![]() |
![]() |
#1 |
Forum Aşığı
![]() Üyelik Tarihi: Dec 2005
Mesajlar: 4,764
Teşekkür Etme: 111 Thanked 1,308 Times in 803 Posts
Üye No: 4863
İtibar Gücü: 3033
Rep Puanı : 65437
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet :
|
![]() Hayatınızda hiç bir kitabı ezberlediğiniz oldu mu? Ya da herhangi bir metni ezberlerken kaç saat ya da kaç gününüzü harcadınız? Okuduğu kitapları ezberleyebilen, ezberde o kadar ileri gidip bir sözlüğü zihnine yerleştirmeye çalışan çok az insan vardır. Ezberlenen metinler ciltler dolusudur. Bazen bir coğrafya kitabı, bazen önemli bir fıkıh kitabı. Ezber yapmak insana büyük bir birikim sağlar; ama yetmez. Onda okuduklarını muhakeme edebilme gücü de vardır ki; bambaşka ufuklar açabilmesi bundandır. 13-14 yaşında 80’den fazla kitabı okumakla kalmayıp, ezberleyen insan Bediüzzaman Said Nursi’dir. Yaşı küçük diye medreselere alınmayan bu cevval çocuk, ders okuduğu hocalarına bir-iki senede hoca olmayı başarmıştır. Onu sınayan hocalar, ne sordularsa aldıkları cevaplara şaşırdılar. O kadar ki bölgede onun adı Meşhur Said diye anılmaya başlanmıştı. Hıfzı ve bilgisi kadar celadeti, cevvaliyeti ve kimseye ödün vermeyen tavrıyla da dikkat çekmişti. Haksızlığa tahammülsüzlüğü ve mücadele gücünü hep halkı irşad etmek, sakinleştirmek için kullanmıştır. 1. Dünya Savaşı’nda Ruslarla, Ermeni çeteleriyle mücadele eden, emrinde binlerce insan olan bir milis kumandanıdır. Elinde silahıyla Ruslarla çarpışırken bile kitap telif etmişti. 2,5 yıl esir kaldığı Rusya’dan Varşova, Viyana üzerinden İstabul’a gelişi gazetelere haber olur. Doğu’yu cehaletten kurtarabilmek için varını yoğunu sarf eden bir insandır. Bunun için dönemin padişahıyla görüşen, ilk adımın atılmasını da sağlayan kişi de odur...
Bediüzzaman ismi ona gençliğe adım attığı günlerde verilir. Bir yanda eğitim için çabalar, İslam dünyasının geri kalışını sorgular ve çözümler sunar. İstanbul’da çıkan gazete ve dergilerin çoğunda makaleler yazar, padişahla birliklikte Kosova’ya resmî bir ziyaret yapar. İstanbul’dan Anadolu’da gelişmekte olan istiklal hareketine destek olur ve Mustafa Kemal onu Ankara’ya davet eder. Bildiğini söylemekten çekinmeyen bu insana milletvekilliği, Doğu vaizliği teklif edilse de o Van’da uzlete çekilmeyi tercih eder. Bundan sonra, Said Nursi için yeni bir dönem başlar. Zaten kendisi de hayatını iki kısma ayırır, “Eski Said, Yeni Said”. Yeni Said hayatının geri kalan 40 yılını sürgünler, mahkemeler, hapishaneler, istibdatlar ve zorunlu ikametlerle geçirir. Adeta ölmesi için tek ve yalnız, soğuk ve çetin bir hayata mahkum edilir. Çevresinde görülen her insan yakalanır, sorgulanır. Bir makale yazabilmek, kalem kağıt bulabilmek, evden dışarı çıkabilmek bile büyük sorundur. Ama ne hikmetse o celadetli insandan maddi anlamda bir karşılık göremezler. Sabredendir o artık. Cesareti ve gücü artık sadece sözlerinde kendini bulur. Yazdıkları o kadar etkilidir ki, yıllarca onun yazdıklarını elinde bulunduranlar mahkeme mahkeme dolaşmak zorunda kalır. Sürgün edildiği her yerde halk nezdinde talebeler bırakır. Yazdığı Risale-i Nur ufuklar açar. Sepetteki sır Bediüzzaman Said Nursî başarılı sayılabilir mi? Dost-düşman insaf ehlinin bu konuda hemfikir olduğu söylenebilir. Evet, Bediüzzaman bir dava insanı olarak başarıya ulaşmış, daha doğrusu ilâhî yardımla ulaştırılmıştır. ![]() Risale-i Nur ve onun sözcüsü Bediüzzaman başlı başına gerçek bir başarı öyküsüdür! Bir insan düşünün. Maddî ve manevî olumsuz şartlara rağmen ümidini yitirmemiş; küçücük bir tohumun koca bir çınar ağacını ilâhî kudret sayesinde yüklenmesi gibi, şahsî hayatını bir eser külliyatına çekirdek eylemiş; kurtçukların oynaştığı manevî yaraları tedavi edebilecek hakikatleri kafalara vurmadan veya yaraları daha da deşmeden beyan edebilmiş; hem akıllara hem kalblere hem de duygulara şifa olacak sırları Kur’an’dan peygamberî bir usulle alıp muhtaçlara bildirebilmiş; ne sadece elit bir kesimin anlayabileceği “yüksek hakikatler”i, ne de bir okuyuşta tüketilecek popüler basmakalıp kitapları değil, Kur’an’ın mucizeliğine sığınıp her yaş, her statü ve her eğitim seviyesinden insanın akıl ve kalb düzeyine seslenebilen eserleri yazabilmiş; doğup büyüdüğü coğrafyanın dinî geleneklerinin aksine hiyerarşik olmayan, tamamen kardeşane bir manevî şahsiyetin (cemaatin) teşekkülü için varını-yoğunu ortaya koymuş ve bunu daha hayatındayken görebilmiş… Böyle bir insan elbette başarıya ulaştırılmış sayılmalı! ![]() Elbette ki, birbirinden farklı ama aslında birbirini destekleyecek yüzlerce farklı neden sayılabilir. Ama, bence Said Nursî’nin başarısının sırrı gözle görülür bir yerdeydi. Sepetinde! Sonsuz âleme göç ettikten sonra ardında bıraktığı ve (bir-iki kıyafet, termos, tesbih, namazlık ve saat gibi bütün “mal-mülkünün”) sığabildiği sepetinde! O sepet, gençliğinde "Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim" diyen bir dava insanının, ancak inandığımız gibi yaşadığımız takdirde inandığımız ve inandırmaya çalıştığımız hakikatlere hizmet edebileceğimizin kanıtıdır. Bir âyette insanlara “Sizden ücret istemeyenlere tâbi olun!” emri verilir (Yâsîn, 21). Bu şer’î emir, insan yaratılışında koyulmuş ilâhî bir emrin ya da kanunun ifadesidir aynı zamanda. Çünkü, insan ancak kendisinden ücret istemeyenlere tâbi olacak şekilde var edilmiştir! Bediüzzaman’ın milyonlarca akıl ve kalbi davasına bağlama başarısına nasıl mazhar kılındığını, ardında bıraktığı sepeti bu âyeti kendi diliyle tefsir eder ve der ki “O insanlardan ne maddî ne de manevî bir ücret istemedi. Kendisine iyi ya da kötü niyetle sunulan bütün ücretleri reddetti. İşte bu sayede, bütün bir ömrünü dua eylediği hedefine—Risale-i Nur’a—ve iman hizmetine mazhar oldu!” İsterseniz, onun hayatındaki birkaç durağa göz atarak maddî-manevî ücretler karşısındaki tavrını anlamaya çalışalım. Çünkü, dünya pazarında çokça talep edilen başarı kriterlerini esas aldığımızda kolayca hazmedilebilecek bir şey değil Sözler’in sözcüsünün serencamı. Meselâ, bizim dünyevileşmiş zihnimiz “Yüksek statü hem maddî hem manevî hedeflere ulaşmak için çok önemlidir” der. Ama 1920’lerin başlarında yeni kurulan rejimin kendisine teklif ettiği Doğu Bölgesi Genel Vaizliği gibi dine hizmet edebileceği ve birçok kanlı olayı engelleyebileceği yüksek bir statüyü ve beraberindeki yüklü maaşı elinin tersiyle itmiştir Bediüzzaman. Daha sonraları geri dönüp o kararına baktığında da şöyle demiştir: “Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.” Aynı muhakemeyi ilk gençliğinden itibaren karşılaştığı diğer tekliflere de uygulamak mümkündür. Âhireti ve kulluğu unutmuş bakış açısı, başarının bir anahtarının “mutlu bir aile hayatı” olduğunu iddia eder. Gelgelelim, Molla Said, gençliğinde konağında misafiri olduğu ve iffetiyle kendisine hayran bıraktığı Ömer Paşa’nın damadı olması teklifini kabul etmemiş ve sıkıntılı yalnız bir hayatı tercih etmiştir. Ömer Paşa’nın damadı olsaydı, sizce dünyevî saadet arayışına bile tahammül etmeyen Risale-i Nur meydana gelir miydi? İstanbul’a gelip Abdulhamid merhuma doğuda dinî ilimlerin modern bilimlerle birlikte okutulacağı bir medrese kurulması için dilekçe verdiğinde aldığı cevap “Şu parayı al memleketine git! Padişah’ın işlerine karışma!” mealinde bir ihsan-ı şahane olmuştur. Ama o ihsan-ı şahaneyi reddedip tımarhaneye koyulmaya razı olmuştur. Kendi ifadesiyle “Onun Zaptiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hatâ ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatimi terk ettim.” “Bu defa olmadı, bir dahaki sefere” diyerek ihsan-ı şahaneyi kabul eden bir Said Nursî, ihlası maddî menfaatlerin terkiyle kazanılabileceğini söyleyen Risale-i Nur’a çekirdek olabilir miydi? Şahsına yönelen teveccüh ve rağbeti kolayca manevî bir ranta çevirebilecekken öyle yapmayıp, ziyaretine gelenleri çoğu kez kabul etmeyip “Risale okuyun” diyen Said Nursî, en tepeye kendisini koyduğu manevî bir hiyerarşiyi tesis edemez miydi? Etseydi, Risale-i Nur meydana gelir miydi? Kardeşliği esas alan bir manevî yol, “Şahsıma değil bir makam, şan ve şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandırmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i imana bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya hayatımı ve fâni makamatımı, belki - lüzum olsa – âhiret hayatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâki mertebeleri feda etmeyi, hattâ cehennemden bazı bîçareleri kurtarmaya vesile olmak için—lüzum olsa—Cenneti bırakıp Cehenneme girmeyi kabul” edebilen Bediüzzaman’ın bu manevî istiğnasının meyvesi olabilmiştir… Örnekler uzatılabilir. Ama hepsinin bize gün ışığı gibi gösterdiği hakikat aynıdır. Maddî ve manevî ücret arayışını reddeden, dünyevî kriterlere sığmayan, hiyerarşiyi değil kardeşliği tesis eden ve müntesiplerinden de aynı “başarı”yı bekleyen “zamanının eşsiz”i bir manevî yoldur Bediüzzaman’ın sepetinden çıkan ve bize miras kalan aslında!
__________________
|
![]() |
![]() |
Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|
![]() |
||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Adnan Oktar’ın Bediüzzaman’ın Talebesi Seyyid Salih Özcan İle Sohbeti | ahmetsecer | İslamiyet | 0 | 04-11-2010 11:37 PM |
Neden sustu, neden konuşmuyor gözlerin, | GooD aNd EvıL | Eskiler (Arşiv) | 0 | 05-06-2008 10:00 PM |
Neden bu çaresizliğim neden? | GooD aNd EvıL | Eskiler (Arşiv) | 0 | 02-11-2008 07:57 PM |
Bediüzzaman Said Nursi'den terör ve anarşiye çözümler... | temürmelik | Eskiler (Arşiv) | 1 | 09-23-2006 11:39 PM |