05-11-2007, 12:01 AM | #11 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
RAFAELLO (Raphaello Sansio)( Urbino, 1483 - Roma, 1520 )
Çocuk denecek yasta babasinin yanina cirak olarak verdigi Perugino'nun ogrencisiydi. Onunla calistigi yillar boyunca ustasini en ince ayrintisina kadar kopya ediyordu. Perugia'da San Francesco Kilisesindeki Meryem'in Goge Kabulu resmi buna bir ornektir. Uc guzeller, Chantilly; sovalyenin dusu, Londra gibi ilk yapitlarinda sarı tonlari, dingin kompozisyonlari ve ustasinin genis manzaralarinin benimsedi. Meryem'in evliligi adli eseriyle incelikli, olculu bir uyum ortaya koydu ve hocasini aştı. Daha sonra hocasinin sanat anlayisi disinda, ozellikle Floransa'da Leonardo ve Michelangelo gibi devlerin yasadigini farketti. Fransa'ya gidecegi sirada ressam dostu Pinturicchio, onu Siena'ya goturdu. Orada beraber ii. Pius Kutuphanesi' nin duvarlarina panolar yaptilar. 1504'de Floransa'ya geldi ve burada gecirdigi dort yil boyunca bir yandan Leonardo ve Michelangelo'nun calismalarini izlerken diger yandan antik sanatla ve ozellikle Masaccio'nun eserleriyle ilgilendi. Yapitlarindan Grandukun Madonnasi'nda (1504, Pitti Sarayi) ve Guzel Bahcivan'da (1507, Louvre) Leonardo'nun etkisi, Borgo yangini'ndaki (Raffaello'nun salonlari, Vatikan) ciplaklar ve dramatik harekette, Santa della Pace'deki Sibyllalar'da da Michelangelo'nun, Bolsena Ayini (Vatikan) ve Balikli Madonna (Prado) gibi yapitlarinda ise Vatikan Okulunun etkisi gorulur. Raffaello burada olgunlasti ve kisisel bir tarz kazandi. Basdondurucu basarilar elde etti ve kompozisyon bicimlerini zenginlestirmeye yoneldi. 1508'de Papa ii. Julius Raffaello'yu Roma'ya cagirdi ve dairesinin salonlarini suslemekle gorevlendirdi.(Raffaello Salonlari) 1509-1511 yillari arasinda gerceklestirilen imza Salonlari fresklerinde her sahne ozgun bir kompozisyon ortaya koymak icin firsat oldu. Bunlardan baslicalari Atina Okulu, Eliodoro' nun Salonu'nda Aziz Petrus' un kurtarilisi, Borgo Yangini salonundaki fresklerdir. Raffaello, sanatinin ozunu, dingin klasikciligini Madonna tablolarinda dile getirir. Foligno Madonnasi (1511-12, Vatikan), iskemleli Meryem (1514, Pitti), Aziz Sixtus Madonnasi (1513, Dresden) vb. Maddalena Doni (1506, Pitti), 'La Velata' (1516), Leo X ve iki kardinal (1518-19, Uffizi), Baldassare Castiglione (Louvre) gibi portre calismalarinda, renk ve degerlerin uyumlu kullanimiyla birlesmis, cok duyarli bir ruh sezgisi bulundugunu gosterir. Son yapiti Gorunme'de (1517-1520, Vatikan Muzesi) 25 figuruyle kompozisyon, perspektif ve isik arayislarinda vardigi noktayi ortaya koyar. Resim yapitlarinin yani sira mimarlik alaninda da onemli calismalar yapmistir. 1514'de San Pietro'nun mimari oldu. Loggia galerisini tamamladi. 1512'de arazi plan uzerine S. Eligio degli Orefici kilisesinin projesini hazirladi. Santa Maria del Popolo'daki Chigi capellasi'ni tasarladi. XVii. yy.'da yikilan Branconico dell'Aquila sarayi icin balkon, nisler ve yalanci ogelerle suslu bir cephe gerceklestirdi. Ayrica Floransa'daki Pandolfini Sarayi'nin ve Roma'daki villa Madama'nin planlarini yapti. Raffaello, sanatiyla, yogunlugu incelik ve olcululukle birlestiren dehasiyla, sanatin tum alanlarinda XiX. yy. sonlarina kadar kalici bir etki birakti.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:01 AM | #12 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Michelangelo, Bounarotti (1475/1564)
1564 senesindeydi. Yani, Jean Calvin'in yepyeni hümanizma kurallarıyla din ve felsefeye istikamet verdiği ve Shakespare ile Galilei'nin hayata gözlerini açtıkları sene. 18 Şubat Cuma günü, kapkara bulutlarla kaplı Roma'da yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Şehrin en fakir semtinde, Marcel di Corvi'ye yakın Fornari Sokağı'ndaki 212 numaralı evin önünde duran arabadan siyahlara bürünmüş dört adam inerek içeri girdi. Demir bir karyolada kaskatı kesilmiş bir ihtiyar yatıyordu. Sokağın öbür ucunda bulunan Santa Maria di Loreto Kilisesi'nin çanları o esnada halkı akşam ayinine çağırıyordu. Siyahlı adamlar, yatağın önünde diz çöktükten sonra, odada bulunan eşyaları tesbite başladılar. Ceviz ağacından 8190 Duka ile 200 Skudi çıktı. Bu paraların bir kısmı, bakır kutuların içinde, bir kısmı da mendillere sarılmış vaziyette idi. Oda oldukça fakir döşenmişti. Karyolanın şiltesi, samanla doldurulmuştu, yatak örtüsü ise bir keçi postundan ibaretti. Odada dolap namına bir şey yoktu. Yatağın başucundaki başka bir sandıkta yıpranmış elbiselerle, giyile giyile sararmış gömlekler, soluk mendiller vardı. Giyim eşyasından çoğunun, Floransa menşeli oldukları, biçimlerinden belliydi. Evin geri kalan kısmı da aynı şekilde köhne ve bakımsızdı. Her yanını örümcek ağı bağlamış kilere indikleri zaman boş şarap şişeleri gördüler. Bir kısmının içine de su doldurulmuştu. Oysaki bundan daha kısa müddet önce, bu eve Yunanistan'dan şaraplar, Floransa'dan kumrular, canlı alabalıklar, körpe kuşkonmazlar, incirli pastalar, zencefilli ekmekler, misk kokulu armutlar ve Floransa şekercileri tarafından özel surette hazırlanmış badem ezmeleri gelirdi. 1564 yılının yağmurlu, sevimsiz şubat günü, Fornari Sokağı'ndaki eve giren sulh hakimi ile Tommaso de Cavalieri, Daniele de Volterra ve karyolada cansız yatan adamın yeğeni Leonardo Bounarroti, işte bu birkaç kıymetsiz eşya ile cüzi miktardaki parayı tesbit edebildiler. Evde canlı olarak, sadece Antonio del Franzese isimli uşakla, evin altındaki ahıra bağlı kestane rengindeki kırçıl tay vardı. Hepsi bu kadar. Korkunç bir kasırga gibi gelip geçen doksan yıllık bir hayattan sonra Michelangelo, ebedi sükunun hüküm sürdüğü diyarlara sessiz sedasız göçüp gitmişti. Michelangelo Bounarotti, 1475 yılının 6 Mart günü, Casentino bölgesinde Carprese isimli küçük bir şehirde doğdu. Çok mâruf, eski bir aileye mensuptu. Babası Simone Buonarroti, hem oturdukları şehrin sulh hakimi, hem de Caprese ve Chiusi Valisi idi. Tepeden tırnağa kadar bir kanun adamı olan babası Simone, çevresinde dürüstlüğü ve mertliğiyle nam salmış bir insandı. Bir yandan bir karıncayı ezemeyecek kadar yufka yürekli olduğu için, öte yandan adalet uğruna öz evladını bile feda edebilecek cinstendi. Michelangelo'nun sütninesi, bir taşçının karısı idi. Büyüdükten sonra soranlara, mesleğinin ilk feyzini bu kadından almış olduğunu söyledi. Eline aldığı ilk oyuncaklar, bir çekiçle bir taşçı kalemi idi. Henüz emeklemeye başlamadan bu oyuncaklarla taşları yontmaya, şekillendirmeye başladı. Muhafazakar babası, oğlunun sanatla uğraşmasına taraftar değildi. Ama bütün didinmelerine rağmen, arzusuna boyun eğmek zorunda kaldı. Michelangelo, 1 Nisan 1488'de, Floransa'da Domenico ve David Ghirlando'nun atölyesine girdiği zaman, 13 yaşına daha yeni basmıştı. Burada bir müddet çalıştıktan sonra, ustasının 1400 sanatının ruhsuz kalıbından henüz kurtulamamış olduğunu anladı. Ghirlandio'dan fresk tekniğinin anahtarlarını öğrendikten sonra ayrıldı. Michelangelo'nun gayesi, taş kitlelerini dile getirebilecek hakiki bir heykeltıraş olmaktı. Tesadüf, onu Lorenzo de Medici ile tanıştırdı. Floransa Dükü, bu zeki çocuktan çok hoşlandı. Onu evine alarak, çocukları ile tanıştırdı. Michelangelo'nun sanatının derinliklerinde sezilen gurur, bu münasebetin sanatçının bilinçaltında bıraktığı tesirdendir. Medici Sarayı'nda, evin çocuğu muamelesi gören Michelangelo, Piazzo San Marco'da kurmuş oldukları, ünlü «Bahçe Okulu» na devam etti. Sanatının temeli işte bu bahçede atıldı. Burası her bakımdan bir sanat cenneti idi. Koyu yeşil renkte servi ağaçlarının gölgelediği parkta, antik devrin asil şekillerini taşıyan bembeyaz heykeller arasında dolaşmak, onlara dilediği gibi dokunabilmek, genç Michelangelo'ya büyük zevk verirdi. Medici Sarayı, o sıralarda, kalburüstü filozofların, şairlerin ve sanatçıların toplandığı hakiki bir kültür mabedi idi. O da aralarına karışıyor, konuşmalarından hisse kapmaya çalışıyordu. Heykelin yanısıra resim sanatına işte ilk defa bu çevrede heves etti. O sıralarda en beğendiği sanatçı Masacio idi. Halbuki zaman onu bu ölçülü ve bir bakımdan ruhsuz üsluptan nasıl da ayıracaktı. Bu arada anatomiyi de merak etti ve Medici'lere gelen bir cerrahın peşine takılarak, muntazaman morga gitti, cesetleri büyük bir zevkle kesip biçmeye başladı. Kısa amanda eli bu işe öylesin yattı ki, ünlü anatomi uzmanlarını bile gölgede bıraktı. Rönesans İtalyası'nda tıp ilmi ile plastik sanatlar ikiz kardeş muamelesi görüyordu. O kadar ki, ressamlarla heykeltıraşlar, cerrahlar ve eczacılar locasına bağlı idi. Floransa'nın en kudretli adamı olan Lorenzo de Medici ve çocukları ile Michelangelo, gece gündüz birbirinden ayrılmaz oldular. Siyasi nüfuzu emsalsiz olan Dük, bu çocuğun şahsında olağanüstü bir kabiliyet seziyordu. Niyeti, onu ölünceye kadar yanından ayırmamak, ona her hususta yardımcı olmaktı. Ama talih, bunu istemedi. 1492 yılında, Michelangelo henüz on yedi yaşında bir delikanlı iken, Lorenzo hayata gözlerini yumdu. Michelangelo için de bu yeryüzü cennetinde geçirdiği üç yıl böylece sona ermiş oldu. Lorenzo'nun yerine geçen Piero de Medici'nin menhus suratını görmemek için Floransa'yı terk ederek önce Venedik'e, sonra da Bologna'ya gitti. Bologna sokaklarında avare dolaşırken Jacobo della Quercia ile karşılaştı. Bu ünlü heykeltıraşın sanatını, daha Floransa'da iken işitmişti. Jacobo, o sıralarda St. Dominic lâhdinin oyma işleri ile meşgul bulunuyordu. Michelangelo'ya kendisine yardım etmesini teklif etti. Daha uzun zaman için genç sanatçının üzerinde bu adamın tesirleri kalmıştır. Michelangelo, bazı hususlarda Leonardo da Vinci'ye benzerdi. Kalıbına sığamayan, daima yenilikler arayan bir yaradılışı vardı. Ama Leonardo'dan daha haris, daha benci idi. Bologna onu kısa zamanda usandırdı. Hele, Medicilerin yanında prensler gibi tantanalı bir hayat sürdükten sonra, bu renksiz taşra şehrinde alelade bir çırak gibi çalışmak, hiç de işine gelmiyordu. Michelangelo, zaten çıraklığı, gururuna yediremeyecek kadar kendinden emin bir insandı. 1495 yılında, yeniden Floransa'ya döndü. Burada gecesini gündüzüne katarak, durmadan çalıştı. Zamanın modasına uyarak dini konuları ele aldı. Mitolojiyi de işledi. Bu cümleden olarak yaptığı Uyuyan Aşk İlahı isimli heykel, Kardinal Riaria'nın eline geçince, din adamı, Michelangelo'yu Roma'ya davet etmekte bir an bile tereddüt etmedi. Raphael gibi o da asıl şöhretini işte bu davete borçludur. Leonardo ile Raphael henüz hayatta bulundukları müddetçe Michelangelo, Rönesansın sadece ünlü bir sanatçısıdır. Ama ikisinin fani dünyaya veda etmeleriyle meydan kendisine kalacak ve bütün Avrupa, yarım asır müddetle onun sihrine kapılacak, ona bir yarı ilah muamelesi yapacaklardı. Michelangelo'nun ilk Roma seyahati, 1496 ile 1501 yılları arasına rastlar. Bu müddet zarfında «Ölümsüz Şehirde» Roma sanatının antik güzelliğini inceledi. Bu seneler içinde verdiği eserlerde bu sanatın belirli tesirleri görülür. Mesela Sarhoş Baküs'teki donuk, muhafazakar üslup veya Vatikan için yaptığı Pieta'daki zerafet ve ahenk endişesi bunun birer örneğidir. Bunların Michelangelo'nun hakiki sanatıyla hiçbir ilgisi yoktu. Bu heykeller, sanki arkeolojik bir kazı neticesinde toprağın derinliklerinden çıkarılmış eserler hissini veriyordu. 1501 senesinde Floransa'dan aldığı bir mektup, sanat hayatının dönüm noktası olacaktı. Zaten çoktandır benliğini bütün kudretiyle ortaya atabileceği bir fırsat arıyordu. Derhal teklifi kabul ederek Floransa'ya gitti. Kendisine burada bir kilise avlusunda duran Carrara mermerinden koskoca bir blok gösterilerek, bundan bir heykel yaratması istendi. Yedi metreye yakın büyüklükteki David heykeli işte bu taşla meydana çıktı. Bu mermer kütle, yıllardır orada beklediği halde, hiçbir sanatçı cesameti karşısında, yanına varmaya cesaret bile edememişti. Heykelin bitirilmesi için verilen mühlet iki sene olduğu halde, Michelangelo, üzerinde tam dört yıl uğraştı. 1504 ocak ayında Leonardo da Vinci, Botticelli, Filippo Lippi, Perugino ve Pierp di Cosimo'dan teşekkül eden bir heyet, bu muazzam heykelin Palazzo della Signoria'nın önünde duran Donatello'nun Judith'inin yerine konmasına karar verdi. Cenkten önce David zarafet, güzellik ve kuvvetin en mükemmel form anlayışıyla birleştirildiği hakiki bir şaheserdir. Heykel yerine konduğu gün, bütün Floransa halkı bir bayram günü yaşadı. Michelangelo âdeta göklere çıkarıldı. Bütün Floransa ona iş vermek için sanki yarışıyordu. O devirde, Floransa'nın en kudretli insanı olan yüksek yargıç Soderini, heykel yerine konmadan önce, bir eksiği olup olmadığını anlamak niyetiyle son bir defa görmek istedi. Dev heykeli bir müddet tetkik ettikten sonra, burnunun, vücut tenasübüne göre fazla büyük olduğunu açıkladı ve derhal bunu bir miktar küçültmesini Michelangelo'ya adeta emretti. Bu kudretli adamın her sözünün kaçınılmaz bir kanun olduğunu herkesten daha iyi bilen Michelangelo, hiç itiraz etmeden derhgal eline çekiçle kalemi aldı ve heykele dayalı iskeleden, burun hizasına kadar tırmanarak çekiçle vurmaya başladı. Soderini, yere dökülen mermer parçaları karşısında sanat bilgisini böyle bir adama kabul ettirebildiği için memnundu. Michelangelo yere indiği zaman Soderini sevinçle haykırdı: - İşte heykel şimdi mükemmel oldu! Oysaki, Michelangelo, yerden sezdirmeden aldığı bir miktar mermer tozu ile iskeleye çıkmış ve bunları yargıç'ın başına savurmuştu. Yoksa burun gene aynı burun, heykel gene aynı heykeldi. Michelangelo, bir yandan mesaisinin karşılığı olan dört yüz Skudi'yi cebine indirirken, öte yandan Soderini gibi bir ukalaya verdiği dersten dolayı memnundu. Michelangelo'ya Signoria Sarayı için resimler yapması teklif edildi. O sırada büyük rakibi Leonardo da Vinci, «Anghiari Savaşı» ile meşguldü. Bu ünlü adamı hem takdir ediyor, hem de kıskanıyordu. Oysaki Leonardo, kıskançlık adı verilen hastalığın manasını bile bilmiyor, çevresi ile ilgisini kesmiş, sadece eseri ile başbaşa kalıyordu. Michelangelo, fırçaya sarılarak büyük bir freskin kartonunu hazırladı. Tamamen çıplak insanlardan müteşekkil bir muharipler topluluğu yaptı. Heykeli daima ön planda tutan sanatçı, bu suretle hem plastik ifade tekniğini, hem de insan vücuduna hareket vermek hususundaki hünerini göstermek istiyordu. Michelangelo'nun bundan sonraki resimlerinin ana konusunu «çıplak insan» teşkil edecektir. Sanat tarihinin en gülünç olayı gene bu çıplaklarla ilgilidir. 1559 yılında Papa IV. Paul, ressam Daniele de Volterra'ya verdiği emirle, Michelangelo'nun büyük eserlerinden sayılan Mahşer Günü panosundaki bütün çıplakların mahrem yerlerini kapatmasını emredecek, adı geçen ressam da bu emri yerine getirmek için şaheserin bütün kahramanlarının mahrem yerlerini estetik kurallarını hiçe sayarak, birer bezle örtmek zorunda kalacaktır. Michelangelo, bugüne kadar bilinen tek yağlıboya tablosunu, gene bu sıralarda yaptı: Kutsal Aile. Tuhaftır; resim alanında büyük şaheserler vermiş olan sanatçı, yağlıboya resimlerden nefret ederdi. Onun fikrine göre bu, kadınlara veya tembellere göre bir meslekti. Bunun için resim sahasında yalnız freskler yapmakta yetindi. Bu yeni parlayan şöhretin adı, Papa II. Julius'un kulağına kadar gitmişti. Kendini yeryüzüne inmiş bir Allah olarak farzeden bu din adamının en büyük emeli, ilahlara uygun bir mezara sahip olabilmekti. Bu işi başarabilecek tek insan, hiç şüphe yok ki Michelangelo idi. Sadece dev konularla uğraşmayı kendine yakıştıran Michelangelo, 1505 martında Roma'ya hareket ettiği zaman kalıbına sığamıyordu ama bu mezar hikayesinin aslında hayal kırıklığı ile biteceğini henüz bilmiyordu. Roma'ya varınca Papa, mezarına lâzım olan mermerleri bizzat seçmesi için kendisini Carrara'ya yolladı. Michelangelo gözün alabildiğine uzanan bu taş ocaklarında tam sekiz ay kaldı. Çoğu zaman, elinde batonu, Musa Peygamber gibi tek başına bu ışıl ışıl yanan taş yığınları arasında dolaşarak hayaller kurdu, bu cansız maddeye nasıl hayat verebileceğini, mermer yığınlarını nasıl dile getirebileceğini düşündü durdu. Bir akşam, üzerinde oturduğu kayalığı, güneşin son ışıkları kızıla boyarken, gene hatırına Sina Dağı'nda Allah'tan on emri alan Musa Peygamber geldi. Bütün vücudunu bir ürperme aldı. Kudretli Peygamber sanki boğuk sesiyle ona hitab ediyor, «Beni bu üstüne bastığın taşlarla ebedileştir» diyordu. Kararını vermişti. Musa'yı II. Julius'un mezarına ana motif olarak işleyecekti. Michelangelo taşlarını seçip Roma'ya döndüğü zaman hayal sukutuna uğradı. Papa II. Julius mezarını yaptırmaktan nedense vazgeçmişti. Bunun üzerine, sanatçıya Sistin Kilisesi'ni süsleme işini verdi. Ama bu defa iş inada bindiği için, Michelangelo Roma'yı terkederek Floransa'ya döndü. Çocukluğunu geçirdiği şehirde iki yıl kaldı. Böylece olağanüstü bir detayı elden kaçırmamak için Papa'nın hatırından ziyade, kendi şöhretini gözeten sanatçı, nihayet davete boyun eğerek tekrar Roma'ya döndü. Vatikan'daki Sistin Kilisesi boydan boya Mukaddes Kitap'tan alınmış konularla süslenecekti. Fresklerin kaplayacağı ince, uzun alan takriben 40 metre boyunda ve 14 metre eninde idi. Michelangelo dört sene müddetle, Papa'nın baskısı altında kendini bütün varlığıyla bu insanüstü konuya verecekti. İşe, önce geometrik figürler ve İsa'nın on iki şakirdini çizmekle başladı. Bunları en mükemmel tarzda işledi. Bütün kompozisyon, mimari yönden mükemmel olan bölümlere ayrılmış ve her bölümün ortasında heykel üslubu ile işlenmiş figürler oluşturulmuştur. Tavan, uzunlamasına üç ana dilimden müteşekkildir. Tavanın duvarlarla birleştiği noktada, ayrıca üçgen biçiminde dokuz küçük dilim daha mevcuttur. Bu sonuncu dilimlerin içine Tevrattan alınmış sahneler işlenmiştir. Ana panodaki İgnudi (Michelangelo'nun çıplaklarına çağdaşları bu ismi takmıştı) insan anatomisi bakımından birer şaheserdir. Bu kaynayan alem içinde peygamberlerin mütevekkil hali, olaya seyirci kalan kahinlerin garip bakışları ve geri kalan bütün şahıslar, beşeri unsurlarla işlenmiş bu fizik ötesi aleme korkunç bir renk katmaktadır. Bütün bu dev kompozisyon, sanatçının için için kaynayan olağanüstü beyninin şekillendirilmiş bir ifadesidir. Ama diğer taraftan da bu insanüstü aleme, sadece şahsi bir görüşün mahsulü olarak bakmak da doğru değildir. Sistin Kilisesi tavanı aslında, Rönesans'ın moral ve din karışıklığının tüyler ürpertici bir sembolüdür. Konu ne olursa olsun, bu dev kompozisyon, o ana kadar insan elinden çıkmış en büyük eserdir. Resim sanatının bütün incelikleri bu eserlerde en mükemmel şekliyle dile getirilmiştir. Sistin Kilisesi tavanının Raphael üzerinde de büyük bir tesir bıraktığını, sanatına yepyeni bir yön verdiğini biliyoruz. Raphael, o sıralarda Roma'da bulunuyor ve el üstünde taşınıyordu. Birbirlerinden karakter itibarıyla taban tabana zıt olan iki sanatçı, hiçbir zaman yakın dost olamadılar. Ama Michelangelo, gene de Raphael'in zarif sanatına hayrandı. Bir gün, Michelangelo, ünlü rakibine, genç talebeleri ve hayranlarından birkaç güzel kızla Roma sokaklarında dolaşırken rastlar. Üzerinde beyaz kürklerle süslenmiş kırmızı kadifeden bir elbise vardır. Yakışıklı ve genç sanatçıya şöyle der: - Maiyetinle birlikte tıpkı bir prens gibi dolaşıyorsun... Raphael şu cevabı verir: - Ve sen de dostum, tıpkı kimsenin elini sıkmak istemediği menhus bir cellat veya lanetlenmiş bir iblis gibi tek başına geziyorsun. Michelangelo hakikaten bütün hayatı boyunca keşişler gibi münzevi bir hayat yaşamıştır. Topluluklardan hep kaçmış, pek az dost edinmiştir. Edebiyat tarihinde mühim bir yer işgal eden Sonnetlerinden birinin sonunda şöyle der: «Ve ben engeli olmayan yollarda tek başıma ilerliyorum.» Sanatındaki büyüklüğü bir bakıma be enfüsi karakterinde aramak gerekir. Hele son eserleriyle tamamen şahsi bir üslup yarattığı için , çağdaşlarının sanatını kopya etmelerine hiç tahammül edemezdi. 1513 yılında Papa II. Julius'un ölümü ile çoktan unutulmuş olan mezarının yapılması işi tekrar günün konusu oldu. Fakat, Michelangelo, bu sıralarda birçok siparişi birden yerine getirmek zorunda olduğu için mezar işi 1544 yılına kadar uzadı gitti. Sonunda da başkalarına verildi, ama mezarın ana motifi olan Musa Heykeli'ni gene de Michelangelo yaptı. Bu suretle de kırk yıllık rüyası gerçekleşiyordu. Heykel bittikten sonra Musa Peygamberden öylesine büyülendi ki, heykelin aslında cansız bir taş parçası olduğuna kendi bile inanmak istemedi. Bir gün karşısına geçerek bir müddet gözlerine baktıktan sonra: «Konuş Musa konuş!» diye haykırdı ve elindeki çekici hışımla heykele fırlattı. Papa II. Julius'un ölümünden sonra, mukaddes Roma'da tahta geçen bütün papaların hizmetinde çalıştı. Sanatını zirveye ulaştırdı. Şiir, mimari, resim alanında birbirinden heybetli eserler verdi. Ressam olarak bu devirde ele aldığı konular arasında Papa X. Leo için yaptığı San Lorenzo Kilisesi'nin freskleri ile VII. Clementi'nin aynı kilise için sipariş ettiği Medici Şapeli'nin freskleri, ifade kutreti bakımından en önemlileri sayılır. Michelangelo cehennemi ve lanetlenmişleri tasvir eden bu fresklerden birinde habis ruhlu bir insanı nefret ettiği bir kardinale öylesine benzetmişti ki, derhal durmadan Papayı haberdar ettiler. Clementi, haberciye sükunetle şu cevabı verdi: - Kudretim, bir insanı doğru yola sevketmeye yeter, ama cehennemden çıkarmaya değil. Varsın olduğu yerde kalsın... Michelangelo, bu seneler zarfında, Roma ile Floransa arasında gidip geldiyse de, sanatına hakiki istikamet veren Roma toprağına gene de sadık kaldı. Papa IV. Paul için Sistin Kilisesi'nin duvarına Mahşer Günü'nü yaptı. Baştan başa çıplak insanlardan teşekkül eden bu fresk, başta papa olmak üzere herkesi hayret içinde bıraktı. Hele İsa'nın da anadan doğma temsil edilmesini kimse hazmedemedi. Yukarıda anlattığımız figürlerin giydirilmesi hikayesine de işte bu resim sebep oldu. Bundan sonraki çalışmalarının en önemlisini San Pietro Kilisesi mimarlığı teşkil eder. 1547'de kubbesini yaptı ve içini süsledi. O senelerde Floransa ve Roma'daki kalburüstü binaların ve mezarların çoğu Michelangelo'nun planlarıyla yapılmıştır. Dahi sanatçının mimari anlayışı emsalsizdi. Yapı sanatına yepyeni formlar getirdi ve böylece, Rönesans mimarlığına yön verdi. Leonardo ve Raphael öleli tam yarım asır olmuştu. Bütün bu müddet içinde İtalya'nın sanatına sadece Michelangelo hakimdi. Karşısına hiçbir engel çıkmadan yoluna tek başına devam etti durdu. Seneler akıp gittikçe çalışma azmi büsbütün artıyor, adeta önüne geçilmez bir hırs halini alıyordu. 1564 yılında, on sene önce paşladığı Pieta Rondanini üzerinde çalışırken birden rahatsızlandı. Aynı yılın şubat ayında da çoktandır özlediği ölüme kavuştu. Yaptığı bunca işe mukabil geriye bir servet bırakmamış olması asırlar boyunca bir muamma olarak kaldı. Aslında insanlığa bıraktığı servet, paha biçilemeyecek kadar büyüktür. Yarı ilah mertebesine yükselmesindeki sır da işte budur.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:02 AM | #13 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
PAUL CEZANNE ( Aix-en-Provence, 1839 - Aix-en-Provence, 1906)
1861 yilinda resim sanatini ögrenmek icin Paris'e, cocukluk arkadasi Emile Zola'nin yanina gitti. Isvicre Akademisi'nde ve Louvre'da calisti. Renoir, Pissarro, Sisley, Guillaumin gibi sanatcilarla tanisti. Delacroix, Courbet, Manet'ye karsi hayranlik duydu. Güzel Sanatlar Akademisi'nin giris sinavlarinda basarili olamayinca Aix'e geri döndü. Bütün zamanini resme ayirdi ve Salon'a gönderdigi bütün tablolarin geri cevrilmesine karsin resim calismalarini sürdürdü. Eski Italyan ustalarinin yapitlarini kopya ederek, portreler, natürmortlar ve bazen de manzara resimleri yapti. Bu dönemde yaptigi calismalar arasinda Ressamin Babasi, Zenci Scipio (1865, Sao Paulo Müzesi), Louis-Auguste Cezanne'in l'Evenement'i Okurken Portresi (1866), Pamuk Takkeli Adam (1865-67), Ressam Achille Emperaire'in Portresi (1866), Zola'yi Okuyan Paul Alexis (1869), Hasir Sapkali Boyer'in Portresi (1869-70) ve Magdalen ya da Elem (1866-68) adli resimleri, Siyah Mermer Saat (1869-70, özel kol., Amerika) ve Teneke Caydanlikli Natürmort (1869-70) adli natürmortlari ve Estaque'da Eriyen Karlar (1870) ve Sarap Pazari (1872) adli manzaralari sayilabilir. Bu eserlerde kalin renk katlari ve siyah gölgeler dikkati ceker. Siyah, kahverengi, gri ve Prusya mavisinin agir bastigi koyu ve kasvetli renklere ek olarak alisilmadik bir beyaz renk kullandigi görülür. Cezanne'in Empresyonistlerle ve özellikle Isvicre Akademisi'nde tanistigi Pissarro ile olan dostlugu onun donuk renkleri birakarak Empresyonistlerin parlak, acik tonlu renklerini kullanmasini saglamistir. Kalin renk katmanlari tekniginden vazgecip hafif firca vuruslariyla noktalama yöntemine yönelmis, pihtilasmis gibi görünen yüzeyler kullanmistir. 1872-82 yillari arasindaki bu dönem Cezanne'in Empresyonist dönemidir. Modern Bir Olympia (1873), Asilmis Adamin Evi (1873, Louvre Müzesi, Paris), Yidizcicekleri (1875), Kirmizi Koltuklu Madame Cezanne (1877, özel kol., Amerika), Victor Chocquet'nin Portresi (1876-77), L'Estaque (1878-79, Louvre), Pontoise'da Cote du Jalais (1879-82), Kavaklar (1879-82) ve Maincy Köprüsü (1879, Louvre) gibi bircok ünlü eseri bu döneme aittir. Cezanne'in izlenimciligin kurallarindan ayrilan sanati hizla, daha yalinci ama daha cok islenmis ve yapiya daha cok önem veren bir tutuma dogru gelisti. Tarzini düs gücünden ve gözlemlerinden kaynaklanan ögelerle zenginlestirdi. Desen güclülügü ile renklerin anlatim duyarliligini birlestirdi. Klasik perspektif kurallarina pek uymayan Cezanne'in tutumu sonradan büyük ölcüde etkiledigi Kübistlere öncü oldu. Bu arada 1886 yilinda Emile Zola ile aralari acildi. Hortense Fiquet ile evlendi. Karisinin Portreleri, Mavi Vazo ve Sepetli Natürmort (Louvre), Kirmizi Yelekli Cocuk (18900-95), Cezveli Kadin (1890-95, Louvre) ve Kagit Oynayanlar (1890 yillarinda cesitli versiyonlari), Gustave Geffroy'un Portresi (1895) ve Bir Soytari adli tablolariyla sanati dengeye ve yetkinlige ulasti. Calismalarinda derinligi kaldiran sanatci katlama bir perspektif uyguladi. Peppermint Lisesi, Elmalar ve Portakallar (1895-1900, Louvre) gibi natürmortlari bu yönelisi vurgulayan baslica yapitlardir. Sanatcinin son on yillik dönemi lirik dönemi olarak bilinir. Bu dönemde belli bir lirizme ve daha özgür firca vuruslarina yönelerek gösterisli ve cüretkar yapitlar verdi. Ayni zamanda daha hizli bir yöntem olan suluboya teknigini de kullaniyordu. Eserlerinde henüz baslamakta olan kübizme özgü kesin akilci yaklasimin belirtileri secilir. Ayni zamanda renkleri ve bicimleri lirik bir anlayisla kullanan Fovist akimin özellikleri de göze carpar. Sainte-Victoire Dagi, Annecy Gölü (1896), Bibemus'daki Kayalar ve Dallar (1904) ve Kara Sato (1904-06) adli tablolari bu tarz calismalardir. Yasaminin son yillarinda gerceklestirdigi Les Grandes Baigneuses-Yikanan Kadinlar (1902-06) adli tablosuyla Cezanne'in sanati doruk noktasina ulasti. Bu tablo, ritmik kompozisyonu, kesin hatlarla üst üste konulmus düzlemleri ve resmin bütününün tasidigi uyumla görkemli bir eserdir ve Picasso'nun hemen hemen ayni zamanlarda yaptigi Avignon'lu Genc Kizlar adli tablosunu animsatir. Cezanne'in yapitlari, özellikle 1907'de Paris'te acilan Salon d'Automne'dan sonra XX. yy. resminin en önemli kaynaklari arasinda sayildi. Cezanne, sonradan modern resmin dogmasina yol acacak olan fovlar, kübistler ve soyut sanatcilar gibi yeni kusagi büyük ölcüde etkiledi. Paul Cezanne * Bir nesneyi ayakta tutan taşıyıcı sistem üzerinde yoğunlaşırken nesne ve genel bileşim yapısı olarak duygusallıktan uzak çok iyi bir gözlemcidir. * Kitleyi ve kurguyu geometrik biçimlerle veriyor. * Hareketsiz olana bakıyor. * Monet'in sisler içinde dağıttığını Cezanne küpler halinde kristalize ediyor. * Renk parlaklığını feda etmeden derinlik elde etme, derinlik duygusunu feda etmeden düzenli sıralama yolundaki uğraşta, feda etmeye hazır olduğu şey kenar çizgisinin geleneksel doğruluğuydu. * Derine doğru gitmeleri açmakta, geriye doğru genişleyen bir mekan vermektedir. Cezanne'de kaybolan şeyler yoktur. Mekan sınırlıdır.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:02 AM | #14 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
PAUL CEZANNE ( Aix-en-Provence, 1839 - Aix-en-Provence, 1906)
Provence'da Daglar, 1886-90, Tuv. Uz. Ygb. 63.5 x 79.4 cm, Ulusal Galeri, Londra Sapkali Otoportre Bridgestone Sanat Müzesi, Tokyo
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:02 AM | #15 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
REMBRANDT (Rembrandt Harmenszoon Van Rijn)
( Leiden, 1606 - Amsterdam, 1669 ) Hollandali ressam ve gravurcu. 1620-1623 yillari arasinda Leiden'de Jacob Van Swanenburgh'un atolyesinde ilk resim calismalarina basladi. 1623-1624'de Amsterdam'da Pieter Lastman'in yaninda isik etkilerini on plana cikaran sanatin inceliklerini ogrendi. Pijnas'in yaninda ressam ve gravurcu olarak calisti. 1625'te Leiden'e donerek bir atolye acti ve guclu isik etkileriyle vurgulanmis dramatik yogunlugu olan eserler yapti. 1630'da Amsterdam'a yerlesti. Gravur calismalari yapti. ilk gravurlerinde portreler, kompozisyonlar ve incil'den alinmis konulari isledi. isik golge denemelerini (chiaroscuro) gene bu gravurlerle yapti. 1632'de Cerrahlar Loncasindan grup halinde portre siparisleri aldi. Bunlardan biri, ilk onemli yapiti olan Doktor Tulp'un Anatomi Dersi (1632, Mauritshuis, Lahey) ile une kavustu. Bir dukun, kralin veya ruhani bir liderin hizmetine girmeden gecimini dogrudan halktan sagladi. Kim olursa portresini yapti. Bunu yaparken sanatini harcamadi, aksine buyuk bir heyecanla cesitli tipleri renk ve cizgilerle tuvale aktardi. Koltukta Genc Bir Kadin bu doneminin en guzel orneklerindendir. Samson'un Gozlerinin Kor Edilmesi adli eserinde ise barok tarzin etkileri gorulur. 1633'de Dusunen Filozof ve Rembrandt'in sapkali ve Altin Zincirli Portresi, 1637'de Tabiya'dan ayrilan Melek Rafael, 1640'da Kutsal Aile gibi eserleri Louvre'da bulunan yirmiye yakin tablosu arasinda sayilabilir. ciplak vucut calismalarindan biri olan Suzanna Banyoda (1637) adli eseri en renkli ve canli vucut resimlerindendir. 1642'de Amsterdam Keskin Nisancilar Loncasindan resim siparisi aldi ve Gece Devriyesi (Gece Nobeti) kompozisyonunu yapti. Bu eseriyle coskulu bir kusursuzluga ulasti. Eser tum Hollanda resim okulunun en buyuk eseri sayilir. 1642'de esi Saskia'nin olumunden sonra daha dengeli eserler verdi. Emvas Hacilari (1648, Louvre) ve dramatik figurler tasiyan gravurler yapti. Hastalari iyilestiren isa (1642-1649), uc Hac (1653), ikinci Anatomi Dersi (1656) bunlarin arasinda sayilabilir. 1645-1663 yillari arasinda beraber oldugu ikinci esi Hendrickje'den aldigi ilhamla bircok sanat eseri meydana getirdi. Davut'un Karisi Batsaba, Hendrickje Stoffels Portresi (1652), Yikanan Kadin (1654) en olgun, en ebedi eserlerindendir. 1656'da yilinda yaptigi Yakup, Yusuf'un ogullarini Takdis Ediyor isimli kompozisyonunda, yasli Yakup'un torunlarini takdis edisini anlatmaktadir. 1662 yilinda aldigi siparis uzerine Amsterdam Manifaturacilar Sendikasi'nin (Kumascilar Loncasi) idare Meclisi uyelerinin toplu portrelerini yapti. Sendika uyeleri isimli grup resmi boyle dogdu. 1664'den sonra esinin, oglunun olumu ve yasadigi mali sikintilar nedeniyle iyice coktu. Kalin boya tabakalariyla yaptigi Kendi Portresi (1668) bu son yillarinin urunudur. isik golge zitligini basarili bir sekilde uygulamis, boyayi duz, parlak ve essiz bir teknikle kullanmistir. 400'u askin eserinden Derisi Yuzulmus Sigir (1655), Aziz Matta (1661) halen Louvre Muzesinde bulunmaktadir. Diger koleksiyonlarindan Yahudi Nisanli, Aziz Petrus'un inkari Amsterdam'da, Altin Migferli Adam Berlin, Dahlem Muzesinde, Sanatci ile Saskia, Kirmizi cicekli Saskia Dresden'de, Efraim ile Manesse'yi Kutsayan Yakup Kassel Muzesinde, Rembrandt'in Annesi Lahey'deki Mauritshuis'de, ibrahim'in Oglunu Kurban Edisi, carmihtan indirilis, isa ile Samiriyeli Kadin Ermitaj'da ve ilerlemis Yasta Sanatci Londra'daki National Gallery'de bulunmaktadir. Rembrandt'in Breestraat' daki evi, 1911 yilinda muzeye donusturulmustur.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:02 AM | #16 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:02 AM | #17 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Pierre Auguste Renoir (1841 - 1919) Fransa'da Limoges'de doğdu. Aile daha Renoir küçükken Paris'e taşındı. Ondört yaşında bir porselen ressamının çırağı oldu ve 1858'e kadar bu işle uğraştı. Bu yıllarında ışık ve parlak renk konusunda tecrübe kazandı. Onyedi yaşını yelpazeler, avize ve perdeler üzerine büyük ressamların resimlerini geçirdi. 1862'de Ingres'nin bir öğrencisi olan Marc-Gabriel-Charles Gleyer'in stüdyosuna girdi ve orada Monet, Sisley ve Bazzile'den oluşan ve İzlenimciler olarak sanat tarihinde kendilerine önemli bir yer yapacak olan bir küme ressamla kalıcı dostluk kurdu. Ancak daha o sıralar klasiğin "yüce biçem"leriyle alay eden bu sanatçılardan ayrı olarak, Renoir bu ustalara çok önem veriyor, resimlerini dikkatle inceliyordu. Renoir yoksul bir hayat sürüyordu. Kendisi gibi parasız olan Monet ile birlikte Seine Irmağı (-izlenimciliğin çıkış yeri) kıyısında ressam sehpalarını kurdular. Bu iki ressamın resimleri öyle benzeşiyordu ki kırk yıl sonra bu dönemin resimlerine baktıklarında Monet hangisinin kendisine ait olduğunu çıkaramayacaktı. Aynı fırça darbelerini ve aynı arı renkleri kullanıyorlardı. Renoir Monet’in ışığı kullanma biçiminden etkilenmişti, ancak o Monet gibi doğa resimleri değil insen betimlemeleri çiziyordu. Sanatçı’nın etkilendiği diğer bir kişi de Delacroix’du. Renoir özellikle onun renklerinden çok etkileniyordu. Bu çalışmalar sürerken Renoir biriktirdiği bir miktar parayla Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim ve anatomi dersleri almaya başladı. Fakat hiçbir zaman akademik bakış açısını beğenmedi. Öte yandan da ona bir ressam olması için sunduğu temel bilgi ve disiplini almaktan geri kalmadı. Bu dönemde Raphael, Titian ve Rubens her zaman beğendiği ve dikkatle incelediği ressamlardı. Yaşadığı yer tipik bir 18. yüzyıl felsefesinin oluşturduğu kültürel bir ortamı yansıtıyordu. Orta sınıfın yaşamın tadını çıkardığı bir dönem ahlaki yapısı Renoir’in tablolarında da göze çarpıyordu. Özellikle sanatçı gençlik yıllarında, bu ruh durumunun sevincini, mutluluğunu ve gevşekliğini yansıttı tablolarına. Onun ilk başarısı “Ateşin Çevresinde Geyiğiyle Dans Eden Esmeralda” resmiyledir. 1864'’de bu resim Paris'te Fransa'nın resmi sergi sarayı olan Salon'da sergilendi. Ama Renoir bilinmeyen bir nedenle sergiden sonra bu resmi yoketti. Bu da 1866 sergisinde geri çevrilmesine sebep oldu. Ancak izleyen yıllarda resimleri düzenli olarak kabul edilmeye başlandı. 1870'de bir portre ressamı olarak başarılar elde etmeye başladıysa da bu uzunca bir süre ekonomik bir başarıya dönüşemedi. Tersine sanatçı sık sık resimlerini yemek ve erzağa karşılık değiş tokuş etmek zorunda kalıyordu. 1873'lere gelindiğinde Salon, renkleri kullanma yöntemi yüzünden sanatçının resimlerini yine reddetti. Ertesi yıl Renoir, Monet ve başka sanatçılar bu sergiye almaşık yeni bir sergi düzenlemeye giriştiler. Bir yıl sonra, ilkbaharda Salon'un dışında yeni bir sergi açıldı. İzlenimcilerin ilk sergileri olan bu sergi, onları çok tatmin etmese de karamsarlığa da itmedi. Ancak ertesi yıl sergide izleyiciler bir açıkarttırma sırasında o denli saldırganlaştılar ki sonunda araya polisin girmesi gerekti. Bu saldırganlaşma ne yazık ki resimleri önce kim kapar yüzünden olmamıştı. Tersine, bir eleştirmene göre bu resimlere bakabilmek için insanın "onbeş metre ötede durup gözlerini şaşı yapması" gerekiyordu. İZLENİMCİLİKTEN AYRILIYOR Renoir uzlaşmacı bir kişiliğe sahipti. 1878'de yeniden Salon'a başvurduktan sonra kendini İzlenimciler'den uzaklaştırmaya başladı. 1881'de bir tecimcinin resimlerini düzenli olarak satın almaya başlamasıyla parasal kaygılardan büyük ölçüde kurtuldu. Ertesi yıl açık olarak onu korkuttuğunu söylediği devrimci görünüşten uzaklaşmak istediğini söyledi. Bu yıllara geldiğinde Renoir artık kendini 'İzlenimciliğin ****ürebileceği denli uzağa gelmiş' görüyor ve artık bu akımın yalnızca 'görsel' olan yanının doyurucu bulmuyordu ve onun"bir çıkmaz-sokak" olduğunu düşünüyordu. Bu uzaklaşma sadece uzlaşmacı kişilikle de açıklanamazdı. Onun İzlenimcilerden uzaklaşmasının en büyük sebebi İtalya yolculuğuydu. Bu yolculuk sırasında büyük İtalyan yağlı boya ustalarını keşfetti. Bu da İzlenimcilik konusundaki eleştirilerini güçlendirdi. Döndüğünde resimlerinde daha büyük bir birliğe ulaşmak için çaba göstermeye karar verdi. O sıralar beğendiği ressamlar arasında Courbert, Watteau ve Fragonard vardı, ve onu izlenimcilerden ayıran en büyük tavır da “hala müzedeki büyük ustaların resimlerini incelemenin çok yararlı olacağı düşüncesi”ydi. Zira İzlenimciler geçmişi ve klasik olanı reddetme eğilimindeydiler. İzlenimciler klasik 18. yüzyıl ahlakını yansıtıyorlar iyiye doğru bir gidiş olduğunu savunuyorlardı. Ama Renoir kötülüğün de resme girebileceğini ve yaş******n darlık içinde gerçekleştiğine inanıyordu. Yani karamsar bir tutum içine girmişti. Zamanla "Klasiğin dışında hiçbirşey yoktur" vargısına ulaşan sanatçı ne denli usta olursa olsun bir sanatçının her zaman öğrenebileceği yeni pekçok şey olduğuna inanıyordu. Bu değişikliği gösteren eser de Şemsiyler adlı tablosudur. Sanatçınını değişimi gösterir Şemsiyeler. Yolculuk esnasında başlamıştı esere ve bitirdiğinde eskiden çok farklı bir tarza ulaştığını farketti. İzlenimciliğe şu sözle karşı çıktı: Bu dönemde zamanının temalarından daha kalıcı temalara yöneldi ve çıplak resimlerine ağırlık verdi. 1880'lerde Renoir'in İzlenimciliğin hafif renklerinden git gide uzaklaştığı görülür. Aynı zamanda bu döneminde yoğun olarak belli belirsiz ortamlarda genç kızların tablolarını yapmaya girişti. Biçemi ustalaşıp yalınlaştıkça mitolojik temalara yöneldi ve yeğlediği kadın tipi daha olgunlaşıp büyüdü. Renoir, zamanın büyük bestecilerinden sayılan Richard Wagner'e karşı Fransız ustalarını yeğliyordu. 1887'de Yıkananlar olarak bilinen bir dizi çıplak resim çalışmasını tamamladı. Sanatçı romatizmaya yakalandıktan kısa bir süre sonra 1897'de aile Nice yakınlarındaki Cagnes'e taşındı. İlerlerleyen yıllarda Renoir'nın romatizması onu iyice zayıflattı ve 1903'den başla***** yaşamını güney Fransa'nın sıcağında sürdürmesi gerekti. 1912'de romatizması o denli ilerlemişti ki artık koltuksuz gezemiyordu. Buna karşın yaşamının son günlerine dek resim yapmayı sürdürmeye kararlıydı. Tarihe kattığı her bir parça güzelliğin kar olduğunu düşünüyordu. Son zamanlarda parmaklarının arasına bir fırça bağlıyor, o şekilde resimleri üzerinde çalışıyordu. Bu dönemde ayrıca heykeltışarlığa da el attı ve kendi gücü yetmediğinden yanında bulundurduğu yardımcılarını yönetiyor, onların ellerini kendi elleri gibi kullanıyordu. 1915'te karısı, I. Dünya Savaşı'nda yaralanan oğullarına bakmaktan yorgun düşerek öldü. Kendisi bundan dört yıl sonra öldü. Ölmeden bir gün önce "Henüz ilerliyorum," diyordu ve aynı gün Louvre'a son bir kez beğendiği resimleri görmek için gitti. Ertesi gün bir çiçek çalışmasını tamamladı ve "Bugün yeni birşeyler öğrendiğimi düşünüyorum," dedi.
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-11-2007, 12:02 AM | #18 |
Forum Kalfası
Kayit Tarihi: Dec 2005
Nerden: BeyCoast
Mesajlari: 7,003
Teşekkür Etme: 26 Teşekkür Edilme: 333 Teşekkür Aldığı Konusu: 269
Üye No: 4853
Rep Power: 2952
Rep Puanı : 16800
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
__________________
M@D_VIPer Nickten Öte..Bir Markadır... Her Gidişin Bir Dönüşü,Her Bitişin Bir Başlangıcı Vardır..!!! |
05-12-2010, 06:03 PM | #19 |
ÇaKaL Üye
Kayit Tarihi: Aug 2009
Nerden: oOOGehennaOOo
Yaş: 35
Mesajlari: 1,226
Teşekkür Etme: 11 Teşekkür Edilme: 32 Teşekkür Aldığı Konusu: 26
Üye No: 88099
Rep Power: 1389
Rep Puanı : 2914
Rep Derecesi :
Cinsiyet : Erkek
|
Paylaşım çok güzel ama Leonardo da vinci'den ötesini tanımam
|
Bu Konudaki Online üyeler: 2 (Üye Sayisi : 0 Ziyaretçi Sayisi : 2) | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konu Baslangic | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Ressamlar Derneği'nden Karma Sergi 23 Ekim | KoJiRo | Eskiler (Arşiv) | 0 | 10-23-2007 08:22 AM |
Ressamlar.. | Misyoner | Eskiler (Arşiv) | 2 | 10-04-2005 02:59 AM |