www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 09-09-2006, 06:33 PM   #1
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Neden Bediüzzaman?

Hayatınızda hiç bir kitabı ezberlediğiniz oldu mu? Ya da herhangi bir metni ezberlerken kaç saat ya da kaç gününüzü harcadınız? Okuduğu kitapları ezberleyebilen, ezberde o kadar ileri gidip bir sözlüğü zihnine yerleştirmeye çalışan çok az insan vardır. Ezberlenen metinler ciltler dolusudur. Bazen bir coğrafya kitabı, bazen önemli bir fıkıh kitabı. Ezber yapmak insana büyük bir birikim sağlar; ama yetmez. Onda okuduklarını muhakeme edebilme gücü de vardır ki; bambaşka ufuklar açabilmesi bundandır. 13-14 yaşında 80’den fazla kitabı okumakla kalmayıp, ezberleyen insan Bediüzzaman Said Nursi’dir. Yaşı küçük diye medreselere alınmayan bu cevval çocuk, ders okuduğu hocalarına bir-iki senede hoca olmayı başarmıştır. Onu sınayan hocalar, ne sordularsa aldıkları cevaplara şaşırdılar. O kadar ki bölgede onun adı Meşhur Said diye anılmaya başlanmıştı. Hıfzı ve bilgisi kadar celadeti, cevvaliyeti ve kimseye ödün vermeyen tavrıyla da dikkat çekmişti. Haksızlığa tahammülsüzlüğü ve mücadele gücünü hep halkı irşad etmek, sakinleştirmek için kullanmıştır. 1. Dünya Savaşı’nda Ruslarla, Ermeni çeteleriyle mücadele eden, emrinde binlerce insan olan bir milis kumandanıdır. Elinde silahıyla Ruslarla çarpışırken bile kitap telif etmişti. 2,5 yıl esir kaldığı Rusya’dan Varşova, Viyana üzerinden İstabul’a gelişi gazetelere haber olur. Doğu’yu cehaletten kurtarabilmek için varını yoğunu sarf eden bir insandır. Bunun için dönemin padişahıyla görüşen, ilk adımın atılmasını da sağlayan kişi de odur...

Bediüzzaman ismi ona gençliğe adım attığı günlerde verilir. Bir yanda eğitim için çabalar, İslam dünyasının geri kalışını sorgular ve çözümler sunar. İstanbul’da çıkan gazete ve dergilerin çoğunda makaleler yazar, padişahla birliklikte Kosova’ya resmî bir ziyaret yapar.

İstanbul’dan Anadolu’da gelişmekte olan istiklal hareketine destek olur ve Mustafa Kemal onu Ankara’ya davet eder. Bildiğini söylemekten çekinmeyen bu insana milletvekilliği, Doğu vaizliği teklif edilse de o Van’da uzlete çekilmeyi tercih eder. Bundan sonra, Said Nursi için yeni bir dönem başlar. Zaten kendisi de hayatını iki kısma ayırır, “Eski Said, Yeni Said”. Yeni Said hayatının geri kalan 40 yılını sürgünler, mahkemeler, hapishaneler, istibdatlar ve zorunlu ikametlerle geçirir. Adeta ölmesi için tek ve yalnız, soğuk ve çetin bir hayata mahkum edilir. Çevresinde görülen her insan yakalanır, sorgulanır. Bir makale yazabilmek, kalem kağıt bulabilmek, evden dışarı çıkabilmek bile büyük sorundur. Ama ne hikmetse o celadetli insandan maddi anlamda bir karşılık göremezler. Sabredendir o artık. Cesareti ve gücü artık sadece sözlerinde kendini bulur. Yazdıkları o kadar etkilidir ki, yıllarca onun yazdıklarını elinde bulunduranlar mahkeme mahkeme dolaşmak zorunda kalır. Sürgün edildiği her yerde halk nezdinde talebeler bırakır. Yazdığı Risale-i Nur ufuklar açar.


Sepetteki sır
Bediüzzaman Said Nursî başarılı sayılabilir mi?
Dost-düşman insaf ehlinin bu konuda hemfikir olduğu söylenebilir. Evet, Bediüzzaman bir dava insanı olarak başarıya ulaşmış, daha doğrusu ilâhî yardımla ulaştırılmıştır.



Risale-i Nur ve onun sözcüsü Bediüzzaman başlı başına gerçek bir başarı öyküsüdür!
Bir insan düşünün.
Maddî ve manevî olumsuz şartlara rağmen ümidini yitirmemiş;
küçücük bir tohumun koca bir çınar ağacını ilâhî kudret sayesinde yüklenmesi gibi, şahsî hayatını bir eser külliyatına çekirdek eylemiş;
kurtçukların oynaştığı manevî yaraları tedavi edebilecek hakikatleri kafalara vurmadan veya yaraları daha da deşmeden beyan edebilmiş;
hem akıllara hem kalblere hem de duygulara şifa olacak sırları Kur’an’dan peygamberî bir usulle alıp muhtaçlara bildirebilmiş;

ne sadece elit bir kesimin anlayabileceği “yüksek hakikatler”i, ne de bir okuyuşta tüketilecek popüler basmakalıp kitapları değil, Kur’an’ın mucizeliğine sığınıp her yaş, her statü ve her eğitim seviyesinden insanın akıl ve kalb düzeyine seslenebilen eserleri yazabilmiş;
doğup büyüdüğü coğrafyanın dinî geleneklerinin aksine hiyerarşik olmayan, tamamen kardeşane bir manevî şahsiyetin (cemaatin) teşekkülü için varını-yoğunu ortaya koymuş ve bunu daha hayatındayken görebilmiş…
Böyle bir insan elbette başarıya ulaştırılmış sayılmalı!
Peki Bediüzzaman’ın mazhar olduğu bu başarının sırrı nerede?
Elbette ki, birbirinden farklı ama aslında birbirini destekleyecek yüzlerce farklı neden sayılabilir.
Ama, bence Said Nursî’nin başarısının sırrı gözle görülür bir yerdeydi.
Sepetinde! Sonsuz âleme göç ettikten sonra ardında bıraktığı ve (bir-iki kıyafet, termos, tesbih, namazlık ve saat gibi bütün “mal-mülkünün”) sığabildiği sepetinde!
O sepet, gençliğinde "Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim" diyen bir dava insanının, ancak inandığımız gibi yaşadığımız takdirde inandığımız ve inandırmaya çalıştığımız hakikatlere hizmet edebileceğimizin kanıtıdır.
Bir âyette insanlara “Sizden ücret istemeyenlere tâbi olun!” emri verilir (Yâsîn, 21). Bu şer’î emir, insan yaratılışında koyulmuş ilâhî bir emrin ya da kanunun ifadesidir aynı zamanda. Çünkü, insan ancak kendisinden ücret istemeyenlere tâbi olacak şekilde var edilmiştir!
Bediüzzaman’ın milyonlarca akıl ve kalbi davasına bağlama başarısına nasıl mazhar kılındığını, ardında bıraktığı sepeti bu âyeti kendi diliyle tefsir eder ve der ki “O insanlardan ne maddî ne de manevî bir ücret istemedi. Kendisine iyi ya da kötü niyetle sunulan bütün ücretleri reddetti. İşte bu sayede, bütün bir ömrünü dua eylediği hedefine—Risale-i Nur’a—ve iman hizmetine mazhar oldu!”
İsterseniz, onun hayatındaki birkaç durağa göz atarak maddî-manevî ücretler karşısındaki tavrını anlamaya çalışalım. Çünkü, dünya pazarında çokça talep edilen başarı kriterlerini esas aldığımızda kolayca hazmedilebilecek bir şey değil Sözler’in sözcüsünün serencamı.
Meselâ, bizim dünyevileşmiş zihnimiz “Yüksek statü hem maddî hem manevî hedeflere ulaşmak için çok önemlidir” der. Ama 1920’lerin başlarında yeni kurulan rejimin kendisine teklif ettiği Doğu Bölgesi Genel Vaizliği gibi dine hizmet edebileceği ve birçok kanlı olayı engelleyebileceği yüksek bir statüyü ve beraberindeki yüklü maaşı elinin tersiyle itmiştir Bediüzzaman. Daha sonraları geri dönüp o kararına baktığında da şöyle demiştir: “Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.”
Aynı muhakemeyi ilk gençliğinden itibaren karşılaştığı diğer tekliflere de uygulamak mümkündür.
Âhireti ve kulluğu unutmuş bakış açısı, başarının bir anahtarının “mutlu bir aile hayatı” olduğunu iddia eder. Gelgelelim, Molla Said, gençliğinde konağında misafiri olduğu ve iffetiyle kendisine hayran bıraktığı Ömer Paşa’nın damadı olması teklifini kabul etmemiş ve sıkıntılı yalnız bir hayatı tercih etmiştir. Ömer Paşa’nın damadı olsaydı, sizce dünyevî saadet arayışına bile tahammül etmeyen Risale-i Nur meydana gelir miydi?
İstanbul’a gelip Abdulhamid merhuma doğuda dinî ilimlerin modern bilimlerle birlikte okutulacağı bir medrese kurulması için dilekçe verdiğinde aldığı cevap “Şu parayı al memleketine git! Padişah’ın işlerine karışma!” mealinde bir ihsan-ı şahane olmuştur. Ama o ihsan-ı şahaneyi reddedip tımarhaneye koyulmaya razı olmuştur.
Kendi ifadesiyle “Onun Zaptiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hatâ ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatimi terk ettim.”
“Bu defa olmadı, bir dahaki sefere” diyerek ihsan-ı şahaneyi kabul eden bir Said Nursî, ihlası maddî menfaatlerin terkiyle kazanılabileceğini söyleyen Risale-i Nur’a çekirdek olabilir miydi?
Şahsına yönelen teveccüh ve rağbeti kolayca manevî bir ranta çevirebilecekken öyle yapmayıp, ziyaretine gelenleri çoğu kez kabul etmeyip “Risale okuyun” diyen Said Nursî, en tepeye kendisini koyduğu manevî bir hiyerarşiyi tesis edemez miydi?

Etseydi, Risale-i Nur meydana gelir miydi?
Kardeşliği esas alan bir manevî yol, “Şahsıma değil bir makam, şan ve şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandırmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki - lüzum olsa – âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâki mertebeleri feda etmeyi, hattâ cehennemden bazı bîçareleri kurtarmaya vesile olmak için—lüzum olsa—Cenneti bırakıp Cehenneme girmeyi kabul” edebilen Bediüzzaman’ın bu manevî istiğnasının meyvesi olabilmiştir…

Örnekler uzatılabilir. Ama hepsinin bize gün ışığı gibi gösterdiği hakikat aynıdır. Maddî ve manevî ücret arayışını reddeden, dünyevî kriterlere sığmayan, hiyerarşiyi değil kardeşliği tesis eden ve müntesiplerinden de aynı “başarı”yı bekleyen “zamanının eşsiz”i bir manevî yoldur Bediüzzaman’ın sepetinden çıkan ve bize miras kalan aslında!
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Eski Bugün   #n/a 
Teşekkür Botu
Bot
bot Çevrimiçi

Avatar

Giriş Tarihi: Ocak 2005
Yaş: 0
Mesaj : 0
Üye No: 0
Rep Power: Çok
kasirga78 (09-13-2006), noumAhmet (09-12-2006) bu konu için teşekkür ettiler...
bot Çevrimiçi Tesekkur botuna Rep veremezsiniz. Yinede Tesekkurler. Kurallara Aykırı Mesajı Bildir  
Old 09-09-2006, 06:34 PM   #2
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Bediüzzaman neye muhalefet etti?
Bazı takipçileri Bediüzzaman Said Nursi’yi; milliyetçi, muhafazakâr, devletçi, kutsal devletçi, statükocu, osmanlıcı pasif bir muvafık olarak görme eğilimindedirler. Bunun tarihî, sosyolojik, psikolojik, sosyal psikolojik birçok sebebi vardır. Bediüzzaman’ın böyle bilinmesi, onun yazdıklarından ve yaptıklarından çok, onu okuyanların okuma biçimi ile ilgili bir sorundur. Nedense ülkemizde dindarlarda da devletçi, statükocu, toptancı, milliyetçi bir anlayış hakim durumdadır. Osmanlı ve Selçukludan kalma “devlet-i ebed müddet” kabulü, padişahların “zıllullah” [Allah'ın (cc) gölgesi] gibi bir unvanla anılmaları, daha yakında ise enternasyonal Marksist tehdide karşı statükoyla birlikte nasyonalist bir savunma refleksi, İslamın evrensel hakikatlerini ve ilkelerini dahi yer yer ulusçu bir perspektifle okuma zaafına yol açmıştır. Elbette bu perspektifin, devletçi, milliyetçi, muhafazakâr (statükocu) gruplara devlet nezdinde bir meşruiyet sağlaması da beklenirdi. Bu beklenti ise ancak konjonktürel olarak kısmen gerçekleşmiş, rejim dindarların, kendisine en yakın duranlarına dahi hep şüpheyle ve itiyatla yaklaşmıştır. Çünkü resmi ideolojinin etnoseküler (ulusçu-dünyevi) ilkelerinden, ulusçuluk ile kısmi bir uyum sağlanabilse bile, dünyevilik (sekülerizm) ile uyum sağlamak o kadar kolay değildi.
Aslında bu problem; İslam Hilafetinin saltanata dönüşmesiyle başlayan “Hilafet benden sonra otuz yıldır, sonrasında ısırıcı bir saltanat vardır” hadis-i şerifi ile özetlenen bir Emevîleşme problemidir. Ve etkisini yüzyıllardır sürdürmektedir. Bilindiği gibi hilafeti saltanata dönüştüren milliyetçi Emeviler; Arapları diğer milletlerden, Kureyş’i ise diğer Araplardan üstün tutar, Arap olmayan müslümanlara mevali (azat edilmiş köle) derlerdi. Böylelikle mutlak adalet (adalet-i mahza) yerine nisbi adalet (adalet-i izafi), hüsn-ü hakiki yerine ehveni şer, azimet yerine ruhsat, hakaik-i İslamiye yerine, siyasetin merhametsiz gerekleri, ahiret yerine dünya, hilafet yerine saltanat ağır basıyordu. Hak ve adaleti esas alan anlayış, devleti, milliyetçiliği, otoriteyi esas alan bir anlayışla yer değiştirdi.
İşte bunun gibi tarihî, psikolojik, sosyolojik, bir çok sebep dindar insanların zihninde de devlet, otorite, statüko paradigmalarının yerleşmesine yol açmıştır. Bu paradigmalarla Risale-i Nur’a muhatap olunduğunda, öyle bir gözlükle bakıldığında, Bediüzzaman da devletçi, milliyetçi, muvafık olarak görünüyordu.
Üstadın “müspet hareket” “asayişi muhafaza” “rejimi reddetmek , ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var, ne de düşünüyoruz ve ne de Risale-i Nur izin veriyor” gibi sözleri, Şeyh Said isyanına karşı çıkması, onu rejim yanlısı bir muvafık gibi görme zaafına yol açıyordu.
Halbuki yukarıdaki metin “ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat, biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır; amel etmek daha başkadır” şeklinde devam ettiği halde “rejimi reddetmek, ne vazifemizdir”e takılıp kalıyoruz.
Metin Karabaşoğlu'nun bu konuyla ilgili aşağıdaki değerlendirmesine katılmamak mümkün değildir.
"Bu tavır, İslam tarihi içinde ana ağırlığı teşkil eden selef-i salihinin sabır ekolü diye tanımlanan tavrının tipik bir yansımasıdır. 'Reddetmiyoruz'la kasdolunan, halk ayaklanması, askeri darbe ve iç savaş yoluyla, yahut din adına partileşme veya kadrolaşma yoluyla siyasal iktidarı ele geçirmenin hedeflenmiyor oluşudur. Kısacası, din karşıtı bir siyasi oluşuma karşı, gene siyaset-merkezli dini bir oluşumla cevap vermeyişin ifadesidir. 'Kabul de etmiyoruz' ifadesi ise, imani ölçülere uymayan bir devlet ve iktidara teslim de olmayışın ifadesidir. Bilakis iktidar karşısında dinin ölçüleri esas tutulmakla; iktidarın bu ölçülere uyumsuzluğu bilinerek, ona karşı fikri ve kalbi bir gerilim muhafaza olunmaktadır. 'Amel de etmiyoruz' ise, gerilimin fiili bir muhalefet suretinde yansımasıdır. Özetle, bu söz, 'reddetmiyoruz' ile anarşizme ve dinin dahilde menfi tarzda istimaliyle masumların kanının akıtılmasına; 'kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz' ile de devletçiliğe ve varolan devlet adına dinin ölçülerinin eğilip bükülmesine karşı duruşun ifadesidir.
Anarşizm ve devletçilik gibi iki tehlikeli uçtan uzak olan bu dengeli tutum, Said Nursi'nin hayatının her karesinde rahatlıkla görülür. Onun resmi ulemanın ve bid'alara taraftar kimi ehl-i dinin sergilediği devletçi tavırdan ne derece uzak durduğu, sergilediği manevi cihaddan ve maruz kaldığı hapis, sürgün ve işkencelerden rahatlıkla anlaşılabilir."
Keza, "asayişi (ve emniyeti) muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz", "Nurcular asayişin muhafızıdırlar" ibarelerine yoğunlaşılıyor, aynı savunma metin içindeki muhalif ve rejim aleyhtarı deklarasyonlar bir türlü görülmüyor veya görülmek istenmiyor. "Bizim vazifemiz müspet harekettir. Menfi hareket değildir." ibareleri de Bediüzzaman'ın yukarıda zikrolunan "kabul etmeme", "amel etmeme", "istememe" anlayış ve tavrı bağlamından koparılarak ihmal edilmektedir.
Aynı metnin devamında şu ifadeler kullanılmaktadır: "Evet, mesleğimizde kuvvet var, fakat bu kuvvet asayişi muhafaza etmek içindir. 'Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez' düsturu ile -ki 'Bir cani yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk çocuğu mesul olamaz'- İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım." Yani müspet hareket, masumların zarar görmemesi için asayişi muhafazadan başka bir şey değildir. Menfi hareket ise, hır-gür çıkarma, halk ayaklanması, askeri darbe, iç savaş çıkarmaktır ki, bunlar Nur'un şefkat, muhabbet ve adalet-i mahza düsturlarıyla bağdaşmaz.
Şu halde, müspet hareket, asla muvafık olmayı, rejim yanlısı olmayı, istihbarat teşkilatlarıyla çalışmayı, milliyetçi, muhafazakâr ve devletçi olmayı gerektirmez. Zira milliyetçi, muhafazakâr, devletçi anlayış; adalet-i mahzaya mukabil; çoğu zaman zulme sebebiyet veren adalet-i izafiyeyi, devlet ve millet için ferdi, insanları ve toplulukları feda etmeyi gerektirir.
Bu, Risale-i Nur'un bütünlüklü ve külli mesajı yerine; zihnimizde oluşmuş ve/veya oluşturulmuş paradigmalar çerçevesinde seçerek okuma ve/veya seçerek anlama demek olan eklektizmdir. Risalenin doğrularını kabullenmek yerine, kendi kabullerimizi Risaleye doğrulatmak çabasıdır.
Said Nursi!nin rejimin yanında mı karşısında mı, muhalif mi muvafık mı olduğunu gösteren önemli bir beyanı Emirdağ Lahikası s. 381’de yer alan ve Ağır Ceza Mahkemesine verdiği şu dilekçeden açıkça anlaşılmaktadır.
"Yirmi sekiz sene emsalsiz ihanetlerin, tarassudların, hapislerin ileri sürdükleri sebeplerinden birincisi: Beni rejimin aleyhindedir, diye ittiham etmişler.
"Buna cevaben deriz ki;
“Her hükümette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete ilişmemek şartıyla herkes vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir metodu, bir fikri ile mes'ul olamaz Çünkü, dininde en mutaassıp ve cebbar bir hükümet olan İngilizlerin yüz sene hsakimiyeti altında bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, İngilizlerin küfri rejimlerini Kur'an ile reddettikleri ve kabul etmedikleri halde, İngiliz mahkemeleri şimdiye kadar onlara, o cihette ilişmemiştir. Hem, bu millette ve bu hükümet-i İslamiye içinde eskiden beri bulunan Yahudiler ve Nasraniler, bu milletin dinine ve kudsi rejimlerine muhalif ve zıt ve muteriz oldukları halde, hiçbir zaman mahkeme, kanunlarıyla onlara o cihette ilişmemiştir. Hem Hazret-i Ömer (ra) hilafeti zamanında bir adi Hıristiyan ile mahkemede beraber muhakeme olmuşlar. Halbuki, o adi (sıradan, herhangi) Hıristiyan Müslümanların hem mukaddes rejimlerine, hem dinlerine, hem kanunlarına muhalif iken, o mahkemede onun hali nazara alınmaması gösteriyor ki, mahkeme hiçbir cereyana alet olamaz, hiçbir tarafgirlik içine giremez ki; Halife-i ruy-i zemin, adi bir kafirle muhakeme olmuşlar. Hem muhalefet, hiçbir hükümette bir suç sayılmıyor."

Görüldüğü gibi Bediüzzaman, asayişe ilişmemek kaydıyla muhalefetin suç olamayacağını 1-İngiliz-Hint Müslümanları 2- Osmanlı ile Yahudi ve Hıristiyanları 3- İslam'ın ilk devri, Hz. Ömer ve bir Hıristiyan, örnekleriyle açıklamaktadır. Nursi'nin zikrettiği sözleri, münhasıran savunmaya yönelik konjonktürel sözler olmayıp, Risale-i Nur'un pek çok yerinde ve her zaman her yerde ifade ettiği, hukukun evrensel ve temel ilkeleridir. İnsanlığa ve Müslümanlara yol gösterir, takipçisi Nur talebelerini bağlar. Mahkemeye verilen bir dilekçenin Lahikalar arasında yayınlanması bu manadadır. Said Nursi henüz, rejim aleyhtarı ve bir muhalif olmadığını, beyan etmiş değildir.
"İşte bende yüzer ayat-ı Kur'aniyeye istinaden Kur'an'ın kudsi kanunlarının yerine medeniyetin bozuk kısmından anarşilik hesabına bir nevi Bolşeviklik namına istibdad-ı mutlak manasında Cumhuriyetteki hürriyet perdesi altında dindarlar hakkında eşedd-i zulme alet olabilen muvakkat bir rejime, değil yalnız ben, belki bütün ehl-i vicdan muhaliftir."
Said Nursi, muhalefetini ve rejime karşı olduğunu, sözünü hiç sakınmadan açıkça ifade ediyor. Bunu bir veya birkaç talebesine özel veya gizli olarak söylemiyor, mahrem bir mektupta da belirtmiyor. Takiyye yapmıyor, politik davranmıyor. Rejimin aleyhtarı olduğunu ve muhalefetini, rejime ağır eleştirilerini, nerede ve hangi konumda yapıyor? Tutuklu bir sanık olarak Ağır Ceza Mahkemesine verdiği dilekçede! Dili sürçmüyor, ağzından kaçırmıyor. Düşündüğünü yazılı olarak, adalet beklediği mercie merdane beyan ediyor.
Yine Mektubat 418. sayfada muhalefetinin mahiyetini açıklıyor;
“Madem sizlerle, itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran, külli bir muhalefetimiz var. Siz dininizi ve ahiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette mabeynimizde, tahmininizde bulunan muhalefet sırrıyla, biz dahi hilafınıza olarak, dünyamızı dinimiz uğrunda ve ahiretimize her vakit feda etmeye hazırız. Sizin zalimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir iki sene zelilane geçecek hayatımızı, kudsi bir şehadeti kazanmak için feda etmek, bize Ab-ı Kevser hükmüne geçer. Fakat Kur’an-ı Hakimin feyzine ve işaratına istinaden, sizi titretmek için, size kat’i haber veriyorum ki:
Beni öldürdükten sonra yaşamayacaksınız! Kahhar Bir el ile, cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tard edilip ebedi zülümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan, pek çabuk, sizin nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlahide yakalarını tutacağım. Adalet-i İlahiye onları esfel-i safiline atmakla intikamımı alacağım.”

Bediüzzaman neye muhalefet etti?
Yukarıda görmüş bulunuyoruz ki; Said Nursi muhalefetini kendisini yargılayan Ağır Ceza Mahkemesine verdiği dilekçesiyle deklare edecek kadar bir muhalifti. Fakat onun muhalefeti neye karşıydı?

İktidara?
Bilindiği gibi muhalefet, iktidar-muhalefet bağlamında ele alınan, ağırlıklı yönü politik olan bir tutumdur. Fakat Nursi'nin, muhalefetini beyan ettiği dönemlerdeki iktidara kategorik olarak karşı çıkması söz konusu değildir. Çünkü iktidarda "Kahraman demokratlar" ve "İslam kahramanı" dediği Menderes vardı. "Nurcular Demokratlara bir nokta-i istinaddı." Emirdağ Lahikası'nda, Tarihçe-i Hayat'ta saff-ı evvel talebeleri "Demokrat Nur Talebeleri" diye imza atıyorlardı. Bediüzzaman ve talebeleri açıkça DP'yi destekliyor, iktidardan bir ihtilal yoluyla düşürülmesinden de endişe ediyorlardı.

Cumhuriyete?
O, "ben dindar bir cumhuriyetçiyim", "Hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir", "bu arı ve karınca milleti cumhuriyetçidirler, o cumhuriyetperverliklerine hürmeten çorbanın tanelerini karıncalara verirdim", dahası "Hulefa-i Raşidin hem halife, hem reis-i cumhur idi" dediğine göre, Cumhuriyete muhalefet etmesi de söz konusu olamaz.

Demokrasiye?
Nursi, şekli ve sözde bir cumhuriyet yerine, çoğulcu, katılımcı, hürriyetçi demokratik bir cumhuriyet istemekteydi. O, "hürriyet ve demokrasinin tesisine çalıştı." Münazarat gibi eski Said'in eserlerinde meşrutiyet lehine söylediği bütün argümanları sonraki tashihleri sırasında "cumhuriyet ve demokratlık manasındaki meşrutiyet" olarak genişletmiştir. O demokrasiye değil, antidemokratik uygulamalara karşı çıkmaktaydı.

Laikliğe?
Nursi'nin laikliğe açıkça ve kategorik olarak muhalefet ettiği de pek görülmez. O "Hıristiyanlıkta laiklik olabilir" görüşündedir. "Cumhuriyet devrinde laiklik dinsizlik olarak tatbik edildi" tespitine rağmen, "dini telkin laikliğe aykırı değildir", "Laik cumhuriyet, prensipleriyle tarafsız kalır", "laiklik dindarlara ilişmemeyi gerektirir" gibi nispeten olumlu atıflarda da bulunur. Yani laiklik fikriyatı ile, Türkiye'deki tatbikatını ayrı tutar.

Sosyal hukuk devletine?
Nursi'nin "sosyal devlet" ve "hukuk devleti" ilkelerine muhalefet etmek bir yana, bütün hakikatiyle tatbikini arzu edeceği izahtan vareste olup, önceki bahislerde ipuçları verildi. Kısmen izah edildi.

Böylelikle 1924-1961-1971 Anayasalarında yer alan 1982 anayasasında ise "Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir" şeklinde son şekli verilen anayasal ilkelere Bediüzzaman'ın kategorik olarak karşı çıkmadığı, bilakis demokratik, sosyal bir hukuk devleti ve cumhuriyeti arzu ettiği söylenebilir. O halde Nursi neye muhalefet etmektedir? Nasıl bir muhaliftir?

Bediüzzaman'ın muhalefetinin boyutları ve vasıfları
Bir insan kendini muhalif olarak deklare ediyor, fakat muhalefetinin iktidara yönelik olmadığı anlaşılıyorsa, onun muhalefeti sathi ve basit değil, kökten ve esaslı bir muhalefet olmalıdır. Dahası mezkur temel anayasal ilkelerle de pek problemi yoksa, durum daha da ciddileşir. Nursi'nin neye muhalefet ettiğinin en aforizmik ifadelerinden biri şudur;

"Sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eğleyen muarızlarımız (muhaliflerimiz) olan zındıklar (dinsizler), münafıklar istibdad-ı mutlaka 'cumhuriyet' namı vermekle, irtidad-ı mutlakı (dinden çıkmayı) rejim altına almakla, sefahat-i mutlaka 'medeniyet' ismi vermekle, cebr-i keyfi-i küfriye 'kanun' ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek hakimiyet-i İslamiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına derbeler vuruyorlar."
Görüldüğü gibi Nursi, "zındıklar" ve "münafıklar"a muhalefet etmekte, onları da kendine "muarız" olarak görmektedir. Muhalifi olan zındıklar ve münafıkların varlıklarını ve yaşam haklarına değil de "istibdad-ı mutlak", "irtidad-ı mutlak", "sefahat-i mutlak" ve "cebr-i keyfi-i küfriye" fiillerine karşı durmaktadır.
Mezkur beyanın açılımı sadedinde şöyle söylemektedir; "Her iki Deccal azami bir istibdad ve azami bir zulüm ve azami şiddet ve dehşetle hareket ettiğinden azami bir iktidar (dikkat!) görünür. Evet, öyle acib bir istibdad ki, kanunlar perdesinde herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine müdahale eder.... Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harap ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder."
Bediüzzaman'ın muhalefeti, sosyal ve siyasi konuları ele aldığı Eski Said'in "Münazarat", "Divan-ı Harb-i Örfi", "Hutbe-i Şamiye" gibi eserlerinde açıktır. Sanılanın aksine Yeni Said'in eserleri de bu konuda bariz muhalif mesajlar taşır. Ki, hemen yukarıdaki iktibasların rejim karşıtı mesajları, "Şualar", "Emirdağ Lahikası",“Muktubat” gibi yeni Said'in eserlerindedir. Esasen "Sözler", "Mektubat" gibi eserlerde ağırlıklı olarak, Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet gibi imani konuların ele alındığı bölümlerin muhtevası, ontolojik düzlemde daha da muhaliftir. Bu eserlerde milliyetçi-pozitivist bir seküler dinin temel esasları bertaraf edilmekte, hakiki Tevhid dini olan İslam'a tahşidat yapılmaktadır. Esasen küfür imana nasıl ki, iflah olmaz bir muhaliftir; "her şey zıddıyla bilinir" kuralınca iman küfre, tevhid de şirke muhaliftir.
Burada dikkat gerektiren husus; muhalefeti ne günlük, tepkisel, yüzeysel reaksiyona indirgemek suretiyle, derindeki gerilimi ihmal etmek, ne de derinlerdeki gerilimi mücerret ve nazari bir zeminde buharlaştırarak aktüalite ve pratiğini yok etmektir.
Elhasıl Bediüzzaman zekası, hafızası ilmi ve tefekkürü kadar; cesaret, metanet ve celaletiyle de dikkat çekmiş, vehbi bilgisini öncelikle içselleştirmiş, sonrada hayatıyla pratize etmiş bir iman inkılapçısıdır.

O dışımızda olanı, devlet ve siyaseti değiştirmekten çok; içimizde olanı, kalplerde ve zihinlerdekini değiştirmeye çalışmış büyük bir inkılapçıdır.
Zaten kalpler ve zihinler, tek tek insanlar değiştiğinde toplum da değişir. Toplum değiştiğinde de siyasal sistem her halde aynı kalmaz Asr-ı Saadetteki inkılab-ı azim de böyle bir inkılaptı, sahabe mesleği de buydu.
İster din ister felsefe alanında olsun, tarih boyunca büyük adamlar, hep muhalif olmuştur. İhya, yenileme, tecdit, çığır açma, iktidara yanaşarak, devlete sığınarak, statükoyla uzlaşarak pek vuku bulmamıştır. Sanılanın aksine Bediüzzaman sadece Cumhuriyet dönemindeki olumsuzluklara değil, Osmanlı dönemindeki istibdada da muhalefet etmiştir. Başta mezhep imamları olmak üzere selefi salihin de halife unvanı taşıyan Emevi ve Abbasi sultanlarına muhalefet etmişlerdir. Çünkü, “hakkın hatırı alidir hiçbir hatıra feda edilemez”.
Siyasal sistemi, dışı, kabuğu, muvakkaten değiştirseniz bile, asıl içeriği değiştiremiyorsanız, kalplerde ve zihinlerde bir inkılap yapamıyorsanız, devriminiz kıyafet devrimi, gardrop devrimi olur. Halbuki Allah (cc) içimizdekini değiştirmedikçe dışımızı (bulunduğumuz durumu) değiştirmez. Ve neye layık isek öylece yönetiliriz.
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-09-2006, 06:35 PM   #3
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Onun çözmeye çalıştığı en büyük problem küfür ve ilhad kaynaklı anarşiydi

Bazı kimseler görmemezlikten gelseler de gerçek şu ki; Bedîüzzaman çağdaşlarınca, kendi kuşağının en ciddî düşünürü ve yazarı kabul edilmiş; kitlelere hem bir sözcü hem de önder olabilmiş; ama kat'iyen kendini beğenmemiş, gösterişe girmemiş ve hep âlâyişten uzak kalmaya çalışmıştır. "Şöhret aynı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır..." sözü, onun bu konudaki altın beyanlarından sadece bir tanesi. O, yirminci asırda İslâm dünyasında, şimdilerde dünyanın dört bir yanında, her zaman listenin başında birkaç mütefekkirden biri olarak tanınmış, her kesimce sevilerek okunmuş ve zamanın eskitemediği simâlardan biri olarak da tarihe mâl olmuştur.
Bedîüzzaman'ın hemen bütün eserleri, içinde doğmuş olduğu çağ zaviyesinden, bazı meseleleri yorumlama açısından o uğurda harcanmış ciddî bir gayretin sonucudur. Onun eserlerinde önce Anadolu, sonra da bütün İslâm dünyasının hem âh u efgânı, hem de ümit ve şevkini duyup dinlemek mümkündür. Gerçi o, doğunun ücrâ bir kasabasında doğmuştur ama, kendini hep bir Anadolulu olarak hissetmiş, bizim duygularımızı bir İstanbul efendisi gibi soluklamış ve her zaman topyekün bir ülkeyi engin bir şefkat ve dupduru bir samimiyetle kucaklamıştır.

Bedîüzzaman, materyalist düşüncenin, fikir hayatımızı hercümerc ettiği, komünizmin en çılgın dönemini yaşadığı, dünyanın en bunalımlı, en karanlık, en sıkıntılı günlerden geçtiği çok talihsiz bir zaman diliminde, îman ve ümit tüten eserleriyle, sarsıntı üstüne sarsıntı yaşayan insanımıza Hızır çeşmesine giden yolları gösterdi ve gezdiği her yerde yığınlara hep "ba'sü ba'de'l mevt" üfledi. Onun, hepimizden ve herkesten evvel görüp sezdiği ve ele alıp çözmeye çalıştığı en büyük problem, küfür ve ilhad kaynaklı anarşi problemiydi. O, bütün hayatı boyunca, insanımıza, çağın bu hastalığının mutlaka aşılması lazım geldiğini öğütledi. Ve bu hususta insanüstü bir gayret sarfetti. Böylesine buhranlar içinde inim inim bir dünya ile karşılaşan Bedîüzzaman, kendini bekleyen sorumlulukların farkındaydı. Kafdağı'ndan ağır böyle bir yükün altına girerken, fevkalâde mütevâzı, mahviyet içinde ve iki büklümdü; iki büklümdü ama, Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz kudret ve nâmütenâhî gınâsına karşı da olabildiğine bir güven içindeydi. Evet, bütün insanların fen ve felsefe âlet edilerek ilhâda sürüklendiği, komünizmle beyinlerin yıkandığı, bu menfî oluşumlara "dur" diyenlerin memleket memleket sürgüne gönderildiği, ülkenin her köşesinde en utandırıcı tehcirlerin yaşandığı ve daha garibi de bütün bunların medeniyet ve çağdaşlaşma hesabına yapıldığı, hatta nihilizmin, asrın en yaygın büyüsü haline getirildiği o kapkara günlerde, Bedîüzzaman, hâzık bir hekim edâsıyla hepimizin, içlerimizdeki zindanları, ruhlarımızdaki çeşit çeşit mahkûmiyetleri, kendi cinâyetlerimizi ve kendi kendimize esâretlerimizi hatırlattı, ruh dünyalarımızda ve vicdânî hayatlarımızda uyuyan insânî yanlarımızı harekete geçirerek, maâliyâta müştak gönüllerimize üst üste nefesler aldırdı, ötelerle alâkalı derinliklerimizi gözler önüne serdi, tekye, zâviye, mektep ve medresenin bütün vâridâtını birden başımıza boşalttı.

__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-09-2006, 06:37 PM   #4
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Barıştıran ve yatıştıran bir insandı Bediüzzaman, ömür boyu asayişin temsilcisi olmuş, kargaşa ve karışıklıktan hiç hoşlanmamıştır. Her bulanıklıkta durultucu tavrını ortaya koymuştur.
Meşrutiyet yıllarında da, özellikle İstanbul’da particilik, milleti parçalara ayırmıştı. “Mizancı Murat” diye tanınan gazeteci-tarihçi, Ferah Tiyatrosunda İttihatçıları tenkit eden bir konferans veriyordu.

Konuşmanın daha başlarında o partinin fanatikleri, ortalığı birbirine kattılar. Her türlü kabalık boy gösterdi, konferans kesildi. Salondakiler gruplaşmaya ve itiş kakışa başladığı sırada, Bediüzzaman birden kalktı ve çok etkili bir konuşma yaptı.

Bir hatibin sözünün kesilmesinin ayıp, tepkilerin ise meşrutiyet ve hürriyet ilân etmiş bir millet için utandırıcı seviyede olduğunu söyledi. İslâmiyet’in fikre saygıyı emrettiğini, âyet, hadis ve yaşanmış örnekleriyle açıkladı.

Bu konuşma, iki tarafı da yumuşattı.

Bediüzzaman, sözünün sonunda, medenî insanlara mahsus bir nezaketle, “dağılmaları gerektiği”ni söyledi. Teklif, aynen uygulandı ve büyümeye yüz tutmuş bir kavga böylece önlenmiş oldu.

Ferah Tiyatrosundaki kavganın üzerinden yarım asır geçmişti. Bediüzzaman, Emirdağ’da gözetim altında ikamete mecbur tutuluyordu. O günlerden birinde, komşu ilçe olan Bolvadin ile Emirdağlı gençler arasında bir futbol maçı yapılmıştı. Ancak top oyunu bir anda taş ve sopa kavgasına dönüşmüştü.

Kavga güçlükle yatıştırılmış, gençler dağıtılmıştı. Fakat bir gün sonra, hızını alamayan gençler, Emirdağ’daki bir Bolvadinli esnafın dükkânını taş yağmuruna tuttular. Ortalık yeniden kızışmış, kavga büyüme istidadı göstermişti.

Bu durumu odasından gören Bediüzzaman, 80 küsur yaşına rağmen caddeye indi. Köşe başında durup, kalabalığa seslendi:

“Durun bakalım! Sizler hepiniz kardeşsiniz. Birbirinizin kusurlarını görmemeniz lâzım. Birbirinizi affedin...”

Konuşma etkili olmuş, kalabalık epey sakinleşmişti. Sözlerini şöyle bitirdi:

“Eğer sizler barışıp dağılmazsanız, ben de burayı terk ederim!”

Kalabalık âdeta, “Biz sükûnetle dağılırız; yeter ki siz kalın şehrimizde.” der gibi, hiçbir kabalık yapmadan dağılıverdi...

(Vehbi Vakkasoğlu’nun “Başkasının Günahına Ağlayan Adam” adlı kitabından...)
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-11-2006, 11:43 AM   #5
pinokyo
Yeni Üye
 
Üyelik Tarihi: May 2006
Yaş: 42
Mesajlar: 8
Teşekkür Etme: 7
Thanked 0 Times in 0 Posts
Üye No: 14262
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 10
Rep Derecesi : pinokyo is on a distinguished road
Cinsiyet :
Varsayılan

çok başarılı bir çalışma.
pinokyo çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-12-2006, 03:01 PM   #6
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2547
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

guzell bılgıler var saolasın...
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-13-2006, 11:01 PM   #7
vestelman
Müstakbel Üye
 
Üyelik Tarihi: Jul 2006
Konum: KIRIKKALE
Yaş: 45
Mesajlar: 250
Teşekkür Etme: 1
Thanked 20 Times in 11 Posts
Üye No: 16260
İtibar Gücü: 1440
Rep Puanı : 857
Rep Derecesi : vestelman is a splendid one to beholdvestelman is a splendid one to beholdvestelman is a splendid one to beholdvestelman is a splendid one to beholdvestelman is a splendid one to beholdvestelman is a splendid one to beholdvestelman is a splendid one to behold
Cinsiyet :
Varsayılan

Bir kitapta okudum said nursi önceden bir yahudiymiş.ben sadece okuduğumu yazdım eleştiri yapmayın.bitabın adı BEYAZ MÜSLÜMANLARIN SIRRI
__________________
Acı çekmeyenler, başkalarının acı çekebileceğini akıllarına bile getiremezler.

+RAP PLEASE
vestelman çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-13-2006, 11:35 PM   #8
kasirga78
ÇaKaL Üye
 
kasirga78 Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Yaş: 47
Mesajlar: 1,424
Teşekkür Etme: 332
Thanked 181 Times in 102 Posts
Üye No: 11279
İtibar Gücü: 1780
Rep Puanı : 9245
Rep Derecesi : kasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond reputekasirga78 has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Mükemmel bir insan ve asrımızın son müceddidir kendisi. Konu için teşekkürler bostandere
__________________


Hep Destek Tam Destek
Ne Kupa Büyüklüğü Ne Şampiyonluk
Sevdamıza Kimse Engel olamaaz
Bazen Hüzün Vardır Bazen Mutluluk
FENERBAHÇE sevgisinin Adı Konamaz
kasirga78 çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-14-2006, 11:24 AM   #9
pinokyo
Yeni Üye
 
Üyelik Tarihi: May 2006
Yaş: 42
Mesajlar: 8
Teşekkür Etme: 7
Thanked 0 Times in 0 Posts
Üye No: 14262
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 10
Rep Derecesi : pinokyo is on a distinguished road
Cinsiyet :
Varsayılan

Alıntı:
İlk Gönderen vestelman
Bir kitapta okudum said nursi önceden bir yahudiymiş.ben sadece okuduğumu yazdım eleştiri yapmayın.bitabın adı BEYAZ MÜSLÜMANLARIN SIRRI
her okuduğuna inanma. bir kişiyi tanımanın en iyi yolu onun eserlerini okumaktır.
pinokyo çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 09-21-2006, 10:47 AM   #10
PsYcHLoN
Yeni Üye
 
Üyelik Tarihi: Jul 2006
Yaş: 38
Mesajlar: 9
Teşekkür Etme: 7
Thanked 0 Times in 0 Posts
Üye No: 16020
İtibar Gücü: 0
Rep Puanı : 10
Rep Derecesi : PsYcHLoN is on a distinguished road
Cinsiyet :
Varsayılan

Alıntı:
İlk Gönderen pinokyo
her okuduğuna inanma. bir kişiyi tanımanın en iyi yolu onun eserlerini okumaktır.
kendi kitabında kendini kötüleyecek değil ya...
PsYcHLoN çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Adnan Oktar’ın Bediüzzaman’ın Talebesi Seyyid Salih Özcan İle Sohbeti ahmetsecer İslamiyet 0 04-11-2010 11:37 PM
Neden sustu, neden konuşmuyor gözlerin, GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 05-06-2008 10:00 PM
Neden bu çaresizliğim neden? GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 02-11-2008 07:57 PM
Bediüzzaman Said Nursi'den terör ve anarşiye çözümler... temürmelik Eskiler (Arşiv) 1 09-23-2006 11:39 PM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:20 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.