. Birdaha davet etmeyeceğim evimin tavanına. Hayatımda yeriniz kalmadı artık. Göreceksiniz.. Kadehindeki son şarabıda içti. Paltosunu giydi. Evin ışıklarını kapattı. Bir türkü tutturdu tepeden aşağıya inerken. Hafiften yağmur yağıyordu denizin üzerine. Deniz karanlıktı. Sahili en iyi biçimde gören o ağacın altına oturdu. Başının üzerinde çığlık çığlığa dönen kabusları dışında sessizdi dünya. Hiç aldırmadı kabuslarına. Kanlı yüzlerine bakmadı bile hayaletlerinin. Yalandı onlar. Biliyordu. Can çekişmenin telaşındaydılar. İçindeki hastalık can çekişmenin telaşındaydı. Elini paltosunun cebindeki tabancanın tetiğinin üzerine yerleştirdi. Vakit yaklaşıyordu. Bir ses duyar gibi oldu uzaklardan. Denizin ta ortasından gelen bir ses. Susunnn, dedi hayaletlerine. Hayaletler sustular. Kaybolup gittiler. Hayret etti. Karanlık denizin ortasında belli belirsiz, siyah bir nokta olarak görüldü Salihin kayığı. Suya vuran küreklerin sesi duyuldu. Yaklaştıkça belirginleşti. Sonra birden olanca açıklığıyla ortaya çıkıverdi. Katill. Ve kayığı.. Salih kayığını kayalıkların yanına bıraktı. Acele etmeden ve etrafına bakma gereği bile duymadan yavaşça yürüdü. Sahilin ortasında dikildi. İki eli pantolonunun ceplerindeydi. Toprak bey tabancasını çıkarıp sahile indi. Salihe yaklaştı. Tabancayı ona doğrulttu. Elbiselerini çıkar, dedi. Adam hiç itiraz etmeden çıkardı elbiselerini. İç çamaşırlarıyla kaldı. Onları da, dedi Toprak bey. Adam onları da çıkardı. Elbise yığınınından uzaklaştı. Konuşmayı düşündü önce. Çırılçıplak, başı önüne eğilmiş adama baktı. Sebebini sormayı düşündü. Ama sonra vazgeçti bundan. Konuşulacak birşey yoktu. Herşey ortadaydı zaten. Hastaydı Salih. Tıpkı kendisi gibi. Engel olamadığı, güç yetiremediği bir hastalığı vardı. Ve ilacı yoktu.. Ama kendi hastalığından farklıydı onunkisi. Tehlikeliydi. Kendi hastalığının sebebi olan asıl hastalıktı. Biliyordu Salih. Bildiği için gelmişti. Engel olamadığı için gelmişti buraya. Ölmek için gelmişti. Ölüm tek çaresi olduğu için, kendi ayaklarıyla bile bile gelmişti. Sessizce kabullenmişti ölümü. Ve konuşmak istemiyordu. Toprak bey silahı alnına doğrultup yaklaşınca kafasını kaldırdı. Yüzüne baktı. Hazırım, der gibiydi. Hadiii. Bitir şu işii.. Tabancayı iki kaşının arasına dayayınca gözlerini kapadı. Derin bir nefes çekti içine. Huzur dolu sesler çıktı dudaklarından. Ve Toprak bey tetiğe bastı.. Salihin çırılçıplak cesedi ayaklarının ucuna düştü. Yağan yağmurun altında sırtlandı onu. Kafasından yüzüne damlayan kan, gözyaşlarıyla karıştı. Ormanın içine açtığı derin çukura attı cesedi. Ağlayarak kapattı üzerini. Ve otlarla kamufle ederken mezarını. Sessizlik hakimdi tüm dünyaya. Hayaletler susmuştu.. Karşı kıyıların kayalıklarında bulundu kayık. Salih beyin kayığı dediler. İçinde elbiseleri varmış. Dertli bir adammış Salih bey. Bir taş bağlamış iple boğazına. Ve kendini denize atmış. Balıklar yemiş cesedini... SON.. |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|