![]() |
|
|
|
|
#1 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Bir Tutam Tuz! ... (Düz Yazı)
“Dil bir özgürlük aracıdır” diyerek girelim söze. Oysa aynı dil, hakim gücün sesi de olabilir pekala. Bir bakıma değişimin alt yapısını hazırlarken, diğer taraftan statüko’ya hizmet vermek suretiyle değişimi pekala engelleyebilir. O halde “dil”den sanatsal anlamda nasıl yararlanmalı? Dil, düşünceyi yaratırken aynı zamanda onu etkileyip yönlendirir. Bir başka deyişle fikrin oluştuktan sonra, “dil”e geri dönerek onun zincirlerini çözmek ve otoriteye başkaldırmasını temin etmek gibi bir görevi olduğunu varsayıyorum. İşte ancak o zaman, “değişim-etkileşim-yeniden değişim” sürecinde etkin bir rol oynayacağını farz ediyorum. ”Dil” derken yalnızca konuşma ve yazma dilini kast etmiyorum tabii ki. Müzik, resim, heykel, tiyatro, sinema, mimari; hatta giderek medya ve teknoloji de dahil olmak üzere tüm görsel, işitsel ve yazınsal uğraşı alanları ve genelde sanatın bütün dallarının dilden yaratıcı ve yenileyici bir araç olarak faydalanmasından söz ediyorum. Eğitim alanındaki kullanımı ise şimdilik konumuz dışında. Zira orada resmi ve sistemin müesseseleriyle birlikte ortaya koyduğu tercihleri devreye giriyor. Ben burada özel-özerk kurum ve kişilerin sorumluluk anlayışını; dilin özgürleşmesini ve aynı zamanda özgürleşme sürecine olan katkısını sorguluyor ve vurgulamaya çalışıyorum. Bilincin gelişmesine koşut olarak ulaşılan bir durumdur bu. Kısaca demem şu ki, sorumluluk en başta BİLİNÇ geliştirmeyi kapsıyor. Tek başına dil fazla bir anlam taşımaz. Bilinçle birlikte belirli bir amaca yönlendirildiğinde ise “çok şey” olabilir. Elle tutulur ve işlevsel bir araca dönüşür. Statüko’ya karşı bir duruşa sahip dil üretmenin hiç de kolay olmadığını biliyorum. “Eski” yıkıldığında ve “yeni”ye geçiş döneminde genellikle bir kaos ortamı oluşur. Bunu engellemek ise yeni oluşumun ön hazırlığını ve planlamasını iyi yapmakla mümkündür ancak. Ana amaç, değişimin doğasında taşıdığı sancıyı asgariye indirgemek olmalıdır. Tarih boyunca büyük değişimler bazen kaba kuvvete, bazen de iktisadi zenginliğe bağlı olarak doğmuşlardı. Gerçekten kalıcı olan atılımlar ise ancak belirli bir birikim ve donanım düzeyine ulaşıldıktan sonra sağlanabilmiştir. Bundan da önemlisi, bu tarz açılımlar kendi toplumlarına hizmet verirken yeterli birikime sahip olmayan toplumlarda ise yalnızca özenti ve örnek teşkil etmeleri itibariyle büyük patlamalara sebep olmuşlardır. “İç”ten gelen (intrinsic) doğal gelişim ile “tepeden inme”- adapte edilmiş; alıntı veya hazmedilmemiş değişim arasındaki fark da burada yatar. Sanata dönelim tekrar. Sanatın temel amaçlarından birinin değiştirmek, düzeltmek, iyiye doğru yenilemek olduğunu düşünürsek eğer, sanatçı statüko’yu yıkma eyleminde başarısız oluyorsa, işte o zaman güçlü bir sanatsal tepki; yani isyan ve başkaldırı doğar. Sanatçı bazen sistemi sıfırlamak ve yeniden kurmak ister. Hatta zaman zaman anarşist bir profil bile çizebilir. Bir anlamda kaotik olan bu dönemin en hoş tarafı ise üretim açısından oldukça verimli olmasıdır. Taşların yerli yerine oturduğu gelişmiş toplumlarda sanatsal tembellik ve kısırlaşmadan söz edildiğini hepimiz duymuşuzdur. Yıkılacak duvarlar ve kırılacak çemberler yoksa eğer, sanat ve sanatçı işlevini büyük ölçüde yitirir. Veya “bilinçli bir birikim” yoksunluğu söz konusuysa, yıkımdan sonra yeniden yapmak imkansız hale gelir çünkü yeterli malzeme mevcut değildir. Özellikle günümüzde teknoloji ithal edebilirsiniz. Ve hatta “know-how” da. Ama sanatsal bağlamda köklü ve derin bir değişim sağlayacak beyin ve yetenek ithalinin oldukça zor ve imkanların kısıtlı olduğunu düşünürsek eğer, sonuçta sistemin tıkanıp kalması kaçınılmazdır. O halde yaratıcı insan faktörünü görmezden gelmemek lazım. Kullanacak; özümseyecek; yeniden yaratacak ve bu arada değişim sancılarını azaltacak kişi yine insanın kendisi değil midir? Yaratıcılığı ile değişime ivme kazandıracak olan, aralarında şairin de bulunduğu sanatçı kesiminin önemi yadsınamaz demek istiyorum! ... “İlahi Komedya” ile Papalık monarşisine acı bir eleştiri getiren Dante için Engels şöyle diyordu: “Dante, hem ortaçağın son, hem de modern çağın ilk şairidir”. O’nu izleyen ve yeniden doğuşu simgeleyen Rönesans ise ortaçağ skolastik felsefesine karşı dirençli bir duruş ve başarılı bir başkaldırıydı. Ancak bu iş SAĞLAM BİR ZEMİN ÜZERİNDE yapıldı. O devirde bir yandan batının taşınabilir serveti Roma’ya akarken, diğer yandan da doğunu bilgi birikiminden alabildiğine yararlanılıyordu. Sonuçta güçlü ve özgün bir sanat ortamı doğdu. Rönesans’ın çok önemli bir figürü olan Leonardo da Vinci’nin anatomi, hidrolik, kanatla uçuş, helikopter, asma köprü proje ve eskizlerine bunca yıl sonra bile hala kafa yorabiliyorsak eğer, o dönemin koşullarına ve bilgi birikimine dikkatle ve büyüteçle bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bilimin temeli de dildir. Mısırlı’lar “pi” sayısını bilmemiş olsalardı, gökbiliminde bu denli gelişme olur muydu acaba? James Watt sayesinde buhar enerjisi (1765) hidrolik enerjinin yeni almamış olsaydı; dokuma makineleri icat edilmese ve büyük edebiyatçılar toplumsal sancıları, çocuk işçilerin madenlerdeki acılarını eserlerinde dile getirmemiş olsalardı, 18. YY’da Sanayi Devrimi’nin beşiği haline gelen sömürgeci Büyük İngiltere sonuçta sosyal bir devlet kurabilir miydi dersiniz? Bir bakıma her şey insana – toplumsal irade görevlerini yerine getirmiyorsa dahi - insanın kendine yaptığı yatırımla birlikte yüklediği anlama gelip dayanıyor. Bu açıdan bakıldığında, şair de alışılagelmiş kalıpları kırmayı, kısır döngülerden kurtulmayı ve nihayet kendi içinden çıkmayı bir biçimde öğrenmelidir. Üstelik bunu insan ve hayata dair duygusunu, heyecanını, tutku ve hayallerini yitirmeksizin yapmak zorundadır. Taşıdığı sosyal ve sanatsal sorumluluğun bir gereği olarak… Bakarsınız karınca kararınca, bireysel çabalarla çorbaya eklenen azıcık tuz yemeğin lezzetli olmasını sağlayabilir. Denemeden kim bilebilir ki! ... Parmaklarınız arasında BİR TUTAM TUZ ve bilinciniz açık olsun dostlar… Bazen aynaya yakından bakmak lazımdır diye düşünüyorum. Ne de olsa, her düşün altında bir gerçek yatar! ... (28 Nisan 2004) (HAYAL Dergisi, Ekim 2005) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#2 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Bir Tür Başkaldırıdır Absurdite (DÜZ YAZI)
sarmallara direnen sizi sizinle bırakan ben ve siz beni benimle bırakan ne iyi ettiniz! Çemberlerin kırıldığı bir ülkeden söz etmek istiyorum sizlere. Hırçınlığın ölü güzlere teslim edildiği ve “kış güneşi günleri”ne yavaş ve sessiz adımlar attığımız o yerden… İnsan bir kuyu madem, duygu neden olmasın? Tıpkı toprak gibi. Ne ekersen onu verir. Sonsuza uçmakla, dipsize inmek midir aradaki fark? Anlaşılmaza budalaca anlamlar yüklemekte mi yoksa bütün mesele? -Uyum paketleri tamamlanamadı henüz. Yılan hikayesine döndüler. Bitenler de orasından burasından yırtık nedense! Yama da tutmuyor üstelik. Canım sıkılıyor doğrusu… Çölün tükendiği yerde, (“Çölün tükenmesi”; ne hoş bir ifade değil mi? “Çölün bittiği yer” demiyorum bakın. Gide gide çölü bitirebilir ama tüketemezsiniz. Keşke bütün çöller tükenebilseydi! Her neyse, söze devam edelim.) yaşamın sırrı, bitkinin toprağa gömdüğü yoksul yumrusunda gizlidir: Ananın süt dolu memelerine heyecanla uzanan bebeğin titreyen dudaklarında; efendisini tutkulu gözlerle izleyen köpeğin soran bakışlarında; baharın hediyesi yağmura karşılık dallarıyla göğe tırmanan bir ağacın mutlu ve devingen kifaflanmasında; bir bedenin taze tohumlar döllemek üzere arzuların doruğunda kendisini bir başka bedene gözü kapalı sunmasında... -Faiz dışı fazlada takıldık kaldık. Göstergeler güzel; TEFE, TÜFE, Çekirdek enflasyonda manzara iyi görünüyor. PEKİ, YANLIŞ NEREDE arkadaşlar? KOBİ’ler halen can çekişiyor. Üç yıldır bağırmaktan dilimde tüy bitti! Piyasa durgun… Neyse, işimize bakalım biz. Bırakış ve bırakılışlar insanı sadeleştiriyor ve hatta basitleştiriyor. Hayatını yumrusuyla sürdüren çöl bitkisi gibi aynen. Yumrusuz bitki tez ölür! (Bunu duvara yazmak lazım.) Soruyorum size, nereye kadar gidebilirdiniz parçalanmadan veya esir düşmeden çöl vahşetine? Çölü sevmek yeterli olur muydu yaşamak için? Yumruya bakarım ben, yumruya! Yalnız bıraktık ve bırakıldıysak eğer, büyümek içindi; sınamak içindi kendimizi. İnzivanın verimlisi anlamlı olanıydı bizce. Eh, biraz da bizim dışımızda bir şeylerin büyümesini bekliyorduk tabii. Büyüyenler büyüdü ama sayıları çöl bitkileri kadar azdı. Bu yüzden, neredeyse kırk yıldır keşişler gibi, gidip gelip inzivada karar kılıyoruz. Aslına bakarsanız, kalabalıktan kopmak yürek ister. Kendi sesinize dayanma gücüne sahip olmalısınız her şeyden önce. Sonuçta bedelini ödeyerek bir güzellik yaptık kendimize. Hayatın insan kıyan makinelerinden tabana kuvvet kaçarak bir yaprağın solgun yeşil damarına sığınmış bulduk canımızı. Su olup aktık kendi yatağımızda. Fena mı oldu? Bu yolun sonu kaçınılmaz olarak deniz. Ölü de olsa fark etmez. Önemli olan “amaç”… -Türk Lirası çok uzun zamandır gereğinden fazla değerli. “Dalgalanan (floating) kur”. İşte suçlu o. Asmalı hemen! (Bu arada “dalgalı kur” tanımlamasından hiç hoşlanmadığımı belirtmeliyim. Hiç değilse “yüzen kur” deseler bari.) Kur'u astık diyelim. Sonra nasıl ayıklayacaksınız bu pirincin taşını muhterem efendiler? sarmallara direnen siz! sizi sizinle bıraktım beni kendimle bütün hikaye bu işte! Geçmişe firari olmadık ama geleceği kurmaktı görevimiz. Yaşamak kadar şarttı! Dokunulmadıkça, acıyla tanışılmıyor. Acıyı sevebilmek de bir ayrıcalık ve aynı zamanda eğitim meselesi. Bu ekolojik ve ekonomik sistemde “aşk”, şiirin dışında nerede duruyor peki? Resmin ana ögesi olmadığı kesin. Belki de fona sürgün edilmiştir. Bunca acı arasında şimdilik sadece lüks olduğu için... Sonraya da vakit kalmaz zaten. Ömür böylece tükenir gider. Hepinize geçmiş olsun! Amaaaa, aşk var ve orada, dekorun bir parçası olan pencere pervazına tutunmuş hınzırca gülüyor. Replikler bazen acıklı, bazen komik, bazen sıra dışı da olsalar aşkı terennüm ediyorlar. Vurdumduymazların umurunda mı peki? Önce kazanmak ve aşkı kazancın bir parçası gibi görüp “bonus” olarak istiyorlar. Emeksiz alınan bir hediye puanı işte. Aşk da insan gibi, para gibi bu denli ucuzlamış demek ki! Ucuz şiir gibi aynen. Manzarayı sevmedim. İzninizle ben inzivama döneyim… -Kur dengelerine bakınca mideme kramplar giriyor. İthalatçı için kısa vadede sorun yok. Açık sonradan vuracak. Borçlanma maliyetleri düşüyor ancak dövize endeksli inşaat ve turizm sektörlerinde gün batmakta, haberiniz olsun. İhracatçı ise yokuş aşağı frensiz iniyor. Yürek Selanik! Şeytanla dansa devam ey millet! Güz durgunluğu ve kış ölümlerinde ayakta kalabilmenin bildiğim tek yolu başkaldırarak tutunmaktı. Gücünü kendi köklerinden alan ve metabolizma hızını asgariye düşürüp yaşamını sürdüren Masai Mara örneğini pek severim. Acımasız avcıların yasaklandığı bir doğa ülkesinde yağmurları beklerken minimumda yaşamak; ama yaşamak. Çünkü canlı, yaşamak için var. Oyunun ön koşulu, yaşamak! Kuru gürültüsüz büyümek ve büyürken yaşamak bir tür başkaldırıdır. Ölüme karşı! sarmallara direnen sizi sizinle bırakıyorum çoğalmanın sırrına doğru akıyorum… Anladıysanız eğer, anlamı var demektir. Anlamadıysanız, unutun gitsin! (03 Ekim 2003) - 'Deliler(!) İçin Denemeler' dosyasından... Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#3 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Biraz Sen Biraz Ben Yürek Yüreğe
uçan kuşun teleğinde fırtınada pusulasız her teknede biraz sen vardın biraz ben limanlardan toplardık kaybolmuşluğu aşınmamış heveslerdi suda taze nefeslerimiz yareler kusardı boynu kıldan ince küskün koylar suyun tenine dağlanırdı izlerimiz gurbete yadigar verirken ömrü rotayı yitirmiş kuş sürülerine benzerdik biz mükerrer mevsimlerin boynu bükük esmerliğinde siyah-beyaz bütün karelerinde eski resimlerin biraz sen vardın biraz ben gittiğimiz yolların yoktu dönüşü onlara öksüzdük biz hangi tutuklu kentin hangi kayıp surlarına gitti gençliğimiz? sıkıca sarıl şimdi güz sarmaşığım sözümü tutacağım ben! sımsıkı dolanacağım sana biraz sen biraz ben yürek yüreğe el ele zamanın önüne geçmeliyiz yeter ki unutulmasın yaşananlar yeter ki yasaklı kalsın sevdaya acılar! ... (5 Şubat 2004) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#4 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Bizans Oyunları
elinden tutuyorum acıyı bir çocuk gibi bir ucundan ötekine parkta dolaşıyoruz bir oyuncak veriyorum hediye bin ışık yakıyorum bebek gözlerine önce maviye boyayıp evreni zihnime nakşediyorun sonra rüzgar çanları asıyoruz göğe masallar dinliyoruz ilahi komediden çocuk mu gezdiriyorum, ben mi geziyorum bilmiyorum acı eskitiyorum! eşim dostum arkadaşım “bilge” soruyor: 'görüyor musun? ' 'şahin gözlerim görüyor, meraklanma' bizans oyunları izliyorum ama ne oyunlar bizans halt etmiş yanında! durduk yerde acı eskitmenin alemi var mı şimdi başka türlü dayanılmıyor manzaraya ey çocuk! tut elimden dolaşmaya gidiyoruz acı eskiteceğiz eskitebildiğimiz ölçüde başka türlü katlanılmıyor dünyaya başka türlü kaldırmıyor midem bu kahpeliği tuzaklar kuruluyor şahin gözlerime dayanamıyorum, acı eskitmeliyim acele! 21 Temmuz 2003) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#5 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Borç*
pıtraklar doğurduğun dal uçlarında kılıca tahvil edilecek matem sonsuzun çavlanına karışacak gecesi hüznün tuza gelecek sinsi yumuşakça tersyüz edeceksin bir gün uçurumu kan izlerini geçmiş pençelerin gömülecek o gün ölülerimiz savrulacak küller taze bir yolculuğa nedendir celladın ipinde bunca yağ bunca sıyga neden hayata eksik düşüyorsa son arzu unutma yüklüdür yağmur zemheri giydirme bir daha buluta bitmemiş vaadi var suyun ödenmemiş bir borç bir sen bir ben bir de aşka! … ….. (*) Ağustos sıcağında üşüyenlere, Word’de unutulmuş dizeler…. (24 Ağustos 2004) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#6 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Boş Odalarınız Ve Siz!
boş odalarınız vardı sizin bomboş odalar başkalarına size doluydu onlar kendinize özel yalnızca kim bilir neler biriktirdiniz nasıl döşendiler kimler misafirdiler kuytu bölmelerinden fışkırarak beyninizin duygu hamaklarından ağan cennetinizdi onlar tutkular koymuştunuz içine hayaller ve yakıcı arzular özel konuklarınız oldu mutlaka gönlünüzce sere serpe sevdiniz okşadınız mesela durdurulmuş saatlerinde gecenin aşkın destanını yazarken siz onlar size ait oldular! kırıldığınız bir gündü anımsayın başınız dertteydi yine aşkla eskimeyen bir fotoğrafla hayalinizde oraya kapanmıştınız da isyana boyamıştınız duvarları kan akmıştı düşlerinizden bir başka gündü çok sevmiştiniz birini böylesi sevilmemiştiniz hiç haykırıyordu yüreğiniz sevdanız ağlıyordu arzudan acıyordu bedeniniz boş odaları kucaklıyordu teniniz kimleri almış olursanız olun odalarınıza hasreti sulayan göz yaşları tutkulu nefesiniz yüksek voltajlı koşumsuz istekler ve yasak sevişmeleriniz kadar gerçekti onlar! artık sizindiler onlar sizin oldular! (06 Ekim 2003) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#7 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Boşluğun da Bir Anlamı Var! ...(Düz Yazı)
Gençlik yıllarımda bana matematik dersleri veren bir hocam*dan söz etmek istiyorum size. İçine, onlarca defter doldurduğu büyücek bir çantayla gelirdi eve. İki veya üç soruyu açıklayarak çözümledikten sonra defteri bir kenara koyar ve bir yenisini kullanmaya başlardı. Ders sonunda bana bıraktığı defter sayısı genellikle 6-7’yi bulurdu. Bir gün dayanamayıp bunun bir israf olduğunu belirttim ve ondan şöyle bir yanıt aldım; “Yazdığım sayfalar benim neler yaptığımı gösteriyor. Boş sayfalar ise, senin neler yapabileceğini…Devamını sen doldurmalısın! ” Böylece boş sayfaların bir amacı olduğunu öğrenmiştim. Zamanla, geride kalan sayfaları doldurmaya çalışır ve enerjimi tüketirken, aslında dolanın ben olduğumu fark etmeye de başladım. Demek ki, boş bırakılan bir alan anlamlı olabiliyordu. Sonuçta o sayfalarda çözümlenenler alışılagelmiş, sıradan matematik problemleriydi ama ben, matematiğin evreni tümüyle kucaklayan soyut bir düzen, bir ahenk, bir armoni ve dolayısıyla müziğin kendisi olduğunu kavramıştım. O günlerden sonra, dinlediğim her müzik eserinde matematiksel bir yapı ve kurgu arayarak matematik ve müziği beynimde birleştirir hale geldim. Matematik, içimle adeta bütünleşmiş ve ruhumda yepyeni melodiler oluşturmuştu. Yıllar sonra çağdaş eserlerin sergilendiği bir müzede, Miro’nun bir tablosu çıktı karşıma. Miro, tuvalin bir köşesine küçük bir figür kondurmuş ve geride kalan kısmı tek renge boyayarak resmi neredeyse boş bırakmıştı. Tablonun önünde oldukça uzun süre çakılıp kaldığımı hatırlıyorum. Gözlerimi dikerek baktığım nesnede sadece boşluk yoktu. Orada aynı zamanda matematik öğretmenimin bıraktığı kareli defterleri görüyordum. Miro, sanki geçmişi yineliyor ve “Bu boşluğa iyi bak! Yapabileceklerin burada gizli…” diyordu. Miro – matematik - kareli defterler ve duvardaki tablo birbirine karışarak içselleşiyor ve yine aynı müziği duyuyordum. Şöyle bir şarkı söylüyordu; “Boşluğun da bir anlamı var! ” Demek ki bizi besleyen ve güçlü kılan şey, boşlukları doldurmak için yaratılan tinsel müzikti. Sonra da bizden dışarıya yansıyan… O halde üretim; özellikle de sanatsal üretim, tek başına pek bir şey ifade etmiyordu. Üretilen eser, içeride bestelenen müziği dışa vuruyor ve taze yansımalara veya suda yeni halkalar doğmasına neden olabiliyorsa eğer, bu sürecin sonunda “boşluk” yepyeni bir anlam kazanıyordu. Yaratıcılık da buydu işte! Bir defasında, bir şiirimde “şair, kainatı büyütürken “ demiştim. Oysa eksik bir ifadeydi bu. “İnsan, kainatı büyütürken” demem gerekirdi. Asıl olan, üreterek boşluğu doldurmak; böylece yeni ve genişletici bir hareket başlatmaktı. Bu ise, bir anlamda hepimizin göreviydi. En azından daha yaşanası bir dünyada yola devam etmek için… Böylesi bir düşüncenin çekirdeği matematik ve onun beyinde yarattığı müzik bile olsa, dikkate alınmaya değerdi bence. Çünkü ışık tutarak yol gösteriyordu bize. Söyleyin şimdi bana; ruhumda besteler yaratarak, çoğalma ve çoğaltmaya yönelten bu bilim dalı; yani “matematik” sevilmez mi hiç? Ben bir 'matematik aşığı'yım! …………….. (*) Mahir Hocama saygılarımla….. (16 Ekim 2003) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından. Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#8 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Bozkırda Kan
bozkırda daldık uykuya kurudu çeşmeler bir bir hükümsüz artık gül mağdur aşkın ellerinde ne yazık düşürüldüğü yerde aşılasan gülleri ne fayda! eksen nadide fidanlar dökme su kar etmez bitanem çatlamaz bozkırda tohum gövermez diz boyu ekilende bile kendini delerse insan çarmıhta kanar gülistan hazin bir vedadır gül bozkırda kan var şimdi kanlı bir aşkın ellerinde (16 Temmuz 2003) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#9 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
BU BiR TECAVÜZDÜR! ...BU BiR TECAVÜZDÜR! ...BU BiR TECAVÜZDÜR! ! ! ...(Düz Yazı! ...)
Canımla uğraşırken ve ailemde şu sıra hayati sorunları olan dört kişinin canı ve dertleri ile uğraşırken bile suskun kalamayacağımı anladım! ... Bir web sitesinin reklamlarla ayakta durduğunu ve hayatiyetini sürdürmek zorunda olduğunu sanırım hepimiz biliyor ve kabul ediyoruz. Ancak, bu web sitesi öncelikle bir san’at sitesi olduğunu iddia ediyorsa eğer, her şeyden önce san’ata karşı saygılı olmayı da bilmelidir! ...Üstelik burası okul gibi bir site. Ben dahil pek çok kişinin, şiiri ciddiye alarak yazmaya başladığı ve bir anlamda kendini geliştirdiği bir yer. Gençlere örnek teşkil edecek ve ilkeleri olması gereken sanal bir ortamdan söz ediyorum. Antoloji.com yöneticileri, sizlere sesleniyorum! ... X Hanım, Y Hanım, Z Bey adlarınızı vermeme gerek yok. Sizler kendinizi bilirsiniz. Yöneticimiz rahatsızlığımızın farkında değil mi? Değilse bile Sayın Editörler, sizler neden uyarmıyorsunuz? ... Sayfalarımız işgal edilirken, san’at adeta tecavüze uğruyor. Şiirlerimiz, maç nakli sırasında önemli bir gol pozisyonunda aniden giren anlamsız ve dikkat dağıtıcı reklam bantlarını andırır bir biçimde reklam istilası altındadır. “Güzel bayan” mış! ! ! ...Utanç duydum! .. Aynen şöyle diyordu; 'Güzel Bayan, Her türlü ilişki için doğru adres. Aradığını bul, bulamadığını ara! ..' Yok yaaa! ...Soruyorum size, gönül postası mı burası? Dünyanın neresinde, hangi heykelin, hangi tablonun üstünde veya altında, hangi kitabın “chapter” aralarında reklam yer alır, söyler misiniz? Özellikle de böylesi? Daha da önemlisi, san’atçıya böylesi bir saygısızlık nerede yapılır? Neden yapıldığı ise belli. Para. Bu konudaki haklılığınıza bir diyeceğim yok ama site içindeki diğer boşlukların ve de edeplice kullanılması kaydıyla! … Artık şiir ve yazı yüklemek istemiyorum. İçimden gelmiyor. Sayfamdaki kirlilik beni had derecede rahatsız ediyor. Bir süre protestoları izleyip susmayı tercih ettim. Bir yararı olur mu bilmem ama ben de kendi hassasiyetimi bu biçimde dile getirmeyi uygun gördüm. Yazı ve şiirlerimi; beynimin, ruhumun ve kalemimim emeğini gönül ferahlığı ile asacağım; tecavüze uğramamış tertemiz bir sayfa istiyorum sizlerden! ! ! ... Saygılarımla. Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
|
|
#10 |
|
Aşmış Üye
![]() Üyelik Tarihi: Aug 2007
Konum: İstanbul
Mesajlar: 281,268
Teşekkür Etme: 98 Thanked 355 Times in 320 Posts
Üye No: 44033
İtibar Gücü: 57933
Rep Puanı : 34658
Rep Derecesi :
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() Cinsiyet : Erkek
|
Bu Çiğ Süt Emmişlik Yok Mu!
bu çiğ süt emmişlik yok mu, bu yalan dolan kesin öldürecek beni it eniği kadar olamadık gitti o yüzdendir çok sevişim itleri keşke köpek olaymışım ne olur rabbim bana bir söz ver öteki sefer dört ayaklı geleyim dünyaya bu kiracılık çok ağır bu yük çok fazla bir ite “can” demek nedir anlar mısınız üzülür küfreder kızar mısınız ya da kah bir sevgili kah ana rahminden kopan evlat kah bir dosttur “can” köpek yüreği berrak bir nehir en saf sudan ondan öğrendim kalp taşımayı ne ister bir köpek bilir misiniz: ölürken gözlerinin içine ruhunu akıttığı bir dost sıcak bir dokunuş, sevgi dolu bir ses küçük ödüller uğruna masumiyeti yitirmiş meymenetsiz heveslerden habersiz ebediyen paylaşılan son nefes hepsi bu işte! bu çiğ süt emmişlik var ya bu pislik en çabuk o öldürecek beni “en hızlı gidendi” yazacaklar cesedimin üstüne varsın içime kaynasın, içimde kanasın deli kanım hıyanetin her türüne aşinayım cerahate alışkındır damarlarım vefasızlık hoyratlık ikiyüzlülük ne dersen de, adını bir şeyler koy işte zayıfsın ey insandan doğma ve bencil alabildiğine var git yoluna, var git kendini eğle sol yanında bir köpek kalbi taşımıyorsan senin suçun ne! var git yoluna ey insan varıp gideyim yoluma... (9 Nisan 2004) Naime Erlaçin
__________________
Buraya Kadarmış ..
|
|
|
|
![]() ![]() |
| Konuyu Görüntüleyen Aktif Kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 misafir) | |
|
|