www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee  

Geri Git   www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee > Forum > Eskiler (Arşiv)

Eskiler (Arşiv) Eski konular

CevaplaCevapla
 
Konu Araçları Görünüm Modları
Old 08-25-2007, 10:57 PM   #1
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

İşte Firavun II. Ramses'in cesedi korkunç değil ibret verici

Hz. musa İ.Ö. 1200 yıllarında yasamıs ve hayır ile şer arasındaki mücadele onun zamanında de devam etmiştir.

H.Musa (a.s.) peygamberlikle vazifelendirildikten sonra firavun ile mücadele etmiş ve Hz.Musa 'ya iman eden israil oğlu kabilelerine eza ve cefa uygulanmıştı.Bunu üzerinede Allah hz.musa ve ona olanların mısırdan çıkmalarına müsade etti.Bundan haberdar olan Firavun güçlü bir ordu ile bunları takibe başladı.Hz.Musa bu takipten kurtulmak için cenabı hakkkın izniyle Kızıldeniz kıyısına kadar gelmişti.Önlerinde deniz ve arkalarında firavunun ordusu vardı.İşte bu dehşetli durumdayken Allah'ın emriyle Hz. Musanın bir mucizesi olarak deniz yarıldı ve açılan yoldan geçerek selamet sahiline ulaştılar.

Firavun ve askerleri İsrailoğullarını takip ederken denizin ayrılmış olan sularını dhşetle görmüşler, fakat kin ve düşmalıklarından dolayı bir anlık tereddütden sonra onlarda denizden açılan yola girerek takibe geçmişlerdir.Ancak denizin açılan suların tekrar birleşmeye başlamış ve sonunda firavunla bütün ordusu tek bir kişi bile kurtulamadan sulara gömülmüştür.

Gecenlerde yapılan kazılarda cıkan papiruslere göre bu olay şöyle anlatılmaktadır.'' Sarayın beyaz odasının muhafızı kitaplarının reis Amsnamoni'den katip Penterhor'a

''...Musibet şiddetli zarüret birdenbire onu zabdetti.Sular içinde uyku,anlıyı acındıracak bir şey yaptı...Reislerin ölümünü,kavimlerin efendisinin şarkıların ve garpların kralının mahvolmasını tasvir et.''


*Bu olayı bilmeyen yoktur herhalde
Ama bana ilginç gelen ve ilk defa gördüğüm bu resmi sizlerle paylaşmak istiyorum


Cesed Kızıldenizin kenarında Cebelein mevkiinde bulunmuş ve onu kızgın kumlar arasından 1881 senesinde çıkaran ingiliz araştırma ekibi tarafından müzeye götürülmüştür.
Secde vaziyetinde duran cesedin tüm organları tamdır.Hatta başındaki sararmış sacları ile sakalları da rahatlıkla görülebilir.Cesedin en hayrat verici özelliği is mumyalanmamış olmasıdır.Bilindiği gibi mumyalanmış cesedlerin iç organlarının bazıları çıkarılmış ve ilaçlanmış durumdadır.Fakat bu cesede hiç bir işlem yapılmaış ve kimyevi madde kullanılmamıştır.

Karbon 14 denen yöntemle en az 3000 yıllık olduğu kanıtlanmıştır.






Bu resim İsrailoğulları'nın başlarındaki zalim Mısır Firavun'u II. Ramses'in cesedidir ve ceset İngiltere - Londra British müzesinde bulunmaktadır.

Süveyş kanalı açılırken denizin kenarında küçük bir tepecikte bulunmuş ve Londra'ya getirilmiştir.

ALLAH (c.c) Resulu Hz. Musa'nın zamanında ilahlık iddasında bulunan Firavun'un ölümünden 3 bin sene geçmesine rağmen ALLAH (c.c), cesedini ibret olması için çürütmemiştir.

*Saçlarının bir kısmı halen yerindedir.

*Başının bazı azalarının etleri de halen yerlerindedir.

*Alın kısmında et kalmamıştır.

*Elleri ve ayakları secde eder vaziyettedir.

İşte Yüce ALLAH'IN adaleti
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 10:58 PM   #2
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Mimar Sinan ve artı bir SürpriZzz

SÜRPRİZ BU
http://rapidshare.de/files/6765713/3...ii-MM.rar.html
İNDİRMEYEN PİŞMAN OLUR

Yaşadığı devirde Anadolu'nun genç ve sağlıklı çocukları köylerinden, yurtlarından devşirilir, saraya getirilirdi. Eğitimlerine özen gösterilen bu çocuklar, sonradan yeniçeri olarak veya devletin öteki işlerinde görevlendirilirdi.
Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirilerek İstanbul'a getirildi. Sarayda acemi oğlanlar okuluna verildi. Bu okulda okuma yazmanın yanı sıra uygulamalı sanatlar da öğretiliyordu. Sinan marangozluğu seçti. Ünlü ustaların yanında cami, han, çeşme ve hamamların yapımında çırak olarak çalıştı. Sonra askeri mimar olarak görev yaptı. 1535'te Osmanlı ordusunun İran seferi sırasında Van'ı almaya giden askerler arasında Sinan'da vardı. Van Gölü kıyısında askerlerin karşıya geçmesi için gemi yapılması gerekti. Bu iş Sinan tarafından gerçekleştirildi. Barbaros Hayrettin Paşa ile İtalya sahillerini dolaştı, bu arada Bağdat seferine katıldı. Savaşta köprüler yaparak orduya zafer yollarını açtı.

Sefer dönüşü Sinan tümüyle mimarlık mesleğine girdi. Mimar Hasekisi sanını aldı. 1538'de saraya mimarbaşı oldu.
O yıllarda Osmanlılar; dünyanın büyük bir bölümüne egemendi. Sinan İstanbul'da Bizans mimari eserlerini inceledi. Yavuz Selim'in doğu seferlerine, Kanunî Sultan Süleyman'ın batı seferlerine katıldı. Dünyanın ünlü mimarî yapıtlarını yakından gördü, onları incelemek fırsatını buldu. Hiç bir zaman gördüklerini taklit etmedi.
Sinan'ın bilinen 315 eseri vardır, bunun 73'ü cami, 49'u mescit, 50'si medrese, 7'si kitaplık, 17'si imaret, 6'sı hastane, 7'si su kemeri, 7'si köprü, 18'i kervansaray, 5'i buğday deposu, 31'i hamam, 18'i türbedir.
İlk eseri Kanunî Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mehmet adına 1543 yılında yaptığı Şehzade Camii'dir. Cami 1548 yılında bitti.
Sinan'ın yapıtlarında, durmadan kendini aşma, daha iyiye, daha güzele varma çabası görülür. En büyük amacı «işte bu yaptığım eser en iyisi» diyebilmekti. Fakat arka arkaya yarattığı eserlerden sonra en görkemlisi olan Edirne'deki Selimiye Camii için bile «İşte en iyisi» diyemedi. En iyiye, en güzele ulaşmak için hep çalıştı. Bütün yapıtları birbirini aşan birer sanat anıtıdır. Kendi anlatımına göre, sanat yaşamını üç bölüme ayırır. Buna göre Sinan; Şehzade Camisini çıraklık, Süleymaniye Camiini kalfalık, Selimiye Camiini de ustalık devrinin eserleri olarak nitelendirir.

O devirde saray baş mimarinin görevleri oldukça yüklü idi. İstanbul'un imarı, caddeleri, kaldırımları, su yolları, kentin alt yapı işleri, evlerin yapımında belli kuralların uygulanması, kale yapımlarının denetimi hep baş mimarın görevleri arasında idi.

Mimar Sinan İstanbul'un su yolları ile uğraşırken 1550 - 1560 yılları arasında Süleymaniye Camiinin yapımını tamamladı. Anlatılanlara göre «Sinan, Süleymaniye Camiini yapmak için iki yıl İstanbul'da yer arar. Caminin şimdi bulunduğu yere temel kazdırır. Toprağın kayıp kaymadığını, temelin sağlam olup olmadığını denemek için temelin üstüne cam döktürür ve dört yıl bekler. Bu arada Sinan'ı çekemeyenler Kanunî'ye şikayet ederler, «Dört yıldır yapıya başlamadı» derler. Sinan temelin sağlam olduğunu anladıktan sonra caminin yapımını hızla sürdürür. Kubbenin yapımı bittikten sonra ses yansımasını ayarlamak için, *******i yapıya gelir. Kubbenin altında nargile içer. Su sesinin duvarlara yansımasını dinler, caminin iç bölümlerini ona göre yapar.

Süleymaniye Camiinin yapımı tamamlandıktan sonra Sinan caminin anahtarlarını Kanunî Sultan Süleyman'a verdiği zaman çok mutlu idi. Padişah Sinan'a

-Yapımını gerçekleştirdiğin bu Allah evini dua ederek açmak sana düşer. Dedi.

Mimar Sinan'ın yapıtlarının bir özelliği de kimin için yapılmışsa o kişiyi çeşitli yönleri ile yansıtmasıdır. Örneğin Kanunî Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına yaptığı Edirnekapıdaki Mihrimah Sultan Camii ince ve zarif görünümüyle bir kadını, Süleymaniye Kanunî Sultan Süleyman'ın görkemini yansıtmasıyla ün kazanmıştır. Edirne'deki Selimiye de ikinci Selim'in şair ruhunu anlatan incecik zarif minareler vardır. Her minarede bulunan üç şerefeye üç ayrı merdivenden çıkılması, dünya mimarisinde o güne kadar uygulanmamış bir işlemdi.
Mimar Sinan yapıtlarında hiç bir planı ikinci defa kullanmamıştır. Her yeni yapıtına yeni buluşlarını eklerdi.
Mimar Sinan'ın evi İstanbul'un Süleymaniye semtinde idi; adına bir okul ve bir sebili vardı. Öldükten sonra Süleymaniye Camiinin bahçesindeki türbesine gömüldü.

Sinan, paraya önem vermeyen bir kişiydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun en zengin yıllarında yaşadı. Ünü dünyanın her yönüne yayılmış olan bu büyük mimar hiç zengin olmadı. Yanında çalışanların emeklerinin karşılığını tam olarak verdi. Kendisi yüz yıllık yaşantısında hep para sıkıntısı çekti. Dünya mimarlık tarihine adını altın harflerle yazdıran Koca Sinan'ın ruhu gibi, esin kaynağı ve gönlü de zengindi.


Depreme Dayanikli

Mimarin çok sayidaki eserini inceleyenler, Sinan’in depreme karsi bilinen ve gereken tüm tedbirleri aldigini söylemekteler.Bu tedbirlerden biri, temelde kullanilan taban harcidir.Sadece Sinan’in eserlerinde gördügümüz bu harç sayesinde, deprem dalgalari emilir, etkisiz hale gelir. Yine yapilarin yer seçimi de ilginç. Zeminin saglamlasmasi için kaziklarla topragi sikistirmis dayanak duvarlari insa ettirmis.Mesela Süleymaniye’nin temelini 6 yil bekletmesi, temelin zemine tam olarak oturmasini saglamak içindir.

Mimar Sinan, yapilarinda ayrica drenaj adi verilen bir kanalizasyon sistemi de kurmustur.Drenaj sistemiyle yapinin temellerinin sulardan ve nemden korunarak dayanikli kalmasi öngörülmüstür. Ayrica yapinin içindeki rutubet ve nemi disari atarak soguk ve sicak hava dengelerini saglayan hava kanallari kullanmis. Bunlarin disinda yazin suyun ve topragin isinmasindan dolayi olusan buharin, yapinin temellerine ve içine girmemesi için tahliye kanallari kullanmistir. Buhar tahliye ve rutubet kanallari drenaj kanallarina bagli olarak uygulamaya konulmustur.

Iste Sinan’in eserlerini inceleyen ve birçogunu da restore eden Mimar Abdülkadir Akpinar’in söyledikleri:

”Karsilastigim bir özellikten dolayi gözlerime inanamadim. Sinan’in eserlerinde en ufak bir çikti ve desen dahi tesadüf degil. Renklere bile bir fonksiyon yüklenmis. Çünkü yapiyi herseyi ile bir bütün olarak ele almis. Bütün ölçülerini ebced hesabina göre yapmis ve bir ana temayi temel almis. Ölçülerini asal sayiya göre yapmis ve onun katlarini baz almis. Ilmini din ile bütünlestirip mükemmel eserler ortaya koymus. Örnegin SinanKur’an-i Kerim’de geçen ”Biz daglari yeryüzüne çivi gibi gömdük...” ayetinden etkilenerek yapilarinin yer altindaki kismini ona göre insa etmis. Yapilari hislerine göre degil, matematiksel olarak olusturmus. Bugünün teknolojisi bile Sinan’in yapmis oldugu bazi uygulamalari çözemiyor. Küresel ve piramidal uygulamalarinin bir baska benzeri daha yok. Ama bunlarin hepsi estetik sagladigi gibi yapinin saglamligini da pekistirmistir.




mimar sinan hakkında bir röportaj..........

Mimar Sinan’ın mantığını çözdü


Sayı: 573 - 28.11.2005 | Cemal A. Kalyoncu - [email protected]

Yaklaşık iki yıldır Mimar Sinan’ın değişik eserlerini inceleyerek mantığını çözen ve edindiği bilgileri bir kitapta toplayan mühendis Vahit Okumuş, bugünkü mimaride birçok bilginin yanlış olduğunu, eski eserleri onarırken de çok yanlışlar yapıldığını söylüyor.

Ayasofya, Osmanlı camilerine ilham kaynağı olmuş, onları etkilemiş midir? Özellikle kubbe yapısı, Süleymaniye başta olmak üzere belli başlı camilerle aynı mimari özellikleri gösterdiğine göre... Bir de Ayasofya’nın günümüzden 1500, Süleymaniye’den de 1000 yıl önce yapıldığını düşünürsek... Bizans ve Batı mantığını kabul edince ortaya bu sonuç çıkabiliyor. Sonuçta ‘bütün Osmanlı İmparatorluğu camilerinde Ayasofya’nın etkisi vardır’ diyenler de oluyor.

Ama gerçekte olayın aslı çok farklı. Pek çok onarım geçiren Ayasofya, Mimar Sinan sayesinde 500 yıldır ayakta duruyor. İddiayı dile getiren İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu inşaat mühendisi Vahit Okumuş. İddiasını, yaklaşık iki yıldır eserlerini incelediği Sinan’ın mantığına ulaşarak ortaya koymaya çalışıyor. Çıkış noktası da tarihi, yani zamanı laboratuvar olarak kullanıp “Bir eser, taşıyıcı sistemi onarım görmeden 500 yıldır sağlam duruyorsa, bu eserin yapılış mantığı mutlaka doğrudur.” oluyor.

Okumuş; eserlerini günümüz mühendis ve mimarlarının fark edemediği formüllere dayalı inşa ettiğinden sadece ‘mimar’ diyerek dar bir alana hapsetmek istemediği ve bilim adamlarının (mesela Newton ve Einstein’in) yalnız isimleriyle anıldığını hatırlatarak Sinan diye hitap ettiği Mimar Sinan’ın, tam manasıyla anlaşılamadığını söylüyor.

Anıtlar Kurulu ve Rolöve Müdürlüğü’nden yetkililerin ricası ile bu işe giriştiğini anlatarak, “Ben var olanı, yani Sinan’ın dehası ile ortaya koyduğu eserleri inceledim. Çünkü Sinan var olmayanı yapmış. Dolayısıyla onun mantığını yakalayacağım, çünkü onun mantığı doğru.” diye yola çıktıktan sonra elde ettiği veriler karşısında Sinan’a hayran kalmış. Ve tespitlerini “Sinan N/P=0/0” isimli bir kitapta toplamış.

Bugünkü teknik ve mühendislik bilgisi ile dünyada ne ikinci bir Ayasofya’yı ne de Süleymaniye’yi yapabilecek mimar, mühendisin bulunduğunu iddia eden Vahit Okumuş, Sinan’ın bize “Doğayı kendi mantığınıza sıkıştırmayın. Doğanın mantığını bulun!” dediğini anlatıyor. Kitabı devletin, özellikle de Kültür Bakanlığı’nın basmasını bekleyen Okumuş, bu sayede, “Ayasofya’nın Osmanlı camilerini etkilediği” iddiasının bilimsel bir çalışma ile çürütüleceğini dile getiriyor.

1946 Çayeli doğumlu, 1991 seçimlerinde SHP’den milletvekili adayı olan ve ‘deprem olacak’ şeklinde uyarılarda bulunarak kamuoyunda ‘Deprem Vahit’ olarak tanınan Vahit Okumuş, 1980’lerden sonra eski eser onarımları ile ilgilenir. Bu alanda isim yaptığından, özellikle 1999 depreminden sonra cami dernekleri tarafından inceleme araştırma yapmak için aranan kişi olur. Vahit Okumuş’la, Süleymaniye’de ve Mimar Sinan’ın onardığı Kasımpaşa’daki Piyale Paşa Camii’nde görüştük.

-Sizi depremle ilgili açıklamalarınızla tanıdık. Sizin bir de eski eser merakınız varmış. Nasıl başladı bu?

25 senedir gerek müteahhit gerekse proje şefi, danışman olarak ilgileniyordum. Ancak 1999 depreminden sonra hemen her cami ile ilgilendik. Cami dernekleri bunu inceleyin diye çağırdı. Devlet pek sahip çıkamıyordu. Yunus’un bir sözü vardır. “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.” Bu, yanlış bir tefsirdir. İlim, bilim bilmektir, bilim kendin bilmektir demek lazım. İlim, bilinenleri bilmektir. Fakat biz bunu yanlış kullanıyoruz. Bilim adamı bilgiyi bulandır. Bunların hiçbirisi ve hiçbir şey yoktan var değil. Tabiatta var zaten. Var olanı bulduk. Onun için bilim demek, din demektir. Yani siz Allah’ın yarattıklarını buluyorsunuz. Bu nedenle Mimar Sinan bilim adamıdır. Bir formül bulmuştur. Bilim adamları buluşları ile anıldığı için ben ona Sinan diyorum; mimar diyerek onu dar bir alana hapsetmemek için. Bugünkü bilim yanlış çözümler yapıyor. Ben Sinan’la öğrendim bunu. -Neler yanlış mesela?

Statik çözümleri yanlış. Statik, bir binanın yükleri altında sistemlerinde oluşan gerilmelerin hesap şeklidir. Yanlış olduğunu Sinan’la öğrendim.

-Nasıl tanıdınız Sinan’ı?

Bugünkü statik sistem, bulduğu matematik çözüm yöntemine, yapacağı eserin bu sistemle çalışmasını ister. Sinan ise tasarladığı eserin çalışma mantığını bulur ve ona çözümler getirir. Bu, Sinan’ın temel buluşudur. Eski eserlerle uğraşırken şöyle bir şey gördüm. Sinan, bir yere bir taş koymuşsa bunun bir nedeni, niçini vardı. Çok ilginçti. Diyorsun ki Sinan bunu niye yapmış, niçin yapmış? İlk defa bu nokta beni çekmeye başladı.

-Buradan yakalandınız Sinan’a.

Evet. Dünyada üç tane büyük laboratuvar vardır. Birisi tarih, yani zaman, diğeri dünyanın da içinde olduğu âlem. Üçüncüsü ise insan. Kendinizi tanımıyor ve laboratuvar olarak kullanamıyorsanız bilim yapamazsınız. İşte burada Sinan’ın eserlerinde tarihi, laboratuvar olarak kullanmak gerektiğini sezdim. “Bir eser, strüktürü, yani taşıyıcı sistemi onarım görmeden 500 yıldır sağlam duruyorsa bu eserin yapılış mantığı mutlak doğrudur.” dedim. Mesela Süleymaniye 500 yıldır ayakta ve hiç bozulmuyor. Bu, tesadüf olamazdı. Sinan’ın buna benzer bir sürü eseri duruyor. Öyleyse bunun mantığı doğru, benim bilgilerim yanlış mı diyerek işe başladım.

-Sonuçtan sebebe gittiniz...

Ortada Sinan’ın eserleri vardı. Bana gelip bu çalışmayı yap dediklerinde “Ben Sinan’ın mantığını yakalayacağım.” dedim.

-Kim talep etti böyle bir çalışmayı sizden?

Anıtlar ve Rolöve Müdürlüğü’nden Dr. Hüseyin Kaya ve yüksek mimar Cenk Okumuş rica etti. “Savunup duruyorsun, yapıver bakalım.” dediler. Bir de kitaplarda Sinan sanki Ayasofya’dan esinlenmiş veya ondan kopya etmiş diye iddialar yer alır. Bütün dünyanın iddiası bu. Türkiye’dekiler bunun aksini savunurlar ama hep görsellikle. Bilimsel bir çalışmamız yoktu. Sıkıntı oluyordu. Çünkü Ayasofya daha önce yapılmıştı.

-Mimar Sinan’ın mantığını yakalayabildiniz mi?

Çalışmalara 2003’ün sonlarında başladım. Günlerce eserlerini sadece seyrettim, mantığını yakalamak için. Eserlerinde her şey simetrik, asimetrik hiçbir şey yok. Önce şu soruyu sordum kendime: “Bugünkü bilimin kullandığı metotlarla onun mantığını bulabilir miyim?” Denedim. Bir türlü yanaşamadım. Ama bazı ipuçları yakaladım. Rolövelerden ve eski eser onaranlardan edindiğim bilgileri de kullanarak “Niye bunu böyle yapmış?” diye sorguladım. Bir süre sonra onun gibi düşünmeye başladım. Mesela kubbenin ortası delik olmalı diyorsunuz; çünkü çok önemli bir özellik. Gidip bakıyorsun kubbenin ortası hakikaten delik.

-Önce düşünüp sonra var mı diye bakıyordunuz?

Elbette. Önce düşünce ile buluyor, sonra test ediyordum. Bugünkü mühendislik hâlâ yanlış yapıyor. Yeni yapılan kubbelerde dairenin mesnedi (oturduğu yer) yanlış. Romalılar Ayasofya’da bunu 15 derecede oturtmuş. Sinan ise yarım daire çizer, mesnedi aşağı doğru çizerek 15 hatta 14 derecede oturtur. Bunu yapmazsanız eğilme gerilmesi sıfır olmaz, yani bu sistem çöker. Onun kendi buluşudur. Mühendislik diliyle söyleyeyim. Tanjant alfa sıfır olduğunda N/P ¹ 0 olur. Bu da mesnedin doğru yapılamayacağını gösterir.

-Biraz açalım, bu ne sağlamış oluyor bize?

Burada çekme kuvveti olmaz. Sinan böyle yapmasaydı Süleymaniye yıkılmıştı şimdiye kadar.

-Zamana daha mı dayanıklı hale gelir?

Eğilmeye dayanan cisimler vardır, bir de dayanmayan cisimler... Kemerler veya Horasan harcı ile örülmüş tuğlalar hiçbir zaman eğilmeye çalışmaz. Sadece basınç kuvvetine çalışır. Sinan öyle bir form oluşturuyor ki, sistem sadece basınç kuvvetine çalışıyor. Bunu yapabilmesi için de mesnedi 15 dereceye indiriyor ve kubbenin ortasını deliyor. Buraya bir alem koyuyor. Aslında Sinan’dan önce alem yok. Alemi niye koyuyor? Kubbenin ortasındaki delikten yağmur yağmasın diye koymuyor. Yani kemerin ortasını ilk defa Sinan deler ve kemerin bu kalınlığını belirli bir geometrik hesapla ve kesin doğru ile hesaplar ve yapar. Sinan Ayasofya’yı onardığında bunu yapmış ve kubbeyi delmiş. Sinan onarmasaydı Ayasofya kesin yıkılırdı. İspat da ederim bunu.

-Ayasofya’da ne yaptı ki Sinan?

Ayasofya’da, “analemma” denen Romalıların strüktür oluşturmak için buldukları bir sistem vardır. Hoffman tarafından bulunmuştur. Fakat Hoffman bunun, mimari bir oran olduğunu ileri sürmüştür. Analemma, mimari bir oran değil, taşıyıcı sistemin bir değeridir. Ayasofya’da o orana göre taşıyıcı sistemler oluşturulmuş, kubbenin kalınlığı ona göre tayin edilmiş. Bu yanlışı ilk defa Sinan görüyor. Ve onu onarıyor, kubbenin ortasını deliyor. Ayrıca, Ayasofya’da 60 derece ile 45 derece arasında kesit oluştururken, yani düzenleme yaparken tahta koyuyor, içini boş bırakıyor. Kubbenin üstünde ağırlık olmaması gerekir diyor. Ayaklar oluşturuyor, pencereler açıyor. Onları nedensiz, niçinsiz açmıyor. Ama yeni onarımlarda bu tahtaları büyük olasılıkla kaldırıp içini doldurdular. Avizeyi çıkarıp yana koydular. Bu, yanlıştır. Çekme getirir. Strüktür bilmeden bir eski eseri onaramazsınız. Yanlış yaparsınız. Ne kadar yanlış yaptıklarını bilmiyoruz. Şimdi çatlamalar oluyor Ayasofya’da. İşte bu, Sinan’ın yaptıklarını anlamamanın sonuçları. Eğer Sinan’ın metotlarını kullanmazlarsa, bugünkü betonarme ile yapılan binaların hiçbiri depreme dayanmaz.

-Kubbe kalın olsa ne olur, ince olsa ne olur?

Kalın olsa eğme momenti gelir, yani çekmeler oluşur; taşımaz, yıkılır. Bunun minimumda tek doğrusu var. Bu tek doğruyu Sinan bulur ve bulduğu şeyler, bugün her mühendisin öğrenmesi ve okuması gereken şeylerdir. Bugünkü ilim, Sinan’ın bulduğu bu tek doğru formu bulamaz. Onun için Sinan’ın bütün eserleri depremde en son yıkılacak eserlerdir. Yani deprem olduğunda herkes Süleymaniye’ye koşacak dersek, doğrudur.

-Sinan’ın sizi şaşırtan başka formülleri de var mı?

O kadar çok ki. Sinan’ın yatay koyduğu kirişler vardır pencerenin üzerinde. Biz buna söve diyoruz. Bu kirişlerin ortasına parça koymuştur. Burada öngerilmeli beton hesap sistemi vardır. İlk defa Sinan uygulamıştır. Yine istinat duvarlarını da belirli bir hesapla yapmıştır. Topkapı Sarayı’nda 20 metre yüksekliğinde istinat duvarları var ve 500 yıldır duruyor. Ama şimdikiler... Sinan başka bir sabit daha buluyor aslında. Onu bulana kadar çok uğraştım. Fakat bunu hiç açıklamadım. Çünkü ben anlattıktan sonra buna sahip çıkacak bir sürü insan olacak. Ufacık sorular sorma hakkım olsun diye yaptım.

-Tuzak var yani.

Tabii ben bunu onaylattım belirli şeyde, böyle sahtekârlık etmesinler diye.

-Peki Sinan’ın 500 yıl önce bu teknolojiyi kullanmasını neye bağlıyorsunuz?

Çok iyi geometri ve trigonometri biliyor. Zannediyorum Sinan’a Süleymaniye’yi yap dediklerinde 7 yıl beklemesinin, kubbeyi çakmamasının nedeni de bu. Süleymaniye’nin kubbesinin matematik hesabını çıkarmaya çalışır. Çünkü bir buluştur o. Öyle bir hesap yapıyor ki, bunu yaptıktan sonra yeni bir tanesini yapması için hesap yapmasına gerek yok. Ben diyor 100 yıllık eser yapmak istemiyorum, 1000 yıl dayanacak eser yapmak istiyorum. İddia ediyorum 1000 yıldan fazla yaşayacak Sinan’ın eserleri. Bugün dünyada, aynı malzemelerle bu işi yapabilecek mühendis, mimar yoktur. Formülünü bilmedikleri için yapamazlar. Betonla yaptıkları da 100 yıldan fazla dayanmaz.

-Sinan ne tür malzeme kullanıyor eserlerinde?

Horasan harcı ve form kullanmıştır. İki çeşit malzeme kullanmamıştır. Yani tuğla kullanmış, tuğla tozundan kireci karıştırarak harç yapmıştır. Taş yapıyorsa, taş tozunu kullanmıştır. Çünkü iki malzemenin zaman içinde çalışımı değişkendir. Bugünkü bilimin Ayasofya, Süleymaniye ve Selimiye’nin strüktüründen haberi yok, zaten bu bilim onu çözemez. Ki bunları böyle kafadan atamazsınız. Çünkü bana yarın çok büyük sorular sorarlar.

-Nasıl bir etki yapacağını düşünüyorsunuz?

Bir kere bugünkü mühendisliğin statik sistemi değişecektir. İki, eski eserler onarılırken, mesela Vatikan’ı da onarırken bizi çağıracaklar. Bu bilimi kullanacaklar. Dünyanın herhangi bir yerindeki eski eserlerin onarımı için kesin bu bilime danışmaları lazım. Türkiye’ye gelir getirecektir. Sinan’ın bu bilgilerini öğretecekler ve bugünkü statikteki, yani bir binanın yükleri altında, sistemlerinde oluşan gerilmelerin hesap şeklindeki matematik yanlışları düzeltme durumundalar, düzeltmeliler. Yoksa hep yanlış olur ve yıkılır binalar.

-Ama gidişat bu yönde.

Evet. Betonla yapmaya kalkıyorlar. Bu daha kötü. Beton dayanmaz. Betonun ömrü çok az.

-Uyarıyor musunuz ilgili yerleri?

Bu konuda çok konuştum. Betoncular da seni tehdit etmeye başlar.

-Başlar mı, başladı mı?

Biraz dışlama var. Neyse. Birçok insanın ekmeği... Burada siyasi irade lazım. Bu sadece bir kişinin bağırıp çağırması ile olmaz. Teknik şartname değişecek. Bilim adamlarının kafası değişecek.


350 ESERE İMZA ATTI

Doğum tarihi tam bilinmemekle birlikte 1490 tarihinde dünyaya gelen Mimar Sinan 1588'de vefat ettiğinde Osmanlı'nın mimarbaşılık görevini ifa etmekteydi. Osmanlı'nın en güçlü döneminde yaşayan Sinan, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde görev yapmış ve geride 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret ve 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam ile birlikte 350'yi aşan eser bırakmıştı. Bunların yanında onarımını yaptığı eserler de vardı. Eserlerinin başlıcaları şunlardı: Süleymaniye, Selimiye, Şehzade (Mehmed), Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan, Zal Mahmut Paşa, Sinan Paşa, Mihrimah Sultan,Sokullu Mehmet Paşa, Valide Sultan Külliyeleri. Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, Hayrettin Paşa Hamamı (Çinili Hamam), Rüstem Paşa Medresesi, Kırkçeşme Su Yapıları, Haseki Hürrem Sultan (Çifte) Hamamı, Rüstem Paşa Kervansarayı, Büyükçekmece Köprüsü, Sultan Süleyman Kervansarayı, Piyale Paşa Camii, Sultan II. Selim Türbesi. III. Murat Köşkü. Sokullu Mehmet Paşa, Kılıç Ali Paşa ve Şemsi Ahmet Paşa camileri. Bunların bazıları Sinan'ın neredeyse sıfırdan yapar gibi onardığı eserlerdir.

Mimar sinala ilgili beni çok etkileyen gerçek bir hikaye (daha yüzlercesi varda konu zaten uzun oldu bi tanesi bu işte
yanlış hatırlamıyorsam selimiye camii olcak..cami yapılırken mimar sinan gelip hergün caimi içinde nargile fokurdatırmış..işçiler panige kapılmışlar.bu cami bitmesse ne olur? zamanında bitiremicez padişah kellemizi vurduracak gibisinden. bu durum padişahın kulagına kadar gidince padişah sinanı çagartıyo..sormuş neden böyle yapıyosun camiyi yetiştirmek için ugraşsana? Mimar sinanın cevabı beni çok etkiledi:adişahım ben o nargileyle caminin ses ayarını yapıyorum...düşünün o kadar büyük bir cami hoparlör yok mikrofon yok ...söyleyecek şey bulamıyorum....
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 10:58 PM   #3
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Bu Güne Kadar Tam 10 Bin Kez Ölüp Dirildi..!

Refleks anoksik nöbeti' yüzünden vücudunun fonksiyonları sık sık duran 12 yaşındaki George Livingstone, bugüne kadar 10 bin kez ölüp dirildi.
İngiltere'de yaşayan 12 yaşında George Livingstone, vücudunun tüm fonksiyonlarının durmasına neden olan "refleks anoksik nöbeti" adı verilen bir hastalıkla pençeleşiyor.
Ailesi, dünyada sadece 800 kişide görülen bu hastalık yüzünden küçük çocuklarının bazen günde altı kez kriz geçirdiğini söylüyor. Talihsiz George bugünlerde, geçirdiği krizlerin sayısının azalmasıyla teselli buluyor.
'Bir gün bile önemli'
Beklenmedik bir anda alkış sesi duyduğunda bile kalbi duran George, 30 saniyelik nöbetlerin hayatını pek etkilemediğini iddia ediyor. Annesi Deborah ise, "Herkes, onu pamuklar içinde korumamı bekliyor. Ama ben normal bir hayat sürmesini istiyorum" deyip, ekliyor: "Bizim için her gün değerli. Çünkü George'un kalbinin, bir daha çalışmamak üzere ne zaman duracağını bilemeyiz."
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 10:58 PM   #4
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Bu anı kaçırmayın !

Bu anı kaçırmayın !
Bu yılın ilk ay tutulması yarın gece. Ayın gökyüzünde dansı tüm Türkiye'den izlenebilecek.


Bu yılın ilk tam ay tutulması yarın tüm Türkiye'den izlenebilecek.

Bu yıl iki kez yaşanacak ay tutulmasının ilki havanın açık olması halinde tüm Türkiye'de izlenebilecek. Yarın gece saatler 23.30'u gösterdiğinde ayın sol tarafı karamaya başlayacak ve 00.44-01.58 saatleri arasında dünya ile ay birbirine "kavuşacak". Tutulmanın izlemeye değer bölümü 1 saat 14 dakika sürecek.

Tam tutulma sırasında atmosferden yansıyan ışık sayesinde ayın rengi koyu kırmızıdan sarıya dönüşecek. Ay tutulması dünyanın yuvarlaklığının bir kez daha gösterecek. Saatler 03.12 olduğunda ise ay, dünya ve güneşin bu nadir birlikteliği noktalanmış olacak.

Tutulma Avrupa, Afrika, Ortadoğu ülkeleri ve Asya'nın bir kısmından da görülebilecek. Bir sonraki benzer ay tutulması Türkiye'den ancak Haziran 2011'de gözlenecek.

Ay tutulmasını, çıplak gözle izlemenin zararı bulunmuyor. Bu nedenle gözlem için teleskoba, gözü korumak filtreye ihtiyaç duyulmayacak. Ancak Ankaralılar, yarın gece ay tutulmasını Ankara Üniversitesi Rasathane teleskoplarından izleyebilecek.

Herkese açık olacak rasathaneye yetişkinler 3, öğrenciler ise 2 YTL gibi düşük bir ücretle girebilecek. Ziyaretçiler tam ay tutulmasının yanı sıra Venüs ve Satürn gezegenlerinin gözlemini de yapabilecek.

Rasathanede ay tutulması etkinlikleri, havanın açık olması durumunda, saat 19.00'da ay, Satürn, Andromeda Galaksisi ve Orion Bulutsusu gözlemi ile başlayacak. "Ay ve Güneş Tutulmaları", "Yıl Boyunca Gökyüzü" sunumlarıyla devam edecek. Saat 23.30'dan itibaren de tutulma izlenmeye başlanacak
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 10:59 PM   #5
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Raslantı Sonucu BuLunan BuLuşLar

FOTOGRAF
Mucit:
Louis-Jacques Daguerre
Tarih:
1838
Kaza:
Dağınık laboratuvar dolabı...
Bu rastlantısal buluşun nedeni kırık bir termometre...
Louis Daguerre, karanlık odada, gümüş iyodür levhada açığa çıkan görüntüyü sabitlemenin yollarını arıyordu. 1938 yılında bir gün, farklı kimyasal maddelerin bulunduğu dolabına, daha sonra kullanmak ve temizlemek üzere bozuk görüntülü bir film levhası koydu.
Bunu tekrar dışarı çıkardığında görüntü belirginleşmişti. Ancak Daguerre, bu garipliğe hangi kimyasal maddenin neden olduğunu bilmiyordu.
Bunun üzerine levhaları yerleştirdi ve kimyasal maddeleri birer birer dışarı çıkarttı. Dolabı boşaltmasına rağmen hala aradığı maddeyi bulamamıştı. Sonunda dolabın raflarından birinde, kırılmış termometreden dökülmüş civayı fark etti... Gümüşlü levha üzerine alınan görüntü (daguerreotype), modern fotoğrafçılığın başlangıcı oldu... Yerini ancak on yıl sonra negatif ve, pozitif film sürecine bıraktı.


Post-it kağıdı
Mucit:
Dr. Spencer Silver
Tarih:
1974
Kaza: Kutsal bir ilham ve hatalı üretim...

"3M" bilim adamlarından Dr. Spencer Silver, 1970'lerin başlarında dayanıksız yapıştırıcıyı bulduğunda, bunu işe yaramaz bir buluş olarak değerlendirmişti...
Bundan yıllar sonra, meslektaşı Art Fry, bir kilisede ilahi kitabındaki ayracın bir türlü istediği yerde durmaması üzerine oldukça sinirlendi. Anlamsız vaazlardan mı yoksa kutsal bir ilhamdan mı bilinmez, kafasını bu konuya yormaya başladı ve birden aklına meslektaşının işe yaramayan buluşu geliverdi...
Bu sayede ayıracın kitaba yapışmasını sağlayacak, ancak çıkarttığında da kitaba zarar gelmeyecekti. Post-it kağıdı tabii ki bir gecelik başarının ürünü değil... 3M'in ortaya attığı bu örnek, büro malzemeleri içinde vazgeçilmezler arasında yerini aldı...


Vulkanize kauçuk (lastik).
Mucit:
Charles Goodyear
Tarih:
1844
Kaza: Kızgın ocağa atılan kauçuk...

Amerikalı Charles Goodyear, 10 yıldan beri ham kauçuğu daha sağlam ve elastik hale getirmenin çarelerini arıyordu. Bu onda bir takıntı halini almıştı ve hatta ödenmemiş borçları nedeniyle hapse bile girdi.
Goodyear bu konuda her şeyi denemişti; karışımına kükürt bile eklemişti. Ne var ki, bu karışımı kızgın ocağa atıncaya kadar hiçbir sonuç elde edemedi: Kauçuk erimiyordu...
Bunu gece boyunca dışarıya çivileyen Goodyear, ertesi gün karışımın oldukça esnek olduğunu fark etti.
Kükürtle sertleştirme yöntemine, Romalılar'ın ateş tanrısından esinlenerek, "Vulkan" adını verdi (vulkanizasyon).
Yöntemin Amerika'daki patentini almayı başardı, ancak Fransa ve İngiltere'den yasal formaliteler nedeniyle patent alamadı.
Goodyear, Paris'te borçları nedeniyle hapis yattıktan sonra Amerika'ya döndü.
Patentleri ortakları tarafından yağmalandığından yoksulluk içinde öldü. Ancak en azından "Goodyear Tyre" ve "Rubber Company" gibi şirketler onun isminin gelecek kuşaklar tarafından da anılmasını sağladı...

DAYANIKLI CAM
Mucit:
Edouard Benedictus
Tarih:
1903
Kaza: Kırılması gereken deney tüpünün yere düştüğünde parçalanmaması...

Güvenli camın bulunması, tam da en çok ihtiyaç duyulan zaman*da gerçekleştirildi: Motorlu taşıt çağında...
1903 yılında Fransız kimyager Edouard Benedictus, deney tüpünü laboratuarının zeminine düşürdü. Tüp kırıldı ancak dağılmadan tek parça halinde kaldı. Benedictus, kolodyum ihtiva eden sıvının buharlaşmasından sonra tüpte kalan ince plastik tabakanın parçalanmayı engel*lediğini anladı.
Bunu not ettikten sonra bu konu üzerine fazla kafa yormadı.
Ancak, kaza yapan bir aracın için*deki kızın kırılan camlardan çok feci şekilde yaralanması, bu konuyu tekrar gündeme getirmesine neden oldu.
Daha önceki deneyiminden esinlenerek iki cam tabakasının arasına selüloz nitrat yerleştirerek üç katlı camı oluşturdu.
Buluşu 1920'lerde arabaların ön camlarında kullanılmaya ve otomotiv endüstrisinde ciddi şekilde taklit edilmeye başlandı

RÖNTGEN IŞINLARI
Mucit:
Wilhelm Konrad Röntgen
Tarih:
1895
Kaza: Bir elektrik deneyi...

Röntgen, gazların içinden geçen elektrik yolunu araştırmak amacıyla, katod ışın tüpüyle deney yaparken, baryum platin siyanürü levhasından yayılan radyasyonun şeffaf olmayan cisimlerin içinden geçebildiğin! Fark etti.
Araştırmalarına devam ederken radyasyonun 15 mm. kalınlığındaki alüminyumdan, daha indirgenmiş yoğunlukta geçebildiğini gördü. Ve bu radyasyona, "X-ışınları" adını verdi. Bugün dünyada Almanya dışında (Almanya'da Röntgenstrahlen olarak adlandırılıyor) bu isimle anılıyor. Bu, daha sonra insan vücudunun iç kısmını gösteren fotoğraflamada kullanıldı. 19. yüzyıl sonlarına doğru savaş alanlarında da kullanılmaya başladı

KAOS TEOREMİ
Mucit:
Ed Lorenz
Tarih:
1960'lar
Kaza: Bilgisayardaki bozuk çıkış...

Amerikalı meteoroloji uzmanı Ed Lorenz'in bilgisayarında anlamsız ve komik veriler belirince, Lorenz bunların her zamanki aksaklıklardan kaynaklandığını düşündü. Ancak hatayla ilgili ipuçlarını elde etmek için kağıttaki çıktıda çalışmaya başladı. Bilgisayarın, başlamak için ilk sonuçları eşleştirdiğini, ancak daha sonra haritayı yok ettiğini gördü. Birden jetonu düştü: Lorenz bilgisayara aynı girdileri ikinci aşamada yüklememiş, bu küçük farklılık da, sonraki birkaç hafta boyunca, tamamen değişik sonuçlar verip durmuştu...
Lorenz böylece, hava durumu gibi küçük olayların bazen çok büyük sonuçlar doğurabileceğini açıklayan "kaos teoremini" bulmuş oldu...

RADYOAKTİVİTE
Mucit:
Henri Becquerel
Tarih:
1896
Kaza: Fotoğraf camındaki sislenme...

Fransız fizikçi Henri Becquerel, 1896 Martı'nda laboratuarındaki çekmecesini açtığında büyük bir sürprizle karşılaştı. Kapkaranlık bir ortamda olmasına rağmen bazı fotoğraf camları bulanıklaşmıştı.
O sırada Becquerel, yeni keşfedilen röntgen ışınları üzerinde çalışıyor ve bazı kimyasallar yardımıyla bunların yayılmalarını sağlamaya uğraşıyordu, ilk aklına gelen, güneş ışığının etkisiyle kristallerin ışını yaydığı ve fotoğraf camını sislendirdiğiydi...
İlk deneyleri onun doğru yolda olduğunu desteklese de hava bozunca olayın seyri birdenbire değişti.
Becquerel, kristallerin güneş ışığından etkilenmesini engellemek için kimyasallar kullanarak camları tekrar çekmeceye koydu. Camları dışarı çıkardığında, uranyumlu kristallerden oluşan camlarda artık sisin bulunmayışına oldukça şaşırdı. Ve bugün "bir atom çekirdeğinin ta*necikler veya elektromanyetik ışımalar yayarak kendiliğinden parçalanması" olarak bilinen radyoaktiviteyi keşfetmiş oldu...

PENİSİLİN
Mucit:
Alexander Fleming
Tarih:
1928
Kaza: Havada uçuşan bir küf...

St. Mary Hastanesi'nde danışman olarak çalışan ve Alexander Fleming'in hayatta kalan tek meslektaşı, ünlü bilim adamının penisilini 1928 yılında bir rastlantı sonucu bulduğunu anlatmıştı.
Fleming bir deney üzerinde çalışırken, muhtemelen laboratuvarın karşısındaki bardan uçup gelen bir küf mikroskoptaki lamın üzerine konmuştu.
O sırada Fleming, lam üzerinde zararlı bir bakteri türü olan stafilokokları inceliyordu. Dikkatsiz bir bilim adamı bu küfü büyük olasılıkla önünden uzaklaştırırdı, ama o, küfün bakteri üzerindeki etkisini görmek istedi. Sonuç hayret inciydi... Çünkü Fleming, "Penicilim notatum" isimli yeşil küfün bulunduğu bölümdeki bakterilerin öldüğünü fark etmişti...
Daha sonra gerçekkleştirilen testlerde, bu küfün diğer bakteriler üzerinde de etkili olduğu ortaya çıktı. Tavşan, fare ve insanlar üzerinde yapılan testler sonunda, açık bir yan etkisinin de olmadığı görüldü. Ne var ki Fleming, küften sızan maddeyi bir türlü keşfedememişti.
Sonuç olarak 1939 yılında, Oxford'dan Howard Florey ve Ernst Chain bu maddeyi ayrıştırmayı başardılar ve buna "penicilin" adını verdiler. Bu madde, öldürücü bakteriyel hastalıklarla savaşabilen ilk antibiyotik olarak tarihe geçti. Fleming ve diğer iki bilim adamı, 1945 yılında Nobel Ödülü aldılar... Çünkü, milyonlarca insanın hayatını kurtaran bir buluş yapmışlardı...

ŞOK TEDAVİSİ
Mucit:
Julius Wagner-Jauregg
Tarih:
1917
Kaza:Mezbaha işçilerinin kesim yöntemi...

ECT (Electroconvulsive the-rapy) olarak bilinen elektroşok tedavisi, mezbaha işçilerinin, domuzların elektrikle sersemlemelerinden sonra çok sakin durduklarını fark etmelerinin bir sonucu...
ECTye, beyne elektrik akımı verilmesi suretiyle, depresyon gibi akıl hastalıklarının semptomlarını engellemekteki son çare olarak bakılıyor.
Elektroşok tedavisi fikri, sıtma aşısıyla frengili hastaları te*davi eden Avusturyalı Julius Wagner-Jauregg tarafından geliştirildi.
1927 yılında Nobel Ödülü alan VVagner-Jauregg, bu fikre, "bir sisteme elektrik verilmesinin tedavi edici özellik taşıyacağından yola çıkarak ulaştı. Ve böylece, çok tartışılan şok tedavisi doğmuş oldu...
Aynı zamanda, şizofrenlerin doğal yollardan çarpılmalarının, hastalık belirtilerinin iyileşmesine neden olduğu da belirlenmişti. Psikiyatristler, hastaların beynine elektrik akımı uygulamak yoluyla, anlaşılması güç tedavinin gerçekleştiğini belirtiyorlardı. Ancak ECTnin kısa süreli hafıza kaybına neden olması dışında önemli etkisinin bulunmadığına dair klinik bulgulara az da olsa rastlanıyor. Hastaların tedavi edilmesine yönelik olarak bu yöntem çok uzun zamandan beri kullanılmaya devam ediyor.


SAKKARİN
Mucit:
Fahlberg adında bir kimya öğrencisi
Tarih:
1879
Kaza: Kurallara uymama...

1879 yılında Fahlberg adındaki bir kimya öğrencisi, toluol (kömür katranındaki hidrokarbon) türevle*rini araştırırken elindeki maddeyi tattı ve günümüzün yapay tatlandı*rıcısı sakkarin ortaya çıktı.
Diğer iki yapay tatlandırıcı da kaza sonucu keşfedildi. 1937'de Il*linois Üniversitesi öğrencilerinden Michael Sveda sigarasını yaktı ve tatlı olduğunu tespit etti. Ve bu maddenin "cyclamate" olduğunu buldu. Nutra Svveet ise 1965 yılın*da anti nükleer bileşimler araştırılırken keşfedildi...

BUCKMİNSTERFULLERME
Mucit:
Harry Kroto
Tarih:
1985
Kaza: Karbon atomunun kilise kubbesine benzemesi...

Harry Kroto ve meslektaşları, uzayda varolduğu düşünülen anlaşılması zor yapıdaki karbon atomlarını çözmeye çalışıyorlardı. Laboratuar testleri sonucunda karbonun, 60 atomdan oluşan, diğerlerinden daha güçlü ve istikrarlı yapıda olduğu ortaya çıktı.
Cevaplar araştırılırken çalışma gruplarından biri, atomların, mimar Richard Buckminster Fullerln tasarladığı, kubbeli kiliseye benzeyen hexagonlardan oluştuklarını ortaya çıkarmıştı. Bu da Kroto'nun aklına, daha önce pentagon ve hexagonlardan oluşturduğu, "Gece Gökyüzü" modelini getirdi.
O gece, çalışma gruplarından bir bölümü de karbon atomlarını, futbol topuna benzeyecek şekilde birleştirmişti. Ve grup, pentagon ve hexagonların hep 60 sayısında buluştuğunu keşfetti. 60 karbon atomundan oluşan "Buckyball’lar şu anda karbonun temel biçimi olarak değerlendirilirken, Kroto ve meslektaşları 1996 yılında Nobel Ödülü'nü almaya hak kazandılar...
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 11:00 PM   #6
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Benimle çıkarmısın ? (MUTLAKA OKUYUN)

Daha henüz 18 yaşındaydı,ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan kanser hastalığına yakalanmıştı.
Kahır içinde kendini eve kapatmıştı. Sokağa bile çıkmıyordu. Annesi,birde kendisi. Bunlardan ibaretti hayat onun için.
Bir gün çok sıkıldı. Sokaklara attı kendini.. Bir yığın vitrinin önünden geçti. CD satan bir dükkanı geçerken aniden durdu, geriye dönüp kapıdan içeri bakarak hayal meyal gördüğü tezgahtar kıza bir kez daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı. Gözleri ve yüreği takılı kalmıştı. Bir süre düşündükten sonra CD dükkanına girdi. Kız gülümseyerek koştu ona doğru "Size nasıl yardımcı olabilirim" diye... Öyle bir gülümseyişti ki genç şaşırdı, geveledi, bocaladı sonra "Evet" diyebildi.. Rasgele bir plağı işaret ederek "Evet,bu CD yi almak istiyorum" dedi. Genç kız plağı aldı, içeri gitti.
Az sonra paketlemiş bir şekilde geri geldi. Genç paketi aldı evine geldi ve hiç açmadan paketi dolabına attı...

Ertesi sabah yine aynı dükkana gitti. Yine bir CD sardırdı kıza, yine eve gelip açmadan paketi dolaba attı. Günler hep sardırılıp açılmayan CD alımları ile geçti gitti. Bir türlü genç kıza açılmaya cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda... Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi.Ertesi sabah cesaretini toplayıp aynı dükkana gitti, ve yine bir plak seçti. Kız plağı sarmak üzere arka kısma gidince genç "sizinle bir gece çıkabilir miyiz ?" diye yazarak altında telefonunu ekleyip gizlice kasanın üstüne koydu.Sonra genç kızdan plağı alarak kaçarcasına uzaklaştı dükkandan.
İki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. CD dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi. Gizlenen notu daha yeni bulmuş, ve görür görmez aramıştı. Ama delikanlının annesi ağlıyordu... "Duymadınız mı ? " dedi, "Dün kaybettik oğlumu" Cenazeden birkaç gün sonra anne oğlunun odasındaki eşyaları düzenlerken gözüne dolabındaki paketler ilişti. Paketleri aldı oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD ve birde not vardı. "Merhaba,sizi öyle tatlı buldum ki, bir akşam birlikte çıkalım mı ? Ezgi !... Bir başka paketi açtı. Yine başka bir not vardı. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece için davet edin artık... Sevgiler...
Ezgi !...

emeğe saygı..
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 11:00 PM   #7
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

Kimsenin cevabını bulamadığı soru

Bilimadamlarının yüzyıllardır çözemediği bir sır var: Ay yanılsaması! Ay'la ilgili hemen hemen herşey biliniyor ama bu soruya cevap bulunamadı. İşte teoriler:

Dolunay, ufukta kocaman görünürken, yükseldikçe küçülüyor. Uzmanlar ise hâlâ bunun nedenini araştırıyor

Uzayın fethi yolunda göz kamaştırıcı adımlar atan, Ay'a ayak basan, Mars'a uzay aracı gönderen insanoğlu, dünyanın uydusuyla ilgili basit gibi gözüken bir sırrı hâlâ çözemedi. Bilim adamlarının kafalarını asırlardır meşgul eden soru şu:
Dolunay neden ufuk çizgisindeyken, göğün en tepesinde olduğu andaki halinden daha büyük görünür? Ay neden farklı konumlarda farklı büyüklükte algılanır? Ayın 1987'den bu yana ilk kez yatay görüş çizgisine bu kadar yakın olması, bu sonuçsuz kalan tartışmayı yeniden alevlendirdi.

İşte 2 teori

1913'te Mario Ponzo tarafından ileri sürülen 'Ponzo İlüzyonu' teorisi. Buna göre, insan beyni boyut algılamasını arka planla karşılaştırarak yapıyor. Bu mantıkla Ay, ufuk çizgisindeyken yerdeki bina ve ağaç siluetleri referans olarak alındığında, çok büyük olarak algılanıyor. Bu teori, böyle referans noktaları olmayan pilotların Ay'ı büyük görme nedenini açıklamıyor.

İkinci teori, beynin gökyüzünü küre şeklinde değil, düzleşmiş bir kubbe olarak algıladığı varsayımına dayanıyor. Başımızın üzerindeki nesneler, mesela tepemizdeki bir kuş aynı uzaklıkta olsa da ufukta uçana göre yakın gözüküyor. Ay ufukta olunca da beynimiz, büyüklük ve uzaklığını yanlış hesaplıyor.
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 11:00 PM   #8
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

: discoverydeki efsane avcıları..........

tamamen bilimsel yöntemlerle test edilerek yapılan efsaneler


Denize dalarak size doğru ateşlenen silahın kurşunlarından korunabileceğinizi biliyor muydunuz?
Belki bu hileyi şimdiye kadar izlediğimiz James Bond filmlerinde görmüş ama olayın heyecanından kendimizi kurtardığımız anda böyle bir şeyin sadece filmlerde olabileceğini düşünmüştük. Fakat 'Discovery' kanalının en hit şovlarından 'Mythbusters'ın yapımcıları bu hilenin ve bunun gibi onlarca ilginç şehir efsanesinin gerçekten de hayat kurtardığını bilimsel verilerle açıkladı. İşte sizin için seçtiklerimiz…

1-Şimşeklerin çaktığı bir havada cep telefonuyla konuşan bir kişiyi elektrik çarpar mı?'Mythbuster' ekibi bu teoriyi bir kuklaya 200 bin voltluk elektrik vererek test etti. Ve sorunun cevabının kesinlikle 'çarpar' olduğunu kanıtladı.

2-Tavanda dönen bir pervane yerinden çıkıp bir insanın üzerine gelirse o kişinin kafasını keser mi?Dönen pervanelerle bir dizi deney gerçekleştiren 'Mythbuster' ekibi pervane son hızda dönse bile bir insana çarptığında kırılıp kimseye zarar vermeyeceğini ispatladı.

3-Göğüslere takılan silikonlar yüksek irtifada veya alçak hava basıncında patlar mı?Çılgın ekip yaptıkları testlerden sonra silikonların birçok farklı çevre koşuluna uygun olarak tasarlandığını ve asla patlamayacağını kanıtlayarak bu sorunun cevabını 'hayır' olarak belirledi.

4-Balıkların hafızası 3 saniyede bir silinir mi?
Bir grup balığı engel testlerinden geçiren Mythbuster ekibi bir ay sonra aynı teste tabi tuttuğu balıkların testi nasıl tamamlayacaklarını hatırladıklarını ortaya çıkardı. Bu sonuca göre yukarıdaki sorunun cevabı için kesinlikle 'hayır' diyebiliriz.

5-Benzin istasyonunda cep telefonuyla konuşmak patlamaya neden olur mu?'Bir cep telefonu statik elektrik birimini keserek benzini tutuşturamaz. Yine de telefonunuzla sürekli arabaya çıkıp girerseniz düşük bir ihtimal bile olsa bu durum bir patlamaya neden olabilir'. Mythbuster ekibinin ortaya koyduğu bu bilimsel gerçeklerin ışığı altında bu sorunun cevabına rahatlıkla 'hayır' diyebiliyoruz.

6-Elektrik teline işerseniz çarpılır mısınız?'Mythbusters' ekibi bu sorunun cevabını bulmak için de kapsamlı bir deney yaptı. Bir cansız mankeni birkaç litre idrarla ıslatarak elektrikli tele bağladı ve olanlar oldu. Bu deneyin sonuçlarına göre elektrik teline tuvaletinizi yaparsanız %100 çarpılırsınız.

7-İnsan sesi bir bardağı çatlatabilir mi?
Bir bardağı çatlatacak insan sesi frekansını bulmak için en son teknolojiyle donatılmış araçlarla deney yapan çılgın ekip bu deneyimlerine opera sanatçısı Jaime Vendera'yı da ortak etti. 'Mythbuster' ekibinin bulduğu frekansı sesiyle taklit eden Vendera cam bir bardağı çatlatmayı başardı. Bu deneyin sonucuna göre bir insanın sesini bir şarap bardağını çatlatacak frekansa getirerek eğitmesi mümkün.

8-Bir köpekbalığının burnuna yumruk atarsanız saldırıya uğrar mısınız?Bu konuda da çalışmalar yapan ekip köpekbalıklarının aldıkları darbelere kaçarak tepki verdiklerini fakat siz onları yumrukladıktan kısa bir süre sonra geri geldiklerini belirtti. Eğer hayatta kalmak istiyorsanız köpekbalığını yumruklamaya devam etmeniz gerektiği de sıra dışı ekibin verdiği bir başka tüyo.

9-Bir gökdelenden düşen bozuk para birinin kafasına gelirse ölümcül sonuçlar doğurabilir mi?'Mythbuster' ekibi bozuk paranın bir silahtan çıksa bile derinin içine işlemeyeceğini fakat temas ettiğinde insanın canını feci şekilde yakacağını belirtirken bu sorunun cevabını 'hayır' olarak belirledi.
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 11:01 PM   #9
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

İnsan Psikolojisini Yönetme(Okuyun)

Arkadaşlar Felsefe Bölümüne Açtım Orda pek tutulmadı.O yüzden buraya koyuyorum



İnsan Psikolojisini Yönetme

Yasli bir adam emekliye ayrilir ve kendine bir lisenin yaninda
kucuk bir ev alir.

Emekliliginin ilk bir kac haftasini huzur icinde gecirir
ama sonra ders yili baslar. Okullarin acildigi ilk gun, dersten cikan

ogrenciler yollarinin uzerindeki her cop bidonunu bagirip, cagirarak

tekmelerler.Bu cekilmez gurultu gunler surer ve yasli adam bir onlem
almaya karar verir.
Ertesi gun cocuklar gurultuyle evine dogru yaklasirken,
kapisinin onune cikar onlari durdurur ve:
"Cok tatli cocuklarsiniz, cok da egleniyorsunuz. Bu nesenizi

surdurmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yasindayken ayni
sekilde gurultuler cikarmaktan hoslanirdim, bana gencligimi
hatirlatiyorsunuz. Eger her gun buradan gecer ve gurultu yaparsaniz size

her gun 1 dolar verecegim" der.
Bu teklif cocuklarin cok hosuna gider ve gurultuyu surdururler.
Birkac gun sonra yasli adam yine cocuklarin onune cikar ve onlara soyle
der: "Cocuklar enflasyon beni de etkilemeye basladi bundan boyle size
sadece 50 sent verebilirim."

Cocuklar pek hoslanmazlar ama yine devam ederler gurultuye.

Aradan birkac gun daha gecer ve yasli adam yine karsilar onlari:
"Bakin" der, "Henuz maasimi alamadim, bu yuzden size gunde ancak
25 sent verebilirim, tamam mi?"

"Olanaksiz bayim" der iclerinden biri,
"Gunde 25 sent icin bu isi yapacagimizi saniyorsaniz
yaniliyorsunuz.
Biz isi birakiyoruz."
__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
Old 08-25-2007, 11:01 PM   #10
UseLanMaz
ÇaKaL Üye
 
UseLanMaz Kullanıcısının Avatarı
 
Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: CaKaL.NeT'TeN
Yaş: 30
Mesajlar: 1,192
Teşekkür Etme: 9
Thanked 30 Times in 22 Posts
Üye No: 44131
İtibar Gücü: 1667
Rep Puanı : 12536
Rep Derecesi : UseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond reputeUseLanMaz has a reputation beyond repute
Cinsiyet : Erkek
Varsayılan

|||| Sıcak su ile banyo KISIRLIK yapıyor ||||



ABD'de yapılan bir araştırma, sıcak suda yapılan küvet sefasının erkekleri kısırlaştırabileceğini ortaya koydu. Üç yıl süren araştırmada erkeklerin sperm sayılarında büyük bir kayıp gözlemlendi

Amerikalı bilim adamlarının araştırmasına göre, sıcak su dolu küvette ya da sıcak duşta haftada 30 dakikadan fazla zaman geçiren erkeklerin sperm sayısı kayda değer ölçüde azalıyor. San Francisco'da üç yıl süren araştırmasının sonunda bu sonuca varan Prof. Paul Turek, İngiliz The Sun gazetesinde yer alan açıklamasında, "Artık hastalara, sıcak duş, küvet sefası gibi dinlendirici faaliyetlerin erkek üretkenliği için gerçek bir risk faktörü olduğunu kanıtlamak için delillerimiz var" dedi.

Tedavi şansı var
Bu alışkanlıklarından vazgeçen erkeklerde sperm sayısının yeniden normale döndüğünü de belirten Turek, 3-6 ay içinde erkeklerin yüzde 45'inde sperm sayısının normale döndüğünü bildirdi.

Turek, birçok kültürde sıcak suyla ilgili olumsuz düşünceler olduğunu da hatırlatarak, Japonya'da yüzyıllar boyunca çocuğu olmayan erkeklerin işlerini sıcak su dolu küvetten yürütmelerinin kanunen yasak olduğunu söyledi.

Neler kısırlık yapar?

Kabakulak: Özellikle ileri yaşlarda geçirilen kabakulak önemli bir etken. Çünkü testis ve üretim kanallarında iltihaba neden olabiliyor. Kabakulak geçirmiş erkeklerin yüzde 25'i kısırdır.
Stres: Aşırı stres, ağır spor egzersizleri sperm sayısını ve kalitesini düşürüp kısırlığa neden olabiliyor.
Dar Pantolon: Spermler yüksek ısı nedeniyle ölebilir. Zaten bu nedenle vücudun dışında bulunan testislerde spermleri serin tutmak için bir çeşit soğutucu görevi yapar. Erkeklerin dar pantolon ve iç çamaşırları da yine vücut ısısını artırdığı için spermleri olumsuz etkiler.
Alkol: Uyuşturucu madde bağımlılığı, aşırı alkol, sigara, radyasyona maruz kalmak, yağsız diyet yapmak, depresyon ve tansiyon ilaçları sperm kalitesini bozup, sperm üretimini etkileyebilir.

__________________
υѕєℓαимαz




UseLanMaz çevrimdışı   Alıntı ile Cevapla
CevaplaCevapla


Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir)
 

Yayınlama Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap gönderemezsiniz
Eklenti ekleyemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

Kodlama is Açık
Smilies are Açık
[IMG] code is Açık
HTML code is Kapalı


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:25 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.