![]() |
|
Eskiler (Arşiv) Eski konular |
![]() ![]() |
|
Konu Araçları | Görünüm Modları |
![]() |
#1 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: May 2006
Konum: !!!Umudun Bitti Yer!!!
Yaş: 42
Mesajlar: 1,518
Teşekkür Etme: 34 Thanked 787 Times in 309 Posts
Üye No: 13564
İtibar Gücü: 2106
Rep Puanı : 40019
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() BİRİNCİ SEMA
Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu: —«Birinci semaya eriştim. Cebrail birinci semanın kapısını vurup: — Aç!. Diye seslendi. O kapının adına: — Bab-ı Hıfz. (Koruma kapısı.) Derler. Kızıl yakuttan bir kapıdır. O kapının kilidi incidendir. İçeriden, o kapının bakıcısı olan İsmail; öyle bir ses çıkardı ki. öylesini hiç işitmedim: — Bağırıp da: — Aç!. Diyen kimdir?. Dedi; Cebrail ona cevap olarak: — Cebrailim. Deyince, bu sefer: — Ya yanındaki kimdir?. Diye sordu. Cebrail: — Muhammed'dir. Deyince, tekrar sordu: — Ona peygamberlik verildi mi?. Onun sorusuna da, Cebrail: — Evet, ona peygamberlik verildi. Deyince İsmail tekrar sordu: — Buraya gelmesi için, taleb ve davet olundu mu?. Onun bu sorusuna da Cebrail şöyle cevap verdi: — Evet, davet olundu. Bundan sonra, İsmail şöyle dedi: — Merhaba, hoş geldin; ne güzel bir gelici geldi. Ve., kapıyı açtı.» Bir rivayette, şöyle anlatıldı: — Resulüllah S.A.V efendimiz, Mescid-i Aksa'daki taştan Burak'a binip semaya yükseldi. Yerden semaya kadar olan mesafe, beş yüz yıllık yoldur. Her semanın kalınlığı beş yüz yıllık yoldur. Her iki semanın aralığı da beş yüz yıllık yoldur. Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bu semadan içeri girdiğim zaman, İsmail'i bir heybet içinde buldum. Nurdan bir kürsî üzerine oturmuştu. Önünde, sağında, solunda ve ardında kendisini yüz bin melek sarmış duruyordu. Her meleğin de ayrıca yüz bin tane askeri vardı. İsmail ve beraberinde olanlar şu teşbihi okuyorlardı: — Pek yüce sultan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Üstün ve büyük olan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hiç bir şey, kendisinin benzeri olmayan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim, Ona selâm verdim; selâmımı aldı ve bana tazim eyledi. Bundan sonra, bir bölük melâike gördüm. Hepsi de, kıyamda huşu ile durmuşlardı. Şu teşbihi okuyorlardı: — Noksan sıfatlardan tam manası ile temizdir. Mukaddes olmakta tam mukaddestir. Rabbımızdır. Meleklerin ve ruhun Rabbıdır. Cebrail'e sordum: — Bu meleklerin ibadeti bu mudur?. Şöyle anlattı: — Bunlar yaratılalıberi, böyledir; kıyamete kadar da böyle kıyamda duracaklardır. Yüce Hak'tan dile: Bu ibadeti ümmetine nasib eylesin. Dua ettim; Yüce Hak, o ibadeti ümmetime nasib eyledi. Namazda bulunan kıyamınız odur. Bundan başka, sudan ve rüzgârdan yaratılan melekler gördüm. Üzerlerine tevkil edilen meleğin adına: — Raad. Derler. Bu melek, bulutlara ve yağmurlara müekkeldir. (Yani: Yağmuru yağdırmak ve bulutlan o yana çevirmek bunun görevidir.) Şu teşbihi okuyorlardı: — Mülkün ve melekûtun sahibi Yüce Zat, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Gök gürültüsü ve şimşek, o meleğin sesinden çıkar. Dünya semasında hiç boş yer kalmamıştı. Her dört parmak yerde bir melek, alnını secdeye koymuş Yüce Hakkı teşbih ve tehlil ediyordu. Orada bir melek gördüm; insan suretinde idi. Belinden aşağısı ateş, yukarısı da kardı. Ateş kara yapışmıştı; aralarında hiç bir ayırıcı yoktu.. Böyle iken, ne ateş karı eritiyor; ne de kar ateşi söndürüyordu. O meleğin gözünden yaş akar; ağlar ve şu teşbihi okurdu: — Ey ateşle karın arasını bulan; mümin kulların kalblerini de birleştir; aralarında ülfet ihsan eyle. Cebrail'e sordum: — Bu melek kimdir ve neden ağlar?. Diye., şöyle anlattı: — Bu bir melektir, ismine: — H a b i b. Derler. Günah işleyen ümmetinizin günahlan için ağlar; af ve mağfiret diler. Bundan sonra, Âdem'i a.s. dünyada olduğu surette gördüm. Nurdan libaslar giymiş; nurdan taht üzerine oturmuştu. Yüce Hak, ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mümin kulun ruhunu gördüğü zaman sevinip şöyle diyor- — Temiz bedenden temiz ruh. Sonra, onun için af, mağfiret diler; dua ve rahmet dileği ile tazarru eder, yalvarır. Bundan sonra, melekler o ruhu alıp yüceler yücesine götürürler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruldu: —«Gerçek şu ki: iyilerin amel kitapları illiyyindedir.» (83/18) Kâfirlerin ve münafıkların ruhları ona arz olunduğu zaman, üzülür şöyle der: — Habis bedenden habis ruh. Beddua eder. Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine götürürler. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruldu: , — «Gerçek onların sandığı gibi değil; kötülerin kitabı siccindedir.» (83/7) Cebrail'e sordum: — Bu kimdir?. Diye., bana şöyle anlattı: — Babanız Âdem'dir; ileri var ona selâm ver. Ben de ileri varıp selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı: — Merhaba salih oğul, salih nebi. Senin gibi bir oğlu bana hibe eden Allah'a hamd olsun. Böylece bana" hoşgeldin etti. Onun bu övgüsüne karşııık göyle dedim: — Bana, senin gibi bîr baba hibe eden Yüce Allah'a hamd olsun. Bundan sonra, tekrar Âdem a.s. sena e'tti ve şöyle dedi: — Allah'a hamd olsun. Sana bu şekilde büyük kerametlerle ikram eyledi. Seni neslimden getirdi. Yüce Hak, sana türlü nimetlerini ve ikramlarını artırıp daim ve baki kılsın. Onun bu hamdine ve senasına karşılık ben de şöyle dedim: — Celâl ve ikram sahibi Allah'a hamd olsun. Seni kudreti ile topraktan yarattı. Ve seni melekleri omuzunda semaya taşıttı. Seni kıble edip bütün melekleri sana doğru secde ettirdi. Senin için, cenneti mubah eyledi. Bunun üzerine Âdem a.s. şöyle dedi: — Anlattığın nimetlerin ihsanı bana olsa dahi, yine sen benden daha faziletlisin. Zira o kerametler ve nimetler sizin nurunuz alnımda bulunması hürmetine ve o latif nuruna izaz ikramdı. Bundan sonra bana çok şeyler söyledi; en sonunda şöyle dedi: — Benden itibaren, size nübüvvet gelinceye kadar, çocuklarımın binde biri cennete'konuldu; dokuz yüz doksan dokuzu da cehenneme girdi. Ne zaman ki siz, âlemlere rahmet olarak resul gönderildiniz; senin ümmetinden binde biri cehenneme girdi. Dokuz yüz doksan dokuzuna cennet ikram olundu. Yüce Hak, ism-i şerifini senin ism-i şerifine eş kılıp henüz dünyaya gelmeden şerefini cümleye beyan edip açıkladı. Âdem a.s. şu teşbihi okuyordu: — Yüceler yücesi zat sübhandır: Bol gani zat sübhandır. Allah'a hamd olsun, noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah-ü Taâlâ sübhandır; bağışlanmamı dilerim. Gördüm ki, Âdem'in a.s. sağ canibinde bir kapı var. Oradan güzel koku gelmektedir. Oraya bakar mesrur olur; güler. Sol yanında bir kapı daha var. Buraya da bakıp mahzun olur; ağlar. Cebrail'e sordum: — Bu nasıl kapılardır?. Şöyle anlattı: — Sağındaki kapı cennete açılır. Saidlerin ruhları oradan cennete gider. Sağ tarafına bakınca onları görüp şad olur. Solunda olan kapı cehenneme açılır. Şakilerin ruhları oradan cehenneme gider. Sol tarafına bakınca onları görüp mahzun olur. Sonra, bir melek gördüm. Horoz suretinde idi. Gayet büyük başı yüce arşla beraber olmuştu. Ayakları yedi kat yerden aşağı idi. îki kanadı vardı. Onları açtıği zaman, meşrıkla mağribi doldururdu. -O meleğin makamı: Sidre-i Münteha olup tafsili inşaallah orada gelecektir.- O meleğin vücudu beyaz inciden; ibikleri kızıl yakuttan yaratılmıştı.» Beneksiz beyaz noroz beslemekte büyük faydalar ve güzel hassalar vardır. Bunun sırrı ve hikmeti de, o meleğe benzemesindendir. Besleyenin yalnız kendi evinin değil; komşularının dahi, afetlerden ve musibetlerden korunmalarına sebeb olur. Bu manada, Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğu rivayet olundu: —«Beyaz horoz benim dürüst dostumdur. Cebrail'in dahi arkada-şi ve dostudur. Düşmanım şeytanın da düşmanıdır. Beslendiği evin sahibini ve çoluk çocuğunu, civarında bulunan dokuz evin hane halkını korur.» Ancak, bu beyaz horozda şart şudur: Hiç beneği olmayıp halis beyaz olacaktır. Eğer ibiği iki çatal gül ibikli olursa., bu horozun faydası daha çoktur. Nitekim bu manada Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu: —«Çatal ibikli beyaz horoz benim habibim ve sevdiğimdir. Habl-bim Cebrail'in dahi habibidir. Bulunduğu evin sağından dört, solundan dört, önünden dört, ardından dört cem'an on altı evi ve içinde olan ehillerini afetlerden ve musibetlerden korur.» Bu hadîs-i şerifi, Enes'ten r.a. naklen Ebüşşeyh çıkarıp rivayet etmiştir. Bir başka hadis-i şerifi de Beyhakî rivayet eder. Bunun ravisi İbn-i Ömer r.a. olup Resulüllah S.A. efendimizin şöyle buyurduğunu anlatır: —«Horoz, namaz vakitlerim Allah'ın kullarına bildirir. Her kim,, evinde beyaz horoz tutup beslerse; o kimseyi üç şeyden korur: a) Şeytanın şerrinden. b) Büyücünün şerrinden. c) Kâhinlerin şerrinden..» Ancak, beyaz horoz besleyenler, onu kesmekten kaçınmalıdırlar.. Feth'ül - Kadir'de bu işi deneyenlerden şöyle anlatıldı: — Beyaz horoz kesenin hali kederden yana boş olmaz, îmam-ı Salebi, Imam-ı Dümeyrî'nin Hayat'ül - Hayvan adlı kitabından naklen şöyle anlattı: — Güzin-i Enbiya Tac-ı Asfiya îmam-ı Etkıya Habib-i Huda Re-sulullah S.A.V efendimiz inci saçan şu manayı ayan beyan anlattı: —«Allah-ü Teâlâ üç sesi sever; bunlardan razıdır: a) Kur'ân-ı Kerîm'i okuyanın sesini sever ve razı olur. b) Horoz sesini sever ve razı olur. c) Seher vaktinde istiğfar edenin sesini sever.» Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«O horoz şeklindeki melek, gece olunca, dünya semasına iner. O meleğin teşbihi şudur: — Pek mukaddes sultan, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Her şeyden yüce ve büyük zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ondan başka ilâh yoktur. Hayatı ve kıyamı sonsuzdur. Cebrail'e sordum: — Bu nedir?. Diye., bana şöyle anlattı: — Bunun için: — Arşın Horozu.. Derler. Gece karanlığı olduğu zaman, dünya semasına iner. Gecenin üç bölüğünden biri geçtikten sonra kanatlarını çırpar ve şöyle der: — Hani ibadet edenler?.. Namaza kalkacaklar kalksınlar. Onun bu sesini, insan ve cinden başka bütün yaratılmışlar duyarlar. Yer horozları onun sesini işitince, kanatlarını çırpar; şöyle seslenirler: — Ey gafiller, Allah'ı zikre başlayınız. Gece yarısı olunca, o melek yine kanatlarını çırpar şöyle seslenir: — Teheccüde kalkacaklar kalksın; teheccüd kılsınlar. Bu nidayı yaptığı zaman, tekrar yer horozları ötüp insanlara o meleğin haberini bildirirler. Gecenin iki bölüğü geçip bir bölüğü kaldığı zaman, o melek tekrar seslenip şöyle der: — Hani, günahından mağfiret isteyenler ve âlemlerin Rabb'ında ihtiyaçları ve muradları olanlar?. Kalksınlar; istiğfar etsinler ve mu-radlarını arz etsinler.. Onun bu nidası üzerine yer horozlan ötüp insanları ondan haberdar ederler. Tanyeri ağardıktan sonra tekrar o melek kanatlarını Çırpar ve şöyle der: — Şimdiden sonra gafiller kalksın. Hem de üzerlerinde kat kat günahları durduğu halde.. Bunu söyledikten sonra, mekânına yükselir. Bunu duyan yer horozları da öter, onun söylediğinden haberdar ederler. Cebrail devam etti: — Ya Resulellah, bu durum hep böyledir; ta, kıyamete kadar..» Bir -haberde şöyle anlatıldı: — Kıyametin zuhuru vakti geldiği zaman, o melek gecenin üçte birinde nida etmek ister. Ama Yüce Hak'tan şu izzet hitabı gelir: — Ey melek, kullarımı uyandırmak Böylece ötmekten nehyedilir. Bu durumda o melek ve tüm sema melekleri kıyamet kopmasının vakti geldiğini anlarlar. Hep birden ağlaşmaya başlarlar. O gecenin uzunluğu üç gün, üç gece kadardır. O gece horozlar ötmez ve köpekler havlamazlar, insanlar, tam bir gaflet içinde üç gün, üç gece yatar kalırlar. Ancak, daima teheccüd namazına kalkanlar kalkar; teheccüd namazlarını kılarlar. -- Sabah olmadı; acaba erken mi kalktık?. Deyip biraz yatarlar. Tekrar kalktıklarında, sabah olmadığını görürler. O zaman, gecenin uzunluğundan anlarlar ki: Kıyamet geldi. Bunlar, teheccüd kılmayanları kaldırmak için, çok çalışıp çabalarlar; ama onları uyandırmak hiç bir yoldan mümkün olmaz. Hiç kaldıramazlar. Bunun üzerine kendileri camilere gider; orada toplanırlar. Günahlarına tevbe eder; bağışlanmalarını dilerler. Hep göz yaşı dökerler.. Ta, o üç gün, üç gece geçinceye kadar. Hep tazarruda, niyazda ve ağlamakta olurlar. Bu süre dolup sabah olduğu zaman, güneş mağripten ctoğar; tevbe kapıları da kapanır.. Resulüllah S. A. efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bundan sonra, bir deryaya vardım. Sütten beyaz; insan me nisi gibi yoğundu, içinde bulunan acaip görülmemiş şeyleri anlatmak mümkün değildir. Onların haddi hesabı yoktu. Cebrail'e sordum: — Bu ne deryasıdır?. Diye., bana şöyle anlattı: —- Bu deryaya: — Hayat Denizi.. Derler. Kıyamet kopup yaratılmışların cümlesi helak olduktan sonra. Yüce Hak mahlukunu kabirden kaldırıp onlara mükâfat veya ceza murad ettiği zaman, ferman buyurur; bu deryadan yeryüzüne yağmur yağar. Buradan, yeryüzüne kırk arşın kadar su iner. Cürüyüp toprak olan tenler, kemikler, sinirler ve kıllar meydana gelir. Bu su, o toprağa dokunduğu zaman neden toprak olduysa., derhal eski haline döner. Dağılanlar, böylece bir yere toplanacaklardır. Bütün bu olacaklar,'bu derya vasıtası ile olacaktır. Bundan sonra, Cebrail ezan ve kamet okudu. Bulunduğum sema ehline imam olup iki rikât namaz kıldım. İKİNCÎ SEMÂ Bundan sonra, ÎKÎNCİ KAT SEMÂYA çıktım. Onu sübhan olan Yüce Hak, kırmızı mercandan yaratmış. Bu semanın adına: — K a y d u m. Derler. Bu semâ kapıcısının adına: — Mihail. Derler. Bu semâyı gayet nurlu ve şa'şaalı gördüm. O kadar ki" Bakınca gözler kamaşır. Bu semânın kapısı inciden, kilidi nurdandır. Cebrail bu semânın kapısını vurdu; açılmasını istedi. Oranın kapıcısı olan Mihail sordu: — Kapının açılmasını isteyen kimdir?. — Cebrail'im. Deyince, tekrar sordu: — Yanındaki kimdir?. — Muhammed'dir. Diye Cebrail cevap verdi; oranın kapıcısı tekrar sordu:: — Ona peygamberdik verildi'mi?. — Evet verildi. Cevabım aldıktan sonra tekrar sordu: — Onun buraya gelmesi için, bir davet ve taleb vaki oldu mu?. Cebrail bunun için söyle dedi: — Evet., davet ve talep vaki oldu. Bundan sonra o semânın kapıcı meleği şöyle dedi: — Hoş geldin; ne güzel gelici geldi. Ve., kapıyı açtı. içeri girdim; oranın hazım (kapıcısı - bekçisi - bakıcısı) Mihaîl'i gördüm. Hizmetinde iki yüz bin melek vardı. O meleklerin de, her birinin ikişer yüz bin melek hadimi vardı. Selâm verdim; tazimle selâmımı aldı» Yüce Hak'tan türlü ikramların müjdesini bana verdi. Bunların okuduğu teşbih duası şuydu: — Yüce Alla sübhandır; onu teşbih edenler teşbih ettikçe.. Allah'a hamd olsun; ona hamd edenler hamd ettikçe.. Allah'tan başka ilâh yoktur; bu tehlili okuyanlar okudukça.. Yüce Allah büyüklerin en büyüğüdür; bu tekbiri okuyan okudukça.. Bunları geçtikten sonra, birtakım meleklere eriştim. Saflar tutup tam huşu, huzu, ile rükûa varmışlardı. Öylece rükûda duruyorlardı., Bunların teşbihleri şuydu: — Geniş tasarruf sahibi Yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.-Ki o: Gözleri görür. Gözlerin idrâk edemeyeceği Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Alabildiğine büyük, olabildiği kadar bilen Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Cebrail'e sordum: — Bunlar ne zamandan beri rükû ederler?. Şöyle anlattı: — Yaratıldıktan bu yana, bunlar hep rükûdadır. Taa, kıyamete kadar başlarını kaldırmadan, böylece rükû halinde teşbih okurlar. Yüce Hak'tan niyaz eyle; bu ibadeti de senin ümmetine nasib eylesin. Ben de, tazarru ve nivaz eyledim; namazda ümmetime rükû ihsan olundu. Bunları geçtikten sonra, iki genç gördüm. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı: — Bunlar Yahya ve İsa a.s. peygamberdir. Bunlar, birbirlerinin teyze çocuklarıdır. Onlara selâm verdim. Onlar da selâmımı tazimle aldılar ve: — Merhaba, hoşgeldin ey salih peygamber, salih kardeş. Diyerek musafaha eylediler. Sonra beni, Yüce ve Mukaddes olan Allah-ü Taâlâ'dan ihsan edilen çok çeşitli ikramlarla müjdelediler, İsa a.s. şu teşbihi okuyordu: — Rahmeti ve ihsanı bol olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattıklarını maddesiz ve örneksiz yaratan, sonra onları öldürüp eski hallerine döndüren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunları geçtikten sonra, gayet ulu bir melek gördüm. O meleğin yetmiş bin başı vardı. Her başında da yetmiş bin yüzü vardı. Her yüzünde de yetmiş bin ağzı vardı. Her ağzında da yetmiş bin dili vardı: Her dili de, bir başka lügatte konuşuyordu; biri diğerine benzemiyordu. Yüce Hakkı teşbih ediyordu. Onun teşbihi şuydu: — Yüce yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Allah'ı hamdle teşbih ederim. Azim Allah, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü Taâlâ'dan bağış talebinde bulunurum. — Bu kimdir?. Dedim, Cebrail bana şöyle anlattı: — Bu melek, rızık işlerine tevkil edilmiştir. Adı: Kasım'dır. Herkesin rızkını, günü gününe sahibine ulaştırır. Takdir ve tayin olunandan eksik veya fazla olmaz.» Bir rivayette şöyle anlatıldı: — Bir kimsenin geçimi daraldığı zaman; sabah namazının sünneti ile farzı arasında bu meleğin teşbihinin son cümlesi olan: —«Yüce Allah'ı hamdle teşbih ederim. Azim Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü Taâlâ'dan bağış talebinde bulunurum.» Teşbihini (Arapça) yüz kere okursa, Yüce Hak, okuyanın geçimini kolay, rızkım bol eyler. Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«O meleği geçtikten sonra, büyük, acaip ulu bir melek gördüm. Nurdan bir kürsü üzerine oturmuştu. Gamlı ve sükût duruyordu. Oturduğu kürsünün dört köşesi vardı. Her köşesinde yedi yüz bin altından ve gümüşten payeleri vardı. Çevresinde o denli melekler vardı ki, sayılarını, celâl ve ikram sahibi Yüce Allah'tan başkası bilmez. Sağında yetmiş bin saf saf, gayet nuranî melekler vardı. Cümle-si yeşiller giymişlerdi. Güzel kokuyorlardı. Konuşmaları gayet tatlı idi. Güzelliklerinden yüzlerine bakılmıyordu. Solunda yetmiş bin melek saf saf duruyordu. Şekilleri de gayet zulmanî idi. Suretleri simsiyahtı. Yaramaz sözlü idiler. Elbiseleri ve kokuları çirkindi. Teşbih ettikleri zaman, ağızlarından ateş saçılıyordu. Önlerinde ateşten süngüler ve sopalar vardı. Öyle gözleri vardı ki, bakmaya takat kalmaz. Taht üzerinde oturan meleğin başından ayağına değin gözleri vardı ki, zühre ve merih yıldızları gibi parlıyordu. Kanatları da vardı. Elinde bir sahife, önünde de bir levh vardı; daima o levhe bakıyordu; bir an bile gözünü ondan ayırmıyordu. Önünde bir ağaç vardı; yapraklarının sayısını ancak Allah-ü Ta-âlâ bilir. Her yaprakta bir kimsenin adı yazılmıştı. Yine önünde leğene benzer bir şey vardı. Bazan sağ eli ile ondan bir şey alıyor; sağ yanında duran nurlu ve tatlı meleklere teslim ediyordu. Bazan da sol eli ile ondan bir şey alarak sol yanında duran kapkara meleklere veriyordu. Bu meleğe baktığım zaman kalbime bir korku düştü. Vücudum titrer oldu. Bana bir zaaf ve çöküklük geldi. — Bu kimdir?. Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı: — Bu ölüm meleğidir, îsmi: Azrail'dir. Bunu görmeğe hiç kim se cesaret edemez. Lezzetleri kesen, toplulukları dağıtandır. Sonra gidip şöyle dedi: — Ey Azrail, bu gelen âhir zaman peygamberidir. Rahman Allah'ın habibidir. Onunla konuş. Onun bu sözü üzerine, Azrail başını kaldırdı; tebessüm eyledi. Cebrail ona yaklaştı; selâm verdi. Ben de onun yanına gittim; selâm verdim. Selâmımı aldı; bana çokça tazim eyledi. Sonra şöyle dedi: — Sana merhaba, Yüce Hak, senden daha keremli bir kimse yaratmadı. Ümmetini dahi, Yüce Hak, ümmetlerin en keremlisi yarattı. Ben, senin ümmetlerine, babalarından ve analarından daha merhametli ve daha şefkatliyim. Onun bu sözlerine karşılık şöyle dedim: — Gönlümü hoş eyledin; kalbimi gamdan kurtardım. Ama kalbimde bir şey kaldı. Seni gamlı ve mahzun gördüm; sebebi nedir? Şöyle anlattı: — Ya Resulellah, Yüce Hak, beni bu hizmete tayin buyurduğu zamandan beri korkarım. Sebebi: Uhdesinden gelemem; cevap vermeğe gücüm yetmez. Bunun için korkulu ve gamlıyım. Sordum: — Bu leğene benzeyen şey nedir?. Şöyle anlattı: — Bu, dünyanın tamamıdır. Meşrıktan mağribe, kaftan kafa varıncaya kadar hepsi yanımda bu leğen kadardır. Nasıl istersem, öyle tasarruf ederim. Tekrar sordum: — Bu baktığınız levh nedir?. Şöyle dedi: — Levh-ü mahfuzdur. Bir sene içinde eceli gelenlerin defterleridir. Melekler onu yazıp bana verirler. İşte o ûefterdir. — Ya bu sahife nedir?. Diye sorunca da şöyle anlattı: — Ruhları alınacakların, vakit saatlerini bildiren defterdir. — Ya bu ağaç nedir?. Dedim'; şöyle anlattı: — Dünyada hayatta olanların ömürlerinin ağacıdır. Bir adam-, doğduğu zaman, bunda bir yaprak çıkar. Her yaprağının üzerinde sahibinin ismi yazılmıştır. Eceli yaklaştığı zaman, o yaprak sararır; bu levhde bulunan ismin üzerine düşer. O yaprağı meleklere veririm; götürür onun yemeğine katar yedirirler. Yiyince Allah'ın izni ile hastalık arız olur; hastalanır. Vadesi tamam olunca, defterde olan ismi silinir. Ben de elimi uzatıp ruhunu kabz ederim; ister mağripte,, isterse meşrıkta olsun. Eğer saadet ehli ise., sağımda duran meleklere veririm. Bunlar, rahmet melekleridir. O ruhu bunlara teslim ederim. Şayet o ruhunu kabz ettiğim şekavet ehli ise., solumda bulunan meleklere teslim ederim. Bunlar azap melekleridir. —Şekavetten Allah'a sığınırız.— — Bunlar nekadar melektir?. Diye sordum; şöyle anlattı: — Bunların sayısını bilmem. Ama ne vakit, bir kimsenin ruhunu, kabzetsem; altı yüz tane rahmet, altı yüz tane de azap meleği hazır olur. O ruh, hangi taifeye verilir?. Ona bakarlar. Bir kere gelenlere bir daha sıra gelmez. Taa, kıyamete kadar böyle olacaktır. JBundan sonra, tekrar sordum: — Ey ölüm meleği, herkesin ruhunu sen mi alırsın?.. Şöyle anlattı: — Yaratıldıktan bu yana; yerimden kımıldamadım. Bana yetmiş bin melek hizmet eder. Her birinin eli altında da yetmiş bin melek var. Bir kimsenin ruhunu almak istediğim zaman, onlara emrederim. Onlar gidip önün ruhunu boğazına getirirler. Bundan sonra, elimi uzatıp onun ruhunu alırım. Tekrar sordum: — istediğim odur ki, ümmetim zaiftir. Onları mülayim bir şekilde, şefkatle tutasın. Şöyle dedi: — Yüce Allah'ın izzeti ve celâli hakkına; ki o, sizi hatem'ül- enbiya kıldı; bana bizzat o Yüce Yaratıcı gece ve gündüz yetmiş kere hitab edip şöyle buyurur: — Muhammed ümmetinin ruhlarını kolaylıkla, suhuletle al; onların işlerini lütuf la gör. Şüphesiz ben, ümmetinize, analarından ve babalarından daha. şefkatle tutkunum. Bundan sonra, Cebrail ezan ve kamet okudu; imam olup iki rekât namaz kıldım. Yani: ikinci semâ ehli ile: ÜÇÜNCÜ SEMÂ Bundan sonra ÜÇÜNCÜ KAT SEMÂYA yükseldim. Yüce Hak, bu semavi bakırdan yaratmıştı, îsmine: — Zeytun.. Derler. Buranın kapıcısına da: — Arinail. Derler. Bunun kapısı ak incidendi. Üzerinde nurdan kilidi vardı. Cebrail o kapıyı çaldığı zaman, oranın hazini Arinail şöyle sordu: — Kapının açılmasını isteyen kimdir?. — Cebrail'im. Deyince, tekrar sordu: — Ya yanındaki kimdir?. — Muhammed'dir. Cevabını alınca, tekrar sordu: — Ona peygamberlik verildi mi? — Evet, verildi. Cevabını aldı; tekrar sordu: — Onun için bir davet ve talep vaki oldu mu?.. . — Evet, davet ve talep vaki oldu. Cevabım alan Arinail: — Merhaba, hoşgeldin; ne güzel gelicı geldi. Deyip kapıyı açtı. içeri girince, gördüm ki: Arinail gayet azametli ulu bir melektir. Onun hizmetinde de üç yüz bin melek vardı. Bu meleklerin teşbihi de şöyleydi: — Bol hibeler eden ihsan sahibi zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Gönüller açan bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine dua edenlerin duasına icabet eden yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Bu meleğe selâm verdim. Tam tazimle selâmımı aldı. Bana çeşitli üstün nimetlerin müjdesini verdi. Bunu geçtikten sonra, çokça melekler gördüm. Saf olmuşlardı. Cümlesi secde etmişlerdi. Secdelerinde şu teşbihi okuyorlardı: — Bilgin yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisinden başka kaçıp sığınılacak makam olmayan zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüceler yücesi Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Devamlı olarak, bu teşbihi okuyup duruyorlardı. Cebrail şöyle dedi: — Bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle, bu ibadet ümmetine ihsan olunsun. Ben de dua ettim; ümmetime namazda secde emrolundu. Secdenin iki olmasının sebebi şudur: Onlara selâm verdiğim zaman, başlarım secdeden kaldırıp selâmımı aldılar, tekrar secdeye vardılar. Bunun için ümmetime iki secde farz oldu. Bunları geçtikten sonra, Yusuf'u a.s. gördüm; gayet güzeldi. Güzelliğin yansı ona ihsan olunmuştu. Selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı, beni merhabaladı. Benimle müsafahâ etti. Türlü kerametlerin müjdesini bana verdi. Ve bana: Hayır duada bulundu. Yusuf'un tesbihi şuydu: — Kerem sahiplerinin en keremlisi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Benzeri olmayan tek Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir Şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunu geçtikten sonra, Davud'u a.s. ve oğlu Süleyman'ı a.s. gör düm. Selâm verdim; selâmımı tazimle aldılar. Bana müjdeler verip şöyle dediler: — Bu gece, ümmetine şefaat ve Rabbından selâmette olmalarını niyaz eyle. Bana böyle bir tavsiyede bulundular. Davud'un tesbihi şuydu: — Nurun yaratıcısı noksan sıfatlardan münezzehtir. Tevbeleri kabul buyurup hibeler ihsan eden Yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Süleyman'ın okuduğu teşbih de şöyle idi: — Malın mülkün sahibi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kahir cebbar olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Tüm işler, zatında biten Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunu geçtikten sonra, bir meleğe ulaştım. Bir kürsüde oturmuştu. Bu meleğin yetmiş başı, yetmiş kanadı vardı; her kanadı mağribi, meşrıkı kuşatırdı. Çevresinde koca koca melekler gördüm. Bunlardan herbirinin boyu son derece uzundu. Bu melekler, bir taifeye azab ediyorlardı. Sopalarla dövüp parçalıyorlardı. Sonra, o parçalar bütün oluyordu; melekler de azaba yeniden başlıyordu. O büyük meleğin kim olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bu meleğin adına: — Sohail. Derler. Onların azab ettikleri de, senin ümmetinden zalim cebbar ve mütekebbir kimselerdir. Kıyamete kadar onlara azab ederler. Bunların teşbihleri şuydu: — Cebbarların çok çok üstünde olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Sataşanların üstünde büyük saltanatı bulunan Yüce Zat tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine isyan edenlerden intikam almaya güçlü Yüce Zat bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Bundan sonra, ateşten bir deniz gördüm. Çevresini sert, şiddetli melekler sarmıştı. — Bu nedir?. Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı: — Bunun adı: Saak Denizi'dir. Gökten yere yakıcı gürültüler ve yıldırımlar bu meleklerle iner.» Bu mana Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatıldı: —«Allah-ü Taâlâ yıldırımlar gönderir; bunları istediğine isabet ettirir.» (13/13) Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim: —«Bundan sonra bir kapı gördüm; kâfurdandı. Bunun alt eşiği, yerin en derin noktası olan serada, yukarı eşiği ise arşın altında idi. Bu kapının iki kanadı vardı. Yer ve gök kadar bir kilit asmışlardı. Hayret ettim: — Bu ne kapıdır?. Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı: — Bu kapının adı, BAB'ÜL - EMAN'dır. Tekrar sordum: — Neden buna: — BAB'ÜL-EMAN. Denildi. Bu soruma da şu cevabı verdi: — Yüce Hak, cehennemi yarattı; içine de çeşitli azaplar koydu. Cehennemden bir nefes zuhur eyledi. Bunun üzerine, cümle yer ve gök hli Yüce Hakka sığınıp eman diledi. Bundan sonra, izzet sahibi Yüce Hak, bu kapıyı cehennemle cümle kâinat arasında yarattı. Ta ki; Yedi kat yerlerin ve yedi kat göklerin ehli emanda bulunalar. Bu mana icabıdır ki, bu kapının adına: — BAB'ÜL-EMAN. Denildi. Arkasında neler bulunduğunu görmek için, o kapının açılmasını istedim. Cebrail şöyle dedi: — Bunun ardında cehennem vardır; neylersiniz?. — Muhakkak görmek isterim. Deyince, şu ilâhî ferman sadir oldu: — Ey habibim, parmağınla işaret et; kapı açılır. Bunun üzerine işaret ettim; kapı açıldı. Nazar eyledim; gördüm ki: Demirden büyük bir minber var. O minberin altı yüz bin ayağı vardı. Onun üzerinde çok heybetli ateşten yaratılmış bir melek oturuyordu. Ateşten ipler büküyor; ateşten zincirler ve bukağılar yapıyordu. Gayet şiddetli ve korkunç yüzlü idi. Pençesi kuvvetli ve öfkesi belli idi. Başını önüne eğmiş şu teşbihi okuyordu: — Güçlü sultan olduğu halde, zulmetmeyen o Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Düşmanlarından intikam alan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğine bol ihsanda bulunan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine bir benzer olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ağzından dağlar gibi ateşler çıkıyordu. Burnundan alevler fışkı-nyordu. Bu melek, çok hışımlı ve çok öfkeli idi. İki gözü ateş saçıyordu. Onun her bir gözü, dünyanın tamamı kadardı. O meleği bu heybette görünce, bana korku geldi. Allah-ü Tealâ'-nın lütfü, keremi, inayeti olmasaydı helak olurdum. Cebrail'e sual edip: — Bu kimdir?. Onu görünce, vücuduma titreme düştü. Dedim, Cebrail bana şöyle anlattı: — Siz korkmayın; çünkü sizin için korku yoktur. Bu cehennemin hazini (kapıcı, bekçi, bakıcı) Malik'tir. Allah-ü Taâlâ onu gazabından yaratmıştır. Yaratıldığından bu yana hiç gülmemiştir. Her an, gazabı artmaktadır. Onun yanına varın, selâm verin. Bunun üzerine, gidip selâm verdim. O kadar meşguldü ki, başını bile kaldırmadı. Cebrail öne geçip şöyle dedi: — Ey Malik, sana selâm veren Allah'ın Resulü Muhammed'dir. Cebrail, beni ona böyle tanıttı. Namımı işitince, kıyam edip bana tazim için, türlü saygı dilleri döktü ve ikramlar eyledi. Sonra şöyle dedi: — Ya Muhammed, sana müjdeler olsun; Yüce Hak sana çokça kerametler ihsan eyledi. Senden hoşnuddur. Senin vücuduna cehen-.nem ateşini haram kıldı. Senin hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem ateşini haram kıldı. Yüce Hak bana emreyledi: -Senin ümmetin asilerine merhamet eyleyeyim. Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım. Bundan sonra Cebrail'e dedim ki: — Buna söyle, bana cehennemi göstersin. Cebrail, ona benim talebimi bildirdiği zaman; cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı. Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; mahvolurdu. Ancak Malik, o deliği o anda eli ile sığadı; o duman yok oldu. Bana da şöyle dedi: — Buradan içeri bakın. Bakınca gördüm ki, cehennem: Birbirinin altında yedi tabakadır, En yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin asileri girer. Bunun azabı, diğerlerinden hafiftir. ikincisi lezadır. Buraya Nasara girecektir. Üçüncüsü hutamedir. Buraya da Yahudiler girerler. Dördüncüsü sairdir. Buraya da Sabiîler girerler. Beşincisi sakardır. Buraya da Mecusîler girerler. Altıncısı cahimdir. Buraya da müşrikler girer. Yedincisi haviyedir. Buraya da münafıklar gireceklerdir. Bir de Allah'lık davası güdenler girerler. Meselâ: Firavun, Nemrud gibileri... Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmağa takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca, gördüm ki: Orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde, ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de, erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler var. Şöyle sordum: — Ey Malik, bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?. Şöyle anlattı: — Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır. Bazısı da, büyüklük satıp zalim cebbarlık edenlerdir. Halbuki, büyüklük, celâl ve ikram sahibi Yüce Allah'a mahsustur. Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına vurup duruyordu. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinde bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azab ediyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı: — Bunlar ümmetinizden yetim malını haksız yere yiyenlerdir. Bir kavim daha gördüm; karınları dağlar gibi şişmişti, îçine yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların, akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçlen yetmiyordu. Yıkılıyorlardı. Sordum: — Bunlar kimlerdir?. Malik şöyle anlattı: — Bunlar, ümmetinizden faiz yiyenlerdir. Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunları saçlarından asmışlardı. Bunlar için: — Kimlerdir?. Diye sordum; Mâlik şöyle anlattı: — Bunlar, şu kadınlardır ki; yüzlerim ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına zinetlerini açarlar. Kocalarına eza ve cefa ederler. Bundan sonra, birtakım erkek ve kadın gördüm; bunları dillerinden ateş çengellere asmışlardı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı: — Bunlar yalan yere şehadet edenlerdir. Koğuculuk yapıp söz gezdirenlerdir. Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisini memesinden asmışlar; kimisini de ayaklarından başaşağı asmışlardı. Bunlar feryad ve sayha atıp duruyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Dedim; şöyle anlattı: — Bunlar zina edenlerdir; ayrıca, çocuklannı düşürüp katil işi işleyenlerdir. Bundan sonra bir alay adamlar gördüm; bunlar kendi yanlarının etlerini koparız ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama zebaniler onları: — Yiyin. Diye zorlayıp istemeyerek yediriyorlardı. Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyordu. Bu şekilde onlara azap ediyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı: — Bunlar; ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine karsı ayıplar; zemmederler. Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya alırlar. Bundan sonra bir kavim gördüm ki; bunların cesetleri hınzıra, yüzleri de köpek yüzüne benziyordu. Dübürlerinden ateşler çıkıyordu. Yılanlar, akrepler onları sokuyor; etlerini yiyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı: -- Bunlar, ümmetinizden namaz kılmayan, gusül etmeyen cenabet gezenlerdir. Bundan sonra, bir kavim daha gördüm. Bunlar tam susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp feryadla su istiyorlardı. Onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip: -İç. Diyerek zorlanıyorlardı. Onlar bu kadehi ağızlarına yakın götürdükleri zaman, o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu, içince de, bağırsakları parça parça olup dübürlerinden dışarı dökülüyordu. — Bunlar kimlerdir? Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Ümmetinizden şarap, ve sarhoşluk verici şeyleri içenlerdir. Bundan sonra, bir alay kadın gördüm; başaşağı ayaklarından asmışlar. Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı. Zebaniler, onların dillerini ateşten makaslarla durmadan kesiyordu. Zebaniler onların dillerim kestikçe tekrar uzuyordu. Ve., bunlar, eşekler gibi bağınşıyor-lardı; köpekler gibi de uluyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar, ölüsü öldüğü zaman, feryda ü figan eden kadınlardır. Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunları bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı. Altlarından ateşler ve alevler çıkıp başları ile beraber bütün vücutlarını buruyordu. Gayet kötü kokular geliyordu. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar, zina eden erkek ve kadınlardır. — Peki, bu kötü koku nedir?. Dedim; bunu da şöyle anlattı: — Onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır. Bundan sonra, bir kısım kadınları gördüm ki, asılmışlar. Bunların elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı. — Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı: — Kocalarına hiyanet edip mallarını telef edenlerdir. Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunlara ateşte azab ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu. Bunlar feryad ettikçe, zebaniler ateşten sopalarla vuruyorlardı. Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı. Vücutlarını da ateşten kamçılarla dövüyorlardı. Bunların azaplarını pek çetin gördüm. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar, analarına ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir. Yine bir kavim gördüm; bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar geçirmişlerdi. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar, üzerlerinde bulunan emanetleri sahiplerine vermeyenlerdir. Bundan sonra, bir kavim gördüm; zebaniler bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyordu. Ama bunlar aynı saatte diriliyordu. Bunlar di-rilince, zebaniler tekrar onları boğazlıyordu. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar, haksız yere adam öldürenlerdir. Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife yiyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir. Bunlardan başka, cehennemde iki sınıf kimse gördüm; bunların bir sınıfı erkeklerden, bir sınıfı da. kadınlardandı. Bunların azabı gayet şiddetli idi. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bu erkekler, beğlerin önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise., sureta libas giyip hakikatta cümle azası belli, açık hükmünde ve erkeklere aşikâr olanlardır. Ayrıca dışarı çıktıkları zaman, erkekleri kendilerine çekenlerdir. Bu sebepten, başları deve hörgücü gibi büyük olup selâmetle doğruca cennete giremezler. Bundan sonra, cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm. Bunların azabı birbirine benzemiyordu. Her birine bir başka türlü azap olunuyordu. Bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan yoktu. Şöyle bir azapla azap ediliyorlardı' Bunları ateşten sopalar üzerine asmışlardı. Etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı. Hak Taâlâ onların etlerini bitiriyor; yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu. Bazıları da, ateşten zincirlerle, bukağılarla bağlanmışlardı; böylece azap olunuyorlardı. — Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; Malik şöyle anlattı: — Bunlar, vücut sağlıkları yerinde iken, namazı terk edenlerdir. Ve., şöyle dedim: — Ey Malik, kapıyı kapa; bakacak takatim kalmadı. Malik şöyle dedi: — Ya Resulellah, mübarek gözünüzle müşahede ettiğiniz azapları, gördüğünüz gibi ümmetinize bildirin. Ümmetinizi çok çekindirin. Hasiyetlerden, Allah'ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin. Allah'a tam itaata teşvik edip ibadet yoluna getirin. Allah'ın azabı şiddetlidir. Cehennemi yedi tabakadır. Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır. Aşağıları daha şiddetlidir.» Bunu dinledikten sonra, Resulüllah S.A.V efendimiz ümmetine şef katından dolayı ağlamaya, şefaat ve niyaza başlar. Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremeyeceklerini nla-tıp o kadar ağladı ki; Cebrail, Mukarreb melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulüllah S.A.V efendimizin tazarru ve niyazına: — Amin!. Dediler.. Bunun üzerine, izzet sahibi Yüce Hak'tan şu hitap geldi: — Habibim, senin değerin benim katımda büyüktür; duan makbuldür. Şefaatin makbuldür. Gönlünü hoş tut; seni muradına eriştirdim. Kıyamette sana bir makam vereceğim; şu kadar asileri sana bağışlayacağım, ta ki: — Yeter. Diyesin.. Senin ümmetini sair ümmetlerin üzerine seçtim. Seni de onlara şefaatçi kıldım. Dilediğin kadar şefaat eyle; kabul ederim. Sonra.. Bu Malik'ten başka, cehennem hazinleri (kapıcıları, bekçileri, bakıcıları) on sekiz tanedir; Malikle on dokuz olurlar. Bunların gözleri yıldırım gibidir. Ağızlarından yalın ateş çıkar. Bunlarda asla esirgemek ve acımak yoktur. Her an öfkeleri artmaktadır. Vücutları gayet büyüktür. Onların büyüklüğünü şundan anla: Onlardan biri tek eli ile yetmiş bin kâfiri alıp cehenneme atar. Kâfirin vücudu ise., gayet büyüktür; ağzındaki dişlerinin her biri, Uhud dağı kadardır. Her bir dişi Uhud dağı kadar olunca, başının ve vücudunun nekadâr büyük olacağını hesap eyle. Bir omuzundan, diğer omuzuna varıncaya kadar olan mesafe, dokuz günlük yoldur. Derisinin kalınlığı üç günlük yoldur. İşte, koca cüsseli yetmiş bin kâfir avucu içine sığınca, o melek nekadâr büyüktür, düşünüle.. Bu meleklerin eli altında o kadar zebani vardır ki, onların sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir. Şöyle bir rivayet geldi: — Yüce Hak, Resulüllah S.A. efendimize bu on dokuz meleğin vasıflarını beyan yolunda şu âyet-i kerimeyi yolladı: —«Onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir.» (74/30) Resulüllah S.A. efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; halâs olmalarını diledi. Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu: — Senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim. Ümmetin onu devamlı olarak bırakmadan okursa., kendilerini o on dokuz cehennem hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım. O cümle şudur: — Bismillahirrahmanirrahim. (Rahman Rahim Allah'ın adı ile..) Hak Taâlâ cümlemizi, Habib-i Huda Şefi-i Ruz-ü Ceza Hazret-i Ebelkasim Muhammed Mustafa hürmetine cehennemden azad eylesin. Âmin!. Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin. Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim: — «Bundan sonra, Malik o deliği kapadı. Daha sonra Cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Ben de imam oldum; bu üçüncü semâ ehli ile iki rekât namaz kıldım. DÖRDÜNCÜ SEMÂ Bandan sonra DÖRDÜNCÜ SEMÂYA yükseldik. Yüce Hak bu semayı ham gümüşten yaratmıştır. (Bir rivayette: Beyaz inciden yaratmıştır.) Bu semânın adı: Zâhir'dir. Kapısı nur olup nurdan kilidi vardı. Bu kapının üzerinde: LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür), kelime-i tevhidi yazılmıştı. Bu kapıya müekkel olan meleğin adı: Salsail'dir. Daha önce anlatılan şekilde kapı çalınıp vaki sual cevap olduktan sonra, kapıyı açtı. İçeri girdim; Salsail'i gördüm. Tüm işlerin her biri ona bırakılmıştı. Bunun emrinde, dört yüz bin melek vardı. Bu meleklerden her birinin emrinde dört yüz bin mülâzimi vardı. Bu meleklerin teşbihi şuydu: — Zülümatın ve nurun halikı Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Güneşin ve aydınlık veren ayın halikı noksan sıfatlardan münezzehtir. En yüceden daha üstün Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunların arasında bir bölük melâike gördüm. Bunların kimi kıyamda durmuştu; kimi de secde yerine bakıyordu. Hiç bir şekilde gözlerini o yerden ayırmıyor huşu ile duruyordu. Kimisi de secde yerinde burunlarına bakıp huşu ile duruyordu. Anlatıları üç sınıf meleklerin teşbihi' şuydu: — Rabbımız, noksan sıfatlardan tam manası ile münezzehtir; pek mukaddestir. Öyle bir Rahman Rahim'dir ki: Ondan başka ilâh yoktur. Cebrail'e sordum: — Bunların ibâdetleri bu mudur?. Cebrail bana şöyle anlattı: — Bunlar, yaratıldıktan bu yana, tam huşu üzere dururlar. Dua eyle; bu ibadeti ümmetin için iste. Dua edip istedim; ümmetime namazda huşu ihsan olundu. Bundan sonra, İdris a.s. ve Nuh a.s. peygamberleri gördüm. Bunlara selâm, verdim. Selâmımı alıp tazim eylediler. Bana: — Hoş geldin ey salih kardeş, ey salih peygamber. Dediler ve çeşitli ikramların müjdesini verdiler. îdris'in teşbihi şuydu: — Dilekte bulunanlara icabet eden Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Zalimleri tutan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, yücelebildiği kadar yüceldi; hiç kim-Be onun yüceliğine yetişemez. Nuh'un okuduğu teşbih ise şu idi: — Hayy ve Halim olan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Hak Ferd Kerim Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Aziz Hakim Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Bundan sonra, İsa'nın a.s. validesi Meryem'i, Musa'nın a.s. validesi Buhayid'i, Firavun'un hanımı Âsiye'yi gördüm. (Allah onlardan razıt olsun.) Bunlar beni karşıladılar. Meryem'in yetmiş bin köşkü vardı; hepsi de ak incidendi. Musa'nın validesinin dahi yeşil zümrütten yemiş bin köşkü vardı. Âsiye'nin de kızıl yakuttan, kızıl mercandan yetmiş bin köşkü vardı. Bunları geçtikten sonra bir derya gördüm. Onun suyu kardan be- — Bu deniz nedir?. Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı: — Buna: Kar Denizi, adı verilmiştir. Bunu geçtikten sonra, güneşi gördüm.» Bir rivayette güneş: Yüz altmış kere kürre-i arzdan büyüktür. îbn-i Abbas'ın rivayetinde ise şöyle anlatıldı: — Güneşin büyüklüğü yetmiş yıllık yoldur. Yüce Hak, güneşi yarattıktan sonra, bir de altından bir gemi yarattı. Bu gemiye kızıl yakuttan bir taht koydu; bunun üç yüz altmış ayağı vardır. Her ayağını bir melek tutar. Böylece, o deryada güneşi kayık içine koyarlar. Üç yüz altmış bin melek tutarak her gün güneşi maşrıktan mağribe götürürler; her gece mağripten meşrıka getirirler. Bundan sonra o melekler ibadetle meşgul olmaya başlarlar. Ertesi gün için üç yüz altmış bin melek gelir; bu hizmeti eda eder. Taa, kıyamete kadar bu iş böyle sürüp gider. Bir kere bu hizmeti edene, bir daha sıra gelmez. Kur'an-ı Kerimde Fürkan-ı Mecid'de Yüce Hak şöyle buyurdu: —«Güneş, kendi karargâhında yürümektedir.» (36/38) Müfessirler dediler ki: — Güneşin karargâhı arşın altındadır. Allah onlara rahmet eylesin. Melekler, güneşi, her gece arşın altına götürürler. Orada Yüce Hakka secde eder. Taa, kıyamet vakti yaklaşıncaya kadar. O zaman şu emr-i ilâhî gelir: — Güneş mağripte dursun; orada doğsun. Bu mananın geniş şekli: Arais-i Salebi nam eserde mevcuttur. Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim: — «Bundan sonra Cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Dördüncü semâ ehli olan meleklere imam olup iki rekât namaz kıldım. BEŞÎNCÎ SEMÂ Bundan sonra, BEŞÎNCİ SEMÂYA yükseldik. Yüce Hak, bunu kırmızı altından yaratmış, ismine: — Safiye. Derler. Daha önce anlatıldığı biçimde, diğer semâlarda olduğu gibi; kapının açılması istendi. Belli sual cevap vaki oldu. Sonra, kapı açıldı. İçeri girince gördüm ki: Oranın hazini Kelkâil nurdan bir kürsü üzerine oturmuş.. Ona selâm verdim; tazim edip selâmımı aldı. Buna beş yüz bin melek hizmet ediyordu. Bu meleklerden her birinin beş yüz bin melek etbaı (emirlerine tabi melkler) vardı. Bunlar şu teşbihi okuyorlardı: — Mukaddestir, mukaddestir Rablar Rabbı. Noksan sıfatlardan münezzehtir en yüce en azametli Rabbımız. Pek mukaddestir meleklerin ve ruhun Rabbı. Bu teşbihi okumaya devam ediyorlardı. Bunlan geçtikten sonra, bir güruh melâikeye rasladım; bunların hesabını ancak Yüce Mevlâ bilir. Bunlar huşu üzere ka'dede oturmuşlardı; daima dizlerine bakıp şu teşbihi okuyorlardı: — Noksan sıfatlardan münezzehtir en yüce faziletin sahibi. Süb-handır mahza adalet olup zulmetmeyen Yüze Zat. — Bunların ibadeti bu mudur?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bunlar yaratıldıktan bu yana, hep bu ibadetle meşguldürler. Niyaz eyle; Yüce Hak bu ibadeti ümmetine ihsan eylesin. Ben de tazarru ve niyaz edip diledim; namazda ka'de ihsan olundu. Bunları geçtikten sonra, İsmail a.s. İshak a.s. Yakup a.s. Lut a.s. ve Harun a.s. peygamberleri gördüm. Bunlara selâm verdim. Selâmımı aldılar ve bana: — Hoşgeldin ey salih oğul, ey salih kardeş, ey salih peygamber. Dediler. Kemaliyle tazim edip güzel ikramların müjdesini verdiler. Bu peygamberlerin teşbihi şuydu: — Vasfedenler, azametini ve müntehasını anlatmaktan yana aciz kaldıkları Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Boyunlar önünde eğilen, güçler ona karşı küçülen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunu geçtikten sonra, bir deryaya vâsıl oldum. Onun büyüklüğünü, ancak Yüce Hak bilir. Onu başkası anlatamaz. — Bu derya ne deryasıdır?. Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı: — Bunun adına: — Bahr'ün - nıkam, (azab deryası.) Derler. Nuh tufanı bu deryadan inmiştir. Bundan sonra, Cebrail ezan okuyup kamet getirdi. Beşinci semâ meleklerine imam olup iki rikât namaz kıldım. ALTINCI SEMÂ Bundan sonra ALTINCI SEMÂYA çıktım. Bu semâyı Yüce Hak sarı yakuttan yaratmış. Adına: — H a l i s a. Derler. Buranın hâzinine de: — Semhail. Derler. Daha önce anlatılan usulde kapının açılması istendi; belli sual cevap vaki oldu. Kapı açıldı; içeri girdik. Oranın hazini Semhail'i gördüm; hizmetinde altı yüz bin melek vardı. Her meleğin emrinde ise., ayrıca altı yüz bin yardımcı var. Hepsi de şu teşbihi okuyorlardı. — Kerim Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Açılan nur Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Öyle münezzeh bir zattır ki, semâlarda onların ilâhı odur; yerde olanların ilâhı odur. Semhail'e selâm verdim; selâmımı aldı. Tam manası ile bana tazim etti. Sonra: — Allah-ü Taâlâ senin hasenatını, kerametlerini, kalbinin nurunu bereketli kılsın. Diye dua eyledi; ben de onun bu duasına: — Amin!. Dedim. Bunu geçtikten sonra, büyük bir melâike zümresine vardım. Bunlara: - Kerrubiyyun. Adı veriliyordu. Bunların adedini ancak Allah-ü Taâlâ bilir. Bunların başkanı bir ulu melektir ki, yalnız bu ulu meleğin yetmiş bin melek hizmetçisi vardır. Her hizmetçisinin de yetmiş bin yardımcısı var. Bunlar yüksek sesle teşbih ve tetlil okuyorlardı. Bunları geçtikten sonra, kardeşim Musa'yı gördüm. Selâm verdim. Selâmımı aldı; kalktı, beni iki gözlerimin arasından öptü. Sonra şöyle dedi: — Seni bana gösteren Allah'a hamd olsun. — Ve., benim için Yüce Hak'tan nice kerametlerin müjdesini verdi; şöyle dedi: — Bu gece sen, Mevlâ'nın cemali ile münevver ve münacaat-ı Huda ile mükerrem olacaksın. Zaif ümmetini unutma. Sana ne ihsan olunursa, ondan ümmetine de nasib iste. Eğer bir şey favz olursa, mümkün olduğu kadar hafif olmasını taleb eyle. Musa'nın okuduğu teşbih duası şuydu: — Dilediğine hidayet nasib eden Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğini dalâlette bırakan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Gafur Rahim olan Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Musa'dan ayrıldığımda ağladı. Sordum: — Ağlamanın sırrı nedir?. Diye., şöyle anlattı: — Yeni bir zat benden sonra peygamber oldu; onun ümmeti benim ümmetimden daha fazla cennete girecektir. Bunu geçtikten sonra, Mikâil'e eriştim. Büyük bir kürsüye oturmuştu. Önünde büyük bir terazi vardı. O terazinin her gözü, yerler ve gökler sığacak kadar büyüktü. Önünde nice nice tomarlar vardı. Yanına varıp selâm verdim. Selâmımı aldı; kalkarak tazim eyledi. Bana şöyle dua etti: — Allah-ü Taâlâ senin kerametini ve sürürünü artırsın. Onun bu duasına karşılık ben de: — Amin!. Dedim. Sonra bana şöyle bir müjde verdi: — Senin ümmetine olan hayır ve keramet, hiç bir ümmete müyesser olmamıştır. Onların mizanı cümlesinden ağırdır. O kimseye saadetler olsun ki, sana tabi olup sever. Vay o kimsenin haline ki, sana isyan eder.. Mikâil'in yanında o kadar çok melek vardı ki, onların adedini ancak Allah-ü Teâlâ bilir. O meleklerin hepsi bana şöyle dediler: — Cümlemiz senin fermanına itaatkârız. Daima sana salâvat okuruz. Âdem'in yaratılmasından yirmi beş bin yi] evvelinden bu ana gelinceye kadar, her ne mikdar yağmur ve kar yağdıysa.. onların her katrasına bir melek hizmet ederek indirir. Ne kadar bitki, meyve, hububat biterse, her birine bîr melek hizmet eder. Hizmetini de tam yapar. O hizmette bir kere bulunan meleğe kıyamete kadar bir daha sıra glmez. Onların çokluğu nekadardır; bundan kıyas eyle. O meleklerin teşbihi şuydu: — Her müminin ve kâfirin Rabbı Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Noksan sıfatlardan münezzehtir o zat ki, hamile kadınlar onun heybetinden içlerindekini düşürürler. Mikâil'in teşbihi de şuydu: — Pek Yüce Rabbım tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» Bir rivayette şöyle anlatıldı: — Her kim yukarıda anlatılan: —«Pek Yüce Rabbım, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» Teşbihi okumaya devam ederse, o kimse öldüğü zaman, Mikâil kendisine rahmet meleği ile hediye gönderir. Her kimin ki kabrine rahmet meleği gelir; o kimse kabir azabından emin olur. Bu mana icabıdır ki, Resulüllah S.A. efendimiz: —«Pek Yüce Rabbım tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.» Teşbihini sünnet eyledi. Ta ki, ümmeti secdelerinde o teşbihe devam etmek sureti ile anlatılan saadete nail olalar. Resulüllah S.A. efendimizin anlat tıklarına devam edelim: —«Bundan sonra, yeşil ve nurlu bir denize eriştim. Burada kadar melâike vardı ki bunların sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir; ondan başka kimse bilmez. Bunların teşbihi şuydu: — Kadir muktedir olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. En keremli kerim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Celil Azim olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Sordum: — Bu ne gûna deryadır?. Cebrail şöyle anlattı: — Bunun adına:. — Yeşil deniz. (Derya). Derler. Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Altıncı semâ meleklerine imam oldum; iki rekât namaz kıldım. YEDİNCİ SEMÂ Bundan sonra, YEDİNCİ SEMÂYA çıktık. Hak Taâlâ bunu nurdan yaratmıştı. Bunun adına: — G a r i b a. Derler. Bu semâya bakan hazinin ismine de: — E f r a i 1. Derler. Cebrail," daha önceki semâ kapılarında olduğu gibi, kapının açılmasını istedi; içeriden sual geldi. Cebrail o suallerin cevabım verdi. Sonra, kapı açıldı; içeri girdik; Efrail'i gördüm. Bunun yedi yüz bin hademesi vardı. Her hademenin de yedi yüz bin avanesi vardı. Bunların okuduğu teşbih şuydu: — Öyle Yüce sübhan Zattır ki, semâyı tavan yapıp yükseltti. Öyle Yüce bir zattır ki, yeri yaydı ve döşedi Sübhandır o Yüce Zat ki, yıldızları doğdurdu; onları (veya yere) süs eyledi, Öyle sübhan bir Zattır ki, dağları yerleştirdi, onlara kurulu bir düzen verdi. EfraiPe selâm verdim. Sevinerek selâmımı aldı. Bana nice ikramların ve hasenatın kabulü müjdesini verdi. Her semânın (bu semânın olabilir) kapısı üzerinde şu cümle yazılı idi: — Allah'tan başka ilâh yoktur: Muhammed Allah'ın Resulüdür. Ve.. Ebu Bekir Sıddîk.. (LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULÜLLAH VE EBU BEKİR'İN'İS - SIDDİK.) Burada bir melek gördüm; başı arşla beraberdi. Ayakları da yerin zemininde idi. O kadar büyüktü ki: Yüce Hak ona izin verse, yedi kat gökleri bir lokma edip yutardı. Bu meleğin tesbihi şuydu: — Varlığını celâli ile perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Rahimlerdekine dilediği sureti veren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Bundan sonra bir melek gördüm; bu meleğin yedi yüz bin başı vardı. Her başında da yedi yüz bin yüzü vardı. Her yüzünde de yedi yüz bin ağzı vardı. Her ağzında da yedi yüz bin dili vardı. Her dili ile, yedi yüz bin lügat konuşuyordu. Konuştuğu dilerin hiç biri diğerine benzemiyordu. Bu meleğin ayrıca yedi yüz bin kanadı vardı. Bu melek, her gün cennette olan nur deryasına yedi yüz kere dalıyordu. Her dalıp çıktıkça, silkiniyor; sıçrayan her damlasından Yüce Hak kudreti ile bir melek yaratıyordu. Ondan yaratılan her melek, Yüce Hakkı şöyle teşbih ediyordu: — Sübhansın şanın nekadar yüce.. Sübhansın makamın nekadar üstün.. Sübhansm efendim, halkına merhametin nekadar çok.. Bunu geçtikten sonra, bir melek gördüm; bir kürsü üzerine oturmuştu. Başı arş altında, ayaklan da yerin dibinde idi. O kadar büyüktü ki: Dünya ve içindekiler ona ancak bir lokma olurdu. Kanadının bir ucu mağripte, bir uca da meşrıkta idi. Yedi yüz bin melek, onun hizmetine durmuşlardı. Bu meleklerden her birinin eli altında yedi yüz bin melek vardı. . — Bu kimdir?. Diye sordum; Cebrail şöyle anlattı: — Bu, İsrafil'dir. Gidip selâm verdim. Selâmımı aldı; bana çok müjdeler verdi. Bunun teşbihi şöyleydi: — Duyan ve bilen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisini halka perdeleyen Yüce Zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Rabbımız, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Bundan sonra, bir kimseyi gördüm ki: Nura gark olmuş. Gayet heybetli ve vekarh bir şekilde bir kürsü üzerinde oturmuştu. Önünde çokça çocuklar vardı. Sordum: — Ey Cebrail, bu kimdir?. Ki, büyük bir nuru, çok vekarı ve hey beti var. Önünde duran sıbyan çocuklar kimlerdir?. Cebrail şöyle anlattı: — O, sizin büyük ceddiniz İbrahim'dir. Seni ve sana iman eden ümmetini sever. Alemlerin Rabbı Yüce Allah'a niyaz edip, senin ümmetine iyilikte bulunmak diledi. Yüce Hak, onun bu dileğini kabul buyurdu; o sıbyan çocukları verdi. Onlar, senin ümmetin buluğa ermeden ölen kız ve erkek çocuklardır. Onların terbiyesini, Hak Taâlâ ibrahim'e bıraktı. Onları kıyamete kadar terbiye edip ilim ve edep öğretecektir. Onları kemaliyle yetiştirdikten sonra, mahşer günü önüne katıp arasat meydanına getirecektir. Oradan, Yüce Allah'ın manevî huzurunda durup şu niyazda bulunacaktır: — Ya Rabbi, bunlar habibin Muhammed ümmetinin S.A. buluğa ermeden ölen sabileridir; emr ü fermanın ile ilim ve kemalle onları yetiştirdim; yüce dergâhına getirdim. Kerem, lütuf ve ihsan senindir. Onun bu niyazı üzerine, Yüce Hak, azamet ve celâli ile şöyle buyuracaktır: — Ey çocuklar, gidin cennete girin. Bu hitab-ı ilâhî üzerine onlar şöyle diyeceklerdir: — Rabbımız, fazlınla, ihsanınla analarımızı ve babalarımızı bize bağışla. Yüce Hak, tekrar şöyle buyurur: — Size sorgu sual yoktur; varın cennete girin; ama babalarınız ve analarınız için sorgu sual vardır; hesab vardır. Bunun üzerine, o çocuklar şöyle niyaz ederler: — Rabbımız, biz onları ayrılığımızla dünyada mahzun ettik. Bugün, her yana yaygın rahmetinle onları mesrur edelim. Onların bu yakarmalarına acıyan Kerim ve Rahim olan Yüce Allah tazarru ve niyazlarım kabul buyurur: — Gidin, Kevser havzından şarap alın; babalarınıza ve analarınıza içirin. Bundan sonra, Cebrail bana şöyle dedi: — Öne geç; ibrahim'e selâm ver. Ben de, gittim; selâm verdim. Bana tazim edip selâmımı aldı. Sonra şöyle dedi: — Hoşgeldin, ey salih oğul, ey salih peygamber. Sonra şöyle devam etti: —Ey oğul, sen bu gece âlemlerin Rabbının cemalini müşahede ile müşerref olacaksın; türlü türlü lütufların mazharı olacaksın. Ümmetin ise, cümle ümmetlerin âhiri ve çok zayıfıdır. Onlara şefkat edip Rabbından dile.. Devam etti: — Ya Muhammed, ümmetine benden selâm eyle. Onlara haber ver: Dünya fanidir; zevali çabuk olacaktır; Allah katında ise., hor ve hakirdir. Yüce Hak, dünyaya sineğin kanadı kadar itibar etmemiştir. Onun süslerine aldanıp saraylarına ve güzel elbiselerine, türlü türlü yemeklerin lezzetine, hizmetçilerine ve haşmetine gönül vererek aldanıp ömürlerini boşa gidermesinler. Âhiret bakidir. Gece gündüz pak şeriatınla, hidayete ileten sünnetinle amel edip Allah-ü Taâlâ'nın rızasını tahsile çalışsınlar. Cennetin yeri boldur. Oraya çokça ağaçlar diksinler. Sordum: — Cennete nasıl ağaç dikilir?. Şöyle anlattı: — Şu teşbih duâsıdır: Allah sübhandır, hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. En büyük Allah'tır. Güç, kuvvet yüce ve azim olan Allah'ındır. Bu teşbihi okusunlar. Bunu her okudukça, cennette bir ağaç dikilir. Bundan sonra, Cebrail ezan okudu; kamet getirdi. Yedinci semâ meleklerine imam olup iki rekât namaz kıldım
__________________
αѕαℓєт вσу∂α ∂єgιℓ ѕσу∂α σℓмαℓı, ιη¢єℓιк вєℓ∂є ∂єgιℓ ∂ιℓ∂є σℓмαℓı, ∂σgяυℓυк ѕσz∂є ∂єgιℓ σz∂є σℓмαℓı, gυzєℓιк уυz∂є ∂єgιℓ уυяєктє σℓмαℓı. BursaSpor ![]() |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Katy Caro - Professianals #11 (Anal) | golge620 | Yabancı Adult Videolar | 0 | 02-25-2010 01:01 AM |
Katy Perry Nude | cyrodred | Adult eski arşiv | 0 | 01-18-2009 05:11 PM |
Katı yağların itibarı tartışılıyor | ÇaKıR- | Eskiler (Arşiv) | 0 | 04-25-2008 09:35 PM |
Sema'nın Sadası kitapta ses verdi | Kéan aRs | Eskiler (Arşiv) | 0 | 02-23-2008 02:51 PM |
Liverpool G.Saray'ın üç katı | İnDrA | Eskiler (Arşiv) | 1 | 09-27-2006 08:14 PM |