![]() |
![]() |
#1 |
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2006
Konum: KoCaELi
Yaş: 40
Mesajlar: 34,356
Teşekkür Etme: 21 Thanked 162 Times in 97 Posts
Üye No: 23848
İtibar Gücü: 8774
Rep Puanı : 54700
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
![]() Semra, yanındaki yedi yaşındaki çocuğuyla doktorun muayenehanesine geldi. Kapıda siyah, koyu bir yazıyla doktorun adı yazıyordu. Çocuk heceleyerek yazıyı okudu: “Çocuk Doktoru Hilmi Saka.”
“Aferin benim oğluma” dedi. Bekleme odasına geçtiler. Odada başka hasta yoktu. Sıra beklemeden içeriye girdiler. Eşinin çalıştığı kurumla anlaşmalı bir doktordu. Girmeden önce Emekli Sandığı’na ait sağlık karnesini çantasının içine koydu. Amacı doktorun bunu görmemesiydi. İçinde yine de bir tedirginlik söz konusuydu. Doktorun özel ya da sosyal güvenceli bir hasta olup olmadıklarını sormamasını diliyordu. Beklediği gibi de oldu. Doktor, Semra’nın çocuğunu tepeden tırnağa muayene etti. Çocukla özel olarak ilgilendi. Hatta üstüne bonus olarak çocuğun sümüklü burnunu dahi sildi. Ne de olsa sonunda, sorulduğunda kâğıt parçası diye küçümseyeceği ama gerçekte onun için insanları kırabileceği, uğruna tapacağı paracıklar gelecekti. Muayene bitmişti. Semra çantasındaki sağlık karnesini çıkartarak doktora uzattı. Doktor karneyi gördüğünde adeta elektrik çarpmışa döndü. Hasta özel değildi. Anlaşmalı olduğu kurum personelinin çocuğuydu. Bu da para alamayacağı anlamına geliyordu. Şimdi o ilgi, alaka boşuna mıydı? “Bu ne demek oluyor kadın?” diye tersledi. “Eğer eşimin sizle anlaşmalı olan bir kurumda çalıştığını söyleseydim sadece ilaç yazıp gönderecektiniz doktor bey.” Oldu kadının cevabı. “Allah Allah! Nereden biliyorsun ilaç yazıp göndereceğimi?” “Haklısınız. Belki onu da yazmazdınız.” Kadın azar işitmenin ve adama göre yapılan muamelenin üzerinde yarattığı olumsuz etkiyle ağlamaklı bir şekilde devam etti: “Nerden mi biliyorum? Daha önceleri defalarca böyle olmuştu.” “Çabuk çık dışarı” diye bağırdı doktor. “Çocuğun durumu ne doktor bey? İlaç yazmayacak mısınız? Sabahlara kadar uyuyamıyor yavrum.” Doktor kendini aldatılmış gibi hissediyordu. Kadına kindar bir edayla bakıyordu. Sağ elinin işaret parmağıyla kapıyı göstererek hiddetli bir şekilde bağırdı: “Çık dedim. İlaç milaç yazmıyorum. Gayet sağlıklı.” Kadın başı önde, üzgün bir şekilde odadan çıktı. “Allah sizi bildiği gibi yapsın doktor” dedi ve devam etti: “Gün gelir belki senin de bana işin düşer.” Doktor konuşa konuşa giden kadının söylediklerini işitmişti. Arkasından altta kalmayıp üste çıkma kaygısı taşıyan bir çocuk misali “Senle ne işim olacak kadın?” diye bağırdı. Kadın hiçbir şey demedi. Fakat babasının sürekli söylediği kafiyeli bir sözü aklından geçirdi: “Keser döner, sap döner; gün döner, hesap döner.” Yolda oğlunun elinden tutup giderken “Acaba yanlış mı ettim?” diye düşündü. Sonrasında doğru yaptığına kanaat getirerek “O zaman da sadece ilaç yazacaktı. Tedavi edilmeden, ezbere yazılan ilacın ne anlamı olacaktı ki?” Diye mırıldandı. Çocuğunun elinden tutarak vakit kaybetmeden doğruca Devlet Hastanesi’nin yolunu tuttu. Çünkü çocuğu çok hastaydı. Aradan üç ay geçmişti. Yerel seçimler yaklaştığından birçok şehirde hareketlilik hâkimdi. Her il, ilçe ve belde, kendi bölgesinin belediye başkanlarını seçecekti. Ülke genelinde adaylar hummalı bir çalışma içerisindeydiler. Kimi kapı kapı dolaşıyor, kimi de araç konvoylarıyla şehirlerini kolaçan ediyorlardı. Hemen hemen hepsi de bu dönemlerde hatırladıkları garip gurebaya yardım paketi adı altında erzak dağıtıyordu. Semra öğle yemeğinden sonra görümcesiyle birlikte mutfakta bulaşık yıkamaktaydı. Hafta sonu olduğundan kocası da o gün evdeydi. Kayınpederi, kayınvalidesi ve kayınbiraderi de o gün onlara gelmişti. Zaten annesi de Semralarla birlikte kalıyordu. Mutfakta bulaşık yıkarlarken kapı çalındı. Oğlu kapıya doğru koştu. “Kimmiş oğlum?” diye bağırdı mutfaktan. “Üç tane amca geldi. Senle babamı soruyor anne.” Semra “Hayırdır inşallah” diyerek elini kuruladı ve merak içerisinde eşi tarafından içeri buyur edilen adamların ardı sıra odaya girdi. Misafirlere “hoş geldiniz” dedi. Gelenlerden biri oturur oturmaz söz alarak güzel bir üslupla kendini tanıttı: “Efendim ben kentimizin belediye başkan adaylarından Doktor Hilmi Saka.” Semra adamı ilk gördüğü anda zaten tanımıştı. Adamın kendini tanıtmasıyla tam olarak emin oldu. Buna rağmen hiçbir tepki vermemişti. Ne de olsa Tanrı misafiriydi. Eve gelen konuğa saygısızlık yapamazdı. Kocası da doktoru ismen tanıdığını, kendi kurum doktorları olduğunu ifade etmişti. Bu şekilde laf lafı açıyordu. Semra birkaç ay evvel doktorla arasında geçen diyalogdan kocasına bahsetmemişti. “İyi ki de bahsetmemişim” diye düşündü. Eğer bahsetmiş olsaydı belki de kocası o zaman olmasa bile şimdi huzursuzluk çıkarabilirdi. Erkeklerin özellikle eşleriyle ilgili konularda bu tür olayları onur meselesi yaptığının farkındaydı. Bir anlamda eşinin kendi namusuna söz gelmiş gibi hissedebileceğini düşünmüştü olayın olduğu zamanlarda. Doktor odada ki çocuğa odaklanmıştı. “Hemen yerinden kalkarak çocuğun yanına gitti, onu kucağına aldı. Steteskopunu çıkartarak derhal muayene etmeye başladı. Tıpkı üç ay evvel ki gibi çocukla çok yakından ilgilenmişti. Çocuğu ve kadını tanımıştı. Fakat siyasetin sihirli değneğine dokunmuş olacak ki konuyu hiç açmadı. Zaten açması zararına olurdu. Siyasetin böyle de bir yönü vardı: Kişilik değişimi… Kadının da kendini tanıdığını bakışlarından anlamıştı. Bu tedavi ve muayeneler onun seçim çalışmalarının bir parçasıydı. “Maşallah turp gibi…” diye konuştu babacan bir tavırla gülerek. “Öyledir amcası benim oğlum. Yalnız birkaç ay önce ağır bir hastalık geçirmişti. Ama şükür atlattı” dedi babası. Doktor içten içe bozulsa da üzerine alınmamış gibi davrandı. Babanın lafı da zaten kendisine değildi. Baba konuşmasına devam etti: “Ne doktorlar var doktor bey şu dünyada. Hatta bakın size bir olay anlatayım” diyerek eski bir olayı anlatmaya başladı: “Bir gün benim valide hastaneye, tedaviye gitmiş.” Adam bunları anlatırken eliyle de annesini gösteriyordu. Annesi de başını sallayarak anlatılanların doğruluğunu onaylıyordu. “Doktor daha anama doğru düzgün bakmadan muayenehaneme gel demiş. Anam da niye diye sormuş. Doktor da ona, tedavisiyle ilgili alet edevatın hastanede olmadığını, onun için muayenehanesine gelmesi gerektiğini söylemiş.” Birkaç saniye duraksadı. Derin bir soluktan sonra devam etti: “Bunun üzerine anam da ellerini iki yana büyükçe açarak koskoca devletin hastanesinde olmayan makine senin şu kadarcık, mini minnacık odanda mı var? Diyerek kızmış. Çoğunuz yalancısınız. Ya devletten makine istemiyorsunuz ya da geleni bozup milleti perişan ediyorsunuz demiş.” Doktor kafasını sallayarak söze girdi: “Maalesef. Bazı meslektaşlarımız yüzünden mesleğin adı kötüye çıkıyor.” “Bir kısmı öyle ama maşallah siz öyle görünmüyorsunuz. Onun için oyum size doktor bey. Diğerlerini bilmem ama benim ki size. Semra bunlar konuşulurken tekrar mutfağa geçti. Giderken oğlunu da yanına çağırmıştı. “Oğlum bu amcayı tanıdın mı?” “Tanıdım anne.” “Peki, neden sesini çıkartmadın?” “Babam adamı döver diye korktum da ondan” Oğlunu yanaklarından öperek “Aferin benim oğluma. İyi ettin yavrum” dedi. “Ne oldu yenge?” diye görümcesi araya girdi. “Bir şey yok halası. Oğlumla benim aramda.” Misafirler bir bardak çaydan sonra izin istemişlerdi. Daha gezecek çok evleri vardı. Onlar gittikten sonra Semra evdekilerin fikrini almak istedi. “Sizce bu aday kazanır mı?” diye ortaya bir soru attı. İlk cevabı kayınpederi verdi. “Bence kazanır kızım. Baksana yüzünden nur damlıyor. Allah dostu bir adam...” “Babam doğru söylüyor. Benim oyum bir aksilik olmazsa bu adama. Hem oğlumu bile tedavi etti baksana.” Doktorun adaylığından dahi bihaber olan görümce bile ortamdan etkilenerek “O zaman ben de buna veririm” diyerek konuya katıldı. Kayınbiraderi de aynı fikirdeydi. Hatta Semra’nın annesi de konuştu: “Bir oyum var. O da bu adama. Torunumla ne güzel ilgilendi. Böyle insanlar da varmış.” Semra bu konuşmaların ardından söz aldı: ”Beni dinledikten sonra kararınızı verirseniz daha iyi olacaktır. Bence on dakika sonra hepinizin fikri değişecek.” Üç ay evvel doktorun muayenehanesinde geçenleri anlattığında fikrinin doğruluğu ortaya çıkmıştı. Anneanne kızgınlıkla ama ninelere mahsus da bir tatlılıkla “Bu adama oy moy yok. Vereni de vururum” dediğinde odadaki herkes kahkaha attı. Semra sözlerini soruyla sürdürdü: “Şimdi burada kaç oy var?” Kocası başıyla odadakileri saydıktan sonra “Yedi” cevabını verdi ve devam etti: “O zaman bu yedi oy başka birilerine kısmet olacak. Onu da aynı yere verelim. Ne dersiniz?” Evdekiler bu karara katıldıklarını başlarını sallayarak belirttiler. Zaman her zaman ki hızıyla geçmişti. Birkaç ay sonra seçimler yapılmıştı. Seçim sonuçlarına göre Doktor Hilmi Saka beş oy farkla bulunduğu şehrin belediye başkanlığını kaybetmişti. Doktorun sonuçlara yaptığı itiraz neticesinde de sonuç değişmemişti. Çıkan sonuca çok üzülmüştü. Öyle ki sinir krizleri geçirecek, ağır depresyonlar yaşayacak kadar çok üzülmüştü. Semra ise sonucu ilk duyduğunda “insanlara değil de sadece paraya ve makama önem vermenin kişiden çok şey götüreceğini” düşündü. İnsanı ancak ahlakı sevdirirdi ona göre. Bugün üst mevkilerde olan, paralı kişilerin her zaman o makamı hak ettiklerinden ötürü orada olmadıklarını herkes gibi o da biliyordu. Aynı şekilde o makamdakilerin de bunu fark etmesi gerekiyordu. Semra doktorun kaybetmesine yine de sevinmemişti. Çünkü başkalarının mutsuzluğu üzerine mutlu olmak insana yakışmayacak bir hareketti. Bu düşüncesinin bir tevazu olmadığının, sadece insan olan herkesin düşünmesi ve bu düşünce doğrultusunda davranması gerektiğinin farkındaydı... |
![]() |
![]() |
![]() ![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|