www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 11-11-2006, 04:47 PM   #1
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Tarİhe GeÇenler

Toyota'nın Mimarı Sakichi Toyoda
1930’lu yıllarda dünya ciddi bir iktisadi buhran yaşıyor. Hele nüfusu çok, toprağı az olan Japonya hepten perişan oluyor. Gün geliyor petrol alacak parayı bile denkleştiremiyorlar. Zaten dış piyasada Japon malı, tapon malı sayılıyor.
Ancak Toyada ailesinden Bay Sakichi krizlere aldırmıyor oturup çok enteresan bir dokuma tezgâhı yapıyor. Herhangi bir iplik hattında kopma olursa makine kendiliğinden duruyor. İmalatçı hem çok adam çalıştırmaktan kurtuluyor, hem de kumaş kalitesini şansa bırakmıyor. Aynı aileden Kiichiro Toyada sistemi geliştiriyor ve patenti hatırı sayılır bir paraya (100 bin sterling’e) İngilizlere satıyor.
İyi de şimdi bu parayı n’apsınlar? Bozdurup bozdurup harcayacak değiller ya, Japon bunlar...

Araba mı yapsak?
Yıllar evvel bir ABD seyahati yapan ve Henry Ford’un tesislerine hayran kalan Bay Sakichi aile meclisini toplayıp “otomobil üretemez miyiz” diye soruyor. Nabız tutsun diye oğlu Kiichiro’yu ABD’ye yolluyor.

Kiichiro, bir turist kafilesiyle Ford’un Rouge fabrikasını geziyor, saf ayaklarına yatıp işçileri mühendisleri konuşturuyor, hayli malumat topluyor. Açık vermemek için bir yandan şakır şakır çiklet çiğniyor, öbür yandan çatır çatır resim çekiyor.
Baba ve oğul Toyadalar Henry Ford’dan etkilenseler de onun sistemini çok mantıklı bulmuyorlar. Zira Mr. Henry herkese “sadece bir iş” veriyor, mesela bir adam gün boyu bijon sıkıyor, bir başkası yıllarca aynı deliğe perçin çakıyor. Haliyle bilgili ve vasıflı olmaları gerekmiyor.

Belki talep patlaması ancak bu şekilde karşılanabiliyor ama kalitede ciddi sıkıntılar yaşanıyor.

Baba ve oğul Toyadalar kendilerine has bir üretim tarzı geliştiriyorlar. Kiichiro ve kuzeni Eiji, ‘Toyota Motor’u Japonya’nın merkezinde çamlar arasında ferah bir alana kuruyor (1938) Toyota City için zemin hazırlıyorlar.

Devasa makineler, pahalı ekipmanlar yerine basit ve hafif aletleri tercih ediyor, hem masraftan kurtuluyor, hem esneklik kazanıyorlar. Hepsi bir yana kaliteden taviz vermiyor, sıradan işçilere bile aksaklığı hissettikleri anda “bandı durdurma” yetkisi veriyorlar. Bu sistemle (Jidoka) bir evvelki istasyonda hatalı üretilen parça asla bir sonraki banda ulaşmıyor.

Toyota, işçilerine güvenli ve ergonomik bir çalışma alanı sağlıyor. Zira rahat ve aydınlık mekanlarda çalışanların yüzü gülüyor. Hem verim artıyor, hem maliyet düşüyor. Toyadalar asla stoka girmiyor, ancak siparişlerin imalini (Just-In-Time: Zamanında üretim) kararlaştırıyorlar. Sırf insanlar ve aletler boş kalmasın diye olmayan müşteriye, araba yapmaktan şiddetle kaçıyorlar...

Kiichiro, Amerika’yı yeniden keşfetmekle uğraşmıyor, 6 silindirli bir Şevrole motorunu kopyalamaya karar veriyor. Ancak tıpkısının aynısını yapmalarına rağmen o verimi yakalayamıyor, bilgi ve tecrübenin önemini çok iyi anlıyorlar. Toyadalar işin uzmanlarıyla kafa kafaya veriyor ve daha mükemmel bir motor çizdiriyorlar. Elbette kalite zaman alıyor, gece gündüz döküm yapıyor, ancak içlerine sinene kadar parçaları kullanmıyorlar.

Toyadalar otomasyondan çok aktivasyona yöneliyor, “insan unsurunu” göz ardı etmiyorlar. Çalışanları “sıfır hataya” şartlandırıyor, bunun için “poka yoke” adı verilen cihazlardan yararlanıyorlar. Şöyle ki; band vasfına uygun olmayan ham maddeyi kabul etmiyor, uygunsuz parçalar iş aracına oturmuyor ve iş aracı gelmeden makine dönmüyor. Şimdi bir bayrak yarışı düşünün, takımın hızlı koşan elemanı, yavaş koşan arkadaşının da alanını kullanarak aksaklığı gideriyor. Hasılı Toyadalar işçileri ıssız adalara kapatmaktansa paylaşmasını yardımlaşmasını öğretiyor ve kaliteyi çok artırıyorlar. Odacıların bile teklifini ciddiye alıyorlar. Japonlar buna “Kaizen” (sürekli iyileştirme) diyorlar.


Toyota Crown 1972...

1960’lı yılların başında ilk ihraç edilen Toyota Crown’lar, ABD otobanları için yavaş bulunuyor ancak 1968’den itibaren ABD pazarına giren Corolla ekonomik ve güvenilir bir araç olarak kabul görüyor. Hele Camry ve Lexus, Detroit’i duman ediyor.

Zirveye yapışınca
Nitekim piyasa değeri 120 milyar dolara yaklaşan firma “ha” dediği anda 13-14 milyar dolar nakit çıkarabilecek güce (devlet bütçesi gibi bir şey) erişiyor. Standart&Poors’un finansal açıdan en kuvvetli oto üreticisi olarak Toyota’yı buluyor ve ona “AAA” notu veriyor.

Toyota sadece geçen yıl % 55 büyüme gerçekleştirerek 1.16 trilyon yen (10 küsur milyar dolar) kâr etmeyi başardı, ki böylece ABD’li otomotiv devleri Ford ve General Motors’un toplam kârlarını da ikiye katlamış oluyor.

Bir ara Amerikalı bir oto üreticisi Toyota’ya parça siparişi veriyor. Şartnameye “% 1 oranında hatalı parça kabul edilir” gibi bir madde koyuyor. Neyse mal geliyor, 99 koli istenen evsafta, yüz ağartıcı parça, yanında kırmızı çarpılarla işaretlenmiş bir koli daha...

Açıyorlar küçük bir not çıkıyor. “Niye istediğinizi anlayamadık ama, hatalı parçalar bu kutuda...
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Eski Bugün   #n/a 
Teşekkür Botu
Bot
bot Çevrimiçi

Avatar

Giriş Tarihi: Ocak 2005
Yaş: 0
Mesaj : 0
Üye No: 0
Rep Power: Çok
niket (11-11-2006) bu konu için teşekkür ettiler...
bot Çevrimiçi Tesekkur botuna Rep veremezsiniz. Yinede Tesekkurler. Kurallara Aykırı Mesajı Bildir  
Old 11-11-2006, 04:49 PM   #2
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Sıfırdan Zirveye: Soichiro Honda

Geçen asrın başları... Rus-Japon savaşının sürdüğü yıllar. Soichiro Honda, zor geçinen bir ailenin 9 çocuğundan biridir. Evet okusa fevkalade bir mühendis olabilir ama bu fukara tıfıl kimi ilgilendirir?
Babası hiç olmazsa karnı doysun diye onu Tokyo’da bir garaja verir. Soichiro henüz 15 yaşındadır ama daracık alanlara arabaları park etmekte zorlanmaz. Bu sevimli makinelerle adı konmayan bir dostluk kurar. Boş vakitlerinde kırık dökük kağıtlara, otomobil resimleri karalar, kendince Dizayn filan yapar. Hayatından memnundur ama Büyük Kanto Zelzelesi (1923) ile garaj yerle bir olur, koca enkazdan sadece iki kişi (biri Soichiro) sağ çıkar.


1. Cihan Harbi sonrası Japonya’nın hali içler acısıdır. Büyük bir petrol sıkıntısı yaşanır, arabası olanlar da marşa basamazlar. Trenler salkım saçak insan taşır, otobüsler güvenli olmaktan çıkar. O günlerde bisiklet tamirciliği yapan Soichiro insanların bir vasıtaya olan ihtiyacını iyi yakalar. Mikuni marka minik motorlardan getirtip bisikletlere takar.

Bunlar güçsüz ve gürültülüdür, hem baca gibi duman çıkarırlar. Yokuşları ancak pedal desteği ile tırmanırlar. Ancak müşterileri elde para sıraya girer, hatta yarın önde olabilmek için kapıda yatarlar. Bakar talebe yetişmek mümkün değil, çim biçme makinelerinin motorlarını bile kullanmaya başlar.

Yokluğa rağmen
Soichiro 1945’te Honda Teknik Araştırmalar Enstitüsü’nü kurar. Düşünün ortalıkta çimento bile yoktur, kimyagerlerle bir araya gelip bu problemi de aşar. Petrol krizinin yaşandığı yıllarda orman satın alıp reçine çıkarır, bir nevi akaryakıt yapar. Honda motorların geçtiği yerler kozalak gibi kokar. Soichiro sıra dışı bir insandır, allı morlu elbiseler giyer, gençlerle aşık atar. “Sana yakışıyor mu” ikazlarına aldırmaz “sanatçılar uyumsuz olur” der kafasına göre yaşar.

Soichiro’nun insan münasebetleri de inişli çıkışlıdır, nerede parlayacağı, kimi pohpohlayacağı belli olmaz. Ufacık bir hata yapanı felaket haşlar, çare üretenleri öper başına koyar. Elemanları “el aman” der, “acaba fırça mı yiyeceğiz, aferin mi alacağız” korkusu ile kıvranır, sürekli müteyakkız dururlar.

Sıra otomobilde
Honda üretime geçtikten 5 yıl sonra motosiklet yarışlarının olimpiyatı olarak kabul edilen “Isle of Man Tourist Trophy Grand Prix” yarışına katılır ve hemen o yıl “Üreticiler Şampiyonluğu”nu kapar.

Litre başına yaklaşık 100 beygir gücü üreten motorlarıyla 50 cc’den 800 cc’ye kadar tüm kategorilerde liderliğe el koyar.

Bu saatten sonra Honda ne yapsa tutar. Nitekim 1964’ten itibaren seri otomobil üretmeye başlar. Hemen ertesi yıl Formula 1 yarışlarına katılır ve ilk Grand Prix’i kazanırlar. Ardından ABD’de yapılan Indy Car yarışlarının liderliğine oturur, rakiplerinin kâbusu olurlar.

Honda Formula tecrübelerini otomobillerine uygular ve 1966’da ürettiği N360’la tecrübesiz sürücülere yüksek hızlarda “kararlı yol tutuş imkanı” sunar. Japonya’da yılın otomobili (1972-73-74) seçilen Civic o günden bu yana 12 milyonun üzerinde satar.


1966 yılı Honda N360

Bay Honda ve mühendisleri yarış pistlerinden asla kopmaz, gün boyu ekzost koklar sürücülerin ağzına bakarlar. Çareyi anında üretir ve hemen uygularlar. Biteviye kendilerini aşar, mesela hafif alüminyumdan yaptıkları yüksek verimli motorlarla çığır açarlar. Bunlar hem az yakar, hem de çevreye saygılıdırlar.
Bay Honda acımasız rekabete rağmen ticari kaygılar taşımaz, en iyiyi yapmaya çalışır, masrafı umursamaz. Arabalarına ABS fren, dört tekerlekten yönlendirme sistemi, hava yastığı, VTEC motor teknolojisini uygular, derken Asimo gibi bir robot ve güneş enerjisiyle çalışan araçlar (Dream) yapar.

1.8 Litre VTEC Motor

Deplasmanda galip
Amerikalılar için Amerika’da üretilen Accord’lar satış rekoru kırınca TOYOTA ve NISSAN da atağa kalkar. ABD piyasasına bir girer pir girerler, Fordların, Doçların papucunu dama atarlar.

Soichiro yeni modelleri bizzat test eder, bu işi kimselere bırakmaz. 1973’te emekli olur da adamları nefes alırlar. O günden sonra da kendini “teknoloji ve ekolojiyi dengelemek” için yola çıkan “Honda Vakfı”na adar. 1991 yılında ölen Soichiro, Japon oto sanayiine şüphesiz çok şey katar.


Ülkemize de getirilen Asimo projesi robotu...

Honda sadece geçen yıl 11 milyon motosiklet, 3.4 milyon otomobil ve 6 milyon jenaratör sattı, 100 bin kişi çalıştırıp milyarlarca dolar ciro yaptı.
Sahi Soichiro külüstür bisikletlerle uğraştığı günlerde bu kadarını hayal edebilir miydi?
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 11-11-2006, 04:52 PM   #3
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan Zeplin Tarihi

Zeplin adını Alman asıllı olan Ferdinand von Zeppelin'den alır. Ferdinand 1836’da Baden, Konztans’da doğar. Bir ömrü cephelerde geçen bir Alman subayıdır ama zepline olan aşkı onu “sanayici” yapar.

1890’da emekli olunca kolları sıvar, adamlarıyla geceli gündüzlü çalışır, 2 Temmuz 1900’da LZ-1’i havalandırmayı başarırlar.

128 metre uzunluğunda olan ve saatte 30 km/Saat hız yaptığı belirtilen Zeplin LZ1.


Alman hükümeti bu çalışmalara bigane kalmaz, onları saldırı amaçlı zeplinler yapmaya yönlendirir ve tutar bir donanma kurar.
Zeplinler yekpare gibi görünseler de kafes kafestirler ve her hücreye ayrı ayrı gaz basarlar. Hatta bir zaman sonra her hücreye bir balon sıkıştırır, riski dağıtırlar.

Gece kovboyları
1. Cihan harbi kopunca Almanlar “Gece yarısı kovboyları” adını verdikleri 111 zeplinle İngiltere’ye gider gelir, kaldırabildikleri kadar bombayı hedefe bırakırlar.
Alaca karanlıkta Britanya’ya doğru yola çıkan zeplinler, kentleri ışıklarından fark eder, bombaları atınca fazla oyalanmazlar. Ancak savaş hızlanınca zeplinlerin de havası kaçar. Güçlü motorları olan uçaklar daha fazla iş yapar ve daha az hedef olurlar. Eğer bir zeplin uçakla karşılaşırsa hiç şansı kalmaz, onda bu cüsse varken bir yere kaçamaz. Kaldı ki hidrojenle dolduruldukları için cephane gibidirler, infilak ufacık kıvılcıma bakar.

Askeri zeplinler sümenaltı edilirken barışçı modeller hergeçen gün kendini aşar, boyları 128 metreden 245 metreye çıkar. 1927 sonbaharında ZL-59 adlı bir zeplin havada 96 saat kalır ve 7 bin km yol yapar. Bir sonraki yıl Kaptan Eckener yönetiminde Atlantik’i aşar. 1932 yılından itibaren Lufthansa firması dünyanın dört bir yanına sefer açar. O yıl zeplinler milyonlarca km yol yapar, yüzbinlerce mektup, onbinlerce yolcu, tonlarca yük taşırlar.

Almanlar bu işi ciddiye alır, hem iskeleti büyütür hem motorları güçlendirmeye bakarlar. Nitekim “Graf Zeppelin” adı verilen gök gemisi Eylül 1928’de hizmete girer ve 133’ü okyanus aşırı olmak üzere 590 seferi kazasız belasız tamamlar. Düşünün 1.6 milyon kilometreyi arkada bırakırlar.

“Graf Zeppelin”


Sessiz sarsıntısız
Bu kalender ve konforlu alet yağına suyuna bakılmak kaydıyla problemsiz uçar. Kaldı ki yolcularına sessiz, sarsıntısız, keyifli bir seyahat imkanı sunar. Hatta 1929’da dünya çevresini dolanır, “21 günde devr-i alem” yapar.
Zeplinler zamanla Alman ekonomisinin reklam panosu kesilir, Von Zeppelin’den sonra nöbeti devralan Dr. Hugo Eckener’in geliştirdiği uçan gemiler büyük akis uyandırırlar.

Avrupa ve ABD semalarında kibirle dolanan Alman zeplinleri, Amerika’ya varınca yolunu gözleyen kalabalığı “siren çalarak” selamlar. Nitekim sarı kafalar 1936 yılında adını efsanevi Alman mareşali Hindenburg’dan alan devasa bir zeplin yapar alayiş ve gulgule ile sefere çıkarırlar. Bu alametin boyu tam 305 metredir, düşünün Titanice 20 metre fark atar. Her biri 1100 beygirlik dört dizel motordan hareket alır ki bunlar Mercedes tarafından özenle imal edilir ve sessizlikleri ile tanınırlar. Bu gök transatlantiği; yüz yolcu taşıyabilir ve 160 km sürat yapar. En güçlü gemilerin bir haftada aldıkları menzili 2 günde aşar. Arkada bulunan ve tamamen camla kaplanan kısmın manzarasına doyulmaz. Böylesi bir panoramik görüntü günümüz tayyarelerinde bile yakalanamaz.

Ah helyumları olsa!
Almanlar bu zepline yanıcı bir gaz olan hidrojen yerine, tehlikesiz bir gaz olan helyum koymak isterler, ancak doğal helyum kaynaklarına sahip olan Amerikalılar mal satmaya yanaşmazlar. Nitekim korktukları başlarına gelir 6 Mayıs 1937 günü yağmurlu bir havada Amerika’ya ulaşan ve Manhattan üzerinde düşman çatlatan zeplin, New Jersey’in Lakehurst havaalanına yanaşır. Ancak tam iskeleler atılırken alev alır. Amerikalılar yıldırım çarptı açıklamasında bulunsalar da Almanlar suikast yapıldığına inanırlar. Radyolar naklen yayına geçer, gazeteler havacılık tarihinin ilk kazasını manşete taşırlar.

Verilen 36 kayba rağmen zeplinler güvenli araçlardır. Almanları yaşanan kaza değil 2. Cihan Harbi yıkar. Savaş yıllarında kolay vurulabilen zeplinler yola çıkamazlar. Müttefikler dahasını da yapar, zeplin fabrikalarına saldırır, işi kesintiye uğratırlar. LZ-130 ve LZ-131 adlı dev gemiler inşa halindeyken tesisi başlarına yıkarlar.
Zeplinler gökte nazlı nazlı süzülen fotoğrafları ile hatıra kalırlar.

Dönüşü muhteşem
Zeplinler bugün için bile dikkate alınacak vasıtalar. Zira kullanılan Helyum hidrojen gibi alev almaz. Delik, yırtık olsa bile haznelerdeki gaz tamamen boşalmaz. Bütün hücreler hava kaçırsa bile geminin yere inmesi 3 gün sürer, ama fırtına kopmuş, kasırga çıkmış o başka...

Zeppelin firması 60 yıllık bir aradan sonra LZ-NT07 adıyla yeni bir ürüne hazırlanıyor. NT “new teknoloji” demek oluyor, bunlarda alüminyum çatının yerine üçgen fiberglaslar kullanılıyor ve iki yanda bir, kuyrukta bir olmak üzere 3 motorla yönlendiriliyor. Yeni nesil motorlara aşağı yukarı açı verilebiliyor, hem tırmanış hem de iniş rahatlıkla sağlanıyor.

Dünyaca ünlü Alman şirketi Cargo Lifter, “şimdiye kadar üretilenlerin en büyüğü” diye tanıttığı dev zeplin, 15 kamyonluk yükü rahat kaldırabiliyor. Taşımacılığa yeni bir soluk getirecek olan proje Alman Hükümeti ve Deutsche Bank tarafından destekleniyor...
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 11-11-2006, 04:54 PM   #4
Bostandere
Forum Aşığı
 
Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111
Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi : Bostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond reputeBostandere has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

Aspirin ve Heroin'in Mucidi: Felix

1868’de Ludwigsburg’da doğan Felix, Cenevre’de kimya, Münih’te Farmakoloji okuyor. Aldığı yüksek notlarla hocalarının dikkatini çekiyor. Alman ilaç sanayiinin liderlerinden Friedrich Bayer adam olacak eczacıyı gözünden tanıyor, genç kimyageri keşfedip işe alıyor.
Felix işe eski mısır papirüslerinde bile yazılı olan bir ağrı kesici ile başlamak istiyor. Zira o günlerde babası romatizma ağrılarından çok bizar oluyor. Müslümanların sulak yerde yetişen ağaçların kabuklarını sirkeyle kaynatıp ağrı kesici yaptıklarını iyi biliyor. Özellikle söğüt ağacının kabuklarında bulunan “salicin” şiş indiriyor, ağrı dindiriyor ve vücuda direnç kazandırıyor. Bundan hareketle yaptığı ilaç bayağı bayağı iş görüyor, lâkin ihtiva ettiği sodyum salisilat mideyi tahriş ediyor. Genç eczacı daha az asitli formüller üzerinde çalışıyor ve “asetilsalisilik asit”i sentezlemeye muvaffak oluyor. Herr Bayer bu ilaca “aspirin” gibi kulağa hoş gelen bir isim takıyor ve hızla imalata başlıyor.

Beyaz toz
Ama Felix durmuyor, daha güçlü bir ağrı kesici için kolları sıvıyor. Verem ve kanser gibi hastalıklarda hem ağrı dindirebilen, hem de tedavi edebilen bir ilaç keşfedebilmek için laboratuvara kapanıyor. O Ağustos sıcağında fokur fokur kaynayan tüplerin başında saf morfini asit anhidritle işliyor ve yorucu bir çalışmanın ardından “eroin hidroklor” adlı beyaz tozu yakalıyor. Bayer firması aspirinden sadece 11 gün sonra keşfedilen ilacı tam bir yıl boyunca kobaylar üzerinde deniyor, baz morfinden 8 kat güçlü olan ilaç en dayanılmaz acıları bile dindiriyor.
Heroin” adıyla piyasaya sürülen toza ilk tepkiler çok müspet çıkıyor, ıstıraptan kıvranan hastaları bile mutlu oluyor. 1. Cihan Harbinde kolu bacağı kopan askerler bununla rahatlıyor, iç organları dağılanlar bile huzura kavuşuyor.
Bayer böylesine cazip bir malı pazarlamanın rahatlığı ile aspirinleri ambara kaldırıyor. Artık kimse o acı ve ekşi tabletleri görmek istemiyor.
Derken heroinin şurubu da yapılıyor, başı dişi ağrıyan iki fırt çekti mi gülücükler dağıtıyor. Alan memnun, satan memnun, eczanelere mal yetişmiyor. Gel gelelim hasta olmayanların bile eroine meyli Amerikan sağlık dairesini kıllandırıyor.
Bayer firması şikayetleri ciddiye alıyor, kimyagerlerden biri ilacı bizzat kendi üzerinde denemeyi kabul ediyor ve ilk dozdan sonra alçaktan uçuşa geçiyor. Göğsünü yumruklayıp “ben kahramanım” demeye başlıyor. Eroini mercek altına alınca bunun pek de “masum” bir ilaç olmadığı ortaya çıkıyor ama bu süre zarfında klinikler, kahramanlarla dolup taşmaya başlıyor, krize girenler ortalığı dağıtıyor. İlaç eczanelerden kaldırılıyor, lâkin şeytanın tozu şişeden kaçıyor. 1931 yılında kanunen yasaklanıyor ama eroinmanlar yasağı masağı sallamıyor, küçük bir doz için büyük paralar ödemekten çekinmiyor. İşte o gün bugündür bir sektör doğuyor, uyuşturucu kartelleri hava, kara ve deniz trafiğini kullanarak mal taşıyor. İcabında bürokratları satın alıyor, hükümetleri yıkıyor. Bu arada milyonlarca kahraman, kahramanlık gösteremeden mevta oluyor!
Takdir edersiniz ki böylesine cazip bir üretim kalemini kaybeden Bayer iflasın eşiğine geliyor. Depolarında tonlarca aspirin bulunuyor ama eroinden ağzı yanan yöneticiler aspirini üflemeye başlıyor. Yeni bir sabıkalı ürüne daha tahammül edemeyeceklerini düşünüyorlar. Hatta Felix’in eli değdi diye aspirini de zehir sayanlar çıkıyor, tonlarca tablet çöpe atılıyor. Ancak zorda kalınca elde kalanları “ürke korka” piyasaya veriyorlar ve Bayer “Bayer” oluyor. Bu küçümencik haptan bir imparatorluk doğuyor.
Bu şirin tablet tarihe geçiyor, iki dünya savaşı arasındaki yıllar “aspirin çağı” olarak anılıyor. İngilizler Almanlarla savaştıkları yıllarda aspirinin eksikliğini çok hissediyor ve bunu yapabilecek eczacıya 20.000 Sterlin (deli para) ödül koyuyorlar.
Zamanla aspirinin sadece ağrı kesmediği, kalb-damar hastalıklarına, yüksek tansiyona, miyokardiyal enfarktüse iyi geldiği ve vücut aktivitelerindeki düzenleyici rolü olduğu tespit ediliyor. Sadece Amerika’da her yıl 1.250.000 kişinin kalp krizi geçirdiği ve yarım milyon insanın öldüğü düşünülürse aspirinin kıymeti anlaşılıyor. Derken beyin damarlarındaki daralmaları da önlediği ve felçlere mani olduğu ortaya çıkıyor. Hele migren ağrılarını azaltması, çok kimsenin yüzünü güldürüyor.
Aspirin günümüzde akciğer, göğüs ve özellikle colorectal (kalın bağırsak) kanserine, sonra katarakta, kısırlığa, zonaya, alzheimere karşı “tedbir olarak” kullanılıyor.
Hekimler aspirinin faydalarını müşahede etmekle birlikte çalışma mekanizmasını çözemiyorlar. Ancak Dr. John Vane bu ilacın hormon bezi gibi çalıştığını ‘prostaglandin’ maddesinin üretimini engelleyerek acı sinyallerinin beyne intikalini önlediğini tespit ediyor ve bu çalışması ile “Nobel ödülü”ne hak kazanıyor.
Her eve lâzım
Baş, diş, diz, boyun, bel ağrısına, kırıklık, incinme, burkulmaya derken aspirin tuzluk gibi elimizin altında bulundurduğumuz bir ilaç oluyor, ayılana, bayılana koşturuluyor. Ve dile kolay her yıl 50 bin ton aspirin piyasaya veriliyor. Yarım gramlık haplardan hesaplarsanız oluşturacağınız zincir birkaç defa aya gidip geliyor. Düşünün Neil Armstrong bile yanına aspirin almadan fezaya çıkmıyor. Bazı ülkelerde aspirin para gibi kullanılıyor. Zira ona kimse hayır diyemiyor.
Yalnız aspirinin giderilemeyen bir kusuru var(!) Bazıları onu “ucuz olduğu için” ciddiye almıyor
__________________




Bostandere çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 11-11-2006, 10:18 PM   #5
CaKaLBoT
ÇaKaL Üye
 
Üyelik Tarihi: Jan 2006
Mesajlar: 1,791
Teşekkür Etme: 0
Thanked 88 Times in 15 Posts
Üye No: 26295
İtibar Gücü: 2547
Rep Puanı : 76884
Rep Derecesi : CaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond reputeCaKaLBoT has a reputation beyond repute
Cinsiyet :
Varsayılan

cok gusel bılgıler cok saol emegıne saglık
__________________
CaKaLBot Banlanmış ve üyeliği iptal edilmiş üyelerin mesajlarını tek nickte toplayan bir bottur.
CaKaLBoT çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 11-12-2006, 02:30 AM   #6
aLeMDaR
Guest
 
Mesajlar: n/a
Üye No:
Cinsiyet :
Varsayılan

Emeğine sağlık
  Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Salaklık Tarihine Geçenler... ZumruduAnka Eskiler (Arşiv) 3 09-01-2008 10:46 PM
Gönlümden Geçenler GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 01-28-2008 10:39 AM
Biz Adı Geçenler GooD aNd EvıL Eskiler (Arşiv) 0 01-18-2008 09:55 PM
''demİr Yolu İle Tarİhe Yolculuk'' Sergİsİ AÇildi aLeMDaR Eskiler (Arşiv) 0 12-11-2006 10:47 PM
Akbİl Tarİhe KariŞiyor... ultraslan1905 Eskiler (Arşiv) 0 12-11-2006 12:34 AM

Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:59 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.