06-09-2009, 12:16 PM | #1 |
Geçerken Uğradım
Kayit Tarihi: Jun 2009
Nerden: Tinos, Ellinikh Dimokratia
Yaş: 35
Mesajlari: 65
Teşekkür Etme: 0 Thanked 1 Times in 1 Post
Üye No: 83585
Rep Power: 1150
Rep Puanı : 885
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Bayan
|
7-Gunahin Sonuclari
Günahın ne olduğunu inceledik; tüm insanlara bulaştığını gördük. Pek hoşumuza
gitmeyen bu konuyu bırakıp hemen İsa Mesih'teki kurtuluş müjdesine geçmek isterdik. Oysa daha buna hazır değiliz. Tanrı'nın bize sunduğu kurtuluş armağanının değerini kavrayabilmemiz için, önce günahın yarattığı kötü sonuçları görmeliyiz. Acaba günah gerçekten o kadar büyük bir sorun mudur? Bu soruya yanıt verebilmek için günahın bizler, soydaşlarımız ve Tanrı'nın üzerindeki etkilerini inceleyelim. Tanrı'yla İnsan Arasındaki İlişkilerin Kopması Şimdilik önemini kavrayamasak bile, günahın en korkunç sonucu Tanrı ile olan ilişkilerimizin kopmasıdır. İnsan, Tanrı'yı tanımak, O'nunla kişisel düzeyde ilişkide bulunmak üzere yaratılmıştır. İnsan olarak soyluluk iddia edebileceğimiz tek nokta, "Tanrı'nın benzeyişinde" yaratılmış olmamızdır. Bu yüzden O'nu kişisel olarak tanıyabilir, ruhsal bir paylaşımda bulunabiliriz. Ne var ki, Kendisini tanımak üzere yaratıldığımız bu Tanrı, kutsal bir Varlıktır. Doğrulukta eksiği, kusuru yoktur. Kutsal Kitap, bu gerçeğin üzerinde önemle durmaktadır. "Yüce ve görkemli Olan, sonsuzlukta yaşayan, adı Kutsal Olan diyor ki, 'Yüksek ve kutsal yerde yaşadığım halde, alçakgönüllülerle, ezilenlerle birlikteyim'" (Yeşaya 57:15). "Kralların Kralı, Rablerin Rabbi,... yaklaşılmaz ışıkta yaşıyor" (l.Timoteos 6:15, 16). "Tanrı ışıktır, O'nda hiç karanlık yoktur. O'nunla paydaşlığımız var deyip de karanlıkta yürürsek, yalan söylemiş, gerçeğe uymamış oluruz" (l.Yuhanna 1:5, 6). "Tanrımız yakıp tüketen bir ateştir" (İbraniler 12:29). "Her şeyi yiyip bitiren ateşin yanında hangimiz oturabilir? Sonsuza dek sönmeyecek alevin yanında hangimiz yaşayabilir?" (Yeşaya 33:14). "Kötüye bakamayacak kadar saftır gözlerin. Haksızlığı hoş göremezsin" (Habakkuk 1:13) Kutsal Kitap'ta, Tanrı'nın yüceliğini kendi gözleriyle gören birkaç kişinin öyküsü anlatılmaktadır. Bunların hepsi de, kendi günahlılıklarının bilinci altında ezildiler. Tanrı'yı yanan, ama tükenmeyen çalıda gören Musa, "Yüzünü kapadı, çünkü Tanrı'ya bakmaya korkuyordu" (Mısır'dan Çıkış 3:1-6). Eyüp, "kasırganın içinde" Tanrı'nın sesini işitti, her şeyden üstün olan görkemini gördü. Bunun üzerine şöyle bir itirafta bulundu: "Kulaktan duymaydı bildiklerim senin hakkında, şimdiyse gözlerimle gördüm seni. Bu yüzden kendimi hor görüyor, toz ve kül içinde tövbe ediyorum" (Eyüp 42:5, 6). Peygamberlik görevine yeni başlayan Yeşaya, Tanrı'yı "yüce ve yüksek bir taht üzerinde oturmakta" gördü. Tahtın çevresinde, Tanrı'nın kutsallığını ve yüceliğini öven, O'na tapınan melekler bulunuyordu. Bu görkemli görünüm karşısında Yeşaya, kendi acıklı durumunu olanca açıklığıyla gördü. "Vay başıma! Mahvoldum, çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral'ı, Her Şeye Egemen RAB'bi gözlerimle gördüm" dedi (Yeşaya 6:5). Peygamber Hezekiel ise, garip bir görümde, kanatlı yaratıklarla iç içe dönen tekerleklerin üzerinde yine bir taht gördü. Tahtın üzerinde, çevresi ateşle ve gökkuşağının parıltısıyla sarılan, "insana benzer biri" oturuyordu. Hezekiel bu kişinin, "RAB'bin yüceliğinin benzeyişinde" olduğunu yazıyor, "Ve gördüğüm zaman yüzüstü düştüm" diyor (Hezekiel 1:26-28). Mesih İnanlıları'na ateş püskürerek Şam'a doğru yol almakta olan Pavlus, birdenbire gökte, güneşten daha parlak bir ışığın parıltısını görünce yere yıkıldı ve gözleri görmez oldu. Bundan sonra, ölümden dirilmiş, Mesih'i gördüğünü bildiren Pavlus, "O bana da göründü" diye belirtiyor (Elçilerin İşleri 9:1-9; l.Korintliler 15:8). Patmos adasına sürülmüş, yaşlı Yuhanna, ölümden dirilmiş ve yüceliğine kavuşmuş olan İsa'yı nasıl gördüğünü ayrıntılarıyla anlatıyor. "Gözleri ise alev alev yanan bir ateşti sanki... Yüzü, tüm gücüyle parlayan güneş gibiydi. O'nu gördüğüm zaman, ayaklarının dibine ölü gibi yığıldım" diye yazıyor (Vahiy 1:9-17). Tanrı'nın tanımlanamaz görkemini örten perdeyi bir an için çekebilsek, biz de bu görüme dayanamayız. Şimdiki durumumuzda, Yüce Tanrı'nın göz kamaştırıcı yüceliğini ancak bulanık bir şekilde algılamaktayız. Bununla birlikte, günahlarının pisliği içinde olan insanın hiçbir zaman bu kutsal Tanrıya yaklaşamayacağını biliyoruz. Kutsal olan Tanrı ile aramızda uçurum bulunmaktadır. "Doğrulukla fesadın ne ortaklığı, ışıkla karanlığın ne beraberliği olabilir?" (2.Korintliler 6:14). Günahın insanları Tanrı'dan ayırdığı gerçeği, Eski Antlaşmada. Buluşma Cadırı'nın ve tapınağın yapımında somut bir biçimde simgelenmekteydi. Bu yapıların her ikisi de iki bölümden oluşuyordu. Önde yer alan ve öbüründen büyük olan bölmeye "Kutsal Yer" denilmekteydi. Onun arkasında, daha küçük olan "En Kutsal Yer" bulunuyordu. Bu iç odayı, Tanrı huzurunun gözle görülür belirtisi olan bir yücelik dolduruyordu. İki odanın arasında ise En Kutsal Yer'e girişi engelleyen kalın bir perde asılı duruyordu. Yahudiler'in en büyük din önderi olan Başkâhin dışında herhangi bir kişinin Tanrı'nın katına girmesi kesinlikle yasaktı. Başkâhin bile, yalnız yılda bir kez Günahları Bağışlatma Günü'nde (Kefaret Günü'nde), o zaman da beraberinde günahlar için kesilen kurbanın kanını götürmek koşuluyla En Kutsal Yer'e girebilmekteydi. Eski zamanlarda böylece gözle görülür biçimde canlandırılan gerçek, Kutsal Kitap'ın her yerinde açıkça öğretilmektedir. Günahın ka çınılmaz sonucu, insanın Tanrı'dan ayrılmasıdır. Bu ayrılık ise ölüm demektir. Ruhsal anlamda ölüm; kişinin, gerçek yaşamının tek kaynağı olan Tanrı ile ilişkilerinin tümüyle koparılması demektir. "Günahın ücreti ölümdür" (Romalılar 6:23). Bundan başka, bu dünyada O'nun aracılığıyla sonsuz yaşamı elde edebileceğimiz İsa Mesih'i bile bile reddedersek, öbür dünyada sonsuz ölümle cezalandırılacağız. Cehennem korkunç bir gerçektir; kimse seni aldatmasın. İsa cehennemin varlığından söz etti ve cehennemi "karanlık" şeklinde tanımladı (Matta 25:30); çünkü Işık olan Tanrı'dan sonsuz ayrılıktır. İncil'de cehennem için "ikinci ölüm" ve "ateş gölü" gibi deyimler de kullanılmaktadır. Bu sözler, Tanrı katında sürgün edilen kişinin sonsuz yaşamı kaçırmasını ve ruhunun duyacağı korkunç susuzluğu dile getirmektedir (Matta 25:30; Vahiy20:14,15; Luka 16:19-31). Tanrı ile insan arasındaki ilişkinin günahın sonucu olarak bozulduğu gerçeği, Kutsal Kitap'ta öğretildiği gibi, insanlık deneyinde de doğrulanmaktadır. Çocukken dualarımla Tanrı'ya yaklaşmaya çalıştığım zaman uğradığım şaşkınlığı anımsıyorum. Tanrı'nın neden sanki bulutların arkasında saklandığını, O'na neden bir türlü yaklaşamadığımı anlayamıyordum. Tanrı benim için çok uzakta duran, erişilmez bir sırdı. Şimdi bunun nedenini anlıyorum. Sorumun yanıtını peygamber Yeşaya vermiştir: "Bakın, RAB'bin eli kurtaramayacak kadar kısa, kulağı duyamayacak kadar sağır değildir. Ama suçlarınız sizi Tanrınız'dan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü O'nun yüzünü göremez, sesinizi işittiremez oldunuz." (Yeşaya 59:1, 2). Peygamber Yeremya'nın dediği gibi bizim de, "bulutla örtündün, dua ondan geçmiyor" diyeceğimiz geliyor (Ağıtlar 3:44). Ne var ki bulutun sorumlusu Tanrı değil, biziz. O bulutu bizim suçlarımız oluşturdu. Bulutlar güneşi nasıl örtüyorsa, bizim günahlarımız da Tanrı'yı bizden gizliyor. Aynı durumla karşılaşan daha nice kişi tanıyorum. Kişi, bazı özel anlarda, tehlikeli veya sevinçli bir durumda, ya da hayranlık verici bir görünümün karşısında, Tanrı'nın yakın olduğunu hisseder. Oysa çoğu zaman, açıklayamadığı bir nedenle de Tann'nın çok uzakta olduğunu, kendisinin de yalnız bırakıldığını hisseder. Bu yalnız bir duygu değil, aynı zamanda bir gerçektir. Suçlarımız bağışlanmadıkça bizler Tanrı katından sürgünüz ve gerçek yuvamızdan çok uzaktayız. Tanrı ile bağlantımız kopuktur. Kutsal Kitap'a göre, Tanrı'ya karşı işlediğimiz suçlar sonucunda kaybolmuş ve ölüyüz. Bugün insanlarda görülen duyumsuzluk, boşluk, rahat edememe belirtileri bundan ileri geliyor, insanın iç benliğinde, yalnız Tanrı'nın doyurabileceği bir açlık, yalnız Tanrı'nın doldurabileceği bir boşluk vardır. İnsanın gazetelerde heyecan verici haberleri arayıp durması, sinemalarda abartmalı aşk ve şiddet konularının peşinde koşması, uyuşturucular kullanması, seks tutkusuyla yanması... işte, bütün bunlar, doyum arayan insanın içinde duyduğu duyumsuzluğun birer belirtisidir. Tanrı ile bağlantısı kopan insan, O'na karşı derin bir susuzluk duymaktadır. Eski çağların Tanrı adamı Augustin'in İtiraflar adlı kitabında geçen şu sözler doğruluğunu yitirmemiştir: "Sen bizi Kendin için yarattın, Sende rahat bulmadıkça yüreğimiz rahat edemez." İnsanın durumu, sözle anlatılmayacak derecede acıklıdır. İnsan, Tanrı'nın kendisi İçin amaçladığı mutlu yaşama kavuşamamaktadır. İç Benliğin Köleliği Günah yalnızca ayrılık yaratmakla kalmıyor, köleliği de beraberinde getiriyor. Kişiyi Tanrı'dan uzaklaştırdığı gibi, onu tutsak da alıyor. Şimdi günahın kişinin iç benliğinde yarattığı bozukluk üzerinde durmamız gerekiyor. Günah, talihsiz bir davranış ya da alışkanlıktan çok daha ciddi bir durumdur: Kişinin iç benliğinde, kökü derinlere uzanan bir çürümedir. Nitekim işlediğimiz günahlar, içte görülmeyen bu hastalığın dışa vurması, gözle görülür bir şekilde su yüzüne çıkmasıdır. İsa Mesih, günahın özünü açıklamak için ağaçla meyve benzetmesini kullandı. Ağacın verdiği meyvenin, iyi ya da kötü olması, ağacın türüne ve durumuna bağlıdır. İyi ağaçtan iyi meyve çıkar; kötü, hastalığa tutulmuş ağaçtan bozuk meyve çıkar. Aynı şekilde, "ağız yürekten taşanı söyler" (Matta 12:34). Bu konuda İsa Mesih'in öğrettikleri, çağdaş birçok toplumbilimcinin ve devrimcinin ideolojilerine ters geliyor. Şüphesiz hepimiz, içinde bulunduğumuz ortamdan, gördüğümüz eğitimden, çevremizde hüküm süren siyasal ve ekonomik düzenden iyi ya da kötü etkileniyoruz. Hiç kuşkusuz biz Mesih İnanlıları da tüm insanlara adalet, özgürlük ve rahat bir yaşam sürdürme hakkını sağlamak için uğraş vermeliyiz. Oysa İsa, toplumda görülen bozuklukları bu dış etkenlere bağlamadı. Toplumdaki kötülüklerin, insanın öz doğasından, iç benliğinden ileri geldiğini belirtti. "Kötü düşünceler, fuhuş, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık içten, insanın yüreğinden kaynaklanır. Bu kötülüklerin hepsi içten kaynaklanır ve insanı kirletir" (Markos 7:21-23). Bu gerçek, Eski Antlaşma'da açıkça belirtilmişti. Peygamber Yeremya'nın da yazmış olduğu gibi, "Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez; onu kim anlayabilir?" (Yeremya 17:9). Kutsal Kitap'ın her yerinde, insan doğasının bulaşıcı bir hastalığa tutulduğu öğretilmektedir. İçimizde, doğuştan gelen bir bencillik tutkusu, kötülüğe bir eğilim vardır. İnsan doğasının kökeninde yatan bu bozukluk, birçok çirkin yoldan kendini dışa vurur. Bunlara "bedenin işleri" diyen Pavlus şöyle bir liste çıkarıyor: "Benliğin işleri bellidir. Bunlar fuhuş, pislik, sefahat, putperestlik, büyücülük, düşmanlık, çekişme, kıskançlık, öfke, bencil tutkular, ayrılıklar, bölünmeler, çekememezlik, sarhoşluk, çılgın eğlenceler ve benzeri şeylerdir" (Galatyalılar 5:19-21). Günah, insan doğasının bir iç bozukluğu niteliğinde olduğu için, biz kölelik içindeyiz. Belirli bazı tutkular ya da alışkanlıklar bizi dışarıdan bağlıyor; ama bunların kaynaklandığı kötülük iltihabı da içimizde dolaşıyor. İncil'in birçok yerinde insanlar için "köle" sözcüğü kullanılmaktadır. Bu deyime belki alınıyoruz, ama bu gerçektir. İsa ile konuşan bazı din adamları, O'nun şu sözlerine gücendiler: "'Eğer benim sözüme bağlı kalırsanız, gerçekten öğrencilerim olursunuz. Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak.' 'Biz İbrahim'in soyundanız' diye karşılık verdiler, 'Hiçbir zaman hiç kimseye kölelik etmedik. Nasıl oluyor da sen, Özgür olacaksınız diyorsun?' İsa, 'Size doğrusunu söyleyeyim, günah işleyen herkes günahın kölesidir' dedi" (Yuhanna 8:31-34). Pavlus da, mektuplarının birçoğunda, günahın getirdiği utanç verici köleliğe değinmektedir: "Eskiden günahın köleleriydiniz" (Romalılar 6:17). "Bir zamanlar hepimiz böyle insanların arasında, benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek benliğimizin tutkularına göre yaşıyorduk" (Efesliler 2:3). "Bir zamanlar biz de anlayışsız, söz dinlemez, kolay aldanan, türlü arzulara ve zevklere köle olan, kötülük ve kıskançlık içinde yaşayan, nefret edilen ve birbirimizden nefret eden kişilerdik" (Titus 3:3). Kendimizi denetlemekte ne kadar başarısız olduğumuzu göstermek için Yakup, dilimizi örnek veriyor. Canlı benzetmelerle dolu bir bölümde Yakup, "Sözleriyle hiç hata işlemeyen kişinin, bütün bedenini dizginleyebilen mükemmel bir insan" olduğunu yazıyor. "Dil, bedenin küçük bir üyesidir, ama büyük işlerle övünür" diyor. Onun etkisi yangın gibi yayılır. İnsan her çeşit hayvanı evcilleştirebiliyorsa da, "dili hiçbir insan denetim altına alamıyor" (Yakup 3:1-12). Bir gerçeği gayet iyi biliyoruz. İdeallerimiz yüksek, uygulama gücümüz ise çok zayıftır. İyi bir yaşam sürdürmek istiyoruz, ama bencilliğimizin zincirleriyle bağlanmış tutuklularız. Özgürlüğümüzle ne kadar övünürsek övünelim, gerçekte günahın birer kölesiyiz. Zayıflığımızı, suçluluğumuzu görerek Tanrı'nın önüne göz yaşlarıyla gelmeliyiz. Tanrı'nın bize yasalar vermesi, kurallar sıralaması yetmiyor; bunlara nasıl olsa uyamıyoruz. Tanrı bin kez "yapmayacaksın" desin, yine yapıyoruz. Dünyanın sonuna kadar da yapmadan edemeyeceğiz. Güzel bir öğüt, iyi bir eğitim sorunumuza çözüm getirmeyecektir; bir Kurtancıya ihtiyacımız var. Yürekte köklü bir değişim olmadıkça, düşüncelerin eğitilmesi eksik kalır. İnsan, nükleer gücün sırrını bulmuştur; şimdi ise ruhsal güce gereksinimi vardır. Öyle bir güç olmalı ki, onu kendi düşkün benliğinden özgür kılsın, ona kendini denetim altında tutma gücünü versin, ona bilimsel ilerlemelerinin düzeyinde yenilenmiş bir iç karakter sağlasın. İnsanlar Arasında Çekişmeler Günahın korkunç sonuçlarını sıralayan araştırmamız daha tamamlanmadı. Şimdi günahın, insanlar arasındaki ilişkiler üzerindeki etkilerini incelememiz gerekiyor. Günahın, insan doğasının derinliklerinden kaynaklanan bir hastalık olduğunu gördük. Kişiliğimizin kökeninde günah vardır ve benliğimiz üzerinde hüküm sürmektedir. İşlediğimiz her günah, benliğimizin kendini ya Tanrı'ya ya da başka bir insana karşı öne sürmesidir. Musa'nın aracılığıyla verilen On Buyruk, her ne kadar birtakım yasaklar halinde sıralanmışsa da, Tanrı'ya ve başkalarına karşı görevlerimizi belirlemektedir. Tevrat'tan iki sözü birleştiren İsa ise, Kutsal Yasa'nın olumlu yönden özetini çıkararak Tanrı'nın isteğini daha da belirgin bir duruma sokmuştur: "' Tanrın Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin.' İşte ilk ve en önemli buyruk budur. İlkine benzeyen ikinci buyruk da şudur: 'Komşunu kendin gibi seveceksin. 'Kutsal Yasa'nın tümü ve peygam berlerin sözleri bu iki buyruğa dayanır" (Matta 22:37-40; Levililer 19:18; Yasa'nın Tekrarı 6:5). Şunu önemle belirtelim ki, temel buyruklardan birincisi, kişinin komşusuna karşı değil, Tanrı'ya karşı göreviyle ilgilidir. Her şeyden önce Tanrı'yı sevmemiz gerek; ondan sonra komşumuzu kendimiz gibi sevmeliyiz. İşte Tanrı'nın öngördüğü düzen: Önce Tanrı'yı, sonra öbür insanları, en son olarak da kendimizi düşüneceğiz. Günah ise, bu düzenin tam tersi oluyor. Kendimizi ön plana koyuyoruz, sonra komşumuz geliyor, Tanrı'yı ise gerilerde bir sıraya yerleştiriyoruz. Kendi yaşam öyküsünü kaleme alıp Sevgili Ben başlığını koyan kişi, aslında hepimizin düşüncesini dile getirmiş oluyor. İnsanın içindeki günahlı tabiatı tanımlayan bir yazarın şu sözleri gerçeği güzel bir şekilde açıklıyor: "Algıladığım dünyanın merkezinde ben duruyorum. Ufuk, benim durduğum noktaya bağlıdır... Eğitim, ufkumu genişletmekle belki öz benciliğimi daha az yıkıcı bir duruma getirebilir. Şöyle ki, bir kuleye çıkmaya benziyor. Ufkumu genişleterek daha çok görebilirim; ama merkezde yine ben duruyorum, değerlendirme noktası yine benim."1 Bu temel bencillik tüm davranışlarımızı etkilemektedir. Başka kişilerle kolay kolay geçinemiyoruz. Başkalarını ya hor görür, ya da kıskanırız. Kendimizi başkalarına göre değerlendirerek ya üstünlük ya da aşağılık kompleksine kapılırız. Kendimiz hakkında tarafsız, ölçülü bir değerlendirme yapamıyoruz. İsteklerimiz, duygularımız hep içe dönük olarak kalıyor. İster ana-baba ile çocuklar, ister karı ile koca, ister işverenle işçi arasındaki ilişkiler olsun, herkesin ilişkileri karmaşıktır. Bu karşılıklı ilişkilerin hepsinde kendi çıkarımızı aramak eğilimindeyiz. Karı-koca arasında çıkan anlaşmazlıklarda kişi, bu suçu eşinde değil de kendinde arayabilecek kadar alçakgönüllülükle davranabilse, yüzlerce boşanma olayı önlenebilirdi. Evliliklerini tehlikede gören çiftler benden öğüt almak için sık sık geliyorlar. Çoğu zaman eşlerin anlattığı öyküler birbirini hiç tutmuyor! Öyle ki, durumu az çok anlamasam, aynı evlilikten söz ettikleri hiç anlaşılmaz. Çoğu kavgalar, basit anlaşmazlıklar yüzünden çıkmaktadır. Anlaşmazlık ise kişinin, karşısındakinin görüş açısına saygı göstermemesindendir. Bizim için, konuşmak dinlemekten, kavga çıkarmak ise uzlaşmaktan daha kolay oluyor. Bu ilke, aile içindeki kavgalarda olduğu kadar, işveren-işçi çekişmelerinde de geçerlidir. Taraflardan her ikisi de öncelikle kendi kendini eleştirse, ondan sonra da karşı tarafın istekleri için hoşgörüyle, iyi niyetle bir değerlendirme yapsa, nice çatışma kolaylıkla çözümlenebilirdi. Oysa biz tam tersini yapıyoruz; kendimizi her zaman hoş görüyor, karşı tarafı ise eleştiriyoruz. Uluslararası ilişkiler bundan çok daha karmaşık bir durumda olduğu halde, aynı ilke bu yönde de geçerliliğini korumaktadır. Dünyamızdaki gerginlikler çoğunlukla korkudan ve düşüncesizlikten kaynaklanıyor. Görüşümüz hep tek taraflıdır. Kendi iyiliğimizi, öbürünün ise kötülüğünü abartıyoruz. Toplumdaki ilişkilerin ne denli bozuk olduğunu anlatmak kolay. Bunların üzerinde durmamızın amacı, tüm sorunlarımızın kökünün günahlarımızda ve bencilliğimizde bulunduğunu göstermektir. Bu bencillik, bizi birbirimizle çekişmeye, çatışmaya götürüyor. Hep kendimizi öne sürme isteğinin yerine, fedakarlık yapmak, kendimizi başkaları için vermek, Kutsal Kitap'ta açıklanan gerçek sevgidir. Günah içe dönük, sevgi ise dışa dönüktür. Günah hep almak, ele geçirmek; sevgi ise vermek ister. İnsanın asıl gereksinimi, öz doğasında köklü bir değişimdir. Ne var ki insan bu büyük değişimi, kendi kendine başaramaz. Kendi kendini ameliyat edemez. Bir Kurtarıcıya ihtiyacı vardır. Günah konusunun üzerinde durmamızın bir tek amacı var. İsa Mesih'e olan ihtiyacımızı görmemiz, O'nun bize sunduğu kurtuluş armağanını almaya ve benimsemeye hazırlanmamız gerekir. İman, ihtiyaçtan doğar. Kendi kendimizden umut kesmedikçe, Mesih'e gerçek anlamda teslim olamayacağız. Nitekim İsa şöyle dedi. "Sağlıklı olanların değil, hastaların hekime ihtiyacı var. Ben doğru kişileri değil, günahkârları tövbeye çağırmaya geldim" (Luka 5:31, 32). Ancak hastalığımızın ağırlığını kavradıktan sonra, tedaviye gereksinmemizin ivediliğini anlayabiliriz. |
11-22-2009, 04:24 PM | #2 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1389
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Paylaşım için saol
|
Bu Konudaki Online üyeler: 1 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 1) | |
|
|