![]() |
![]() |
#1 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() EDEBIYATIMIZDAKI ILKLER
*İlk yerli tiyatro eseri:Şinasi / Şair Evlenmesi /1859 *İlk yerli roman :Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat *Batılı tekniği uygun ilk roman :Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu *İlk çeviri roman :Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859 *İlk köy romanı :Nabizade Nazım / Karabibik *İlk psikolojik roman:Mehmet Rauf / Eylül *İlk realist roman :Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası *İlk resmi Türkçe gazete :Takvim –i Vakayi *İlk yarı gazete :Ceride-i Havadis *İlk tarihi roman :Namık Kemal / Cezmi , A. Mithat / Yeniçeri *İlk özel gazete :Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi *İlk pastoral şir:A.Hamit Tarhan /Sahra *İlk şiir çevirisini yapan ,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci :Şinasi *Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan :A.Hamit /Eşber veya Sardanapal *Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri:A.Hamit/Nesteren *İlk bibliyografya:Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi *İlk hatıra kitabı :Babürşah /Babürname *İlk hamse yazarı :Ali Şir Nevai *İlk tezkire :Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais *İlk antolojisi:Ziya paşa /Harabat *İlk atasözleri kitabı :Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye *İlk mizah dergisiiyojen /Teodor Kasap *İlk hikaye kitabı :A:Mithat /Letaif-i Rivayet *İlk fıkra yazarı :Ahmet Rasim *İlk Türkçe yazılan ilk kitap :Kutadgu Bilig *İlk siyasetname :Kutadgu Bilig *İlk mensur şiir örneklerini veren :Halit Ziya *Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan :Mehmet Emin Yurdakul *Dünya edebiyatındaki ilk modern roman :Cervantes/Don Kişot *İlk makale :Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi *İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk:Fecr-i Ati *Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : KUTADGU BİLİG *İlk seyahatname : MİR’ATÜL MEMALİK / SEYDİ ALİ REİS *İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi *Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü *Dünya edebiyatındaki ilk hikayeci ve eseri: Boccaio Decamkeron *Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre *Kafiyeyi şiire serperek klasik nazım şekillerinden farklı ilk örnekleri veren: TEVFİK FİKRET *Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı: Süleyman paşa / SARF-ı TÜRKİ *İlk naturalist eserimizin yazarı Nabızade Nazım / Zehra *Divan Edebiyatında mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim *Şarkıyı icat eden: NEDİM *İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi: Kamus'ul Alam *İlk sözlüğümüzivan-ı Lügat-it Türk *İlk Türkçe sözlük:Şemsettin Sami:Kamus-ı Türki *İlk özdeyiş örneklerini veren: Ali Bey / Lehçet’ül Hakayık *İlk didaktik şiir örneğimiz ve aruzla yazılan ilk eserimiz:Kutadgu Bilig *Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin :Orhun Abideleri *Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan:R. Mahmut Ekrem *Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: Mehmet Emin Yurdakul *Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı: Ömer Seyfettin *Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan :A. Hamit / Validem *İlk köy şiiri: Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı *İlk alfabemiz:Göktürk Alfabesi *Tekke şiirinin babası: Ahmet Yesevi *İlk Türk destanı :Alp Er Tunga Destanı *Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan:Namık Kemal *Bizde epik tiyatro türünün kurucusu: Haldun Taner *İlk kadın romancımız:Fatma Aliye Hanım *Süslü nesrin ilk temsilcisi: Sinan Paşa *Dünyanın bilinen ilk destanı:Sümerlerin Gılgamış Destanı *Dünyanın halen yaşayan ,en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı *Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan: Şinasi *Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman :Ateşten Gömlek *Komedi türünün ilk büyük ustası:Aristofanas *Trajedi türünün ilk büyük ustası:Aiskylos *İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı :A.Vefik paşa *Deneme türünün kurucusu:Montaigne *İlk divan şairi:Hoca Dehhani *Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadolu'yu işleyen: Refik Halit Karay *En başarılı psikolojik roman yazarımız: P.Safa / 9.Hariciye koğuşu *İlk çocuk şiirlerini yazan: Tevfik Fikret / Şermin *Dilde sadeleşmeyi savunan ilk yayın organı: Genç Kalemler
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() tanzimat edebiyatı
-------------------------------------------------------------------------------- Tanzimat Edebiyatı, siyasi tanzimatın ilanından yaklaşık 20 yıl sonra, 1860'ta, Şinasi'nin Tercümanı-ı Ahval Gazetesi'ni çıkarmasıyla başlar ve 1895'e kadar sürer. Tanzimat Edebiyatı, eski kuruluşlarla düşüncelerin karşısına toplumsal ve siyasal düzeltimlerle çıkar. Yayınevlerinin gelişmesi, gazeteciliğin Batı'dan geniş ölçüde esinlenmesi, güçlü edebiyatçıların yetişmesi, etkili bir kamuoyu yaratır. Tanzimat Edebiyatı, Batı'ya yönelmiş bir Türk Edebiyatı'dır. Toplum hayatımızın hızla değişme ve gelişme akımlarının itici fikir gücü Tanzimat'la başlar. Divan Edebiyatı'nın yüzyıllar boyu süren durgunluğu, Tanzimat'la ortadan kalkmıştır. Tanzimat'tan sonra orta sınıf oluşur; bu orta sınıf, kendi edebiyatını yaratır; yeni bir edebiyat ortaya çıkar. Dil, artık Divan Edebiyatı dili değil, orta tabakanın günlük konuşmaya çok yakın olan dilidir. Tanzimat'tan sonra nesir, roman ve tiyatro büyük bir yer işgal eder. Nesrin gelişmesinde gazeteciliğin büyük rolü vardır. Tanzimat Edebiyatı ile; topluma yeni bir duyuş, düşünüş ve anlatış tarzı, yeni bir dünya ve insan anlayışı gelmiş; bütün edebiyatımız boyunca önemsenmemiş bulunan düz söz dönemi başlamıştır. Avrupa düşünüş sistemi, Tanzimat'la ülkeye yayılır. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai bu dönemin en önemli kişileridir.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Daimi Üye
![]() Üyelik Tarihi: Sep 2005
Yaş: 39
Mesajlar: 490
Teşekkür Etme: 40 Thanked 133 Times in 62 Posts
Üye No: 390
İtibar Gücü: 1672
Rep Puanı : 12400
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() teşekkür emeğine sağlık
__________________
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() DİVAN EDEBİYATI
Divan edebiyatına "yüksek zümre edebiyatı", "havas edebiyatı", "Klasik Türk edebiyatı" gibi isimler verilir. Fakat her şairin bir "divan"ı olduğu için daha yaygın olarak kullanılan isim "divan edebiyatı"dır. Divan Edebiyatının Genel Özellikleri: *Şiirde aruz ölçüsü kullanılmıştır. *Tüm şairlerin kullandığı,mazmunlar (kişileşmiş,kalıplaşmış sözler) kullanılır. *Dil süslü ve sanatlıdır.Arapça ve Farsça kelime ve tamamlamalara sıkça yer verilir. *Şiirde konu bütünlüğü aranmaz.Beyit bütünlüğü esastır.Her beyit ayrı bir konuyu işler. *Anlamdan çok söyleyiş önemlidir.Ne söylediği değil nasıl söylediği önemlidir. *Kafiye göz içindir.Genellikle zengin kafiye kullanılmıştır. *Şiire başlık konmaz.Her şiir redif veya türünün adı ile anılır. *İnsanın iç dünyasına yönelik soyut ve kitabi edebiyattır. *Özgün değil taklitçidir.(Arap ve Farsça edebiyat etkisindedir. *Nazım birimi olarak gazel,kaside,Rubai gibi Arap ve Fars edebiyatından alınan nazım şekilleri kullanıldığı gibi tuyuğ ve şarkı gibi divan edebiyatının Türklerin kazandırdığı nazım şekilleri de kullanılmıştır. DİVAN EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ Nazım Birimi Beyit Olanlar: GAZEL *Aşk ayrılık hasret ölüm gibi lirik konuların işlendiği şiir türüdür. *Türk edebiyatına İran edebiyatından girmiştir. *İlk edebiyat ‘’matla son beyitine makta’’denir. *En güzel beyite beytül gazel denir. *Son beyitte şairin mahlası yer alır. *Gazelin bütün beyitlerinde aynı konu işleniyorsa buna yek-ahenk gazel denir. *Bütün beyitleri aynı güzelliğe sahipse yek avaz gazel denir. *Beyit sayısı 5-15 beyit arasındadır. *İlk beyit kendi arasında kafiyelidir.Diğer beyitlerin ikinci beyitleri birinci beyit ile kafiyelidir.Yani aa,ba,ca,da,ea şeklinde KASİDE *Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlere denir. *İlk beytine matla son beytine makta denir *Şair matla beytini kasiden her hangi bir yerinde yinelenebilir . *Şair mahlasının bulunduğu beyte taç beyit denir . *En güzel beytine beytü ,l kasid denir. *En az 31(33)en fazla 99 beyit olur. *Kaside belli bölümler halinde yazılır. a) Nesib bölümü: Bahar mevsimi kış manzaraları betimlenir ya da kurban ve ramazan bayramı anlatılır. b) Girizgah Bölümü: Nesib bölümünden asıl konuya geçmiş ifade eden bir veya birkaç beyittir . nükteli ince sözlerin söylendiği bölüm. c) Medhiye bölümü: Asıl anlatılmak övülmek istenen kişi için denecekse açıklanır .Asıl bölümdür. d)Fahriye bölümü: Şairin kendini övdüğü ve diğer şairlerle karşılaştırdığı bölümdür. e)Tegazzül bölümü: Kasideyle ayni ölçüde ve uyakta gazel yazılır. f)Dua bölümü: Şair övdüğü kişinin başarılarının devamlı olmasını ömrünün uzun olması için dualar eder iyi dileklerde bulunur. Kasideler Konularına Göre de Değişik Adlar Alır. Tevhid:Allah’ın birliğini anlatan kasideler. Münacaat:Allah’a yalvarmak,dua etmek amacıyla yazılan kasideler. Naat: Peygamberimizi övmek için yazılan kasideler. Mehdiye: Devrin ileri gelenlerini övmek için yazılan kasideler. Hicviye: Devrin yöneticilerini eleştirmek için yazılan kasideler. Mersiye: Devlet büyüklerinin ölümünden duyulan üzüntülerin anlatıldığı kasideler. Not: Kasideler "nesib" bölümünde işlenen konulara ve rediflerine göre adlandırılır. MESNEVİ *Mesneviler öğüt verici bir olayı anlatan uzun şiirlerdir.(savaş,aşk,tarihi olaylar,din ve tasavvuf) *Mesneviler Divan edebiyatında bir bakıma günümüzdeki roman ve hikayenin yerini tutuyordu. *Beyit sayısı sınırsızdır. *Her beyit kendi arasında kafiyelidir.(aa,bb,cc,dd...) *Aruzun kısa kalıpları ile yazılır. *Beş mesnevinin bir araya gelmesiyle hamse oluşur KIT’A Belli bir uyak düzeniyle yazılmış olan,dizeleri arasında ölçü birliği bulunan;herhangi bir düşünce ya da duyguyu en az ikiden başlamak üzere,en çok on altı beyitte anlatan nazım biçimine denir. *Gazelden farklı olarak matla beyti yok. *Kafiyelenişi xa,xa,xa... *Daha çok felsefi ve toplumsal düşünceler anlatır. MÜSTEZAT *Bir uzun bir kısa dizeden oluşan nazım şeklidir. *Kısa dizelere ziyade denir. *Aruzun bir tek kalıbıyla yazılır. *Kafiyelenişi gazel gibidir. *Makta beyti yoktur. Nazım Birimi Dörtlük Olanlar RUBAİ *Dört dizeden oluşur.Kafiye düzeni aaxa şeklinde. *Şarap,dünyanın türlü nimetlerinden yararlanma,hayatın anlamı ve hayat felsefesi ve ölüm gibi konular işlenir. *Kendine özgü 24 kalıbı vardır.İranlılara aittir. TUYUĞ *Dört dizeden oluşur. *Kafiyelenişi rubai gibidir. *Aruzu Failatün,Failün kalıbıyla yazılır. *Konu sınırlaması yoktur. *Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir. ŞARKI *Beyitle okunmak için yazılan,dörder dizelik bentlerden oluşan nazım biçimidir. *Dörtlük sayısı 3-5 arasındadır. *Birinci dörtlükte 2 ve 4,diğer dörtlüklerde ise 4. dize tekrarlanır.Bu dizelere nakarat denir. *Kafiye örgüsü abab,cccb,dddb gibi *Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir. *Günlük hayat,aşk,sevgi gibi konular işenir. MURABBA *İlk dörtlük kendi arasında kafiyelidir.Diğer dörtlükler ise 4. dize 1. dörtlük ile kafiyelidir.(aaaa,bbba,ccca,) *Felsefi konular ve aşk işlenir. Bentlerle Kurulanlar: TERKİB-İ BENT *Bentlerde kurulan bir zaman nazım şeklidir. *Her bent 7 ile 10bent arsında değişir. *Bent sayısı 5 ile 10 bent arsında değişir. *Gazeldeki gibi kafiyelenir. *Her bent arasında vasıta beyti bulunur. *Talihten,hayattan şikayet,dini tasavvufi ve felsefi düşünceler anlatır. *Terkib-i bentlerde her bentten sonra vasıta beyti değişir. TERCİ-İ BENT *Biçim ve uyak yönüyle Terkib-i Bende benzer. *Terkib-i Bentte değişen vasıta beyti Terci-i Bentte de değişmez. *Vasıta beytinin aynen tekrarlanması bütün benlerde aynı konuyu işlemeyi zorunlu kılar. *Felsefi konular,Allah’ın kudreti kainatın sırları tabiatın zıtlıkları gibi konular işlenir. DİVAN EDEBİYATINDA NESİR (DÜZ YAZI) NESİR TÜRLERİ Tarih:Resmi niteliği olmayan bir türdür. Vakayiname ise Osmanlı devletinin resmi tarihidir Tezkire:Edebiyat tarihi veya biyografının divan edebiyatındaki karşılığıdır. Sefaretname:Osmanlı elçilerinin bulunduğu ülkelere ait bilgileri izlenimleri içeren ve gezi yazısına benzeyen bir türdür. Seyahatname:Gezi yazısıdır.Divan edebiyatında nesir, dil ve üslup açısından üç bölümden ele alınır. A)SADE NESİR Halk için sade bir dille konuşulur temelde konuşma dil yeteneğini kaybetmemiştir. B)ORTA NESİR Halk konuştuğu dilden ayrılmış yer yer süslü nesrin niteliklerini taşımakla beraber anlatmak istediği anlaşılır bir şekilde ortaya koyan nesirdir. C)SÜSLÜ NESİR Ustalık göstermek amacıyla yazılış yabancı kelimelere tamamlamalara yüklü şekillerin kullandığı söz ve anlam.Sanatlarıyla dolu bağlaçlarla uzayıp giden cümlelerle örülmüş,güç anlaşılır bir nesirdir. Nesirle Yazılmış Ünlü Eserler: Kabusname:Mercimek Ahmet Tazarruname:Sinan Paşa Seyahatname:Evliya Çelebi Keşfü’z-Zünün:Katip Çelebi Naima Tarihi:Naima Münşeat:Süslü nesir örneklerinden oluşan kitaplara denir
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() TANZİMAT EDEBİYATI
Tanzimat edebiyatı, Batı kültürüyle yetişen kimselerin Tanzimat devrinde Batı edebiyatını örnek tutarak meydana getirdikleri edebiyattır. Bu edebiyat siyasî Tanzimat’ın ilânından yirmi yıl kadar sonra 1860’ta, Şinasi’nin Agâh Efendi ile birlikte Tercümân-ı Ahvâl gazetesini çıkarmalarıyla başlamış, 1895’e kadar sürmüştür. Tanzimat edebiyatının başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir: a. Tanzimat edebiyatı sanatçıları, Divan edebiyatında bulunan şiir, tarih, mektup, v.b gibi edebiyat türlerini Batı anlayışına göre yenileştirmişler; ayrıca, Divan edebiyatında hiç bulunmayan makale, tiyatro, roman, hikaye, anı, eleştirme, v.b. gibi yeni edebiyat türleri getirmişlerdir. b. Tanzimat edebiyatının özellikle ilk devirlerinde yetişen sanatçıların çoğu (Ziya Paşa, Namık Kemal, v.b...) Montesquieu, Rousseau, Voltaire, v.b. gibi Fransız devrimci yazarlarının etkisi altında kalarak, makale ve şiirlerinde zulme, haksızlığa, hırsızlığa. geriliğe karşı şiddetli bir dille mücadeleye girişmişler; vatan, millet, hürriyet. hak, adalet, kanun, meşrutiyet. v.b. gibi kavramları memlekete yaymaya çalışmışlar, “toplum için sanat” anlayışını benimsemişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçılar ise (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmit, Sami Paşa-zâde Sezai v.b.) toplum işlerine daha az karışmışlar, “sanat için sanat” anlayışını benimser görünmüşlerdir. c. Çoğu Fransız edebiyatını örnek olarak alan bu sanatçıların bir kısmı Klasisizm (Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ali Bey, v.b.).bir kısmı da Realizm (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa¬zâde Sezai, Nabi-zâde Nâzım, v.b.) akımlarının etkisi altında eserler vermişlerdir. ç. Tanzimat edebiyatı, Divan edebiyatının tersine olarak, seçkin kişiler için değil, halk için meydana getirilen bir edebiyat olmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu görüşü benimseyen sanatçılar (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ali Bey, v.b.) özellikle makale, tiyatro, anı, kısmen de roman türlerinde bu yolda eserler vermişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen bazı sanatçılar ise (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, v.b.) bu amaçtan uzaklaşmış görünmektedirler. d. Bu görüşün bir sonucu olarak, dilin sadeleşmesi, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi düşüncesi savunulmuştur. Tanzimat edebiyatının başlıca sanatçıları (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ahmet Cevdet Paşa, Şemseddin Sami, v.b.) dil konusunda böyle düşünmekle birlikte, hiçbiri eski alışkanlıklarından kurtulup da büsbütün konuşma diliyle yazmış değildir. Sade dil, daha çok, tiyatro; anı, mektup, bir dereceye kadar da makale ve romanlarda kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçıların bir kısmı ise ( Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa-zâde Sezai, özellikle Abdülhak Hamit) konuşma dilinden epey uzaklaşmışlardır. e. Tanzimat edebiyatında en önemli yenilik, nesirde, anlatımın kuruluşunda görülmüştür. Bu edebiyatta söz hüneri göstermek değil, birtakım düşünceleri halka yaymak amacı güdüldüğünden, “seci” ler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır. f. Tanzimat edebiyatı nazmında şiirin konusu genişletilmiş, günlük hayatla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiir konusu olarak seçilmiştir; İlk zamanlarda Divan edebiyatı nazım biçimlerinin dışına pek çıkılmamış, yeni düşünceler eski biçimler içinde söylenmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal v.b.) ise de sonraları eski biçimler büsbütün bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır (Recai-zâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit, v,b.) ; yeni nazım biçimleri ilkin Fransızca’dan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır; beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına, Divan şiirindeki “parça güzelliği” anlayışı yer yine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani “konu birliği” ne ve “bütün güzelliği” ne önem verilmiştir: genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk’lerin tabiî ve ulusal vezninin hece vezni olduğu anlaşılmış, bu vezinle yazmaya tarafçılık edilmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa v.b), fakat bu istek geniş bir akım halini alamamış, sadece birkaç sanatçı (Ethem Pertev Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Abdülhak Hâmit, Recai-zâde Mahmut Ekrem v.b.) tarafından girişilen birkaç deneme ile yetinilmiştir. ZİYA PAŞA (1825-1880) Osmanlı, şair ve yazar. Batılılaşma yolundaki Türk Edebiyatının kurucuları arasındadır. İstanbul'da doğdu, 17 Mayıs 1880'de Adana'da öldü. Asıl adı Abdülhamid Ziyaeddin'dir. Beyazıt Rüştiyesı'ni bitirdi. Özel öğretmenlerden Arapça ve Farsça öğrendi. Sadaret Mektubî Kalemi'ne devam etti. Mustafa Reşid Paşa'nın yardımıyla 1855'te Saray Mabeyn Kâtipliği'ne girdi. Âli Paşa'nın sadrazam olmasıyla saraydan uzaklaştırıldı. Zaptiye Nezareti müsteşarlığı, 1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya mutasarrıflığı görevlerinde bulundu. Bosna bölgesi müfettişliği Meclis-i Vâlâ azalığı yaptı. 1865'te Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar Cemiyetine girdi. İkinci kez Kıbrıs mutasarrıflığına atanınca, Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı üzerine, Namık Kemal'le birlikte 1867'de Paris'e kaçtı. Daha sonra Londra'ya geçti. M. Fâzıl Paşa'nın sağladığı olanaklarla, Namık Kemal'le birlikte 1868'te Hürriyet gazetesini çıkardı. M. Fazıl Paşa sarayla anlaşıp, gösterdiği ilgiyi kesince, 1870'te Cenevre'ye geçti. Namık Kemal, Agâh Efendi, Ali Suavi ve öbür arkadaşlarıyla Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin yönetiminde görev aldı. Âli Paşa'nın ölümü üzerine 1871'de İstanbul'a döndü. 1876'da Maarif Nezareti müsteşarlığına atanmasına değin birçok görevde bulundu. Namık Kemal'le birlikte Kanun-i Esasî Encümeni'nde çalıştı. II. Abdülhamid tarafından İstanbul'da bulunması sakıncalı görülerek, vezirlik rütbesiyle 1877'de Suriye valiliğine gönderildi. Daha sonra Adana valiliğine atandı. Burada görevdeyken öldü. Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen ve çağdaş Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç yazardan biridir. 1855'te sarayda görev yaptığı yıllarda Fransızca'yı öğrenmiş, bu ona Fransız edebiyatını tanımanın yollarını açmıştır. Bir yandan da şiirler, padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştır. Paris'te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapmıştır. Hece ile yazılmış birkaç şarkısı dışında, Divan şiiri geleneğine bağlı kalmıştır. Kullandığı mazmunlarla bu şiir anlayışının duyuş ve düşünüş özelliklerinden yoğun biçimde yararlandığı görülür. Batılılaşma yanlısı düşüncelerini, siyasal inançlarını, dil ve edebiyat konusundaki görüşlerini düz yazılarında dile getirmiştir. 1868 'de Hürriyet'te yayımladığı ünlü "Şiir ve İnşa" makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel alınması gerektiğini savunmuştur. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin önsözünde ise halk edebiyatını küçümseyerek Divan edebiyatını övdüğü görülür. Düşünce yanında beliren bu ikilem onun "alışkanlıklardan ve duygulardan doğma muhafazakâr yönü" olarak nitelendirilmiştir. Şiirlerinde, Tanzimat'la birlikte gelen halk, adalet, özgürlük, uygarlık gibi kavramları savunmuştur. Toplumdaki bozukluklar üzerinde durarak "yeni insan"ı var edebilecek yeni bir düzenin nasıl oluşması gerektiğini işlemiştir. Kendi duygu ve düşünce evrenini dile getirdiği şiirlerinde de felsefi yanı ağır basar. "Tercî-i Bend"de insanın yaşam gerçeği karşısında anlaşmazlıklar içindeki durumunu, us ve inançları arasındaki gizi "Terkib-i Bend"de de gene "kişinin küçüklüğünü, insan iradesinin ve gücünün reddi"ni tema olarak işlemiştir. Zulüm, adaletsizlik ve haksızlıkları, dönemin toplumsal bozukluklarını eleştirmiştir. YAPITLAR (başlıca): Zafernâme; Harâbat, 3 cilt, 1874; Tercî-i Bend ve Terkib-i Bend, ty; Eş'âr-ı Ziya, (ö.s), 1881, Külliyat-ı Ziya Paşa, (ö.s), S. Nazif (der.) 1924-1925; Rüya, (ö.s.), 1910; Veraset Mektupları, (ö.s.), 1910; Ziya Paşa'nın Şiirleri, (ö.s.), 1960 DİVAN EDEBİYATI Divan edebiyatının tanımını yaparken özellikle iki noktayı göz önünde tutmak gerek. a)Tarihsel Kesit:Osmanlı elitesinin sanatı olarak ortaya çıkan bu edebiyat,13.yüzyıldan 19.yüzyıla değin varlığını sürdürür. Dikkat edilirse bu,Osmanlı devletinin kuruluşundan yıkılışına uzanan zaman kesitidir.Ancak, Divan Edebiyatı,nitelik yönünden Anadolu dışında 11.yüzyıldan itibaren gelişen İslami edebiyatın da bir uzantısı sayılmalıdır. b)Kültürel Yapı:Bu edebiyat,eski Türk kültürüne değil,Ortadoğu İslam kültürüne bağlıdır.Getirdiği dünya görüşü,zevk anlayışı,konular,dil ve biçim bakımından İslam kültürünün yarattığı ortaklaşa anlayışı yansıtır.Burada söz konusu olan,Osmanlı, Arap ve Fars kültürlerindeki ortaklaşa niteliklerdir. Bu duruma göre Divan Edebiyatı'nı,"Ortadoğu İslam kültüründen kaynaklanan bir sanat anlayışına bağlı olarak 13-19. yüzyıllar arasında var olan bir "zümre edebiyatı " diye tanımlayabiliriz.Ozanların şiirlerini "divan" denilen kitaplarda toplamaları nedeniyle bu adla da anılan Divan Edebiyatı'na ayrıca"Eski Edebiyat","Enderun Edebiyatı" gibi adlar da verilmektedir. Divan Edebiyatı'nın çöküşü,ümmet anlayışına bağlı Osmanlı Kültürünün karşısında yeni bir seçenek olan Batı kültürünün çıkarıldığı döneme rastlar.Feodal topluma özgü bir edebiyatın,yeni ekonomik ve tıplumsal ilişkilerin gelişmeye başladığı bir süreçte yaşamını sürdürmesi olanaksız olduğu için,Tanzimat sonrasında bu edebiyat da Osmanlı İmparatorluğu ile birlikteönce gerilemiş,sonra da çökmüştür. Divan Edebiyatı'nın ilk temsilcisi 13. yüzyılda yaşayan Hoca Dehhani'dir.Öteki ozanlarının başlıcalarını yetiştikleri yüzyıllara göre şöyle sıralayabiliriz. 13.yy.Şeyyad Hamza, Ahmet Fakih 14.yy.Ahmedi, Kadı Burhaneddin, Nesimi 15.yy.Süleyman Çelebi, Şeyhi, Ahmet Paşa, Necati, Muradi(2.Murat), Avni(Fatih Sultan Mehmet), Adli(2.Beyazıt) 16.yy.Fuzuli, Hayali, Baki, Bağdatlı Ruhi, Zati,Taşlıcalı Yahya, Nev'i 17.yy.Nev'izade Atayi, Şeyhülislam Yahya, Nef'i, Neşati, Nabi 18.yy.Nedim, Koca Ragıp Paşa, Şeyh Galip, Süruri, Fitnat Hanım 19.yy.Enderunlu Vasıf, İzzet Molla, Leyla Hanım, Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Yenişehirli Avni vb.. NEF'Î (1575-1635) Türk divan şiirinin en büyük ustalarından biri olan Nef'î, Erzurum'un Hasankale bucağında doğdu. Asıl adı Ömer'dir. Babası Ahmed Bey, Kırım Hanı Canibeg Giray’ın nedimi idi. Kirim Hanı’na sunduğu kaside ve şiirlerden onun da bir sair olduğu anlaşılıyor. Dogum tarihi kesin değildir. İyi bir öğrenim görmüş olan Nef'î, Arapça ve Farsça biliyordu. Kirim Hanı’nın tavsiyesiyle Sadrazam Kuyucu Murad Pasa onu himayesine almış ve İstanbul’a göndermiştir, İstanbul’a gelince I. Ahmed'e sunduğu kasidelerle dikkati çeken Nef'î kısa zamanda meşhur olmuştur. "Nef'î" mahlasını ona dostu ve koruyucu olan tarihçi Gelibolulu ÂH takmıştır. II. Osman, I. Mustafa ve IV. Murad devirlerinde İstanbul’da yasayan Nef'î, en çok IV. Murad devrinde itibar görmüş, şöhret kazanmış, yine onun devrinde Bayram Pasa tarafından boğdurulmuştur. Nef'î'nin boğulmasına çok sert ve keskin hicivleri sebep oldu. O hiciv edebiyatının bir kurbanı, bir mazlum kahramanıdır. Gerçi bazı hicivleri 'yergi' niteliğini asıp 'sövgü' halini almıştır, yerdiği kişiler de devletin en üst kademedeki yöneticileridir ama, o çağa özgü ortam ve anlayışa rağmen, bu akıbeti hakketmemiştir. Nef'î, padişahtan başka bütün devlet adamlarını çok ağır .şekilde hicvederek onları kızdırmış, kendine düşman etmiştir. Nef’î'ye karsı duyulan ortak kini, sağlığında yazılmış su Farsça beyit çok iyi gösterir: "Adi Nef'î olan o hicivci sairin öldürülmesi, tıpkı engerek yılanının öldürülmesi gibi, her dört mezhepte vaciptir." Nef'î hicivlerini "Siham-i Kaza" (Alınyazısı Okları) adli eserinde toplamıştı. IV. Murad bir gün ***’taki sarayında bu eseri okurken tahtın yakınına bir yıldırım düşmüş, padişah da bunu bir uğursuzluk saymıştı. Nef'î'yi huzuruna getirterek artık hiciv yapmamasını tembih etmişti. Bu olay üzerine devrin sairleri su beyti söylemişlerdir: Gökten nazire indi siham'i kazasına Nef'î diliyle uğradı Hak’in belâsına. Nef'î tövbe etmişti, ama alışkanlık yüzünden sözünü tutamamış, sadaret kaymakamı Bayram Pasa için ağır bir hiciv yazmaktan kendini alamamıştı. Bunu haber alan padişah Nef'î'yi çağırtmış, yeni bir hicvi olup olmadığını sormuş, o da sunturlu bir küfür gibi olan hicvini cebinden çıkarıp padişaha göstermişti. Sultan IV. Murad önce hicviyesini keyifle dinlemiş, ama ayni hicvi Bayram Paşa’ya gösterince, onun yalvarmalarına dayanamayarak Nef'î'yi ona teslim etmişti. Bayram Paşada bir fetva alarak büyük sairi boğdurmuş ve cesedini denize attırmıştı. Nef'î'nin iki üstün özelliği vardır: Birinci özelliği, şiirlerindeki ihtişamlı ahenktir. Onun mısralarında söz ve ses en güzel şekilde anlaşır ve kulakta hoş yankılar uyandırır, ikinci özelligi mecazlarındaki zenginlik, genişlik ve yüceliktir. Övgü ve yergilerinde en aşırı hayalleri en güzel bir ses ve üslûp içinde verebilmektedir. Eserleri: Nef'î'nin biri Türkçe diğeri Farsça iki Divan’ı, hicviyelerini bir araya toplayan "Siham-i Kaza" adli bir eseri ve "Tuhfet-ül uşşak" adli 97 beyitlik Farsça bir kasidesi vardir. Türkçe Divan’ı 1 naat, 57 kaside, 119 gazel ile çeşitli kıtalardan ve 15 rubaiden meydana gelir. ------------------------------------------------------ SERVETİ FÜNUNCULARIN SANAT ANLAYIŞLARINA TESİR EDEN SEBEPLER Servet-i Fünun Dergisi etrafında toplanan gençler büyük bir sanat aşkına sahiptiler. Fransız Edebiyatını yakından takip ediyorlar ve bu edebiyatı örnek olarak Türk edebiyatını batılılaştırmaya çalışıyorlardı. Servet-i Fünuncular Fransız ve kendilerinden önceki Türk edebiyatından kendi durum ve ruhlarına cevap veren yazar ve eserleri tercih ederek onlara yaklaşmayı hatta onları geçmeyi gaye edinmişlerdir. Bilhassa ferdi romantizm sosyal davalar peşinde koşmayan küçük ve günlük meseleleri tasvir eden realizm onların eserlerini üzerine oturtukları iki ana noktadır. Düzenli bir tahsil görmeleri onları kitaplara ve tahsilleri süresince yakından tanıdıkları Avrupa medeniyetine daha bağlı bir hale getirmiştir. Okudukları mekteplerde yakından tanıma imkanı buldukları Fransız edip ve bilginleri onlarda ortak bir fransız zevkinin doğmasına yol açmıştır. Ayrıca aynı mekteplerde okumaları aynı siyasi ve politik meselelerin cereyan ettiği bir devirde yaşamaları onlardaki bu ortak zevklerin daha kuvvetlenmesine yol açmıştır. Zevk olarak aynı olmalarına rağmen o zevkleri aksettiriş tarzları farklı görülür. Servet-i Fünuncuları yaşadıkları devrin siyasi ve sosyal şartları bir araya getirerek Türk Edebiyatında yeni bir sanat anlayışının hakim olduğu yeni bir edebi topluluğun doğmasını sağlamıştır. Servet-i Fünun neslinin bu yeni sanat anlayışı bilhassa Cenap Şahabettin’e yapılan hücumlarla eski edebiyat taraftarlarınca sık sık tenkid edilir. Eski edebiyat taraftarlarının bu hücumlarına daha sonraları Ahmet Midhat Efendi de katılır. Daha önceleri Batı medeniyetine ait görüşlerini geniş bir şekilde gördüğümüz ve Batı medeniyetine diğer tanzimatçılardan daha açık olan Ahmet Midhat Efendi’nin Servet-i Fünunculara karşı cephe alması dikkati çeken bir husustur. Bir taraftan Servet-i Fünuncuların sanat anlayışı tenkit edilirken, bir taraftanda Dekadanlıkla suçlanırlar. Dekadanlık o devir Fransasında meydana gelen bir ekolün adıdır. Son derece basit mevzular üzerinde basit bir şekilde duran ve ukelalık anlamına gelen bir kelimedir. Fransadaki Dekadanlıkla suçlananların diğer bir özellliği de kendilerinde bir üstünlük görmeleridir. Diğer bir tepki ise sarayı da arkasına alan Baba Tahir isimli zattan gelir. Sarayda büyük nüfuzu olan Baba Tahir Servet-i Fünuncuların saray tarafından daha çok sıkıştırılmalarına sebep olur. Saray Servet-i Fünunculara siyasi bir takım endişelerinden dolayı karşı çıkarken Baba Tahir onları fazla maddeci bulduğu için karşı çıkıyordu. Gerek saray gerekse eski edebiyat taraftarlarının gösterdiği bu tepkiler Servet-i Fünuncuları daha çok birbirlerine kaynaştırmıştır. Hikaye ve roman sahasında batıyı tanıyış ve kavrayış bakımından Halit Ziya başta gelir. Terkipli cümleler, mensur şiir, karekteristik bir üslup onun şahsiyetini belirleyen unsurlardır. Bu sahada Mehmet Rauf da Halit Ziya’dan sonra gelen hatta bazı konularda onu geçen ikinci önemli şahsiyettir. Cenap Şahabettin modern Fransız şiirini Fransa’da tanımış memlekete dönünce tatbik etmeğe çalışmıştır. Servet-i Fünun özelliklerinin bir çok yönlerini o ortaya koymuştur. Muallimat mecmuasında bu şiirleri, bu şiir anlayışına uygun parçaları yayımlanınca büyük bir tepki ile karşılaşmıştır. Batıyı tanıma konusunda Cenap’tan geri olan Tevfik Fikret bile onun şiirdeki davasını devrin zevk ve zihniyetine uygun bir hale getirmiştir. Servet-i Fünun şiirine orijinal imaj ve renk getiren Cenap Şahabettin olmuştur. Yalnız uslüp bakımından değil eşyada yeni renkler gören, ruhi durumları renkli tablolar halinde ortaya koyan Cenap olmuştur. Yine eşyada esrarlı bir ruh arama fikri Cenap Şahabettin’e aittir. Mehmet Rauf bilhassa insanların ruh hallerini sergilemesi bakımından mühimdir. Cenap Şahabettin eşyada aradığı renkli manzaraları M.Rauf insanların ruhunda aramış ve bulmuştur. Eylül romanı edebiyatımızda ilk tahlil romanıdır. Yine M.Rauf elem, keder ve acıları anlatan son derece güzel mensur şiirler yazmıştır. Tevfik Fikret edebiyatımızda kendini göstermeğe başladığı zaman şiir sahası adeta bomboştu. Eski tarz şiir bir iki canlanma tecrübelerine rağmen adeta can çekişmekteydi. Kendinden evvelki döneme damgasını vurmuş olan N.Kemal ölmüş, Ekrem ve Hamit Beyler ise verecekleri kadar eser vermişlerdir. Servet-i Fünuncular arasında ise yeni sanat anlayışını geniş halk kitlesine yayacak ruh tecrübesine sahip güçlü bir kalem bulunmamaktaydı. Bu yüzden Fikret şiirlerini yazmaya başladığı andan itibaren müsbet veyahut menfi yönde bütün dikkatleri üzerine toplamıştır. SERVET-İ FÜNUN’DA ÜSLUP: Bu edebiyatta devrin edebiyat üzerindeki umumi havası duyguların tasvir ve tahlili yönündedir. Onun için bu edebiyat üsluptan ziyade yeni bir duyuş tarzı ve hissi bir yeniliktir. Devrin şair ve yazarları bir takım yeni duygular içinde kaldıkları için yeni bir ifade tarzının lüzumunu hissetmişler ve bunun peşinde koşmuşlardır. C.Şahabettin’e göre her şairin kendine göre bir mizaç ve duyuş tarzı bir üslubu vardır. Mai ve Siyah romanının kahramanı Ahmet Cemil’in taşıdığı üslup endişesi bütün Servet-i Fünuncuların ortak endişesidir. Bu romanda A.Cemil “Kaderlerimize düşüncelerimize, kalbin bin türlü inceliklerine fikrin bin türlü inceliklerine tercüman olsun, işte böyle bir lisan istiyoruz ki onda o nağmeler o renkler o derinlikler bulunsun.” diyerek devrin üsluptan ne aradığını lisandan ne anladığını belirtmiştir. HASSASİYETLİK Devrin diğer önemli bir özelliğide hastalık derecesine kadar varan aşırı hassasiyetliktir. Servet-i Fünuncular adeta bile bile, seve seve bu hastalığı tasvir ve tahlile çalışmışlardır. Zaman zaman da M.Raufta olduğu gibi bu hissiyatları tahlil edememenin çaresizliği içinde kalmışlardır. A.Cemil bu duyuş tarzı için bir hareket noktası teşkil etmiştir. O içinde gerçek hayata uymayan bin türlü hülyalar besleyen gerçekle temas edince sükutu hayale uğrayan bir insandır. HAYAL HAKİKAT ÇARPIŞMASI Devrin, eserlerde geniş yer verilen diğer bir özelliği de hayal hakikat çarpışmasıdır. Yazarlar bu temi ya acıklı bir şekilde ortaya koyarlar ya da kahramanlarına parlak hülyalar kurdururlar. Bazen de bu ikisini eser içerisinde karşılaştırırlar. Hemen hemen bütün eserlerinin sonunda hakikat galip gelir. Kendilerini büyük bir bedbinliğin içinde bulurlar. Yanlızlık korkusu insanlardan kaçma hülya ve rüya kalemlerinden düşmeyen konulardır. Hayal hakikat çarpışmasına geniş yer verilir. Hayaller güzel hakikatin insanları bedbinliğe ölüme hatta intihara sürüklemeden işlendiği görülmemiştir. Bu durum eserlerin isimlerine kadar aks etmiştir. (Mai ve Siyah, Aşkı Memnu,Hayat-ı Muhayyel) bu hayal ve hakikat çarpışması romanların yapısına kadar aks ettirmiştir. Romanların ilk bölümleri güzel hayaller içinde geçer, romanların ortalarına doğru hakikat yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlar. Romanın sonunda ise hakikat galip gelir. Mai ve Siyah romanında olduğu gibi hakikat tek başına ele alındığı zaman eser romantik bir mahiyet alır. Hayal ve hakikat beraberce işlendiği zaman ise romantizm ve realizm hususi bir şekilde birleşir. BEDBİNLİK Servet-i Fünuncularda bedbinlik duygusu, ölüm arzusu onları intiharın eşiğine kadar sürüklemiştir. Bilhassa Mehmet Rauf’un şiirleri ölüm teminin en çok işlendiği eserlerdir. Eserlerdeki kahramanlar intihar edemedikleri zamanlarda karanlık bir melankoliye düşmüşlerdir. Bu ise onlarda insanlardan ve cemiyetten kaçma Psikolojisini beslemiştir. Mesela Mai ve Siyah kahramanı Ahmet Cemil eserin sonunda elemlerinden kurtulabilmek için İstanbul’dan ayrılmıştır. Yine aynı durum Eylül romanının Yangın sahnesi sonunda da görülür. İnsanlardan ve cemiyetten kaçma fikri Servet-i Fünuncuların kendi hayatlarına da aksetmiştir. Mesela Tevfik Fikretteki Aşiyan fikri insanlar ve cemiyetten kaçma istemesinin bir sonucudur. Yine o dönemde Servet-i Fünuncularda ortaya çıkan toplu olarak Yeni Zelanda’ya gitme fikri daha sonraları da Manisa da ıssız bir köye yerleşme isteği, bu cemiyetten ve insanlardan uzaklaşma isteklerinin bir sonucudur. Şiirde ise hayal ve hakikat ilk defa Cenap Şahabettin’de yan yana işlenmiştir. O şair ruhunu bilhassa kendi ruhunu etrafı dikenler ve karanlıklarla dolu fakat dalgalarında yıldızların akislerinin raksettiği bir denize benzetmiştir. Recaizade Ekrem’in her güzel şey şiire mevzu olur fikri onlar tarafından büyük rağbet görmüştür. TABİAT ANLAYIŞI Servet-i Fünun döneminde tabiata da büyük önem verilmiştir. Bilhassa Batı edebiyatından tanıdıkları edebiyatçılar onların tabiata bakışlarını tayin etmişlerdir. Yine o dönemde Türkiye de çıkan dergilerden pek yaygın olan tablo ve resim merakı onları tabiata karşı meraklı kılmış duygularını renkli manzaralar halinde ortaya koymaya çalışmışlardır. Yine musikiye ve tabiattaki seslere karşı büyük ilgi göstermişlerdir. Eşya statik (durgun) bir halde ele alınmamış ona bir hareketlilik hatta bir derinlik kazandırılmıştır. Halid Ziya’nın nesirde hazırladığı tabiatı, Cenap Şahabettin şiirde hazırlamıştır. Onlara göre şair duygu ve hayallere verdiği önem kadar tabiata da geniş yer vermelidir. “Tabiat ölü bir manzara değildir. Ruh ile çok yakınlığı olan hatta bazen kainatın ruhunun maddi tezahürü gibi görülen bir varlıktır.” fikri Cenap Şahabettin’den diğerlerine de geçer. Tabiat duygu ve hayallerin geçtiği bir mekan olarak görülmüştür. Bu anlayış Cenap’ta daha ileridir. Tevfik Fikret tabiat anlayışı bakımından Cenap Şahabettin’den sonra gelir. Servet-i Fünuncular tabiata iki açıdan bakarlar; a) Tabiatın fiziki özelliklerini gören bakıştır. b) Şairin tabiatta kendini gördüğü subjektif bakıştır. (Şairin kendi ruhu ile tabiatın görünüşü arasında ilgi kuruyor.) Bu açıda tabiat bazen renkli bir duvar ve renkli manzaralardan ibaret bir dekor gibi görülür. Tabiata bakıldığı anda görülen renk şekil, ışık, gölge bir ressam gibi tesbit edilir. Fakat bu bakış uzun sürmez tekrar kendi ruhlarına dönerler. Bu açıdan bakışta ise şair tabiatı kendi ruhunun bir aynası olarak görür. Tasvir ettiği manzaranın içine kendi rüyasını, hülyasını, elem ve kederlerini yerleştirir. Tabii bu durumda tabiat realitesini kaybeder. Hayali bir çehre kazanır. Devrin tabiata bu bakışında ilk teesir fransız romantiklerinden gelir. Fakat Fransız romantiklerinin tabiata bakışları daha gerçektir. Romantiklerin tabiata bu bakışları bizim edebiyatımıza aks edince devrin şartları ve şairlerin karanlık ruh halleri sebebiyle realitesini kaybederek subjektif bir mahiyet almıştır. Bilhassa mensur şiirlerde tabiata yöneltilen bakış subjektiftir. İnsanlarda meydana gelen hikaye ve romanlara konu olamayacak kadar uzun olan hisler mensur şiirlerde ele alınmıştır. Mensur şiirlerde tabiata realist bir açıdan bakış hemen hemen hiç yoktur. Tabiatta mevcut olarak gösterilen unsurlar da çoğu zaman bizim tabiatımızda görülmeyen unsurlardır. Göller, denizler, çiçekler, yel değirmenleri daha çok Fransız romantiklerinin tasvir ettikleri tabiat manzaralarıdır. Resim gibi yazmak, resim gibi ifade etmek fikri bu edebiyata iki şekilde aks etmiştir; Eserlerdeki tasvirlerden, sözle resim yapma, tablo yapma gayesiyle tabiatı bir resim gibi aksettirme isteği. Güzel sanatların bir kolu olarak eserlere zorla yerleştirilmiş bir motif olarak görülür. Hikaye ve romanlarda ise sadece duvarlara asılmış resim tabloları olarak görülür. SERVET-İ FÜNUNDA ŞİİR Bu edebiyatta üslup ve sanat özelliklerini en bariz bir şekilde hissettiren nevi şiirdir. Yine Türk Edebiyatının modernleşmesinde hızla sonuç alınan edebi nev’i de şiir olmuştur. Bunun sebebi ise bu edebi kareketin nesirden ziyade şiir hareketi olarak ortaya çıkması hareket mensuplarının büyük kısmının şiirle uğraşması yüzündendir. Buna edebiyatımızın asırlardır şiirle uğraşmış olmasını da göstermek mümkündür. Tevfik Fikret tek başına hareket üzerindeki bütün dikkatleri kendi üzerine çekmiştir. Çünkü Tevfik Fikret şair olarak ortaya çıktığı zaman edebiyatımızda şiir sahası hemen hemen boş idi. Tanzimat dönemine damgasını vuran Namık Kemal ölmüş devrin son üstatları olan R.Ekrem Bey ile Abdülhak Hamit şiirde ulaşacakları yere ulaşmışlar son eserlerini vermişlerdir. Bu bakımdan boş bulunan şiir sahası Tevfik Fikret’in ortaya çıkışıyla bütün dikkatlerin onun üzerine çevrilmesine sebep olmuştur. Cenap Şahabettin devrin Fikret’ten sonra gelen hatta Halit Ziya’nın Kırk Yıl adlı eserinde de belirttiği gibi bazı meselelerde onu geride bırakan diğer önemli bir ismidir. Tanzimatla başlayan fakat tam olarak gerçekleşemeyen modern şiir anlayışı bu dönemde gerçekleşmiştir. Devrin şairleri ilk şiirlerinde eski kültürün izlerini bulmak mümkündür. Fakat bunu çok kısa zamanda terk ederek Avrupai şiir anlayışına yönelmişlerdir. Bu yönelmede Recaizade Mahmut Ekrem’in büyük rolü olmuştur. Ancak Cenap Şahabettin’in bu te’esirden uzak tutmak gerekir. Çünkü o Paris’te Tıp öğrenimi yaparken Fransız şiirini yakından tanımış bu şiirle ilgili özellikleri bizzat kendisi almıştır. Servet-i Fünun döneminde en büyük değişiklik nazım şekilleri bakımından olmuştur. Bu devrede kullanılan nazım şekilleri üç grupta toplanabilir. Sonet ve Terzarima gibi Avrupai nazım şekilleri kullanılmış. Bilhassa sonet şeklinde yazılan şiirler büyük rağbet görmüştür. Eski nazım şekilleri değiştirilerek kullanılmıştır. Müstezat daha da genişletilerek bir serbestlik kazandırılmıştır. Bunun sonucu olarak da serbest nazma doğru bir yönelme başlamıştır. Kendi icat ettikleri şekiller kullanmışlardır. Servet-i Fünun şairlerinin şiirde yaptıkları diğer önemli bir değişiklik de mevzu bakımından olmuştur. Daha önce A.Hamit tarafından şiirin mevzuu genişletilerek lirik, pastoral ve dramatik mahiyette şiirler yazıldığını görüyoruz. S.Fünuncular Hamit’in şiirin mevzuunda yaptığı değişikliği daha da genişletmişlerdir. Daha önce Ekrem Bey tarafından ortaya atılan “Her güzel şey şiire mevzu olabilir.” fikri, S.Fünuncular tarafından değiştirilerek “Her şey şiire mevzu olabilir.” şeklinde genişletilmiştir. Şiirin mevzuu daha ziyade aşk tabiat ve aile hayatı üzerine kurulmuştur. Aşk romantik bir tarzda ele alınmış acı ve elemler bu romantizm içinde hakim kılınmıştır. Aile hayatına dönüş ise sosyal davalardan uzak kalışları yüzündendir. Daha ziyade yakın çevrelerinin ve kendi ailelerinin hayatlarını ele almışlardır. Bunlarda da realiteden kaçış mevcuttur. Aile hayatı dramatik bir şekilde ele alınmıştır. En küçük bir hadise bile onların şiirlerine mevzu olabilmiştir. Onlar için önemli olan şiirin mevzusu değil işleniş tarzı ile musikisidir. Devre bir üslup devri demek daha doğrudur. Çünkü; T.Fikret dışında sese ve ahenge fazla önem vermeyen başka bir S.Fünuncu bulmak oldukça güçtür. S.Fünuncuların şiirde yaptıkları diğer önemli bir değişiklik ise vezin bakımından olmuştur. Aruz vezninin mevcut kalıplarıyla yetinmeyerek yeni kalıplar bulmuşlardır. Asırlardır devam eden aruz vezninin Türkçe üzerindeki hakimiyeti kırılarak Türkçe aruza hakim kılınmıştır. Bilhassa T.Fikret Türkçeyi aruza hakim kılış bakımından başta gelir. Fikret’in başlattığı bu hareket, daha sonra M.Akif ve Yahya Kemal’le ulaşacağı son noktaya ulaşmıştır. Servet-i Fünuncuların aruz vezninde ısrar edişlerinin bir takım sebepleri vardır. Aruz vezninin S.Fünuncuların aradığı musikiye ahenge uygun oluşu bunun ilk sebebidir. İkinci sebep ise hece veznine karşı olmalarıdır “şiir avam için değil seçkinler için yazılmalıdır” görüşünün hakim olduğu bu edebiyatta halka ait olan hece vezninin kullanılması düşünülemez. Yine bu veznin kullanılması onların “ sanat için sanat” anlayışlarınada ters düşmüştür. Cenap Şahabettin Genç Kalemler dergisi etrafında başlayan “Yeni Lisan” hareketine karşı yazdığı yazıda durumu açıkça belirtir. Nazmın içinde konuşma tarzına rağbet gösterilmiştir. Bir cümleyi mısralar boyu uzatmak veya mısra ortasında bitirmek suretiyle Nazım sentaksına bir yenilik getirmişlerdir. Böylelikle mısra ve beyit bütünlüğü esası ortadan kaldırılmıştır. Tevfik Fikret büyük önem vermiştir. Öyleki bazen musikiyi ve ahengi fikre feda etmiştir. C.Şahabettin ise fikre ve nazım sentaksına önem vermeyerek ahenge ve musikiye karşı son derece hassas davranmıştır. S.Fünuncular Arapça ve Farsça kelimeleri dahi vezne ve Türk konuşma ahengine uygun şekilde değiştirme merhalesine gelebilmişlerdir. Bu ise şiire Türkçenin ahengini kazandırmıştır. Fakat bu gayret onların lügat kitaplarında o vakte kadar işitilmemiş Arapça Farsça kelimelerin kullanılmasına, bu kelimelerle yeni bir takım terkipler yapmalarına mani olamamıştır. SERVET-İ FÜNUN ŞİİRİNİN GENEL VASIFLARI Servet-i Fünun şiirinde kuvvetli bir musiki lisanı vardır. Bu dil vezin ve şekil yani dış musiki bakımından Fikret’te gelişmiştir. Doyuruculuk yani iç musiki bakımından ise Cenap Şahabettin’de en ileri seviyeye ulaşmıştır. Aruz vezninin Türk dilinin musikisine uygun kalıpları ustalıkla uygulanmıştır. Bilhassa Fikret’in şiirlerinde bu vezin ustalıkla kullanılmıştır. Hece vezni hor görülmüş sadece Fikret çocuklar için yazdığı “Şermin” adlı eserinde bu vezni kullanmıştır. Sone, Terze-Rima gibi Avrupai nazım şekillerini kullanmışlar. Müstezat şeklini genişleterek serbest nazım şeklini başlatmışlardır. Serbest nazım şeklinin başlatılmasında Fransız sembolistlerinin özellikleri görülür. Şekilden ziyade sese dayanan kulak için katiye anlayışı benimsenmiştir. Nazım nesre yaklaştırılmıştır. Böylelikle beyit anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Divan şiirindeki beyit, tanzimat şiirindeki mısra hakimiyetine karşılık Servet-i Fünunda cümle hakimiyeti kurulmuştur. Şiirin mevzu genişletilmiştir. En ufak bir tabiat hadisesi bile şiire mevzu edilmiştir. Hayal hakikat, maddilik manevilik çarpışması, realiteden kaçıp hayal alemine sığınma bu dönem şiirinin en çok kullanılan temalarıdır. S.Fünun şairleri sanat için sanat anlayışının bir sonucu olarak oldukça süslü ağır bir dil kullanmışlardır. Fransız şiirinden tanıdıkları yeni kavram ve mecazları karşılayabilmek için Türkçe kelimeleri yetersiz bularak Arapça, Farsça kelimelere geniş ölçüde yer vermişlerdir. Servet-i Fünun şiirinde realizm ve parnasizm akımlarının büyük te’esiri görülür. SERVET-İ FÜNUN NESRİNİN UMUMİ VASIFLARI Namık Kemal’in coşkun edasıyla daha çok duygulara hitap eden dili yerine S.Fünuncular Ahmet Cemil’in ağzıyla belirtmeye çalıştıkları kalbin bütün derinliklerine, inceliklerine heyecan ve nefretlere tercüman olacak bir dil yaratmışlardır. Bu nesilde yeni ve kendine has bir mevhumu karşılamaktan ziyade bir duygunun inceliklerini, bir fikrin derinliklerini ifade eden terkipler kullanmışlardır. Tanzimatta ise daha çok sosyal bir ihtiyaçtan doğan mevzuları ifade eden muayyen kelime ve terkipler kullanmışlardır. S.Fünuncular birleşik sıfatlara yeni mana ve ifade imkanı kazandırmışlardır. Örnek/ Katre peşan- damla saçan Tahammül fersah- tahammülü yıpratan Hasret fiken- hasret döken Kültürümüze giren Avrupa muaşeretine bağlı olan bazı Batı tabirlerini Türkçeye çevirmişlerdir. (Hayat yaşamak, nota okumak gibi) Yine bu yeni muaşerete bağlı olarak Avrupa dillerinden bazı kelimeleri aynen kullanmışlardır. (Mösyö, Madam v.s.) Konuşmada değişikliği sağlamak için cümle öğelerinin yerlerini değiştirmişlerdir. Cümlelere zaman bakımından değişiklik getirmişlerdir. İfade de çeşitlilik sağlamak için bazen bir cümlenin unsurlarını ve mana tarzını değiştirerek kullandılar. Fakat bu durum cümlenin yapısını bozdu. Sonradan ortaya çıkan devrik cümle anlayışını doğurdu. Zaman zaman fiilsiz cümleler kurmuşlardır. Ve bağlacını çok kullanmışlar, hatta bazen ve ile başlayan cümleler kurmuşlardır. Böyle cümlelerde ve bağlacı bilinen bağlaç görevinde değil cümleler arasında devamlılık sağlayan bir unsur olarak kullanılmışlardır. Bunda Muallim Naci’nin ve Abdülhak Hamit’in tesirleri olduğu kadar Batı dillerinin de tesiri vardır. Eserlerde tasvirler mühim yer tutar ayrıca tahlillere de geniş yer verilmiştir. Yazarlar daha ziyade kendi ruhlarını tabiatta görmeğe çalışmışlardır. Tabiata ruh verme bilhassa mensur şiirlerde görülür. Tasvir ve tahlillerde derinliklere kadar inebilmişlerdir. SERVET-İ FÜNUN HİKAYE VE ROMAN ÖZELLİKLERİ Edebi neviler içinde en önemli yenilikler Servet-i Fünun hikaye ve romanında görülür. Hikaye ve roman nevilerinden Batı Hikaye ve Roman tekniğinden büyük ölçüde faydalanılmıştır. Servet-i Fünun hikaye ve romanında daha ziyade naturalizm ve realizm akımlarının teesiri görülür. Olay ve kişiler bu edebi akımların bir sonucu olarak hayatta görülen veya görülmesi mümküm olan cinstendirler. Tanzimat roman ve hikayelerine göre roman ve hikaye tekniği daha kuvvetlenmiş. Batı roman ve hikaye tekniğine daha çok yaklaşma göstermiştir. Tanzimatçılar gibi lüzumsuz tasvirlere yer verilmemiş olay ve kişiler hakkında bilgiler vererek konunun akışı kesilmemiştir. Tanzimatçıların aksine yazar kendi kişiliğini gizlemiştir. Olaylar yazarın gözüyle değil kahramanların gözüyle anlatılmıştır. Teknik Batı’dan alınmış vakalar ise kendi hayatımızdan seçilmiştir. Vakalar seyahat hürriyetinin sınırlı olması yüzünden daha çok İstanbul’da geçer. Kahramanlar umumiyetle yüksek tabakadan aydın kimselerdir. Küçük hikayelerde ise halk arasından seçilmiş kahramanlara yer verilmiştir. Tanzimatçıların aksine halka seslenme yerine seçkin tabakaya seslenme gayesi güdülerek, süslü ağır bir dil kullanılmıştır. Fransız dilinden etkilenmenin bir sonucu olarak Türkçenin cümle kurma yolları genişletilmiş cümlelerdeki öğelerin diziliş sırası değiştirilmiştir. Bazı cümleler yarıda kesilmiş asıl düşünceyi anlatan kelimeler sona bırakılmış bazen de bir cümlenin arasına ikinci bir cümle sokularak birer çizgi ile ayrılmıştır. Üslup oldukça süslüdür bilhassa kişi ve yer tasvirlerinde bu süslü üslup daha da kendini hissettirir. SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATINDA DİL Bu edebiyatta dil oldukça süslü ve ağırdır. Edebiyat mensupları yeni kelimeler terkipler kullanma fazla işitilmemiş kelime ve terkipleri canlandırma konusunda adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Öyle ki o dönem Türkçesinin gramer kaidelerinden farklılık gösteren bir Servet-i Fünun lisanı meydana getirmişlerdir. Onların böyle yeni bir dil meydana getirmeleri, yeni bir sanat ve medeniyet dünyasından, yeni bir takım görüşler getirmek isteyişlerinin sonucudur. Zira medeniyetler kendilerini kabul eden ülkelere ya kendi kelimeleri ile ya da o dilde o manayı ihtiva eden yeni kelimelerle girerler. O dönem için Fransız’canın dilimize hakim olması mümkün olmadığından Arapça, Farsça asıllı işitilmemiş kelimelerle, bu yeni kavramlar karşılanmaya çalışılmıştır. O zamana kadar hiç kullanılmayan kelimeler ve bu kelimelerle teşkil olunan terkiplerin kullanılması Türk Dili açısından oldukça zararlı olmuştur. Dilde sadelik taraftarı olan Tanzimatçılara karşılık “sanat için sanat” anlayışındaki Servet-i Fünuncular süslü ve ağır bir dil kullanmayı maharet saymışlardır. SERVET-İ FÜNUN ŞAİR VE YAZARLARININ ORTAK ÖZELLİKLERİ Hemen hepsi aralarında fazla yaş farkı bulunmayan gençlerdir. Osmanlı devletinin artık “Hasta adam” diye anıldığı dönemde yetişmiş istibdat döneminin bunalımlı havasını tenefüs etmişlerdir. Tanzimatçıların çoğunun yüksek tabakadan gelmelerine karşılık bunların büyük bir kısmı orta tabaladan gelmişlerdir. Doğu kültürleri oldukça zayıftır. Eski edebiyat zevkinden bütünüyle kopmuşlardır. Tanzimatçıların çoğu düzenli bir tahsil görmeyip hususi hocalar elinde yetişmişlerdi. Şark kültürü ile yetişmiş olmaları yüzünden Batı medeniyetine karşı duydukları ilgiye rağmen bu medeniyeti ve bu medeniyetin sanat anlayışını bütünüyle kavrayamamışlardır. Servet-i Fünuncular ise Tanzimat döneminde açılan Batı modelindeki okullarda düzenli tahsil görmüşler, Batı medeniyetini ve bu medeniyetin sanat ve edebiyat anlayışını öğrenme imkanını bulmuşlardır. Öyle ki Batı kültürleri, doğu kültürlerinden daha ağır basmıştır. Tanzimatçıların her türde eser verip toplumu aydınlatmaya çalışan şahsiyetler olmalarına karşılık S.Fünuncular tek türde iyi eser verme fikrini benimsemişlerdir. Tanzimatçılar gibi topluma hitap edip onları aydınlatma düşüncesini taşımamışlardır. TEVFİK FİKRET’İN EDEBİ ŞAHSİYETİ Tevfik Fikret edebiyatımızda mizacı, karakteri ve şiirleri üzerinde en çok tartışılan şahsiyetlerden biridir. Ahmet Hamdi Tanpınar onun için... “Talihin kendisi için hazırlamış olduğu imkanları çabuk fark etti. Hatta mizacının zaaflarını bile ona göre terbiye etti.” diyerek onun edebiyatımızda ortaya çıkışını bir edebi harekete hatta bir devre damgasını vuruşunu belirtmeye çalışır. Fikret ömrü boyunca şahsi, içtimai ızdıraplar içinde hırpalanmış hislerinin, infiallerinin ve küskünlüklerinin adeta esiri olmuştur. Fikret’in bütün şahsiyetine hakim olan bedbinliğini, insanlardan kaçışını, idealist bir karaktere bağlamak da yanlıştır. Fikret’in bedbinliği, ruhundaki trajedi, fikirlerinden değil tam tersine, fikirleri ondaki bu bedbinlikden, ruhundaki trajediden kaynaklanmıştır. Fikret’in şahsiyetini belirleyen ana çizgilerden ailesinden gelen ırsi bir takım özelliklerin varlığı dikkati çeker. Fikret’in şahsiyetine hakim olan ve onun davranışlarına tesir eden büyük ahlak duygusunda, maddi ve manevi titizlikte ve intizama düşkünlükte, girdiği çevrede hemen sivrilebilecek bir özelliğe sahip bulunmada, baba tarafından gelen ırsi özellik hakimdir. Onda şekle verilen değer, şiiri resimle birleştirmesine, insanları bile dış görünüşlerine göre değerlendirmesine yol açmıştır. Vezinde, mısraları kümelendirişde, kelimeleri seçişte bu titizlik kendisini büyük ölçüde hissettirir. Fikret’in şahsiyetine hakim olan bedbinlik duygusunda ruhi trajedide ise anne tarafından gelen ırsi bir özellik hakimdir. Fikret’in anneannesi ve dedesi (muhtedi) sonradan müslüman olmuşlardır. Annesi ise aşırı dindar müslüman bir kadındır. İlahiyatçı ve psikologlara göre muhtedi ailelerde ilk ve ikinci nesiller son derece dindar ve imanında samimidirler. Daha sonra gelen nesillerde ise bu samimiyet gittikçe azalır. Hatta tekrar tanassur edenlere (Hristiyanlığa dönenlere) rastlanır. Bu özellik açısından Fikret’in annesinin dindarlığı onun da hayatının ilk devresinde dindar, sonradan dine karşı tavır alışına sebep olmuştur. Haluk’unsa tanassur edişi dikkate değer hususlardır. Din değiştirme bir iç çatışmanın eseridir. Birbiriyle çarpışan iki meyil, insanı şiddetli bir şekilde bazen inanmaya, bazen de inanmamaya sevk eder. Edebiyatımızda pek az şair Fikret kadar mizacını ve karakterini şiire aktarabilmiştir. Çok çabuk kırılan alıngan bir insandır. İtham ediş şekli ve tonuyla bazen çok ileriye gider nefretlerini en olmayacak yerlere kadar götürür. O gerçek anlamıyla Mizontrop (insanlardan kaçan) bir şairdir. İçinde yaşadığı cemiyeti ve insanları daima aşmak isteyen bir ruh haline sahiptir. Fikirden ziyade hisleri ile yazar. Bu hisleri de sık sık değişiklik gösterir. Sevgisi de nefreti de hep aşırılarda dolaşmıştır. Şiirlerinde tezadlı söyleyişler fazladır. Derin ve sistemli bir düşünceye ulaşmış değildir. O ferdiden sosyale oradan da beşeri konulara yükselen bir ıstırap şairi olmuştur. Fikret milletten ve Türk muhitinden uzak kalışı sebebiyle gerçekleri görememiştir. Nazari bir millet, nazari bir beşeriyet kurmanın peşinde koşmuş ahlak anlayışını milli esaslar üzerine oturtmayı düşünmemiştir. Bir taraftan oğlu Haluk’un şahsında idealize ettiği nesle idealizmin yollarını gösterirken bir taraftan da en önemli vasfımız olan kahramanlığı kan ve vahşet diye horlatmıştır. Onda mazi-ati zıtlığı geniş yer tutar. Ona göre mazi bütün kötülük ve geriliklerin kaynağıdır. Ati ise yükselebilmek için bütün bunlardan uzaklaşma zorundadır. Bu yükselmeyi ise Haluk’un şahsında idealize ettiği nesilden bekler. Fazilet ve merhamete büyük değer verir. O “Kıran da olsa kırıl sen, fakat bükülme sakın” diyecek kadar doğruluk taraftarı. “Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin” diyecek kadar medeni cesareti yüksek, “Şüphe bir nur’a doğru koşmaktır.” diyecek kadar da her şeyden alınan şüphe eden bir insandır. TEVFİK FİKRET’İN EDEBİ ŞAHSİYETİNİN VE ŞİİRLERİNİN HAYATINDAKİ DEVRELERE GÖRE İNCELENMESİ I-ÇOCUKLUK VE MEKTEP DEVRESİ Bu devre 21. yaşına kadar olan devredir. Bu devrede Fikret aşırı derecede hassas ve içine kapanıktır. Şekle düşkündür, daha o yaşlarda iken hırçınlık, hassasiyet, öfkelenme şeklinde bir takım özellikler göstermektedir. Yine o yaşlarda iken bir Aşiyan kurma fikri mevcuttur. Sükunetin hazzını şiirin zevkini, hakikatin büyüklüğünü evindeki küçücük odasında bulmaya çalışır. Şekle düşkünlük onda resim merakı ile başlamıştır. Şekle düşkünlüğü mizacına ve dünya görüşüne bile tesir etmiştir. Şekil konusundaki bu hassasiyet onun kafasında gayet açık hayallerin doğmasına yol açmıştır. Onu realiteden ayıran ve bedbaht eden sebeplerden biri de budur. Fikret ilk şiirlerini 1880-90 yılları arasında yazmış olup bu şiirlerinin taklit ve nazirelerden ibarettir. Bu şiirlerde Divan edebiyatının, Muallim Naci, Muallim Feyzi ve Ekrem’in tesirleri görülür. Divan edebiyatının tesiri altında yazdığı ilk şiirleri onun şair şahsiyetine vezin hissi ahenkli kelimeler kullanma ve kafiye sanatını öğretmiştir. Onu bu eski şiir tarzından yeni şiir anlayışına yönelten Ekrem Bey olmuştur. Fikret bu devrede hayat karşısında iyimserdir. Önünde büyük aydınlık bir ufuk vardır. Ancak bu ufka giden yollardan hangisini takip edeceğini henüz bilmemektedir. İçinde birbirine zıt birbiriyle çarpışan birkaç kuvvet birden ortaya çıkar. Bu dönemde devrin yönetimine karşıda sosyal veya politik yönden herhangi bir tavır almış değildir. (Genel olarak bu devrede iyimserlik duygusu hakimdir.) II-GENÇLİK DEVRESİ Bu devredeki şiirlerini Mirsat ve Malumat dergilerinde neşreder.Bu şiirlerinde iyimser bir hava hakimdir. Başlıca mevzu aşk ve bahardır. Resime de büyük ağırlık verdiği bu devrede daha sonra menfi tarz alacağı dine karşı oldukça saygılı olup yine daha sonradan lanetler yağdıracağı Sultan Abdülhamid için girdiği yarışmada birincilik kazanan şiiri ile ona büyük methiyelerle övecek kadar iyimserdir. Mirsat’daki bu şiirlerinde iyimser bir hava içinde Hamid ve Ekrem tesirini açıkca kendini hissettirir. Üslup bakımından henüz ne yeni bir lügata, ne mısra tekniğine, ne de yeni bir imaj dünyasına sahip olabilmiş değildir. Şekil olarak Divan edebiyatının şeklinden ayrılmış olmakla beraber onun üslup malzemelerinden kurtulamamıştır. Bu edebiyatın hayallerine mazmunlarına ve kelime oyunlarına sık sık rastlanır. Kelimelerin manalarından ziyade, parlaklıklarına, gösterişli oluşlarına düşkündür. Ayrı anlama gelen kafiyeleri kullanmaktan çekinmemiştir. Bu hikayelerin çoğunda Hamit’ten almıştır. Şiirlerindeki tabiat tasvirleri henüz daha silik ve klişe halindedir. Dış alemi şiire aksettirecek özellikte değildir. Fikret malumat mecmuasında 1893-96 yılları arasındaki devrede daha büyük adımlar atar. Avrupai şiirler okur, onları taklide veya tercümeye çalışır. Ondaki ressam ruhu resimle şiirin ve musikinin ilgisini kavramaya başlar. Hamid’e kadar devam eden gerçek bir hayal alemi yaratıp bunu mübalağlarla besleyen anlayış Fikret tarafından değiştirilir. Fikret hayallerini resmin prensiplerine gerçeğe uydurmaya çalışır. O artık tabiatı daha doğrusu kainatı tablolar halinde görmeye başlamıştır. Bu devrede yazdığı şiirlerde yeni bir teknik hassasiyet ve yeni bir üslup göze çarpar. Bu devredeki şiirleri muhteva bakımından iyimser bir hava ile doludur. Hayatın acılarına ve sosyal ızdıraplarına karşı ilgisizdir. Duyguları aşk ve tabiat üzerine toplanmıştır. Üslubu büyük bir gelişmeyi müjdeler mahiyette olup kelimeleri seçerken daha dikkatlidir. Bu kelimeleri daha önceki devrede olduğu gibi gösterişli oluşlarına göre değil manaya duyuş tarzına göre seçtiği görülür. Şekil ve muhteva arasında bir bütünlük kurmaya çalışır. Yeni terkipler, orijinal ifadeler kullanılır. Yine şiirlerinde yeni bir mısra yapısı dikkati çeker. Bu mısra konuşma veya heyecan sentaksına bağlı hareketli monotonluktan kurtulmuş bir özelliktir. Fikret’in yaptığı bu tecrübeler onun müstezat veya serbest müstezat tarzına yönelmesine dolayısıyla nazmı nesne yaklaştırmasına yol açmıştır. III- OLGUNLUK DEVRESİ a) Servet-i Fünundaki devri: (1896-1901) 21 yaşına kadar aile ve okul çevresi içerisinde kendi iç benliğinden ziyade dış tesirleri aksettiren taklidi bir devre geçiren, 21-24 yaşları arasındaki gençlik devresinde ise yeni ufuklar arayan Fikret 24-30 yaşları arasında sınırları hemen hemen katılaşan hüvviyeti büyük ölçüde ortaya çıkmış bir şahsiyet olarak görülür. Fikret’in bu devrede hayata bakış açısı değişmiştir. Daha önce ALLAH’a inanan iyimser ruhlu Fikret yavaş yavaş kötümser ruha bürünerek hayattan şikayet etmeye, dine karşı menfi tavır almaya başlar. Bu hırçınlık zaman zaman en yakın arkadaşlarına hatta aile yuvasına kadar yönelir. Hayatında başlayan bu hüzün ve melankoli hayatının sonuna kadar devam eder. Zaman zaman bir ümit, bir hayal onun bu karanlık dünyasına aydınlatırsa da bunların parıltısı pek az devam ederek Fikret’i tekrar kesif bir ümitsizliğin kucağına atar. Fikret’in içten gelen bu ızdırabına devrin yönetimi ve memleketin içinde bulunduğu durum iyice kuvvetlendirir. Fikret’in etrafını böyle bir karanlık tablo olarak görmesinde Robert Kolej ve çevresinin büyük tesiri olmuştur. Batının seçme bir köşesini andıran bu çevre Fikret’in kafasında Doğu-Batı mukayesesi fikrini doğurur. Milletini memleketini beğenmeme hastalığına Fikret de yakalanır. Fikret’i realiteden koparak yazdığı hayatı çirkin gösteren sebepler arasında hülyaya olan büyük bağlılığının da tesiri vardır. Devrin bir diğer hastalığı olan uzak diyarlara gitme hayali gerçekleşme imkanını bulmayınca Fikret’i de sükutu hayale uğratmıştır. Fikret bu devrede fikir değil his şairidir. Devrin kötümserliğe dayanan hayat felsefesi daha sonra felsefi ve içtimai bir muhtevaya bürünür. Fikret’in S.Fünun dergisi etrafında toplanan gençler arasında büyük bir sevgi ve saygı gördüğü bu devredeki şiirlerinde genellikle his fikre galebe çalar. b) 1900-1908 yılları arası: Büyümekte olan Haluk, Fikret’te geleceğe karşı duymakta olduğu güveni ve yaşama arzusunu kuvvetlendirmiştir. 1902’de yazdığı “Kocaman saat”te sembol, fikri gibidir. Şair sadece geçen zamanın ızdırabını hisseder. Fikret bu devredeki şiirlerinde fikirle sembolü birleştirmeye çalışmıştır. “İzler” manzumesinde kendi hayatına bir mana verir. Gittiği yolda yalnız olduğunu hisseden ve gurur duyan bir hava hakimdir. Sis şiirinde de aynı hava mevcuttur. İstanbul’un üzerini kaplayan koyu sis tabakasıyla devrin yönetimi arasında bir ilgi kurulmaya çalışılır. “Sabah olursa” şiiri onun içinde, büyüyen oğlu ile birlikte sosyal bir kurtuluş ümidinin uyandığını gösterir. Fikret kurtuluşu sosyal bir tabakadan değil, iradeli bir insandan bekler. Bu iradeli insan ise Haluk’un şahsında idealize ettiği nesle mensuptur. 1905’de yazdığı “Tarih-i Kadim” de ise korkunç bir vizyon ile tarihin akışını gözler önüne serer. Maziyi silmeye, geleneğe ait bütün inanç ve kıymetlerle ilgisini koparmaya çalışır. Tarih-i Kadim’de hitabet üslubu hakimdir. Özlediği barış ve adaletin hüküm sürdüğü dünyada kul ile tanrıyı birbirinden ayıran din de istememektedir. “Sis” ile “Tarih-i Kadim” Fikret’in 1902-1905 yılları arasında sosyal çevresine ve mensup olduğu topluma karşı nasıl bir ruh hali içinde olduğunu gösterir. O artık çevresinden, tarihinden, içinde yaşadığı cemiyetin değerlerinden kopmuş bir haldedir. Aynı ruh hali Sultan Abdülhamit’e yapılan suikasti konu alan bir “Lahza-ı Teahhür” adlı manzumeyle de görülür. c) II.Meşrutiyet sonrası: (1908-1910) Fikret II.Meşrutiyet hareketini büyük bir coşkunlukla karşılar. İhtilalden 15 gün önce “millet şarkısını” yazar. “Doğan Güneş” şiiri ile de hareketi ve hareket mensuplarını selamlar. Sis’te lanetler yağdırdığı İstanbul’dan “Rücu” şiiriyle bu lanetlerini geri alır. İttihatçılara yol gösterir. Bu devrede Haluk’un defterini neşreder. Bu kitapta “Rübab-ı Sikeste” ye göre bir bütünlük vardır. Bu kitaptaki şiirlerinde gençliğe yol gösterme fikri hakimdir. Haluk’u idealize ettiği neslin sembolü olarak görür. Fikret bu devrede ızdıraplara katlanan ve idealize peşini bırakmayan insanın er geç hedefine ulaşacağı fikrindedir. Haluk’a mitoloji kahramanı Prometeyi örnek gösterir. Bu sembol ile Fikret Rübab-ı Şikeste’de kendi idealleri içine kapalı aciz insan tipi yerine güçlü iradeli bir insan tipine ulaşır. Bu tip insan “gökten yere” adlı manzumede daha da geliştirilir. Hayata karşı beşer manzumesinde hayat ile kadın arasında bir münasebet kurar. “Hilal-i Ahmer” insana ve tarihe bakış itibariyle “Tarih-i Kadim” e benzer. “Ferda” yla oğlu ile birlikte bütün gençliği düşünür. Ferda ancak onu yaratanlar için vardır. Eğer şimdi gençlik maziye nasıl şüpheli gözlerle bakıyorsa gelecekte ondan öyle hesap soracaktır. “Bir Kız Mektebi İçin” adlı manzumede Fikret maziye evvelki manzumelerinden daha farklı bir gözle bakar. O; “Bu günle dün kardeştir.” demekle kalmaz dünü yüceltir, Osmanlılığa evvelce güç veren kanın bu gün de mevcut olduğunu söyler: “Osmanlılık ... o dünkü şehamet, o dünkü şan Osmanlılık ... o dünkü hamiyyet, muhalaset Mahvolmamış ve olmayacaktır; bugünkü kan Aynıyla dünkü kandır; evet dünkü kan... Evet siz birkaç atlı koskoca bir ülke fetheden Osmanlı kahramanlığının kan ve namını Hamilsiniz.....” O Haluk’un nesline güven duygusu telkin etmek için maniyi böyle yükseltme gayesi gütmüştür. Kısacası bu devrede Fikret’in ruh hali ve dünyaya bakış tarzı değişmiştir. Bu müsbet değişmede oğlu Haluk’un, II.Meşrutiyet hareketinin ve Türk toplumunda hissettiği yenilik arzusunun büyük rolü vardır. Fikret kendisini ezen yalnızlık duygusundan kurtulmuş, toplumun en dinamik tabakası olan gençlikle birleşmiştir. Bu içten dışa dönüş üslubuna kadar tesir eder. Bu üslup artık bir aczi değil, bir kuvveti ifade eder. Lirizmi bırakmış, hatip kesilmiştir. (Kısaca Gençlerle bütünleşip, ümitli olduğu bir devredir.) d) Son Yıllar (1912-1915) Bir önceki devrede (Haluk’un Defteri’nde) Haluk’a yol gösteren Meşrutiyet hareketini alkışlayan, geleceğe ümitle bakan Fikret; İttihad ve Terakkicilerin uğrunda savaştıkları prensiplere ihanet etmeleri üzerine, tekrar bedbinliğe düşer. Şermin hariç bu devredeki şiirleri büyük bir ızdırap, acı, hiddet ve istihza ile doludur. (95’e doğru) Bu gibi şiirlerin yazılışı Fikret aleyhinde matbuatta hücumlarla karşılanır. Fikret'e yöneltilen hücumlar üzerine Servet-i Fünun’daki gençler harekete geçerek Fikret’i müdafaa ederler. Fikret kendisini müdafaa eden gençlere “Rubab’ın Cevabı” adlı manzumesiyle şükranlarını belirtir. O yıllarda kendisini günlük politika ve didaktik fikirlerin hizmetine veren Fikret “Rübab’ın Cevabı” ile tekrar eski lirik ifadesine kavuşur. Bu ifade şairin içinde kaynayan ahenk duygusu ile sosyal duyguların bir terkibidir. Fikret eskiden bağlı olduğu sanat için sanat prensibini reddederek sosyal konulara önem vermenin lüzumundan bahseder. “Han-ı Yağma” kendisini alayla ortaya koyan bir hiddetin ve nefretin ifadesidir. Bu şiirde klasik şiirin bütün ahenk vasıtalarını kullanır. Bu devrede Akif’e cevap olarak “Tarih-i Kadim’e Zeyl’i” yazar. Bu şiirde tabiatı kutsallaştıran, bütün dini inançları reddeden bir anlayış içine girer. Fikret hayatının son yıllarında hece vezni ve sade bir dil ile çocuklar için “Şermin”i yazar. Şermin dil, şekil ve vezin bakımından “Haluk’un Defteri”nden farklı olmakla beraber fikir itibarıyle orada geliştirilen yeni insan tipinin çocuk terbiyesine tatbikinden ibarettir. Yeni insan tipinin ancak yeni bir terbiye metoduyla yetiştirilebileceğine inanan Fikret çocukları Avrupai tarzda yetiştirmek için “yeni mektep” adında bir okul kurmak ister ancak başarılı olamaz. “Hasb-ı Hal, Marangoz, Kırık At, Keman, Umacı, Şermin’in Elif Ba’sı, Kör ile Kötürüm, Öksüz, Melek’in Kuzusu, Bahar Kalfa, Yaz Nine, Hazan Teyze, Papatya, İki Yolcu” Şermin’de yer alan çocuk şiirlerinden bir kısmıdır. (Tekrar, eski bedbin, karamsar ruh haline döndüğü devredir.) *FİKRET’İN ŞİİRLERİNDE MUHTEVA Fikret diğer Servet-i Fünunculardan daha çok şiirin mevzusunu genişletmeye çalışmıştır. Günlük hayatın, en küçük hadiselerini şiirlerinde yaşatmaya gayret etmiştir. O R.Ekrem Bey’in sonsuz bir mekan içinde sadece güzeli seçmesine karşılık Fikret onun bu anlayışını dahada genişletmiştir. S.Fünuncular içerisinde şiirlerini hayal ile değil hayatı ile dolduran şair olmuştur. Onun tuttuğu bu yol şiiri belli konuların darlığından kurtarmakla kalmamış aynı zamanda şairin insan olarak yaşayışını anlatan bir yol özelliğini kazanmıştır. Fikret şiirin mevzuunda yaptığı bu genişletmeye rağmen onun şiirlerinde fikir yönünden bir kısırlık mevcuttur. Rübab-ı Sikeste’de gerçek manada bir tefekkür şiirinde rastlamak oldukça güçtür. Fikir ancak okumakla ve okuduğunu hazmetmekle mümkündür. Oysa Fikret okumayı fazla sevmeyen bir insandır. Bu eksikliği diğer S.Fünuncular’da da görüyoruz. Okuma konusundaki bu ilgisizliği onların kendilerini sanat ve edebiyat alanında ortaya çıktıkları anda, kendilerini birer şöhret olarak görmelerinde aranabilir. Fikret’in 1908’den sonra yazdığı şiirlerde bilgi ve terakki ile ilgili fikirler görülür. Ancak bu fikirler işlenmiş fikirler olmaktan ziyade başkalarından öğrenilmiş veya hiçbir tetkikten geçirilmeden doğruluğuna inanılmış, parçalar halindedir. Ancak insan fikrini bundan ayrı tutmak gerekir. Çünkü Fikret insana ve insanlığa karşı büyük güven duymuş hatta “Gökten yere” adlı manzumesinde insanı Rabb-ı Mümkünat (Mümkün olanları yapabilen) olarak görmüştür. Şiirleri ani heyecanlar, kırgınlıklar ve isyanlardan ibarettir. Şiirlerinde hisler fikre hakimdir. Ancak bu hisler yumuşak, canip ve güzel hisler olmayıp, insan ruhundaki girdapların arasından fırlamış birer şimşek gibidirler. Onun böyle bir hissi dünyaya sahip olmasında Rıza Tevfik ve Abdullah Cevdet’in büyük tesirleri olmuştur. Fikret şiirde iyi bir tahlilcidir. En ince teferruata kadar iner. Kelimeler, kafiyeler ve nazım büyük bir uyum içindedir. Fakat bu teferruat, bu ince işleyiş, şiirin zaman geçtikçe değer kazanan özünü kaybetmesine yol açmıştır. Şiirlerinde ıstırap ve nefret ağırlıktadır. Yaşanılan hayattan, insanlardan kaçıp, muhayyilenin dar sınırları içine sığınma özlemi vardır. Muhitten şikayet, yaşanılan hayata intibak edememenin ızdırabı hayat boyunca devam eder. Tabiat ona sadece insanlardan uzak, basit, riyasız bir hayatın sükunetidir. O hayatın dekorunu teşkil eder. Tabiatı da olduğu gibi değil, görüldüğü gibi almıştır. Vezin, şekil ve kafiye bakımından dış cephesi oldukça pürüzsüz ve güçlü olan şiirlerindeki iç alem aynı ölçüde değildir. Bazı şiirlerinde durmadan ruh buhranları geçiren, duygu ve düşünce tezatları gösteren bir iç dünyanın samimi kıvranışları görülür. Bunun birinci sebebi şairin mizacındaki fazla hassasiyet ve alınganlıktır. İkinci sebebi ise, onun devrindeki milli ve içtimai ızdıraplar karşısına hazırlıklı bir ruhla çıkmamış olmasında aramak gerekir. Fikret’in şiirlerinde işlenen konular şu şekilde sıralanabilir. 1- Şahsi ızdırap ve özleyişlerini konu alan şiirleri Bu şiirlerinde Fikret’in bedbin bir ruh hali içinde bulunduğu görülür. Tatmin olmayan bir ruhun derinliklerinden geleni derin bir ızdırap havası hissedilir. Bu şiirlerin de Fikret’in yaşadığı cemiyetten, insnalardan kaçma özlemi muhayyilenin dar çerçevesine sığınma arzusu görülür. “Süha ve Pervin” adlı şiirindeki Süha ile Fikret arasında mizaç bakımından bir benzerlik göze çarpar. Süha’da, Fikret gibi hülyadan hoşlanır, onda da ölüm arzusu vardır. Süha hayali, Pervin ise hakikati temsil eder. “Peri-i şiirime ile Süha ile Pervin” bu özellikteki şiirleridir. 2- Sanatla ilgili şiirleri: Diğer S.Fünuncular gibi Fikret’te şekle büyük önem verir. Sanat S.Fünuncular için aradıkları hayal ülkesini yaratan bir vasıtadır. Göze hitap eden resim, heykel, dans gibi sanatlara büyük merakı olan Fikret, musikiden de zevk alır. “Dinle Ruhum, Ey Yar-ı Namekar” şiirlerinde olduğu gibi müzikal hayallerede başvurur. “Heykel-i Giryan, La Danse Serpantin, Resim Yaparken, Kendi Kendime” gibi şiirleri bu konuları işler. 3-Bedbinlik teminin işlendiği şiirler: Bu şiirlerinde hayat karşısında kötümserdir. Bu kötümserlik zaman zaman derin bir melankoliye dönüşmüştür. “Perde-i Teselli, Gayya-yı Vücud” bedbinlik temleri ağırlık verilerek işlenmiş şiirleridir. 4-Hayal şiirleri: Hakikatten korkan, kaçan Fikret teselliyi hayal, aşk ve sanat da arar. O hayali elemlerinin arkadaşı ilhamlarının kaynağı, hayatının yegane sebebi olarak görür. Hayal şiirleri onda içinde mesut olarak yaşanan bir mekan, bir tabiat manzarası olarak yer alır. Bu şiirlerinin tabiat şiirlerinden farkı gerçek değil muhayyel olmalarıdır. Fikret bu şiirlerinde tahayyül ettiği hayal alemini, saadet ülkesini, Aşiyan’ını kurarak bir dereceye kadar gerçekleştirmiştir. Bir an-ı huzur Nakşi Nazenin Ömr-i Muhayyel Aşiyan-ı Dil Hayalime Ne İsterim isimli şiirleri hayal konusunu işler. 5-Aşk şiirleri: Bu şiirler “Sen Olmasan, Birlikte, Belki Hayır, Şektay-ı Fırak, şiirlerinde olduğu gibi. Ya eşine bağlılığını gösteren şiirlerdir. Ya da “Tesadüf, Fırsat Yolunda, İkinci Tesadüf, Son Tesadüf” şiirlerinde olduğu gibi kısa kaçamak bir aşk macerasını konu olarak alan şiirleridir. Bu şiirlerinde aşk, hayal, duygu ve çevre bakımından romantik bir atmosfer içindedir. Bu aşk bizi realiteden kaçan, maddi temaslardan uzak, ihtirastan sıyrılmış, tatlı bir hayal ve duygu alemi içinde yaşatır. 6-Sosyal konulu şiirler: 1896’dan sonra Fikret “Hasta Çocuk, Balıkçılar, Nesrin, Sarhoş, Çirkin, Verin Zavallılara Ramazan Sadakası, Vagon” gibi manzumelerinde hayatla ilk rabıtayı kurar. Hayal aleminden yaşanılan hayatın gerçeklerine döner. Bu şiirlerinin büyük bir kısmının konusu François Coppee’den alınmıştır. Bir kısmı ise Fikret’in bizzat şahit olduğu hadiselerden alınmıştır. Bu şiirlerinde Fikret güçlü bir şair olarak görülür. Onu güçlü kılan bir insan olarak yaşadığı hayatın realitelerine dönmüş olmasıdır. Bu şiirlerde romantik bir atmosferin varlığı görülür. Bunda Alfred de Musset’in tesiri hissedilir. Yine bu şiirlerde dinmeyen bir ruhun ızdırabı göze çarpar. Fikret’in daha ziyade merhamet konusuna yer veren bu sosyal muhtevalı şiirlerinde realiteyle ilgili, daha doğrusu yaşanılan hayatta mevcut bulunan realiteyle ilgili hususlar mevcuttur. Ancak Fikret’in bu realiteyle ilgi hususları bizzat yaşayan bir kişi olduğunu söylemek güçtür. Cemiyetten küsen, insanlardan kaçan, Fikret için bu sosyal muhtevalı şiirlerinde işlediği cemiyet ve bu cemiyet içindeki sosyal hastalıklardan muzdarip insanlar birer ilhamdan, birer resim tablosundan başka bir şey değildir. O daha sonraki yıllarda yaşanılan cemiyeti ve o cemiyet içinde yaşayan hasta ruhlu insanları canlı, renkli bizzat onlarla irtibat kurularak anlatan Akif kadar realiteyi tamamen yansıtamamıştır. Akif bizzat cemiyetin içine girmiş cemiyetin realiteleriyle yüz yüze gelmiştir. Fikret ise cemiyet içine cemiyetten kaçan bir şair olarak yaşadığı cemiyetin realitelerinden uzak kalmıştır. O cemiyeti Aşiyan’ının penceresinden gördüğü şekliyle tanımıştır. Onun için cemiyet Robert Kolejle-Aşiyan arasında gidip gelirken gördüğü çevreden ibarettir. Bu dar çevre ise elbetteki bütünüyle yaşanılan cemiyeti aksettirmekten uzaktır. Zaten sosyal muhtevalı şiirleri içinde büyük bir kısmının mevzu olarak François Coppe’den alınmıştır. 7-Tabiat şiirleri: Divan şiirinde benzetme sanatkarı vasıtasıyla tabiatı fantastik bir masal “alemine benzeten tabiat anlayışı R.Ekrem ve Hamit’te romantik bir özellik kazanır. Tabiatta tanrının akislerini gören mistik veya panteist bir görünüm alır. Daha sonraki yıllarda bilhassa dergilerde fotoğraf ve tabloların neşredilmesi resim altına şiir yazma merakını doğurur. Göze hitap eden resim ve resmin altına yazılan şiirler Türk şairlerini mistik veya metafizik tabiat görüşünden uzaklaştırır, sadece tablo gayesi taşıyan şairin ruh hallerine bir dekor veya sembol vazifesini gören yeni bir tabiat görüş ve anlayışına götürür. Fikret de bu anlayışa uygun şiirler yazar, onun şiirlerinde hareket noktası tabiat değil tablodur. Bu şiirlerinde, su, deniz, göl, yağmur önemli yer tutar. Bu çeşit şiirlerinde Fikret genellikle tabiatın hüzün verici mevsim, zaman ve saatlerini seçer. Ondaki tabiat realist olmaktan çok subjektif bir özellik taşır. Mevsimle ilgili manzumeleri arasında bilhassa hazan manzumeleri çoğunluktadır. Hazan mevsimi Fikret için bir dekor olmaktan çok, bütün mizacıyla bağlı bulunduğu, derinden hissettiği bir alemdir. Gençlik devresinde saadet duygularına uygun olarak daha ziyade sabah saatlerini seçen Fikret, daha sonra akşam ve gece saatlerini seçer. “Yağmur, Beyaz Yelken, Mai Deniz, Seza, Hazan, Peri-i Hazan, Akşam, Ufku Hilal, Hazan Yadigarları, Aveng-i Şühur” bu konudaki şiirleridir. 8-Vatani şiirler: Fikret 1897 savaşı dolayısıyla bazı vatani şiirler yazmıştır. Bu şiirlerinde daha sonraki yıllarda kana, vahşete benzeteceği kahramanlığı, büyük bir fazilet olarak görür. Oğlu Haluk’a Bayrağı şu şekilde telkin eder. “Ey şanlı atan bayrağı, bir gün seni oğlum Bir mevkib-i zi-heybet-i hürriyet önünde Çekmiş görebilseydim.... O pür-hande ölürken Etmezsem eğer şevkini takdis ile secde Dünyada en alçak baba elbet ben olurdum Oğlum onu gönlünce yaşat... ölme fakat sen” 9-Ailevi konulu şiirler: Cemiyetin siyasi şartlarının ağırlığı sebebiyle huzur ve saadeti, aile yuvasının sıcaklığında arayan samimi bir havanın hakim olduğu şiirlerdir. Ayrıca genç yaşta ölen kız kardeşi için yazdığı üzüntülerini dile getirdiği şiirler de bu gruba girer. 10-Dini konulu şiirler: Fikret gençlik devresinde yazdığı şiirlerden dine karşı samimi bir hava içidedir. Yazı hayatına başladığı Mirsat dergisinde derginin Tevhid konusunda açmış olduğu yarışmada birincilik kazanır. Daha sonraki yıllarda ise dine karşı menfi bir tavır alır. Rübab-ı Sikeste’de yer alan daha sonraki yıllara ait dini konulu şiirler de içten duyuş ve yaşayışın yerini dıştan bakış ve duyuş alır. Dine adeta bir tablo gibi bakar. Varlığın sırrını dışarda (tabiatta) arar. Zaten bu tarihten sonra dini duyguları gittikçe menfi bir tavır alır. “İnanmak İhtiyacı” adlı manzumesinde din duygusunu kaybeden Fikret yeryüzü ile gökyüzünü, kalp ve vicdanları boş görerek, bu boşluk duygusu içinde kendisini iyice yalnız hisseder. Dini manasını kaybeden kainat kesafetten ibaret bir madde halini alır. Bu şiirde insan düşüncesi hakikatin bir zerresini dahi göremiyor. Şiir ise bütünüyle insanın içine düştüğü büyük ruh buhranını ifade ediyor. “Tarih-i Kadim” de ise bütün imanların, hatta sonradan yeniden döneceği inanışları inkar eder. Daha önceki yıllarda yazmış olduğu “Sabah Ezanında” şiirindeki,
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Ergenekon Destanı özet..
Ergenekon Destanı, "Büyük Türk Destanından bir parçadır. Türk kavimlerinden Göktürkler'i mevzu alır. Göktürkler'in menşeini açıklamak ister. Ergenekon Destanı'nın özeti şöyledir: Türk illerinde Göktürkler'e itaat etmeyen bir yer yoktu. Bunu kıskanan yabancı kavimler birleşerek Göktürkler'in üzerine yürüdüler. Maksatları öç almaktı. Göktürkler, çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar. Çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince, vuruşma da başladı. On gün vuruştular. Göktürkler üstün geldi. Bu yenilgiden sonra yabancı kavimlerin hanları ve beyleri av yerinde toplanıp konuştular. "Göktürkler'e hile yapmazsak akıbet işimiz yaman olur," dediler. Tan ağarınca, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Göktürkler, "Bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar," deyip arkalarından yetiştiler. Düşman, Göktürkler'i görünce, birden döndü. Vuruşma sonunda düşman, Göktürkler'i gafil avlayıp yendi. Göktürkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını ve mallarını öylesine yağmaladı ki, bir ev kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdi. Küçükleri kul edindi. Her düşman birini alıp gitti. Göktürkler'in başında İl Han vardı. Çocukları çoktu. Fakat bu uğursuz vuruşmada bir tanesi hariç, hepsi öldü. Kayı adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Han'ın Dokuz-Oğuz adlı bir de yeğeni vardı. Kayı ile Dokuz-Oğuz düşmana tutsak olmuşlardı. Fakat on gün sonra bir gece ikisi de kadınları ile beraber atlara atlayıp kaçtılar. Göktürk yurduna geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen çok deve, at, öküz ve koyun buldular. "Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. Gereği odur ki, dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım," dediler. Dağa doğru sürülerini alıp göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine bir yoldu ki, bir deve veya bir at güçlükle yürürdü. Ayağını yanlış bassa yuvarlanıp parça parça olurdu. Göktürkler'in vardıkları yerde akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, meyveler, ağaçlar ve avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Hayvanlarının kışın etini yediler; yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye "Ergenekon" adını koydular. İki Göktürk prensinin Ergenekon'da çocukları çoğaldı. Kayı Han'ın çok çocuğu oldu. Dokuz-Oğuz Han'ın daha az oldu. Çok yıllar bu iki Hanın çocukları Ergenekon'da kaldılar. Pek çoğaldılar. Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki, Ergenekon'a sığışamaz oldular. Buna bir çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki, "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında her kim bize dost olursa, onunla görüşelim. Düşmanla vuruşalım". Kurultay bu kararı alınca, Göktürkler, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar, bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki, "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat madene benzer. Şunun demirini eritsek, belki dağ bize geçit verirdi". Göktürkler, varıp demircinin gösterdiği dağ parçasını gördüler. Demircinin tedbirini de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü altını, yanını, yönünü böylece odun ve kömürle doldurduktan sonra, yetmiş deriden büyük körükler yapıp yetmiş yere koydular. Odun-kömürü ateşleyip körüklemeye başladılar, Tanrı'nın gücü ve inayeti ile ateş, kızdıktan sonra demir dağ eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününün, kutsal saatini bekleyip bu yoldan Ergenekon'dan çıkmaya başladılar. Bu kutsal gün, ondan sonra Göktürkler'de bayram oldu. Her yıl o gün gelince büyük tören yapılır; bir parça demir alınıp ateşte kızdırılır. Bu demiri Önce Göktürk Ham kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra Türk beyleri de böyle yapıp bu günü kutlarlar. Ergenekon'dan çıkınca, Göktürkler'in ulu hakanı Kayı Han soyundan Börteçine, bütün illere elçiler gönderdi; Göktürkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Tâ ki, eskisi gibi bütün iller Göktürkler'in buyruğu altına girer.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
Daimi Üye
![]() Üyelik Tarihi: Sep 2005
Yaş: 39
Mesajlar: 490
Teşekkür Etme: 40 Thanked 133 Times in 62 Posts
Üye No: 390
İtibar Gücü: 1672
Rep Puanı : 12400
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() çok uzun paylaşım için teşekkürler
![]()
__________________
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Söz sanatları
TeşbiH Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur: Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan. Örneğimizde "tilki". Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde "adam". Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde "kurnazlık". Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde "gibi". Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır. Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır: Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür". Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır. Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir. (pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci kullanılmamış. Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet." Mecaz Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır. Örneğin: Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda Yahya Kemal Beyatlı Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir. Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır. Mecaz-ı mürsel Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır. Telmih Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin: Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin Nîbî Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor. Tecahül-i Arif Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh). Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır. Örneğin: Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su Fuzûlî "Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır" Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor İstiare Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır. İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek: "Soğuk ay öptü beyaz enseni" Yahya Kemal Beyatlı "Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale getiriyor. İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir. Örnek: "Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor" Mehmet Akif Ersoy Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor. Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek: Her taraf kırık dökük Dalların boynu bükük "Kederliyiz" der gibi Orhan Seyfi Orhon Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor. Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek: Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Son macerayı dinlememiş varsa anlatın Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da... Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri! Faruk Nafiz Çamlıbel Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor. Hüsn-i talil Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek: Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece Ahmedî "Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş." Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor. Leff ü neşr Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar verilerek uygulanır. Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek: Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem Fuzûlî "Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum" Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor. Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek: Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile Meâlî "Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle Gündüz kederli gece kaygılı gezerim" Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
Daimi Üye
![]() Üyelik Tarihi: Sep 2005
Yaş: 39
Mesajlar: 490
Teşekkür Etme: 40 Thanked 133 Times in 62 Posts
Üye No: 390
İtibar Gücü: 1672
Rep Puanı : 12400
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() ben teşekkürden bıktım sen halen dewam edion TEBRİKLER
__________________
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
ÇaKaL Üye
![]() Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0 Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2552
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Dolaylı ve Doğrudan Anlatım
Anlatım açısından Cümleler A)Doğrudan Anlatım Geçmişte söylenen bir sözü hiçbir değişikliğe uğratmadan olduğu gibi cümlemizin içinde kullanmaktır. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.(Atatürk'e ait önceden söylenmiş bir söz) Atatürk:'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' dedi.(Geçmişte söylenmiş olan bir söz hiçbir değişikliğe uğratılmadan olduğu gibi aktarılmıştır.), B)Dolaylı Anlatım Geçmişte söylenen bir sözü olduğu gibi değil de içinde kullanılan cümlenin gerektirdiği biçimsel değişiklikle aktarılmasıdır. Düşünmeden öğrenmek, vakit kaybıdır. (Konfiçyüs'e ait önceden söylenmiş bir söz) Konfiçyüs düşünmeden öğrenmenin vakit kaybı olacağını söylemişti. (Bu cümle anlatıcının sözleriyle dile getirilmiştir ; yani dolaylı anlatım yapılmıştır) Uyarı:Kişinin hiçbir yargıya bağlı kalmadan kendi sözcükleriyle kurduğu her cümle doğrudan anlatıma örnektir. -Murat'ı dün bankada gördüm. -Annelerimizin değerini bilelim. -İskender'in tarif edilemez bir hayvan sevgisi vardı. Uyarı:Aktarılan söz başkasına ait olmak zorunda değildir. -Sana kaç kez: 'Yalan söyleme!' demedim mi? (doğrudan anlatım) -Sana kaç kez yalan söylememen gerektiğini belirtmedim mi? (dolaylı anlatım) Örnek çözümlü soru: (1)İzmir'de ne yapacaktım , düşünüp durdum yol boyunca.(2)Rafet, en iyi dostum, beni onurlandırmak için bir imza günü ayarlayacağını söyledi.(3)Ben hep ikinci planda kalmayı yeğlediğim için bu öneriye yanaşmadım.(4)Rafet'le yıllar önce İzmir'de Aziz Nesin'le aynı masada kitap imzalarken tanışmıştık.(5) O günü hiç unutamıyorum. Yukarıdaki numaralandırılmış cümlelerin hangisinde dolaylı anlatım vardır? A)1 B)2 C)3 D)4 E)5 ÇÖZÜM: 'B' seçeneği dışındaki seçeneklerde doğrudan anlatım vardır.Çünkü söylenen sözler değiştirilmeden yani olduğu gibi aktarılmıştır.Ancak B seçeneğindeki söz olduğu gibi değil de içeriği korunarak biçimsel değişiklikle aktarılmıştır.Bu nedenle 'B' seçeneğinde dolaylı anlatım söz konusudur.
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur. |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Ogame Konuları - Başlangıç Taktikleri | GooD aNd EvıL | Eskiler (Arşiv) | 0 | 02-14-2008 07:54 PM |
Edebİyat Nedİr? | Spy_MasteR | Eskiler (Arşiv) | 0 | 06-02-2007 08:30 PM |
Meslek konuları | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 2 | 09-24-2006 07:40 PM |
Psikoloji (mantık)konuları | CaKaLBoT | Eskiler (Arşiv) | 9 | 09-24-2006 02:50 AM |
Ülkemİzdekİ Önemlİ Edebİyat ÖdÜllerİ | Misyoner | Eskiler (Arşiv) | 2 | 03-03-2006 02:21 PM |